• Sonuç bulunamadı

DERS NOTLAR

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "DERS NOTLAR"

Copied!
50
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

EKOFİZYOLOJİ

DERS

NOTLAR

(2)
(3)

T R A K Y A Ü N I V E R S I T E S I

Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü

 Trakya Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü

22030 Edirne uguner@trakya.edu.tr

(4)

EKOFİZYOJİNİN TANIMI

Ekofizyoloji, canlıların fiziksel özelliklerinin çevreye etkisi ve yaşama ilişkisini inceleyen bilim dalıdır. Bitki gelişimini çevresel tüm faktörleri de hesaba katarak inceleyen bilim dalıdır denebilir. Ancak ekofizyoloji bir çok parçanın bir bütünüdür. görülebileceği üzere, ekoloji ve fizyolojinin bir araya gelmiş halini temsil eder. Çevrebilim(ekoloji) terimi ilk kez Alman zoolog Ernst Haecel tarafından 1869 yılında kullanılmış; yunanca’da yurt, yuva, ev ya da yaşanılan yer anlamına gelen “oikos” sözcüğü ile yunanca ve latince’de söyleyiş, sözler ve bilim anlamına gelen “logia” sözcüklerinden oluşmuştur.

haecel ekolojiyi; “hayvanların inorganik ve organik çevreleri ile ilişkilerinin incelenmesi olarak tanımlamıştır. daha sonra tansley (1926) ekolojiyi; geniş anlamda organizmaların doğal yaşama yerlerindeki fonksiyonlarını inceleyen bilim dalı olarak ifade etmiştir. Ekolojiye en genel haliyle canlıların birbirleriyle ve çevreleri ile olan ilişkilerini inceleyen bilim dalı diyebiliriz. Fizyoloji ise, canlılarda süregelen yaşamsal olaylarla bu olayların oluşmasına ilişkin temel sorunları fizik ve kimya yasalarına göre açıklamaya çalışır. Gelişmenin bir çok metabolik olayın bir bütünü olması ve bu metabolik olayların çevreden etkileniyor olması sebebi ile ekofizyoloji, bitki gelişimini çevresel tüm faktörleri de hesaba katarak inceler. Örneğin; fizyoloji bitkinin fotosentez mekanizmasını inceler . Ekofizyoloji özellikle değişen çevre koşulları karşısında fotosentezin nasıl değişim gösterdiğini inceler. Tarımsal ekoloji ve tarımsal ekofizyoloji ise tarımsal bir ekolojik sistemdeki çevresel değişimlerin tarımsal verimlilik ve kalite açısından fotosentezdeki değişimleri inceler

Temel bilimlerde daha çok canlının yaşamını sürdürebilmesi önemli iken, işin içine tarımın girmesi ile birlikte verim ve kalite unsurları önem kazanır…

örneğin % 5 lik verim düşüklüğü önemlidir.

Tarımın öncelikle para kazanmak amacıyla yapıldığı unutulmamalıdır. Hiç kimse doğayı korumak için tarım yapmaz, amaç tarımsal faaliyetleri yaparken doğayı korumak olmalıdır.

Ekofizyolojinin yanıtlamaya çalıştığı sorular genel olarak şunlardır: bitkiler nasıl yaşarlar? çevrelerine nasıl adapte olurlar? çevrelerine nasıl uyum sağlarlar? çevrelerindeki canlı ve cansız varlıklarla nasıl ilişki kurarlar?

işin içine tarımsal faaliyetler girince bu konular tarımda bitki performansı, tarımsal üretimi sınırlayan çevresel faktörler, stres faktörlerine dayanıklı bitki geliştirme, bitkilerdeki doğal savunma mekanizmalarının anlaşılması ve tarımsal faaliyetlerde kullanımı vb gibi değişimler gösterir...

Bitkiler normal koşullarda içinde bulundukları çevre ile uyum içindedirler ve bu uyumun bozulması için çevrenin değişmesi gerekir.

(5)

çevrenin değişmesi başlıca iki şekilde olur. birincisi anlaşıldığı şekilde çevrenin değişmesidir, çevrenin değişmesi çok yavaş (insana göre yavaş!) gerçekleşir -ki biz buna küresel değişim diyoruz- daha genel ve bilinen anlamıyla küresel ısınma diyoruz ama küresel ısınma yerine küresel değişim demek daha doğrudur... ikincisi ise, bitkinin doğal ortamından alınıp, başka bir ortama yada çevreye götürülmesidir ki, bunun sebebi de neredeyse her zaman tarımdır... örneğin kayısı malatya dışına çıkartılır, incir aydın dışına çıkartılır, muz tropik kuşaktan çıkartılıp anamur a kadar getirilir yada domates örtü altına alınır... gibi!... yani tarım amacı ile bitki doğal yaşam alanından bir şekilde çıkarılır...

Eko fizyoloji, özellikle günümüzde tarım yada küresel değişim kaynaklı çevresel değişimlerin yol açmakta olduğu ve adına genel anlamda stres faktörleri dediğimiz faktörlerin bitki fizyolojisi üzerine olan etkileri ile uğraşmaktadır...

Bitki ekofizyoloji büyük ölçüde iki konu ile ilgilidir: mekanizmalar (bitkiler algılar ve çevresel değişim nasıl tepki) ve son derece değişken tepkiler koşullar örneğin, ağaç içinde% 95 gölge, tam güneş ışığından gradyanlar nasıl ölçekleme veya entegrasyon (kanopiler-olan koordineli birbirlerine) ve nasıl bitki büyüme ve gaz değişiminde toplu etkisi bu temelde anlaşılabilir.

Bitkiler olumsuz koşullar katlanmak veya ortadan kalkmalıdır nedenle uzaklaşmaya edemiyoruz ve süre Birçok durumda, hayvanlar, elverişsiz ve sıcak, soğuk, kuraklık ya da sel gibi çevresel faktörler değişen kaçmak mümkün (hayvanlar yerlere gidebilir, bitkiler yerleri büyümek). Bitkiler bu nedenle fenotipik plastik olduğunu ve değişen koşullara uyum yardım genlerinin etkileyici bir dizi var. Genlerin bu sayıda kısmen koşulları daha geniş bir uyum bitki türü 'ihtiyacı ile açıklanabilir olduğu varsayılmaktadır.

Besin

En abiyotik faktörler olduğu gibi, ışık yoğunluğu (ışınım) bırakıyorsa ve aşırı ikisi de olabilir. Işık yoğunluğu da bitki organlarında (enerji bütçesi) net fotosentez (PI eğrisinin) KAG hafif tepki eğrisi sıcaklığının belirlenmesinde önemli bir bileşenidir farklı ışık şiddetlerinde bir bitki tolerans karakterize özellikle yararlıdır.

Suboptimal ışık (gölge), genellikle bir bitki gölgelik dibinde veya bir understory ortamda oluşur. Gölge toleranslı bitkiler onları değişmiş miktar ve gölge ortamlarda tipik ışık kalitesini hayatta yardımcı olacak uyarlamalar bir dizi var.

Bulut örtüsü düşüktür ve güneşin zenit açısı genellikle bu tropik ve yüksek irtifalarda oluşur düşük olduğunda aşırı ışık saçaklar üstündeki ve açık zemin

(6)

oluşur. Bir yaprak üzerinde aşırı ışık olayı fotoindirgeyici ve photodestruction neden olabilir. yüksek ışık ortamlara adapte Bitkiler önlemek veya aşırı ışık enerjisini, hem de yol açtığı yaralanma miktarını azaltmak mekanizmaları dağıtmak için uyarlamalar bir dizi var.

Sıcaklık

Sıcaklığın aşırı tepki olarak, bitkiler, çeşitli proteinlerin üretebilir. Bunlar düşük sıcaklıklarda buz oluşumu ve enzim kataliz düşen oranlara zararlı etkilerinden onları korumak ve yüksek sıcaklıklarda enzim denatürasyon ve artan fotorespirasyon gelen. sıcaklıklar düşerken, antifriz proteinleri ve dehydrins üretimi artar. Sıcaklıklar yükseldikçe, ısı şoku proteinlerinin üretimi arttırır. aşırı sıcaklık ile ilişkili metabolik dengesizlikler antioksidan sistemleri tarafından karşılık olabilir reaktif oksijen türlerinin, birikmesi ile sonuçlanır.

Hücre zarları da sıcaklık değişikliklerinden etkilenen ve akışkan özelliğini kaybedebilir ve soğuk koşullarda bir jel haline ya da sıcak koşullarda sızdıran haline membran neden olabilir. Bu zarından bileşiklerin hareketini etkileyebilir. Bu değişiklikleri önlemek için, bitkiler membranların kompozisyonunu değiştirebilir. Soğuk koşullar altında, daha fazla doymamış yağ asitleri zar ve daha fazla doymuş yağlı asitler yerleştirilir sıcak koşullarda yerleştirilir.

Suyun tutulması içinde terleme önemini gösteren kızılötesi görüntü serin bırakır.

Bitkiler emilen güneş ışığı miktarını en aza indirerek, rüzgar ve terleme soğutma etkisini artırarak aşırı ısınmasını önlemek için. Bitkiler yansıtıcı yaprak tüyleri, baskül ve cilalar kullanılarak ışık emilimini azaltabilir. Bu özellikler bu habitatlar ışık perdesi kapalı dağıtır gibi 'gümüş manzara' oluşturmak için görülebilir sıcak, kuru bölgelerde çok sık görülür. Onlar her zaman güneş (paraheliotropism) önlemek için yönlendirilir, böylece bu tür Makroptiliyum purpureum gibi bazı türler, gün boyunca yapraklarını taşıyabilirsiniz. Bu mekanizmaların Bilgi tarımsal bitkilerin ısı stresi toleransı için üreme anahtarı olmuştur.

