• Sonuç bulunamadı

Hüseyinzade Ali Turan’ın İsmail Gaspıralı Hakkında “Temaşacı” İmzasıyla Yayımladığı Makalesi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Hüseyinzade Ali Turan’ın İsmail Gaspıralı Hakkında “Temaşacı” İmzasıyla Yayımladığı Makalesi"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 10, Ekim 2014, s. 125-132.

“TEMAŞACI” İMZASIYLA YAYIMLADIĞI MAKALESİ

Gözde Güngör

*

HÜSEYİNZADE ALİ TURAN’S ARTICLE ON İSMAİL GASPIRALI PUBLISHED UNDER THE PSEUDONYM “TEMAŞACI”

Hüseyinzade Ali Turan (1864-1940); XX. yüzyılın ilk yarısında, Azerbaycan ve Türkiye’nin siyasi, sosyal ve kültürel hayatına önemli katkılar sağlamış, Azeri kökenli bir Türk aydınıdır. Ali Bey; Türk Dünyasında “Türkçülük” fikrini, ilk defa bilimsel açıdan, bütüncül bir yaklaşımla ele alan kişidir.

İlk kalem denemelerine, Tıbbiye yıllarında başlayan Hüseyinzade, bu uğraşısını ölünceye dek sürdürmüştür. Şiir, hikaye, otobiyografi gibi edebiyatın çeşitli türlerinde eserler vermiş, Almanca, Rusça, Yunanca gibi Batı dillerinden çeviriler yapmıştır.

Tüm bunların yanı sıra, Ali Bey’in yazın alanındaki asıl etkinliği; gazete yazıları ile mümkün olmuştur. Azerbaycan’da bulunduğu 1903-1910 yılları arasında gazeteci kimliği ön plana çıkmaktadır. 7 Haziran 1905’te, Zeynelabidin Tağıyev’in mali desteği ile yayın hayatına başlayan Hayat gazetesinin başyazarlığını, Ahmet Ağaoğlu ile birlikte üstlenir. Ne var ki, bir yılı aşkın bir sürenin ardından, Azerbaycan Türklüğünün siyasi ve toplumsal açıdan aydınlanması sürecinde önemli katkılar sunan Hayat gazetesi 3 Eylül 1906’da kapatılır. Ancak Hüseyinzade Ali, halkı gazete aracılığıyla aydınlatmaya çalışma ülküsünden vazgeçmez, Hayat’ın son sayısında dahi çıkaracakları Füyuzat isimli derginin müjdesini vermiştir.1

Ali Bey’in sözünü ettiği Füyuzat dergisi, 1 Kasım 1906 tarihi itibariyle yayım-lanmaya başlar. Azerbaycan edebiyat tarihinde sonradan “Füyuzat Mektebi” olarak

* Arş. Gör., Ege Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. 1 Hüseyinzade A., “Veda-name”, Hayat gazetesi, 1906, No: 194, s. 1-2.

(2)

adlandırılacak ekolü yaratan2 bu dergi de, otuz iki sayının ardından ne yazık ki Hayat’la aynı kaderi paylaşır.

Hüseyinzade, sorumluluk üstlendiği Hayat gazetesi ve Füyuzat dergisinin dışında İrşad, Terakki, Hakikat gibi gazetelerde yazdığı makaleleriyle dönemin siyasi, sosyal, kültürel ve eğitim meselelerine dair tartışmalara katılır ve görüşlerini dile getirir. Ali Bey, Füyuzat dergisinin yanı sıra 1 Mart 1907-16 Ekim 1907 tarihleri arası 6 aylık kısa bir süre için, Tiflis’te yayımlanan Kaspi gazetesinin de redaktörlüğünü üstlenir.3

1910’dan mütareke yıllarına kadar siyasi hayatta aktif bir rol üstlenen Hüseyin-zade Ali, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla birlikte genç ülkenin kültürel zeminini oluşturacak faaliyetler içerisine girmiştir. Hüseyinzade Ali Bey, Türkiye basınında; Hilal-i Ahmer, İkdam, Hakimiyet-i Milliye, Türk Yurdu, Yeni Mecmua, Genç Pedagog gibi süreli yayınlarda telif ve tercüme eserlerini yayımlamıştır.

Doktorluk mesleğinin yanı sıra profesyonel anlamda, gazetecilik mesleğini de icra etmiş Hüseyinzade Ali’nin gazete yazıları; onun düşünce dünyası ve edebi kişiliğini, edebi muhiti ve Türk dünyası arasındaki ilişkileri aydınlatması bakımından şüphesiz ki birincil derecede kaynakları oluşturmaktadır. Yetmiş altı yıllık yaşamı boyunca fikir-lerini kalemiyle savunan bu aydının gazete yazılarının tespiti kimi zaman –kullandığı takma adlar sebebiyle– zorlaşmaktadır.

