• Sonuç bulunamadı

YENİ LİSAN HAREKETİNİN ÖNCÜLÜ: ŞEMSETTİN SAMİ *

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "YENİ LİSAN HAREKETİNİN ÖNCÜLÜ: ŞEMSETTİN SAMİ *"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YENİ LİSAN HAREKETİNİN ÖNCÜLÜ: ŞEMSETTİN SAMİ*

Yüksel TOPALOĞLU

ÖZ: Şemsettin Sami, 1870’li yılların başlarında İstanbul’a geldikten bir müddet sonra tüm dikkatini Türk kültürü, sanatı, edebiyatı, dili gibi çeşitli konulara odaklar ve bu noktalarda derin araştırmalara girişir. Bunlardan özellikle dil, ayrı ve önemli bir yer işgal eder. O, 1880’li yılların başlarından ölüm tarihi olan 1904 yılına kadar Hafta, Sabah gibi devrin önemli süreli yayınlarında genel olarak dil, Türkçe, Türkçenin çeşitli sorunları ve özellikle de sadeleşme ile ilgili son derece dikkate değer makaleler kaleme alır. Bu makalelerde dile getirdiği görüş ve önerileriyle Şemsettin Sami, “Yeni Lisan” çıkışından önce tek başına sadeleşme meselesini ele alır, işler ve büyük ölçüde de sonrakilerin bir ön hazırlığı veya provasını yapar. Ancak işaret ettiğimiz tüm bu yönler bugünkü Türk bilim dünyasında çokça öne çıkmış ve işlenmiş değildir.

İşte bu makalede onun, söz konusu süreli yayınlarda çıkmış yazılarına dayalı olarak, sadeleşme konusu üzerindeki görüş ve önerileri ele alınacak ve tartışılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Türk Dili, Sadeleşme, Yeni Lisan Hareketi, Şemsettin Sami, Ömer Seyfettin.

THE PREMISE OFYENİ LİSAN MOVEMENT: ŞEMSETTİN SAMİ

ABSTRACT: Şemsettin Sami, focus on topics like Turkish culture, art, literature and language and he deeply survey about these subjects after he came to İstanbul in the beginning of 1870’s. Especially the language occupies an important place between these topics. He writes notable articles about language, Turkish, different issues of Turkish language and simplification, from the beginning of 1880’s to the date of death 1904 at publications like Hafta and Sabah. In these articles, he approaches on simplification by his offers and ideas before

“Yeni Lisan” movement arises. This way, he rehearses for subsequent movements. But these points that we designate, are not processed enough in Turkish scientific community. In this communique, his opinions about simplification will be dealed and discussed based on his articles that published on periodicals.

*Bu makale, 30 Mayıs-1 Haziran 2012 tarihlerinde Türk Dil Kurumu ve İstanbul Üniversitesi tarafından düzenlenen “Vefatının 30. Yılında Faruk Kadri Timurtaş Hatırasına Uluslararası Yaşayan Türkçe Bilgi Şöleni”nde sunulan bildirinin genişletilmiş biçimidir.

 Doç. Dr., Trakya Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, ytopaloglu@trakya.edu.tr

(2)

Keywords: Turkish Language, Simplification, Yeni Lisan Movement, Şemsettin Sami, Ömer Seyfettin.

Giriş

Modernleşme süreciyle birlikte başlayan sade dil ve edebiyat arayışlarının ilk en sistematik, programlı ve sonuç alıcı hareketi, kuşkusuz Yeni Lisanla birlikte başlayan Millî edebiyat hareketidir. Daha önce çokça gündeme gelmiş olmasına rağmen dil ve edebiyat ilk kez bu hareket nezdinde bir ekip işi ve çok daha organizeli ve daha da önemlisi sosyolojik düzlemde millet, milliyet ve kimlikle ilişkili olarak ele alınmaya, düşünülmeye, sorgulanmaya ve incelenmeye başlar. II. Meşrutiyet’ten kısa bir süre sonra beliren hareketin, asırları arkasına almış mevcut geleneğin karşısına çıkabilmesi ve de kısa zamanda kendi dil ve edebiyat anlayışını kabul ettirebilmesi ve zamanla kurumsallaşabilmesi, hatta bugünkü dil ve edebiyatın temellerini yıkılmaz bir şekilde atabilmesi, davanın millî ve zeminin de buna uygun ve elverişli olması gibi etmenlerin yanı sıra öncekilerin aksine işin, bir ekip olarak daha sistematik ve programlı şekilde ele alınması ve yürütülmesine bağlıdır. Başka bir deyişle sade Türkçe ve edebiyat, büyük ölçüde bunun tabii bir sonucudur.

Ancak sade Türkçe ve edebiyat arayışları, hemen belirtilmelidir ki az önceki hareketle başlamamıştır. Sonrakilere göre dağınık ve programsız olsa da onlara gelinceye kadar hayli çaba sarf edilmiş ve Türkçeyi sorunsuz kitle iletişim aracı hâline getirmek için epey uğraşılmıştır. İbrahim Şinasi, Namık Kemal, Süleyman Paşa, Şemsettin Sami gibi isimler, bu düzlemde anılması gerekli isimlerdir. Her biri Türkçe üzerine düşünmüş, yazmış ve kimi ıslah önerilerini ileri sürmüştür. Bu çaba ve önerilerin, sonrakilerin yolunu aydınlatmadığı, genişletmediği söylenemez. Aksine Yeni Lisan hareketi, bunlardan özellikle Ş. Sami’ye çok şey borçludur. Çünkü o, yaklaşık çeyrek asır önce genel olarak dil ve Türkçe üzerine ancak bir enstitünün üstesinden gelebileceği işi, tek başına gerçekleştirmeye girişerek Türkçenin tarihsel süreci, kökeni, temel sorunları, yabancı diller karşısındaki durumu, nasıl ıslah edilmesi gerektiği gibi konuları/sorunları gündemine almış, tartışmış ve önerilerini makalelerinde yazmıştır. İlginç olanı, Ömer Seyfettinlerin daha sonra Türkçe konusunda dillendireceği görüş ve düşüncelerin Ş. Sami’nin çok daha önceden söylediği görüşlerle paralellik ve benzerlik içinde olması veya onlarla neredeyse örtüşmesidir. Bu noktadan hareketle denilebilir ki, Ş.

