• Sonuç bulunamadı

Türk Romanının Gelişim Süreci İçinde Gözden Kaçan Sosyo-Politik Bir Roman: “Katırcıoğlu”

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Türk Romanının Gelişim Süreci İçinde Gözden Kaçan Sosyo-Politik Bir Roman: “Katırcıoğlu”"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Osman Gündüz

**

AN UNFOCUSED SOCIO-POLITICAL NOVEL WITHIN

THE DEVELOPMENT PROCESS OF TURKISH NOVEL: KATIRCIOĞLU ÖZ: Enis Avni takma adıyla yazan Aka Gündüz’ün Katırcıoğlu romanının ede-biyatımız açısından önemi, edebi değerinden çok tarihsel bir roman oluşundan ve ele aldığı konuya yaklaşım tarzından ileri geliyor. Zira bu romanın yazıldığı İkinci Meşrutiyet döneminde yayımlanmış, konusunu tarihten alan, irili ufaklı on beşe yakın roman var. Ne ki bunların büyük bir bölümü sosyologlar ve ede-biyat tarihçileri için birer malzeme olmaktan öteye gidemeyen kurgusal metinler olarak yazıldıkları dönemin sınırları içinde kaldılar. Bizi bu yargıya götüren en önemli neden, söz konusu romanların dönemin siyasal erkinin politikaları para-lelinde kurgulanmaları ve bu yüzden tarihsel olaylara eleştirel bir dikkatle değil, Türkçü bir dikkatle ve romantik bir tarih anlayışıyla bakıyor olmaları. Oysa aynı yıllarda yayımlanan Katırcıoğlu romanında Enis Avni, farklı bir tutum sergiler. Eleştirilerini dört yüzyıl öncesine götürse de temelde merkezi idare ile taşranın çatışmasına, aralarındaki güvensizliğe ve devlet otoritesinin uğradığı zaafa dikkat çeker. Romandaki olayların Anadolu’da geçmesi ise romanın önemini daha çok artırmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Katırcıoğlu, Anadolu romanı, Aka Gündüz/Enis Avni, İkinci

Meşrutiyet romanı.

Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 14, Ekim 2016, s. 71-82.

* Birtakım eklemelerle yeniden düzenlenen bu yazı, VII. European Conference on Social and Behavioral Sciences Bucharest, Romania, June 11-13, 2015 (Bükreş-Romanya’da 13 Haz. 2015 tarihli başkanı olduğum oturumda sunuldu.)

(2)

ABSTRACT: An unfocused socio-political novel within the development process of Turkish novel: Katırcıoğlu The importance of the novel of Katırcıoğlu by Enis Avni, under the pseudonym of Aka Gündüz, arises from its being a historical novel and its manner of approaching on the subject rather than its literary value. Unequivocally; there are nearly fifteen novels inspired from historical events and published in the second constitutionalist period which this book was also published in. However; these novels were confined within the borders of their written era and only served as materials for sociology and literature historians. The most important reason leading us to this verdict is the fact that these novels were built under the influence of their period’s political powers which had given the path to review and interpret the historical events not within the frame of a critical approach, but a Turkist and romantic attitude. Enis Avni, contrarily, ta-kes a different tact in his novel of Katırcıoğlu which was published in the same period. In essence, he remarks and draws attention to conflicts between central and provincial administrations, lack of confidence and tarnished state authority even if he pretends to criticize four centuries before his time. It also enhances the significance of the novel as the events happen in Anatolia.

Keywords: Katırcıoğlu, Anatolian novel, Aka Gündüz/Enis Avni, Second

cons-titutionalist period novel.

...

Giriş

Türk romanının gelişim süreci içinde önemli bir yer tutan tarihsel romanlarda, özellikle II. Meşrutiyet’ten sonra döneme egemen olan Türkçülük akımının da etkisiyle dikkati çekecek ölçüde bir patlama yaşanır. Ne ki romantik akımla beslenen bu romanlar, niteliklerinden çok nicelikleriyle dikkati çekerler. Birbirine benzer konu ve üsluplarıyla konusunu Doğu Türkleriyle Moğolların çatışmalarından alan Kamer Sultan, Türkün

Ro-manı, Timurlenk; konusunu Endülüs tarihinden alan Endülüs Masalı; Osmanlı tarihinden

alan Şimal Rüzgârı, Öksüz Turgut, On dördüncü yüzyılın ortalarında Doğu Türklerinden bir gencin serüvenlerini konu alan Kızıl Köşk, konusunu yakın tarihin siyasal ve sosyal yaşamından alan Dehşetler İçinde, Katırcıoğlu, Define, Köy Hekimi, Kaptan Cemal ve

Yetimenin Kabri adlı roman/kısa romanlar, II. Meşrutiyet döneminin bu türdeki öne çıkan

başlıca örneklerdir. Ayrıca, bu romanlar dönemin siyasal erkinin politikaları paralelinde kaleme alındıklarından ve bu yüzden mevcut düzeni sorgulamadıklarından sosyologlar ve edebiyat tarihçileri için birer malzeme olmaktan öte gidemezler. Adını andığım bu romanlardan Aka Gündüz takma adıyla yazan Enis Avni’nin,1 Katırcıoğlu2 adlı bu kısa

1 Doğan, Aka Gündüz, s. 15-16

2 Aka Gündüz (takma adıyla Enis Avni), Katırcıoğlu-Avcı Sultan Mehmet Devrinde- (dış kapak) 1508-1509,

(3)

romanı konuyu ele alış tarzı ve tarihsel olaylara eleştirel bir dikkatle yaklaşması bakımın-dan ötekilerden ayrılır. Yazar eleştirilerini yaklaşık 350 yıl öncesine götürse de temelde kendi dönemindeki merkezi idare ile taşranın çatışmasına ve aralarındaki güvensizliğe dikkat çeker.