Bitkiler kendi mikroklima değiştirerek düşük sıcaklıkta tam etkisini önleyebilirsiniz. Örneğin, Yeni Zelanda araziler bulunan Raoulia bitkiler en savunmasız bitki parçaları izole ve soğutma rüzgarlar onları korumak için sıkı yastık benzeri öbekler şeklinde olarak 'bitkisel koyun' benzemeye söyleniyor.

Aynı ilke, bitki büyümesini artırmak amacıyla serin iklimlerde bitkileri büyüyen noktaları izole plastik malç ile tarımda tatbik edilmiştir.

(7)

Su

Çok fazla ya da çok az su bitkileri zarar verebilir. Çok az su varsa o zaman dokular kurutmak ve bitki ölebilir. Toprak daha sonra toprak bitki kökleri öldürmek, hangi (oksijen düşük) anoksik olacaktır waterlogged hale gelirse.

Su ulaşmak için bitkilerin becerisi kökleri yapısına ve kök hücrelerinin su potansiyeline bağlıdır. Toprak su içeriği düşük olduğunda, bitkilerin yapraklarının bir köklerine su akışını ve yukarı (Toprak bitki atmosfer continuum) korumak için kendi su potansiyeline değiştirebilir. Bu olağanüstü mekanizma bitki yapraklarından terleme tarafından oluşturulan degrade yararlanarak 120 metre kadar yüksek suyun kaldırma verir.

Çok kuru toprak, bitkiler terleme azaltmak ve su kaybını önlemek için kendi stoma kapatın. stoma kapanış genellikle kök (yani, absisik asit) kimyasal sinyaller aracılık etmektedir. Sulanan alanlarda, bitki köklerinin kurutulması cevaben kendi stoma kapatmak gerçeği verimleri (kısmi rootzone kurumasını bakınız) düşürmeden daha az su kullanarak içine 'hile' bitkiler için kullanılabilir. Bu tekniğin kullanılması büyük ölçüde Dr Peter Kuru tarafından geliştirilen ve Avustralya'da arkadaşları [5] [6] (yalın determinizmi bakınız).

Kuraklık devam ederse, bitki dokuları solma olarak görülebilir turgor basınç kaybı ile sonuçlanan, dehidre olacaktır. Yanı sıra kendi stomalarını kapatılması gibi, çoğu bitkiler de onların su potansiyeli (ozmotik ayarı) değiştirerek ve kök gelişimini artırarak kuraklık yanıt verebilir. Kuru ortamlarda (kserofit) uyarlanmış Bitkiler daha uzmanlaşmış mekanizmaların bir dizi suyu korumak ve / veya kuruma meydana geldiğinde dokuları korumak zorunda.

Su basması köklerine giden oksijeni azaltır ve gün içinde bir bitkiyi öldürebilir.

Bitkiler su basması önlemek değil, ancak birçok türün batık olmayan dokulardan kök oksijen taşınması ile topraktaki oksijen eksikliği giderilecek.

su basması hoşgörülü türler kök sürgün oksijen difüzyonunu izin toprak yüzeyine ve aerenchyma yakın uzman kökleri gelişir. düpedüz öldürdü olmayan kökleri de hücresel solunum daha az oksijen aç biçimlerine geçiş yapabilirler. Sık sık su altında türler mangrov ormanları görülen dramatik hava kökleri olan, belki de en önemli kök oksijen seviyesini korumak daha ayrıntılı mekanizmalar geliştirmişlerdir.

Ancak, birçok ölümcül overwatered houseplants için, su basması ilk belirtileri kuraklık nedeniyle benzerlik olabilir. Bunun nedeni (yerine solma yerine) epinastisinin kendi yaprakların sarkık göstermektedir sel duyarlı bitkiler için özellikle doğrudur.

(8)

CO2 konsantrasyonu

fotosentez için substrat olarak CO2, bitki büyümesi için hayati önem taşımaktadır. Bitkiler kendi yapraklarında stoma gözenekleri sayesinde CO2 almak. CO2 stoma girer aynı zamanda, bir nem kaçar. CO2 kazancı ve su kaybı arasındaki bu trade-off bitki verimliliği merkezindedir. yaprak CO2 yüksek bir konsantrasyon var sadece trade-off daha kritik Rubisco'nun, CO2 yakalamak için kullanılan enzim, verimli olmasıdır. Bazı bitkiler C4 karbon fiksasyonu veya Crassulacean asit metabolizmasını kullanarak yaprakları içinde CO2 yoğunlaşarak bu zorluğu aşmak. Ancak, çoğu türler C3 karbon fiksasyonu kullanılan ve fotosentez gerçekleşiyor zaman CO2 almak için onların stoma açmanız gerekir.

Bir Isınma Dünyada Bitki Verimlilik

atmosferdeki CO2 konsantrasyonu ormansızlaşma ve fosil yakıtların yakılması nedeniyle artıyor. Bu fotosentez verimliliği ve muhtemelen bitki büyüme genel oranını artırmak için beklenir. Bitki büyüme bir artış oranı fazla CO2 bazı emer ve küresel ısınmanın hızını azaltabilir gibi bu olasılık, son yıllarda büyük bir ilgi çekti. Serbest Hava Konsantrasyon Zenginleştirme kullanarak yüksek CO2 altında bitki yetiştirme geniş deneyler fotosentez verimi gerçekten artış olmadığını göstermiştir. Bitkilerin büyüme oranları da aşağıda toprak dokusu için bir yerüstü doku için% 17 ortalama ve% 30 oranında artırmak. Ancak, bu tür ısı ve kuraklık stresi artan örnekleri olarak küresel ısınmanın zararlı etkileri, genel etkisi, bitki verimliliğinin azalması olması muhtemeldir anlamına gelir. Azaltılmış bitki verimliliği küresel ısınma oranını hızlandırmak için beklenir. Genel olarak, bu gözlemler atmosferik CO2 daha fazla artış kaçınarak yerine kaçak iklim değişikliği riske önemine işaret etmektedir.

Rüzgar

Bitkiler üzerinde rüzgarın ana etkisi sırayla yaprakları nem, ısı ve karbondioksit düzenleyen şekilde etkiler gölgelik, üzerindeki etkisi geçer.

hiçbir rüzgar mevcut olduğunda, hala hava tabakası her yaprak etrafında kurar. Bu sınır tabakası olarak bilinen ve geçerli nem bakımından zengin ve konvektif ısıtma veya soğutma için daha az eğilimli bir atmosfer sunan, çevreden yaprak yalıtır edilir. rüzgar hızı arttıkça, yaprak ortamı daha yakından çevreye bağlı olur. o havayı kurutmak maruz gibi bitki nemi korumak için zor olabilir. Öte yandan, bir orta yüksek rüzgar tam güneş ışığına maruz kaldığında bitki daha kolay yapraklarını soğutmak için izin verir. Bitkiler rüzgar ile etkileşimi tamamen pasif değildir. Bitkiler hava akışını kırmak ve sınır tabakasını artırmak için ince tüyler (trikonların) yapraklarını kaplayarak, rüzgar hızı değişikliklere yaprakları daha az savunmasız

(9)

mevcut çevre koşullarına bağlı olarak sınır tabakasını işlemek için kontrol edilir.

çok güçlü rüzgarlar ortak alanlarda, bitkiler (dwarfing olarak da bilinir) yerüstü büyümesini azaltarak ve bunların sapları güçlendirerek cevap. Ağaçlar rüzgara maruz kaldığında kendi gövdelerine güçlendirmek için özellikle iyi gelişmiş kapasitesine sahiptir. 1960'lı yıllarda, bu gerçekleşme yapay destek sunmak için genç tatlılık ağaçları esnetme uygulamasına uzaklaşmaya İngiltere'de arboriculturalists istenir. [14] En aşırı durumlarda ise, bitkiler ölümcül zarar görebilir veya rüzgar tarafından sökülmüş. Bu, Karayipler'de muz büyüyen Windward Adaları olarak kasırga eğilimli bölgelerde, tarım için özel bir sorundur. [15] rahatsızlık, bu tür doğal sistemlerde ortaya çıktığında, yalnızca çözeltisi bir çok durumda, bir Süksesyonel sahne olacak, hızlı bir şekilde, ancak lost- edilmiş olgun bitkilerin yerini almaya tohumların veya fidelerin yeterli bir hazır olmasını sağlamak için ekosistem eski durumuna geri alınabilir önce gerekli.

(10)

Hayvanlar ve İnsanlar

Çevre, insan fizyolojisi üzerinde önemli etkilere sahip olabilir. İnsan fizyolojisi üzerindeki çevresel etkileri çoktur; En dikkatle incelenmesi etkilerinden biri dışında nedeniyle strese vücudun termoregülasyona değişiklikler olduğunu.

enzimler çalışabilmesi için sırayla, kan akmaya Bu gereklidir, çünkü, ve çeşitli vücut organları çalışması için, sıcaklık tutarlı, dengeli seviyelerde kalması gerekir.

Termoregülasyon

Bunu başarmak için, vücut sabit, normal vücut sıcaklığı elde etmek için üç ana şeyler değiştirir:

 epidermise Isı transfer

 buharlaşma hızı

 ısı üretim oranı

Hipotalamus termoregülasyon önemli bir rol oynar. Bu dermiş termal reseptörlerine bağlanır ve iç ısı üretimini teşvik etmek için ya da buharlaşma uyarma olmadığı karar kan çevre değişiklikleri tespit eder.

Isı stresi ve soğuk stresi: nedeniyle aşırı çevresel sıcaklık deneyimli olabilir gerilmelerin iki ana türü vardır.

Radyasyon, iletim, konveksiyon ve buharlaşma: Isı stresi fizyolojik dört şekilde mücadele edilir. Soğuk stres fizyolojik titreme ile giderilir, vücut yağ, (epidermis ısı verimli transferi sağlayan) dolaşım uyarlamaları ve ekstremitelerde artmış kan akışının birikimi.

Tamamen soğuk stres ile başa çıkmak için donanımlı vücudun bir parçası vardır. Solunum sistemi bronşları ulaşmadan önce 80-90 derece Fahrenheit gelen havayı ısıtarak hasara karşı kendini korur. Bu durum, sıcaklık en buz solunum sistemine zarar verebilir olmayan anlamına gelir.

Sıcaklık stres Her iki tipte de, iyi-hidrate kalması önemlidir. Hidrasyon, kardiyovasküler gerginliği azaltır meydana enerji süreçlerinin yeteneğini artırır ve bitkinlik hissini azaltır.

Rakım

Aşırı sıcaklıklar insanın karşı karşıya kaldığı tek engel değildir. Yüksek

(11)

bazıları arteriyel {\ displaystyle P _ {{\ mathrm {O}} _ {2}}} p _ {{\ mathrm {O}}

_ 2}, vücut sıvılarında asit-baz içeriği yeniden dengelenmesi, artan azaltılır hemoglobin RBC sentezini, gelişmiş dolaşım ve hipoksik dokularda hemoglobin tarafından boşaltma O2 teşvik glikoliz yan 2,3 difosfogliserat, yüksek düzeyde arttı.

Çevresel faktörler homeostasis için insan vücudunun mücadelede büyük bir rol oynayabilir. Ancak, insanlar hem fizyolojik ve somut, uyum yollarını bunur.

organizmaların ve onların fiziksel çevre arasındaki etkileşimin Fizyolojik ekoloji Çalışması.

gruplar değil nüfus ya da topluluklar gibi bireyler, vurgular.

ekolojisi ve fizyolojisi arasındaki kesişme (organizmaların fonksiyonlarının nasıl çalışması).

da çoğunlukla denk "ekofizyolojisi."

Aklimatizasyon Aklimatizasyon bir organizma ömrü boyunca fizyolojik uyumdur Kısa vadeli,kısa süreli genellikle geri dönüşümlü olarak gerçekleşir Kalıtsal DEĞİLdir.

Örnek: yüksek irtifada tren sporcular hemoglobin arttırıldı.

Adaptasyon Adaptasyon doğal seleksiyon yoluyla evrimdir.

Birçok nesiller boyunca bir popülasyonda genetik değişiklikler ile meydana gelir. Çok uzun sürer. Özellikle çevre koşullarına adapte olma popülasyonlar seviyesinde uzun vadeli olarak meydana gelir.

Sıcaklık İlişkileri

Sıcaklık hem hayvanlar hem de bitkiler için çok önemli bir çevresel değişkendir.

Organizmalar uygun olan belirli optimum sıcaklık aralığı vardır.

Bu optimum sıcaklık canlıların enzimlerin aktivitesinde son derece hassastır

Yüzey yansıma (aklık) Renk

kıllar

Konum (gölge vs güneş)

Tüm bunlar sadece hayvanların güneş enerjisi düzenleyen konumu değiştirebilirsiniz rağmen, hayvanlar ve bitkiler hem uygulanır

konveksiyon ve iletimini etkileyen faktörler (Hconv ve Hcond)

Yüzey kıllar izolasyon olarak hareket ve konvektif ısı transferini önlemek.

bitkiler ve hayvanlar hem de gerçek

İletim su içinde hayvanların (özellikle su memelileri veya dalma kuş) önemlidir.

Su geçirmez (yağlı) kürk / tüyler ısı kaybını azaltmak.

(12)

Sınır tabaka sadece bir yüzey üzerinde türbülanslı bir hava katmanı.

Kalın sınır tabakası daha az konvektif ısı transferi anlamına gelir.

Büyük yaprakları kalın sınır tabakası var.

Kıllar sınır tabaka kalınlığını arttırır.

Evaporatif soğutma (Hevap)

Suyun buharlaştırılması yüzeyleri soğutur.

Memelilerde: terleme, nefese vs.

Aslında çok yaygın değildir.

Bitkilerde, yapraklardan suyun buharlaşması terleme denir ve v edilir. ısı dengesinde önemli.

Hem terleme ve terleme, dehidratasyon, aşırı su kaybı riskini çalıştırın.

terleme düzenleme Terleme açmak / stoma kapatmak bekçi hücreleri tarafından düzenlenir.

Metabolik ısıtma hmet

TÜM canlıların metabolizmanın yan ürünü olarak bazı ısı üretir.

Evet da böcekler, bitkiler, mantarlar, bakteriler.

termodinamiğin ikinci yasası.

Sadece birkaç grupları organizma içinde ısı ve tuzak onu çok üretmek:

Memeliler ve kuşlar.

Birkaç başka örnekler.

Homotermlere nispeten sabit bir vücut ısısını korumak.

Gerçekten etkili homeothermy sadece tüm vücudunuzu ısıtmak için metabolik ısı kullanımı kuşlar ve memeliler gibi endotermik elde edilir.

Değişkensıcaklı vücut ısısını düzenlemek gerekmez; çevre sıcaklığı ile birlikte artar.

(Vb sıcak güneş ışığı keyfini) davranışsal termoregülasyon - Ectotherms enerji dış kaynağa çok güveniyor

endotermler dahili metabolik ısı üretmek

Tüm metabolizma ısı üretir, ama endotermik olarak:

metabolik oranları daha fazla ısı hale yüksektir. ısı yakalama ve depolama için bir mekanizma vardır (kürk, tüy, ters akım dolaşımı)

Vücut ısısının düzenlenmesi termoregülasyon

(13)

Soğuk havalarda aşırı soğuk kalan, endotermler sıcak kalmak için onların metabolik hızı artırmaya. Ancak, aşırı soğuk onlar enerji tükendi olabilir veya sıcak tutmak için mümkün olmayabilir. Bazı hayvanlar soğuk hayatta ve büyük ölçüde azalır metabolizma hızı ve vücut ısısı ile sönmüş bir devlet haline giderek enerji tasarrufu.

Torpor - Birkaç saat sürer

Hazırda bekleme - Tüm kış sürer

Hangi hayvanlar hazırda? Kemirgenler (zemin sincap, Sincaplar, groundhogs)

Yarasalar

Torpor kuşlarda oldukça yaygındır (sinek kuşu kırlangıçlar) ama sezon boyu hazırda bekletme nadirdir.

Ayılar? Değil tam anlamıyla.

Bir ayının uzun kış uykusu sırasında, metabolik hızı ve vücut sıcaklığı normal seviyelere yakın kalır ve kolayca uyandırılır.

.

Ekosistem Ekolojisi Yapısı A. Ekoloji Bilimi ve Önemi

Ekoloji canlıların birbirleriyle ve çevreleriyle olan etkileşimlerini inceleyen bilim dalıdır. Günümüzde teknolojinin ve sanayinin ilerlemesiyle çevre sorunları artmıştır. Doğal kaynaklarda sınırsızca tüketilmektedir. Bunların sonucu olarak bazı canlı türleri yok olmuş ve birçok canlı türü de ok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.

Ekolojik sorunların olumsuz etkileri insanlar üzerinde de gözlenmiştir. Hava kirliliğinin neden olduğu hastalıklardan ölen inan sayısı her geçen gün artmaktadır.

B. Ekolojinin Diğer Bilim Dallarıyla İlişkisi

Ekoloji bilimi içerisinde bazı özel alanların gelişmesi, bazı yeni Ekoloji dalları ya da yeni çalışma alanlarının oluşumuna neden olmuştur.

C. Ekolojide Temel Kavramlar

Ekolojiyi iyi anlayabilmek için, canlıları ve bunların meydana getirdiği organizasyon düzeylerini gözden geçirmek gerekir. Canlılar Ekolojik organizasyon düzeylerine göre sıralanacak olursa:

Organizma —> Popülasyon —> Komünite —> Ekosistem —> Biyosfer şeklinde oluşur.

Habitat: Bir organizmanın doğal olarak yaşayıp üreyebildiği alandır. Habitat canlının adresidir. Habitat içindeki türlerin kendilerini ve çevresini etkileyen yaşam biçimleri vardır. Bir bireyin bulunduğu ortam içerisinde sahip olduğu

(14)

veya yapmak zorunda bulunduğu bütün sorumlulukları, işlevleri o canlı türünün ekolojik nişidir.

Ekolojik nişleri çalışkan iki veya daha fazla organizmadan her birinin yaşamak için gerekli kaynağı ele geçirme mücadelesine rekabet denir.

Popülasyon: Belirli bir bölgede, belirli bir zaman diliminde yaşayan aynı türden canlıların oluşturduğu topluluğa Popülasyon denir. Sınırları belli bir alanda bulunan karaçam o yörede bir Popülasyon oluşturur.

Komünite: Belirli bir habitat içerisinde birbirleri ile ilişkili tüm Popülasyonların oluşturduğu topluluğa Komünite denir. Komüniteler tür çeşitliliği bakımından birbirlerinden farklılık gösterir.

Komünitelerin büyüklüğü, bir coğrafi bölgedeki çevre koşullarının farklılığına, çeşitliliğine ve koşulların organizmalar üzerindeki etkisine bağlıdır.

Komünitede meydana gelen değişimler zamanla ekosistemi etkiler. Bunun terside söz konusudur.

Komüniteler yaşamlarını sürdürebilmek için coğrafik bir alana ihtiyaç duyarlar. Bu alana Biyotop denir.

İki farklı komünite arasındaki geçiş bölgelerine ekotondenir. Ekoton tür sayısı ve çeşidi bakımından zengin bir bölgedir.

Ekosistem: Belirli bir bölgedeki komünite ve cansız çevrenin oluşturduğu birimeekosistem denir. Ekosistemler biyosferin alt birimleridir.

Bir ekosistem temel olarak; su, sıcaklık, mineral vb. cansız faktörler ve üretici, tüketici, ayrıştırıcı gibi canlı faktörlerden oluşur.

Biyosfer: Dünyada canlıların yaşamasına ve üretmesine uygun hava, toprak ve su katmanlarının tümü biyosfer (ekosfer) olarak adlandırılır.

D. Ekosistemde Canlıları Etkileyen Faktörler

Ekosistemi canlı ve cansız elemanlar oluşturur. Canlı elemanlara biyotik, cansız elemanlara abiyotik elemanlar denir.

1. Abiyotik Faktörler

Abiyotik faktörler, canlıların yaşamlarını devam ettirebilecekleri çevresel koşullardır. Belirli bir çevrede hangi türlerin yaşayabileceğini belirler.

Işık, iklim, sıcaklık, su, pH, toprak ve mineraller vb. abiyotik elemetlerdendir.

a. Işık

Ekolojik açıda ışığın kalitesi, şiddeti ve süresi önemlidir. Karasal bitkiler görünür ışığı fotosentezde kullanır. Kutup bölgelerine farklı, ekvatora farklı miktarda ışık düşer. Ortama ulaşan ışığın miktarı bitkilerin yeryüzündeki dağılımını etkiler. Bazı bitkiler yoğun ışıkta gelişirken bazıları gölge yerleri sever. Kutuplara yakın bölgede yaşayan bitkiler uzun gün koşullarında gelişim gösterir ve uzun gün bitkisi olarak adlandırılır. Kısa gün bitkileri ekvator kökenli bitkiler olup günlük karanlık periyoda ihtiyaçları vardır.

(15)

Işık faktörü hayvanlar üzerinde de önemli etkilere sahiptir. Bazı hayvanların üreme faaliyetlerini, göç olaylarını, pigmentasyonu ve özellikle sucul ortamda yaşayan hayvanların solunumlarını etkileyerek oksijen tüketimini azaltıcı bir etki yapar.

b. Sıcaklık

Canlılık olaylarını gerçekleştiren enzimlerin yapısı ve çalışma hızı sıcaklıktan etkilenir. Aynı zamanda sıcaklık iklimsel değişmenin oluşmasında, atmosferdeki hava hareketlerinde de etkilidir. Canlıların ekosistemde yayılış alanları genellikle sıcaklığın kontrolü altındadır. Bitkilerin yayılışında gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkları önemlidir.

Bitkilerin büyüme ve gelişme sıcaklığı 7-38 C arasında değişir. Bitkilerin hayatlarının farklı dönemlerinde örneğin; çimlenme ya da çiçeklenme döneminde sıcaklık istekleri farklı olabilir.

Sıcaklık bitkilerin ilkbaharda yaprak ve çiçek açmasını, son baharda yaprakların dökülmesi ve bitki davranışlarını etkiler.

Hayvanlar genel olarak 0-50 C arasında yaşamlarını verimli bir şekilde sürdürür. Sıcaklık hayvanların dış görünüşünü, vücut büyüklüğünü etkiler.

Sıcaklık değişimleri bazı hayvanlarda göz etme, kış uykusu, yaz uykusu ve gece aktif olmak gibi davranışlara yol açar.

c. İklim

İklim yeryüzünün belirli noktalarındaki hava olaylarının ortalama değerini ifade eder. İklim için dikkate alınan en önemli etmenler; sıcaklık, yağış, nem, rüzgâr, güneşlilik ve bulutlulukdur.

İklim, bölgenin denizden olan yüksekliğine, ekvatora olan uzaklığına bağlı olarak değişim gösterir. İklim, klimatoloji bilimi içerisinde incelenir. Hem bitkilerin hem de hayvanların yeryüzündeki dağılışı iklimin etkisi altındadır.

Ülkemizde çay, fındık gibi bitkiler Karadeniz bölgesinde; portakal, muz, mandalina gibi bitkiler Akdeniz bölgesinde yetişmesi buna örnektir.

d. Toprak ve Mineraller

Toprak, çürümüş bitki ve hayvan kalıntıları gibi organik maddelerden;

parçalanmış kaya ve çeşitli minerallerin bulunduğu organik maddelerden oluşur.

Toprak taşıdığı ana maddelerin yoğunluğuna göre kumlu, killi, kireçli ve humuslu olmak üzere dörde ayrılır. Kumlu topraklar tarıma elverişsiz olup besin maddesi azdır. Killi toprakların suya geçirgenli çok azdır, kil miktarı fazladır. Kireçli topraklar yapısındaki kireçten dolayı beyaz renklidir. Humuslu topraklar koyu renkli, su tutma kapasiteleri yüksek ve besin maddelerince zengin, verimli topraklardır.

(16)

Siyah ve koyu kahverengi topraklar, organik madde ve azot bakımından zengindir.

Toprak üzerinde yetişen bitki örtüsü ve o alanda yaşayan hayvanlar toprağın özelliklerine göre dağılım gösterir.

Toprağın ekolojik dengesinin korunabilmesi için toprak yapısına uygun ekim yapılmalı, hey yıl farklı tür bitkiler sıra ile ekilmeli, gübre kullanılmalıdır.

Bitkiler azot, fosfor, potasyum, kalsiyum, magnezyum ve kükürt gibi minerallere fazla miktarda ihtiyaç duyar. Mangan, bakır, çinko, bor, klor gibi mineralleri ise bitki az miktarda kullanır. Topraktaki mineraller bitkiler tarafında suda çözünmüş olarak alınır ve o bölgede yetişen bitki türlerini etkiler.

Hayvanlarda mineral ihtiyacını genellikle bitkiler ya da diğer hayvanları yiyerek karşılar. Toprak birçok hayvana barınma olanağını sağlar, mikroorganizmalar içinde yaşama ortamıdır.

e. Su

Bir bölgedeki suyun miktarı ve mevsimlere göre dağılışı, bitkilerin yayılışını ekiler. Yağış alan bölgelerde ormanlar ve çayırlar daha çok gelişir. Yağışı az olan kurak bölgelerde tek yıllık ve genellikle tohumda üreyen bitkiler yer alır.

Bitkilerde su eksikliği, fizyolojik aktiviteleri olumsuz etkiler, bu nedenle hücre sitoplâzmasında belirli oranda su bulunması gerekir.

Sıcak havalarda bitkilerde terleme olayı ile ısı uzaklaştırılarak, bitkide sıcaklığın kontrolü sağlanır.

Hayvanlarda da su miktarının dengede tutulması yaşamsal faaliyetleri düzenlenmesinde önemlidir. Hayvanlar su gereksinimi içme yoluyla ya da besinlerdeki sudan sağlar.

f. Ortam pH’ si

pH, yaşanılan ortamın asit ya da bazlığını ifade eder. Bilinçsizce kullanılan gübreler, asit yağmurları, kimyasal atıklar, tarım ilaçları, çöp ve kanalizasyon atıkları pH değişikliklerine neden olur.

Toprak pH’ sının değişimi bitkileri ve bunlarla beslenen diğer canlıları etkiler.

Sucul ortamdaki pH değişiminde de balıklar, su bitkileri gibi canlılar etkilenebilir.

Abiyotik Faktörlerin Değişmesinin Canlılara Etkisi

Canlıların farklı çevre koşullarında yaşamları onların uyun yetenekleri yani toleransları ile ilgilidir. Her canlı türünün uyum yeteneğinin minimum ve

(17)

hoşgörü ) aralığı denir. Doğada çeşitli bitki ve hayvan türlerinin tahammül ettiği değişik tolerans aralığı vardır. Tolerans aralığında en iyi uyum sağladığı değerde optimum değer denir.

Bir canlının ortam koşullarındaki değişikliklerden nasıl etkilendiğini tespit etmek için belirli bir koşulu değiştirerek, verdiği yaşamsal aktiviteler bir eğri ile gösterilir. Buna o canlının performans eğrisi denir.

Canlılar dış ortam şartlarında oluşan değişikliklere göre vücutlarının iç dengesini (homeostazi) düzenleyerek hayatta kalırlar.

Canlıların bir kısmı çevresel şartlardaki değişikliklere uyum sağlarken bazıları olumsuz çevre şartlarından uzak durarak yaşamlarını kurmak için uyku haline geçer, bazıları göz eder. Bazı çöl hayvanları ise gündüz yer altında veya gölge yerlerde kalarak, gece aktivite gösterir.

2. Biyolojik Faktörler

Bir ekosistemde bulunan canlı varlıkların hepsine biyotik faktör denir.

Biyotik faktörler Ekolojik nişlerine göre üreticiler, tüketiciler ve ayrıştırıcılar olmak üzere üçe ayrılır. Ekosistemde ki canlılığın devamı biyotik faktörler arasındaki ilişkinin devamlılığına bağlıdır.

a. Üreticiler

İnorganik maddeleri organik maddelere dönüştürerek kendi besinleri üreten canlılaraüreticiler (ototrof) denir. Bitkiler, siyanobakteriler, öglena, alg gibi canlılar üreticilerdir.

Üretici canlılar, besin üretirken güneş enerjisini kullanıyor ise fotosentetik, kimyasal enerjiyi kullanıyor ise kemosentetik canlılar olarak iki ye ayrılır.

Üreticiler birçok besin zincirinin ilk basamağı oluşturmaları yanında, atmosferdeki oksijen ve karbon dioksit dengesini koruma bakımından da oldukça önemlidir. Ayrıca bitkiler toprağın üst kısmını yutarak erozyonu önlemede etkilidir.

b. Tüketiciler

Besinleri dışarıdan hazır olarak alan canlılara tüketici (heterotrof) denir.

Hayvanlar, mantarlar, bazı protistler ve bazı bakteriler tüketicidir.

Heterotroflar tükettikleri besin tipine göre gruplandırılır.

Herbivorlar (otçullar) bitkisel besinler ile beslenen canlılardır. Tavşan. Sincap, deve herbivor canlılara örnek verilebilir.

Karnivorlar (etçil) hayvansal besinler ile beslelen canlılardır. Kaplan, kartal karnivor canlılara örnektir.

Omnivorlar ( karışık beslenenler) hem bitkisel, hem hayvansal besinlerle beslenen canlılarıdır. İnsan, domuz, ayı, fare, omnivor canlılara örnek verilebilir.

c. Ayrıştırıcılar

(18)

Canlıların atık organik moleküllerini ve ölü kalıntılarını inorganik moleküllere parçalayan organizmalara ayrıştırıcılar (saprofitler) denir. Bakteri ve mantarlar ayrıştırıcıdır. Bu canlılar organik maddeleri inorganik hale getirerek yeniden üreticilerin kullanımına sunar. Böylece ekosistemde madde döngüsüne katkıda bulunur.

SUDA ÇÖZÜNMÜŞ HALDE BULUNAN GAZLAR VE ORGANİZMALARA ETKİSİ

1. OKSİJEN Deniz suyunda çözünmüş halde bulunan oksijen miktarı bu miktarı azaltan ve çoğaltan başlıca iki karşıt etkinin kontrolündedir. Sudaki oksijen miktarını çoğaltan faktörler:  Bitkilerin fotosentez olayı  02 'ce zengin yüzey sularının atmosferle olan ilişkisi  Akıntı ve rüzgarların etkisi Sudaki oksijen miktarını azaltan faktörler; Bitki ve hayvanların solunumu Biyolojik ve kimyasal oksidasyon Atmosferle ilişkide olan, oksijence zengin yüzey sularındaki oksijen kaybı Oksijenin mevsimsel değişiminin sıcaklık ve biyolojik olaylara bağlı olarak geliştiği saptanmıştır. Oksijen miktarı derinlikle de değişmektedir. Yüzey sularında daha yüksek miktarlarda bulunan oksijen 500 m derinliğe kadar düzenli şekilde azalır, bu derinlikten sonrada tekrar düzenli şekilde artar. OKSİJEN VE ORGANİZMALAR

Bütün yüksek organizasyonlu canlıların yaşamı için oksijen şarttır. Besin halindeki karbonhidrat ve yağların okside edilerek enerjiye dönüştürülmesi ve metabolik faaliyetlerin sürmesi ancak oksijenli ortamda gelişir.

Organizmaların oksijene olan toleransları türlere göre değişiklik göstermektedir. Akuatik organizmalar oksijen gereksinimlerine göre: 1.

Zorunlu Anaerobiont Formlar: 2.İstemli Anaerobiont Formlar: 3.Zorunlu Aerobiont Formlar: 1. Zorunlu Anaerobiont Formlar: Kendileri için gerekli olan oksijeni ortamdaki organik maddeleri parçalayarak sağlarlar. 2. İstemli Anaerobiont Formlar: Serbest veya biyokimyasal olaylar sonucu oluşan oksijeni kullanabilen formlardır. 3. Zorunlu Aerobiont Formlar: Sadece ortamdaki serbest oksijenden yararlanabilen formlardır. Bunlar da kendi içlerinde oksijene olan toleranslarına göre 2'ye ayrılırlar: Stenoaerobiont Formlar: Belli oksijen değişimi aralıklarında yaşayabilen formlardır.

Euriaerobiont Formlar: Çeşitli oksijen değişim konsantrasyonlarında yaşayabilen formlardır. Akuatik organizmaların yapıları, aktiviteleri ve dağılışları üzerinde de oksijenin önemli etkileri olduğu gözlenmiştir. Yine organizmaların vertikal ve horizontal dağılışlarında oksijen konsantrasyonu önemli olmaktadır.

2. KARBONDİOKSİT

Denizlerdeki biyolojik olaylar için çok gerekli olan karbondioksit solunum sırasında üretilir, fotosentezle tüketilir. Bu gaz atmosferde çok düşük miktarlarda olduğu halde, çözünürlüğünün yüksek olması nedeniyle deniz suyundaki konsantrasyonu daha yüksektir. Karbondioksit deniz suyunda çözünmüş gaz halinde (CO2 ), iyonlar halinde (HCO3 , CO3 ) ve karbonik

(19)

asit (H2CO3 ) halinde olmak üzere üç şekilde bulunur.  CO2+ H2O ->

H2CO3+ HCO3+H->CO3+ 2H Suda çözünmüş karbondioksit ve karbonik asit moleküllerinden oluşan CO2 miktarı çok düşüktür. Esas karbondioksit iyonik formlar halindedir. Bu miktarda ortam pH'sına bağlı değişiklikler gösterir.

KARBONDİOKSİT VE ORGANİZMALARA ETKİSİ Sularda çözünmüş halde bulunan CO2 pek çok organizmanın dağılışını sınırladığı halde, bitkilere fotosentez ve kabuklu hayvanlara CaCO3 ' tan oluşan kabuklarının yapısı için gereklidir. Bu nedenle ortamda belli bir seviyede CO2 bulunması gerekir.

Yapılarında CaCO3 içeren bazı planktonik ve bentik alglerin morfoloji ve anatomilerinin, ortamdaki CO2 miktarına bağlı olarak değiştiği saptanmıştır.

3. HİDROJEN SÜLFÜR (H2S) Genellikle denizlerin dip hareketlerinden yoksun çukur bölgelerinde oluşan ve canlılar için çok zehirli bir gazdır.

Göllerde çok az olduğundan zehirli etkisi pek görülmez. Karadeniz'de 250 m.

derinlikte (0,080 cm3 /lt) olan H2S miktarı giderek artarak 2000 m.'de 5,796 cm3 /lt'ye ulaşır. Bu ortamda canlılar yaşayamaz, ancak bazı özel bakteriler yaşar. H2S içinde kükürt bulunan organik maddelerin oksijensiz koşullarda heterotrof bakterilerce parçalanması sonucu oluşur. Ayrıca sülfat ve sülfit gibi anorganik bileşiklerin oksijensiz şartlarda, heterotrofik bakterilerce parçalanması sonucu da oluşabilir.

DENİZ SUYUNUN ASİT VE BAZİK ÖZELLİKLERİ 1.DENİZLERDE pH ve DAĞILIŞI

Okyanus ve deniz sularının pH'si genellikle 7,5- 8,4 arasında değişmektedir.

Ortalama değer 7,8 olarak kabul edilmektedir. Karbondioksit bakımından zengin olan sularda pH düşük, karbondioksit bakımından fakir olan sularda pH yüksektir. Çünkü bikarbonat ve CO3 miktarı artar. Suyun pH'ı bu ortamdaki biyolojik olaylara ve sıcaklığa bağlı olarak mevsimsel, hatta günlük değişimler gösterir. pH'nın vertikal değişimleri genellikle oksijenin vertikal değişimine benzer, 500 m derinliğe kadar azalır, sonra yeniden çoğalmaya başlar. DENİZ SUYUNUN BAZİK ÖZELLİKLERİ

20 °C' deki 1 lt deniz suyunu nötralize edebilen H+ iyonunun milimol olarak değerine "o suyun ALKALİNİTESİ" denir. Sulardaki alkalanite değişimleri CaCO3 konsantrasyonlarının değişimlerine ve ortamın pH'sına bağlıdır.

Yüksek konsantrasyonlarda bikarbonat, karbonat ve borat iyonlarını içeren deniz suyu sadece zayıf asitlerin anyonlarını içerir. Bu nedenle deniz suyu alkalik özelliktedir. Alkalinite ve klorinite arasında her zaman sabit bir oran mevcuttur. Bu orantıya SPESİFİK ALKALİNİTE denir ve 0,123 - 0,126 değerleri arasında değişir.  Genellikle en düşük alkalanite değerlerine ekvator çevresinde en yüksek değerlere ise 30 °C enlemden sonra rastlanmaktadır. Yine (O2 'nin fazla tüketilmesi ve CO2 'nin fazla üretilmemesi nedeniyle, dip sularının alkalinitesinin yüzey sularınınkinden daha yüksek olduğu bulunmuştur. pH'nın ORGANİZMALARA ETKİSİ Deniz

(20)

suyunun pH'ı genellikle 7,5-8,4 arasında değişir. Ancak bazı yerlerde örneğin: lagünlerde, sahillerde veya tatlısuların denize karıştığı yerlerde pH değişimi geniş sınırlarda olmaktadır. Sahillerde yaşayan organizmalar pH değişimlerine karşı genellikle toleranslıdır. Bu organizmalara Eurioksibiont Formlar adı verilir. Derin deniz formları ise pH değişimlerine fazla toleranslı değildir. Bunlara da Stenooksibiont Formlar denir.  Örn. İsopod'lardan Limnoria lignorum 4,5-9,6 pH arasında,  Gastropod'lardan Littorina obtusata 5,8- 8,2 pH arasında rahatlıkla yaşar Organizmaların metabolizma ve aktivitelerinin pH derecesine bağlı olarak değiştiği saptanmıştır. BESLEYİCİ ELEMENTLER

1. SİLİS

Bu element canlı maddenin esas yapısına girmez fakat pek çok denizel formun iskeletini oluşturur. Bu elementin deniz suyundaki konsantrasyonu oldukça düşüktür. Mevcut silis ya çözünmüş halde veya silisçe zengin parçacıklar halindedir. Silisyumda diğer besleyici elementler gibi yörelere, mevsimlere ve derinliğe bağlı değişimler gösterir.

ORGANİZMALAR İÇİN ÖNEMİ  Bazı planktonik formların kabuk yapıları ile bazı çok hücrelilerin iskelet yapıları için gerekli bir elementtir.

2. AZOT

Deniz suyundaki azot mineral, çözünmüş gaz, çözünmüş veya asılı organik bileşikler şeklinde bulunur. Bunlardan mineral azot besleyici elementlere dahildir, amonyum (NH4 ) Nitrit (NO2 ) ve nitrat (NO3 ) şekillerinde bulunur.

Azotun bu üç şeklide fıtoplankton ve bentik algler tarafından kullanılır.

Denizel ortamda bulunan organik maddelerin içerdiği azot nitrata dönüştükten sonra algler tarafından kullanılabilir. Organizmalarda mineral şeklinde içerdikleri azotu ortama bırakmakla tekrar denizel ortamın azotça zenginleşmesini sağlarlar. (Örn. Deniz hayvanlarının azotlu metabolizma atıkları) Deniz Suyunda Azot Devri ORGANİZMALAR İÇİN ÖNEMİ  Mevcut fitoplankton türlerinin gelişebilmesi için ortamda yeteri kadar azotun bulunması gerekir. Bazı çok hücreli alg ve hayvanların azot yönünden zengin ortamlarda daha iyi geliştikleri saptanmıştır. Azot seven bu organizmalara NİTROFİL FORM'lar adı verilir. Ör. Ulva lactuca.

3. FOSFOR

Canlı maddenin yapısına giren önemli bir besleyici elementtir. Denizlerde fosfor asılı veya çözünmüş organik bileşikler şeklinde veya çözünen ve çözünmeyen inorganik fosfat şeklinde bulunur.  Deniz suyunda bulunan inorganik fosfor sudaki bitkiler tarafından fotosentezle (asimile edilerek) zooplankton ve diğer denizel hayvanların kullanabileceği organik madde haline dönüştürülür. Bitki ve hayvanların ölmesiyle çözünmüş veya partikül haldeki fosfor oluşur. Bu fosfor, bitki hücrelerinin enzimatik etkisi veya hayvanların sindirim sistemindeki etki sonucu ya da bakterilerin etkisi ile inorganik fosfora dönüşür. Bu fosfora hayvanların metabolizması sonucu

(21)

oluşan inorganik fosfor ve nehirlerin taşıdığı fosfor da ilave olur ve tekrar bitkiler tarafından kullanılır. ORGANİZMALAR İÇİN ÖNEMİ

Fosfor canlı maddenin yapısına giren bir elementtir. Bu nedenle besin zincirinin ilk halkasını oluşturan fitoplankton türlerinin gelişebilmeleri için ortamda yeterince fosfor bulunmalıdır. Bir ortamın verimliliği içerdiği fosfor konsantrasyonu ile ilgilidir.

ORGANİK MADDELER Deniz suyundaki organik maddelerin esasını canlı organizmalarla, çözünmüş ve asılı halde bulunan organik parçacıklar oluşturur. Bunlardan canlı organizmaları biyolojik oseinografi inceler. Deniz suyunda çözünmüş halde bulunan organik maddelerin tümü, canlı organizmaların metabolizma artıklarından ve ölü organizma artıklarından gelir. Bu organik maddelerin esasını; organik fosfor, organik azot, organik karbon, protein, karbonhidrat, aminoasit, organik asit ve vitaminler oluşturur.

Bu maddeler denizel ortamda bulunan canlıların beslenme ve diğer gereksinimlerini sağladıklarından deniz ekolojisinde çok önemlidir. Deniz suyunda çözünmüş halde bulunan organik maddeler başlıca 4 kaynaktan gelmektedir; o Karalardan gelen organik maddeler o Denizel organizmaların ölüm sonrası ayrışmaları o Alglerin, özellikle fitoplanktonik organizmaların hücre dışı metabolitleri o Zooplankton ve diğer denizel türlerin salgıları

ORGANİZMALARA ETKİSİ  Bitki ve hayvanların normal gelişimlerini sağlamaları için belirli miktarda organik maddeye gereksinimleri vardır.

Sudaki organik madde miktarına olan tolerans türden türe farklılık gösterir.

BULANIKLIK Deniz suyunda asılı halde bulunan ve bulanıklığa neden olan parçacıklar (Seston) organik ve inorganik olmak üzere iki bölümde incelenirler. Sudaki bu asılı parçacıklar özellikle ışığın su içine geçişi ve yayılışını etkileyerek değişmesine sebep olurlar. Deniz suyu berraklığı mevsimlere ve yörelere bağlı olarak değişim gösterir.

ORGANİZMALARA ETKİSİ  Bulanıklılığın organizmalar üzerindeki etkisi birkaç şekilde oluşur:  Işığın sudaki geçişini engeller ve organizmaların yaşantısını sınırlandırır. Bulanıklılığı oluşturan asılı tanecikler bazı organizmalar için bir çeşit substratum oluşturur. Suyun fizikokimyasal özelliklerini değiştirerek organizmalar üzerinde etkili olur.  Organizmaların yapı ve fonksiyonlarında çok fazla etkili olmayan bulanıklılık faktörü, bunların vertikal ve horizontal dağılışlarında önemli bir etkiye sahiptir.

SUBSTRATUM  Organizmaların üzerinde yaşadığı ortama SUBSTRATUM denir. Akuatik ortamdaki substratum tipleri 5 grupta toplanır:

1. Su yüzeyinin oluşturduğu substratum

2. Su içinde asılı olan ve mikroorganizmalar için yararlı olan küçük parçacıkların oluşturduğu substratum.

3. Su içinde bulunan çeşitli katı cisimlerin oluşturduğu subtratum (taş, kaya, gemi karinaları,iskele direkleri, betonarmeler).

4. Okyanus ve deniz diplerinin önemli bir kısmını örten kum ve çamurların oluşturduğu yumuşak ve hareketli substratum.

(22)

5. Bazı organizmaların (bazı algler ve hayvanlar Örn. Bazı Mollusk, Octocorallia türleri) diğer türler için oluşturduğu substratum.

ORGANİZMALARA ETKİSİ  Üzerinde yaşadıkları substratumla ilişkisine göre 4 bölümde incelenir.

1. Epibios Formlar:

2. Endobiont Formlar:

3. Mesobiont Formlar:

4. Epibiont Formlar:  Epibiont Formlar: Substratumun üstünde yaşantısını sürdürürler. Bunlar çamur üzerinde yaşıyorsa Epipelos (Epipelik) kayalar üzerinde yaşıyorsa Epilitik, kumlar üzerinde yaşıyorsa Epipsammik form adı verilir.  Endobiont Formlar: Substratumda kendileri tarafından açılmış boşluklarda yaşantısını sürdüren organizmalar kum içinde yaşayanlara Endopsammik; kayalar içinde yaşayanlara, Endolit formlar adı verilir.  Mesobiont Formlar: Substratumun içerdiği doğal boşluklarda yaşayan organizmalar  Epibios Formlar: Bir diğer organizma üzerinde yaşantısını sürdüren formlardır. Bitkiler üzerinde yaşıyorlarsa Epifit, hayvanlar üzerinde yaşıyorlarsa Epizoon adını alırlar.  Organizmaların üzerinde yaşadıkları substratumun bunların boy ve morfolojilerinde etkili olduğu gözlenmiştir. Yine bitki ve hayvanların dağılışında substratum önemli bir etkiye sahiptir. Her grubun, hatta bir grup içindeki her türün belli özellikteki substratum tipine gereksinimi vardır. Organizmaların substratum tipine göre sınıflandırılması Organizmala rın yaşadığı düzey/Substr atum tipi Substratu üzerinde -EPİ Substratum içinde- ENDO Substratum boşluklarında MESO Çamur Epipelos Endopelos Mesopelos Kum Epipsammon Endopsammik Mesopsammo nik Katı Substrat Epilition Endolition Mesolition Organizma üzerinde Epibios Endobios Su filminde Supranöston İnfranöston

BİYOTİK FAKTÖRLER

1. BESİN VE BESLENME Canlıların başlıca enerji kaynağıdır. Bitkisel hayvansal ve ayrışmış organik maddeler şeklindedir. Besin faktörü karalarda olduğu gibi denizlerde de önemli bir ekolojik faktördür. Her canlı belli miktarda ve çeşitte besin alabildiği sürece yaşamını sürdürür.

ORGANİZMALARA ETKİSİ

Deniz hayvanlarının beslenme şekillerine göre sınıflandırılması:

 Denizel organizmalar besinin yapısına, alınan besin parçacıklarının büyüklüğüne ve besinleri toplama şekillerine göre sınıfladırılır; 1) Besinin yapısına göre sınıflandırma  Karnivor Formlar: Sadece etle beslenirler.  Herbivor Formlar: Bitkiler ve bitkisel orijinli besinlerle beslenirler.  Omnivor Formlar: Hem bitkisel hem de hayvansal besinlerle beslenirler.  Bazı araştırıcılar besinin yapısına dayanarak hayvanları 2 grupta toplar;

(23)

 Eurifag Formlar: Her şeyi yiyen hayvanlar (Omnivorun sinonimi).  Stenofag Formlar: Belirli besinleri yiyenler.

2) Besin parçacıklarının büyüklüğüne göre hayvanlar 4 grupta toplanırlar;  Mikrofag Formlar: Suda asılı molekül, küçük parçacık ve miroorganizmalarla (hayvansal veya bitkisel) beslenirler.  Makrofag Formlar: İri parçacıklarla beslenenler.  Mikro-Makrofag Formlar: Aynı anda çeşitli boyda besinlerle beslenen formlar.  Parazit Formlar: Başka bir organizma üzerinde yaşayan, sıvı ve yumuşak dokuları absorbe edebilen formlardır.

3) Besinleri toplama şekillerine göre;  Predatörler: Diğer hayvanı besin olarak kullanan yırtıcı hayvanlardır.  Brütörler: Bitkileri kopararak yiyen hayvanlardır.  Süspansivorlar: Sadece akuatik formlar için geçerli olan bir beslenme şeklidir. Suyun hareketini sağlayarak suda asılı haldeki besinleri toplarlar.  Limivorlar: Besinlerini sediment içinden toplarlar  Detritivorlar:

Sedimentin yüzeyini örten filimden beslenenler  Prelevörler: Diğer bir organizma üzerinde parazit yaşayan formlar.

BESİN FAKTÖRÜNÜN YAPISAL ETKİLERİ Organizmalar için enerji kaynağı oluşturan besinlerin yeterli miktarlarda bulunmamaları, organizmanın vücut gelişimi için sınırlayıcı bir rol oynar. Yine besin miktarı populasyon yoğunluğunu etkileyen önemli bir faktördür.