Sami, söz konusu görüş ve düşünceleriyle adeta Yeni Lisan hareketinin bir ön hazırlığı, taslağı veya provasını yapmış ve böylece öncülü olmuştur. O kadar ki kimi yerde Ömer Seyfettinlerin de önüne geçmiş ve çok daha Türkçeci kesilmiştir. Burada söz konusu ilişkili noktalardan sadece üçü, yani

‘ecnebi’ kelimeler sorunu, lehçeler ve arkaik kelimeler karşısındaki tutum ve

(3)

dil bilgisi ve kurallarında ‘Türkleşmek’ başlıkları1 merkeze alınacak ve bunlar zaman zaman Yeni Lisan çıkışına da göndermelerle ele alınarak anlatılacaktır.

‘Ecnebi’ Kelimeler Sorunu

Türkçenin tarihî süreçteki ve hatta bugün bile en ciddi ve temel sorunlarından biri kendi öz kaynaklarından gelme kelime ve söz varlıklarını yabancı diller karşısında sürekli olarak kaybetmesi ve hâlen kaybetmeye devam etmesidir. Türkler, özellikle İslamiyet’le müşerref olduktan ve Anadolu coğrafyasını vatan edindikten sonraki süreçte doğal olarak ilişki içine girdiği İslam dairesinin imkânlarından yararlanmaya ve bu çerçevede başta Arapça ve Farsça olmak üzere diğer dillerden kelimeler ödünçlemeye başlar. Bu, aslında diller ve kültürler arasında görülen olağan bir durumdur.

Ancak bizdeki ödünçlemeler, açıkça ifade etmek gerekir ki, son derece ölçüsüz ve olağan dışıdır. O kadar ki özellikle Arapça ve Farsçadan yapılan ödünçlemeler asıl olan dili yani Türkçeyi zamanla hemen her bakımdan tanınmaz hâle getirir.

Bu tanınmaz hâlden kurtulma çabası, bilindiği gibi yenileşmenin belirdiği on dokuzuncu yüzyılda başlar. Dönemin öncü şahsiyetleri sorunu, ciddi şekilde ele alır ve üzerinde düşünür. Türkçeyi olabildiğince sadeleştirmeye gayret gösterir. Ancak bu gayretlerin en kapsamlısı, programlısı ve sonuç alıcısı, İkinci Meşrutiyet’ten sonra başlayan Yeni Lisan hareketidir. Hareketin önemli mensuplarından Ömer Seyfettin, yabancı dillerden özellikle de Arapça ve Farsçadan giren kelimeler sorununun nasıl çözüleceğine dair yazılarında açık ve net ölçütler koyar. Onun birçok yazısında beliren ve hemen herkesçe bilinen bu ölçütlere göre dilimize “bir ihtiyaç neticesi olarak” giren kelimeler “bizim olmuş. İmlâlarını muhafaza etmekle beraber Türk olmuşlardır. Sem, kafiye, Arabî ve Farisî cemler, terkipler yapmak için, sırf süs, sırf ziynet için girenler bu sebepler kalkınca tabiatıyla savuşurlar.”2

1Ş. Sami’nin Türkçe ile ilgili çalışmalarında Türkçeye ilişkin üzerinde durduğu konu ve sorunlar, kuşkusuz bunlardan ibaret değildir. O, daha pek çok konu ve sorunu, ele almış ve tartışmıştır. Sözgelimi Türkçenin sözlüğü ve dil bilgisi kitaplarının hazırlanması, konuşma dili ile yazı dili arasındaki ayrılığın kesinlikle ortadan kaldırılması, İstanbul Türkçesinin yazı dili olarak kabul edilmesi ve buna herkesin azami ölçüde uyması, Türkçenin tüm okullarda iyi bir şekilde öğretilmesi, benimsenecek sade Türkçeyle hikâyeler, şiirler, romanlar yazılması, aynı şekilde yabancı dillerden çeviriler yapılması gibi konu ve sorunları ele alır ve derinlemesine işler. Ancak biz burada makalenin kapsamı gereği bunlardan sadece birkaç tanesini öne çıkararak ele almaya ve incelemeye çalıştık.

2Ömer Seyfettin, Bütün Eserleri Makaleler 1, “Yeni Lisan”, s. 108. Ömer Seyfettin, benzeri görüşleri, diğer yazılarından da zikreder: “Arapça, Acemce kelimeleri atmağa hacet yok.

İhtiyacımız varsa onlar bize lâzımdır. Yoksa kaide gittikten sonra onlar da birer birer

(4)

Bu küçük özetlemeden anlaşılacağı gibi Yeni Lisan hareketi mensupları, sadeleşmede lüzumlu olan kelimelerin dilde kalması gerektiğini, gereksiz olanların ise özellikle Türkçe dilbilgisi kurallarının zamanla egemen olmasıyla birlikte çözüleceğini, dil dışına çıkacağını belirtirler. Ş.

Sami ise bu konuda Yeni Lisancılarla benzer görüş ve düşünceler içerisindedir. Ancak şurası açıkça belirtilmelidir ki onun sade Türkçe arayışı çok daha Türkçe merkezli, çok daha ileri ve hatta o günkü koşullar ve eğilimler paralelinde düşünülecek olursa kimi zaman da tasfiyecidir. O, her şeyden önce anlaşılır, açık, sade ve düzgün bir Türkçenin önündeki en büyük engellerden birinin yabancı dillerden özellikle de Arapça ve Farsçadan giren kelimeler olduğunu düşünür ve asıl kökleri ve kaynaklarından uzaklaşan Türkçenin düzelebilmesi, kendi kimliğini bulabilmesi için bunlardan lüzumsuz olanlarının dilden mutlaka “tard” ve “ihraç” edilmesini şart koşar.

Altını çizmek gerekir ki bu nokta, onun üzerinde en çok durduğu bir noktadır. Ancak kabul etmek gerekir ki, bu yabancı kelimeler sorunu veya Sami’nin tabiriyle yabancı kelimelerin dilden “tard” ve “ihrac”ı öyle istendiği anda yapılabilecek ve kolayca halledilebilecek bir şey değildir.

