• Sonuç bulunamadı

Başlık: EĞİTİMİN SOSYAL TEMELLERİ VE EĞİTİMDE VERİMLİLİK MESELESİYazar(lar):NİRUN, Nihat Cilt: 9 Sayı: 0 Sayfa: 159-206 DOI: 10.1501/Felsbol_0000000090 Yayın Tarihi: 1971 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: EĞİTİMİN SOSYAL TEMELLERİ VE EĞİTİMDE VERİMLİLİK MESELESİYazar(lar):NİRUN, Nihat Cilt: 9 Sayı: 0 Sayfa: 159-206 DOI: 10.1501/Felsbol_0000000090 Yayın Tarihi: 1971 PDF"

Copied!
48
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

V E R İ M L İ L İ K M E S E L E S İ

Doç. Dr. Nihat NİRUN

I

Fert olarak belirli bir kültür kalıbı içine doğan insan, ferdiyet farklarına göre, kültür muhtevasına bağlı bir tarzda meydana gelmiş bulunan çeşitli sosyal gruplara katılma şansını elde eder. Her ne şekilde olursa olsun, insan mutlaka bir aile grubuna, daha sonra bazı oyun gruplarına ve ondan sonra da meslekî gruplarına katılmak zorunda olur. Aile, oyun ve meslek grupları sırasiyle resmî olmayan yollarla ve dolaylı bir tarzda ferdi eğiten en önemli sosyal bünyelerdir. Her fert gerek fizikî ve gerek ruhî yapısına göre ancak belli birtakım sosyal gruplara katılma imkânına sahip olabilir. Katılmış olduğu sosyal grupların bünyelerine tâbi olarak belli bir takım davranışlar kazanan fert, yine bu grupların ona sağlayabildiği imkânlar nisbetinde bir takım sosyal rollere ve sosyal statülere sahip olma şansını kazanmış olur.

Bir şahsın sosyal pozisyonu, onun davranış ve sosyal hak noktalarını kapsayan iki kısımdan meydana gelir. Davranış sosyal bir vaziyet alıştır (attitude). Vaziyet alış (attitude) insanın kendi tabiatına, yani tabiî yaradılı­ şına, bir başka deyimle, o insanın kendi tabiatına has olan ve doğuşuyla bir­ likte getirdiği özelliklerine, mizacına daha yakın olan bir tavırdır. Gerek mizaç ve gerek özel beden yapısı, her ikisi birlikte bir insana belirli vaziyet alışları kazanmasında hizmet ederler ve kazanılan vaziyet alışları kolayca tekrarla-yabilmesinde o insana hizmet ederler. Bu vaziyet alışların sosyalleşmesi, sos­ yal karakter kazanması haline davranış (behavior) deriz. Vaziyet alış ferdi yapıya bağlı ise, davranış da şahsî yapıya dayalıdır. İşte bu anlamda, sosyal pozisyon, bir tarafdan davranışa diğer tarafdan da sosyal hakka dayanmak­ tadır. H a k ise, hukukî bir kavramdır. "Şahıs hakka sahiptir. Haklar şahıslar için vardır ve sahibi olmayan bir hakkın mevcut olabileceği yolundaki düşün­ ceye artık yer kalmamıştır. Hususî hukukta sahipsiz şey olabilir, fakat sahip­ siz hak olamaz.

(2)

Şahıs, haklardan faydalanabilen, hak sahibi olabilen varlık demektir. Bu, herşeyden önce insan varlığıdır. Bugünkü hukukumuza göre herkes hak­ lardan faydalanabildiği için, her insan bir "şahıs"tır.

Burada şahıs maddî değil, hukukî bir mefhum olarak ele alınmaktadır. Zira medenî hukuka göre şahıslar sadece insanlardan ibaret değildir; hukuk kaidelerinin gösterdiği şekle uygun olarak meydana gelen insan toplulukları veya mal toplulukları da şahıs sayılabilirler; yani bu gibi topluluklar, kendi­ lerini meydana getiren insanlardan veya mallardan müstakil olarak, hak ik­ tisap edebildikleri gibi, borç altına da girebilirler.

İşte bu sebeptendir ki, yalnız bizde değil, bütün medenî memleketlerde, şahıslar hakikî ve hükmî olmak üzere ikiye ayrılmakta, insanlara hakikî şahıs; başlı başına bir varlığı olan, kendine mahsus hak sahibi olabilen topluluklara da hükmî şahıs denilmektedir1". "Yani hukukî anlamda bir şahıs sayılmak ve

haklardan istifade ehliyetini haiz olmak için insan doğmuş olmak kâfidir2".

Hukuken şahsiyetin başlangıcı ve sonu doğum ve ölüm olaylariyle sınırlan­ dırılmış bulunmaktadır. Türk Kanunu Medenisi, 27 nci maddesinde - Şahsiyet, çocuğun sağ olarak tamamiyle doğduğu andan başlar ve ölüm ile nihayet bulur - demektedir ki, bu ifade ile sosyolojideki gerek şahıs ve gerek şahsiyet mefhumları t a m anlamlarını kazanamamaktadırlar.

Sosyoloji'de insan fert olarak doğar ve sosyal statüleri ile düşünüldüğünde şahıs olur. Biz insanlar dünyaya fertler olarak geliriz. Bizler, statüleri kazanır ve şahıslar oluruz. Sosyal statü, cemiyet içindeki bir pozisyon anlamına gelir3.

Demek oluyor ki, şahıs denince cemiyet içinde insanın daha doğrusu ferdin işgal ettiği mevki de kastedilmektedir.

Her fert, kendi ferdiyet farklarına göre diğer fertlerden ayrılmaktadır ki, insan da ferdiyet farklarına göre de çeşitli sosyal gruplara katılabilmekte ve bu gruplar sayesinde bir takım sosyal statüler kazanabilmektedir. Farklı sosyal gruplar farklı sosyal statüleri taşımakta olduğundan buradan şahıslar da farklı sosyal statülere ve h a t t a ayni grup içinde bile farklı statülere sahip olabilmektedir. Farklı statüleri sayesinde de şahıs şahsiyete kavuşmaktadır. Fert, mizacına bağlı olarak içinde bulunduğu sosyal grupların kendisine

ka-1 Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Türk Medenî Hukuku, Cilt: ka-1, -Başlangıç ve Şahsın Hukuku-İstanbul- 1951, s. 49.

2 İbid., s. 57.

3 Robert E. Park ve Ernest W. Burgess, Introduction to the Science of Sociology, London-1969, s. 55.

(3)

zandırdığı davranışları ile birlikte karakterini geliştirmekte ve karakterinin etkisi altında ortaya koyduğu sosyal rolleri ile de şahsiyetini belirlemektedir4.

O halde, sosyal statüler ve sosyal pozisyonlar sosyal organizasyonun kısımlarıdır. Şahısların sosyal pozisyonları onların dinamik sosyal rollerine ve sosyal statüleri ise toplum içindeki diğer sosyal statülere göre işgal ettikleri yerlere yani mevkilere bağlıdırlar. Böylece her sosyal pozisyon bir sosyal sta­ tüyü aksettirmektedir. Toplum, organize olmuş statüler bileşimi olarak görül­ mektedir. Bir statü ancak diğer bir ya da birden fazla statüler ile mevkiini kazanmış olur. Meselâ, öğretmenlik statüsünün olabilmesi için öğrencilik statüsünün olması gerektiği gibi. Ayni zamanda statüler bağlı bulundukları sosyal grupların taşıdıkları normları tayin ederler. Bu durumda, statüler şa­ hısların haklarını, vazifelerini ve davranışlarını tayin etmiş oluyorlar. Eğer, bunlar varlıklarını bir sosyal ortamda kabul ettirebilirlerse ve diğer statülerin hakları, vazifeleri ve davranışları ile birlikte bulunabiliyorlarsa (ayni grup içinde) geçerli bir durum almış oluyorlar demektir.

Sosyal statüler üzerinde yapılmış olan en mühim tasnif doğuştan kaza­ nılmış ve sonradan kazanılmış statüler olarak yapılan ikili ayırımdır. Doğuştan kazanılmış olan statüler (ascribed status) yaş ve cins statüleridir ki, insanlar bunları kazanabilmek için bir ceht, bir gayret sarfetmek zorunda değildirler. Diğerleri ise, yani sonradan kazanılan statüler (achieved status) kazanılabil-meleri için gayret sarfedilmesini icabettirirler. İnsanın bunları kazanabilmesi için çalışması, gayret sarfetmesi gerekmektedir. Meselâ, kazanılan her türlü meslek statüleri gibi. Birincilerin elde edilmesi insanın arzusuna bağlı olmadığı halde ikincilerin elde edilmesi insanın arzusuna ve gayretine, bir takım gös­ tereceği çabalarına bağlıdır. Şu halde, dünyaya gelen insan, sosyolojik açıdan, fert olarak doğar ve doğumu ile birlikte hiç bir gayret sarfetmeden kazanmış olduğu bazı statüleri vardır ki, bu statüleri ile birlikte düşünülünce şahıs olma vasfını kazanmış olur. O insan, sonradan sarfedeceği gayretleriyle kazanacağı statülerine göre de şahsiyet olma keyfiyetini göstermiş oluyor. Bu noktada artık o şahsiyetin karakteri söz konusudur ki, bu da onun sosyal rollerine bağlı bir keyfiyettir. Bir şahsın statü yapısı ile rol yapısı âdeta özdeştir. Çünkü bir şahsın görünüş açısından rolleri, işgal ettiği mevki açısından da statüleri söz konusu olur. Rol kavramı her zaman için statü kavramı ile ilişki halindedir. Rol, bir statünün normlarını yerine getirmek için gerekli olan sosyal davranış şekilleridir. Sosyal statü bir boş kalıp ise sosyal rol o kalıbın içini dolduran

4 Nihat Nirun, Sistematik Sosyoloji Yönünden Sosyal Dinamik Bünye Analizi, Ankara-1969, s. 67.

(4)

dinamik bir davranış şeklidir. Statü statik ise rol dinamiktir. Yani rol şahsi­ yetin hakikî davranışının görüntüsüdür. Meselâ, ayni statülere sahip bulunan şahıslar eşit derecede ve ayni ehemmiyet derecesinde sosyal rollerini oynaya-mıyabilirler. Aristo'nun dediği gibi, efendi var efendicik var5. Görülüyor ki

roller çeşitli normlara bağlıdırlar. Roller, statülerine göre normlarının ileri sürdükleri hususları yerine getirebildikleri müddetçe olumlu olurlar. Aksi halde istenmiyen roller olma durumuna düşerler. Ayni zamanda şahıs rollerinin kuvvet derecesine ve aktif olma kudretine, tesir etme derecesine göre de şahsiyetinin kuvvetini ortaya koymuş oluyor. Statülerde ise böyle bir şey bahis konusu değildir. Yani ayni mahiyette ya da eşdeğer durumda olan iki statü arasında kuvvet farkını belirten derecelenme durumu söz konu­ su olamaz. Meselâ, lise derecesinde iki adet matematik öğretmenliği statüleri arasında derece farkı söz konusu olamaz. Ancak bu iki statüyü işgal etmekte olan iki ayrı matematik öğretmeni arasında şahsiyet ve öğretim derecesi farkı görülebilir. Bu derece farkları da sosyal prestij sağlamaya yardımcı olurlar.

