~T'r-(0tto<m
NECATİ CUMALI VE '
AYLI BIÇAK
■ Yayın dünyamızın “hareket ve bere ketliliği“ yüzünden, yeni çıkan kitapları izle mek ve bir sanatçının ürünlerinin sayılarını saptamak gittikçe güçleşmektedir. Kimi yazar lar, kitaplarının dış kapaklarında yapıtlarının dizelgesiııi verirler. Bunlar, her zaman tam ol madığı gibi, baskı yılları da bildirilmez çoğu kez. Oysa bu tür bilgiler, yazın tarihi bakımından çok önemlidir. Kimi zaman, yazar ve ozanla rın kendi yapıtlarının basım yıllarını bilmedik leri ya da yanlış tarih verdikleri görülmüştür.
Kaynakça yönünden doğan yanıltmaca- lardan biri de, kitap adlarının değiştirilmesi, bir kitaptaki öykülerin ya hepsinin ya da bir bölüğünün daha sonra yayımlanan kitaplara alınmasıdır. Necati Cumalı’da böylesine uygu lamalara çokça rastlanmaktadır. Önceki bir ki tabının sonraki basımlarında değişiklikler ya pılmakta, kimi öyküler eklenmekte, kimi öy küler çıkarılmakta, bir kitabındaki öyküler tü müyle ya da birkaçı alınarak bir başka kitabına aktarılmaktadır.
Bu yazımızda söz konusu edeceğimiz Ay
lı Bıçak'taki' dizelgeye göre, Necati Cumalı’nın
öykü kitaplarının sayısı 7’dir ve adları şöy- ledir: Sıısuz Yaz, Ay Büyürken Uyuyamam,
Yakubun Koyunlun, Kente İnen Kaplanlar, Makedonya 1900, Yalnız Kadın, Aylı Bıçak.
Yazarın verdiği bu dizelge eksiktir, iki kitabının (Değişik Gözle, Revizyonist) adı yok tur. Necati Cumalı’nın öykü kitaplarının ger- 1
1 Necati Cıımalı, Aylı Bıçak, İstanbul, 1981.
çek sayısı 9’dur, basım yılları bakımından şöyle bir sıra izler:
1. Yalnız Kadın (1955).
Kitabın 1970 basımı üç bölümden oluşur. a) Yalnız Kadın.
b) Değişik Gözle (Bu addaki kitabından 8 öyküyü bu cilde de almıştır).
c) Sanatoryum Hikâyeleri (Bu bölümdeki öyküler arasında, Değişik Gözle cildinde çıkan Karşıki Tarla da vardır. Böylece, Değişik
Gözle cildindeki bütün öyküleri, ikinci kez ya
yımlanmış oluyor).*
Kitabın 1975 basımında, bölümler kaldı rılmış, yeni öyküler eklenmiştir.
2. Değişik Gözle (1956).
Bu ciltteki öyküler, Yalnız Kadın'in 1970 basımına olduğu gibi, Kente İnen Kaplanlar'a da alınmıştır.
3. Susuz Yaz (1962).
Bu ilk basımda 8 öykü bulunmaktadır. Kitabın 1968 yılında yapılan ikinci basımında ise, ilk basımdaki 5 öykü görülmemektedir.
4. Ay Büyürken Uyuyamam (1969).
Kitabın birinci basımında bulunmayan iki öykü (Hanım, Uzun bir Gece), 1971 yılın daki ikinci basıya alınmıştır. Bunlardan Uzun Bir Gece, Aylı Bıçak cildine de girmiştir.
5. Makedonya 1900 (1976). 6. Kente İnen Kaplanlar (1976). 7. Yakubun Koyunları (1979). 8. Revizyonist (1979). 9. Aylı Bıçak (1981).
Bu kısa döküm gösteriyor ki, Cumah’nın öykü kitaplarının birkaçında, ilk ve sonraki basımlar birbirinin tıpkısı değildir.
Necati Cumalı, yaşamını sanata adamış kişilerden biridir. Ataç gibi o da “tam bir edebiyat adamı”dır, günün yirmi dört saatin de yalnız yazını düşünür, onu yaşar. Bir göreve bağlı olmadan, yapıtlarının geliri ile yaşamını sürdüren tek sanatçımız odur, sanırım.
