Abidin D iñ o'nun anısına
Puslu bir gökyüzü duruyor pencerenin ardında. Belki ya ğ mur yağacak. Bütün sokaklannı yıkayacak Paris'in. Güneş açar mı ardından, pırıl pınl bir güneş, ısıtır mı içimi?
Gözlerini yumdu bir an. Baş ka bir kentteydi, güneşli bir kentte. H er yanda dalbastı erik çiçekleri. Bütün yokuşu kuşat mışlar yukarıdaki düzlüğe dek. Aya Vasili'den Manastırın oraya dek. Erik ağaçları nasıl şaşırtıyor birden, ağaçların gümrahlığı... Yalnız erik ağaçları mı, Manastı rın ardındaki çamlık, yüzüme çarpan tuzlu rüzgâr, baharlı ko kular, baharlı kokulara karışan yosun kokusu, sokağın sessizli ğini bozan gen ç kızlar; erden ormanlar güzelliğinde hepsi de, sonra uzayıp giden dingin d e niz... Nurullah Berkle yavaş ya vaş tırmanıyoruz yokuşu, aklı mızda resimler, yüreğimizde re simler. İçini çekti usulca. Tan- nm, nasıl da özlemişim o kenti, o insanları. Eğer bu illetten kur tulabilirsem oranın resimlerini yapacağım hep. Am a parktaki falcı ne demişti: Bir yıl, bir yıllık ömrün kalmış kızım senin. H ep si bu. Aniante inanmadı, güldü geçti ya, ben inanıyorum. Belki de bir yıldan daha azdır.
Aniante iyice hızlandı ıslan mamak için. Cebindeki son frankla H âle'ye ancak bir tane portakal alabilmişti. Tek bir por takal. Avucunda hırsla sıktı por takalı. O falcı bozuntusu bir yıla kalmadan öleceksin demeseydi, kendini bu kadar yormayacaktı Hâle. Yarım bıraktığı resimleri bitirm ek için geced en güne, günden geceye bu kadar çok di- dinmeyecekti. Onu ilk gördüğü an düştü birden aklına. Mont- pamasse kahvelerinden birinde, ışıklar içinde küçücük bir kadın, buğulu gözleriyle. Aniante ma- salanna oturur oturmaz gülüm- semişti Hâle. Malaparte, onun ressam olduğunu söyleyince el lerine bakmıştı hemen. Uzun, ince parmaklanyla duyan, yaşa yan, anlayan güzelim sanatçı el leri. Biraz titriyorlar mıydı ince
Hâle A saf
Jale Sancak
ince?.. Hâle bir ara tuvalete gi dince, Malaparte, onun kanser olduğunu, Berlin'de bir göğsü nün alındığını söylemişti. H e men sonra, ucuz aşk romanla rında “aşk her şeyin üstünde” denir ya, tuhaf bir biçimde bunu doğrulayan beraberlikleri başla mıştı. O küçümsediği, için için
güldüğü söz gerçekleşmişti.
Hâle'yi tanıdığı gece, çok bunal dığı gecelerden biriydi. Mussoli- ni'nin faşizminden uzaklaşmak için ülkesini terk edip Fransa'ya geçmiş, Paris'te kitaplannı basan ünlü Grasse yayınevi, Mussoli- ni'yi yerin dibine batıran kitabını yazdıktan bir süre sonra Anian- te'yle ilişkisini kesmiş, yazdıkla rını yayınlamaz olmuştu.
Mussolini tarafından vatan haini ilan, edilmiştim çünkü. Her şey değişivermişti bir anda. Ya payalnız, beş parasız kalmıştım. İşte öyle bir zamanda, birdenbi re karışıverdi hayatıma Hâle. İyi- ki de karışmış. Hiçbir kadını böylesine sevmedim ben. Hiçbir kadın bu denli mutlu etmedi b e ni, edem edi. Bunca yoksunlu ğun bunca zorluğun ortasında... Hıçkırmak istedi, portakalı fırla tıp atmak, ayağının altında e z mek, delicesine koşmak sokak larda. Tanrım, neden, niye bu kadar hasta, niçin o? Niçin?