Anlaşılıyor ki, kültür kalıbının bir takım grupları vardır; ve bu gruplar da şahıslara bir takım statüler ve dolayısiyle şahsiyet kazandırmaktadır. Aile grubu, oyun grubu ve iş grubu şahsiyet üzerinde etkisi olan üç ehemmi­ yetli grup olmakla beraber, bunlardan oyun grubunun çocuğa statü kazan­ dırma gibi bir rolü yoktur. Ancak aile ve iş grupları şahsa statü kazandıran birimlerdir.

Belirli bir kültür çevresi içinde âdetlerin, örflerin, görenek ve geleneklerin belli kalıpları fertlerin sosyal ilişkilerini düzenledikleri bilinmektedir. Kültür birliği içinde lisan birliği, sosyal birlik, ahlâkî birlik, bediî birlik, hukukî birlik vs. ile belirli kültür merkezi içindeki insanlar etkilenmekte ve bunlar belirli zihniyet, dünya görüşü ve hayat tarzı kazanmaktadırlar. Bu sayede fertlerin ana hatlariyle belirli şahsiyet kalıplarına sokulmuş oldukları görülmektedir. Ziraî el işçiliğine dayalı sosyal hayat düzeninde ihtiyaçlar daha sade, sosyal gruplar daha küçük ve ferdi etkileme sistemleri de o derecede az form ve muh­ tevaya sahip bulunmaktadır. H a t t a daha ilkel ziraî sistemlerde bir kapalılık tarzı hâkim idi. Tabiatiyle, bu gibi topluluklarda sosyal ilişkiler de son derece sade ve basit formlar içinde cereyan etmekte idi. Ziraî el işçiliğine dayak sos­ yal hayat düzeninin sade ihtiyaçları arasında yetişen insanın şahsiyet tam-laşması da sosyal ilişkilerinin sade ve az muhtevak biçimleri içinde teşekkül etmektedir. Ziraî sistemlere dayak sosyal hayat alanında daha ziyade

(5)

lerin hakim olduğu görülmektedir. Sosyo-kültür çevre muhtevası da bu esasta teşekkül etmektedir.

İnsan sosyal-kültürel çevresinin yardımı ile sosyal hayat alanındaki faali­ yetlerini devam ettirmesini bilmiştir. Her toplum, kendi özel kültür çevresini ve dolayısiyle sosyo-kültür çevresinin özel şartlarını yaratır ve geliştirir. Sosyo-kültür çevre sıkıca bağlı bulunduğu tabiî çevrenin izlerini taşır ve elemanları­ nın muhtevasını ona göre meydana getirmiş olur. Daha çok tabiî çevrenin tesiri altında kalan sosyal hayat alanı olayları sosyo-kültür çevrenin kontrolü altında ahenkleşir. Çeşitli sosyal davranışlar kültür muhtevasının elemanla­ rına göre kalıplara bürünmüş, standardize edilmiş olurlar ki, bu ahenkleştirme ameliyeleri sosyo-kültür çevrede cereyan eder. Sosyo-kültür çevrenin sosyal grupları içinde davranışlar anlam kazanırlar. Sosyo-kültür çevrenin başlıca elemanları olan âdetler, örfler, görenekler, gelenekler ve müesseseler sosyal gruplara dahil olan fertleri belli biçimlere sokmaktadırlar. Sosyo-kültür çevre elemanları, bu arada toplumsal hareketleri de tanzim etmiş oluyorlar. Bu ele­ manlar da kendi aralarında ahenkleşmiş bir durumda bulunmaktadırlar. "Sosyo-kültür çevresinin elemanlarının üç yönü karşımıza çıkmaktadır. Bir sosyal olayın özelliğine bağlı olarak beliren, belirli zaman ve mekâna göre bir defaya mahsus olarak cereyan eden olaysal nitelikteki sosyo-kültür elemanları vardır ki, bunlar bu çevrenin canlı malzemesini teşkil ederler. Gözlenmesi kolay objeler olarak çevrede yerlerini belirlerler. İlk bakışta bütün bu olaysal nitelikteki sosyo-kültür elemanları, canlılık, hareketlilik hallerinin içinde son derece karmaşık, birbirine karışmış haller olarak görülmektedirler. Fakat bu ikinci yön dikkatle incelenince elemanların üçüncü yönü kolayca görülmüş olacaktır. Elemanlar, kültür çevresi içindeki ahenge ayak uydurarak sosyo-kültür çevrede kalıplaşmış örnekler halinde birbirlerinden kolayca ayıklana­ bilecek durum alırlar. Birinciler ile kültürel tasvirler yapmak, edebî eserler vücuda getirmek mümkün olacaktır. Üçüncülerle de sosyo-kültürel çevrenin kontrolu yapılabilmektedir. İkinci yönleri ile de bir kültür kompleksinin var­ lığından söz edilmesi gerekmektedir.6"

Kültür, insanları kendi çevrelerine uydurarak, ferdî ve sosyal ihtiyaç­ larını gidererek sosyal gruplar halinde birarada yaşamalarına hizmet eder. Bu arada, o toplumun birlikte kalması için önemli bir fonksiyonu yerine ge­ tirmiş olur. Diğer bir yandan da grup içi davranış örnekleri teşekkül eder. Tabiî çevrenin coğrafi şartları ile yüz yüze gelmiş bulunan fertlerin ona uymak,

(6)

tabiattan yararlanmak çabası ile hayatlarını devam ettirebilmeleri için ortaya koydukları ve aralarındaki sosyal ilişkileri bu şartlara göre düzenleyen kaide­ lere, âdetlere rastlıyoruz ki, bu âdetler ilk elden fizikî tabiat ile insanî tabiatın sıkı ilişkisinden doğan ve sosyal hayat alanında beliren sosyal davranışları düzenleyen bir karakter kazanmış oluyorlar. Böylece, bunlar sosyal tabiatın esaslı unsurları oluyorlar. Fert bu sosyal tabiatın kontrolu altında davranış­ larını tekrarlayarak bir takım alışkanlıklar da kazanmaya başlar. Ferdin bu davranışları onun duygu ve düşünce alemiyle birlikte bir bütünlük meydana getirmiş olur. Âdetler temsil ettikleri alanın muhtevalarına göre, sosyal grup­ lar tarafından benimsenir ve sosyal grubun davranışları da benimsenen âdet­ lere göre düzenlenmiş olur. Şahıslar da grup içinde grubun gayesine uygun düşecek tarzda rollerini paylaşırlar. Böylece şahıslar davranışlarını, sosyal rollerini grubun âdetlerine göre yapmaya başlarlar. Sosyo-kültür çevrenin diğer bir elemanı olan örfler sosyal müeyyide niteliğine sahiptirler. Şahıs örfleri gözönünde bulundurarak hareket ederken toplumun saygısını, hürme­ tini, takdirini kazanmaya çalışır. O halde, sosyal grubun selâmeti ve hayati­ yeti bakımından düşünülen ve onun değerleri tarafından desteklenmiş bulunan mecburî sosyal normlara örfler diyebiliriz. Âdetler ve örflerin bölgesel esas­ lara göre düzenlenişi görenekleri ve zaman esaslarına göre de devamlılık du­ rumları gelenekleri vücuda getirmektedir. Gerek âdetler ve örfler ve gerek görenek ve gelenekler zamanla kristalleşerek müesseseleri meydana getir­ mekte ve muhtevalarına göre çeşitli müesseseler doğmuş olmaktadır. Hukuk, ahlâk, din, iktisat, teknik vs. ve h a t t a bediî zevklerle ilgili müesseseler teşekkül etmektedirler. Ziraî el işçiliğine dayalı sosyal hayat düzenlerinde âdetlerin, örflerin, görenek ve geleneklerin etkileri büyük olmaktadır.

Esasen ziraî sistemin sosyal hayat kalıbı belirli bir takım davranışları geliştirmekte ve sade bir hayat tarzını insanlara yaşatabilmekte idi. Bu kalıp içinde fertler fazla kompleks olmayan hayat tarzı içinde çok fazla olmayan ihtiyaçlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Community - cemaat - tipi sosyal hayatın esasları bu hayat tarzına hâkim olmaktadır. Ziraî el işçiliğine dayalı sosyal hayat Karizmatik ve An'anevi hâkimiyet tipleri ile idare edilmekte idi. Karizmatik hakimiyet tipinde, karizma sahibi kişinin büyük söz sahibi ol­ duğu görülmektedir. Karizma sahibine büyük bazı meziyet ve vasıfların lüt­ fedilmiş olduğuna dair toplum üyelerinde bir kanaat yerleşmiş bulunmaktadır. Bu üstün vasıflar ister Tanrı, ister tabiat tarafından karizma sahibine lütfe­ dilmiş olsun, her iki halde de bu şahsın üstün şahsiyeti toplum tarafından benimsenmektedir. O halde, burada gaye karizmayı topluma kabul ettirmek­ tir. Üstün bir ya da bir kaç vasıf bu işi kolayca yerine getirebilmektedir. Bu

(7)

vasıflara uygun düşen, istenilen vasıfları geliştirebilen bir öğretim ve eğitim sistemi uygulandığı takdirde karizmatik tip yetiştirmek mümkün görülmek­ teydi. Toplumun o zamanki ehemmiyetli fonksiyonlarına göre, bu fonksiyon­ ları iyi bir tarzda yerine getirebilecek belirli tipleri yetiştirmek toplumun büyük problemlerini çözmek için yeterli şart görülüyordu. O halde istenilen alanlarda belirli karizmatik tipler yetiştirmek esas olacak, öğretim ve eğitim bu esasa göre düzenlenecekti. İlkin bir alanda büyük karizmaya sahip bir tip yetiştirilecek ve sonra bu karizmatik tip diğer alanlara da nüfuz edebilecek bir kudrete sahip olacaktı. Bu sistemde çok yönlü bir öğretim ve eğitim öngö­ rülmekteydi. Bu öğretim ve eğitim sisteminin modeli ise, insanın kendisi, insan vasıflarının teşahhus etmiş şeklidir. Meselâ, karizmanın hâmili idare etmekte olduğu cemaatin her hususta örneğidir7. Öğretimin ve eğitimin vazi­

fesi insanı insan yapan vasıfları bulmak ve fertlerde bu vasıfların geliştirilme yollarını aramaktır ve fertlerde bunları geliştirmektir. Demekki esas olan insanın psikolojik vasıflarını ve insanî meziyetlerini geliştirmektir. İnsan ise her yerde ayni biyolojik ve psikolojik bünyelere sahip olduğuna göre bu tarz bir öğretim ve eğitim modeli her yerde geçerli olabilecektir. Çünkü gaye, hangi vasıflarda bir insan yetiştirilmek isteniyorsa ve hangi fonksiyonların yerine getirilmesi söz konusu ise bu esaslarda iyi yetiştirilmiş bir insan modeli ortaya koymaktır. Bu ise, daha önce ayni vazifeleri yapmış, bihakkın yerine getirmiş insanların şahsiyetlerini tetkik etmekle ve onların psikolojik vasıf­ larını tetkik etmekle bulunabilecektir. Şu halde, toplum için yerine getirilmesi istenen fonksiyonu en iyi yapabilecek şahsın modelini keşfetmek ve bu modelde fertlerin şahsiyetlerini geliştirebilecek öğretim ve eğitim sistemini onlara tat­ bik etmekle mesele halledilmiş olacaktı. Nitekim de öyle yapılıyordu. Zamanın bütün terbiye sistemlerinde bu esasları kolayca görebiliyoruz. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, ziraî ve el işçiliğine dayalı sosyal hayat düzenlerinde öğretim ve eğitimin PSİKO-PEDAGOJİK bir karakter arzettiği kolayca gö­ rülmektedir. Burada eğitimin öğretimden daha fazla yer işgal ettiği ve daha büyük önem kazandığı müşahade edilmektedir. Çünkü temel kaide şahsiyeti geliştirmektir. Öğretim ve eğitim sistemlerinde, eğitimin şahsiyete yönelik olduğu ve şahsiyetin eğitim sistemi sayesinde teşekkül ettiği bilinmektedir. Eğitim ameliyesinin ise insanın doğumundan ölümüne kadar devam eden bir süreç olduğunu biliyoruz. Şahıs içinde bulunduğu kültür muhtevası ve sosyal gruplar tarafından devamlı bir şekilde eğitilmektedir. Yine biliyoruz ki, kültür kalıbı ve kültür bütünlüğü ile o kültüre bağlı şahsın şahsiyetinin kalıbı ve bütünlüğü arasında bir paralelizim vardır. Başka bir deyimle, kültür muhte­ vasının kültürel kuvvet çizgileri şahsın üzerinde birleşir. O halde, âdetler,