Sanat uğruna katlandığı çileleri anlatan bir yazısında, “ 1963'teıı bu yana yazarlıktan
KİTAPLAR 418
başka iş yapmadan yaşıyorum.” diyerek2 sa natla içli dışlı oluşunun öyküsünü özetler.
Cepleri, dergilere dağıtacağı şiirler ve ya zılarla dolu olarak Cağaloğlu Yokuşu’nu tır manmak, basılan kitaplarının “düzeltmelerini yapmak için bodrumlardaki basımevlerine in mek, basımevi işçileriyle çalışmak” , basılan kitaplarını paket paket elinde taşıyarak dağıt mak, sevdiği ve değer verdiği dostlarına imza ladığı kitaplarını “ düğün çağrıları gibi” , kendi eliyle götürüp vermek... Bütün bunlar, bir sanat tutkusunun yönlendirdiği davranışlar değil midir?
Çok yönlü olan Necati Cumalı’nın öykü ye bakış açısı değişiktir. O, gelişigüzelliğin ar dından sürüklenen yazarlardan değildir. Şiir den, romandan, öyküden bekledikleri vardır; beklentileri doğrultusunda yürür, öykünün bir işlevi olduğuna inanır. Bir, soruya verdiği yanıtta şunları söylüyor:
“ Küçük öykünün üstünde durmamız gerektiği kanısındayım.(...) Özellikle bizim gibi geri kalmış toplumlarda şiirin ve küçük öykü nün önemi, besleyici, gelecek kuşakları hazır layıcı niteliklerinden kaynaklanıyor bence. (...) Ayrıca öykünün bir olumlu yönünü daha be lirteyim. Toplumumuzun sorunları, yaşamımız hâlâ işlenmemiş bir birikim olarak durmaktadır. Öyküyle orasından burasından daha çeşnili olarak sorunları kavramak olasılığı var.” Ve ekliyor: “ öykü tutkum benim, hem de en bü yük tutkum. Sevgim şiirden daha az ya da da ha çok değil öyküye karşı.” 3
Öyküye yaklaşımı böyledir CumalPnın. öyküyü sever, önemser, yaşamın bütün yönleri ni yansıtmak ister öykülerinde. Kuşkusuz, ilgisini yoğunlaştırdığı, üzerinde çokça durduğu izlemler vardır. Sevi ve cinsellik bunların başın da gelir.
Romanlarına, öykülerine, şiirlerine, o- yunlarma bakarak onu bir yöre sanatçısı saya bilirsiniz. Urla, doğası ve insanıyla, her şeyi ile, gelip girer onun yaratılarına. Ancak, bunu dar ve sığ anlamda alırsanız yanılırsınız. Urla, * 1
2 Necati Cumalı, “Etiler Mektupları” ,
Varlık, 865, Ekim 1979.
1 Kemal Özer, “Sait Faik Armağanını Necati Cumalı Aldı’’, Cumhuriyet, 14 Mayıs 1977.
evet, yaşantısı, anı birikimi ve gözlemleriyle CumalTnın bütün yapıtlarında odak noktası dır, temel öğedir. Nedir, O, dar alanda sıkışıp kalmaz; yöre, genel'c doğru açılır, sınırlı'yı daha geniş boyutlara ulaştırır.
Cumalı, somut ve hayranlık uyandıran bir örnek verir bize: Küçük bir çevreden sayı sız ürün çıkarma ustalığı. Demek, sanatçı göz lemesini bilince, çevrenin geniş ya da dar ol masının önemi yoktur. Hele bu gözlem gücüne bir de yaşanmışlık ve o yaşanmışlığın sıcaklı ğını taşıyan anılar eklenirse...
Onun ortaya koyduğu ürünler, bize, Necati Cumalı çapında sanatçısını bekleyen ni ce yurt köşeleri bulunduğu gerçeğini acı acı anımsatmaktadır.
Aylı Bıçak, beş öykünün oluşturduğu
bir yapıt. İçindeki öyküler: Aylı Bıçak, Uzun Bir Gece, Aktör, Aksinin Biri, Yenilmeyen. Bunlardan UzUn Bir Gece, daha önce belirt tiğimiz gibi, Ay Büyürken cildinin ikinci bas kısında da vardır. Cumalı, sanki, en güçlü ve çarpıcı olanlarını kitabın başına ve sonuna koy muştur. Ötekiler daha az başarılıdır demek is temiyorum. Aylı Bıçak’la Yenilmeyen, okuru daha derinden etkileyen özellik taşıyorlar, bunun için güçlü ve çarpıcı nitemlerini kulla nıyorum.
Sonuncusundan başlayalım isterseniz. "Yenilmeyen” , bir güreşçi devenin, Tü- lü’nüri öyküsüdür. Urla’nm yetiştirdiği bu deve, yıllar boyu, önüne çıkan türdeşlerini yenerek ün salmıştır Ege bölgesinde. Nif’ten başlayan yengiler zinciri Bergama, Balıkesir, Biga, Sın dırgı, Alaşehir, Salihli’ye dek uzanır; oradan Ankara’ya atlar. Hipodromda düzenlenen deve güreşlerinde, “Birinci gün Urfa’dan, İkinci gün İçel’den gelen iki deve ile eşleşti Tülü. İki güreşi de kazandı. Türkiye’nin baş devesiydi dönüşünde. Günlük gazetelerde değişik fotoğ rafları yayımlanmıştı. Urla’da elden ele do laşıyordu bu gazeteler. Kasabanın adı ile anılıyordu adı. Urla’nın Tülü’sü... Urla bütün Türkiye'de adı bilinen, anılan bir kasabaydı artık onun gücü kuvvetiyle.” (s. 157)
Halkın gözünde güreşçi bir deve olmaktan öte bir anlam taşır Tülü. O, güçlü oluşun, yenilmezliğin bir simgesidir. Halk, Tülü’de, kendi özlemlerinin bir yansımasını, yengiye su samışlığın somut örneğini buluyordu. Onun
KİTAPLAR 119
çevresinde toplanınca, “Bir gize yaklaşır, eller gibi olurlardı. Varlıklarının derinliklerinde yer eden bulanık korkulara karşı bir sığmakta sa nırlardı kendilerini. Yaşayışlarının niçinini, nedenini hiçbir zaman tam anlayamadıkları, açıklığa kavuşturamadıkları akışı önünde, tu tunabilecekleri sağlam bir dal, koruyucu bir güçtü karşılarındaki.(...) Eski dönemlerde, Güney İranlılar, Mezopotamyalılar, Mısırlı ların taşlara, mermerlere işledikleri arslanlar, apis öküzleri, iri kartallar gibi, bir güç, kuvvet tanrısıydı onların gözünde Tülü. Onun gücüne, kuvvetine tanık olarak yaşamakla, ölümlülük ten kurtarıyorlardı kendi silik varlıklarını.” (s. 137) Tülü, ilçe meydanındaki “Çınar gibi, anıt gibi bir simgesiydi.” Urla’nm. Çınarla anı tını “yanında, yenilmezliği, ürküten gücü ile he nüz destanını yaşayan bir devdi Tülü.” (s.138)
Bir devenin çevresinde oluşan öykü, as lında bu ana düşüncenin vurgulanması içindir: Sesini duyuramayanların, güçlerini ortaya ko yamayanların, bir yenilmeyen'de aradıklarını buluşlarının dile getirilişidir. Bir ses, bir yankı dır Tülü, onlar için, dünyaya açılmanın bir da yanağıdır. “Dünyayı saran bunca denizlerden, bir denizin yanında, dünyada çok kişinin varlı ğından bile- haberi olmadığı, orta soy harita larda adı yazılmayan o küçük kasabada ya şayanlar onun gücü ile dünyaya duyuruyorlar dı seslerini, onun ünü ile varlıklarını haber veriyorlardı başkalarına.” (s. 138)
Sonunda ne mi olur? Bu, her iki anlamda da Yenilmeyen'in, ilk ve son kez yenik düşüşü, kahbece bir oyuna kurban gidişidir! Tiilü’nün yenilmezliğine katlanamayan namertler, bil gece, ahırı ateşe verir, bu “Kudret anıtı” nı yakıp kül ederler... Ahırın kapısını kırarak içeri girenler, “Koca Tülü’nün yanmış, kavrulmuş, kömürleşmiş gövdesinden” başka bir şey bu lamazlar...
Kimdi bu canavarlığı yapanlar, kimdi bu katı yürekliler? Bunları soranlara, Tülü'nüıı sahibi Haşan, en keskin, en yalın ve en içe işle- yici yanıtı veriyordu: “Bütün bildiğim, Tülü’yü yenemediler. Azraili çıkardılar karşısına, diyor, susuyordu.” Öykü, bu göz yaşartıcı ve etkili tümcelerle son bulur.
Necati Cumalı bu öyküsüyle, öykücülü ğünün doruklarından sesleniyor. Kurgu, işle me, betimleme, içeriğin yansıtılması, pürüzsüz
bir anlatını, her şey usta bir kalemin ürünü ol duğuna tanıklık ediyor.
Ancak, kanımızca, bir noktada “ teknik" bir yanlışlığa düşüyor: Öykünün başında, Tü lü’nün “ürpertici bir yabanilikle öldürülme sini” önceden haber yeriyor, (s. 134) Okurun bütün dikkatini üzerine topladıktan sonra, ara ya sıkıştırılan bir tümce, hem de “son” u belir leyen tümce, gerilimi birden gevşetebilir, ne olacağını önceden bilen kimi okuyucu, aynı il gi ile öyküyü izlemeyebilir.
Kitaba adını veren “Aylı Bıçak” , Ay
Büyürken Uyuyamam'daki öykülerin koşutunda.
Uzun Bir Gece de öyle. Her ikisinde de cinsel ilişkiler söz konusu.
Necati Cumalı, kadın ve cinsellik sorunları üzerinde en çok duran sanatçılarımızdandır. Onun görüşünce kadtn-içki-kumar üçlemi, “Halk arasında yerleşmiş bir görüşle, insanın iç yüzünü, mayasını açığa vuran üç sağlam öl çü, sayılır. Bu görüşteki kadın sözü, doğa, top lum, töre açılarından, kişinin cinsel tutumu, karşı türle olan ilişkilerindeki tutarlılığı ile eş anlamlıdır."
Necati Cumalı’nın kadın ve cinsellik so runlarına yaklaşımı, bu açıklama doğrultusun dadır. O, insanın bir yönünü, hem de onu ya şama bağlayan en önemli yönünü, aydınlığa kavuşturmak amacıyla kadın ve cinsellik ko nularına eğilmektedir. Kadının, içinde bulun duğu dar çemberi kırarak, sevdiği kişiye yönel mesi, ona yaklaşması, sevgisini kanıtlaması, Cumalı’nm amaçladığı olgulardır. O, cinselliği bir sömürü aracı olarak görmemektedir.
Son yıllarda, kimi öykücü ve romancı larımızın çığırından çıkardıkları cinsel ilişki olgusu, Cumalı’da zorlama çizgisinin uzağında dır. O, kösnül duyguları sömürmekten uzak kal maya özen gösterir. İnsanın derinlerden gelen istekleriyle töre ve geleneklerin çatışmasını sergilemektir yapmak istediği. Dış görünüşleriy le cinselliğin sınırında olan öyküler, bizi duygu alanından düşünce alanına götürür. Birtakım 'gerçekleri vurgular, ama önyargılarla değil.
Olmuş' u, olan' ı olabilecek’i anlatır; düşsel
kurgularla oyalamak istemez okuru. “Aktör” ve “Aksinin Biri” öykülerinde konu alanını değiştirir. İlkinde, çelişkiler için de bunalan bir oyuncunun üzgüsü anlatılır. Sanatın üst basamaklarına çıkmak isteyip de
420 KİTAPLAR bunu başaramayan bir kişinin öyküsüdür bu. Birtakım yalanlar uydurarak, ünlü sanatçı lara kara çalarak öcünü almak ister. Söyledik lerinin hiçbiri doğru değildir. “Evet, yalandı bütün söyledikleri. Gençlere ne söylemişse yalandı. (...) Söylediği yalanların çoğunu ise, Beyoğlu'ııda, Bursa sokağında, karnı yarı aç yarı tok, küçük bir iş beklediği figüranlar kah vesinde kulağına gelen dedikodulardan; ya da küçük bir ücretle katıldığı gezici kumpanyalar da, daha önce gelen oyuncuların, çevrelerinde oturanları önemsemeden yüksek sesle başka oyuncuları çekiştirmelerinden kapmıştı.” (s.83)
“Aksinin Biri”nde ise, bir küçük memurun, orman kolcusu Turhan’ın direncini ve bu di rencin kırılarak yenik düşüşünü izliyoruz. Önce, ormandan kaçak odun keserek “sıkıntı içindeki görevlileri satın alarak, yoksul köylü leri üç beş kuruşla susturarak yurdun yeşil dağlarım böyle birbiri ardından kele” çeviren Sedat Ören karşısında eğilmez, ondan “Aksi nin Biri” damgasını yer ama, ödün vermez, kaçak odun taşımasına engel olmaya çalışır. Ne var ki, dar gelirli bir görevlidir, kıt kanaat geçinmektedir. Sedat Ören, kaçak odunları or mandan taşımasına göz yumması için rüşvet önermektedir. Bir an gelir, Turhan yumuşar, pazarlığa girişirler. Anlaşamazlar. Öykünün bu bölümünde Turhan, onurunda özveride bulu nan kişi durumuna düşer.
Sonra olaylar gelişir; ilişki kurduğu bir kadına, sarhoş olarak gittiği bir gece, olay çı karır, iki ay hapse hüküm giyer, cezası ertelenir. Tutuklu bulunduğu cezaevinden çıkmasına ya kın, Orman Bölge Müdürlüğünden, işine son verildiğini bildiren bir yazı alır. Zaten kararlıy dı, o yazı olmasa bile, devlet kapısında iş gör meyecekti. Çünkü, “çark’Tar öylesine dönmekte idi ki, Turhan gibilerin "dürüst” kalarak alın- larını dimdik tutmaları olanağı yoktu. Çalışa cak, her güçlüğü yenecek; kimseye eyvallah etmeyecekti. “Dünyayı kollarına alsa kaldıra cak güçte duyuyordu kendisini.” Nitekim, cezaevinden çıkar çıkmaz, evine gelir ve eşine ilk sözü “Gidiyoruz!” olur. Gidecekler, o ba takhaneye bir daha dönmeyeceklerdi.
Böylece, kereste tüccarı Sedat Ören’le pazarlığa girişmek zorunda kaldığı sırada onu rundan yitirdiklerinin hepsini geri alır, yeni bir yolun başlangıcında bulur kendini.
Bu öykü, düzenin bir eleştirisidir. Cumalı, öyküsünde, bu eleştiriyi fazlasıyla yapar. Se dat Ören türünden kişiler toplumda söz sahi bi ve etkin oldukça, “o çark böyle döndükçe” , namuslu kalma, namuslu iş görme, kimseye boyun eğmeden geçinme düşünülemezdi. Se dat ören'le savaşıma giren orman kolcusu Turhan’ın başına gelenler, bunun somut ör neği idi.
Cuntalı, sanatı ciddiye alan, önemseyen bir yazardır. Salt “yazmak için yazmak” onun bilmediği şeydir. "Sanatçı içinden gelen bir pat lama ile başlar yazmaya. Yazmak zorunda kal dığı için yazar. Ancak yazmakla rahatlar, bo şalır. Aşk gibi bir şey...” ' der. Birikimin dürtü süyle yazdığından, başarının yolunu bulur.
Önemsediği bir ilke de doğayı ve yaşantı algılama biçimidir. “Yaşamdan başka ne var elimizde?” diye sorar ve açıklar: “Yaşamı yanlış anlamak, yanlış yorumlamak, yaşamdan yanlış bağışlar beklemekle insandır yanılan, in san kendini yaşantın merkezi gibi görürse, kendi dışında kalan yaşamla, doğayla bir uyum sağ laması gerekir yanılmamak için.” 5
Başarıya ulaşmanın gizi, “Doğayı, ya şamı kendine göre değil, kendini doğaya, ya şama göre anlamaya çalışnıa”da saklıdır. “Şu halde yaşamı kendi e^o’su dışında anlaması gerekir insanın öncelikle.”
Cumalı, önerdiklerine uyduğu, doğaya ve yaşama yansız bir açıdan baktığı, benözekçi olmadığı için, yazdıklarında yaşamın sıcaklığı nı bulur, doğa güzelliklerinden duyduğumuz tadı alırız.
Hikmet DİZDAROĞLU
' Oktay Akbal, “ Bir Sanatçının 24 saati
-Necati Cuntalı” , Cumhuriyet, 19 Şubat 1977. 5 Oktay Akbal, a.y.
DÜZELTME
Sami N. Özerdim'in geçen sayımızdaki “ Çok Yönlü Önder” yazısında dipnotları karışmıştır, 1 ve 2 sayılı dipnotlar yer değiş tirecektir. Yazarın yine anılan sayımızdaki "Bir Atatürk Kaynakçası” adlı tanıtma yazısının son tümcesindeki “küçük” sözcüğü de “büyük” olacaktı. Düzeltir, özür dileriz.