SAYFA: 10
MİLLİYET PAZAR İLÂVESİ
22 MART 1964
H E R H A F T A
Bir Boğaz sabahında
Yazan: Burhan ARPAD
B
OYASIZ tahtaları yer yer
katranlı, ıskarmozları ip
le bağlı küçük kayık, su
ların itişiyle sık sık yer değiş
tiriyordu. Arkada oturan ihtiyar
adam, oltayı arada bir oynatarak
bekliyor, kayık pek yerinde dur
mazsa
kürekleri
yokluyordu.
Yaş çizgileri sayılamıyacak ka
dar çok, ağzında diş kalmamış
bir ihtiyardı; omuzuna çöken
yıllarla küçülmüş, büzülmüş,
çocuk kurusu olmuştu.
Kayık, Boğazın daraldığı bir
koyda,
kıyının
yakınındaydı.
Boğazın iki kıyısı yer yer silin
mişti; sis vardı. Dere ağzından
boğaza açılan ilk balıkçı kayık
ları bir görünüp bir kayboluyor
du. Yamaçm arkası
aydmian-
maga başlamıştı. Karşı kıyılar,
yamaçlar, yalılar, korular, köşk
ler, balıkçı kayıkları, ıslattıkça
ortaya çıkan kocaman bir çı
kartma gibi ağır ağır beliriyor
du.
Halil ağa güneş doğmadan çık
mıştı. Deredeki köprünün ayak
larına bağladığı kayığını çözer-
ken günün ilk türküsünü din
lemişti bir süre; sayısını unut
tuğu yıllardır yaptığı gibi. Kır
ların, derenin, mısır tarlalarının,
sazlıkların, söğütlerin,
bostan-
ların uyanış türküsüne tutkun
du. Çıtırtılar, şırıltılar, hışıltılar,
fısıltılar karışımı bir türküydü;
insan seslerinin karışmadığı bir
türkü.
İnsanlar
uykudayken
uyanıveren güvercinlerin, renk
renk küçük kuşların, kumrula
rın, kurbağaların,
kertenkele -
lerin, kaplumbağaların, kirpile
rin türküsüyle balığa çıkmak,
günün bütün dertleriyle başede-
cek gücü verirdi.
Sağ yamacın koyu yeşil karal
tısı arkadan doğru morumsu bir
kızılla renk değiştirmiş,
sonra
altım sarısı bir aydınlıkla bezen
mişti. Boğazda sabah başlıyordu.
Halil ağa cıgarasını yaktı. Bo
ğazda çıkan ilk vapur, karşı kı
yılarda ilk kırışıklan bırakarak,
ağır ve uykulu, uzaklaştı. Bakı
ra vurulmuş gibi düdük sesin
den, 64 numarayı tanıdı, Halil.
Yalnız 64 numarayı değil, 66, 68,
63, 70 numaralı vapurları da, es
ki günlerin bütün Boğaz çocuk
ları gibi düdük seslerinden tanı-
yıverirdi. Büyük çayırda çocuk
lara ilk katıldığı
günlerde en
başta oyunları, Boğaz vapurları
nı düdük seslerinden tanımaktı.
Derenin balıkçı sesleri, içer
lerdeki fabrikanın işbaşı düdüğü
duyuluyordu. Kayık dere ağzı
na doğru sürükleniyordu. İhti
yarın kolları küreklere uzandı;
kıyıdaki ağaçların gölgelediği
saraya doğru yöneldi. Saraya ya
kın bir yerde her sabah bir sü
re kalırdı. Balık olsun olmasın,
saraya yakın sularda dolaşırdı.
Kimselerin olmadığı çayıra, sa
rayın demir parmaklıklarına,
korunun ağaçlarına doya doya
bakardı. Baktıkça gerilere uza
nır, çocukluk günlerini
yakala-BURHAN ARPA D kimdir
?
1910 y ılın d a M udanya'da doğm uştur. O r ta öğrenim ini İstanbul T icaret O kulunda y ap tık ta n sonra çalışm ağa başlam ıştır. 1937 y ı lından itibaren sinem a ve tiyatroculuk, m e m urluk, m atbaa ve y ayınevi idareciliği y ap m ıştır. İlk edebi eserlerini Serveti F ü n u n - U yam ş’ta m ensur, şiir ve hikâye olarak 1936 da y ay ın lad ı. İlk hikâye k itab ı «î$ehir 9 T ab lo» 1940 da ç ık tı. 1943 te gazeteciliğe başlaya rak m uhabirlik, röportaj y azarlığ ı, sinem a ve tiy atro tenkidleri, fık ra yazarlığı y ap tı. Bu arada Alman ve A vusturya edeb iy atın d an da birçok çeviri y ay ın lad ı.