(8)

örfler, görenekler, gelenekler ile birlikte bunlara bağlı olarak teşekkül eden müesseseler bütünü bir kültür kalıbı karakteri arzederler ve ahenkli bir ça­ lışma düzeni içinde bulunurlarsa, bu b ü t ü n içinde yetişen ve gelişen şahsiyet­ lerde de ruhsal bir denge ve bütünleşmiş bir şahsiyet örneği kurulmuş olur. Eğitim, müessese olarak bu bütünün bir parçası olmak zorundadır. Eğitim müessesesi muhtevası itibariyle bu kültür bütününe zıt gelen prensipleri kendi bünyesinde taşıyamaz ve şahıslarına aktaramaz. Bu hal, sosyal tabiatın bir sonucudur. Ayni zamanda bu durum ilmî bir zaruretin de sonucudur. Biz ilim­ leri, iki sınıfa ayıracak olursak ve bunlardan birine Tabii İlimler, diğer grup-takilere de Kültür İlimleri diyecek olursak aralarındaki şu farkları kolayca gösterebiliriz. Tabiî ilimler: Astronomi, Fizik, Kimya, Biyoloji vs. ise Kültür ilimleri: Tarih, Ekonomi, Eğitim, Hukuk, İlahiyat gibi bir sıralanmaya tâbi tutulabilirler. Bu ayırımda gözönünde bulundurulan esas prensip şudur: bi­ rinci grup ilimlerin objelerinin meydana gelebilmesi için insanın olması şart değildir. Yani insan olsa da olmasa da astronomik, fizikî, kimyevî, biyolojik olaylar yine olacaktır. İkinci gruba ayrılmış ilimlerin objelerinin olabilmesi için mutlaka insanın olması gerekmektedir. İnsan varsa tarihî, ya da ekonomik olaylar vardır. İnsan yoksa hukukî ya da dinî olaylar yoktur. Kültür ilimleri­ nin olaylarının varlığı insanın varlığı ile mümkündür. Tabiî ilimler çalışma­ larında, ilkin tabiî olguları kendi aralarında ayrıma tâbi t u t m a k t a ve bu olgu­ lar arasında değişmez ilişkileri keşfedip formülle ifade etmeye gayret ederler. Meselâ, fizikî olaylar arasında: (Fizikî olay 1.) F o1. . . (Fizikî olay 2 .) F o2. . ;

F o1. . . F o2. . . F on - 1. . . F on serisindeki değişmez ilişkiyi bulup bir formülle

ifade etmek gerekiyor. Ayni şekilde b ü t ü n tabiî bilimlerde bu tarz işlemleri görüyoruz. Kültür bilimlerine gelince, bunlar kendi olguları arasındaki sabit prensipleri, ya da olguyu meydana getiren şartları, faktörleri bulmaya çalı­ şıyorlar. Meselâ, Ekonomi ilmi, ekonomik olgular arasında: (Ekonomik olay 1.) E k o1. . . (Ekonomik olay 2 .) E k o2. . . ; E k o1. . . . E k on - 1, . . . E k on serisin­

deki değişmez ilişkiyi bulup bir formülle ifade etmeye gayret ediyor. Fakat başka bir kültür ilmi, tarih ya da eğitim, konuları gereğince daha değişik tarz­ da hakikati arama çabasındadırlar. Tarihçi, geçmiş bir olayı b ü t ü n gerçeği ile tekrar canlandırmaya, delillendirmeye, âdeta tablosunu çizmeye çalışıyor. Parçalan birleştirici bir ameliye, biraraya getirmeye çalışan bir çaba gösteri­ yor. Eğitim de herhangi bir eğitim olayını meydana getiren faktörleri bulmaya, bu faktörlerden eğitim olayının nasıl oluştuğunu görmeye çalışıyor. Gayesi, eğitimcinin insanı etkileyen faktörleri keşfetmek oluyor. Hedef insanı etki­ leme olduğundan, faktörler ile insan arasında aktif ilişkiyi bulmak oluyor. Bu durumda olgular, faktörler ve insan arası üçlü bir bağ vardır ortada.

(9)

Sosyoloji ilmi: İnsanlar; İnsan .. İnsan .. İnsan .. İnsan .. 1ar arası ilişkiler:

Kültür olguları serisi: (Kültür ilimlerinin pren­ sipleri.)

Bu serilerde, problemin çözümü için yatay ve dikey esaslarda serilerin takip edilmesi ve insanlar arası, olgular arası ve insanlarla olgular arası olmak üzere üç yönlü bir ilişkiler sistemi düşünmek zorundayız ki, eğitim ilminin çalışma düzeyi ortaya çıkmış oluyor.

0 halde eğitimci, kültür çevresini, sosyal zümrelerini ve bir de insan ta­ biatını nazarı itibare almak zorundadır. Eğitim sistemi bir yandan içinde bu­ lunduğu kültür çevresine dayalı olacak, diğer taraftan da eğitmek istenilen insanın ferdî şartlarına yönelik olacak ki, başarılı bir sonuç alabilsin. Demek oluyor ki, eğitim alanı denince, bir taraftan eğitim olguları tıpkı tabiat bilim­ leri gibi incelenecek, prensipleri elde edilecek, diğer taraftan bu olguların için­ de bulunduğu kültür çevresi ve zümrevî sosyal hayat ile ilişkileri göz önünde tutulacak ve diğer yandan da insana tatbik edilmek istenen eğitim prensip­ lerinin insan tabiatına, psikolojisine uygun hale getirilip tatbik kabiliyeti kazanması istenecek. Bu sebeple her toplumda, her devirde eğitim esasındaki düşüncelerin geçerli olabilmesi için o devrin sosyal unsurlariyle mutabakat halinde bulunması gerekecektir. Bir kültür b ü t ü n ü içinde, kültürel muhteva unsurlarının birbirleriyle uyuşma halinde, sosyal fonksiyonlarda birbirlerini tamamlar vaziyette bulunmaları gerekir.

Zümre bakımından düşünüldüğünde, eğitim insan şahsiyetini sosyal psi­ kolojik vetire içinde ferdin şahsiyetini teşekkül ettiren zümrenin kendi dina­ mik bünyesinin bütününe uygun bir şekilde şahsiyeti kalıplayan, tamlaştıran bir ameliyeye tâbi tutarken, ayni zamanda bu beliren şahsiyeti büyük toplu­ mun hayatiyetine uygun bir şekilde geliştirir. Çünkü toplumun normal züm­ releri arasında mevcut olan bir bütün ahenk olacaktır ki bu büyük toplumun hayatiyetinin temelini teşkil etsin. O halde eğitim zümre olarak ferdi bu büyük bütüne uygun düşecek tarzda şahsiyet gelişmesine tâbi tutarken, müessese olarak eğitim bu şahsın duygu, düşüncelerini büyük kültür bütününün değerler sistemine zıt düşmeyen bir şekilde geliştirmeye çalışır ve ayni zamanda kül­ türel normlara uyacak tarzda ferdî davranışlara yön vermeye gayret eder. Başka bir deyimle, kültür bütünü içinde normların düzenli sistemi düşünü­ lünce âdetler, örfler, görenekler, gelenekler ve b ü t ü n müesseseler bu arada eğitim müessesesi de dahil olmak üzere ferde doğumundan ölümüne kadar

(10)

t a m bir şahsiyet kazandırırlar. Toplumun sosyal grupları ise, ferdin dahil ol­ duğu sosyal grupların fonksiyonlarına göre, ferde davranış kazandırırlar. Eğitim, ilk plânda, insanın davranışlarında, yaşantılarında değişiklik yapan bir süreç olarak insanı topluma uyar hale getirmektedir. Bu fonksiyonu ile eğitim, sosyolojik bakımdan iki yönü ile karşımıza çıkmış oluyor. Birinci yönünde, insanın toplum içinde doğumundan ölümüne kadar dahil olduğu sosyal gruplarda sosyal davranışlar kazanmakta, grupların gayelerine uyan faaliyetlere katılmakta, grupların taşıdıkları kıymet ve değer hükümlerini benimsemekte ve bu yol ile de insanın yine kültür muhtevasının âdet, örf, gelenek, görenek ve müesseselerinin kaidelerine ve değerlerine katılarak eğiti­ min ikinci yönüne ulaştığı görülmektedir. Demek oluyor ki, eğitimin bir yönü sosyal gruplara dolayısiyle sosyal davranışlara, diğer yönü de kültürel mües­ seselere dolayısiyle kıymet ve değer hükümlerine dayalı bulunmaktadır.

Her kültür çevresi kendi orijinalliğine sahiptir. Kültür çevreleri ise bir­ birlerine oranla son derece değişik ve çeşitli karakterler arzederler. Ancak her kültür çevresi bir bütünleşme ve tamlaşma durumu kazanmak zorundadır. Bu sebeple kültür çevresine ithal edilen yeni bir kültür unsuru kültürel muh­ teva tarafından benimsenirken ayni zamanda diğer kültür unsurları da buna göre değişmeye uğramak zorunda kalırlar. Kültürlerde devamlı bir değişme vardır. Bu değişmeler bazı kültürlerde hızlı, bazılarında ise yavaş cereyan eder. Statik kültür söz konusu değildir. Eğitim müessesesi de bu kültür bü­ t ü n ü içinde bir kısım ve bu değişme içinde değişme zorunda olan bir faktördür. O halde, şahsa tatbik edilecek pedagojik görüş, başka kültür çevrelerinden, başka şartlara göre gelişmiş eğitim müesseselerinden alınamaz. Bir kültür çevresinin eğitim müessesesinin başka bir kültür çevresine örnek olarak alı­ nabilmesi için, ancak diğer müesseseler arasındaki durumunu, ferdin dahil olduğu grupların değer hükümlerini ve toplumun modelini göz önünde bulun­ durmak gerekecektir. O halde eğitim sistemi kültür çevresi içinde bir bütün sistem olduğuna göre, bu sistemin uçları diğer sosyal sistemlere dayalı bulun­ mak zorundadır. Aile sistemine, çocuğun oyun sistemine, ferdin çalışma sis­ temine uygun olan, bu sistemlere bağlanabilen bir eğitim sistemi ancak kültür bütünü içinde yer alabilir. Aksi halde, eğitim sürecinde tutarsızlıklar kendisi­ ni göstermeye başlar. Eğitim o tarzda, şahıslara tatbik edilmelidir ki, değiş­ mekte olan kültür bütünü ile tutarlı halde kalabilmelidir. Şahıs değişmekte olan kültür şekillerine intibak edebilmelidir. Çocuk doğumundan itibaren kültürleşme sürecine tâbi olur ve bu süreç onu ölümüne kadar takip eder. Bu ayni zamanda bir eğitim sürecidir. Resmî eğitim dendiği zaman belirli yaş aralıkları arasında sistemli, plânlı ve şuurlu bir tarzda genci eğitmek kastedilir.