“Katırcıoğlu” kurmaca mı tarihsel bir metin mi?

Romanın eleştirisine girmeden önce yazımın başlığında “gözden kaçan” sözüy-le anlatmak istediğim eserin talihsizliğinden kısaca söz etmek yararlı olacaktır. Aka Gündüz’ün bu eseri ne yazık ki bu güne kadar pek çok edebiyat tarihçisinin gözünden kaçtığı için yazarın eserleri listesine alınmamış ya da içeriği belli olmayan sıradan bir “yazı” olarak kabul edilip değerlendirme dışında tutulmuştur.3 Öyle ki yazar hakkında

bilimsel çalışma yapanların dahi verdikleri kısa ve eksik bilgiler, bu eseri görmedikleri ya da başka kaynaklardan aktardıkları kanısını uyandırmaktadır.4

Yazarın acemilik dönemi ürünü olan Katırcıoğlu, kimi eleştirmen ve edebiyat tarihçilerince roman olarak kabul edilmese de eser kurmaca metne ait tüm özellikleri bünyesinde taşımaktadır. Her şeyden önce roman kahramanı olan Katırcıoğlu ile ta-rihsel bir kişi olan Katırcıoğlu Mehmet Paşa’nın yaşam öyküsü birbiriyle tam olarak örtüşmez. Kaldı ki yazar da iç kapakta romanın ana başlığı altında “Tarihin Masalları” ibaresine yer vererek metnin kurmaca olduğuna işaret etmektedir.

Öte yandan Aka Gündüz, bu kısa romanında tarihsel bir olaydan yola çıkarak kişi ve yer adlarında, olaylar zincirinde ve kurguda birtakım eklemeler, değişiklikler yapmak suretiyle, sonradan paşa unvanı alacak olan Katırcıoğlu adlı bir Osmanlı paşasının yaşam öyküsünün bir bölümünü romanlaştırmıştır.5 Romanda anlatılanlar, tarihsel

olaylarla kısmen örtüşse de kurmaca metnin mantığı içinde birtakım değişikliklere uğramıştır. Söz gelişi romana adını veren ve Padişah IV. Mehmet (Avcı) döneminde yaşamış Katırcıoğlu Mehmet Paşa’nın adı, romanda Katırcıoğlu Şah Mehmet olarak olarak geçmektedir. Yazar, ayrıca, Katırcıoğlu’nun paşalık unvanını almadan önce var.) Sada-yı Millet Matbaası, İstanbul 1332/1916, 58+4 Neşreden: Cem’i Kitaphanesi. Metin içindeki sayfa numaraları bu esere aittir.

3 Doğan, Aka Gündüz.

4 Aka Gündüz hakkında biyografik bir çalışma yapan Abide Doğan “Diğer Eserleri” başlığı altında

tanıttığı Katırcıoğlu’nu romanı ile ilgili verdiği bilgiler yanlış. Sayfa sayısını 160 olarak gösterdiği gibi (Doğan, Aka Gündüz, s. 132) eseri tanıtıcı bölümde ise romanla ilgili olarak şu notu düşmüştür:

a “Aka Gündüz, Avcı Sultan Mehmet Devri’nde Katırcıoğlu adında halka zulmeden bir eşkıyanın yaptığı

kötülüklerin padişah tarafından umursanmamasını hazmedemeyip bu yazıyı yazar” (Doğan, s. 48).

(4)

eşkıyalık yaptığı yer ve bölge adlarında da değişiklik yapmıştır. Roman kahramanı Katırcıoğlu Akşehir ve Yenişehir yöresini haraca bağlamışken, tarihsel bir kişilik olan Katırcıoğlu’nun nüfuz sahası Afyon’dan Beyşehir’e kadar geniş bir coğrafyaya yayılmaktadır.

Ayrıca romanda verilen olay zamanı da tarihsel olaylarla tam olarak örtüşmemek-tedir. Şöyle ki olay zamanı için dış kapakta 1508-1509 tarihleri, iç kapakta ise Hicri 1058-1059 tarihleri verilmektedir ki bu tarihler, 1648-1649 yıllarına yani olayların yaşandığı tarihlere tekabül etmektedir. Padişah IV. Mehmet’in 40 yıl süren hükümdarlık döneminin başlangıcı ise bu tarihe yani 1648 yılına denk gelmektedir. Ne ki IV. Mehmet (2 Ocak 1642-6 Ocak 1693) bu yıllarda henüz yedi yaşındadır ve devleti büyükannesi Kösem Sultan ile annesi Hatice Turhan Sultan’ın vesayeti altında yönetmektedir.6