2007 yılında kızı Feyzaver Alpsar tarafından Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne bağışlanan Hüseyinzade Ali Turan’ın kişisel arşivinde yer alan süreli yayınlar koleksiyonu, kendisine ait yazıların tespit edilmesinde önemli bir kolaylık sağlamaktadır; bu arşivdeki süreli yayınlar incelendiğinde Hüseyinzade Ali Bey’in gazete ve dergilerde kaleme aldığı makalelerini çizdiği ve kırmızı yahut mavi kurşun kalemle imzasını attığı, hatta redaksiyondan kaynaklanan yazım hata-larını çizdiği, düzelttiği tespit edilmiştir. Hüseyinzade’nin bu titiz arşivleme anlayışı sayesinde Prof. Dr. Ali Haydar Bayat, Hüseyinzade Ali Bey başlıklı çalışmasında, Ali Bey’in kişisel arşivini kullanmış, Hayat gazetesinde ve Füyuzat dergisindeki imzasız makalelerini (birkaç hata dışında) tespit edebilmiştir. Ne var ki yazarın İrşad, Terakki, Hakikat gibi devrin Azeri basınında çıkan diğer makaleleri eksik kalmıştır.

Bu yazıda, daha önce Hüseyinzade Ali Turan’ın yazıları arasında zikredilmeyen ve Ali Bey’in kişisel arşivindeki İrşad gazetesi koleksiyonunda tespit ettiğimiz “Tema-şacı” imzalı makalesi sunulacaktır. 13 Rebiyülahır/1 May 1908, No: 60’ta yayımlanan yazı; “Tercüman’ın Yirmi Beşinci Sene-i Devriye Şenlikleri” başlığını taşımaktadır. Hüseyinzade Ali Bey bu makalesinde, özellikle İsmail Gaspıralı’nın Türkiye ile olan ilişkilerini mercek altına almıştır. Bir hikâye üslubuyla kaleme aldığı makalesinde

2 Aybeniz Aliyeva Kengerli, Azerbaycan’da Romantik Türkçülük, İstanbul: Doğu Kütüphanesi, 2008, s. 22. 3 S. A. Movlayeva, Propoganda Russkoy i Azerbaydjanskoy Kulturı Na Stranitsah Gazetı “Kaspiy”,

(3)

yazar, Kırım Tercümanı’nın Türkiye’deki popülaritesinin gerekçelerini açıklamıştır. Ali Bey ayrıca, İkdam, Sabah gibi İstanbul gazetelerinin Tercüman gazetesi karşısın-daki tutumları, keyfi sansür anlayışı, üniversite gençliğinin gazeteyle olan ilişkisi gibi ilginç ayrıntılara da edebi bir zarafetle değinmiştir. İsmail Bey Gaspıralı ve Tercüman gazetesi araştırmacıları için de bir kaynak olacağını düşündüğümüz Hüseyinzade Ali Bey’in söz konusu makalesini aşağıda okuyucuların dikkatine sunuyoruz:

Tercüman’ın 25. Sene-i Devriye Şenlikleri

İrşad, Bakû, 1 May 1908/13 Rebiyülahır, No: 60, s. 2

Temaşacı, “Tercüman! Tercüman!.. Kırım Tercümanı!.. Son posta ile gelen Kırım Tercümanı!..” Başında kalıpsız, püskülsüz bir fes, belinde sarkık kırmızı bir kurşak, ayakları yalın, müvezzi vazifesini kemal-i ciddiyetle icra eden bir “muhacir çocuğu” ecnebinin “Kızıl Boynuz” dediği Haliç tersane üzerindeki köprüde böyle bağırıp koşuyordu... Çocuk, köprünün bir başından öbür başına elindeki yedi sekiz yüz Tercüman nüshaları satılıp bitiyordu. İstanbul halkı “Tercüman”ı adeta kapış ediyordu. Bu hale “İkdamcılar” “Sabahçılar” “Malumatçılar” “Servetçiler” gıpta ve haset ediyorlardı.

İki üç küçük sayfadan ibaret, bi’n-nisbe “kaba” dilli, mutedil meslekli Tercüman’ın, İs-tanbul’un edebi ve selis bir lisanla yazılmış kocaman gazetelerine karşı bu muvaffakiyeti nereden ileri geliyordu? Şundan ileri geliyordu ki en adi en meşhur bir hadiseyi yazmak İstanbul gazetelerine bedbaht senzor tarafından men edildiği halde, koca bir payitahtın halkı o havadisi Tercüman’da buluyordu. Mesela Avusturya İmparatoriçesini İsviçre’de divane bir anarşist katletmiş. Böyle meşhur bir hadiseyi yazıp bildirmeye “İkdam”ların, “Sabah”ların hak ve salahiyetleri yoktur.