(11)

Belirli bir zaman aralığında gence, değişmekte olan toplumun kültür muhte­ vasına uygun düşecek tarzda, plânlı ve sistemli olarak istenilir davranışları kazandırmak, bilgileri öğretmek ve kıymet-değer hükümlerini öğretim (okul) sistemleri içinde kazandırmaya resmî eğitim ve öğretim sistemi diyoruz. Eği­ tim ve öğretim iki ayrı sistem halinde birbirine paralel, âdeta çakışmış vazi­ yette devam ettirilmeye çalışılır.

Aile, iş ve oyun grupları resmî olmayan, resmî eğitim ve öğretim metod-larını kullanmayan, fakat çok kuvvetle şahısları eğiten ve onlara yaşamaları için zorunlu olan bilgileri öğreten çok ehemmiyetli sosyal gruplardır. Bu grup­ ların şahsiyet üzerindeki tesirleri de o derece büyük kuvvete sahiptir. Okul­ lar resmî öğretim ve eğitim müesseseleri olarak sistematik, doğrudan doğruya ve resmî usullerle gençleri eğitim ve öğretimden geçirmektedirler. Binlerce yıldanberi devam eden eğitim süreci, her kültürün kendi orijinal bütünlüğü içinde kristalleşmiş ve normlardan müteşekkil müessese halinde diğer müesse­ seler arasındaki yerini almıştır. Kültürel veraset ile kuşaktan kuşağa bu kris­ talleşmiş eğitim normları devredilmiştir. Okuma, yazma, hesap gibi teknik karakterler okullarda genç kuşaklara öğretilmiş ve bu vasıtalarla bilgiler genç kuşaklara aktarılmış bulunmaktadır.

Eğitim ve öğretim her şeyden önce ferdin haiz olduğu fikrî ve tabiî ka­ biliyetini geliştirir. Bu psikolojik vasfı yanında, eğitim ve öğretimin bir de sosyolojik yanı vardır ki, insanın şahsiyetini müspet olarak geliştirmek ve bilhassa topluluğun isteklerine zaman ve mekân şartlarına uygun olarak onu yetiştirmektir. Hiç kimse tek başına yetişemeyeceğine göre, gerek tabiî var­ lığını ve gerek şahsiyetini başkalarının kendisini eğitmesine ve yetiştirmesine borçludur. İnsan, mizacına uygun düşen kabiliyetlerini başkaları sayesinde geliştirir. Böylece, kendisine özgü bir karaktere sahip olan insan, kendi kendi­ sinin şuuruna ulaşır. İnsan, yaratmaya başladıkça, yeni şeyler yaptıkça var­ olduğunu daha iyi idrak etmeye başlar. İnsan başkasından aldıklarına yenile­ rini kattıkça kendi varlık şuuruna daha çok ulaşır. Böylece kültür muhteva­ sına insan yeni buluşlarını katarak o muhtevayı zenginleştirmeye başlar. Bu haliyle o insan artık bir şahsiyettir. Burada insanın kendisine ve hemcinslerine karşı davranışları ortaya çıkar. Bu davranışla birlikte insanın sosyal temayül­ leri belirmeye başlamış olur. İnsan hiçbir zaman yalınız olamıyacağına göre, ilkin biyolojik, sonra psikolojik ve daha sonra da sosyolojik temayüller birbiri üzerine insanın tabiî ve sosyal tabiatına eklenmiş olur. Fakat bugünkü modern insan, endüstri toplumunun modern insanı, geçmiş asırların cemaat karakteri arzeden toplumlarının insanına oranla çok daha fazla yalnızdır. Bugün insan

(12)

düne nazaran çok daha fazla kendisine karşı güven hissi duymaya, kendisine daha çok dayanmaya muhtaçtır. Bu durumda ehemmiyetli olan husus şudur ki, şahıs kendi kıymet ve değer hükümleri arasında bir çatışma durumuna düşmemelidir. Hayatı boyunca, şahsın şahsiyetini teşekkül ettirirken sosyal gruplarında kazandığı sosyal davranışları arasında çelişkiye düşmemesi esas­ tır. Sosyal grupların belirli sosyal değerleri taşıdıklarını biliyoruz. Şahıs dahil olduğu gruplarda grup birliğini yaşarken bu değer hükümlerini de benimsemek zorundadır. Böylece, şahıs değer alanına ait anlama gücünü kazanmış olur. Anlama ameliyesi bütünü kavrama ile ilgilidir. "Anlama, bütünü kavrama olmakla birlikte ona birdenbire ulaşılamaz. Açıklayıcı zihin hazırlıkları, on­ lara ait yeni kazanmalar olmalıdır ki, bütünü kavrayabilelim."8 Bu anlama

ameliyesi iledir ki, insan kendi kendisine karşı bir t u t u m kazanmış oluyor. İnsan kendi şahsiyetini şekillendirirken sadece sosyolojik verilerin, sosyal çevresinin, ve her gün cereyan eden kültürel faaliyetleri tarafından benimse­ nen olayların meydana getirdiği bir varlık değil, fakat ayni zamanda insan kendi kendisini şekillendiren, geliştiren ve bu açıdan hayatına bir bütünlük kazandıran, h a t t a kendi kendisine karşı da kritik bir durum kazanan varlıktır. İlim ve teknikte, sosyal bilimlerde önceki asırlara oranla çok fazla ilerlemeler kaydetmiş olmasına rağmen, insanoğlu bugünün endüstri toplumunda hayat problemleri için genel geçerliğe sahip bir çözüm yolu bulamamıştır. Sayısı çok fazla olan sosyal grupları ile toplum, bu grupların çok fazla kıymet ve de­ ğer hükümlerini taşımakta, bunları şahıslara benimsetmekte ve şahısların çeşitli sosyal olaylar karşısında bu çok sayıdaki değer hükümlerini yerinde ve doğru olarak kullanabilme yeteneklerine de sahip olmalarını istemektedir. Bu hayat zenginliği içinde doğru karar verebilmek insan için oldukça zor bir meseledir. İnsan burada zekâsını, iradesini kullanarak hayatının doğru kara­ rını alabilmek zorundadır.

Bugünün endüstri toplumu insanların ihtiras ve arzularını teşvik edici bir karaktere sahiptir. Tekniğin daha bol ve daha mükemmel üretici gücü yanında reklâmların insanları teşvik edici gücü daha da artmış bulunmaktadır. Para ekonomisi, piyasa için üretim sistemi insanlar arası rekabeti artırmış ve çalışma zorunluğunu yaratmıştır. Bugünkü iktisadî karakterli sosyal bünyenin insanı, daha çok çaba içinde daha çok çalışmanın şuuruna erişmiştir. Böylece her insan toplumda dikey hareket yaparak yükselmeyi istemektedir. İnsan ne kadar çok bilgili, iradeli ve şuurlu hareketlere sahip olursa endüstrileşmiş toplumda o kadar çok duruma hâkim olabilmektedir. O halde insan, fırsatları

(13)

kendisi yaratacak, kendisini emniyette hissedecek, şahsi kapasitelerini mey­ dana çıkaracak bir karakterde yetiştirilmek zorundadır. Bugünkü öğretim ve eğitim sistemleri muvazeneli şahısların gelişmesine imkân vermelidir. En­ düstri toplumunun çok sayıdaki sosyal grupları ve bu grupların ihtiva ettik­ leri kıymet ve değer hükümleri arasında dengeli bir hayat tarzı devam etti­ rebilecek, değerleri iyi ve yerinde kullanmasını bilecek bir şahsiyete sahip olan fertler yetiştirmek eğitimin amaçları arasındadır. İnsan fert olarak, bes­ lenme, barınma, cinsini üretme gibi temel ihtiyaçlara dayanmaktadır. Bunlar biyolojik, psikolojik tabiî temellere dayanmaktadır. Zamanla bunların sosyal temayüller haline oluştukları da bilinmektedir. Toplumda muvazeneli şahsi­ yetten söz ederken, biyolojik, psikolojik ve sosyal temayülleri arasında den­ geye sahip şahıs kastedilmektedir. Meselâ, beslenme ihtiyacı insanın biyolojik ve tabiî bir ihtiyacıdır. İnsan hayatını fert olarak devam ettirebilmesi için beslenmek zorundadır. Biyolojik temele dayalı olan bu faaliyet zamanla psi­ kolojik bir karakter de kazanmaya başlar. Açlık içgüdüsünün meydana gelmiş olduğu müşahade edilir. Açlık içgüdüsü de tabiî bir karaktere sahiptir. F a k a t zamanla, kültürel çevrenin muhtevalarının etkisi ile sosyal grupların insana kazandırdığı sosyal davranışlar ile bu açlık içgüdüsünün de sosyal bir karak­ tere bürünmeye başladığı görülüyor. Şöyle ki, insan açlık hissettikçe çevre­ sinde kolayca yutulabilen, hazmedilmesi mümkün olabilen gıdalara alışmaya başlıyor. Bu gıdaları kavramlarla da benimsemiş oluyor. Yemeye alıştığı bir gıda maddesinin ismini işittiği zaman dahi psikolojik bir yaşama içine ister istemez giriyor ki, böylece insan bir fert olarak yemeğe alıştığı gıda maddesini görmediği hallerde dahi sadece kavramını işitmekle açlık güdüsünü hissetmeye başlıyor. Bu gıda maddelerini temin edebilmek için insan hemcinsleriyle iş­ birliği yapmak zorunluğunu duymaktadır. Belirli gıda maddelerini belirli zaman aralıkları ile açlık güdüsünü duydukça belirli kişilerden ve belirli sosyal zümrelerden temin etmek zorunda kalan insan bir takım duygu-düşünce ve h a t t a sosyal davranışlar kazanmaya başlıyor. Bu sosyal davranışlara alışıyor, onları benimsiyor ve bu sosyal davranışlar da fert olan insanı etkilemeye baş­ lıyor. Temelde biyolojik ihtiyaçla başlayan, sonra psikolojik karaktere bürü­ nen güdüler daha sonra sosyal bir karakter kazanmış oluyorlar. Dengeli şah­ siyet derken, insanın bu üç faktör arasında denge sağlayacak yaşaması kast­ edilmektedir ki, böylece şahıs bu üç faktör arasında dengeyi sağlıyacak, birini diğerine mahkûm ettirmiyecektir. Yani, biyolojik teşvikin etkisi altında kala­ rak sosyal kıymet ve değerleri hiçe sayar hale gelmiyecek şahıs, iradesini kul­ lanarak şahsî ihtiyaç ve biyolojik-psikolojik menfaat ve güdülerinin etkisi altında kalıp da toplumun kıymet ve değer ölçülerini, sosyal düzeni ve sosyal