Kuşkusuz Sami de bunun farkındadır. Ancak o, tam bir milliyetperver ve Türkçe aşığı bir dil bilimci olarak söz konusu sorun üzerinde düşünür ve önerilerini açık ve anlaşılır biçimde ortaya koyar ki bunlar, burada ele alınmaya değerdir.

Özgün kaynaklarına dayanan sade Türkçe arayışında Ş. Sami’nin tartıştığı ilk nokta, Türkçenin Arapça ve Farsça ile olan münasebetinin durumudur. Bu bağlamda on dokuzuncu yüzyılın son yıllarında Türkçenin Arapça ve Farsça ile yüzyıllardır süren ilişkisinin hâl içinde bütünüyle kesilip kesilemeyeceğini sorar: “Biz Türkçemizi Arabî ve Farisîden büsbütün ayırabilir miyiz?” Her ne kadar gönlü halis Türkçeden yana olsa da Sami, gerçek manada bir dil bilimcidir ve dolayısıyla söz konusu soruya tereddütsüz “hayır” cevabını verir. Çünkü gerçek, açık seçik ortadadır. O kadar uzunca bir zaman Arapça ve Farsça ile ilişkisi olmuş Türkçenin bir anda onlardan uzaklaşabilmesi veya kopabilmesi mümkün değildir. Gerçi Sami, olurunu görse kesinlikle buna “evet” der ve bu doğrultudaki

savuşurlar. Türkçe mukabili olmayanlar tabii kalır. Kafiye ve seci hatırı için, lüzumsuz tezyin için gelenler vedaya mecbur olurlar. Şiraze, vajgûn gibi kelimeler kalmaz.” age., s.

138. Görüldüğü gibi bu görüşler de yukarıdakine çok benzerdir. Anlaşılacağı gibi Ömer Seyfettin sadeleşme konusunda daha ziyade doğal akışın emrine girmek, dile aşırı müdahale etmemekten yanadır. Başka bir ifade ile o, yabancı dile ait kaideler gidince veya dilden

‘kovulunca’ onun sürüklediği veya yaşamasına yardımcı olduğu kelimeler de gider düşüncesindedir. Ömer Seyfettin’in kısaca özetlediğimiz bu ve benzeri görüşleri için ayrıca bk. age., s. 134, 135, 137, 138.

(5)

düşüncelerini beyan ederdi. Onun yazılarında beliren Türkçü ve milliyetçi tavır, bize bunu ifade etme imkânı vermektedir.

Söz konusu dillerle mevcut olan ilişki bütünüyle kesilemiyorsa geriye kalan en gerçekçi ve makul şey, dili olabildiğince sadeleştirmek, lüzumsuz Arapça ve Farsça kelimeleri dilden çıkarmaktır. Ancak yukarıda da işaret edildiği gibi bu, kolay yapılabilecek bir “ameliyat” değildir3. Bu yüzden Ş. Sami, diğer dil bilimciler gibi konu üzerinde hassasiyetle durur ve işin nasıl yapılacağını yani hangi kelimelerin atılıp hangilerinin dilde bırakılacağını ayrıntılarıyla gösterir. O, önce Arapça ve Farsçadan Türkçeye girmiş olan kelimeleri tasnif ederek işe girişir. Arapça ve Farsça kelimeleri esas olarak iki gruba ayırır. İlk grubun içinde âdi/sıradan kelimeleri, ikincisinde ise ıstılahî kelimeleri zikreder. Ş. Sami, bunlardan ilkini de yine iki kısma ayırır ve değerlendirir. Buna göre bu gruba giren kelimelerden ilk takımı/kısmı halka kadar intikal etmiş, yani konuşma diline kadar girmiş olan kelimelerdir. Sami, sözünü ettiği kelimelerin hangileri olduğunun daha iyi görülebilmesi için birtakım örneklemeler yapar. Sözgelimi zaman, mutlak, elbette, hatır, rahat, dert, derman, asker, piyade, abdest, namaz gibi kelimeler bunlardandır. Ona göre bu tip kelimeler, artık halka kadar inmiş ve onun kelime dağarcığına kadar girmiştir. Dolayısıyla bu kelimeleri, milliyetine bakmaksızın Türkçeleşmiş kabul etmek gerekir4. Millîleşmiş, geldiği yerin malı olmuş bu kelimelere diyecek hiçbir şey yoktur. Ancak bu grupta/kısımda yer alıp özellikle sadece yazı dilinde kullanılan ve üstelik Türkçede karşılıkları bulunan diğer Arapça ve Farsça kelimelere şiddetle karşı çıkar. Günlük dile inememiş bu tarz kelimelerin dilden bütünüyle

“tard” ve ihraç” edilmesi gerektiğini savunur. Öncekinde olduğu gibi bu gruba giren kelimeleri de örnekler. Sözgelimi et kelimesi yerine lahm veya gûşt; pirinç kelimesi yerine erz; odun kelimesi yerine hatap; gök gibi güzel kelime yerine sipihr, sema, âsmân, felek gibi kelimelerin özellikle yazı

3 Şemsettin Sami, bir dilden kelime “tard”ı ve ihrac”ının son derece zor, hatta tıpkı bir ameliyat gibi hassas ve ehemmiyetli bir iş olduğunu söyler: “Lisân-ı edebîmize sokulup yerleşmiş olan fazla lugât-ı Arabiye ve Farisiye’nin ihracı adeta bir ameliyat gibidir;

kesilecek, çıkarılacak tarafı neresidir ve nasıl kesilmelidir? Bunu ancak mükemmel Arabî ve Farisî bilen adam fark ve temyiz edebilir; bilmeyen karanlıkta neşter oynatarak, lüzumsuzları yerine lüzumlularını kesebilir ve ıslah yerine daha ziyade teşviş etmiş olur.” Ş.

Sami, “Yine Lisan ve Edebiyatımız –Tarîk-i Islah, Sabah, Nu: 3139, 27 Rebiülevvel 1316 / 3 Ağustos 314 / 15 Ağustos Efrenci 98, s. 4.