Onun için “Kırım Tercümanı” kapış ediliyor!.. *

Başlarında püskülü, kalıbı yerinde bir fes, boyunlarında beyaz kolalı gömlek yakasıyla siyah kravat, üzerlerinde uzun ve siyah bir setre, fakat çehreleri mahzun ve mütefekkir beş altı kişi birbirlerini takip ederek uzun bir yokuş çıkıyorlar. Bu yokuş Yıldız Sarayı’na giden yoldur, o adamlar da İstanbul’un gazete muharrirleri, ya başmuharrirleridir... Bu zevatı biz de takip edelim. Bunlar saray kapısının önüne gelip birçok müşkülattan sonra mabeyn başkâtibini görmeye muvaffak oluyorlar. Ne istiyorlar? - Efendim, diyorlar, “Ter-cüman” gazetesinin verdiği havadisi bizim dahi yazabilmemize müsaade edilsin. Madem ki o havadisi İstanbul halkı Tercüman’da görüyor, o halde biz ne için ziyana uğrayıp gazetelerimizin revacından mahrum olalım?!

*

Tercüman’ın İstanbul’a girmesi için burada “şeref-sünuh ve sudur” buyrulmuş! Kırım’dan posta vapuru çoktan gelmiş, fakat köprüde muhacir çocuğunun artık sesi, sedası işitilmiyor. Köprüden “Kızıl Adalar” denilen cezirelere giden iskeledeki kitab-furuşun önünde büyük bir insan kalabalığı!..

Halk Tercüman gazetesini istiyor. Kitapçı ise: - Efendiler Tercüman artık gelmiyor!.. Herkes de hayretle karışık bir yeis!..

(4)

*

On-on iki sene akdem büyük ve şiddetli bir zelzele İstanbul’u alt üst etti. Binlerce can telef oldu... O esnada tarihçe meşhur büyük bir mescidin önünde buluna idiniz, size zelzele mühim bir sırrı ifşa edip böyle bir manzara gösterirdi:

Bir tarafta hücrelerden, adalardan duvar altlarından can havliyle kaçmış başlarından fesleri düşmüş, yüzleri elbiseleri toz toprak içinde, bir cemaat kıyametten, mahşerden nişan ve-rerek dehşetengiz bir vaveyla koparıyordu. Diğer tarafta ise caminin duvarı secdeye varır gibi eğilip kalkıyordu. Yüksek bir minare ise zirvesiyle havada muntazam daireler tersim ediyor ve güya yıkılıp kurbunda bulunanları ezecek gibi tehdid-amiz vaziyetler alıyordu fakat nedense merkez sıkletini muhafaza ile tekrar düzeliyordu!.. Mabedullah olan mescidin altı zindan idi. Zindanın kapısı önünde ellerinde tüfek iki nefer asker duruyordu. Cemaat ne kadar feryat edip bunlara oradan kaçmalarını teklif ettiyse de biçareler vazifelerinden bir türlü el çekmeyip yerlerinde put gibi sabit kalıyorlar idi...

Bu esnada yerin altından müthiş bir gürültü işitildi. Güya tahtü’l-arz gök gürlüyordu: Yakında bulunan bir duvar zelzelenin bu yeni darbesine tab-aver olamayıp dehşetli bir gümbürtü ile yıkıldı. Her şey toz duman içinde kayboldu. Bade tozlar biraz yatınca herkesin gözü zavallı askerleri aradı. Tüfekler bir tarafa düşmüş idi. Diğer tarafta tüfeklerin sahibi olan neferler taş ve toprak yığınlarının arasında çabalıyorlar idi. Zindanın karanlık kapısı ise muhafazasız kalmıştı! Hayret! O kapıdan zincir sesleri, zelzele gürültüsünden daha müthiş olan zincir-i esaret sesleri geliyordu! Biraz sonra oradan ayakları zincirli bir nice ölüye benzer talebe çıkıp güç bela ile duvarlardan uzaklaşıp özlerini hevl-nak cemaatin arasına attılar!.. Bunlar fevkalade hüsn-i ahlak sahibi, münevverü’l-efkar, çalışkan talebe-ler idi. Onlardan bu zincirtalebe-ler, bu hapistalebe-ler nedir? soruldukta, cevap verditalebe-ler ki: “Hafiyetalebe-ler kitaplarımız arasında bir iki ‘Tercüman’ nüshaları bulmuş idiler!..”