T iyatro incelem eleri, gezi k ita p la rı ve h i k ây eler olarak basılı on eseri bulunan B u r han Arpad, 1963 y ılı T ü rk Dil K urum u Gazi Edebiyatı m ü k âfatın ı k azan m ıştır.
Hikây* k ita p la rı: «Şehir 9 Tablo», «Dola- yısile», «Son Perde», «Operet 8 Tablo». H ikâyeleri Almanca, Y unanca ve Bulgarcaya çevrilm iş olan B u r h an A rp ad ’ın iki hikâyesi A lm anya'da y ay ın lan an son «Türkiye A n tolojisi» ne de a lın m ıştır.
yıverirdi.
Hiç unutmadığı ço
cukluk günlerini.
A
S
ARAYIN y an ın d ak i ç a y ırlı ğa kocam an ç a d ırla r k u ru l m uştu. P o tu rlu , şalvarlı e r kekler, elleri k ın alı k a d ın lar, y alın a y a k sürü sürü çocuk v a rd ı. K azanlarda yem ekler pişi yordu. H alil çocuk, kazanlardan yükselen m is gibi aş k okusunu hiç u n u tm a m ıştı; aş k o kusunu da, sa ray d an çok uzaklarda b ıra k tık la rı b ir başka ç a y ırlığ ı, ç a y ırlığ ı ikiye bölerek çağıl çağıl akan b ir başka d ereyi de u n u tm ad ı. Şimdi yerini bile kestirem ediği öteki ç a y ırlık ta n b u ra la ra göç edişleri nedendi, pek bilinm ezdi; ak lı erecek yaşa geldi ğinde babası öleli çok olm uştu. Hep az konuşan a n a s ı: «A lınyazısı, k ı zanım » dem ekle yetinm işti. Sonra anası da öldü. H alil on yaşındaydı.K üçük H alil önce isketeden k ö şk , lere çanta, paket ta ş ıd ı; k o lları d ah a d a güçlenince d en k leri s ır t lad ı. B ıy ık la rı terleyince bostan- lard a ç a lıştı. Sonra b ir kayık ed in di. D erenin kavuştuğu iç çay ırlığ a, y ü z y ıllık ç ın a rla rın a ltın d a k i k ır kahvesine gidenleri ta şıd ı. B a h arın ilk erg u v an ları ve k a tırtırn a k la rm - d an en son süpürge çiçeklerine k a dar, v a p u r iskelesiyle deredeki k ır kahvesi arasın d a k ü re k çekti. Tek atlı ara b a la r dere boyundaki tozlu yoldan, H alil k ay ık la, insanları eğlensin, dinlensin, ölüm lü d ü nya
n ın ta d ın ı ç ık a rsın diye ta şıd ıla r. H alil eylediğinin h aftası askere a lın d ı. D ünya birbirine girm işti.- K ayığı testicilerin önündeki tah ta İsketenin y a n ın a çekm iş, k ü rek leri eve b ıra k m ıştı. D öndüğünde k u ca ğına ilk çocuğunu tu tu ştu rd u la r. Halil^ y ılla rın çürütm eğe başladığı k a y ığ ın ı iyice k a tra n la d ı, sonra açık yeşil bir boya çekti ve k ü re k lere sa rıld ı. K a rısı köşklere ta h ta ya, çam aşıra gitti. Ç ocukların sa y ısı iki, üç, d ö rt, yedi oldu Sakal b ıra k ıp limon kabuğu fesine abani sa rık sa rd ık ta n sonra a d ın ın sonu na b ir ağa sözü eklendi.