4Şemsettin Sami, bu tip kelimeleri Arapça ve Farsça kökenli Türkçe kelimeler diye niteler:

Bunlar “mademki umum tarafından istimal olunuyor, Türkçeleşmiş demek olup, adeta Arabî veya Farisiü’l-asl Türkçe kelimeler addolunabilir.” Ş. Sami, “Lisan ve İmlâ Hakkında Fikr-i Hakikîmiz”, Sabah, Nu: 3378, 6 Zilhicce 1316 / 5 Nisan 315 / 17 Nisan Efrenci 99, s.

3.

(6)

dilinde ısrarla kullanılmasını kabul etmez; bu kabil kelimelerin dilden atılmasını önerir.

Ş. Sami, bu ilk grupta zikrettiği Arapça ve Farsça kelimeleri değerlendirdiği yerde günlük dile kadar iner ve bunların artık Türkçeleşmiş olduğunu söylediği kelimelere şerh düşmekten de kendini alamaz. Bu şerh, gerçekten de onun ne denli milliyetçi ve Türkçeci bir dilbilimci olduğunu göstermesi bakımından dikkate değerdir. Sadeleşme sorunlarını ele aldığı kısımlarda Sami der ki, ‘ecnebi’ dillerden Türkçemize giren bazı kelimeleri artık Türkçe kabul etmeliyiz; ancak bunlardan bazıları da var ki “pek yanlış ve na-be-mahal kullanılıp, asıl Türkçeleri dahi var iken, metrûk ve mensî hâlinde kalarak, bu derme çatma kelimeler o güzelim Türkçe kelimelerin yerini zabt etmiştir.”5 Üstelik bunlardan çoğunun kullanımı da öyle genel değil, İstanbul gibi belli başlı birkaç yere mahsustur. Çoğu yerde ise bunların Türkçe karşılıkları kullanılmaktadır. Sami, bunların ne tür kelimeler olduğunu göstermek için muhtelif yerlerde birkaç örneğini sunar. Sözgelimi siyah, beyaz, fena, ıslah, vakit gibi kelimeler bunlardandır. O, bu kelimelerin asıl Türkçelerinin var olduğunu, Anadolu ve sair yerlerde hâlen kara, ak, kötü, iyi, çağ biçimleriyle kullanıldığını dile getirerek bu tarz kelimelerin yerlerine asılları, yani Türkçelerinin kullanılması gerektiğini söyler ve buna karşı çıkılacağını da göz ardı etmeyerek ekler: Ama yine buna karşı siyah, beyaz, fena gibi kelimeler yayılmış, “lisân-ı avâma girmiş, herkesin malumu olmuş, Türkçeleşmiştir, denilecek; bunlar ne kadar Türkçeleşse, hâlis Türkçe olanlardan daha Türkçe olamaz.”6 Sadece bu son ifade bile onun milliyetçi tavrını ve Türkçeciliğini göstermeye kâfidir.

Ş. Sami Türkçeye lüzumu olmadığı hâlde girdiğini ve dili kirlettiğini düşündüğü bu kelimelerin dilden kolayca atılabileceği düşüncesinde ve ümidindedir. Onun bu noktadaki ümidi, sebepsiz ve gerekçesiz değildir.

Çünkü o, bunu söylerken Türkçeye girmiş Arapça ve Farsça kelimelerin dildeki konumlarının veya yerleşikliklerinin farkındadır. Ona göre Türkçeye girmiş olan çoğu Arapça ve Farsça kelime, tam bir “imtizâc-ı kimyevî” hâsıl edememiş, yani Türkçeye tam manasıyla karışmamıştır. Bunlar, “daima ecnebi sıfatıyla” dilde yaşamaya devam etmişlerdir. Bu yüzden söz konusu

‘ecnebî’ kelimelerin dilden ihracı ve dilin temizlenmesi sanıldığından da kolay olacaktır.

Bunlarla birlikte onun ikinci kategoride değerlendirdiği kelimeler ise terimler/ıstılahlardır. Bilindiği gibi bu konu da Yeni Lisan hareketi

5Ş. Sami, “Lisan ve İmlâ Hakkında Fikr-i Hakikîmiz”, Sabah, Nu: 3378, 6 Zilhicce 1316 / 5 Nisan 315 / 17 Nisan Efrenci 99, s. 3.

6Ş. Sami, agm., s. 3.

(7)

mensupları tarafından ele alınmış ve ortalama bir yol benimsenmiştir. Başka bir ifadeyle Arapça ve Farsçadan gelen terimlerin/ıstılahların kullanılmasın- da bir beis görülmemiştir.

Terimler/ıstılahlar konusunda Ş. Sami de mümkün mertebe makul ve gerçekçidir; dilin, o günkü koşulları ve imkânlarını dikkate alarak görüş serdeder. Ona göre hâlihazırda Türkçeye girmiş terimleri/ıstılahları dilden

“tard” ve “ihraç” etmek mümkün değildir. Çünkü “Türkçemizin öyle ıstılahat uydurmaya şimdilik tahammül ve istidadı yoktur.”7Ancak Sami, bu konuda da bütünüyle teslim olmuşa benzemez. O, burada da tüm imkânları gözden geçirir; onları zorlar. Özellikle bizde mevcut bazı Türkçe tıp ve benzeri terimlerin, yazı dilinde kullanılmakta olan Arapça ve Farsçaların yerine kullanılmasını önerir. Sözgelimi Türkçe dalak kelimesi varken tıhal;

karın kelimesi varken batn ve benzeri gibi kelimelerin kullanılmasını doğru bulmaz. Ona göre bizde diğer alanlarda olduğu gibi bu noktada da Türkçeleri olduğu halde ‘ecnebî’ karşılıkları ısrarla kullanma âdeti ve taassubu vardır.

Bu ise doğru değildir ve vazgeçilmelidir.

Açıkça anlaşılıyor ki Ş. Sami, Türkçedeki yabancı kelimeler sorununu ciddi bir sorun olarak ele almış, üzerinde ziyadece düşünmüş ve birtakım çıkış yolları önermiştir. Bunlara toplu olarak bakıldığı zaman önerilerin kısa, orta ve uzun vadeli olmak üzere üç aşamada yoğunlaştığı söylenebilir.