BESİN FAKTÖRÜNÜN FONKSİYONEL ETKİSİ Besin çeşidi ve miktarı organizmaların üreme, gelişme, yaşam süresi ve dağılışlarını etkilemektedir.

REKABET Organizmalar arası rekabet, aynı türün bireyleri arasında olduğu gibi farklı türlerin bireyleri arasında da olur. Aynı türün bireyleri arasındaki rekabet özellikle bentik formlardan sesil ve sedenter formlarda görülür. Farklı türlerin bireyleri arasındaki rekabet ise besin, biotop vb. gibi nedenlerden olur. Türler arasındaki rekabet sonucu türlerin coğrafık dağılışı da değişebilir.

PREDTATÖRLÜK VE PARAZİTİZM  Besinini canlı olarak avlayan serbest hayvanlara PREDATÖR (yırtıcı) form adı verilir. Bazı predatörler bir çok hayvanı besin olarak aldıkları halde (Örn. Köpek balıkları), bazıları belli hayvanları yiyerek beslenir. (Ör. Ringa balıkları, zooplanktondan bir kaç türle beslenir) Ringa balığı  Parazit formlar diğer bir organizmaya bağlı olarak onun zararına gelişir. Bunlarda ya bir konağa, ya da çeşitli konaklara yerleşerek yaşamlarını sürdürürler. Balık kuyruğuna yapışan parazitik bir form

SİMBİYOSİS VE KOMMENSALİZM  İki organizmanın bir arada karşılıklı faydalar sağlayarak yaşamasına SİMBİYOSİS denir. Simbiyont türler daima birbirine gereksinim duyarlar. Kommensalizm de simbiyoza benzer fakat simbiyozdaki kadar bağımlı değildir. Deniz anemonu ve palyaço balığı arasındaki simbiyotik ilişki  Çok seyrek olmakla birlikte, denizlerde rastlanan ve organizmaların kendileri tarafından yaratılan bir diğer biyotik faktör de AMENSALİZM'dir. Amensalizm bir türün salgısı sonucu diğer türlerin ortadan

(24)

kalkmasıdır. Örn. Gonyaulax cinsine ait türlerin salgıları sonucu ortamdaki bazı türler ölür.

BİYOLUMİNESANS ve BİYOAKUSTİK  Deniz hayvanlarından, özellikle bazı pelajik formlar ve derin deniz formları bir takım fizyolojik olaylar sonucu ışık verirler. Bu olaya kısaca "Biyoluminesans" denir. Kara ve tatlı su formlarında nadir olarak görülen biyoluminesans olayı denizel formlarda oldukça yaygındır. Örneğin, 500 m derinlikten sonraki sularda yaşayan balıkların hemen hemen % 40'ının biyoluminesans özelliğine sahip oldukları saptanmıştır Deniz anasında biyolümünesans örneği Her hayvan vücudunun belli noktalarından ışık verme özelliğindedir. Verilen ışığın şiddeti, süresi ve sıklığı yine türden türe değişir. Bentik formlardan sığ sularda yaşayan formlar arasında biyoluminesans olayına nadiren rastlanır. Bunlara örnek olarak kayalar içinde yaşayan Plecypod'lardan Pholas dactylus türü gösterilebilir.

Derin deniz diplerinde yaşayan bentik formlar arasında biyoluminesans olayı daha yaygındır. Buna örnek olarak pek çok balık ve karides türü gösterilebilir.

Pholas dactylus ve biyolüminesans örneği Pelajik olarak olarak yaşayan formlarda da biyoluminesans olayı oldukça yaygın olup, bunların en tipik örneği protozoonlardan Noctiluca miliaris’in oluşturduğu “Yakamoz” olayıdır.

Noctiluca miliaris Karalarda olduğu gibi, denizlerde de bazı hayvanların ses çıkarma özelliğinde olduğu bilinmektedir. Denizel formlar arasında ses verme yeteneğinde olan grupların başında balıklar ve Crustacea türleri gösterilebilir.

Bunlar genellikle vücut parçalarını birbirlerine sürtmekle veya Alpheid'lerde olduğu gibi pens tırnaklarını birbirine çarpmakla ses çıkartırlar. Alpheus glaber. Balıkların ses verme yöntemleri ise oldukça değişik şekillerde olur.

Örneğin, bazı türler iskelet parçalarını veya ince yüzgeç ışınlarını birbirlerine sürtmekle, bazı türler, özellikle farinks dişlerini gıcırtarak, diğer bazı türler de özel kaslarını titreştirerek ses çıkartırlar.

Suda pH Neden Önemli?

Su özellikle doğal mineralli ve pH’ı yüksek olan suların tüketilmesi sağlık açısından faydalıdır. Beslenme ile alınan kalsiyum ve minerallerin bir kısmını içtiğimiz sudan da alabiliriz ., doğal mineralli ve pH değeri yüksek su tüketilmesinin beden sağlığı açısından yararlarının yanı sıra kemik gelişiminde de yararlı olduğunu sözlerine ekledi.

pH’ın bir sıvının asidik veya bazlığını gösteren bir ölçüsüdür. pH değeri 0-14 arası bir rakamla belirtilir pH dengesi yediden az olanlar asidik, yüksek olanlar alkali olarak bilinir.

Suyun pH derecesi suyla karışmış hidrojen miktarını gösterir. Topraktaki suyun pH değeri 6 ile 8.5 arasında değişir. Düşük pH’lı su asidik, aşındırıcı

(25)

pH derecesi suyun çıktığı kaynağa göre değişir. Bir su ne kadar bazikse kimyasını değiştirebilecek asidik etkilere o kadar dirençli demektir. Vücut için yararlı olan bazik su içmektir. İnsan vücudu sürekli olarak pH dengesini sağlamaya çalışır.

Vücudu alkalen hale getirdiğimiz zaman daha doğru çalışır ve besinleri daha iyi kullanabilir. Stres, aşırı egzersiz enfeksiyon ve hastalıklar vücutta asidik bir ortama yol açarlar. Vücutta tüm metabolik işlemler dengeli bir pH’a bağlıdır. Vücut kanın pH’ını sürekli 7.35-7.45 aralığında tutmaya çalışır.

Aynen vücut sıcaklığını 36,5 – 37 derecede tutmaya çalışması gibi. Sağlıklı bir vücut asidik olmamalıdır. Doğru pH seviyesinde kalmalıdır. Vücuttaki her işlem, kan pH’ının belli bir seviyede kalmasıyla doğru işler. Doğru pH seviyesi sağlanamadığında hücrelerin gerekli besinleri alması, bunların enerjiye

çevirmesini zorlaşır.

Sonuç: Hücreler zayıflar, doku zayıflar, organ zayıflar. Hastalıklara davetiye çıkartılmış olur. Kısaca pH değerine dikkat etmek sağlığımı için zorunludur.

Çoğumuzun aklına su içmek ancak ağzımız iyice kuruyunca geliyor. Oysa;

mekanizma mükemmel değil. Susuzluk hissi, organizma suyunun %1’ini kaybettiğinde ortaya çıkıyor. Yani; 70 kilogramlık bir insan 700 gram su kaybedince! Bu sırada vücudumuz çoktan alarma geçmiş oluyor;

böbreklerimiz su tutmaya başlıyor. Su içmek için susamayı beklemeyin!

Ne kadar su içmeliyim?

WHO’nun Dünya Sağlık Örgütü önerisine kulak verelim;

Günlük su ihtiyacımız

İçeceklerden 1,5 Litre

Yiyeceklerden 1 Litre

Toplam 2,5 Litre

Bu da günde 8 bardak su demektir. Yani, her 2 saatte 1 bardak!

30 derecenin üzerindeki hava sıcaklıklarında, hareket de artmışsa ihtiyaç günde 4-5 litreye kadar artabiliyor.

TOPRAK VE ÖZELLİKLERİ

Toprağın fiziksel özellikleri Toprak, kayaların ve organik maddelerin parçalanmasıyla oluşan, sürekli değişim hâlinde olan yerkürenin en üst tabakasıdır. . Mekanik, fiziksel, kimyasal ve biyolojik etmenler sonucu parçalanan kayalar toprağı oluşturur. Toprağın bitki yetiştirecek hâle gelmesi de uzun zaman alır.

TOPRAK

Toprak kumlu, killi ve siltli olmak üzere üç çeşittir. Bunlarda kendi aralarında tanecik ayılarına göre farklı sınıflara ayrılır. Kumlu topraklar, geçirgendir, iyi havalanır, kolay işlenir ancak bitki besin maddelerince fakirdir. Killi topraklar ise geçirgen değildir, iyi havalanmaz, kolay işlenmez ancak besin maddesince zengindir.

TOPRAĞIN YAPISI

(26)

Kum, silt ve kil gibi toprağı oluşturan maddelerin çeşitli şekillerde birleşmeleriyle oluşan parçalara toprak yapısı denir. Toprakta bitkinin yetişebilmesi için, toprak yapısının gözenekli, suyu geçiren, tutabilen ve aşırı su birikmesini önleyecek yapıda olması gerekir. Kumlu topraklar, tek parçalı oldukları için suyu kolaylıkla geçirirler, su tutma kapasiteleri düşüktür. Bu nedenle bitki yetişmesi için elverişli değildirler. Killi topraklarda ise, toprağın suyu geçirmesi yavaştır, köklerin havalanması zordur. Bu topraklarda da bitki yetişmesi güçtür. Toprağın tavrı  Bitki yetiştirmek için toprağın en uygun fiziksel durumuna toprak tavı denir. Toprak tavı toprakların hava ve su kapasitelerinin istenilen düzeyde olmasının bir ölçüsüdür. Bir başka açıdan, toprağın işlenmesi ve bitki yetişmesi açısından en uygun düzeyde su ve hava içeren topraklar tavlı topraklardır.