(14)

grupların ahengini bozmayacaktır. 0 halde, muvazeneli şahsiyette, iki yönlü bir denge vardır. Birincisi yatay karakterde olan muvazeneli şahsiyet durumu ki, bu durumda şahsın sosyal gruplar arasında ve toplum düzeninde geçerli olan sosyal değerleri arasında muvazeneyi sağlamasıdır. İkinci halde ise, dikey karakter arzeden durumdur ki, bu temelde bulunan ferdî ihtiyaçlar ile sosyal yüzeyde bulunan sosyo-kültürel ihtiyaç ve istekler arasındaki muvazeneyi sağlamaktır. Böylece, insan toplumun istekleri ile kendi şahsî ve ferdî istek­ leri arasında tatminkâr münasebetler kurmuş olacaktır. Eğitimin yetiştirme metodlarında insanların hünerler geliştirerek, h a t t a hünerler yaratarak top­ lumun isteklerine olumlu cevaplar verecek şekilde yetiştirilmeleri istenmekte­ dir. Şahıs, toplumun maksatlarını tahakkuk ettirebilmek için gerekli kararları verebilmeli ve istenilen davranışları yapabilmelidir. Eğitimin gayesi bu duru­ mu şahıslarda sağlamaktır. Toplumun kültür muhtevasının kıymet ve değer hükümleri ile doğumundan ölümüne kadar, yaşadığı müddetçe insanın fer­ diyet halinden şahsiyet haline gelinceye kadar, global karakter arzeden eğitim süreci resmî olmayan tarzlarda insana şahsiyet bütünlüğünü ve muvazeneli halini kazandırmaya çalışmaktadır. Resmî öğretim ve eğitim süreçleri de kendi sistemleri içinde ve belirli zaman aralıklarında bu sosyo-kültürel global eğitim sürecine yardımcı olmaya resmî usullerle şahsı yetiştirerek dengeli bilgi ve karaktere ulaştırmaya ve şahsiyet bütünlüğünü ona kazandırmaya gayret sarfetmektedir. Şahıs, böylece, bilgi-anlayış, karar verme ve sorumluluk duy­ ma yeteneklerine kavuşmuş olmaktadır. Şahıslardan bugünkü toplum, kendi kendini teşvik ederek kendi kendini bir işe ve bu işten olumlu sonuç alarak hem kendisi için hem de toplum için yararlı olmaya sevketmesini ve ayni za­ manda toplum, insanın kendisini başkalarına intibak ettirebilme yeteneğine de ulaşmasını istemektedir. Bu ise, insanın ahlâkî, sosyal, kültürel hareketlere diğer insanlarla birlikte katılarak toplum için ve insanlar için yararlı, geçerli işlemlere katılabilecek güçte olması demektir. İnsan böylece, davranışlarını değiştirebilecek, diğer insanların kıymet-değer hükümlerine saygı göstere­ bilecek ve kişiliklerini derinleştirmek imkânına sahip olacaktır. Eğitim mües­ sesesinin başlıca özelliği, Ne Yaptığını, Nasıl Yaptığını ve Niçin Yaptığını bilen şahsiyet yetiştirmektir. İnsan düşündükten sonra Evet demesini de öğrenmelidir. Modern toplum insanı, yalınız insan olması sebebiyle bu işlemi kendi kendisine yapmak zorunda kalacaktır. Şahsiyet bütünlüğüne yukarıdaki şartlar içinde yetişmiş olan şahıs ise bu işlemleri rahatça yapa­ bilir ve toplumuna yararlı olabilir. Eğitim sürecinden istenen de insana bu özelliği kazandırabilmesidir. İnsan, kendisini analiz etmesinin ve

(15)

ince-lemesinin yollarını öğrenmelidir. Bu sayede, o insan, başkalarını da ne kadar zor anlıyacağını idrak etmiş olacaktır.

Cemaat-Community- karakterindeki toplumlarda ve bu toplumlarda ye­ tiştirilmek istenen Karizmatik karakterdeki şahsiyetlerde, eğitim muhtevası öğretim muhtevasını kapsamaktadır. Feodal düzenin kültürel bütünleşmesi, insanda şahsiyet bütünleşmesini kolayca yaratabilmekte idi. Eğitim, burada, global olarak şahsiyeti kavrayabilmekte idi. Cemaatin, kader birliği ve Biz Şuuru arzeden bütünleşmiş Sosyo-kültürel yapısı, şahısların mahdut olan bütün ihtiyaçlarını karşılayabiliyordu. Bugünkü cemiyetin, ferdiyetçi yapı­ sında ise, ihtiyaçlar çoğalmış ve her bir ihtiyacın giderilmesi ihtisas dallarına taksim edilmiş bulunmaktadır. Bugün piyasa için üretim, para piyasası, iş piyasası, emek piyasası gibi çeşitli sosyo-ekonomik zümreleşmeler teşekkül etmiştir. İhtisaslaşma, iş bölümü ameliyeleri işbirliğini zorunlu kılmış, fakat şahıs bir bakıma da şahsiyet bakımından âdeta izole olmuştur. Tabiatiyle, şahsî bilgi, hüner, ibda kudreti ve irade kuvveti kendisini fazlaca hissettirmeye başladı. Ziraî ve el işçiliğine dayalı hayat düzeninden endüstriyel toplum düzenine geçiş, insanlık tarihinde daha yüksek bir hürriyet basamağına doğru bir gelişmeyi yarattı. Ne var ki, hürriyet ayni zamanda insana o derecede çok sorumluluklar yüklenmeyi de şart kıldı. Toplum daimî bir oluşum içinde bu­ lunurken, toplum düzeni de muntazam bir değişme arzeder. Günümüz toplum­ ları eski toplum düzenlerine oranla, büyük bir dinamizm ve hareketlilik-mo-bilite-karakteri arzediyorlar. Buna paralel olarak öğretim ve eğitim sistem­ leri de zorunlu bir değişmeye uğramaktadırlar. Gerek duygu ve düşüncede ve gerek yaşayış tarzındaki değişmelerin, kültür muhtevaları arasında bulunan ilmî ve teknolojik gelişmelerin büyük bir hızla değişme karakteri kazandığı çağımızda, hayatın her safhasında ve sosyal ortamın her sosyal tabakasında ve zümresinde halk topluluklarının da daha çok bilgiye, ihtisaslaşmış görgüye duyulan ihtiyaç bütün şiddetiyle kendisini hissettirmektedir. Tekniğin an­ lamındaki değişine, endüstriyel toplumun iş hayatındaki çalışma şartlarını da değiştirdi. İlkin tabiattan büyük güç elde ettikten sonra elinin altındaki büyük güçle ne yapacağını, nasıl yapacağını ve niçin yapacağını iyi bilen şa­ hıslar hüner yaratma ihtiyacını duydular. Eğitim ve öğretim sistemleri de şahısların ibda güçlerini geliştirmeyi hedef edindi. İnsan artık kendi bilgi, görgü ve hüner gücüne dayanmaya başladı. Kendi kendine dayanma durumu­ nu elde eden fert hürriyete ulaşmaya başladı. İnsanlık tarihinde daha yüksek bir hürriyet kademesine doğru bir gelişim kaydeden insan, şahsiyete sahip olduğu oranda hürriyete de lâyık oldu. Tabii o insan o nisbette de sorumluluk yüklenmesini bildi. Bu ise onun şahsiyet bütünlüğünü zorunlu kıldı. Fakat

(16)

bu arada, bugünkü toplum düzeninde oldukça ilginç bir durumun da doğmuş olduğunu müşahade ediyoruz ki, o durum toplum yapısı, heterogenliği arttıkça insanın şahsî ve sosyal temeldeki olgunlaşmalarına karşıt çıkmış bulunmaktadır. Bu toplumda hünerler, her birinden ayrı ayrı faydalanılacak tarzda derecelendirilmiş oluyor. Her maharet kendisine mahsus bir grubun içinde geliştiriliyor. Fakat şahıslar bugün belirli maharet grupları içinde ha­ yatlarının büyük kısmını geçirmiyorlar. Orta çağdakinden farklı bir durumla karşı karşıyayız. Orta çağda meslek gruplarının çok sıkı disiplinleri hüküm sürüyordu. H a t t a bir dereceye kadar bunlar kapalı grup karekterini arzedi-yordu. Meslekî Zümreler Birliklerinde bu durumlar kolayca tesbit edilmiştir.

Her devirde az çok meslekî toplulukların kendilerine mahsus disiplinleri vardır. Her meslekî zümre bir takım davranışların yapılmasını, bilgilerin şa­ hıslarca kazanılmasını talep ederler. Bir balıkçı grubu, belli davranışlara, belli bilgilere ve hünerlere, h a t t a kıymet ve değer hükümlerine şahıslarını sahip kılmaya çalışır. Orada yetişen ve çalışmak zorunda kalan insanları iş grubu, grubun ihtiyacı olan en üstün maharetleri, bilgileri ve davranışları kazanın-caya kadar bu disiplinlere uygun yaşamak ve bunlar sayesinde de kendi iş­ lerine ait pratikleri, alışkanlıkları kazanmaya zorlar. Bir mesleğe katılmak demek, belirli iş ve faaliyete katılmak, belirli bilgileri edinmek, belirli hayat tarzına girmek, belirli prensipleri benimsemek ve belirli kıymet-değer hüküm­ lerine bağlanmak demektir. Meslekî bir işten doğan belli bir iç zaruret vardır ki, bu iç zaruret şahısta yarattığı belirli zihniyet ile bunun sonucu olan duygu-düşünce, yaşayış tarzından doğan tam bir dünya görüşü çeşidi ile o şahsı t a m etkisi altına alır. Bir şahıs ne kadar çok bu etkiyi içten duyarsa, kendisini o kadar çok mesleğe bağlı hisseder.

Endüstri toplumunun hürriyet esasına dayalı, rekabet ve yarışmalı ha­ yatına katılan fertleri, toplumu meydana getiren zümrelerin her biri kendi üyelerine ayrı ayrı alışkanlıklar, bilgiler, hünerler ve davranışlar kazandırmak için kendi özel disiplinlerine uymaya onları zorlar. Her meslekî zümrenin ken­ disine has disiplini vardır. Bu sebepten de genel toplum hayatının her züm­ resinde şahıslar bir yandan işin icabettirdiği zümre içi disipline uyarlarken, öte yandan iş hayatı dışındaki serbestlik sebebiyle şahısların şahsiyetinde bir nevi çatışma doğmaktadır. İş zümresi bilgi, görgü, davranış, hüner geliştirmek için şahısta iç disiplini kurarken, onda belirli zihniyeti yaratmak isterken ve züm­ re kendi prensiplerini üyelerine kabul ettirmek gayreti gösterirken, diğer ta­ raftan endüstriyel toplumun heterogen karakteri, büyük şehir hayatında gö­ rünen başıboşluk bir nevi çatışma meydana getirmektedir. Burada da eğitime düşen başlıca görev bu çatışmayı giderecek tipte şahıslar yetiştirmek oluyor.