Lehçeler ve Arkaik Kelimeler Karşısındaki Tutum

Ş. Sami’nin sade Türkçe arayışında üzerine eğilerek düşündüğü konulardan bir diğeri de yerel/mahalli, arkaik kelimeler ve lehçeden yararlanma konusudur. Bilindiği gibi lehçe ve arkaik kelimelerden yararlanma hususu, diğer arayışlarda da söz konusu olduğu gibi bugünkü sade Türkçenin mimarları olan Yeni Lisan hareketi mensupları tarafından da gündeme alınmış, tartışılmış ve buna karşı nasıl bir tavır takınılacağı açıkça ortaya konmuştur. Söz konusu makalesinde Ömer Seyfettin konuyu Tasfiye başlığı altında “Dernek’in arkasına takılıp akim bir irticaa doğru, ‘Buhara-yı Şerif’teki henüz mebnaî bir hayat süren, müthiş bir vukufsuzluğun, korkunç bir taassubun karanlıkları içinde uyuyan, bundan bir düzine asır evvelki günleri yaşayan kavimdaşlarımızın yanına mı gidelim?”8 sorusuyla tartışmaya açmış ve buna aynı yerde net bir şekilde kanaatini ifade etmiştir.

Onun bu soruya verdiği cevap hepimizin malumudur. Ona göre böyle bir yola girmek veya teşebbüs etmek “intihar”dan başka bir şey değildir. Hatta o, böylesi bir girişimin kötülüğünü ilginç bir benzetmeyle daha da

7Ş. Sami, agm., s. 3.

8 Ömer Seyfettin, Bütün Eserleri Makaleler 1, “Yeni Lisan”, Birinci Baskı, (hzl. Hülya Argunşah), Dergâh Yayınları, İstanbul, 2001, s. 106.

(8)

somutlaştırır. Bu, olsa olsa “seri ateşli toplarımızı, makineli tüfeklerimizi bırakıp yerlerine; düşmanlarımız gelince –kavimdaşlarmız gibi- üzerlerine atacağımız suları kaynatmaya mahsus çay semaverleri koymaya benzer.”9 Bu yüzden “beş asırdan beri konuştuğumuz kelimeleri, menus denilen Arabî ve Farisî kelimeleri mümkün değil terk edemeyiz.”10

Bunlar, açık ve net olarak gösteriyor ki, Yeni Lisan hareketi mensupları, lehçelerden yararlanmanın pek çok bakımdan mahzurlu olduğunu düşünmekte ve dolayısıyla söz konusu kaynaklardan kelime alımına şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Ancak genel olarak dil ve özellikle Türkçe üzerine son derece yoğun bir mesai sarf etmiş olan Ş. Sami ise bu konuda Yeni Lisan hareketi mensuplarından tamamen ayrılmaktadır.

Sonrakilerin aksine o, özellikle “lisân-ı âdide” yani konuşma dilinde kullanılan Arapça ve Farsça kökenli kelimelerin yerlerine özgünlük bakımından Batı Türkçesine göre çok daha halis ve öz olduğunu düşündüğü Doğu Türkçesinden kelime alınabileceğini ve bunların, Arapça ve Farsça kelimelerin yerlerine ikame edilebileceğini/diriltilebileceğini savunur. Ona göre Doğu Türkleri, Batı Türklerine göre Arapça ve Farsça karşısında bozulmayarak kendi söz varlıklarını, kelimelerini daha ziyade muhafaza edebilmişlerdir. Başka bir ifadeyle Doğu Türkçesi, Batı Türkçesine nazaran aslına çok daha sadık ve özgündür. Gerçi Sami, onların da Arapça ve Farsça tesiri altında olduğunu, bu çerçevede söz konusu kaynaklardan kelime aldıklarını gözden kaçırmaz. Bunun ayırımındadır. Ancak onun kanaatine göre Doğu Türkleri, Batı Türkleri gibi günlük konuşma diline ait olan kelimeleri almamışlardır. Onlar büyük ölçüde bilimsel dile ait olan ıstılahları almakla yetinmişlerdir. Batı Türklerinin yaptığı gibi günlük dile ait âdi kelimeleri alarak dili bozmamışlardır. Aksine daha çok kendi kaynaklarına ve imkânlarına bağlı kalmışlardır. İşte Ş. Sami, Doğu Türkçesini işaret ederken onun özellikle bu yönünü göz önünde bulundurmaktadır. O, tarihî süreç içerisinde bizde unutulduğu için yerleri özellikle Arapça ve Farsça tarafından “gasbedilen” Türkçe kelimelerin Doğu Türkçesinden uygun ve makul olanları tekrar alınarak diriltilebileceğini söyler. Hatta ‘diriltmek’

kelimesinin yerine son derece ilginç bir şekilde ‘uyandırmak’ kelimesini kullanır. Yani zaten bize ait iken ihmalkârlığımızla uyur hâle girmiş kelimeleri yeniden ‘uyandırmak’. Ona göre eğer Türkçenin düzeltilmesi ve zenginleştirilmesi isteniyorsa, gereksiz yabancı kelime kullanımından vazgeçilerek asıl Türkçe olan Doğu Türkçesinin “bizce metrûk ve meçhul

9Ömer Seyfettin, age., s. 106.

10Ömer Seyfettin, age., s. 106-107.

(9)

olan kelimelerini uyandırarak, onları kabul ve istimale”11 çalışmamız gerekir.

Doğu Türkçesiyle yakın ilişki kurma ve bizde unutulan kimi kelimeleri Doğu Türkçesinden alarak Arapça ve Farsça kelimelerin yerlerine ikame etme önerisinin yanında Ş. Sami, bizde unutulan veya kullanımdan düşen kimi kelimelerin de tekrar tedavüle sokulabileceğini söyler. Çağ kelimesini buna örnek kabilinden verir. Ona göre halis Türkçe olan çağ kelimesi zamanla unutulmuş ve kullanımdan düşmüştür. Bunun yerine bugün Arapça vakit kelimesi kullanılmaktadır. Oysa o, ister ki bu kelimenin yerine öz ve halis olarak Türkçe olan çağ kelimesi alınsın ve kullanılsın. Bu, belki başlangıçta biraz garipsenir; kullanma zorluğu ile karşılaşabilir. Ancak eğer bu ve buna benzer kelimeler, belli bir bilinçle yazı dilinde edebiyatçılar ve yazarlar tarafından dikkate alınır ve kullanılırsa zamanla kendine yer edinir ve tekrar kullanıma girer. Böylece gereksiz yere girmiş olan Arapça vakit ve benzeri kelimeler kullanımdan düşer. Daha halis Türkçe kelime arzusu bağlamında önerilen bu yollardan bir diğeri ise son derece dikkate değerdir. Sami, söz konusu kelimelerin, özellikle Doğu Türkçesinden alınacak olanların, kök salabilmesini kolaylaştırmak için olsa gerektir ki,

“Lisân-ı Türkî-i Şarkî’de yazılmış olan Nevai gibi eazım-ı üdebânın âsârı mekâtibimizde talim olunarak, meydân-ı tedâvüle konulmakla dahi bir maksada hizmet olunabilir”12der.