Yine romanda Katırcıoğlu’nun devletin emrine girmeden önce yanında yer alan yoldaşlarından Haydaroğlu Mehmet’in romandaki adı Haydaroğlu, Akyakaoğlu’nun ki ise Akyakalı’dır. Katırcıoğlu bu kişilerin yakalanıp idam edilmesinden sonra Kazzaz Ahmet ve Gürcü Abdünnebi ile birlikte Bursa yöresinde eşkıyalığını sürdürür ki bu adların romandaki karşılığı Boz Kafa ve Sarı Teke’dir. Bunların dışında Katırcıoğlu’nun zorbalıklarına karşı çıktıkları için aileleri ile birlikte yok edilen Perakendezade Müderris Hacı Musa Hoca, Kethuda Yeri Bakla Muslu Rıza, Muslu Beşe, Hacı Efe’nin oğlu Hafız Murat, Karacaörenli şair Uysal Tursun, Ilgınlı Soygun Mehmet, Sahibhisarlı Yarma Derviş, Hafızın Süleyman; Katırcıoğlu’nun “toprağına yüz sürerek” (s. 18) ona gönüllü hediye verenlerden Cübbecioğlu Mahmut Ağa, Dağlar Delisi Mehmet Ağa, Kuyumcu Hüseyin Bezirgân; Katırcıoğlu’nun zorla dağa kaldırdığı Salih oğlu Ahmet, Bölükbaşı Murad’ın karısı Emine, Kazmabaş Ali’nin gelini Esma ve gelin Ayşe ile kolluk kuv-vetlerinden ve Saray erkânından Divan münadisi Sümbüllü Murtaza, Beyşehir tatarı, Orman Sipahisi Yaroğlu Hasan, Eski yeniçeri ağası İsa Ağa, Müneccimbaşı Hüseyin Efendi, Budakzade, Hüseyin Paşa’nın ağalarından Çatrapatraoğlu teşrifatçı Topatan Ali Ağa gibi diğer kurmaca kişileri de bunlara katmak gerekir.

Romana konu olan ve 1661-1668 yılları arasında yaşayan Katırcıoğlu Mehmet Paşa’ya gelince o, bir süre Afyon’dan Akşehir’e kadar olan bölgede şakilik yapmak suretiyle devlete kıyam ettikten sonra saraya müracaatı sonucu affı şahaneye mazhar olmuş ve paşalık unvanı alarak ilkin Beyşehir sancak beyliği uhdesinde olmak üzere Karaman beylerbeyiliğine atanmış; sonra devlet hizmetinde pek çok yararlı hizmetler yaptığı için Padişahın ve Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa’nın takdirlerini kazanarak Anadolu beylerbeyliğine getirilmiş ve nihayet Kandiye Kalesi’nin savunulması sıra-sında şehit olmuş önemli bir devlet adamıdır. Romanda ise olaylar, romana adını veren Katırcıoğlu Şah Mehmet’in bir yıllık yaşam öyküsü içinde gerçekleşir. Roman vakası, 6 Özcan, Mehmet IV, s. 414-418.

(5)

Katırcıoğlu’nun Seydişehir, Akşehir, Karaören, Ilgın, Karahisar civarında yapmış olduğu zulümler, bunun karşısında yönetimin aymazlığı ve uyuşukluğu, halkın ise korkaklığı ve pısırıklığı sonucu Merkezi idare tarafından affedilip Yenişehir sancağı beyliğine atanmasıyla sona erer.

Katırcıoğlu’nun eşkıya romanları arasındaki yeri

Romanın yazıldığı yıllarda romantik tablolarla sunulan Anadolu, Katırcıoğlu’nda devlet otoritesinin zaafa uğradığı, baskının ve sömürünün yoğun olduğu bir yer durumuna getirilir. Devlet otoritesinin eşkıyalar tarafından doldurulması da bu çatışmayı en üst düzeye çıkarır. Yine Katırcıoğlu romanını önemli kılan husus –bu daha önce söylenenlerle de bağlantılıdır– ilk kez eşkıya sorununu ele almasıdır. Katırcıoğlu’nun yayınlanmasından sonra Yalnız Efe7, İnce Memed, Çepel Dünya, Gominis İmam, Köroğlu, Çakırcalı Efe, Çakıcı Efe, Atçalı Kel Mehmet, Kuyucaklı Yusuf gibi pek çok eşkıya konulu roman

ya-zıldığını söylememe gerek yok. Özellikle düzenin bozulduğu, adaletin ortadan kalktığı dönemlerde halk muhayyilesi adalet dağıtan bu çeşitten kahramanlar üretmeye yatkın hâle gelmektedir. Zira Moran’ın ifadesiyle “Ezilen halkın, zalim karşısında susup boyun eğmek yerine başkaldırarak zalimlerden öç alan, adalet dağıtan kahramana gereksinimi vardır.”8 Kaldı ki bu eşkıyalar, sıradan katil, hırsız değil; aksine zalim feodallerin, ağaların,

beylerin yaptıkları haksızlıkların intikamını almak için ve yoksul halkı zalim güçlülerden korumak için eşkıya oldular. Bunlar yasalar karşısında suçlu ama halkın gönlünde aklan-mış tiplerdir. İngiliz tarihçi Eric J. Hobsbawm’ın Robin Hood gibi İnce Memed gibi bu iyi eşkıyaları “soylu eşkıya”, “asil soyguncu” ya da “sosyal eşkıya”9 diye nitelemesi bu

özelliklerinden dolayıdır. Ona göre “Kanun ve otoritenin kolunun uzanmadığı dağlar ve ormanlarda şiddete başvurarak ve silahlı olarak yaşayan erkekler (nadiren kadınlar), kendi iradelerini kurbanlarına zora başvurarak, mal ve paralarını soyarak ya da başka yollarla dayatırlar.”10 Hobsbowm bu evrensel özellikler taşıyan asil eşkıya imajını

dokuz maddede özetleyerek veriyor:

• Asil soyguncu kanun dışı hayatına bir suç işleyerek değil, adaletsizliğe kur-ban gittiği için ya da onlar tarafından suç sayılan bir fiilden dolayı yetkili makamların kovuşturmasına uğradığı için başlar.