(17)

Aile bugün tam anlamı ile eğitici rolünü oynayamamaktadır. Ailenin fonksiyon alanı daralmıştır. Belki mükellefiyetlerinin sayısı azalmıştır. Aile bazı fonksiyonlarını toplumun diğer müesseselerine ve gruplarına devretmiştir. Fakat yine de aile aslî grup olma durumunu muhafaza etmektedir. Aile üye­ lerinin mutlaka günün belirli saatlerinde aile çevresi içinde bulunmaları zorun-luğu vardır. Ailenin sıcak, müşfik psikolojik atmosferine aile üyeleri muhtaç­ tırlar. Bugünün endüstri toplumunda bu ihtiyaç daha da çok duyulmaktadır. Fakat, ailenin bünyesinde kalan fonksiyonların yerine getirilmesiyle çocuğun ya da gencin toplum bakımından olumlu şahsiyet kazanması işi güçleşmiş bulunmaktadır. Çocukların ve gençlerin yetiştirilmesinde aile ile birlikte daha başka zümreler de ortaya çıkmıştır. Okul, iş grupları, oyun grupları, akran grupları çocuğu ve genci etkileri altına almışlardır. Kendi iç disiplinlerine göre genci bu gruplar etkilemektedirler. Aile grubunun bu gruplarla t a m bir işbir­ liği içinde bulunmasına imkân yoktur. O halde eğitim süreci o derece tutarlı bir tarzda geliştirilecektir ki, şahıs ulaşacağı şahsiyet derecesi ile bu çatışma­ ları önleyebilmelidir. Gençlerin tek elden eğitimi imkân dışına çıkmıştır. Bu durumda, gencin doğru ve olumlu bir tarzda gelişip yetişmesi, doğru yönde yönünü bulabilmesi her şeyden çok, gencin eğitimi ile meşgul olan müesseseler arasında yapılması gereken işbirliği ve işbölümü fonksiyonunun kabiliyetine bağlanmaktadır. Biliyoruz ki, her zümre kendi benlik şuurunu taşımaktadır ve yine her zümre üyelerini fonksiyon, gaye ve davranış bakımından muayyen şekillerde onu eğitmektedir. Fertler, endüstri toplumunda ayni zaman aralığı içinde bir çok çeşitli ve h a t t a birbirine zıt gayelere yönelen zümre ve alt züm­ relere mensup olduklarından, kültürel-tabiî eğitim süreci karşısında gerek aile ve gerek resmî eğitim ve öğretim sistemleri de bir nevi gaye ve yöneltme ba­ kımlarından ters durumlar içine girmiş olabiliyorlar. Orta çağın istikrarlı toplum hayatında görülmüş olduğu gibi, bugünkü endüstriyel toplum haya­ tında bütün alt sistemlerin daha yüksek birinci derecedeki bir ya da birkaç zümre içinde birleşerek, gençler için kapsamlı ve istikrarlı bir prensip tatbika­ tına girişmedikleri görülmektedir. Eskiden tabii-global eğitim sürecinin tek başına başarmak durumunda olduğu durum bugün tamamen değilse de kısmen ortadan kalkmış bulunmaktadır. Ailevî, ahlâkî, dinî, meslekî ve içtimaî züm­ relerin eğitim süreçleri eskiden birbirini tamamlamakta ve gencin hayat alanında onu terbiye ederken yine ona şahsiyet tamlığını da kazandırmakta idi. Bugün bu durum parça parça olmuş vaziyettedir. Bu parçalanmış durumla mücadele etme görevi büyük bir kısmı ile resmî öğretim ve eğitim sürecine düşmektedir. O da bu görevi ancak gence aile zümresiyle birlikte şahsiyet bütünlüğünü kazandırma ile yerine getirmeye çalışmaktadır. Böylece, eğitim

(18)

müesseseleri genci bir çözülme tehlikesine maruz kalmaktan koruyabilmektedir. Acaba, bu müesseseler genci ne derecede koruyabiliyorlar? Modern endüstri toplumlarında terbiye görevini deruhte eden çeşitli resmî ve gayri resmî mü­ esseselerden bu koruma görevini t a m olarak görmeleri de beklenemez. Çünkü, bugünkü plüralist cemiyet kuruluşlarında çeşitli dünya görüşleri, çeşitli siyasi parti anlayışları, çeşitli dernekler, klüpler, sosyal faaliyet kuruluşları ve grup­ ları arasında çatışma ve çekişme durumuna gelmiş olan eğitim meseleleri bil­ hassa aileleri ve okulları-resmî öğretim ve eğitim sistemlerini- müşkül durum­ lara maruz bırakmaktadır. İlim, teknik, fikir alanlarında süratle meydana gelmekte olan değişmeler ve yenileşmeler sosyal, kültürel, iktisadî ve teşkilât bakımından da yenilikleri davet etmektedir ki, bunun sonucu olarak hayatın her dalındaki ve bilhassa öğretim ve eğitim dallarındaki uygulamaların yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılmaktadır. Öğretim ve eğitim birer müessese olarak kültür çevresinin diğer müesseseleri ile birlikte, onlara paralel bir şe­ kilde değişmek ya da yenilenmek zorundadırlar. Kültür muhtevasının ele­ manlarının değişiklikleri ise zamanla ve uzun müddet devam edecek süreçler sonunda ancak değişikliğe uğrarlar. İlim, teknik ve fikir alanlarındaki değiş­ meler ise kültür çevrelerini aşıp taşmakta ve beynelmilel karakter arzederek kolayca ülkeler ve topluluklar tarafından benimsenmektedir. Eğitim bir mües­ sese olarak kültür çevresinin değişikliğine ayak uydurmak zorunda kalırken, diğer yandan insanın öğretim sistemleri hızlı değişmeye, dünyadaki hızlı gelişmeye uymak zorunda olduğundan aralarında bir çatışma meydana gel­ mektedir. Kaldı ki, son yıllarda gençleri mesleğe yönelten, onlara son on yıl­ ların yeni bilgilerini öğreten öğretim müesseseleri ve sistemleri de gençler için yegâne meslek seçme ve ayıklama vasıtası olmak durumunu da kaybetmeye başlamışlardır. Son zamanlarda resmî ve özel kuruluşlar artık imtihanlarla kendi teşkilâtlarına eleman alma usulünü benimsemiş bulunmaktadırlar. Hat­ ta bazı iktisadî ve teknik teşkilâtlar iş başında, tezgâh başında meslekî kurslar açarak elemanlarını geliştirmekte ve yetiştirmektedirler. Okullardan ve Üni­ versitelerden diploma alarak mesleklere intisap etmeler ve ilerlemeler bir nevi bürokratik bir zihniyet olarak düşünülmekte ve kudretlerini de yavaş yavaş kaybetmektedirler. Bugün için, okullarda ve üniversitelerde tatbik edilen öğretim sistemleri büyük bir hızla değişen endüstri toplumuna paralel gelişme kaydedememekte buralardaki öğretim ve eğitim metodları günün hayatî ihtiyaçlarına t a m olarak cevap verememektedir.

Toplumların dinamiklik durumları ve değişme hızları çeşitli derecelerde olması sebebiyle gerek toplumun sosyal zümreleri ve gerek hayatî ve tabiî karakter arzeden kültür muhtevasının değişme oranları da toplumlar

(19)

arasın-da farklılık arzetmektedirler. H a t t a aynı kültür çevresi içinde bazı müesse­ selerin ve sosyal zümrelerin değişme hızları diğerlerine oranla farklılık arzet-mektedir. Tabiatiyle bu durum gerek eğitim ve gerek öğretim müesseselerinde de kendisini hissettirmektedir. İlim ve teknikteki değişmeye paralel olarak öğretim sisteminde de değişme hızlı olmaktadır. Fakat eğitim sistemindeki değişme bu hızı kazanamamaktadır. Çünkü eğitim müessesesi aile, hukuk, ahlâk, din gibi diğer kültür müesseselerine uygun olarak değişmek zorundadır. Onun içindir ki, değişme ölçülerinin her toplumun kendi zümrelerinin ve kül­ türünün kendi bünyevi hususiyetlerine göre tanzim edilmesi ve değişme sü­ recinin bu hususiyetlerden istihraç edilmesi gerekmektedir. Bu değişen top­ lumda insanın durumu nedir? Acaba çağımız toplumları insana gerekli so­ rumluluğu duyurabiliyor m u ? Bugünkü toplum yapısının insanların gerek şahsî ve gerek sosyal esaslardaki gelişmelerine, olgunlaşmalarına yardımcı olamadığı, hatta zıt durumlar aldığı da müşahade edilmektedir. Bugünkü, hayat düzeninde insan hayatının akışı çeşitli zıtlıkların etkisi altına girmiş bulunmaktadır. Bu güçlüklerin bertaraf edilmesi sadece ekonomik ve teknik meselelerin halledilmesine bağlı değildir. H a t t a teşkilât ve sosyal organizasyon meselelerinin halledilmesiyle de mesele halledilmiş olmuyor. Bir kere sosyal organizasyonlar toplumların birer kabuk veya gışaları durumu arzetmektedir­ ler. Esas mesele, kültürel, sosyal ve sosyal psikolojik durumlarda kendisini göstermektedir. Her devirde ve her toplumda eğitim alanındaki görüşlerin ve düşüncelerin mevcut sosyal düzen ile uyuşması tezi savunulurken de ileri sürülen başlıca husus, eğitim müessesesinin bir kültür kalıbı içindeki yeri düşüncesinden hareket edilmiş ve toplum düzeninin buna uydurulması isten­ miştir. Eğitimin bütüncül karakteri gözönünden kaybedilince, yani insanın bir şahsiyet bütünlüğüne ulaşma ihtiyacı düşünülmeyince, fert sadece top­ lumsal mekanizmanın bir parçası mesabesine indirilmiş olacaktır.