İşte yağmur! Gri gökyüzünü kusuyor, şehri kasvete boğuyor. Yağmuru ne çok severdim ben. Şimdi niye... Camlardan süzülen damlalara baktı uzun uzun. İs tanbul'un yağmuruna ne kadar benziyor. Birdenbire, bardaktan boşanırcasına.. Üstelik o da hü zün getirirdi şehre. Ama yağmu ru sevdiğim günlerdi onlar. Hü zünden kaçm adığım günlerdi.
/ 99 (/
' * 9Kıyı boyunca ıslanmaktan kork madan yürürdük, bir mordan bir m aviden konuşarak. Fikret'le Nurullah önce biraz şaşınr, son ra dayanamayıp onlar da katılır lardı m ırıldandığım şarkılara. Aniante'yle bağıra çağıra söylü yoru z şarkıları iki sevişme ara sında. Başka ne bastırabilir ki açlığımızı?.. Hastanenin tek iyi yanı bu, kamım doyuyor hiç de ğilse. Ya Aniante, yürekli sevgi lim benim, o nasıl dayanıyor, nasıl doyuruyor karnını? Sahi ki rayı nasıl ödeyecek bu ay?
Hem şire N ic o le gülüm seye rek girdi içeri, elin de iğneyle. Yatağa yaklaşıp saçlarım okşadı Hâle'nin. Kırmızı bir gül uzattı. A lıp kokladı Hâle. Her gün çi çek getiriyordu ona Nicole. N e ince kız! Onun bir portresini ya parım belki iyileşirsem. Elinde kırmızı güllerle. H afifçe yana döndü resmi düşlem eye çalışa rak. Sevgili Nicole, ne zaman bi tecek bu iğneler? N ic o le gü le rek, bu gün çok güzelsiniz, de di. Yoksa Aniante mi gelecek? Sonra pişmanlıkla başını salladı. Sahi unuttum, gelm ed iği gün yok değil mi?
Birkaç resmi satılabilseydi... Hiç değilse canının çektiği şey leri alabilirdim. Allah kahretsin! Yazdıklarımı basacak tek bir yer yok! Benito'nun adamları her yanda cirit atıyor. Sözde Pariste- yiz.. Lanet olsun, durmadan kö tüye gidiyor her şey, dunnadan! Savaşın eli kulağında. V e ben bu yağmurda hastaneye dek yü rümek zorundayım m eteliksiz likten. A h Hâle, kırmızı pav- yon 'dan sağ salim çıkabilecek misin canım? D oktor ameliyat diyor, son çare. N oel'de birlikte
odanın bungunluğunu dağıtan tek şey. H âle doğruldu biraz, kucaklaştılar, sımsıkı. Bir süre öyle kaldılar. Bir süre iç içe, tut kulu, hüzünlü, ağlamaklı. Karşı odadaki kadın bağırmaya başla mıştı gene. İçi parçalandı Anian- te'nin. Geri çekildi. Cebinden portakalı çıkarıp Hâle'ye uzattı. Henüz otuz yaşında. Hayatı çıl dırasıya seviyor; boyaları, renk leri, fırçaları, lekeleri, çizgileri... Yeryü zü nde var olan her şeyi demişti bir keresinde. Güçlükle yutkundu Aniante. Hâle porta kalı alıp öptü, usulca, sevgiyle okşadı, göğsüne bastırdı. Neden sonra çekm ecedeki bıçağı istedi Aniante'den. Gene yavaş yavaş, incitmekten çekinircesine soydu portakalı ve dehşetle donup kal dı birdenbire. N e oluyorsun de di Aniante telaşla. Hâle portakalı uzattı. Görüyorsun işte, içi kup kuru, bir damlacık suyu bile yok. Elini acıtırcasına sıktı Ani- ante'nin. Sesi de titriyordu: So num g eld i artık. Bu portakal ölüm habercisi, son işaret.