• Haksızlıkları düzeltir.

• Zenginlerden alıp yoksullara verir. 7 Yalnız Efe: Anadolu Romanı, Büyük Mecmua, N. 1014. 8 Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2, s. 81. 9 Hobsbawm, Eşkıyalar, s. 61.

(6)

• Nefsi müdafaa ya da açıktan intikam alma hâlleri dışında hiçbir zaman kim-seyi öldürmez.

• Eğer hayatta kalmayı başarırsa onurlu bir yurttaş ve topluluk üyesi olarak halkının arasına geri döner. Altıncısı, halkınca hayranlık duyulan, yardım edilen ve kollanan birisidir.

• İçinden çıktığı topluluğun mensupları yetkili makamlar karşısında onu ele vermeyecekleri için ya eceliyle ölür ya da bir ihanetten dolayı.

• En azından teoride, görünmez ve yaralanmaz bir varlıktır.

• Adaletin kaynağı olan kralın ya da imparatorun düşmanı değil, sadece yerel beylerin, din adamlarının ya da başka zalimlerin düşmanıdır.11

Sözünü ettiğim bu eşkıyalar bu tavırlarıyla hem iktidarı ellerinde tutanlar üzerinde, hem onlardan nemalananlara, hem de adalet ve kaynak dağıtanlara meydan okumakla toplumsal ve siyasal düzene de baş kaldırmaktadırlar.

Ne var ki Katırcıoğlu, “iyi eşkıya” şablonuna pek uymaz. Zira Enis Avni, eşkıyalık sorununa farklı bir açıdan yaklaşır; Hobsbawm’ın “asil soyguncu” diye tanımladığı eş-kıya için yaptığı nitelemelerin tam zıddını yapar. Öteki romanlarda işlenen iyi eşeş-kıyanın yerini bu romanda halka her türlü kötülüğü reva gören, kadınları, kızları dağa kaldıran, haksız yere adam öldüren zorba kötü eşkıya alır. Katırcıoğlu, bu konuda da ilktir. Uzun yıllar sonra bu kötü eşkıya tipi Kemal Tahir tarafından Rahmet Yolları Kesti romanında yeniden ele alınacaktır.

Hobsbawm, konuya tüm toplumsal olayları ekonomik açıdan değerlendiren Mark-sistlerin cephesinden baktığı için bu soylu eşkıya ya da asil soyguncu olarak nitelediği iyi eşkıyanın zıddı olan bu kötü eşkıyaları da “sosyal eşkıyalığın özel bir alt-türü, halk canavarı, adi soyguncu” olarak nitelemekte ve bunları “eşkıyalığın patolojik sapkınlığı” olarak değerlendirmektedir.12

Kahramanının kimliğini bu kötü eşkıya tanımına göre belirleyen Aka Gündüz, ister istemez romanın temel yapısını halk-eşkıya/yeniçeri/âyan-yönetim çatışması üzerine kurgular. Bunun en önemli nedeni Katırcıoğlu’nun yaşadığı yılların Osmanlı ülkesinde dirliğin ve düzenin tedrici olarak bozulduğu döneme rastlamasıdır. Bir zamanlar adalete dayalı düzenin ve âdil yöneticilerin idaresi altında mutlu olan halk artık canının, malının ve namusunun güvencesinden kaygılıdır. Çatışmanın merkezinde yer alan zorba âyan ve derebeyleri, halkı soydukları gibi her çeşit ahlâksızlığın da başını çekmekte, hatta merkezi idarenin emirlerini dahi ciddiye almamakta; servet ve nüfuz için her yolu ge-çerli saymaktadırlar. Bütün bu kargaşaya son vermek isteyen kimi yurtsever paşalar ise, 11 Hobsbawm, a.g.e., s. 62-63.

(7)

çıkarları elden giden rical-âyan-yeniçeri işbirliğiyle ya sürgün edilmekte ya da canlarına kastedilmek suretiyle ortadan kaldırılmaktadır.