Ey “neşr-i maarif” için Yıldız’dan yıldızlar, nişanlar alan zevat-ı kiram! Ey 25 senelik neşr-i maarif için Tercüman’a hediye hazırlayan erbab-ı enam! Bu manzarayı unutmayınız. Bu müthiş bir hakikattir. İstibdat-i saltanat denilen bir rejime ait hakikattir! Hatır için halife, padişah, sultan falan adı zikretmeyip “rejim” diyoruz!

*

İstanbul hafiyeleri arasında bir faaliyet! Bir “fiskos”!.. Ne haber? Ne olmuş? - A!.. Bilmiyor musunuz? İsmail Bey Gasprinski buradadır! Sirkeci’de bir otele gitmiş! Yine ne var? Neye gelmiş? Bakalım: Başında Kırım kalpaklı bir zatı hamil bir araba yine Yıldız’a giden yokuşu çıkmak üzeredir. Yoldan geçenler birbirlerine gizlice: Sahibi İsmail Bey Gasprinski’dir!.. Aman sus! Tanıdığımızı hafiyeler duymasın!.. Araba râkibini Yıldız Sarayı’nın kapılarından birine vâsıl ediyor. İsmail Bey oraya duhule çare buluyor, kurenadan, yaverandan bir iki kişi ile görüşmeye muvaffak oluyor... Sohbet tahminen bu yoldadır: Tercüman gayet uslu ve mutedil bir gazetedir! Kimse ile işi yoktur. Yıldız’ın aleyhine hiçbir vakit ağız açma-mıştır. Çünkü saltanat-ı seniyyenin hayırhahıdır. İster amir, ister memur olsun Türklerin cümlesini bila-fark sever. Ne için satılmasına mani oluyorlar? Ve ilahare...”

Netice de: “Müsait bir arada çıkıyor ve köprü üzerinde bir baştan öbür başa koşan muhacir çocuğu kemal-i serbesti ile tekrar bağırıyor: “Tercüman”!, “Tercüman”!.. Kırım Tercümanı!.. Lakin bu saadet Dersaadet’te çok uzun sürmüyor. Yine “Sabah” ve “Malumat” muharrirleri Yıldız’a koşuyorlar. Yine köprüde muhacir çocuğunun sesi kesiliyor. Yine, bıkmak, üşen-mek bilmeyen İsmail Bey birçok masraflar ihtiyarıyla Yıldız’ın uzun yokuşunu çıkmak için Karadeniz’in emvacı üzerinde bir vapurda günlerce sallana sallana Kırım’dan İstanbul’a revan oluyor. Akabinde yine müvezzi çocuğun köprüde tekrar “Tercüman! Tercüman!..” diye bağırması, fakat çok geçmeden yine susması!.. İşte bu minval üzere müvezzi çocuk vakit

(5)

vakit gah kemal-i şetaretle Tercüman! deyip bağırıyor, gah haftalarca, aylarca belki de yıllarca kemal-i yeis sükut edip duruyor!.. Bunu herkes biliyor, fakat kimsenin bilmediği bir şey var ise o da İstanbul zindanlarında hiçbir vakit sakit olmayan isyanlardır. Talebe isyanlarıdır, Tercüman okumaya cüret eden talebe isyanlarıdır!.. Bunları kimse bilmiyor ve bilmez de! Çünkü İstanbul’da zelzeleler, tufanlar kopmayınca bilmek olmaz! Çünkü Alemdağı bir volkana munkalip olup İstanbul’un üzerine ateş-feşan olmadıkça bilmek olmaz!..