Göçmen k ü çü k Halil, köyün y e r lilerinden H alil ağa olm uştu. Ço cu k ları çay ırd a, bostanlar a ra sın da, dere k ıy ısın d a büyüyü b ü y ü yüverdiler. H alil’in y ılla rı çabuk çabuk geçti. K öşklerde, yalılard a yaşıyanlardan d ah a çabuk geçiyor- du, onun y ılla rı. Üç oğlu, d ö rt kızı v a rd ı. Büyük oğlan, günün birinde başını a lıp gitti; ne ölüsünden, ne dirisinden b ir h a b e r alın m ad ı. Köy o rtasın d ak i karp u z sergisinde b ı çaklanıp giden o rta n c a sın ı dere m ezarlığına b ıra k tı. En k ü çü k oğ lu H ayri’si erk en evlendi, çoluk ço cuğa k a rıştı. K ız la rın ın ortancası Alibey köyünden arabacı H asan’a kaçtı. B üyük k ız ı k arşı k ıy ıd a bir bakkala v a rd ı, ö tek i k ız la rın bir ara adı ç ık tı; d ered ek i h a la t fa b rik asın d a çalışıy o rla rd ı. Sonunda, küçüğünü K avaklardan b ir balıkçı
ald ı. Büyüğü evde k a ld ı. A nası ölünceye k a d a r fab rik ad a çalıştı, geçen y i t o da b aşın ı a lıp şehre hizm etçi g itti.
A
K
AYIK, su larla iyice k ıy ıy a düşm üştü. M ısır k azan ların ı ateşliyen K âm il u sta n ın k a lın k a lın ökdürdüğü du„ yuluyordu. H alil, o ltasın ı isteksiz isteksiz çekti. Çapari iyi gitmiş, tenekesi dolm uştu; beş kilo kad ar u skum rusu v a rd ı. K üreklere u zan d ı. Y ukarı Boğaza doğru k ıy ı bo yunca h a fif h afif çekiyordu. Y a lılard a ilk k ıp ırd a n m a la r başla m ıştı. B üyük beyaz y a lın ın beyi balkona ç ık m ıştı. K ırm ız ı p a n ju r- lu y a lın ın beslemesi m anolyanın a ltın a k ah v altı sofrası kuru y o rd u .B oyaları dökülm üş kay ık , se rt bir dalgayla yükselip alçald ı ve iki y an a sa lla n d ı. 63 n u m aralı vapur, s ıy ırırc a sın a y a k ın d a n geçiyordu. H alil’in gözleri k ap tan köşküne t a k ıld ı. K afası s ıf ır nu m ara tra şlı, fırç a b ıy ık la rı k a ra k a ra b ir k a p tan, ceketini s ır tın a iliştirm iş, es niyordu. H alil, k ü re k le ri b ıra k tı ve 63 n u m a ra n ın güm b ü r güm bür uzaklaşm asına d a ld ı; gözleri hep k ap tan köprüsündeydi.
63 n u m aran ın kaptan köşkünde T ahsin k ap tan yok tu ; a rk a la rı b a
sılm ış terlik li, süt beyaz çem ber sakallı Tahsin k a p ta n ’ın y e rin i baş k a la rı alm ıştı. K ıy ı k ıy ı geçerken çocuklara sık sık düdük çalan, Boğazın en yolsuz gem isiyle k a ra d an y a rışa çık an ço cukların «Tah sin k ap tan p at p a t pat» diye ses- lendiği T ahsin kap tan , öleli y ılla r olm uştu.
Sadece T ahsin kaptan m ı? H alil’in ç a d ırla r ara sın d a ilk görüşünde pek k o rk tu ğ u A rap A bidin de, ç a n ta taşım ak tan k azan d ığ ı ilk m e te lik lerle koştuğu k eten H elvacı A r n a v u t İb rah im de ölm üştü; K üçük H alil’in, delikanlı H alil efendinin, abani sa rık lı H alil ağ a’n ın bütün y a k ın la rı, ta n ış la rı, sevenleri ve sevm iyenleri. k en dinden gençleri ve İh tiy a rla rı, b irer ikişer ölm üştü. D erenin sağındaki b akım sız m ezar lığ ın to p rak kü m b eltileri a ltm d a y . d ı, hepsi.
H alil k ü rek lere u zan d ı. G üneş ısıtm ağ a başlam ıştı, U skum ruları b ir an önce elden ç ık a rıp köye, cam i ö n ü ndeki kahveye v arm ak , sade kahvesini h ö p ü rd etip öğle n a m azına k a d a r ç ın a rın gölgesinde h a sıra şöyle b ir u zanm ak istiyordu; yorgundu. B a lık la rı, ucuz bahalı dem eyip sa ttı. B irkaç gün yetecek p arası v a rd ı. Y arın b alığa çıkm azdı. Aşçı M ehm et’le b ak k al T a ta r H üse y in ’in b o rç la rın ı v erd ik ten sonra da p arası k a la c a k tı.