Romandan yansıtıldığı kadarıyla on yedinci yüzyıldan itibaren her çeşitten ahlâksızlığın yaşandığı imparatorluk Türkiye’sinde bütün kötülüklerin altından yeniçeri zorbaları çıkmakta; devletin taşrada idareyi ve düzeni emanet ettiği âyan adı verilen derebeyleri ise halkı soymakta, zayıfları ezmekte, ülkenin geleceğine yönelik tehlikeli girişimlerde bulunmaktadırlar. Merkezî idarede görev alan üst düzey yöneticilerden ulema, kadılar, mülki idareciler hatta ordunun ileri gelenlerinden önemli bir bölümü her çeşit yolsuzluk ve ahlâksızlığın içindedirler. Halktan toplanan vergiler ise, halkın yararına kullanılmak yerine bu kişilerin kasalarına akmakta, böylece görkemli konak ve yalılarda sınırsız harcamalar içinde zevk âlemleri yaşanmaktadır. Bu harcamalara para yetiştirmek gayretinde olan bürokrat kesim, eğlence hayatını ve harcamalarını sürdürmek için “aha-liyi ve reayayı soymaktan” başka bir şey düşünmezler. Büyük halk kitlesi ise bu baskı ve zorba yönetimi değişmez bir alın yazısı gibi kabullenmiş; aklı erenlerden kimileri ise merkezî idarenin bu zaafından yararlanarak zorbalığa yönelmişlerdir. Sonuçta ülkenin her yanını âyan adı altında dehşetli zorbalar işgal etmiştir. Bunlar arasında Rumeli’nde türeyen âyanlardan Paspanoğlu, Tirsiniklioğlu, Çapanoğlu, Karaosmanoğlu örneklerinde olduğu gibi üzerlerine gönderilen orduları yenecek ölçüde güç kazananlar da vardır.

Öte yandan sistemin güvencesi olan levent ve sekbanlar ise kim daha çok ücret ve yağma payı verirse, onun hizmetine girmekte; hatta sık sık bu karşıt güçler arasında saf değiştirmekte, kimi zaman güvenliği korumakla görevli bir devriye, kimi zaman Celâlîler arasında köy soygunlarına yönelen bir eşkıya kimliğine bürünmektedirler. Yine “emr-i şerif” ile eşkıya avlamağa çıkmış kolluk kuvvetleri de yoksul köy gençlerini kullanarak halkı ezmekte ve bu konuda Celâlîlerle yarışmaktadırlar.

Bütün bu çatışmanın temelinde, halkın can, mal ve namusunu koruması gereken devletin içine düştüğü zayıflık vardır. Bu bakımdan sindirilmiş korumasız halk, eşkıya-yeniçeri-âyan/bürokrat kıskacında umutsuzluğa ve kaderine boyun eğecektir. Kötülüğün, zorbalığın en uç noktasında dolaşan Katırcıoğlu eşkıyası gibi zorbalar, on yedinci yüzyıldan başlayarak süregelen otorite boşluğunda devlet gücünün yerini doldururlar. Romanda ve-rilen bu çatışmada asıl eleştiriyi ise zevk ve eğlence âlemleri içinde Anadolu’yu unutmuş devlet adamları ile halktan kopuk merkezî idare yüklenir.

Katırcıoğlu’nda olayların geçtiği yerlerden Seydişehir, Alaşehir civarında türeyen Katırcıoğlu Şah Mehmet, saldığı korku ve dehşetle, halkı haraca bağlamıştır. Yöre halkı artık sokağa çıkamaz; ırzını, can, mal ve namusunu koruyamaz olmuştur. Eşkıya ço-luk çocuk, kadın yaşlı demeden önüne geleni öldürmekte; evler, köyler yakıp ocaklar söndürmekte; gözüne kestirdiği kadın, kız ve gelinleri, kocalarını öldürmek suretiyle, dağa kaldırmakta ve nihayet “Üsküdar diyarından Acem sancağına kadar” (s. 14) bütün Anadolu’ya hükmetmek gibi büyük emellerle devlete kafa tutmaktadır. Seydişehir halkı

(8)

eşrafından imamına, kadısına varıncaya kadar korku içinde olduğu için, Katırcıoğlu’na boyun eğmekten başka çare bulamaz. Devletten yana olan ve eşkıyaya baş kaldıran Mü-derris Hacı Rıza Hoca, Kethüda Bakla Muslu Rıza gibi kimi yurtseverler ise halkın gözü önünde aileleri ile birlikte işkence edildikten ve türlü hakaretlere uğradıktan sonra beden-leri parçalanarak öldürülürler. Aynı şekilde Ilgın’dan Hacı Efe’nin oğlu Hafız Murat gibi İstanbul’a şikayete gidenler de yine halka gözdağı vermek için muhbirleri vasıtasıyla birer birer yakalanıp gözleri oyulmak suretiyle öldürülürler. İstanbul’daki yöneticilere gelince onlar zevk ve safa âlemlerindedirler. Oysa aynı tarihlerde Girit elden gitmek üzeredir. Kuşatma altında bulunan Hüseyin Paşa sürekli bıkmadan usanmadan hiç gelmeyecek olan yardım çağrıları yapmakta, Saray’a haber üstüne haber göndermektedir. Öte yandan İzmir Foça ve Çanakkale Boğazı Venedik donanmasıyla kuşatma altına alındığından İstanbul’un deniz yoluyla bağlantısı kesilmiştir. Padişah IV. Mehmed’e gelince henüz küçük yaşta olduğu için yönetimi vasilerine bırakıp çevresini saran birtakım dalkavukla av partileri düzenlemekte, gününü gün etmektedir.

Merkezî idarenin aczini işleyen pek çok sahne eşkıyayı tedip için yola çıkan ve askerlerinin ihanetiyle hayatından olan Ahmet Paşa’nın serüveni içinde verilir. Halkın sürekli yakınmalarından bunalan padişah, Ahmet Paşa’yı eşkıya üzerine gönderirse de Paşa, rahata alışmış askerlerinin eşkıya ile işbirliği sonucu, Katırcıoğlu tarafından önce tutsak edilecek, türlü işkence ve aşağılamalara uğradıktan sonra gözleri oyulup başı kesilmek suretiyle öldürülecektir.

Ahmet Paşa, eşkıya üzerine giderken yolda devletin düştüğü aczi ve sistemin çü-rümüşlüğünü düşünür. Cephede düşmanla savaşması gerekirken bu türden zorbalarla uğraştığından dolayı yüreğinde kapanmayan bir yaranın sızladığını duyar:

Milletin gözü dışarıda olması lazım gelirken, vatanın müdafaa ve muhasarası icabı mey-danda iken içeride yanan ateşler, fesad ve şikak, yağma ve garet yangınları ruhuna en onulmaz yıldırımlar yağdırıyordu..

İstanbul’un bu ahvali düşünebilecek bir kabiliyeti yoktu. Çanakkale Boğazının kapan-ması, İstanbul’daki boğazları bilakis daha fazla açmış, zevkin ziyafeti, ziyafetlerin zevki, eğlencenin kümelisi, küme küme eğlence vur patlasın gidiyordu. Bir atmaca arkasında saatlerce at süren acemi padişaha ikaz için söz söyleyecek kimseler yoktu. Fukara aç kal-dıkça ümera doyuyor ve süfela ağlakal-dıkça vükela gülüyor, sınırlar yankal-dıkça sinirler buzlu hoşaflar, köpürmüş şaraplarla serinleşiyor, Girid’in feryadı, kimsenin rahm ve dadını, hamiyyet ve imdadını tahrik etmiyordu..

İstanbul’da kahkaha ve eğlence.. Anadolu’da Katırcıoğlu’nun yumruğu altında gözyaşı ve matem yaşıyordu. (s. 37-38)

Ahmet Paşa’nın bu dramatik sonu, benzer pek çok anekdotla desteklenir. Düzen ve dirlik bir kere bozulmuştur. Devletin üst düzey yetkilileri, huzurlarını kaçıracak olay ve

(9)

isyanları bastırmaktan da acizdirler. Anadolu ve Rumeli‘de isyan çıkaran, merkezî oto-riteye kafa tutan eşkıya ve âyanı sindirmek, tedip etmek, cezalandırmak yerine, bu gibi operasyonların hazineye büyük bir yük getireceği kaygısıyla onlara paşalık, mansıplık rütbeleri verilerek ödüllendirilmiş; böylece “şekâvet” ve “zulüm”leri meşrulaştırmıştır. Yöneticiler, “ince siyaset”leri icabı, o civarda “bir gaile çıkarmamak için” onlara yasal bir unvan vererek durumu kurtarma amacındadırlar. Pek çok örneği görülen bu uygulamadan Bu gibi operasyonlarda başarılı olanlar ise devlet ileri gelenleri ve sadrazam tarafından –kendi mevkilerini korumak amacıyla– İstanbul‘dan uzak yurt köşelerine gönderilmiştir.

Halk, İstanbul’dan ümidini kesmiştir. Duruma çözüm bulmak için toplananlara bir konuşma yapan ve aynı zamanda yazarın sözcülüğünü de üstlenen divan reisi Peraken-dezade Müderris Hacı Rıza, İstanbul’dakilere karşı halkın ortak tepkisini şu cümlelerle dile getirir:

Der-âliyeye mahzar faidesizdir. Padişah yeni, acemi, vüzera kayıtsız ve ümmi.. o diyardaki halk ise zevk u safada puyan.. Fetret, bozgun, fesad, zevk, taun gibi sarmış gidiyor. Boğaz kapanmış.. Foça önlerinde sonu acıklı, deniz cengi var.. Girid adamızda ateşler göğe salmış.. kim kimi kime, kimden neye mahzar-ı şikâyet.. Yollar kapalı, kapılar kapalı Tanrıdan başka şikâyet dinleyen kalmamış.. Rabbin huzurunda el açıp ah eylemekten gayrı elden ne gelir.. Düşman dört yana salmış, biz fesad ile meşgulüz. (s. 6-7)

Aka Gündüz, eşkıya-halk ilişkisine olgucu bir dikkatle yaklaşır. Devlet, Yenişehir yöresini haraca kesen, pek çok suçsuzu öldüren eşkıya Katırcıoğlu‘nu cezalandırmak yerine, eşkıyalık yaptığı Yenişehir sancak beyliği ve âyan rütbesi verilerek eşkıyalığı meşrulaştırılmıştır.

Görülüyor ki yazar, tarihsel bir olay sebebiyle, eşkıyanın konumunu yasallaştıran yönetimi eleştirerek yönetim ile halkı karşı karşıya getirmektedir. Devletine güvenmeyen halk ise, kaderine boyun eğmiş bir hâlde, kurtuluşu, ya eşkıyayı Allah’a havale etmekte ya da ona yaranmakta bulacaktır.