*

Şimdi 20-25 milyon nüfustan ibaret Rusya Müslümanları yani Kırım’dan, Baykal’a, Ural Dağları’ndan, Bakû’ya kadar vasi bir ülkede perakende bulunan bir halk, ittihat ve ittifaklarını, takviye için her bir nadir fırsattan istifadeye mecbur olduklarından Tercüman’ın 25. sene-i devriye şenliğini vesile ittihaz edip onun etrafında mana-yı içtima etmek ve bu münasebetle ittihat ve ittifaklarına ait yeni bir ukde-i irtibat vücuda getirmek istiyorlar. Vakıa bu vasi ülkede Tercüman yıllarca yegane Türk ve Müslüman gazetesi bulunduğundan özü bu akde hizmetini mükemmelen görüyordu. Fakat hürriyet-i matbuat meydana gelince Tercüman bu mevkiini lisanın en umumi bir Türk şivesinde olması sayesinde yine bir dereceye kadar muhafaza edebildiyse de, diğer taraftan gazetelerin çoğalmasıyla, ve fikir ve mesleklerin o nispette tenevvü etmesiyle eski rolünü oldukça kaybetti. Halbuki Tercüman’ın ettiği hiz-metler pek büyük olmakla o nam hiçbir vakit unutulmamalı ve bütün ehl-i kalem hattı bütün ehl-i İslam anın etrafında ittihat ve içtimaına gayret edip bugün hissiyat ve amalatı maddi ya manevi bir şeyle tecessüm ettirip ona takdim edilmelidirler. Bugünlerde Bakû’nun ehl-i irfanı dahi sair Rusya Müslümanlarına ittibaen içtima edip Tercüman sahibine ne gibi bir hediye göndermek yahut umum Müslümanlar tarafından hazırlanan hediyeye ne yolda iştirak eylemek meselesini müzakere ediyorlar. Burada matbuat ve maarife nispeti olan pek çok şeyler hatıra gelebilir. Mesela yeni sistemde mükemmel bir tipografya maşını, ya Bahçesa-ray’da Tercüman matbaası için güzel bir bina, ya İsmail Bey namına yeni bir mektep tesisi yahut o namla mekatib-i idadiye ve aliyede bir nice talebeye maaş tahsisi ve ilahare... Fakat bize kalırsa ve bizim elimizde olursa, bilir misiniz, gönül Tercüman’a ve sahibine yirmi beş senelik mücahedatına mükafat olarak ne takdim etmek isterdi?..

Ah!.. Türkiyesi’yle, İstanbulu’yla, İkdamı’yla, Sabahı’yla, Servet-i Fünunu’yla bütün âlem-i İslam’da mükemmel bir “hürriyet-i matbuat”!.. Ta ki Tercüman’ı bugün kanun-ı esasiden, şura-yı ümmetten, millet meclisinden dem uran Tercüman’ı okumaya cüret eden bedbaht Türkler, ayaklarında zincir, menfalarda, zindanlarda, İstanbul’un, İzmir’in, Konya’nın Bağdat’ın zindanlarında ah-ı figan ederek sürünmesinler!..

Temaşacı (Hüseyinzade Ali) KAYNAKLAR

Hüseyinzade A., “Veda-name”, Hayat gazetesi, 1906, No: 194, s. 1-2.

Kengerli, Aybeniz Aliyeva, Azerbaycan’da Romantik Türkçülük, İstanbul: Doğu Kütüphanesi, 2008, s. 22.

Movlayeva, S. A., Propoganda Russkoy i Azerbaydjanskoy Kulturı Na Stranitsah Gazetı “Kas-piy”, Bakû: 1982, s. 24-25.

Temaşacı, “Tercüman’ın Yirmi Beşinci Sene-i Devriye Şenlikleri”, 1 May 1908/13 Rebiyülahır, No: 60, s. 2.

(6)
(7)
(8)

İrşad gazetesi başlık klişesine Hüseyinzade kendi el yazısı ile

Referanslar

Benzer Belgeler

Sekiz saat az bir zamanmış gibi görünebilir ancak ayda yüz altmış saat eder.. Yılda bin dokuz yüz yirmi saat eder ve yaşamım boyunca elli yedi bin altı yüz saat

Bu meyanda dergâhın tarihçesinin yanı sıra, aralarında Kemâl Ahmed Dede, Doğânî Ahmed Dede, Sabûhî Ahmed Dede, Câmî Ahmed Dede, Nâcî Ahmed Dede, Nesîb Yusuf Dede,

On gün sonra bizi okullara götürürler.Bir grubu eski okullara bir grubu da yeni okullara götürüyorlardı.Burada esirken Türk gazetecileri bizi Rum sanıp

1977-1978 Öğretim Yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde başladığı lisans eğitimini 1981 yılında tamamladı.. Buna paralel

1977 yılındaki bu tüzüğe kadar film kontrolleri, 19 Temmuz 1939 tarih ve 2/11551 sayılı “Filmlerin ve Filim Senaryolarının Kontroluna Dair Nizamname”, gereğince

Diğer yandan, özellikle son birkaç yılda, filmi değil de bir mekân olarak sinemayı, seyir deneyimini ve seyirciyi merkezine alan, Richard Maltby, Daniël Biltereyst ve Philippe

By the changes written in the Magazine of Notification number 2455 and published by the Ministry of Education dated June 17, 1996, while Geography was taught in secondary education

Çocukların engel türüne göre ebeveynlerin durumluk-sürekli kaygı ile yaşam doyumu puanları incelendiğinde, durumluk kaygı puanında Down sendromu/zihinsel engelli