Beyaz ipekli bir elbise giydir- mişlerdi H âle'ye, süslemişlerdi. Biri, şaşılası kadar gü zel oldu, dedi. Ölüm hiç değiştirm edi onu. Sahi, göğsüne bir haç ko yalım mı?... Kararsızdılar, Anian- te'ye telefon açtılar bu yüzden. O lm az ö yle şey dedi Aniante, Hâle müslümandı. Peki dedi, en yakın dostlan Signori. Nasıl g e rekiyorsa öyle gömeriz. Cenaze, Thiais m ezarlığına doğru yola çıktı. Aniante m ezarlığın kapı sında bekliyordu onları. Hâle ol masaydı nasıl dayanırdı bu sür güne, yokluğa, baskıya, acıya nasıl dayanırdı? A çlığa, korku ya... İşte Hâle'nin cansız bedeni ni taşıyan tabut ağır ağır yaklaşı yordu. N e kaldı geriye, yaşadık larımızdan, Hâle'den? Resimler, renkler, anılar... İyi ki de resim ler, onun bütün ruhunu kattığı, canını, kanını, ölesiye, bütün bunlan kararak yaptığı resimler, belki de onu yarına taşıyacak olan. Birden sarsılarak ağlamaya başladı Aniante. Yıllardır ilk kez ağlıyordu. Cenazeyi ağır, yorgun adımlarla geçirdiler önünden.
Yağmur boşandı. ■
GÖSTERİ 51
olabilecek miyiz? G eçen N o el'i hatırla. Zaten unutulacak gibi değildi ya. Vanue'deki o kulü be, o berbat mahalle.. Hitler'den kaçan Yahudilerin evinde geçir diğim iz o umarsız N oel. G en e de güzeldi. Bütün geceyi içerek v e sevişerek geçirmiştik kucak kucağa. Birbirimizin sıcaklığına sığınarak. Aniante derin bir so luk alıp portakalı göğsüne bas tırdı. Sensiz ne olurum ben Hâle?
Savaş kapıda. Evet, Anian- te'de, Malaparte'de savaş çıka cak diyorlar, Korkunç bir savaş. Herkes ürküntü içinde. Fer- nand'a göre bütün A vaıpayı sa racak. Savaşı gö reb ilecek m i yim?.. Acı bir alayla gülümsedi. Y eter ki yaşanılsın, bunun için savaşı görm eye bile razı oluyor insan. H ayır ama, hayır, savaş çıkmasın. Dayanılm az bir şey bu. Zaten hayatlarımız boyna parçalanıyor. Ah, ah ne olur öl meden önce birkaç resim daha yapabilsem... O çok istediğim, uzun zamandır düşlediğim , en sona bıraktığım resimleri. Saat... saat üç olmuş. Niçin geciktin Aniante? Neredesin?
Akşam, Fernand Leger, Hey- keltraş Zadkine, şair İvan'ın karı sı Claire, Cafe Coupole'da içmiş, savaştan ve Hâle'den konuşmuş lardı gece yarısına dek. Claire, Hâle'nin iradesine şaşıyor, bun ca güçlüğün içinde umudunu yi- tirmeyişine hayranlık duyuyor du. Bir yanda yoksulluk bir yan da hastalık diyordu, ben olsam değil resim yapmak, yataktan dı şarı bir adım atamazdım. Ölüm burunun uçundayken buna al dırmıyordu bile Hâle. Hayır as lında aldırıyor da, gen e de bu korkuya yenilm em ek için tüm gücüyle direniyor benim güzel sevgilim . G ece biterken Fer nand, Hâle'nin resimlerinden birkaçını tanıdığı galericilere gö türmeye karar verdi. Duyunca sevinecek Hâle. Belki Andre'nin atelyesini de yeniden düzenleye
biliriz. Lothe nasılsa orayı
Hâle'ye bıraktı. Ben de piyesimi bitiririm bu arada. Tanrım, hep kötüye gidecek değil ya işler.