Yazar, toplumun tepkisizliğini ve bu tepkisizliğe karşı eleştirilerini çarpıcı örnekler üzerinde vermek amacındadır. Bu eleştirilerin başında dönemin yozlaşmış ve statükocu bir hâl almış din anlayışı gelmektedir. Katırcıoğlu adamları aracılığıyla tüm bu ahlaksız-lıkları ve işlediği cinayetleri din adına yapar. Kendisini “te‘dib”e gelen Ahmet Paşa gibi suçsuz bir yurtseverin boynunu vururken dahi dindarlığı elden bırakmaz. (s. 45) Vakit namazlarını geçirmez ama gelinleri, genç kızları ve yuvalarını dağıttığı evli kadınları dağa kaldırıp adamlarının önünde oynatmakta, gönül eğlendirmekte de bir sakınca görmez. Romanda bu traji-komik sahne şu cümlelerle verilir:

Güneş batmış saat bire yaklaşıyordu, Ağa abdestini aldı, akşam namazını kıldı ve işaret etti, herkes sofralara oturdular, kendisi de Akyakalı, Haydaroğlu, Boz Yaka, Sarı Teke ile hareme geçip hususi meclis kurdular. Billur kâselerde penbe şaraplar sunuldu. Genç

(10)

dilber sakiyeler elden ele şarap testileri gezdiriyorlardı, sazendeler, hanendeler başladılar. Etrafı sedef işlemeli sedirinde oturan Ağa, işaret etti, öteki odadan Kazmabaşoğlu’nun gelini Esma’yı getirdiler. Koyu fes rengi şalvarı içinde mahzun siması, ağlamaktan şişmiş gözleriyle Gelin Esma, saçak öpüp divan durdu. Katırcıoğlu parlayan gözlerinin yiyecek gibi bakan aleviyle kadını baştan başa yaktı.

– Sen türkü bilir misin? Zayıf hasta sesiyle: – Bilmem Ağam! – Ya oyun?

– Onu da bilmem Ağam!

– Yoo... Bu olmaz. Ağalardan sıkılma! Onlar senin kardaşın, benim de kardaşım! Biz yol-daşlarız. Kem göz ne bizde ne onlarda...

– Bilmem Ağam!..

– Bilirsin ya!. Sıkılırsın! Şuna bir billur şarap sunun! ....” (s. 31-32)

Öte yandan bu romanda çatışmanın bir cephesini oluşturan halk ise çoğunlukla çıkarcıdır, güçlüden yanadır. Kendilerini savunanların korunması konusunda edilgen konumdadır. Dinî inanışları ise özü boşalmış, sadece yüzeysel bir şekilcilikten ibarettir. Bu yüzden ırzlarına göz diken; çocuk, yaşlı, kadın, haklı haksız gözetmeden işkencelerle öldüren Katırcıoğlu’nun zulmüne uyuşukça bir tevekkülle boyun eğerler. Onlara evliya diyecek, katillere züht ve takva ehli diye dua edecek kadar gaflet ve cehalet içindedirler. Söz gelişi kendilerini yüreklendiren ve namusunu korumak için eşkıyaya baş kaldıran Kethuda Muslu Rıza gibi yurtsever kişilerin eşkıyalar tarafından parçalanmasını ve aile bireylerinin öldürülmesini uzaktan umarsızca izlerler. Hoca Efendi, bu çatışmada ölen eşkıyaların cenaze namazında dua ederken, cemaattekiler de onların “zühd ve takva” sahibi olduklarına ve “iyi kişi bulunduklarına” (s. 18) dair tanıklık ederler. Enis Avni bu çarpıklığı bütün dehşetiyle dramatize etmek için eşkıyaya boyun eğen halk ile yurtsever Muslu Beşe’nin parçalanma sahnesini bir arada verir. Bir yandan ölen eşkıyaların cenaze namazı kılınırken, aynı anda biraz ötede ise sokağın ortasında görev şehidi Kethüdanın “dörde bölünmüş cesedi dur(makta) ve toprağa bükülmüş başının ortasında henüz ka-panmamış iki fersiz göz bu kafileyi temaşa” (s. 18) etmektedir.

Aka Gündüz, bu kısa tarihsel roman denemesinde zengin diyaloglar (s. 4, 6, 10-12, 21, 25, 32-34, 39-51), türküler (s. 19-20, 23, 48) ve etkili sahnelerle eylemlerini drama-tize ettiği Katırcıoğlu’nun padişahtan iltifat görerek İstanbul’a girişini, tüm zamanlara yayılabilecek ironik bir üslupla dönemin yönetimini, çaresiz ama çoğu kez duyarsız halk kitlesini hedef alan şu cümlelerle betimler:

(11)

Kafeslerin, cumbaların arkasından cahil ve mütehayyir nazarlarla bakan kadıncıklardan, alçak bahçe duvarları üzerinde parmaklarını ağzına sokmuş kırmızı donlu çocuklardan, en ker ü ferli efendilere en ağır esnafa varıncaya kadar herkes yollara dökülmüş, kır atının sırtında Hind ü Çin’i feth ve zapt eden bir cihangir vaziyetiyle gelen Katırcıoğlu’nu ve taifesini temaşa ediyorlardı...

