TÜRKİYE'DE ESKİ ESER KAÇAKÇILIĞI,
TAHRİBATI VE KORUNMASI"
SEMPOZYUMU II
(3-6 Aralık 1991)
TÜRKİYE'DE ESKİ ESER KAÇAKÇILIĞI,
TAHRİBATI VE KORUNMASI SEMPOZYUMU
DTCF Dekanı Prof. Dr. Rüçhan Arık'ın
Konuşma Metni
Gönlümüzün istediği düzeyde bir ağırlama bile olmayacağını bildiği miz halde, Türkiye'nin hemen her yanından, hatta Türkiye dışından çok çeşitli uğraşlardan ve çevrelerden çıkıp gelerek bu sempozyuma onur ve güç kattınız! B unun için şükranlarımızı sunar, hepinizi saygı ve sevgi ile selamlarız.
Türkiye'nin tarihi mirasını kurtarma, koruma, değerlendirme konula rını, sorunların tanımından, politikaların tasarlanmasına kadar geniş bir kapsamla, bilim kurumumuz A.Ü. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi çatısı altında, ama her kesimin elbirliği ile ele almayı amaçlayan ilk sempozyu mumuz, bildiğiniz gibi çok ilgi gördü ve benimsendi.
Yani siz, bürokratlar, müzeciler, bilim insanları, akademisyenler, ba sın mensupları Bizim bu girişimimizi, bu sunuşumuzu benimsedi niz; kamu oyuna mal ettiniz.
Böylece bu toplantının, davamızın kaderine ışık tutmak, el koymak iradesini taşıyan aydın ve uzmanların forumu halinde kurumlaşması yo lunda hepimiz birbirimizi yüreklendirmiş olduk; ve II.ci sempozyumu dü zenledik.
Yine ortaya, aslında sizlerin eseri olan, zengin bir program çıktı. Yi ne Türkiye'nin ve insanlığın bu önemli davasını, mesleğimiz ve ülkemiz açısından irdeleyeceğiz.
Dertlere tanı ve iyileştirme yolları getirmeğe çalışacağız; topluma ve yöneticilere çağrılar, öneriler yönelteceğiz.
I. Sempozyum sonunda gönül ve görüş birliği ile varılan sonuçlan, hem bir bildiri; hem de özdeyişler, ya da sloganlar niteliğinde kamu oyu na ve pek çok resmi çevreye iletmiştik.
220 RÜÇHAN ARIK
Tüm sunuşları bir arada DTCF dergisinde yayınladık. Fakat bizim gücümüz dışında kalan nedenlerle, ne yazık ki iyi bir basım olamadı. Bu nun için özürlerimi iletmek isterim.
Şu sıralarda Türkiye yeni ve umut veren bir yapılanmaya girmiş bu lunmaktadır.
Sempozyumumuzda yer alan her bildirinin, kültür politikamıza tar tışma ortamı ve yeni bakış açısı getireceği, eğitici nitelikte olacağı kanı sındayız. Tüm bu çabalar insan ve toplum içindir. Kültür Bakanlığı, Tu rizm Bakanlığı, Çevre Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü gibi sorumlu ve yetkili kurumlarımızın, bu çabalarımıza ve görüşlerimize il giyle sahip çıkacağına, sorunlara getirdiğimiz tanı ve çözüm yollarım akılcı biçimde değerlendireceğine inanmak istiyoruz.
İlk sempozyumumuzdan bu yana, sorumlu ve yetkili kurumlarımız eski eser korumak, kurtarmak konularında yararlı işler yaptı. Sorunlara daha etkin çözümler aramayı sürdürdü. Bunları iletişim organlarında izle mekteyiz.
Ama kaygı verici gelişmelere de tanık olmaktayız. Bunlardan birine kişisel görüşümü bildirerek değineceğim.
Bizimle aynı saflarda, hatta öncülerimiz olarak kamu oyuna seslen miş kimi büyüklerimiz "İnsan mülk edinemediği, evine alıp sevemediği varlıklara pek sahip çıkmaz, bu konulara ilgi göstermez. Eğer davamızın paylaşılmasını istiyorsak, insanların kültürel varlıkları alabilmesine, ko leksiyon yapabilmesine bir ölçüde olanak vermeliyiz", demişlerdir.
Ama bu ölçü ne olacak? Kim belirleyecek?
Bir kolleksiyon hem bir çok eserin derlenip korunmasına, hem de propagandamızın dünyaya yayılmasına yardım etmiş olabilir. Ama kol-leksiyonculuk hep bu sonucu mu veriyor?
Bu iş için girişilen eylemlerin zarara yol açtığı da olmuyor mu? Bu alanda denge nasıl kurulacak?
Soruların karşılığı bulunmadan bir müzayede furyası ile karşılaştık. Kimileri bu müzayedelerin eserlerin kaçırılmasına engel olduğunu, çeşitli yerli kolleksiyoncular tarafından satın alınıp sergilenerek korundu ğunu belirtmekte ve bu düşünce bir dereceye kadar akla yakın görünmek tedir.
Ancak acaba bu tavır ülkemizdeki kaçak kazılara destek vermiyor-mu?
TÜRKİYE'DE ESKİ ESER KAÇAKÇILIĞI, TAHRİBATI VE KORUNMASI 221
Daha ileri gidilerek varlıklarımızı korumakla yükümlü yetkililerden de bir "ESKİ ESERLER BORSASI" kurma önerisi bile gelmiştir.
Antik çağlara ve uygarlıklara ait varlıklarımızın kesin olarak bu kap samın dışında bırakıldığına seviniyor, destekliyoruz.
Oysa başta Osmanlı olmak üzere Bizans ve Selçuklu dönemleri gibi Orta çağa ait varlıklarımız üzerindeki sınırlamaları gevşeten ve giderek daha da başı boş bırakmağa varacağından korkulan bir yaklaşım belirdi.
Acaba antik çağın varlıkları arkeolojik çalışmalarla toprak altından çıkarılıyor; Orta çağ varlıkları ise evde "ata yadigarı" nitelemesiyle isten diği gibi tasarruf edilecek bir mal olarak bulunuyor diye mi düşünülüyor.
Ama bugün yapılan kazılarda Bizans, Selçuklu ve Osmanlı gibi orta çağ eserleri de çıkıyor.
Bakanlar kurulu kararı ve onayı ile, bu eserlerin çıkarılacağı kazılara devlet ruhsat ve ödenek veriyor komiser tayin ediyor, her çağa ait bulun tular için müzeye teslimde gecikme olmasın diye kazı başkanlıklarını uyarıyor;
Öte yandan Orta çağ varlıkları müzayedelere çıkıyor; falanca artır mada şu Bizans, Selçuklu, Osmanlı eserleri yer alacak diye ilânlar, rek lamlar veriliyor.
Sözün kısası şunu vurgulamak istiyorum:
Burada üzerine eğileceğimiz alanda vatandaş da, devlet de ne yap mak istediğine bilinçli bir karar vermiş görünmüyor
Bu yüzden, bu sempozyumun, dertleri, sorunları, örneklerini saymak yanında; tüm kültürel varlıklarımızı koruma, eğitim, restorasyon dahil her hususta ilke, görüş, hatta politika üretip önermesi gerekiyor.
Ben ayrıca bir bildiri sunmayacağım, ancak konularımızdan tahribat ve ilgisizlik için çarpıcı bir örneği kısaca dikkatinize sunarak bu hakkımı kullanmış olmak ve sözlerimi bitirmek istiyorum.