Eğitim tatbikatında, gerek kültürel global eğitim ve gerek belirli yaşlar arasında cereyan eden resmî eğitim sistemlerinde, önce çocuğun ve gencin şahsiyetinin hürriyeti payı ile toplumun disiplin payının iyi ayar­ lanması lâzımdır. Şahsiyet bütünlüğünü ne kadar çok parçalarsak gencin dinamik, yaratıcı karakterini o kadar zedelemiş ve onu hürriyetinden o kadar yoksun hale getirmiş oluruz. Toplumun kültür muhtevasının temel unsurları olan örf, âdet, görenek ve geleneklerden ne kadar çok fedakârlık edersek top­ lum disiplinini de o kadar zedelemiş oluruz. Öğretim hürriyeti ile eğitim hür­ riyetini, her şeyden önce birbirinden ayırmasını bilmek gerekir. Le Play, her ferdi, sosyal bünyenin birleşen birçok çizgilerinin bir hasılası saydı ki, ferdin refahının birçok bakımlardan, o ferdi sosyal bünyeye bağlıyan çizgi ve

(20)

kuv-vetlerin mahiyetine bağlı olduğunu göstermeğe çalıştı9. Bu fikir de gösteriyor

ki, fertte birleşen toplumun kültür muhtevası kuvvetleri, yine o fertte can-lılık kazanmakta, onun şahsiyetini tamlaştırmakta ve kültür kalıbının ken-diliğindenliği etkilemesi bakımından büyük önem taşıyorlar.1 0

O halde, eğitim ve öğretim sistemlerinde yatay ve dikey geçişlerde değer yargılarını da hesaba katmak gerekecektir. Toplumun, daimî bir oluşum içinde bulunması, gelişme halinde olması, ister istemez toplum organizasyonunu da etkileyecek ve bu değişme ile gelişmeye paralel olarak toplum organizasyo­ nunda da bir değişme zorunlu olarak görülecektir. Günümüzün endüstriyel toplumu da daha önceki toplum tiplerine nazaran çok daha büyük bir dinamizme ve sosyal mobiliteye sahiptir. Sosyal yapı ve sosyal bünyede görü­ len yatay hareketlilik halleri sonucunda sosyal sınıf ve tabalarda değişmeler müşahade edilmektedir. Sosyal bünyede bir sosyal tabaka içinde her hangi bir meslek zümresinden diğer bir meslek zümresine geçme haline yatay ha­ reketlilik denmektedir. Hangi meslek, gerek prestij ve gerek ekonomik ve malî imkânlar yaratma bakımlarından daha iyi şartlan şahıslara temin edebiliyorsa, şahıslar bu mesleğe geçmek isterler. Hiç değilse çocuklarını bu mesleğe ya da mesleklere yöneltmeyi düşünürler. Bu meslek değiştirme hare­ ketlerinin sonunda geçerli sayılan, itibarda görülen mesleklerin büyüdüğü, bu mesleklere intisap etmiş şahısların çoğaldığı ve dolayısiyle diğer meslekler aleyhine bu meslekte bir genişleme, bir yayılma meydana geldiği müşahade edilir ki, buna mesleğin ya da meslekî sınıfın yatay hareketi denir. Ayni şe­ kilde şahısların da bir meslekten diğer mesleğe, ayni tabakada-alt tabaka, orta tabaka, üst tabaka- kalmak şartiyle yaptıkları geçme hareketlerine de şahsın yatay hareketi denmektedir. Diğer taraftan sosyal bünyede tabakalar arasındaki şahısların meydana getirdikleri hareketlere de dikey hareket adı verilmektedir. Bir şahsın ayni meslekte ya da ayni sosyal sınıfta kalmak şar­ tiyle alt ya da orta tabakadan bir üst tabakaya geçme hareketine dikey ha-reket-dikey mobilite-denmektedir. Düşme olduğu takdirde, yani üst tabaka­ ların birinden alt tabakalara inme hareketine de dikey hareket denmektedir. Şahıs gayret göstererek, ç a l ı ş a r a k , zekası, iradesi ve çeşitli kabiliyetleri ile bir meslekte alt ya da orta tabakadan üst tabakaya geçme imkânı sağlaya­ bilir. Yine bir şahıs başarısızlığı nedeniyle üst tabakadan alt tabakaya da

9 Carle C. Zimmerman, Le Play ve Sosyal İlimler Metodolojisi, (Çeviren-Oğuz Arı), İstan-bul-1964, s. 6-7.

10 J. L. Moreno, Sosyometrinin Temelleri, (Çeviren-Nurettin Şazi Kösemihal), İstanbul-1963, s. 49-57.

(21)

düşebilir. Genellikle insanlar, hangi meslek üst tabakalara geçirme imkânını daha kolay sağlıyorsa o mesleklere geçme arzusu gösterirler.11 Böylece, modern,

dinamik karakterli endüstriyel yapı tipi meydana gelmiş olur. Bu itibarla bir hayli değişen ve muhtevası bakımından da gelişen toplumun eğitim müesse­ sesi ve eğitim sistemine paralel denk bir öğretim müessesesi ve öğretim siste­ mi şekillendirmek zarureti kendisini hissettirir. Meslekler ihtisaslaşmış, iş alanları âdeta parsellenmiş ve iş bölümü doğmuş o nisbette de işbirliği yerleş­ miş olarak yeni tip bir toplumun meydana gelişi müşahade ediliyor. Mütehas­ sıslar alanları başında, yardımcıları da yanlarında olmak üzere iş alanları ile toplum büyük bir mekanizma karakterine bürünüyor. Böylece toplum endüs-trileşmiş oluyor. Artık insanoğlu topraktan kopmuş, endüstri merkezlerine koşmuş ve kabiliyetine göre iş alanlarında yerini almaya başlamıştır. Herkesi kabiliyetine ve isteğine göre eğitmek ve öğretmek gerekiyor. Bu ise eğitim ve öğretimde demokratlaşma temayülünü doğurmuş bulunmaktadır. Endüstri­ leşme eyilimi arttıkça o nisbette de demokratlaşma temayülü artmış oluyor. Ülkenin karakterine göre de örgün eğitim ve yaygın eğitim ve öğretim sistem­ leri şekillenmiye başlıyor. Buradaki şekillenme sosyal yapı ve kültür muhteva­ sına bağlı bir gelişme kaydeder. Sosyal yapıdaki üç tabaka ve bu tabakalar içindeki sosyal, meslekî sınıflar fonksiyonları, gayeleri itibariyle birbirinden kesin olmayan çizgilerle ayrılmış zümreler teşkil ederler. Ortaçağda olduğu gibi meslekler arası geçişler kesin çizgilerle birbirinden bugünkü endüstri toplumunda ayrılmış değildir. Fakat yine de bugünkü endüstri toplumunda da her meslekî zümre de belirli statülere ve fonksiyonlara sahiptir. Yalnız bu statüler ve fonksiyonlar fertlere doğuştan verilmiş birtakım haklar şeklinde değildir. Bunlar şahısların gayret, zekâ, kabiliyet ve çalışmaları ile sonradan kazanılan hususlar ve haklardır. Bugün hem meslekî sınıflar arasında ve hem de sosyal tabakalar arasında hürriyet esasında geçişler mevcuttur. Ayni ta­ baka içinde bir meslekî sınıftan diğer bir meslekî sınıfa geçme hareketine yatay hareket dendiği gibi, ayni şekilde bir meslekten diğer mesleğe ayni ta­ baka içinde geçirici öğretim de eğitime de yatay öğretim ve eğitim sistemi diyoruz. Dikey sosyal hareket ise, sosyal yapıda tabakalar arasındaki hareket idi. Bunun gibi, tabakalar arasında, ayni meslekte bir şahsı üst tabakalara, yukarıya doğru çıkarıcı öğretim ve eğitim hareketlerine de dikey öğretim ve eğitim sistemi adını veriyoruz. Yatay öğretim ve eğitim sistemlerinin varlığı sayesinde gençlerin ayni tabaka içinde meslekî sınıflar arasında hareket et­ meleri, yani meslek seçmeleri ya da meslek değiştirmeleri mümkün

(22)

dır. Bu ise, endüstri toplumunun ihtisaslaşmış ve işbölümü esasında çeşitlilik arzeden karakterine uygun düşmektedir. Endüstrileşme sürecinin zarurî bir sonucu olarak doğan çeşitli mesleklere, ihtisas dallarına eleman yetiştirmek ihtiyacından doğan yatay öğretim ve eğitim sistemi toplumun üretim gücünü arttırmaktadır. Dikey öğretim ve eğitim sistemi ise, bir ihtisas dalında genci ya da elemanı daha iyi yetiştirmek, ihtisas dalındaki elemanın mütehassıs olma derecesini daha da kuvvetlendirmek için arzu edilen meslek içi öğretim ve eğitim faaliyetlerini kapsamakta h a t t a okullarda gençleri belirli ihtisas dallarına yöneltirken ileri sınıflarda ve yüksek okullarda bu gençleri kuvvetli mütehassıslar olarak yetişmeye yöneltmektedir.

Endüstri toplumunda üretim faaliyeti işbölümü ve işbirliği esasında ce­ reyan eder. Bu itibarla üretici kısımlar arasında ayni derecede titiz ve birbiri­ ne paralel hızda üretim faaliyeti zorunlu bir istektir. Her üretim dalında ye­ terince mütehassıslar ve her dalın mütehassısları arasında birbirini karşıla­ yacak derecede bilgili, görgülü ve kabiliyetli kişilik ve faaliyet istenmektedir. Bu yeni üretim faaliyetinin meydana getirdiği endüstri düzeni, şahıslardan özel kabiliyet ve işlerinde başarı istemektedir. Yatay ve dikey öğretim-eğitim sistemleri gençleri başarı ve kabiliyetleri esasında değerlendirme imkânına sahip kılmaktadır. İlim, teknik ve bunların yarattığı teşkilât düzeni çok sayı­ da ihtisaslaşmış ve o derecede de özel kabiliyetlerle teçhiz edilmiş bilgili- tec­ rübeli kişilere ihtiyaç duymaktadır.

Endüstrinin sosyal-ekonomik düzeni toprak işçisini toprağından kopar­ mış ve onu yeni kültürel bir muhteva içine fabrika-okul-iş muhiti düzeyine atmıştır. Böylece, topraktan kopan milyonlarca serbest işçi meydana gelmiş ve emeğini satan kişiler serbestçe ihtisas ve kabiliyetine göre hareket ederek iş yerlerini değiştirebilen işçiler meydana gelmiş oldu. Artık işçi, toprakta ça­ lışan ırgattan farklı olarak, emeğini satabilen, iradesini kullanarak iş yerini değiştirebilen, okul-fabrika ve iş yeri faaliyetleri ile kendisinin bilgi-görgü ve başarı derecesini yükseltme imkânına sahip olan bir kişi haline gelmiş bulun­ maktadır. Bu ise sosyal mobiliteyi ve ekonomik mobiliteyi gerektiren bir faa­ liyet ortaya koymuş bulunmaktadır. Öğretimde yatay ve dikey faaliyet bu sosyo-ekonomik durumun bir sonucu olarak belirmiştir. Bir toprak işçisinin köyünden koparak şehre gelip fabrika işçisi olması halinde onun sadece mes­ lek değiştirmesi değil, ayni zamanda yeni faaliyet alanına atılmasiyle, yeni bilgiler ve tecrübeler edinmesini, yeni bir dünya görüşüne ulaşmasını, iş ve faaliyetten doğan prensip ve zihniyet kazanmasını zorunlu kılmakta, hulâsa yeni bir kültürel muhteva içine onu sokmaktadır. Bu durum ise, yeni tip öğretim ve eğitimi zorunlu kılmaktadır.

(23)

Endüstri faaliyeti içine giren her şahıs daha çok bilgi, daha çok hüner, daha çok kabiliyet ve o nisbette de pratik yapmak ihtiyacını duymaya başlı­ yor. Bir taraftan endüstri toplum yapısının kültür muhtevası, üretim faaliye­ tinin ihtisaslaşma ihtiyacı, diğer taraftan bu düzenin içine girmiş olan şahıs, her iki taraf da gerek yatay gerek dikey öğretim ve eğitime zorunlu olarak ihtiyaç duyuyor. Her şahıs öğrenmek, hüner kazanmak, kabiliyetini geliştirmek isterken öğretim ve eğitime katılmak ihtiyacını duyuyor. Bu ise, her ferdi ka­ biliyeti oranında yetiştirmek, her ferdi öğretim ve eğitimden yararlanabilmek prensiplerini getirmiş oluyor. Herkesin öğretim ve eğitim fırsatlarından yarar-landırılması isteniyor.