Yeniçeriler dizilmiş, el bağlamış, kolbaşılar köşe tutmuş, her şey ve herkes resmi, hususi bu alayı selamlıyorlar ve gözlerini açıp hayret ediyorlardı... (s. 54)

Olan bitenden habersiz, gaflet içindeki halk ise kendinden geçmiş bir hâlde fener alaylarına ve gösterilere katılmakta, bayram etmektedir:

Herkesin bilmediği bir nokta vardı ki o da bu bayramın niçin olduğuydu... Maahaza bir seyir ve bayramdı... O hâlde İstanbul’a bu pek kâfiydi. İster Katırcıoğlu, ister/Girit serdarı Hüseyin Paşa, ister Venediklinin birkaç yüz parçalı donanması... Bayram ya... Elbette pek kâfi olacaktı. (s. 55-56)

Romanın sonunda bir süredir deniz savaşları, Girit’ten gelen çığlıklar, dış baskılar, iç isyanlarla huzuru kaçan halk, geniş bir nefes alıp gönüllerine biraz ferahlık gelmesine sebep olan Katırcıoğlu’na dua ederken; öte yanda yoksunluklar içinde düşmanla boğuşan Serdar Hüseyin Paşa hâlâ üşenmeden haber üstüne haber göndermekte ve hâlâ “Haniya vaadleriniz?.. Asâkîr-i İslâm aç, çıplak.. kırk pâre kûh-misal düşman sefinesi geldi. Asker, imdad, erzâk getirdi.. Bizim ise gözümüz yollarda..” (s. 56-57) benzeri bir türlü karşılığını alamayacağı mektuplarına devam edip durmaktadır. İstanbul‘da ise dün katil ve zorba bir eşkıya iken bugün paralar dökerek “aff-ı şahaneye mazhar” olmuş ve ödüllendirilerek Yenişehir sancağı beyliğine atanmış padişah fermanlı Katırcıoğlu, izzet, ikramdan sonra harcadığı paraları halkı soyarak yeniden temin etmek için “namazı niyazı, duası, sadakati ile” (s. 58) Yenişehir sancağına dönmektedir. Bu çarpıcı sahne ile yazar, devletin görevli paşasını aşağılayarak öldüren eşkıyayı bağışlayıp sancak beyi yapan yönetimin aczini ve sistemin çürümüşlüğünü dikkatlere sunmaktadır.

Bütünleyecek olursak Aka Gündüz’ün on yedinci yüzyılda eşkıyalıktan paşalığa kadar yükselmiş bir devlet adamının yaşam öyküsünden bir yıllık kesit alarak kurguladığı Katırcıoğlu romanında merkezî idareden, çıkarcı ve beceriksiz bürokratlardan zorba de-rebeylerinden duyarsız halk kitlesine kadar toplumun tüm kesimlerini eleştirir ve sonuçta olanı vererek olması gereken geleceğin ideal toplumunu sezdirir. Tüm bu özellikleriyle Katırcıoğlu romanının yazınsal niteliğinden çok, ele aldığı konuda ilk olması, dolaylı da olsa yazıldığı dönemin tüm kurumlarına eleştiri yüklemesi ve konusunun Anadoluda geçmesi bakımından, Türk romanının gelişim süreci içinde önemli bir yere sahip oldu-ğunu düşünüyorum.

(12)

KAYNAKLAR

Doğan, Abide, Aka Gündüz, Ankara: TDK Yayınları, 2014, s. 15-16.

Aka Gündüz (takma adıyla Enis Avni), Katırcıoğlu-Avcı Sultan Mehmet Devrinde- (dış kapak) 1508-1509, (iç kapak) H. 1058-1059 / M. 1648-1649); (Ayrıca iç kapakta ana başlığın altında “Tarihin Masalları” ibaresi var.) Sada-yı Millet Matbaası, İstanbul 1332/1916, 58+4 Neşreden: Cem’i Kitaphanesi. Metin içindeki sayfa numaraları bu esere aittir.

İlgürel, Mücteba, “Katırcıoğlu Mehmet Paşa (1601-1668)”, DİB İslâm Ansiklopedisi, C. 25, s. 35-36.

Özcan, Abdulkadir, “Mehmet IV”, DİB İslâm Ansiklopedisi, C. 28, s. 414-418.

Yalnız Efe: Anadolu Romanı, Büyük Mecmua, N. 1014, Haz.-Ağt. 1335-1919 (Tamamlanmamış tefrika).

Moran, Berna, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2, İstanbul: İletişim Yayınları, 1991, s. 81. Hobsbawm, Eric J., Eşkıyalar, çev. Osman Akınhay, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2000, s. 61.

Referanslar

Benzer Belgeler

[r]

六、討論

söylem işim dir!” Fotoğrafı gazetede yayınlandıktan sonra birçok kişinin söylediği bir şey daha vardı: “Madem vücudu bu k ad ar güzelmiş, neden sakladı bunca

“Çırpınıp içinde döndüğüm deniz," “ Yıllarca aradım kendi kendimi” “Bir küçük dünyam var içimde benim” “Şekilsiz, gölgesiz canlar, nefesler Duyulan

Alternatif bir yöntem olan periton diyaliz yönteminde ise benzer işlemler karın boşluğuna küçük bir operasyonla yerleştirilen.. ince, yumuşak ve silikondan yapılmış bir

Operasyon planlanan hastada lezyon sınırlarının detaylandırılması amacıyla elde olunan MRG tetkikinde; T1 ve T2 ağırlıklı imajlarda hiperintens, yağ baskılı

Bu derlemede belirtilen tanı ve tedavi algoritmasında, yüksek başarı oranları, kolay uygulanabilmesi ve literatürde en yaygın kullanılanlar olması nedenleriyle kanalit

[r]