Ş. Sami’nin hem önceki, hem de bu konuda son derece ısrarlı olduğu bilinmektedir. Onun Türkçeye yapmış olduğu en büyük hizmetlerinden biri olan Kamûs-ı Türkî’sini inceleyenler ne demek istediğimizi anlarlar. Nitekim o, sözlüğünü tanzim ederken belki gün gelir söz konusu kelimeler tekrar uyanabilir, dirilebilir tasavvuru ve özlemiyle sözünü ettiğimiz türden kelimeleri sözlüğüne kaydeder.

Ş. Sami’nin lehçelerden ve arkaik kelimelerden yararlanma görüşü ve önerisi, kuşkusuz tartışılabilir ve hatta eleştirilebilir de. Ancak nasıl ele alınırsa alınsın, bu görüş ve öneriler, kanaatimize göre Türkçeyi tüm tercih ve sıralamaların önüne koyan milliyetperver ve Türkçeci bir dil bilimcinin iyi niyetli görüş ve önerileridir. Üstelik bu görüş ve önerilerin makul addedilebilecek dayanakları da vardır. Sami, bunları başta meşhur Lisân-ı Türkî (Osmanî) olmak üzere muhtelif yazılarında izah eder ki, bunlardan ilki

11Ş. Sami, “Lisân-ı Türkî (Osmanî)”, Hafta, Birinci Cilt, Sayı: 12, 10 Zilhicce 1298, s. 180.

Ş. Sami, bu makalesini yayınladıktan yaklaşık yirmi yıl sonra yayımladığı Kamûs-ı Türkî’sinde yine aynı görüşleri dillendirmeye devam edecektir. Bunun için bk. Ş. Sami, Kamûs-ı Türkî, “İfâde-i Merâm”, Alfa Basım Dağıtım, İstanbul, 1998.

12Ş. Sami, “Lisân-ı Türkî (Osmanî)”, Hafta, Birinci Cilt, Sayı: 12, 10 Zilhicce 1298, s. 181.

(10)

edebî, diğeri ise siyasî gerekçedir. O, bunları kendi özgün anlatımıyla şöyle ifade eder:

“Bunun iki cihetçe, yani edebî ve siyasî, muhassenatı olup, edebî cihetçe lisân-ı Türkî daha vâsi‘ ve daha güzel bir lisan olacağı gibi, cihet-i siyasiyece dahi, sekiz on milyondan ziyade olmayan Garp Türklerine bu miktardan aşağı olmayan Asyâ-yı Vustâ ve Rusya Türkleri dahi munzamm olarak ve bunların cümlesi bir lisân-ı vâhidle mütekellim tamamıyla bir ümmet-i vâhide hükmüne geçerek, Türk ümmeti yirmi milyon nüfusu câmi‘

bir ümmet-i azîme olacaktır. Bu ikinci cihet kabil-i inkâr olamayacağı gibi, birincisi dahi muhakkaktır; çünkü bir lisan ne kadar güzel ve mükemmel olsa, onun kelimeleri o lisan için güzel olup, diğer bir lisana geçince, sakîl ve kaba görünür.”13

Dil Bilgisi ve Kurallarında ‘Türkleşmek’

Bunlarla birlikte Türkçe, şüphe yok ki Arapça ve Farsçadan sadece kelime ödünçlememiştir. Bu kanalla aynı zamanda söz konusu dillerin kimi yapılarını ve özellikle dil bilgisi kurallarını da almıştır ki, bu aslında dilde, kelime kirliliğinin yanında başkaca yapısal sorunlara sebep olmuştur.

Bundan dolayıdır ki tüm ıslah arayışlarında bu konu da önemle ele alınmış ve üzerinde düşünülmüştür. Hatta Yeni Lisan hareketi mensuplarının dili sadeleştirmede en çok altını çizdikleri husustur bu. Bilindiği gibi Ömer Seyfettin Yeni Lisan makalesinde konuyu açık ve net olarak özetler: Bazı klişe kullanımlar dışında Arapça ve Farsça kurallarıyla yapılan bütün terkipler terk edilecek. Türkçe çoğul eklerinden başka kesinlikle yabancı çoğul ekleri kullanılmayacak. Lüzumsuz Arapça ve Farsça edatlar atılacak14. Kısa, yalın ve basit gibi görünen bu üç maddelik ‘bildirge’, gerçekten Türkçenin sadeleşmesinde önemli bir role ve işleve sahip olmuştur.

Ancak burada hemen ifade etmek gerekir ki, Türkçenin sadeleşmesinde önemli bir yere sahip olan bu önerilerin neredeyse tamamı, hatta daha fazlası Yeni Lisan hareketinden yaklaşık yirmi yıl önce Ş. Sami tarafından gündeme getirilmiş ve tartışılmıştır. Daha o sıralarda ödünçlenmiş kelimelerin olabildiğince Türkçe dil bilgisi kurallarına göre kullanılması;

“Arabî ve Farisî kavaidine göre teşkil olunmuş cemlerini ve sair müştaklarını ve Farisî izafetleri ve vasf-ı terkibîleri”nin15 kullanılmaması gerektiğini ısrarla söyler. Çünkü ona göre bir kelime hangi dilden alınırsa alınsın, girdiği dilin şivesini bozmaz; ancak eğer o dildeki kurallarıyla alınır ve kullanılırsa

13Ş. Sami, agm., 181.

14Ömer Seyfettin, age., s. 108.