K ay ığ ı su la rın aşağı a k ın tıs ın a verm iş köye dönüyordu. K ü rek leri arad a b ir k u lla n ıy o rd u . K olları ne yorgundu. Beli a ğ rıy o r, göğsü d a ralıy o rd u . Dişsiz a ğ zın ın içinden, sigarayı b ırak m alı, diye m ırıld a n d ı. Y aşlılık kötü şeydi. Y aşlılık ta yal n ız lık d ah a d a kötüydü. B a b a sın ın sık sık söylediği: «öldüğüne yanm az da, ceviz ağacından ta b u t ister!» R um eli ağzı b ir özdeyişi h a tırla d ı. N erden de a k lın a gelm işti; gevrek gevrek güldü. H alil’in ölüsünü köy o rta sın d a b ıra k m a z la rd ı, elbette!
V ap u r iskelesi u zak tan g örünm üş tü. K ırm ız ı y a lın ın ö n ü ndeki sular h e r zam an k a r ış ık o lu rd u ; a k ın tın ın h e r y an d an geleni k ırm ız ı y a lı önünde k a y n a şırd ı; yeşilli m avili k ö p ü k k ö p ü k su la r ç a rp ışıp to zla ş ır v e y in e denize k a tılırd ıla r. T ah
ta la rı boyasız, y e r y e r k a tra n lı k a y ık , h e r y an d an sa ra n ç ırp ın tıla rla olduğu yerde dönüyordu. H alil, k ti. rek lere a sıld ı, b ü tü n gücüyle; İple bağlı ıskarm ozlar g a c ırd a d ı v t k a y ık su la ra şap şap v u rara k g ü ç lü k le yol alm ağa b aşladı. A m m a, a k ın tı d ay atıy o rd u . H alil’in gücü yetm iyordu, su la rla başa çık m ağ a. D iri diri ve köpük köp ü k Boğaz su la rı, eski tek n ey e de, g ü cünü y itirm iş kollara da k afa tu tu y o rd u .
•V
H
ALIL’in k afası ış ım ış tl. Bunca y ılla rın k avgası y e . terd i; k ü re k le ri b ır a k tı. Tekne, Boğaz’m o rta la rın a doğru sü rü k len iy o r, k ö yden g ittik çe u zaklaşıyordu. D ere a ğ z ın ın y a lı la rı, k arşı y a m a ç la rın k a tır tım a k - la rı, köy m e z a rlığ ın ın serv ilerin d en h ızla u zak laştı, H alil v e k a y ığ ı, en gözü dönm üş a n a fo rla rın o r ta sın a düşm üştü. S ağ ın d an solun d a n geçen v ap u rla r, d ü d ü k çalıyor* du. Koca b ir şileb in g ü m b ü rtü lü pervanesinden su se rp in tile ri ç a rp tı, y ü zü n e. S erin se rin s u serpintisiyle ra h a tla d ı; göğsünün sık ışm a sı ge çe r gibi oldu, k ü re k le ri s ık a n p a r m a k la rı gevşedi. Yem k u tu su n u n y a n ın d a kalm ış b ir kaç b a lığ ı k a p m ak için tepesinde dönen ir i m a rtı, k a y ığ a k o n d u v e b o y n u n u ç a rp ı ta ra k , H alil’e y a n gözle b ir baktı} k ü re k te k i adam h iç k ım ıld a m ıy o r du. Koca kuş. b alığ ı gagalam ağa başladı.K a y ık , sa a tle r sa ati denizin o rta sın d a , su larla o rad an o ra y a stirü k . lendi. öğleye doğru k a rşı kö y lerd en b irin in koyunda k u m sa la v u rd u , ö n ce ço cu k lar g ö rü p koştular. U zak ta n görünce, H alil a ğ a n ın k a y ığ ı diye b a ğ ırıştıla r, H alil a ğ a n ın k ü re k le re ab a n ıp k a lm ış oldu ğ u n u far- ■cedince, k a ra k o la k o ştu lar. Polis M ehm et, H alil ağa ölm üş, dedi. S a y ıs ı bellisiz y ılla rın İyice büzüş türd ü ğ ü H alil, h erşey lerd en hoşnut b ir yüzle Boğazı se y red e r gibiydi.
64 n u m a ra lı v a p u r iskeleye y ak la ş ırk e n , acı a c ı, b a k ıra v u ru lm u ş gibi ö ttü yine.
B ir Boğaz sa b ah ın d a, b ir b a lık ç ı H alil ölüverm işti.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi