GeçmTS) zaman olur kı
BURHAN FELEK
0 DEVRİN
YANGINLARI
•i, STAN BU L şehri, yangm belâ- I sından ancak Şehremini Haydar A . Bey'in motorlu itfaiye teşkilâ tım yaptıktan sonra kurtulabilmiştir. Yoksa İstanbul, zaman zaman yanıp kül olmuş bir şehirdir ve o zamanın yangınlarında mesele • mefhumu da hiç rol oynamamıştır. O kadar ki, meselâ Üsküdar'da İcadiye taraflarındaki bir yangından kopan bir büyük ağaç parçası rüzgârın şevkiyle gelip Doğan- cılar’ı tutuşturmuştur.
İstanbul yangınlarının tarihte bir büyük hikâyesi vardır. Şimdi kitap kanştıramayacağım için iyi kestiremi yorum. Naima'nm ‘ Harik-i Kebir = Büyük Yangın” başlıklı sahifelerinde büyük sürekli İstanbul yangının tasviri vardır ki, akıllara hayret verir. Sanırım, 4. Murat devrinde kalafatçılardan çıkan bir ateşten İstanbul yanmaya başla mıştır. Naima'nm anlattığına göre, ateş kol kol ayrılmış ve o zamanın yangın söndürme vasıtalarının hemen hemen yokluğu yüzünden İstanbul’un dörte üçünü yakmış, hatta yeniçeri odalan ve kışlaları bile bu ateşten kurtulamamış tır. Naima, ateşin hangi mahalle ve semtlere nasıl girdiğini ve oralardaki 4 katlı bütün konak ve saray sahiplerini isimleriyle zikrederek nasıl yandığını pek renkli bir şekilde ve tafsilatıyla anlatır. Bu büyük yangından sonra 4. Murat, yangının tütün içenlerin çubu ğundan çıktığına inanarak tütünü y a sak etmiş ve bildiğiniz gibi, geceleri tebdil gezerek kahvehaneleri basıp, tütün içenleri yakalayınca oracıkta boynunu vurdurmuştur. Bu da büyük yangının aynca bir felâketi olmuştur.
Bizim yetiştiğimiz devirde de İstan bul’da çok büyük yangınlar olmuştur. Hatta bu yangında büyük semtler ve mahalleler yok olmuştur. İstanbul’da yangının büyük tahribat yapmasının sebebi, büyük zelzeleden sonra şehirde
kagir bina yapılmasına müsaade edilme miş ve bütüh yapılar ahşap, yani tahtadan yapılmıştır. Kışla gibi resmî daire gibi büyük binaların ise yalnız dış duvarları tuğladan yapılır, ilk bölmeleri, yani tavan ve döşemeleri tahtadan olurdu. Yakın zamana kadar Selimiye Kışlası bile böyleydi. Ve bu yüzden kaç defa yanmıştır. Ancak son senelerde tavan ve döşemelerin belki de bir kısmı betona çevrilmiştir. Böyle olunca o binalann yanmaması kabil değildi. Çünkü ateş, ne hikmettir bilinmez, daima saçaktan başlar. Hatta, “ ateş saçağı sardıktan sonra” diye bir de tekerleme vardır ki, gecikmiş tedbirlere misal olarak söylenir.
Bizim yetiştiğimiz devirlerde, hatta yakın zamanlarda İstanbul'u kül eden büyük yangınlar olmuştur. Bunların en büyüğü Aksaray yangınıdır. V e Aksa ray yangınının iki gün sürdüğü söylenir. İstanbul’un hiçbir semti Beyoğlu tarafı dahil, yangın belâsından kurtulama mıştır. Hatta bizim Ihsaniye mahallesi bile, Birinci Dünya Harbi esnasında nereden çıktığı belli olmayaen bir küçük ateşle 17 parça evini kaybetmiştir. Bu mey anda Şair Talât B ey ’in yeni yaptır dığı ev de dahildir. O devirde yangınlar adi tulumba ve itfaiye tulumbalarıyla söndürülmeye ve yanmadan tutu şan kısımların zincir takarak insan ı kuvvetiyle çekilip, duvarların ateşin r üstüne yıkılmasıyla bastırılmasına çalı şılırdı. Doğrusu, boş bir işti. Size bizim mahallede, bizim eve kadar gelip duran 1917 tarihindeki yangını anlatayım. Ateş, aramızda boş arsalar bulunan bir arka sokaktan çıkmıştı. Fakat havanın rüzgârlı oluşu o civarda bulunan bir büyük fıstık ağacının tutuşmasına sebep oldu. Ve serapa çıradan ibaret o fıstık ağacı bir meşale gibi yandı, yandıkça etrafına ateş saçtı. 100 metre kadar uzaktaki Talât B ey ’in evi de bu arada yandı. İşin kötü tarafı, ateş hiçbir zaman ateşten sirayet etmez. Her yangında mutlaka oracıktaki bir küçük rüzgâr kasırgası, ateşi yukarıya verir. Evler daima saçaktan tutuşur. Saçaktan tutuşunca da, söndürülmesi güç olur.
Talât B ey ’in eviyle beraber civardaki evler yanarken biz de sıramızı bekli yorduk. Çünkü itfaiyeler, tulumbalar elle çalışan âletleriyle ve kovalarda taşman sularla yangın söndürülemiyor- du. Fakat o sırada benim kurucuların dan olduğum Anadolu îdmanyurdu'nun 20 kadar üyesi arkadaşlarım eve geldi ler. Bunların içinde spor alemimizin tanıdığı Rıza Süvari gibi kimseler de vardı. Çocuğun bir meziyeti vardı ki, herkes hayran olurdu. Hepimizin yük seklerde ve uçurum gibi kenarlarda başımız dönerdi. Rıza’da bu yoktu ve inanınız o yangında üç katlı evimizin saçağının kenannda arkası dönük du rurken, benim başım dönerdi. Birkaç tanesi başlarına ıslak çuval geçirip, saçağın kenarına oturdu. Halk, ellerin de kovalarla aşağıdan Terkos’tan veya kuyudan su getiriyordu. Yangın geldi
H A L D U N D O R M E N D E N
1
m
yDOitıaııc
Köln’den potreler
Köln Bülbülü
Almanya’ya adım ını atmamış olanlar bile Yüksel Özkasap'ın adını duymuşlardır. Hatta ona Köln Bülbülü dendiğini de blllyorlardır hiç kuşkusuz. On üç yıl önce İlk türküsü Gülom'un kazandığı büyük başarı üzerine bir de altın plak alınca, Yüksel Oskasap adı, Almanya'da başlı başına bir plak en düstrisi oluşturm uş. Kocası İşadamı Yılmaz Asöcal’la birlikte kurdukları Tüıkola şirketi adına beşyüze yakın şarkı okumuş bugüne dek. Adı iki milyon sekiz yüz altı bin üç yüz kasetin satışına n,den olmuş. (Bunun (Bunun dışında da bir çok plağı satılmış.) Almanya ve Macaristan’da 7V programlarına çıkmış. İtalya da plaktan ençok çalınan yabancı şarkılardan biri olmuş. Son derece zarif, mütavazi, ayakları yerde, konuştuğunu bilen bir hanımefendi bu otuz iki yaşındaki başarılı sanatçı. “ B ir raslantı sonucu şariuct oldum. Oysa
ben Almanya'ya beş kardeşimi geçindirmek İçli, çalışmaya gelm iştim .” diyor, sırtından beyaz
vizon mantosunu çıkararak. Kendisine çok yakışan sade Dior elbisesi en son moda renkler den seçilmiş. “ Kızım Gülom'un bir
opera sanatçısı olm asını çok İsterim"
diye ekliyor sözlerine, Türk film cile rinden ve gazinocularından aldığı astronomik rakkamlara rağmen daha hiç sinemada oynamamış, konser de vermemiş bugüne dek. Önümüzdeki aylarda .Türk - Alm an ortak yapımı
Gurbetçi adli bir senaryo ile kamera
ların karşısına geçmeyi düşünüyor, herşey isteiğl gibi olursa.
Sakin, mutlu bir yaşamı var Yüksel Özkasap'in. Her sabah çocuklarını o- kula götürüyor, ev işlerini yönetiyor, haftada bir kaç kez şirketin İşlerine bakıyor ve plak dolduruyor. Bu arada Köln'e gelen vatandaşlarına da ev sa hipliği yapmayı ihmal etm iyor... İşte böyle ünlü bir yıldızım ız da var Köln'
de yaşayan ve m ilyonlarca gurbetçiye _ J ( H seslenen...
Yüksel Özkasap
3 1 Gurbette bir oyuncu
Serti'h Orkan
471 Tin köşesinde bir galeri
Köln'ün tarihi kolonyasının İlk yapıldığı 4711 numaralı bina nın hemen köşeslnde-nefls bir dükkân var... Vitrinlerine bakı lınca bir yanda 18. yüzyıldan kalma Türk kilim leri ve halıları, öte yanda da Peker, Akyavaş. Gülerman gibi çağdaş ressamları mızın resimleri biraen tatlı bir sürpriz gibi gözlerimizin önüne serillveriyor... Köln'ün en güzel yerinde büyük bir zevk ve titiz likle sergilenen bu Türk yapıtları gelen geçenin uzun uzun vitrinlere bakmasına neden olgyor... Fuat ve Gisele Tekçe bu güzel galerinin sahiplerinin adı... “ Biz burada yalnız ve yalnız Tüık yapıtlarını sergiliyoruz” diyor Gisele Tekçe güzel TOrkçe- siyle. İşe Şile bezleri satmakla başlamış olan Fuat Tekçe ancak müşterisini severse satıyor halılarını ve resimlerini... "Alman ukalalığına hiç tahamm ülüm yok, bu da benim kaprisim” diyor
“Türklerin nereden geldiklerini, uygarlığın asıl pınarları olduk
larını kafalarına vura vura da olsa öğreteceğim” diye ekliyor
kendinden emin Karı-koca Türk ressamlarını tüm Avrupa'ya tanıtmayı amaçlamışlar. "Kısa bir süre İçinde çağdaş Türk
ressamının dünyada geçer akçe olmaması İçin hiçbir neden
yok" diye ısrar ediyorlar her ikisi de. Şimdi de New York'un yeni gelişmeye başlayan Solıo bölgesinde aynı amaçla bir galeri aç mak için işe girişm işler. Fuai Tekçe ressam Erol Akyavaş'la iş birliği yaparak bunu bir an önce gerçekleştirmek istiyor. Bu yüzden de son günlerde birkaç kez New York'a gidip gelmesi gerekmiş.
Fuat Tekçe uzun süredir gurbette yaşamanın nedeniyle ola cak. Türk olan her şeyin üstüne fazla titreyerek yanlış olan şey leri bile doğru görmeye çalışıyor. Daha Türkiye sözüyle gözleri doluyor "Ecdadım" diyor, “ Vatandaşım” diyor kalın tok sesiyle ve bu kelimelerle Türklüğünün zevkini duyuyor damla damla. En güzeli Gisele de onun gibi olmuş. Zevk alıyor Türk olan her şeyden. Mutluluk duyuyor kocası gibi. Bu çiftle tanıştıktan sonra bir tuhaf oldu İçim. Umutlandım yeni baştan. Yitirdiği mizi sandığım şeylerin varolduğunu görünce güçleniverdim birden... İnsan böyle şeyleri Köln gibi uzak diyarlarda daha iyi bulup anlıyor, özellikle Fuat ve Gisele Tekçe gibi Türklerle tanı şıp konuşunca...
Beşyüze yakın filmde oynamış bugüne dek, bir çok oyunda da başarılı kompozisyonlar sergile miş. Adını bilmeyen, yüzü nü tanımayan yok tüm Türkiye'de, ama talihin ga rip bir cilvesi sonunda Köln’e gidip yerleşmek zo runda kalmış. Orada oturu yor şimdi. Tekrar sahneye çıkacağı, seyircisine kavu şacağı günleri bekliyor sa bırla. Evet, Türk sahne sinin ve sinemasının en de ğerli oyuncularından biri olan Senlh Orkan’dan söz ediyorum. Köln'de sahneye koyduğum oyunun prova ları süresince çok yardım etti bana. Koşturdu en ufak a y rın tıla r iç in ... D id in d i durdu herşeyin başarılı olabilmesi yolunda... “Ti
yatroya başladığım ilk gün lerin heyecanını yaşıyorum yeni baştan.” diyordu dur
madan... Köln'de kurulan ve Eski Fotoğraflar’] sergi leyen TİVAK TİYAT- ROSU’nun elemanlarından
ılmanva’da da bir kaç filmde rpl almış fakat polis, biri şimdi Senih Orkan Bundan sonraki oyunlarda o da rol alacak. “ Onun se
vinci şimdiden beni mutlu ediyor” diye gülümsüyor.
Tekrar tiyatroda oynamak düşüncesi on yaş birden gençleştiriyor sanki 'onu.
Almanya’da m ş l
çalışma izni olmadığı için daha sonra bu İşi engelle miş. Karısı Nejla hanımın ç a lışm a la rı nedeniyle Türkiye'ye ancak yazları ta- lila gelebiliyorlar. “ İlginç bir film , ya da sahne çalış ması olursa tabii koşa koşa gelirim ." diyor gözleri par
layarak.
Yıllarca önce Cep Tiyat rosu günlerinde birlikte ça lış tığ ım Senih O rkan'ı Köln’de „yeniden bulmak şaşırttı beni. Bunca aksili ğe rağmen çalışma gücün den, sahne sevgisinden bir şey /¡¡irm em iş bu değerli oyuncuyu yakın bir gele cekte İslediği gibi bir rolde yönetmek bana kıvanç ve recektir. Seyirci de çoktan dır görmediği Senih Orkan'ı tekrar bulmaktan büyük bir mutluluk duyacaktır hiç kuşkusi'z.
CIH^JTÎÎ
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ÖZER YELÇE Teknik Sekreter
TÜMER ARGIN Yardımcı Sekreter FUNDA ÖRKÜN
geldi. Nihayet bizim evle 4 metre kadar mesafede bulunan bakkal dükkânım yakarken, çocukların akima bir fikir geldi. O zamanlar evlerin ahşap yapıl masına mukabil, mutlaka yanma tuğ ladan bir yangın duvarı yapılması şarttı. Biz de evden 4 metre kadar uzağa ve dükkâna bitişik bir yüksek tuğla yangın duvarı yaptırmıştık. Bu duvarı, nasıl bir gayretle olduğunu tarif edemem yangının üstüne yıktılar, yan gım orada durdurdular. Bütün bu işler yapılırken, başka arkadaşlar evin bütün işyasını Tevfik Beyler in evine taşıdık ları gibi, evin pencere, kafes, kapı gibi çıkabilen kısımlarını da söktüler, yan gından sonra bunları yerlerine koymak için hayli masraf etmiştik. Bu hatıra bize, o zamanın bir spor kulübündeki arsadaşlığın ne büyük bir dostluk olduğunu her zaman imrenerek hatırla tır.
Hiç unutmam, merhum kardeşim Hüdai, o sırada aşağıdaki bahçede tabiî yalınayak su tedarikiyle meşgulken ayağına bir çivi batmış ve yüzden tetanoz aşısı bile yaptmnıştı. Bu yangından sonra mahallemiz harabeye döndü. Dostlarımız yakınlarda kiralık evlere veya dostlarının yanma taşındı. Talât Bey merhum eserlerinin hiçbirini kurtaramadı. Çünkü, onun yazı odası üst kattaydı. Yangın da evi üst kattan sarınca, çıkıp kurtaramadılar. Bu mü nasebetle Şair Talât Bey şu beyti söylemiştir:
“Evimin yandığına yanmadım ama, Tal’ at, yandı bin beyit-i metinim ona çok yanarım.”
Burada iki manalı kelimeler vardır. Beyit kelimesi Arapça ev manasına da gelir. Bilmem şiirin zevkine varabildiniz mi?
Esasen İstanbul’da yangın çıkınca ne kadar uzak olursa olsun, evin erkekleri bir kere evdeki eşyanın toplanmasına dikkat eder, sonra gidip yangının istika metini gözetirdi. Nitekim, biz de Üsküdar’da yangın çıkınca bir kısmımız mahallede kalır, bir kısmımız ateşin bulunduğu yere giderdik. Bilhassa rüzgârlı havalardaki yangınlar, çok tahripkâr olurdu. Yine harp esnasında Üsküdar'da Tabutçular içinde yangın çıktı. Mahalleden birkaç kişi gittik. Yangın, bir çıkmaz sokaktan çıkmıştı. Orada bir de Sandıkçı Dergâhı vardı. Dergâhta Sandıkçı Dede mi, öyle bir evliya yatıyordu. Yangın, çıkmaz so kaktan caddeye doğru gelirken evleri yanmaya başlamış olan bir kadın, saçı başı açık, sokağa fırlamış, Sandıkçı Dede’nin türbe kapısına yapışmış:
— Kalksana, türben yanıyor, ne du ruyorsun! diye bağırıyordu.
Bakınız, bâtıl itikatlar, ölülere bağlı lıklar ve onlardan medet ummalar, ümitsizlik halindeki insanları ne yapı yor? Kadını aldılar. Evi yândı, türbe de yandı. Nihayet, bir büyük binanın bir cephesini zincirle yıkarak ateşi boğdu lar. Ateş, caddeye çıkmadı. Çıksaydı, bütün çarşı yanacak, kül olacaktı.
O devrin yangınlarında şehrin hemen her tarafındaki tulumbacılar koşup gelirlerdi, ö n c e kimin gideceği yüzün den de yolda birbirlerine girdikleri olurdu. Bizim mahallenin tulumbası. Paşakapısı'nda dururdu. Tulumbacılar yangına giderken nâra atar ve kendi lerini öven 'lâflar ederlerdi. Bunların çoğu. “ A A A A A A y t!” diye uzun bir naradan sonra, “ Karada kâÇan, deryada uçan, düşmanlara kan kusturan Çeş- memeydanlıları..." gibi sözler söylenir di. Bizim tulumbacıların* Çoğu Kürt ashndandılar. Pek hızlı koşamazlardı ama, dövüşe gelince iyi dövüşürlerdi, s
Eski yangınların yegâne kahramanla rı tulumbacılardı. Bunların bir reisleri bulunur, ve yangına atla giderdi. Hortumcu. ağırlıkçı gibi vazifeliler de vardı. Tulumba, bildiğiniz gibi iki kuvvetli emme-basma bir tulumbayı taşıyan büyücek bir sandıktan ve bu sandığı taşıyan 4 koldan ibarettir. Tulumbanın üstünde de güneş veya yıldız gibi pirinçten yapılmış bir başlık bulunurdu. Her tulumbayı 4 kişilik ekipier taşırdı. Bunların isimleri vardı. Reis vaziyete göre, takım değiştirmek için bunların adlarını söyler, onlar da hemen sandığı alırlardı. Tulumbacılıkta sandık koşarken, başhk hiç salianma- yacaktı. Bunun için uzun uzadı talimler yapflırdı.
Bir yerde eğer sigortalı bir ev varsa, sigortanın adamı bir tulumbadan bir veya ikisini hemen angaje eder ve yangına maruz olan evi suya boğmaya çalışırlardı.
Tulumbacıların içinde belki çok haşa rıları vardı ama, sanıldığı gibi serseri değildiler. Pek çok şehir uşağı kalem efendisinin tulumbacılığa heveslenip, sandık altına girdiğini bilirim. Bu da o zamana göre, ayıp sayılmazdı. Çünkü Çeşmemeydam’ndan kalkıp, sandık sır tında A m avutköyü’ne, yahut Kara- gümrük'e kadar koşmak, pek hatife alınacak bir spor değildi. Eski yangın ların hususiyetlerinden biri de, yangının top atılarak şehirliye haber verilmesiydi. Yangın olduğu zaman bilmiyorum nere den yedi top atılırdı. Hatta ' ‘Yedi ısa yangındır" diye bir de tekerleme söylenmiştir. Mahallelere yangın habe rini Köşklü denilen ve elinde ucu sivri bir küçük baston bulunan, kırmızı ceketli tığ gibi adamları mahalleleri dolaşarak bekçinin bulunduğu yerde bir nâra atar, arkasından "Kasımpaşa’ d a ...” diye yangının yerin; bağırırdı. Bekçi do bunun üzerine hemen mahal leye çıkıp:
— Yangın vaaaaar!.. Kasımpaşa’da! diye bağırırdı.
Köşklü denilen bu yangın haberci sine. "Yangın nerede?” diye sormak hemen hemen yasaktı. Bu neden b ö y leydi. orasını bilmem. Ama. Köşklü bu suale son derece terbiyesiz ve soranın anasını karıştırarak öyle bir cevap verirdi ki. halk arasında artık bu soru asla sorulmaz ve çocuklara da sıkı sıkı hu hususta tembih edilirdi, Buna mukabil zannederim, "U ğur ola!” de nince Köşklü yangının yerini söylerdi.
Bu yazıyı bitirirken. İstanbul'un büyük yangınlarını saymak isterim. Bilmem hepsini toparlayabilecek m i yim?
Aksaray, Fatih, Beyoğlu, Üsküdar Cihangir, Kasımpaşa. Bilhassa Aksa ray yangım İstanbul’un o büyük semtini arsa haline getirmiştir. Bugün kü büyük caddeler, o yangının aştığı caddelerdir.
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi