• Sonuç bulunamadı

KLASİK ŞİİRDE ÂŞIKLARI SEVDA RENGİNE BOYAYAN BİR HASTALIK ÇİÇEĞİ: SARI SAFRAN

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KLASİK ŞİİRDE ÂŞIKLARI SEVDA RENGİNE BOYAYAN BİR HASTALIK ÇİÇEĞİ: SARI SAFRAN"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

613 KLASİK ŞİİRDE ÂŞIKLARI SEVDA RENGİNE BOYAYAN

BİR HASTALIK ÇİÇEĞİ: “SARI SAFRAN”

Dr. Öğr. Üyesi Selim GÖK1 Karabük Üniversitesi Özet

Safran, eski tabirle “za‘ferân” görüntüsü, rengi ve kokusuyla meşhur; edebiyat ve sanata ilham kaynağı olmuş nadide bir çiçektir. Çünkü sembolik dünyasıyla klasik şiir geleneği, âşıkları sevgiliye kavuşturmak yerine onları dertli ve marazlı sevdalılar olarak sunmayı tercih etmiştir. Bu nedenle sevgiliden ayrı düşmüş, yemeden içmeden kesilmiş âşıkların yüzleri ve bedenleri de baştan aşağı sararıp solmuştur. Zaten ağır hastalar için kullanılan “sararıp solmak”

tabiri de bahsedilen bu hastalık hâliyle ilgilidir. Klasik şiir geleneğinde safranın sarı rengi, âşığın bu bîtap ve acınası durumunu tarifen bir benzetmelik olarak kullanılmıştır. Bu durum, temelde onun çok etkili ve kalıcı bir renk olmasıyla ilgilidir. Çünkü miktarından binlerce kat fazla sıvı boyayabilen safran, bu özelliği ile bîçare âşıkların bedenlerini saran aşk marazının şiddetli etkisine benzetilmiştir. Ayrıca şekli, kokusu ve yetiştiği ortam nedeniyle de kendine has özellikleri olan bu çiçek, klasik şiirin sevgili-âşık sergüzeştinde yer bulmuştur. Sonuç itibariyle bu çalışmada; aşk hastalığının alâmeti olarak şiirlerde kullanılan safran sarısının misalli bir değerlendirmesi yapılmıştır.

Anahtar Kelimeler: sarı safran, âşık, klasik şiir, hastalık çiçeği, sevda.

In The Classıcal Poetry, Lovers Who Is Painted To Love Colour An Illness Flower: “Yellow Saffron”

Abstract

Saffron, in the old expression za‘ferân is a rare flower that is famous for its appearance, color and smell;

inspired literature and art. Because classical poetry tradition with its the symbolic world has been prefer to offer them as distressed and sickly lovers instead of bring together lovers to beloved. So, the faces and bodies of the lovers who is far apart from the beloved and is stop eating through and through wither up. Already the “wither up” which is used for severe patients, is related to this affection that speak. Yellow color of saffron in classical poetry tradition, it was used as a metaphor to describe this exhausted and pathetic state of minstrel. This case, essentially, is interest in saffron yellow is that a very effective and permanent color. Hence, saffron, which can paint thousands of times more liquid than its amount, is likened to the violently effect of the love sickness that surrounds the bodies of lovers. This flower, which is its own charateristic due to its shape, smell and environment where its grow, hass been found in the beloved-lover escapade of classical poetry. Finally, in this study was made an evaluation of saffron yellow used in poems as an omen of love disease.

Keywords: yellow saffron, lover, classical poetry, illness flower, love.

Giriş

Renklerin farklı sembolik anlamları vardır. Kadim kültürlerden beri genellikle kırmızıya aşk ve öfke, beyaza masumiyet ve temizlik, siyaha matem ve resmiyet, sarıya ayrılık ve iktidar, yeşile ferahlık ve tazelikle ilgili mânâlar yüklenmiştir. Bu nedenle renkler, sözlü ifadenin yeterli olmadığı durumlarda duyguların tercümanı olmuştur. Dolayısıyla bu çalışmanın merkezindeki sarı renkle ilgili bir derleme yapıldığında da şiirlerde “beti benzi atmış âşıkların, sararıp solan hastaların, sararmış yaprakların, sarı çiçeklerin, sarı ışıklarıyla güneşin” ve daha birçok tasvirin kaynağını bulmak mümkündür. Çünkü olumlu mânâları olmakla birlikte sarı renk, Türk kültüründe iktidarın ve hâkimiyetin yanında felaketin, kötülüğün,

1 Karabük Üniversitesi, selimgok@karabuk.edu.tr

(2)

614 hastalığın, yabancılığın, düşmanlığın ve nefretin simgesi olmuştur (Küçük, 2010: 187; Bayat, 1993:

52). Bu simgesellik, toplumun sürekli rağbet ettiği bir anlaşma şekli olarak günümüzde de varlığını korumaktadır. Bu nedenle hayatın hemen her safhasında sarı renge dair bir anlam varyantı ortaya çıkmıştır.

Bunun yanında bu varyantların tespit edilebildiği en önemli göstergelerden biri de renk, şekil ve açılma biçimine göre toplum, sanat, kültür ve edebiyatta “gizli bir dil” (Bayram, 2007: 210) hüviyetine sahip olan çiçeklerdir. Fakat zaman içerisinde kullanım amaçları gelişerek renklerin sembolik vasıflarını üstlenen çiçekler, mecazî mânâları olan birer anlaşma aracı hâline de gelmiştir.

Dolayısıyla yukarıda içtimai hayattaki farklı mânâlarından bahsedilen sarı renk, çiçekler vasıtasıyla yeni bir kullanım alanına sahip olmuş ve bir şiir malzemesi hâline gelmiştir. Bu nedenle bu çalışmanın merkezindeki renk olan “safran sarısı” da şiirlerde âşığın yüz ve bedeninin bir niteleyicisi olarak sıklıkla kullanılmıştır. Çünkü “sembolik bir dili” olan klasik şiirler genellikle “ayrılık temi”

üzerine kurulur. Bu kurguda üç ana karakter vardır: Sevgili, geleneğin zirvesindeki temsili sultandır ve naz makamıdır. Âşık(lar), sultanın ıstırap çeken köle(ler)i; rakip(ler) de sultana çaba harcamadan ulaşan kötü kimselerdir. Bu nedenle “sevgilinin bütün davranışları hükümdarın davranışlarıdır.

Sevmez bir nevi tabii vergi gibi sevilmeyi kabul eder. İsterse iltifat ve lütfeder.” Tanpınar, geleneği ve sevgiliyi bir “saray istiaresi” ile bu şekilde tarif eder (Tanpınar, 2001: 6). Çünkü gelenek, sultanla âşığı kavuşturmama esası üzerine kurularak şairlerin belirlenen sınırlarda kalmalarını ister. Bu yönüyle âşığın çektiği ıstırap, genellikle sevgiliye olan özlemden kaynaklanır. Hatta eskilerin “ince hastalık” olarak tabir ettikleri veremin, genellikle aşk hastalığının hat safhaya ulaşmasından meydana geldiği kabul edilir; aşk yüzünden aklını yitirenlere de “kara sevdalı veya divane” denirdi. Âşıkların bu hâli de ağır hastalara benzetilerek âşıklık alâmeti sayılırdı. Bu alâmetler; âşığın bedeninin bir deri bir kemik kalması, gözlerinin kanlı yaşlar dökmesi, iki büklüm durması, sürekli âh etmesi, geceler boyu uyumaması, saçlarının tarumar ve benzinin sapsarı olması şeklinde kabaca izah edilebilir (Pala, 2004: 37; Kurnaz, 2011: 57-73).

Bir Âşıklık Alâmeti: Safran Rengine Boyanmak

Kültürümüzde zariflerin destarlarına gül iliştirmesi, sıbyanların hocalarına çiçek götürmesi ve hasta dostlara zarif çiçek şişeleri içinde karanfil, gül, zerrin yahut lale göndererek hâl hatır sorulması (Ayvazoğlu, 2010: 131) çiçeklerin sembolik diliyle ilgili gerçekçi tablolar ortaya koymuştur. Bu nedenle bahsedilen “gizli dilin” sahiplerinden bir tanesi olan safran (za‘ferân/نارفعز);

görüntüsü, rengi, şekli ve kokusuyla meşhur olmuş, kadim zamanlardan beri yetiştirilen ve pek çok kullanım alanı bulunan bir çiçektir. Özellikle “eski tıpta çok kullanılır. Kalbe ve vücuda faydalı bir eczadır. Sarı renkli bir bitki olduğu da rivâyet edilen za‘ferânın bulunduğu yere haşeratın gelmediği de söylenir. Ferah ve neşe verici özelliğiyle ön planda olan safran, divan şiirinde rengi dolayısıyla çok anılır” (Pala, 2004: 487). Fakat o, “klasik Türk şiirinde az rastlanan çiçeklerdendir. Diğer çiçeklerin aksine sonbaharda açar ve sarı renk elde etmede kullanılır. Bu yönüyle daha çok (%82.61) âşığın yüzüyle (çehre, sima, beniz, yanak) ilişkilendirilmiştir” (Bayram, 2007: 216). Çünkü klasik

(3)

615 şiirde âşığın yüzü, üzüntüden sararıp solar ve zamanla bu hastalık hâli, aşk hastasının tüm bedenini safran sarısına çevirir. Şiirde aşk alâmeti sayılan bu yüz sarılığı, “çiğdem sarısına dönmek, yaprak gibi sararıp solmak, gitgide solmak” tabirleriyle marazlı bir durumun göstergesi kabul edilmiştir (TDK, Atasözü ve Deyimler).2 Hatta bu durum, hâlk kültürü ve edebiyatında da tüm gerçekliğiyle yaşamaktadır. Muzaffer Sarısözen’in derlediği meşhur Sivas türküsü bahsedilen bu hâlin bir tanığıdır:

Sarardım ben sarardım, Senin için sarardım.

Baş yastıkta göz yolda, Her geçene sorardım.3

Benzer şekilde Garîbî, aşağıdaki beytinde ayrılığın içten dışa tüm vücuda nüfuz ettiğini tasvir eder.

Bu tasvir, şiirlerde safranın suya etkili bir şekilde karış(tırıl)ması teşbihiyle de işlenmiştir. Çünkü ayrılığın derdi git gide hat safhaya ulaştığından onun etkisi de âşığın suretinde her geçen gün daha da belirmektedir.

Bu nedenle “ayrılık” ve “yüz sarılığı” irtibatıyla âşığın ruhî ve fizikî bir portresi çizilmiştir:

Kâr itdi vara vara câna gam-ı firâkın

Tâ döndi reng-i rûyum derdinle zaʿferâna4

(Yusuf Garîbî Divanı, G. 265/2)

Garîbî’nin çizdiği bu portre, Cûşî‘nin beytinde de “safran-yüz” benzerliğiyle sevgilinin merhametsizliğine pekiştirme yapar. Öyle ki safran bile âşığın yüzündeki sarılıktan dolayı ona acımaktadır:

Saru benzüm görüp acır zaʿferân

Gözüm yaşına rahm itmez mi cânân5 (Cûşî Divanı, G. 100/1)

Aynı şekilde “safrana kan katılarak safranın rengini kırmızılaştırma hilesinden bahseden (Ceylan, 2005: 6) aşağıdaki beyit, âşığın yüzündeki sarılığın git gide artması kurgusuyla benzerlik taşımaktadır:

Yüzümde zaʿferânını suvârdı kan ile Gözden egerçi gönüle dolâbı yoh durur6

(Kadı Burhaneddin Divanı, G. 119/4)

Ayrıca yukarıdaki beyitlerde safran sarısı nasıl hastalığın ve marazın bir göstergesiyse yüzün al rengi de sarıya tezat kabul edilerek sıhhatin bir göstergesi sayılmıştır. Hâlk arasında “elma yanaklı/al yanaklı”

tabirlerinin sağlıklı ve gürbüz bir bedenin işaretleri kabul edilmesi de bu sebeptendir. Karamanlı Aynî, gözyaşı sebebiyle âşığın yüz bahçesine diktiği gül ve lalenin yerinde safran çiçeği bittiğini ifade eder.

Dolayısıyla çiçekler nezaretinde yanağa atfedilen kırmızılık, gözyaşı sebebiyle sarıya dönmektedir. Yanağı bir bahçe tasavvuruyla sunan şair, bitkilerin yetişmesi için gerekli olan suyun -yani gözyaşının- âşık için bir hastalık emaresi olduğunu söyler. Bu nedenle beyitte gözyaşına benzetilen suyun hayat bağışlayan ve sıhhat veren özelliğinin aksine sararıp solduran ironik fonksiyonuna da dikkat çekilmektedir. Bu nedenle yanakta

2 TDK, (Online) Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, https://sozluk.gov.tr/, (Erişim Tarihi: 14.09.2019)

3 TRT Nota Arşivi, http://www.trtnotaarsivi.com, (Erişim Tarihi: 14.09.2019)

4 (Ey (sevgili) git gide ayrılığın gamı can(ım)a işledi, öyle ki yüzümün rengi de (bu ayrılıktan) safran(sarısın)a döndü.)

5 (Safran (bile) sarı benzimi görüp bana acır ama sevgili (yine de) gözyaş(lar))ıma merhamet etmez mi?)

6 (Her ne kadar gözden gönle su değirmeni olmasa da safranını yüzümde kanla suladı.)

(4)

616 yetişen safran tasviri, yüzün sararıp solması anlamının yanında çok bol sulandığında çiçeklerin

kurumasına da bir atıftır:

Yüz bagına ne denlü gül ü lâle dikerem

Su verürem bu göz yaş ile zaʿferân biter7 (K. Aynî Divanı, G. 164/5)

Yukarıdaki örneklere benzer şekilde Fazlî’nin Gül ü Bülbül mesnevisinde yanakta gül ve lale yetişmesi hayali, gözyaşı ve kana boyanmak kavramlarıyla işlenmiştir. Bu nedenle mesnevîde farklı çeşitlerine rağmen özellikle kırmızı renkli lale tercihi dikkat çekmektedir. Çünkü lalenin kırmızı olan iç kısmı göze olan benzerliğiyle tercih sebebi olmuştur:

Görürler benzi dönmiş zaʿferâna

Boyanmış lâle gibi çeşmi kana8 (Gül ü Bülbül Mesnevîsi, 15/12) Benzer bir kurgu Hüseyin Baykara Divanı’nda gül müşterekinde sunulmuştur:

Erguvânî ‘ârızın mahcûblugdın yaşurup Za‘ferânî yüz bile eşkimni gül-rîz iyleme9

(Hüseyin Baykara Divanı, G. 161/2)

Bu nedenle Aynî’nin yukarıdaki beytinde (G. 164/5) ifade edilen sıhhat/rahatlık sembolü olan kırmızı çiçekleri -mecazen- yanakta yetiştirmek, sevgiliye özgü bir meziyettir:

Maʿşûk-ı gül-ʿizâr u semen-bûy u serv-kadd

Bâg-ı ruhunda ʿâşıkınun zaʿferân kodı10 (K. Aynî Divanı, G. 469/8 )

Basîrî’de de benzer bir tanığa erişmek mümkündür. Bu nedenle marazlı âşığın gözyaşının dinmesi düşünülemez. Onun yüzü safran yetiştirmeye, sararıp solmuş vaziyette kalmaya ve gelenek dairesinde sarı hâliyle tasvir edilmeye devam edecektir:

Bilürmen çihremün rengin çemende zaʿferân görgec Gözümdin sanuram düşmiş durur her yerde kan görgec11

(Basîrî ve Türkçe Şiirleri, G. 10/1)

Âşığın yukarıda bahsedilen vaziyetini ölüm dahi ortadan kaldıramamaktadır. Emrî’nin aşağıdaki beytinde âşık, aşk derdiyle ölürse mezarının üstündeki toprakta biten otların safran gibi kırmızıya döneceğini ifade etmektedir. Benzer bir tasvir Fehîm-i Kadim Divanı’nda da tespit edilebilir. O, âşığın gam sevinciyle gülerek öldüğünde mezar toprağının çimenlerinden safranın nasip alacağını söyler. Bu nedenle safranın açılmış şekli de âşığın gülümseyen yüzüne bir benzetmelik olarak kullanılmıştır:

Gubâr olsam türâbüm za‘ferân-veş sürh ola Emrî Sirişkümden ten-i zerdi şu denlü boyadum kana12

7 (Yüz bağına pek çok gül ve lale dikerim (ama) bu gözyaşıyla su veririm (gül ve lale yerine) safran biter.)

8 (Benzi safran(sarısın)a dönmüş, gözü de lale gibi kana boyanmış görürler.)

9 (Erguvana benzeyen yanağın utancından saklanıp yüzümü safran sarısı gözyaşımı da gül saçan (kan döken) etme.)

*gül-rîz aynı zamanda meşhur bir lale çeşidinin ismidir.

10 (Gül yanaklı, yasemin kokulu, servi boylu sevgili, âşığının yanağının bağına safran koydu (yanağını sararıp soldurdu.)

11 (Yüzümün rengini çimenlikte safran görünce bilirim, her nerede kan görsem gözümden düşmüş sanırım.)

12 (Emrî, ben ölsem toprağım safran gibi kırmızı olur, (çünkü) gözyaşımdan sarı vücudumu çok fazla kana boyadım.)

(5)

617 (Emrî Divanı, G. 471/5)

Ben ölürsem bu nişât-ı gam ile hande-künân Za‘ferân vâye alur her çemen-i hâkümden13

(Fehîm-i Kadim Divanı, G. 236/6)

Ayrıca âşığın yüzü bağlamında rengiyle ön plana çıkan safran, şekli ve tıbbî özellikleriyle de dikkat çekmektedir. Bu nedenle o, renk ve gülümseme ilgisiyle gül ve laleyle kıyas edilmiştir. Çünkü şairler, çiçeklerin açılmış hâlini “çiçeğin gülümsemesi” olarak yorumlamışlardır. Bu yüzden bahçenin sultanı kabul edilen gül ile safranın kıyaslanması temelde iki sebebe dayanmaktadır. Bunlardan ilki safranın açıldığında gülen bir çehre intibası uyandırması ikincisi de tıbbî olarak mutluluk veren özellikler ihtiva etmesidir. Bu bahiste orijinal benzetmelere rastlamak mümkündür. Nasreddin Hoca benzetmesi bunlardan ilkidir:

Rûy-ı zerdüm piste-i leb-bestesin handân ider

Zaʿferân nevʿ-i nebâtun Hâce Nasrüʾd-dînʾidür14 (Nâbî Divanı, G. 146/8)

Şairlerin safrana taktıkları “gülümseyen çiçek” adı safran tozunun mutluluk verici etkiye sahip olmasıyla da ilgilidir. Talat Onay, Ferheng-i Ziya’dan nakille eskiden İstanbul medreselerinde talebelere haftada iki kere zerde verilmesinin talebenin inşirah duymaları için olduğunu belirtir (Onay, 2009: 497). Dolayısıyla tıbbî bu durum, yukarıda da belirtildiği gibi safranın şeklî özelliğiyle aynı terkipte buluşmuştur:

Bu bâgun ehl-i ʿayşı zaʿferânı hande eyler hep Dehânında anınçün goncanun dendânı ser-keşdür15

(Belîğ Mehmed Emin Divanı, G. 48/2)

Ayrıca Sehî, Hâmî, Helâkî, Cûşî ve Basîrî divanlarında da gül ve lale kıyasını “gülmek, gülümsemek, içi yaralı olmak16, gözü kanlı olmak” kavramları müşterekinde örnekleyen beyitler bulunmaktadır:

Zaʿferân keyfiyyeti var gülde handândur sana Agzın açdı güldi kaldı gonca hayrândur sana17

(Sehî Bey Divanı, G. 12/1) Dehân-ı zahm gibi hande-nâk kan yudunur

Gören küşâde güli zaʿferân kıyâs eyler18 (Hâmî Divanı, G. 12/4)

13 (Ben bu gam sevinciyle gülerek ölürsem toprağımdaki çimenlerden safran çiçeği nasip alır.)

14(Aşk ile sararmış yüzüm sevgilimin çam fıstığına benzeyen kırmızı ağzını açtırır, güldürür; safran bitkilerin Nasreddin Hoca’sıdır.) (Onay, 2009: 497).

15 (Bu bağın eğlence ehli safranı hep güler, onun için goncanın ağzında dişleri dik diktir.)

16 Safran ve yara arasındaki irtibat safranın içindeki kırmızı safran telleri sebebiyle kurulmuştur: Bkz. Resim 1.

17 (Gülde safran keyfiyeti var, o sana hayrandır. Gonca da ağzın açıp güler vaziyette (hayranlıktan) kalakaldı çünkü gonca da sana hayrandır.)