İçimde renkler coşuyor,
yağ-50 GÖSTERİ
murun kasvetine rağmen, bütün acıları, ağrıları unutturan renkler. Matisse gib i renk tutkunuyum ben, içim de renkler coşuyor. Kim dayanabilir renklere, renk lerin güzelliğine, çizgiye can ka tan onlar değil mi hep? Anneme, ben ressam olacağım, resim yap mak istiyorum dediğimde ne şa şırmıştı. İçimdeki renkleri, çizgi leri durduramayacaktım. Düşleri, imgeleri... A h anneciğim, kızın ölm eden önce birkaç resim da ha yapabilse.. Ama öyle bitkinim ki! Şu karşı odadaki kadın ne çok bağınyor, ben ba ğırmamak için ne çok sı kıyorum kendimi. Daya nılır acı değil. Aaahhlı, hadi toparlan biraz. A z sonra Aniante gelecek. Böyle görm emeli seni. O buğulu, mavi çamların arasında dolaştığın günü hatırla. O buğulu mavi çamlar, aşağıda yeşile ke sen deniz, gezgin bulutlar çamlığın üstünde. Şakacı bir rüzgâr. Bütün sevdik lerim biraradaydı. A nn e min eşarbı uçunca omuz larına dökülen uzun siyah saçları... Leyla'nın bal ren gi gözlerindeki sevinç pı rıltıları. Suat hepim izden coşkulu... Ağaçların altın da elele döndükçe etekle rimiz havalanıyor, gülüyo ruz, daha hızlanıyoruz, uçarcasına... Hay Allah, nereden de aklıma geldi şimdi. İnsan ölüm e yak laştıkça geçmişi daha sık hatırlarmış, Öyle derler. Kaç kez rüyama girdi; Su at, Leyla, ben, bir de A d nan elele dönüyoruz ko ruda. Deliler gibi gülüyo ruz. A nnem le eniştem, yeter düşeceksiniz, diye bağırıyorlar. Düşmüyoruz, ö y le gülerken gülerken, elele havalanıyoruz ansı
zın gökyüzü ne doğru.
Bulutlara doğru. Lekesiz bir gökyüzünde, bir bulu tun üstüne binmiş uzakla ra doğru akıyor Suat... Çağırıyorum onu vargü- ciimle, sesleniyorum ama
duymuyor beni, bakmıyor, işit miyor. N e çok ağlamıştım uya nınca.
Paris keyifsiz, cafe'ler sönük, insanların yüzlerinde derin bir umarsızlık...Nereye sürükleniyo ruz?... Yağm ur diner gibi oldu. Bulutlar aralandı biraz. Açlıktan sarhoş gibiyim . Hâle yanımda olsaydı sevişirdik, unuturduk her şeyi. Bu gece Malaparte'da kalırım, eve dönmem. Yoksa ke dili Madam, kira diye dikiliverir karşıma. Evden atılmamız an
meselesi. Ufff, öyle bunalıyorum ki...Ama H âle'ye sezdirmem eli- yim, anlamamak. Herşey çok iyi gidiyormuşçasına..; Anlamayaca ğını sanmak budalalık. H ele ben, bu suratı söküp atmadık ça...En iyisi atelyeyi dü zen le mekten, resimlerin satılma umu du olduğundan konuşmak, bir sergi açabileceğinden, sevgili dostumuz Jean'ın ona istediği kadar m alzem e vereceğin d en söz etm ek...Ağır dem ir kapıyı güçlükle iterek içeriye gireli.
Kimsecikler yoktu, sessizdi has tane. Birkaç telaşlı hemşire, hepsi o. Yavaş yavaş çıkmaya başladı m erdivenleri, onulm az bir yorgunlukla.
İşte oradayadı Hâlecik, yata ğında, solgun, kıpırtısız. Uyuyor mu, gözlerin i kapatmış...Her gün biraz daha küçülüyor sanki. Her gün biraz daha...Aniante'nin geld iğin i sezm işçesine kapıya doğru dönüp gülümsedi. Ağrısı dinmiş olm alı şimdilik. N icole kırmızı bir gül daha getirmiş;
I
E