15Ş. Sami, “Lisanımızın Tahdidi”, Sabah, Nu: 3188, 16 Cemaziyelevvel 1316 / 21 Eylül 314 / 3 Teşrinievvel Efrenci 98, s. 4.

(11)

o zaman dilin yapısını değiştirir. Bu yüzden ödünçlenen kelimelerin çoğullarının, isim tamlamalarının, sıfat tamlamalarının hep Türkçe kurallara göre yapılmasını ister. Ancak o, bizde “ülfetten hâsıl olmuş bir galat hisle”

bu tarz kullanımların tercih edilmediğini belirtir.

Ş. Sami, bunları gündeme getirdiği yerde benzer başka konuları da tartışır. Sözgelimi kısa ve düzgün cümleler kurmak bunlardan biridir. Ona göre Türkçede esas olan yapı kısa, sade ve yalın olandır. Ancak Türkler Araplar ve Farslarla ilişkiye girdikten sonra yazı dilinde cümle yapılarını değiştirmişler ve türlü bağlaçlarla birbirine bağlanmış son derece uzun ve karmaşık cümleler kurmaya başlamışlardır. O, Türkçenin yapısına uygun olmayan bu tip cümle yapılarını onaylamaz; onlara karşı çıkar. Düzgün ve anlaşılır bir Türkçeye malik olabilmek için bu tip ‘hastalıklı’ cümle yapısından, yani “uzun ifadeleri bir kelam suretine koyup, mesela mübteda ile haber veya fiil ile fâili arasına sahifeler dolusu yazılar sokmak usûl-i sakîmesinden”16bütünüyle vazgeçilmesi gerektiğini söyler.

Yine bu çerçevede değerlendirilebilecek önemli bir sorun ise imlâdır.

Bilindiği gibi imlâ, Türkçenin tarihsel süreç içerisinde halledemediği bir sorundur. Hemen her dönemde her kültür katmanına ve hatta yazara göre farklı imlâlar ortaya çıkmış ve uygulanmıştır. İmlâ üzerinde yoğun bir şekilde düşündüğü, yazılarından17 anlaşılan Ş. Sami, söz konusu durumu şöyle özetler: ‘Kalem/yazan sayısınca imlâsı olan bir dil.’ O, bu görüntünün son derece olumsuz sonuçlara yol açtığını ve bundan kurtulmak için de ciddi bir ıslah gayreti içine girmek gerektiğini söyler. Ona göre Türkçe bu konuda da dikkate alınmalı ve imlâsı “bir surette yoluna” konmalı; bir kelimenin farklı şekillerde yazılması ve okunması önlenmelidir. Eğer bu yapılırsa Türkçe çok daha kolay okunur ve yazılır bir dil olacaktır. Bu da toplumun kültür, sanat, edebiyat kısaca her bakımdan ilerlemesine ve uygarlaşmasına katkı sağlayacaktır.

Sonuç

Sadece birkaç noktada kısmen de olsa yaptığımız bu karşılaştırma, Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının başlattığı, yürüttüğü ve hatta sonuç aldığı Yeni Lisan hareketinin, Ş. Sami tarafından çok kuvvetli bir ön hazırlığının

16Ş. Sami, agm., s. 4; Aynı konuda benzer görüşler için ayrıca bk. Ş. Sami, “Türkçemizin Envaı”, Sabah, 3322, 9 Şevval 1316 / 8 Şubat 314 / 20 Şubat Efrenci 99, s. 4.

17 Ş. Sami, diğer konularda olduğu gibi bu konuda da cidden kafa yormuş ve öneriler sunmuştur. Yukarda kısaca özetlediğimiz imlâ konusunu daha geniş görmek için bk. Ş.

Sami, “İmlâmızın Islahı”, Sabah, Nu: 3167, 25 Rebiülahir 1316 / 31 Ağustos 314 / 12 Eylül Efrenci 98, s. 3-4; Ş. Sami, “Lisan ve İmlâ Hakkında Fikr-i Hakikîmiz”, Sabah, Nu: 3378, 6 Zilhicce 1316 / 5 Nisan 315 / 17 Nisan Efrenci 99, s. 3; Ş. Sami, “Türkçemizin Envaı”, Sabah, Nu: 3322, 9 Şevval 1316 / 8 Şubat 314 / 20 Şubat Efrenci 99, s. 3-4.

(12)

veya yukarıda da vurgulandığı gibi iyi bir provasının yapıldığını ve böylece onun sonraki hareketin öncülü olduğunu göstermektedir. İki çıkış arasındaki kuvvetli paralellikler bunun açık ve net kanıtlarıdır. Hatta hiç tereddüt etmeden denilebilir ki Ş. Sami, Ömer Seyfettin ve arkadaşlarından yaklaşık çeyrek asır önce üstelik tek kişilik bir ‘ekip’le sonrakilerin gündeme getirdiğinden çok daha fazlasını gündeme getirmiş ve tartışmıştır.

Türkçedeki ‘ecnebi’ kelimeler sorunu, Türkçenin kendi kaynaklarına dayalı mazbut bir sözlüğü ve düzgün bir dil bilgisi kitabının hazırlanması, imlânın düzeltilmesi, yazı ve konuşma dilinin birleştirilmesi, İstanbul Türkçesinin yazı dili olarak ikame edilmesi gibi daha pek çok konu ve sorunu büyük bir ciddiyetle ele almış, tartışmış ve bazen aşırıya kaçmış olsa da gerçekten son derece isabetli görüş ve öneriler ileriye sürmüştür. Onun tüm bu konularda ileriye sürdüğü görüş ve önerilerin, sonrakilerden çok daha esaslı ve hatta pek çok noktada ileri olduğu söylenmelidir. Bu bakımdan Ömer Seyfettin ve arkadaşları, öncül Ş. Sami’ye çok şey borçludur.

Bunlarla birlikte şunun da altı çizilmelidir ki, Ş. Sami ile Yeni Lisan hareketi mensupları arasındaki ilişkinin/benzerliğin veya değinilen yakınlık ve paralelliklerin asıl var edicisi/yapıcısı, her iki anlayışın inceledikleri veya sorun edindikleri dili diğerlerinden çok daha farklı bir şuurla ele almalarıdır.

Açık ve net olarak belirtilmelidir ki, başta Ş. Sami ve onun ardılları, dili ve onun sorunlarını, Ömer Seyfettinler döneminin hâkim, Ş. Sami’nin ise henüz uyanış evresindeki ideolojinin yani milliyetçilik perspektifi doğrultusunda millet ve milliyetle bağlantılı olarak ele almış ve değerlendirmişlerdir. Ömer Seyfettin’in yazılarında açıkça kaydettiği “her millet kendi lisanıyla yaşar”

anlayışı ve yaklaşımı, zemin ve şartlar bakımından henüz erken bir tarih olmasına rağmen Ş. Sami’nin de paylaştığı ve tüm dil çalışmalarında merkeze koyduğu bir anlayış ve yaklaşımdır. Daha kimsenin farkında olmadığı sıralarda Sami, dili tamamen bu düzlemde yani millet ve milliyet bağlamında ele almış ve incelemiştir. Zaman, zemin ve koşullar bakımından Ömer Seyfettinler gibi elverişli ve biraz da ideolojik bakımdan talihli dönemde olsaydı, belki de Yeni Lisan hareketi Ömer Seyfettinleri beklemeyecek ve büyük bir gürültüyle kendisiyle başlayacaktı.

KAYNAKÇA

Ahmet İhsan, “Şemsettin Sami Bey”, Servet-i Fünûn, Nu: 275, 6 Haziran 1312 Perşembe, s. 226-228.

Ahmet İhsan, “Zıyâ‘-i Elîm Merhum Şemsettin Sami Bey”, Servet-i Fünûn, Nu:

687, 10 Haziran 1320 Perşembe, s. 162-164.

Aktaş, Şerif, “Milli Edebiyat Kavramı ve Türk Edebiyatı”, Edebiyat ve Edebi Metinler Üzerine Yazılar, Kurgan Edebiyat Yayınları, Ankara 2011.

(13)

Akün, Ömer Faruk, “Şemseddin Sâmi” İslâm Ansiklopedisi İslâm Âlemi Tarih, Coğrafya, Etnoğrafya ve Bibliyografya Lugati, Millî Eğitim Basımevi, c. 11, İstanbul, 1970, s. 411- 422.

Devellioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Aydın Kitabevi Yayınları, 12. Baskı, Ankara, 1995.

Ömer Seyfettin, Bütün Eserleri Makaleler 1, (hzl., Hülya Argunşah), Dergâh Yayınları, Birinci Baskı, İstanbul, 2001.

Şemsettin Sami, Kâmus-ı Türkî, Alfa Basım Dağıtım, İstanbul, 1998.

---, “Lisân-ı Türkî (Osmanî), Hafta, Birinci Cilt, Adet: 12, 10 Zilhicce 1298, s. 177-181.

---, “Yine Lisan ve Edebiyatımız –Tarîk-i Islah, Sabah, Nu: 3139, 27 Rebiülevvel 1316 / 3 Ağustos 314 / 15 Ağustos Efrenci 98, s. 4.

---, “İmlâmızın Islahı”, Sabah, Nu: 3167, 25 Rebiülahir 1316 / 31 Ağustos 314 / 12 Eylül Efrenci 98, s. 3-4.

---, “Lisanımızın Tahdidi”, Sabah, Nu: 3188, 16 Cemaziyelevvel 1316 / 21 Eylül 314 / 3 Teşrinievvel Efrenci 98, s. 3-4.

---, “Yine Lisan ve İmlâmız”, Sabah, Nu: 3202, 1 Cemaziyelevvel 1316 / 5 Teşrinievvel 314 / 17 Teşrinievvel Efrenci 98, s. 3-4.

---, “Türkçemizin Envaı”, Sabah, Nu: 3322, 9 Şevval 1316 / 8 Şubat 314 / 20 Şubat Efrenci 99, s. 3-4.

---, “Lisan ve İmlâ Hakkında Fikr-i Hakikîmiz”, Sabah, Nu: 3378, 6 Zilhicce 1316 / 5 Nisan 315 / 17 Nisan Efrenci 99, s. 3.

Tanpınar, Ahmet Hamdi, “Milli Bir Edebiyata Doğru”, “Halk Destanından Milli Edebiyat I-II”, Edebiyat Üzerine Makaleler, 3. Baskı, Dergah Yayınları, İstanbul 1992.

Uçman, Abdullah, “Şemseddin Sâmî”, İslâm Ansiklopedisi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, c. 38, İstanbul, 2011, s. 519-522.

(14)

Referanslar

Benzer Belgeler

Anahtar Kelimeler: Türk Edebiyatı, Milli Edebiyat, Yeni Lisan Hareketi, Lisani Türkçülük, Ziya Gökalp.. ABSTRACT: Are shown to be under the influence of foreign

Anahtar Kelimeler: Türk Edebiyatı, Milli Edebiyat, Yeni Lisan Hareketi, Lisani Türkçülük, Ziya Gökalp.. NEW LANGUAGE OF POETRY DECLARATION: ‘LANGUAGE’

YÖK, 17 Kasım 2008 tarihinde yayımladığı genelgede üniversite öğretim elemanlarının kamu kuruluşları veya meslek kurulu şlarının yönetim veya denetim organlarından

Sistem karşıtı mücadele yerine sistemin ihtiyacı şeyler için “alternatif çözüm” önerileri üretmeyi sol, “düşünmek” olarak algılamaya başlıyor.. (*)Uzun süredir

Sonuç olarak; ele alınan yüz yetmiş civarında türküde aşk, ayrılık, hasret, gurbet, doğal çevre ile alay konularının ağırlıkta olduğu gibi bir tür- küde

Yeni Lisan ve Millî Edebiyat anlayışının genel kabul gördüğü anlaşıldıktan sonra, divan edebiyatına bu derece suçlayıcı ve reddedici eleştiriler yerine, onun artık

Ama Edebiyat-ı Cedide’nin karşısında daha tahrip edici hatta yıkıcı bir fırtı- na vardı. Türkçenin en güzel, en cazip, en etkili sıfatını, kendileri için tanıtıcı

1 Ali Özgün Öztürk, Dil İnkılabının Türkçenin Söz Varlığına Etkileri [Cep Kılavuzları Örne- ği], Türk Dil Kurumu Yayınları: 1290, Ankara 2019; Berke