18 (Açılmış gülü gören safran (ile) karşılaştırır çünkü o yaralı (bir) ağız gibi gülerek kan yutkunur.) Resim 1: Safran

Çiçeği

(6)

618 Gülle kıyası yapılan safran özellikle renk bakımından laleyle de karşılaştırılmaktadır. Bu

nedenle yanaktaki sarılığın yani safran bahçesinin, lale bahçesine -yani kırmızıya- dönüşü kanlı gözyaşıyla meydana gelmektedir. Bu durum lalenin iç kısmının kanlı bir göze benzetilmesiyle de ilgilidir:

Kanlu yaşum zerd-i rûyumda olalı âşikâr

Zaʿferân-zâr iken ol oldı zemîn lâle-zâr19 (Cûşî Divanı, G. 45/1)

Çihre-i zerd üzre eşk-i hûn nisâr itsem gerek Zaʿferân-zârını her dem lâle-zâr itsem gerek20

(Basîrî ve Türkçe Şiirleri, G. 38/1)

Vardur egerçi dâg-ı ciger-sûzı lâlenün

Ammâ ki zaʿferân gibi göynüklü âhı yok21 (Helâkî Divanı, G. 85/4)

Değerlendirme ve Sonuç

Klasik şiirde mübalağaya dayalı kurgusallığın neticesinde gerçek dünyadaki hastalar, şiir dünyasındaki marazlı âşıklarla aynı terkipte buluşmuştur. Bu terkip, safran sarısını âşığın alâmet-i farikası hâline getirmiştir. Yüzü hat safhada sararmış bir âşık formunun şekillenmesi de bu kurgusallığın bir sonucudur. Çünkü şairlerin tasvirleriyle sevgili yüceltilirken âşık da aksi tasvirlerle alçaltılmaktadır.

Dolayısıyla şairler, bu tezadı sunarken somut şartlarda etkili bir sarı rengi olan safran çiçeğini hayali bir evrene taşıyarak onun rengini “aşk hastalığının boyası” kabul etmişlerdir. Aynı zamanda, şeklî ve tıbbî özellikleriyle de “sararmış yüz-âşık” irtibatının kurulmuş olması, safranın bir şiir unsuru olarak varyantlarını görmeye imkân tanımıştır. Nihai olarak bu çalışmanın merkezindeki safran rengi, hem toplumda hem de edebiyatta kabul gören özellikleri ve benzetmeleriyle hastaların/âşıkların yüzüne ve yanağına yakıştırılan bir

“hastalık/âşıklık alâmeti” olarak yer bulmuştur.

Kaynakça

Ayvazoğlu, Beşir (2010). Güller Kitabı (Türk Çiçek Kültürü Üzerine Bir Deneme), İstanbul, Kapı Yay.

Basîrî: Kartal Ahmet (2018) Basîrî ve Türkçe Şiirleri, Ankara, Akçağ Yay.

Bayat, Fuzuli (2002). “Oğuz Kağan Destanı Üzerine Yeni Düşünceler”. Türkler. Ed. Hasan Celâl Güzel vd.

C.3. İstanbul: Yeni Türkiye Yay.

Bayram, Yavuz (2007). “Klasik Türk Şiirinde Duyguların Dili: Çiçekler”; Turkish Studies, International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 2/4.

Belîğ Mehmed Emin Divanı: Demirel, H. Gamze (2005). 18. yüzyıl Şairlerinden Belîğ Mehmed Emîn Divanı: İnceleme-Tenkitli Metin-Tahlili, Doktora Tezi, Elazığ, Fırat Üniv. Sosyal Bil. Enst.

Ceylan, Ömür (2005). “Taşranın Altın Çiçeği: Safran”, Osmanlı Tarihi Araştırmaları XXVI, Prof. Dr.

Mehmet Çavuşoğlu’na Armağan II, İstanbul.

19 (Kanlı gözyaşım yüzümün sarısında açığa çıkalı (yüzüm sarı) safran bahçesiyken (kırmızı) lale bahçesine döndü.)

20 (Sarı yüz üstüne kanlı gözyaşı saçmam gerek, safran bahçesini lale bahçesi etmem gerek.)

21 (Her ne kadar lalenin ciğer yakan dağı (yanık yarası) varsa da onun safran gibi gönül yakıcı bir âhı yok.)

(7)

619 Cûşî Divanı: Açıl, Berat (2016). On altıncı Yüzyılın Tanıklarından Cûşî ve Divanı, İstanbul, Atlas Yay.

Emrî Divanı: Saraç, Yekta, Emrî Divanı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. (e- kitap).

Fahîm-i Kadim Divanı: Üzgör, Tahir (1991). Fehîm-i Kadîm Hayatı, Sanatı, Divan’ı ve Metnin Bugünkü Türkçesi, Ankara, AKM Yay.

Gül ü Bülbül: Öztekin, Nezahat (2002). Fazli, Gül ü Bülbül, Ankara, Akademi Kitabevi Yay.

Hâmî Divanı: Yılmaz, Kadri Hüsnü (2011). Hâmî Ahmed (Diyarbekri) Divanı (İnceleme-Metin), Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Gazi Üniv. Sosyal Bilimler Enst.

Helâkî Divanı: Çavuşoğlu, Mehmed (1982). Helâkî-Divan (Tenkidli Basım), İstanbul, İstanbul Üniv. Edeb.

F. Yay.

Hüseyin Baykara Divanı: Yıldırım, Talip (2002). Hüseyin Baykara Divanı (Metin- İnceleme-Dizin), Doktora Tezi, Ankara, Ankara Üniv., Sos. Bil. Enst., Ankara.

Kadı Burhaneddin Divanı: Ergin, Muharrem (1980). Kadı Burhaneddin Divanı, İstanbul, İstanbul Üniv. Edeb. F. Yay.

K. Aynî Divanı: Mermer, Ahmet (1997). Karamanlı Aynî ve Divanı, Ankara, Akçağ Yay.

Kurnaz, Cemal (2011). Divan Edebiyatı ve Türk Kimliği, Ankara, Kurgan Edebiyat Yay.

Küçük, Sâlim (2010). “Eski Türk Kültüründe Renk Kavramı”, Bilig, Yaz Sayısı 54: 185-210 Nâbî Divanı: Bilkan, Ali Fuat (1997). Nâbî Divanı, Ankara, MEB Yay.

Onay, A. Talat (2009). Açıklamalı Divan Şiiri Sözlüğü, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, (Haz. Cemal Kurnaz), İstanbul, H Yay.

Pala, İskender (2004). Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, Ankara, Kapı Yay.

Resim1: Safran Çiçeği: http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/saglik/bitkilerin-kralicesi-safran-40032815 (Erişim Tarihi: 24.09.2019).

Sehî Bey Divanı: Yılmaz, Müslüm (2010). Sehî Bey Divanı (İnceleme-Metin), Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, İstanbul Üniv. Sosyal Bil. Enst.,

Tanpınar, A. Hamdi (2001). 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, (9. Baskı), İstanbul, Çağlayan Kitabevi.

TDK, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü, https://sozluk.gov.tr/, (Erişim Tarihi: 14.09.2019).

TRT, Nota Arşivi,

http://www.trtnotaarsivi.com/thm_detay.php?repno=1822&ad=SARARDIM%20BEN%20SARARDIM, (Erişim Tarihi:

14.09.2019).

Yusuf Garîbî Divanı: Tosun, Erhan (2007). Erbilli Âmâ Yusuf Garibî Efendi Divanı (İnceleme -Tenkitli Metin), Yüksek Lisans Tezi, Sakarya, Sakarya Üniv. Sosyal Bilimler Enst.

Referanslar

Benzer Belgeler

Nalan keke kekik ekle. Nalan

Safran Serap, Kılıç Ahmet, Kılıçarslan Ebru, Ozturk Hamit, Alp Meryem, Aşıkuzun Elif, Öztürk. Özgür

The pathology preparations of patient referred to another center for consultation was reported to be unclassified B-cell lymphoma infiltration having the characteristics of

At population level, CS rates >10% are not associated with reductions in maternal.. and

 as CS rates increase, up to a certain threshold, maternal, neonatal and infant mortality decrease.  above this threshold, the association no longer exists and further increases

 (1) Maternal death reviews, (2) local committees for quality of care (QoC) improvement, and (3) targeted actions to strengthen the skills of health providers (e.g.

Enverî, Divan (Ümmî Divan Şairleri ve Enverî Divanı), Hazırlayanlar: Cemal Kurnaz, Mustafa Tatçı, MEBY, Ankara 2001. Eşbîlî, Ebi’l-Hayr,

Bir Sufi olan Safiye Erol’a göre de, bir devrimci olan Alain Badiou’ya göre de sanat ve mimarlık işte böylesi bir benlik yitimi ile ilişkilidir.. Benliğini yitiren