Burada önemli bir mesele karşımıza çıkmaktadır. Hangi dallarda, hangi ihtisas kısımlarında şahısları derinliğine yetiştirmek meselesi.. Bugünkü üre­ tim sistemi bütün toplumun üretici güçlerinin, faaliyette bulunan kısımlarının ve sosyal gruplarının her birisinin diğerinin fonksiyonunu tamamlayacak şe­ kilde, hep birlikte bütün üretim faaliyetine katılmalarım zorunlu kılmaktadır. Bölgesel üretim faaliyetleri dahi birbirlerini tamamlar karakter arzetmektedir-ler. O halde bütün toplum bir üretim faaliyeti birimi manzarası arzetmektedir. Bu toplumun kültür muhtevası da tabiî verilerle birlikte bu faaliyet içinde yer almaktadır. Şu halde, her toplum kendi kültürel, tabiî sosyal ve ilmi-teknik imkânlarının bütünü içinde belirli ekonomik faaliyetleri yapabilmektedir. Yer yüzünde bu şekilde ortaya çıkmış belirli kültürel-ekonomik merkezler arasında üretim mallarının pazarlandığı müşahede edilmektedir. Bugün her büyük toplum yeryüzünün bir ya da ana maddeye bağlı birkaç üretim madde­ sinin üretici merkezi haline gelme çabası göstermektedir. Öğretim ve eğitim sistemleri de bu esasta her toplumun kendi karakteri muvacehesinde bir şekil almak ve şahıslarını yetiştirmek zorunda oluyor. Eskinin-community-cemaat karakteri arzeden sosyal tiplerinde öğretim ve eğitim için model, ulaşılmak istenen hedef mükemmel insan ve bu insanın psikolojik yetilerinin ve şahsiyetinin bu esaslarda geliştirilmesi idi. Model her yerde hemen hemen ayni idi. Çünkü insan tabiatı her yerde ayni esaslara dayanmakta idi. Tabiî Hukukçuların etkileri öğretim ve eğitimde de kendisini hissettir­ miş idi.

Bugün ise öğretim ve eğitim sistemlerinin muhtevası için model, toplu­ mun endüstriyel karakteri ve üretmek istediği ekonomik malların cinsine göre şekillenmiş olan sosyo-ekonomik grupların ihtisas dalları ve bu toplumun kültür muhtevasıdır. Bu ihtisas dallarına göre, sosyal ve kültürel muhtevayı hesaba katarak şahısların kabiliyetleri nisbetinde dallara ayrılmaları-yani

(24)

yatay öğretim ve eğitim görmeleri- sonra ayrıldıkları ihtisas dallarında derin­ leşmeleri -yani dikey öğretim ve eğitim esasında gelişmeleri- gerekmektedir. Bu şekile bugünkü öğretim ve eğitim sistemi Psiko-Sosyo-Pedagojik bir karak­ ter almış bulunmaktadır.

Endüstriyel toplumda mal üretimi belirli tesirler altında -sosyal, kültürel, tabiî olanaklar, şahsi kapasiteler (ibda güçleri), ve teşkilât sistemleri- geli­ şerek, belirli tabiî kültürel temellere dayanarak kendine has bir karakter ka­ zanmakta, bölgesel bir tipe bürünmekte, ayni üretim maddesi maddî olanak­ ları ile ayni olmakla beraber, şahsî hüner farkları yüzünden keyfiyet itibariyle

değişik kalitede ortaya çıkmaktadır. Bazı bölgeler, bazı ekonomik mallan daha kullanışlı, daha hassas, daha sağlam vs. gibi keyfiyet farkları ile fark­ lı üretme olanaklarını göstermektedirler. Şu halde bir kültür merkezinin yer yüzünde diğer bir kültür merkezine satmış olduğu mal ile birlikte o bölge insanlarının hünerleri de satılmaktadır. Bir malı satarken üretici malı ile bir­ likte ayni zamanda hünerini de satmış oluyor. Meselâ, bugün İsviçre saatini diğer bölgelerin yapmış oldukları saatlere tercih sebebi, satın aldığımız saatin içine katılmış olan gözle görülemiyen fakat kullanırken hissedilen hü­ nerdir. Endüstri faaliyeti ile tekniğin anlamı değişmiş derken kestedilen, ya­ ratma gücünü maddeye katmak ve tabiî imkânlara bu yaratma gücü ile iste­ nilen şekli vermiş olmak kastedilmektedir. O halde öğretim ve eğitim sistem­ lerinden istenilen yaratma gücü olan, yani ibda kudretine sahip şahısları ye-tiştirmesidir. Bu yaratma gücüne sahip olan şahıslar çevrenin imkânlarını, toplumun kültürel muhtevasını ve bölgelerin kendine has karakterini göz-önünde bulundurarak yeni imkânlar yaratabilmelidirler. Yeni buluşlar ile diğer toplumların buluşlarına karşı rekabet edecek güçte olmalıdırlar.

Endüstrileşme derin bir iç menşeden gelmektedir. Endüstriyel gelişmenin kökleri ferdiyetçilik, liberalizm prensiplerine dayanmaktadır. Endüstriyel sistem, yeni bir ekonomik sisteme ve modern teşkilâtçılığa ve belirli insanî evsafa bağlı bulunmaktadır. İnsanlar arası ilişki tarzları, insanların kıymet ve değer hükümleri ve yep yeni bir dünya görüşü sistemi ile ancak endüstri işine girişilebilinmiştir. Bütün insanları ile hiç değilse büyük bir çoğunluğu ile ancak bir toplumsal bölge, sosyal tabiat, endüstrinin gerektirdiği zihni-manevi ön şartın esas unsurlarına sahip olmalıdırlar. İnsan günlük meslekî çalışma­ larına yeteri kadar kıymet verirse, rasyonel iş metcolarını inkişaf ettirirse, insan kendi şuurunda kendi kıymet ve itibarını arttırırsa, sözünü t a m vaktin­

de yerine getirir, işgüzarlığını, çalışkanlığını, meslekî iş ve faaliyetini yeterince meziyetlendirirse ve takdir ederse endüstriyel faaliyete katkıda bulunabilir.

(25)

Endüstriyel sosyal ortamda insanın özgür düşüncesi, meslek seçme serbestliği, rekabet etme olanakları bulunmalıdır. İşte bu esaslarda şahsa verilecek şah­ siyet bütünlüğü ile endüstriyel işe girişmek mümkün olmaktadır. Bütün bun­ lar öğretim ve eğitim sistemlerinin esas muhtevaları olmalıdır ki, o bölgenin, o toplumun insanları hep birlikte endüstriyel süreç içine girme imkanına ka­ vuşmuş olsunlar.

Endüstriyel toplum düzeni kendi iç bünyesinde çeşitlilik arzeden bir ka­ raktere sahip bulunmaktadır. Endüstriyel toplum yapısı alt, orta, üst olmak üzere üç boş tabakaya ve bu tabakalar içinde de çeşitli sosyal-mesleki-kül-türel sınıflara bölünmektedir. Bu kısımlar gerek hacim bakımından gerek muhteva bakımından durmadan değişikliğe uğramaktadırlar. Kültürel muh­ tevanın kıymet ve değer hükümlerinde de değişiklikler cereyan etmektedir. Endüstriyel toplumun insanı ferdiyetçiliğe, hürriyete, eşitliğe dayalı kıymet ve değer hükümlerini ister istemez benimsemiş bulunmaktadır. Çünkü bu toplumun, bünyesi icabı insanları bu üç prensibi benimsemek zorundadırlar. İnsanlar arasındaki sosyal-kültürel, ekonomik, politik vs. ilişkiler de bu pren­ siplere göre düzenlenmiştir. Endüstri faaliyeti ikinci, üçüncü dereceden yeni meslekî zümreleri doğurmuş ve böylece ekonomik ve kültürel büyük sistemler kendi içlerinde ikinci ve üçüncü dereceden sistemlere ve kısımlara ayrılmış bulunmaktadırlar. Böylece insanın günlük hayatı da çok çeşitlenmiş ve çeşitli kıymet değer hükümleri taşıyan çeşitli sosyal gruplar içinde geçmeye başla­ mıştır. Sosyal hayat alanı muhtevası itibariyle çok fazla değişikliğe uğramış­ tır. Büyük endüstri merkezlerine, büyük politik merkezlere, h a t t a büyük ticaret ve dinlenme merkezlerine paralel olarak büyük şehirler doğmuş ve buralarda cereyan eden sosyal hayat alanı olayları kendine özgü karakterlerde belirmeye başlamıştır. Aile yapısı son derece küçülmüş ve bugünkü modern aile ana, baba ve evlenmemiş çocuklardan kurulu bir duruma girmiştir. Bu aile sadece iki kuşağı ancak taşıyabilen küçük bir yapıya sahip olmuştur. Eskinin üç ve daha çok kuşaklarını içinde koruyan büyük aile tipleri yavaş yavaş ortadan kalmış ve buna paralel olarak ailenin fonksiyonları da daralmaya başlamıştır. Aile bugün için sadece tüketici bir karaktere bürünmüştür. Pi­ yasaya bağlı bir iktisadî hayat içinde aile fertleri arasında sadece psikolojik ve sosyal-kültürel muhtevalı bağlar teşekkül etmiştir. Ailenin öğretici ve eğiti­ ci fonksiyonu da bu arada daralmış bulunmaktadır. Babanın meslekî faaliye­ tinin dışarıda olması, akşamları evine gelen bir şahıs olması sebebiyle aile ço­ cukları üzerindeki baba kontrolu keza zayıflamış bulunmaktadır. H a t t a an­ nenin durumu da bir dereceye kadar böyle bir şekil almıştır. Her ihtiyacını piyasadan temin etmek zorunda kalan bugünkü modern küçük aile fertleri

Referanslar

Benzer Belgeler

The values of the strong coupling form factors at Q 2 = −m 2 π[K ] give the strong coupling constants whose values are then used to find the decay rate and branching ratio of the

In Experiment 1, we attempted to replicate the past research (Gervais & Norenzayan, 2012a ) that analytic thinking inhibits intuitive support for religious belief in a mostly

alıcı hastaları tespit ederek hastaların bulunduğu merkezlere (Ek 4-C)'de düzenlenen Ulusal Sistemden Organ ve Doku Alım Sırası Formundaki sıra ile böbrek

In the dilepton channels, templates for the three different helicity state signal processes were used as well as a single template representing the different background

To create an administrative body that offers services to meet the general, daily needs of practicing Islam may be justifiable as ‘public service’ where a majori- ty of the

(Zazzo, 1949 rektifikasyonu) testinde debiller için kolay ve zor olarak tesbit edilmiş itemler açısından 11 ve 14 debil grublarının karşılaştırılmaları ilginç bir

Bei der geschriebenen Sprache verläuft die Kommunikation asynchron, sie ist zeitlich entkoppelt und eine Intervention ist damit nicht möglich.. Als Ausnahme wären hier Chats

Bu nedenle sadece kültür, dil içi ve dil dışı bağlam, daha “saygın” olduğu varsayılan dil kullanılması eğilimi, cinsiyet ve yaş, dinleyiciye göre dil tasarımı