TOPRAGIN RENGİ

Kolaylıkla tanınabilen bir özellik olup kimyasal ve biyolojik özelliklerle de ilişkilidir. Toprağın rengi, toprak yüzeyinin sıcaklığını etkiler. Siyah ve koyu renkli topraklar güneşten daha fazla ısı absorbe eder. Siyah ve kahverengi topraklar aynı zamanda organik maddenin varlığına işarettir. Açık renkli topraklar sıcak değildir. Kırmızı topraklar iyi derecede okside olmuş serbest demir mineralleri içerir. Toprağın fiziksel yapısı toprağın dokusu  Topraktaki değişik boyutlardaki partiküllerin göreceli oranı yada mineral partikül boyutlarının ölçümüdür. Kum boyutu (2-0,05 mm ) , silt boyutu (50-2 mic.) ve kil boyutu(2-0,01' mic) olarak sınıflandırılır. Toprak doku sınıflaması, dokusal yapıyı tanımlamayı ve fiziksel özellikler üzerindeki etkisini görmeyi sağlar.

Toprağın su tutma ve geçirgenliği, emre amade su miktarı, kütle yoğunluğu, ufalanma ve taşınma eğilimi özellikleri toprak dokusuyla yakından ilgilidir.

Havalanma ve Toprak Verimliliği  Toprakta yaşayan canlılar için toprak havası ve miktarı çok önemlidir. Toprağın iyi havalandırılması toprak verimliliğini artıracak ve iyi ürün alınmasını sağlayacaktır. Normal bitki gelişmesi için toprak havasında %10 oksijen, en fazla %5 karbondioksit bulunmalıdır. Bütün canlıların ortak özelliklerinden biri solunum yapmalarıdır.

Canlılar solunum yaparken oksijen gazı kullanırlar. Bitkilerin toprak üstü kısımları oksijen ihtiyacını atmosferdeki oksijen gazından karşılar. Toprak altı organlar ise sağlayarak bitkilerin beslenmesinde rol alan bir hücreli mikroorganizmaların da pek çoğu oksijenli solunum yapar  Yetersiz havalanma ve oksijen noksanlığında ortaya çıkan zararlar şunlardır:

a) Bitki köklerinde gelişme yavaşlar, bitki gelişimi ve ürün verimi azalır.

b) Bitki besin maddeleri alımı yavaşlar. Bitki kökleri oksijensiz solunum yapmaya başlar. Bu durumda bitkinin besin maddelerini alma gücü zayıflar.

c) Köklerin topraktaki suyu alması azalır. Oksijen bulamayan kökler gelişemez. Bu durumda topraktaki suyu ememezler.

d) Bazı zehirli organik maddeler oluşur. Topraktaki bir hücreli canlılar oksijen eksikliğinde toksin madde çıkarır. Bu maddeler bitkiler için zehir etkisi yapar

(27)

e) Topraktaki azot miktarında azalma meydana gelir. Bu durumda oksijensiz solunum yapan mikroorganizmalar hızlı bir şekilde çoğalır. Azot bağlayan bu bakteriler toprak azotunun azalmasına neden olurlar

f) Toprağın biyolojik yapısı bozulur

Toprağa sıcaklığın etkisi . Dünyamızı ısıtan güneş toprağımızın da sıcaklığını artırır. Güneşten gelen ışınlar yeryüzüne çarptığında bir kısmı toprak tarafından emilir. Bir kısmı ise geri yansır. Koyu renkli topraklar gelen ışınların %80’ ini, açık renkli topraklar %30’ unu tutar. Toprakta tutulan bu enerji toprağın sıcaklığını oluşturur. Toprak sıcaklığı mikroorganizmaların aktivitelerini artırır. Organik maddelerin parçalanmasını sağlar.

Minerilizasyonu artırarak toprak oluşumuna önemli etki yapar. Toprakta sıcaklığın düşmesi ise toprağın donmasına neden olur. Topraktaki yaşamsal faaliyetlerde gerileme görülür.

Toprağa ph etkisi

Tarımsal üretim faaliyetlerinde bitkinin iyi gelişebilmesi, yetiştiği toprağın özellikleri ile ilgilidir. Toprağın fiziksel ve kimyasal özellikleri ile ilişkilidir.

Toprağın fiziksel özelliklerini düzeltmede ve sürekliliğini sağlamada en fazla başvurulan yöntem ise toprağa organik kökenli materyallerin ilavesi olmaktadır. Tarımsal üretimde toprak düzenleyicileri olarak organik ürünlerin kullanımının atıkların kaynak olarak değerlendirilmesindeki stratejinin gelecek için çok önemli olacağını belirtir.

Grafik1: pH değerinin besin elementleri alımına etkisi

(28)

Toprağın pH değeri de verimde önemli bir rol oynamaktadır. Toprağın pH'ı uygun değerde değilse bitki toprakta bulunan besin elementlerini alamayacaktır. Uygun olmayan pH değeri nedeniyle toprağa tutunan elementler bitkiye yarayışlı forma geçemediğinden bitki tarafından alınamayacaktır. Bu sene yaptığımız yaprak tahlili sonuçları da bu görüşü destekler niteliktedir. Örneğin ekimden önce yapılmış toprak tahlili sonucuna göre; toprakta bulunan çinko miktarı yeterli görülmektedir, fakat pH değeri yüksek olduğundan ekilen bitkinin yaprak analizi sonucunda çinko eksikliği görülmektedir. Bu durum çinkoyu yapraktan vermeyi gerektirmektedir. Oysa toprağın pH değeri uygun değerde olsaydı bitki çinkoyu alabilecek ve yapraktan gübreleme yapmaya gerek kalmayacaktı. pH değeri uygun olmayan bu toprağa ne kadar gübre atılsa da bitkinin bu besin elementini almasını sağlamamız mümkün olmayacak, aksine toprak kirliliğine yol açacaktır.

Bu istenmeyen durumla ancak toprağımızın pH'ını düzenlemekle( pH değerini düşürmek için kükürt, Yükseltmek için kireç ile) başa çıkabiliriz. Bu uygulama toprağımızı iyi yönetmek, sonucunda toprağı ihtiyaç olmayan gübre ile kirletmeden verimi yükseltmek için gereklidir.

İnsan var oluşundan günümüze doğada üstünlük kurmaya yönelik arayışlar içine girmiş, bilim ve teknik imkanların yaygın bir şekilde kullanımı ile birlikte doğa sınırsızca kullanılmıştır. Bunun sonucu olarak içinde yaşadığı çevre ile arasında var olması gereken uyumu bozmuştur. Uzun yıllar doğa üzerinde yapmış olduğu tahribi umursamayan insanoğlu, XlX. yüzyılda çevre ile olan ilişkilerinde birçok sorunla karşı karşıya kaldıktan sonra geleceğini güvence altına alabilmek için doğa ile uyum içinde yaşamaya mecbur olduğunu anlamıştır. Çevrenin canlı yaşamını etkileyecek şekilde bozulması bir anda ortaya çıkmamış, zaman içinde birikerek ortaya çıkmıştır. Çünkü doğanın kendini yenileme yeteneği uzun bir süre olumsuz şartları düzeltmiş, ancak kirlilik düzeyinin yenilenme yeteneğinin üzerine çıkması ile çevre bozulmaya başlamıştır. Hava, su ve toprağın kirlenmesi ile birlikte kirlilik unsurları besin zinciri ile çeşitli düzeylerde bitki ve hayvan topluluklarına taşınmış ve onların yaşamlarını tehdit eder bir hal almıştır. Hızlı nüfus artışı, kırsal alandan kentlere göçün artışı ve sanayileşme, kirlenmenin yaygınlaşması ve artmasına neden olmuştur. Diğer taraftan doğal kaynakların sınırlı oluşu ve bunların bir kısmının kirlilik ile önemli ölçüde bozulmuş olması beraberinde artan nüfusun sağlıklı ve yeterli beslenememesi sorununu gündeme getirmiştir. Bu arada toplumların bilinçlenmesi ve gelecek ile ilgili kaygılar çevre sorunlarını ciddi bir şekilde ele alınmasını sağlamış- tır.

2. Çevre İle İlgili Temel Kavramlar Çevre, belli bir yaşam ortamında canlıların yaşamı üzerinde etkili olan fiziksel, kimyasal ve biyotik faktörlerin bütünlüğüdür. Daha kısa bir tanımla organizmaların yaşamı üzerinde etkili olan bütün faktörler onun çevresidir. Bu tanımlarda ortak olan canlı ve cansız

Referanslar

Benzer Belgeler

Let us try at first to make an approach towards the definition of these two linguistic fields: According to “The Dictionary of Oxford on Phraseology and Fables” :

Keywords: Covid-19, Business Intelligence, Predictive Analysis, Power BI, Artificial Intelligence, Machine Learning, Deep Learning, LSTM, ARIMA, TBATS, ANN, Python,

Republic of Iran, Iraq, Kuwait, Saudi Arabia and Venezuela.. They were to become the Founder Members of

Kılcal boru numune olarak verilen maddenin boruya doldurulması için boru açık ucundan madde içine daldırılır. Böylece katı madde kılcal borunun ağız

çöktürücü etkileri sonucu biriken genellikle ince yapılı ve çoğunlukla kolloidal tabiatlı materyalin oluşturduğu düzlüğe. delta

Akarsuların denizlere ulaştığı yerde deniz suyunun akarsuyu frenleyici ve tuzlu sudaki iyonların ince kil zerrelerini çöktürücü etkileri sonucu biriken, genellikle ince

Bu etkileşimler arasında yer alan saçılma ve yansımadan doğan ışık, LİDAR ay- gıtının ikinci kısmı olan alıcı teleskop tarafından algılanır ve ışığın geri gelen

Toplam organik karbon miktarı yönünden Kozluca formasyonuna ait örnekler oldukça düşük değerler verirken Bozbel formasyonuna ait bir örnek orta, diğerleri ise yine