• Sonuç bulunamadı

Ali Paşa (Mehmed Emin)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ali Paşa (Mehmed Emin)"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ÂLÎ 293 ALÎ

lanna vasıl olabiliyor. Bunları mantıkî olarak düşünüyor, zihnen varlığını kabul ediyor. İşte bu mukaddimeye mebni Mutlakı (Allah Taâlâ’yı) aklî deliller ile isbat ederek hariç- de de tahakkuk etdiğini gösteriyor. Mutlak zatında var olmakla beraber başka bir mevcudun varlığından neş’et etmeyip kendi- kendine (lizati'hi) var olan bir mefhumdur. Bu da vacib Uzatihi’dir. Bunun mukabil tarafı vacib ligayrihi’dir.

Ekmel öyle bir kâmildir ki ona hiç birşey

ilâve olunamadığı gibi ondan hiç birşey de eksilemez. Nâmütenahi hadsiz ve ölçüsüz var olan mefhumdur. Ekmel üe mâmütenahî mut- lak’a raci’dir- Ekmel bilkeyf, nâmütenahi bil-

kem olan mutlakdır.

Mebadi-i âliye: On mücerred olan ukul

ile dokuz mücerred olan nüfus-ı semaviyedir. 265 sahifeye bak- Mebadi-i âliyede kâinat- daki suretlerin mazisi, hazırı, âtîsi müntekiş olmakla ona mebadi-i şerife derler.

Tasavvuf:

Hads-i (1) Âli: Bahs ve na­

zara mukabil taraf olan zevk (2) ve işrakdır.

Envar-ı âliye: 269 sahifeye bak.

Huruf-i âliye: Gayb-ül-Guyub’da gizli

olan meânî-i gaybiye, şuun-i zatiye (3), âyan-i sabite, mahiyyat-i mümkine, hakaik-i basite, dir ki suver.i ilmiyyedir ve ahadiyyet mer­ tebesidir. Şeyh Muhyiddin ibn Arabi buna işaret ediyor:

J l i ) l J e 1 < Sj '* < j O İ i U i » (i û h l l e ti

¿ kj J S İ l i j J f-) d ü l U

İzahı: «Biz dağların yüksek tepesinin zir­ vesindeki lâ teayyün i’tibariyle zat-i İlâhi­ ye olan gayb-ül-guyubta müteallikat, yâ­ ni suver-i ilmiyyenin taallûk ettiği ve ahadi-

yet mertebesinde iken «kün» emriyle âlemi haricîde müteayyin değildik. Sen de, Ben de orada idik. Biz sensin. Sen de O. Hep On­ da O’dur. Artık erenlerden, yâni başından geçenlerden bu mertebeyi zevkan bilenler­ den sor.»

M e h a i l e r : Müsned-i İmamı A’zam ve şerhi ve mukaddimesi; En-Necat: ibn Sina’;

Keşf-ül-Es-(1) Keşf mertebelerinin en dûn mertebesidir. (2) Bir nûr-ı irfandır (ki ancak kalbde olan te­ celli ile hak ve batıl arasını tefrik eder.

(3) Veya şüun-ı sabite, hazret-i zatiyenin şüunu. Et-Tuhfet-ül-Mürsele sahibi Muhammed, Fazl-ullah Hindi Ahadiyyet mertebesi ile vahidiyyet mertebesi arasında bir de vahdet mertebesini beyan ederek şüu- nat-ı sabiteyi vahdet, a’yan-ı sabiteyi, Şeyh Ekber gibi, vahdaniyet mertebesinde gösteriyor (269 sahifeye bak).

rar: Abdülaziz Buharı; Istılahat-ı Sofiyye: Kâşanî; Ta’rifat: Seyyid-i Şerif; Mesnevi Şerhi: Bosnalı Ab­ dullah; Et-tuhfet-ül-Mürsele; Ukud-ül-Cevahir -il-munife: Zebidî; El-Kindî; İlmi Hilâf, Muhtasar Ma baadettabia, Yeni İlmi Kelâm, Hadis Tarihi: İz­ mirli İsmail Hakkı. İsmail Hakkı İzmirk

ÂLİ

Paşa (Mehmed Emin-). 1230 (1815)

de İstanbulda doğdu. Mısırçarşısında attarlık ve bevvablık (kapıcılık) eden Ali Rıza efen­ dinin oğludur. Pederinin fakirliği hasebiyle

mu’tena bir tahsil görmemiştir. Fakat fıtraten zekî ve ça­ lışkan olması bu noksanını telâfi et­ miştir- Pederinin, vüzeradan birine in­ tisabı sayesinde da­ ha on beş yaşında divanı hümayun ka­ lemine girdi (1246= 1830). Kalem an’a- nesine tevfikan ka­ lem âmiri tarafın­ dan kendisine âlî mahlası verildi. Yedi sene divanı hümayun, mühimme, terceme kalem­ lerine devam etti. Reşit Paşa’nın teveccüh ve himayesine mazhar olması tefeyyüz ve tarak- kisinde mühim bir âmil oldu- Bir aralık Vi­ yana elciliği ikinci kâtipliğine tayin olundu

(1251=1835). Fransızcavı orada ilerletti. Pe­ tersburg askerî manevralarında da bulundu (1253=1837). Avdette divanı hümayun terce- manı oldu (1253). Re$it Pasa Londra sefare­ tine memur olduğu zaman (1254=1838), t>ek

s e v d io i Âlî e f e n d iv î de m ü s t e ş a r vekili olarak maivyetinde götürdü. 1254 (1838) de Resit Pasa Paris’e azimetinde sefaret maslahatgü­ zarlığını ona tevdi etti. Âlî efendi bu mühim vaz;fevi deruhde ettiği zaman 25 yasında idi. Reşit Paşa, elinden tuttuğu Âlî efendiyi, sı- raşîvle. v e k â le te n v e hüâ'hara asaleten ha^ rie’vp rnüctocan (1256=1840). Londra sefiri (1907—1R41) vandırdı. Sadrâzam olunca da bâlâ rütbesiyle haricive nazın tayin ettirdi (1262=1846). 1264 (1848) de vezir olan Âlî Pa­ şa meclisi valâ reisi, ikinci defa haricive na­ zın oldu- Nihayet 1268 (1852) de velini’meti

Resit Pasa’nm azli üzerine Sadrâzam oldu. Sultan Abdülmecid tarafından kendisine sa­ daret tevcih edildiği zaman velini’metine ha­ lef olmaktan çekinerek padişaha yaşının he­ nüz kırka varmadığından, tecribe ve bidaa- sınm azlığından bahs ile taallül göstermek istemişse de, zatı şahanenin «inşallah bu ma­

(2)

ÂLÎ 294 ÂLİ

kamda sakal ağırtırsınız» iltifatı üzerine, ka­ bul etti. Sadrâzam olduğu gün evine gitme­ den velini’meti Reşit Paşanın yalısına uğra­ yarak ta ’zimatta bulundu. Padişahın temen­ nisine rağmen, sadareti iki ay bile sürmedi. Yeni sadrâzam Mehmet Ali Paşa, rakip ad­ dettiği Alî Paşa’yı İzmir valiliğine gönderdi

(1269=1853). Âlî Paşa memnun gözükerek kabul etti, fakat kalben çok müteessir oldu. İzmir’den Cevdet Paşa’ya yazdığı bir mek­ tupta yeis ve teessürünü uzun uzadıya anlattı; o mektup bu beyitle nihayet buluyordu:

Bülbül ağlar, gül ciğer hun, lâle pürdaği elem Zevkini bilmem bu dari mihnetin kimdir süren?

Âlî Paşa beş kere sadrâzam, iki kere ve­ kâleten, sekiz kere asaleten hariciye nazın,

iki kere meclisi tanzimat reisi, beşer ay ka­ dar da İzmir, Bursa valisi oldu. 1288 (1871) de vefat etti. Süleymaniye camii hazîresine defnolundu.

Âlî Paşa’nın sahnei siyasete çıkmağa baş­ ladığı sırada Osmanlı devleti dahilen ve ha­ ricen mühim buhranlar geçirmekte idi. Av- rupanın ıslâhat namı altında tazyik politikası Osmanlı devletini sağdan, soldan sıkışırıyor- du. Ruslar, Hıristiyan kavimleri Devleti Ali- yeden silâh kuvvetiyle ayırmak emelindey- diler. Buna mukabil Avrupa devletleri şark­ ta büyük gailelerin zuhurundan çekinerek gayri müslim teb’anın, siyasî rabıtalarının büsbütün fekki cihetine gidemeyip hukuk ve imtiyazlarının tevsii suretiyle maksada vasıl olmağı, bu bahane ile müdahale kapısı­ nı daimî surette açık bulundurmayı tercih ediyor, bu teşebbüslerini «İslâhat ve Tanzi­

m at» maskesine bürünmek suretiyle yapmaya

çalışıyorlardı. Bu müşkül vaziyet karşısında kalan Osmanı ricali de Avrupaya hoş görüne­ rek vaziyeti kurtarmak için, memleketin asır­ lardanken teessüs etmiş İçtimaî vaziyetini nazarı itibara almıyarak, devlet teşkilâtında bâzı ıslahat ve yenilikler yapmağa kalkıştı­ lar ve böyle yapmakla devlethı selâmetini temin edeceği zehabına düştüler. İşte böyle haricî tesir ve tazyik ile baslıvan ve «Tanzi­

m at» namını alan bu hareketin belli başlı iic

kahramanından biri Âlî Paşadır, diğer ikisi de Reşit ve Fuat Paşalardır. Osmanlı tarihin­ de bu üç zat Tanzimat müessisleri sayılırlar. Avrupa diplomatlarının müttehiden ve muttariden telkin ettikleri fikirlere göre, «hükümeti Osmaniyenin Avrupa hey’eti dü- veliyesi haricinde infirad halinde kalmasının sebebi hakikisi din idi. Hükümeti tesis etmiş

olan İslâmiyet, nâzım ve hâkimi mutlak ola­ rak kalmıştı. Türkiyenin artık rûyi istiğna güsteremiyeceği itilâfı husule getirmek için ortadaki maniayı ya büsbütün izale, yahud tahfif ve tesviye etmek, yahud akaidi esasi- yeyi serbestçe tefsir etmek suretiyle yavaş yavaş tahdidat ve takyidatı diniyeden kurtul­ mak icabediyordu.» (Engelhard, Türkiye ve

Tanzimat, s. 7); binaenaleyh aradaki bu ma­

nianın bertaraf edilmesiyle Devleti Aliye ile Avrupa devletleri arasında samimî münase- bat başlıyacak, Türkiye saadet ve refaha mazhar olacaktı. Fransa süferasından Engel- hard’a göre, «Tanzimattan maksadi umumî, hey’eti içtimaiyei İslâmiyeyi asırlarca zaman- dan'beri ma’nen ve siyaseten ayrı yaşamış ol­ duğu hey’eti içtimaiyei Hırıstiyaniyeye yak­ laştırmaktı.» (Türkiye ve Tanzimat, 7).

Âlî Paşa’nın asıl siyasî şahsiyet ve seci­ yesini anlamak için, memleketin âhengi İç­ timaîsini, hüviyeti asliyesini değiştirerek garba doğru gitmek istiyen Tanzimat hareke­ tinin esas hedefini ve menşeini göz önüne almak lâzımdır. Bu bahsin yeri ıslahat ve

tanzimat maddeleridir, asıl tafsilât oradadır.

Burada pek kısa olarak bu bahse temas edi­ yoruz. Ali Fuat beyin ifadesine göre, «Hıristi- yanlara hukuk temini ile başlıyan, Hıristi­ yanların terfihi şeklini alan ve nihayet Hıris- tiyanlar için ayrıca siyasî mevcudiyet tesisi gayesinde karar kılan tanzimat hareketi» kar­ şısında bir taraftan halkın mukavemeti, di­ ğer taraftan Avrupa devletlerinin müdahale ve tazyikleri Tanzimat müessislerini bu iki kuvvetle mütemadi mücadeleye sevk etmişti.

Herhangi bir mevcudiyetin, içine girerek yerleşmek istiyen yabancı unsurlara karşı mukavemeti bir kanunu tabiî olduğu için, memlekete sokulmak istenen yabancı niza- mat ve müessesata karşı, mevcudiyet ve hü­ viyeti asliyesini muhafaza kaygusiyle, halkın gösterdiği çekingenlik ma’zur görüleceği yerde millet kabiliyetsizlikle ittiham ediliyor­ du- Âlî Paşa ve arkadaşları, bir kavmin mü- essesat ve kavanininin tebdili ile ruhunun ta­ dil ve ıslah olunabileceği fikrine zahip olmuş­ lardı; Fransanm hayatından, tarihinden, se- cayayı kavmiyesinden doğan bir takım niza- mat ve müessesatı aynen almakla memleket­ te felâh ve saadet husul bulacağını zannetmiş­ lerdi (1). Bu hususta o kadar musir bulunu-(1) Güstav Löbon Ruh-i siya.net’inde diyor ki: «Bir kavmin müessesat ve kavanininin tebdili ile ruhu ta’dil ve ıslah edileceğine inanmak en büyük hatadır. Müessesat, bir şekli dahilîye muvaiık gelebilmek

(3)

has-ÂLÎ 295 ÂLÎ

yorlardı ki kendilerine vuku’bulan hayırha- hane nasihatlara bile kulak asmıyacak hale gelmişlerdi. O zamanlar Devleti Aliyenin dostu olan Avusturya Başvekili Prens Meter- nih Tanzimatçı Babıâliye şu suretle tavsiye­ de bulunmuştu:

«Umuru idarenizi intizam altına alınız ve ıslah ediniz. Lâkin Avrupa medeniyetinden sizin kavanin ve nizamatınıza, âdat ve tarzı maişetinize uymıyan ka. nunları ahz ve iktibas etmeyiniz. Zira kavanini garbi­ ye, hükümetinizin temelini teşkil eden kanunların müstenid bulunduğu usul ve kavaide aslâ benzemiver kavaid üzerine müessesdir. Memaliki garbiyede esas olan şey, kavanini hıristiyaniyedir. Siz Türk kalınız. Lâkin mademki Türk kalacaksınız, İslâmiyete temes- sük ediniz. Tariki hak ve savabda ilerleyiniz. Fakat bunu yaparken garbın efkârı umumiyesi diye addet­ tiğiniz şeye ehemmiyet atfetmeyiniz. Siz bu efkârı umumiyeyi, Avrupanm sadayı umumîsini anlamıyor­ sunuz... Hulâsa biz Babıâlî’yi kendi tarzı idaresinin tanzim ve ıslâhı için vaki’ olan teşebbü&atındaıı vaz­ geçirmek istemivoruz. Lâkin ahval ve şeraiti Türkiye imparatorluğunun ahval ve şeraitine tevafuk etmiyeu hükûmatı earbivevi hersevden evvel taklide savan bir nümune suretinde telâkki ederek ona göre ıslahatta bulunmamasını, kavanini esasiyesi şarkın âdât ve âda­ bına tevafuk etmiyen hükümetleri taklid ve ahval ’ hazırada her türlü kuvvei ibdaıye ve tanzmiyeder mahrum olup memaliki islâmivede ika’ı mazarrattan başka bir netice hasıl etmiveceSi âsikâr olan ıslâhatı ka­ bul ve tatbik etmemesini tavsiye ederiz.» (Türkiye ve Tanzimat, 50).

Âlî Pasa ve arkadaşları gayrı müslim un­ surlara hukuk ve müsavat i’tasiyle bir «itti-

hadı anasır» vücude getirmek, bu suretle

müslim, gavrı müslim bütün teb’avı samimî surette saltanat makamı etrafında t.onlamak istivnrlardı. Bövle yanmakla hem Hıristiyan­ ların harice karsı irtibatlarının kesileceği, hem Avruna devletlerinin Hıristivanları hi­ maye Dolit’kalarmın önüne geçilmiş olacaü' kanaatmdo id.ilor. Devletler ise bunu hic de arzu etmiyorlardı. Bu suretle tanzimatın bir do haricî perıhes;] vardı ki bu. dahilî keşme­ keşlerden zivade mıiskül safhalar geçir­ mişti. Derler ki. Âlî nasa bu h ar;cî cenhevi idarede hocası Reşit Pasa’dan daha ziyade muvaffakivet göstermiştir.

Devletler, Hıristivanları himaye bahane­ siyle müdahalelerini o kadar ileri götürmüş­ lerdi ki 1854 de, Engelbard’ın sövlediği veç­ hile. «Protestan misyoner cemiyetlerine hiz­ met eden» İngiltere sefiri Lord Stradford sasına malik, fakat öyle bir şekil vücude getirebilmeğe nâ kadir bir libas teşkil eder. Ve işte bu sebepden bir kavim için pek iyi olan müessesat, diğer bir kavme göre gayet fena ve meş’um olabilir.»

«hürriyeti vicdan» meselesini de ortaya ata­

rak Hıristiyanlık namına bâzı mütalebata kal­ kışmış, «Müslümanların mezhep tebdilinde ve camii terk ile kiliseyi kabulde serbest ol­ dukları esasını halifeye kabul ve bunu ale­ nen beyan ettirmeğe» çalışmıştı. (Türkiye ve

Tanzimat, s. 116). 1856 kânunusanisinde irti-

dat meselesi müzakere olunurken de «misyo­ nerlerin mahmisi ve tarafdarı olan» yine bu sefir kemali unf ve şiddetle şu sözleri söylemişti: «Dininizden, halifenizden bana bahsetmeyiniz, bunların hepsi münasebetsiz şeylerdir. Bir memleket başkalarının muave­ netine muhtaç bulunup ıbu memleket için başkaları kan dökerse (1) Hıristiyanlık na­ mına istediğim şeyleri istihsale hak kazanıl­ mış olur.» (Türkiyat ve Tanzimat, 284).

Âlî Paşa’mn kemali tantana ile ilân ettiği 1272 (1856) fermanı hümayunun içyüzü tet­ kik edilirse bunun, milletin ruhundan doğan bir hareket değil, Hıristiyanlara hukuk t e ­ mini için ecnebi devletlerin müdahale ve tazyiki ile yapılmış bir kombinezon olduğu görülür. Kırım seferini müteakip müzakeratı sulhiyeye başlandığı sırada harpte Devleti Aliye ile müştereken hareket eden devletler ıslâhat ve tanzimat meselesine büyük ehem­ miyet vererek (1 şubat 1855) de «Viyana» da imza edilen ve musalâhaya esas ittihaz olu­ nan protokola memaliki osmaniyedeki Hıris­ tiyan ahalinin imtiyazat ve muafiyatma dair bir madde ilâve ettirdiler. Devletler akdolu- nacak muahedei sulhiyeye «Hıristiyanların Avrupa devletlerinin teminatı müşterekeleri altında bulundurulmaları» na dair bir mad- dei mahsusa ilâve ettirmek istiyorlardı. Fakat hukuku düvele sarahaten mugayir bulunan ve Devleti Osmaniyenin düveli ecnebiyeye tâbi’ bulunduğuna alenî bir delil teşkil ede­ cek olan bu teklifi kabule bittabi imkân yok­ tu. Muahedei sulhiyeve hic taallûk ve mü­ nasebeti olmıvan bu meselelerin mevzuubahs edilmesi Babıâlinin çok canım sıktı ve dev­ letlerle birçok siyasî müzakerat ve münaka- şata sebebiyet verdi. Nihayet itilâf husulü için Hıristiyanlara birçok müsaadat bahşedil­ di. Ve bu müsaadat sureti kafiyede ta’yin ve tasrih kılındı. Bunun üzerine padişahın gûya bilihtiyar teb’asına müsaadatta bulun­ duğu zannmı hasıl etmek için Devleti Os- manive ile müttefik hükümetler murahhas­ ları tarafından Dersaadette kararlaştırılan (1) Kırım seferinde müttefik devletlerin Türklerle birlikte harbettiklerini kasdediyor

(4)

ÂLÎ 296 ÂLÎ

mevaddı havi bir Hattı Hümayun’un bilâ te­ ehhür tastir ve ilân edilmesi Babıâliye tav­ siye ve tebliğ olundu.

İşte tamamile ecnebi devletlerin tazyik­ lerde Âlî Paşanın tantanalı bir surette ilân ettiği 1272 (18 Şubat 1856) fermanı hümayu­ nunun menşe’i ve iç yüzü de budur. Haki­ kati tarihiye böyle iken, Hıristiyanlara mü­ him hukuk ve müsaadat bahşetmek i’tibariyle

Hıristiyanların ve ecnebilerin siyasî bir za­ feri olan ve cebren ilân ettirilen bu fermanı hümayunu bazı m uharrir ve müelliflerimizin başka şekilde göstermeye çalışmaları doğru mudur?

Avrupa devletleri bu fermanı hümayu­ nu neşir ve ilân ettirdikten bir hafta sonra Âlî Paşa bu eserini çantasına koyarak Paris

Kongresi’ne gitti (1). Devletler buna beynel­

milel bir kıymet vermek için muahedei sul- hiyede bundan bahsolunmasını ileri sürdü­ ler, ve bunu resmî surette «sened ittihaz» edeceklerini bildirdiler. Bu, pek hararetli münakaşata sebebiyet verdi. Âlî Paşa çok müşkülâtla karşılaştı. Nihayet mesele şu su­ retle kararlaştı: «Zâtı şâhane akvamı Hıris- taniye hakkında karihai şâhanesinden bir ferman ısdar buyurmuş ve bunu düveli âki­ deye tebliğ etmiştir. Düveli âkide işbu teb­ liğin kıymeti âliyesini takdir ederler. Şu ka­ dar ki bu, devletlere müdahale salâhiyeti ve­ remez.» (30 Mart 1856 tarihli Paris muahe­

desinin 9 uncu maddesi).

Ecnebi tazyiki ile fermanın neşri, sonra da muahedeye derci milleti hâkime olan Müs­ lümanları çok müteessir etti. Hattâ Reşit Pa­ şa, bunun «Hainler tarafından Avrupaya ve­ rilen bir vasıtai tahribi memleket» olduğunu söyledi (Türkiye ve Tanzimat 124), Abdül- mecid’e takdim ettiği uzun bir lâyiha ile bu ıslahat fermanının mazarratlarım ve (müs­ takbel tehlikelerini teşrih etti. Kendi ilân ettiği Hattı Hümayun’u, milletin müzaheret ve efkârı umumiyesine değil de ecnebi dev­ letlerin nezaret ve kefaletine tevdi eden ıs­ lahatçı ve tanzimatçı Reşid Paşanın şimdi şâkirdlerinin yaptığı bir esere karşı böyle mu’teriz bir tavır alması, siyasî mahafillerde hayreti mucib oldu. Reşid Paşa kendi eliyle yetiştirdiği siyasî rakibinin hatâsından

isti-(1) Paris kongresine Reşit Paşa baş murahhas olarak yitmek istiyordu. İngiltereniu de ar-rusu bu merkezde idi. Fakat Fransa Hariciye Nezaretinin mu­ halefeti üzerine bu vazife Âlî Paşaya verildi.

fade etmek istiyordu. Âlî Paşa da efkârı umumiyenin teessür ve infialini «Ecnebi devletlerin muhabbet ve teveccühünü ka­

zanmak» nağmesiyle ta’dile çalışıyordu. Engelhard diyor ki: «1856 Paris muahe­ desi, Türkiyenirı tamamii mülkiyeti meselesi gibi, Tanzimat meselesini de Avrupa mesaili düveliyesi meyanına geçirdi-» (432) ; «Âlî Pa­ şa, kâffei teb’ai Osmaniyeye hukuku siyasi­ ce, medeniye ve mezhebiye bahşeden ıslahat fermanını Paris’de içtima’ eden düveli muaz­ zama murahhaslarına tebliğ ettiği günden i’tibaren Türkiye vesayeti siyasiye haline girdi.» (468); «Âlî Paşa, Paris kongresinde - Müslümanların irtidadı meselesinde - kava- nini devlete idhale razı olmadığı şeyi fiilen taahhüd etti» (457); «Müdahalei ecnebiye Türkiye için meşru’dur, zira bu memlekette zarurîdir.» (473).

Paris kongresinde Devleti Aliyenin istik­ lâl ve tamamiyeti mülkiyesine riayeti dev­ letlerin müştereken taahhüt etmelerine ge­ lince, bundan maksat, Rusyanın ikide bir müdahalesinin önünü almak ve şarkı karib- de başka devletlerin dahi alâkalan olduğu­ nu anlatmaktı. Nitekim vekayii âtiye ile dev­ letlerin muzmerleri vazıhan anlaşılmış oldu. Devleti Aliyenin beynelmilel hukuk ka- vaidinden istifadeye hakkı tanınması tabiî bir hakkın kabulü olmakla beraber bunun muahedeye derci Âlî Paşanın bir muvaffaki­ yeti siyasiyesidir. Filhakika o zamana kadar hukuku düvel kaidelerinden uzak yaşamış ve yaşattırılmış olan Osmanlı Devleti (1)

(1) Beyneddüvel hukuk ülemasmdan ve Peters­ burg darülfünun müderrislerinden F. Martens, «Traite de droit international» ünvanlı eserinde Müslüman akvamın hukuku düvelden istifadeye hakları olmadı­ ğını beyan eylemiştir. Beyneddüvel hukuk müellifle­ rinden Amerikalı Kent, «Conmentary on international law» ünvanlı kitabında «Hıristiyanlığın ahlâklarına nefh ve bahşetiği envar-ı mebzule ve hakayık-i mut­ laka» dan feyzyab olmuş Avrupa Hıristiyan akvamiyle o akvamın maverayı Bahrimuhitte bulunan evlâd ve ahfadından gayrı ebnayı âdemin beynelmilel hukuk kavaidinden müstefid olmak hak ve salâhiyetini haiz olmadıklarını beyan etmişdir (Akçora oğlu Yusuf, (Tarih-i siyasî notlan, Şark meselesine dair, II).

Bu Hıristiyanlık taassub ve talâkkisi neticesi ola­ rak Avrupa, bir Müslüman hükümeti olan Türkiyeyı mütemeddin milletler arasında riayet ettikleri hukuka lâyık görmemişlerdi. Engelhard diyor ki: «Türkiyede din, Türkleri medeniyetten uzaklaştırarak hal-i infi- radda bıraktığı şüphesizdir» (450); «Devleti Alive, kendisini âlemi medeniyet haricinde bırakan nim bar­ bar usul ve kavaninden vazgeçmek ihtiyacını

(5)

hissettik-ÂLÎ 297 ÂLÎ

bu muahede ile -sözde- büyük devletler man­ zumesi arasına İthal olunuyordu. Rusyaya karşı Devleti Aliye ile müştereken harb eden devletlerin artık Hıristiyanlık taassubu zih­ niyetinden biraz fedakârlık etmeleri zarurî idi. Kırım seferinde bir Hıristiyan devlete karşı hükûmatı nasraniyenin bir Müslüman devleti ile birleşmelerini Rusya takbih et­ mişse de İngiltere hükümeti bunu samimî bir

iddia addetmemişti.

Âlî Paşa Paris kongresinde bir sırasını getirerek kapitülâsyonların r e f ve ilgası me­ selesini de mevzuubahs etmişse de bir neti­ ce elde edememiştir. Martens diyor ki: «Pa­ ris kongresinde düveli muazzama Babıâlinin diğer Avrupa devletleriyle ayni hukuku haiz olduğunu ilân etmekle beraber, ayni zaman­ da, Devleti Osmaniyenin kapitülâsyonları ve konsolos mahkemelerini ilga sadedinde vaki’ olan ricasını is’af etmemiştir. Halbuki bun­ lar beynelmilel cemiyetin âzasından ma’dud mütemeddin devletlerde kabul ve teslim edil­ miş istiklâl ve hâkimiyete münafidir.» (Mar­

tens, op. cit., T. L, p. 186)

Çok geçmeden dahilî ihtilâller, isyanlar başgösterdi. Pek ziyade şımaran ve arkala­

rını ecnebi devletlere dayayan Hıristiyanlar artık rahat durmıyorlardı. Elde ettikleri hu­ kuk ile iktifa etmiyerek devletin büsbütün başka şekle tahavvülünü istemiye başladı­ lar. «Hıristiyanlık âlemini teşkil eden düveli muhtelife ile kendi aralarındaki iştirâki din

ve mezhebe, rabıtai ruhaniyeye sarılmak hu­ susunda her zamandan ziyade inhimâk gös­ teriyorlardı. Memaliki ecnebiyedeki hem mezhepleriyle kendileri arasında -yine ken­ di kanaatlerine göre- o derece hakikî bir iş­ tirâki menafi’ ve hissiyat hasıl olmuştu ki Ortodokslar kendilerini Rus, Katolikler Fran­ sız, Protestanlar ise İngiliz addetmekte idi­

ler.» (Engelhard, Türkiye ve Tanzimat)-Diğer taraftan malî ve İktisadî buhran da yüz gösterdi. Bunun üzerine halk büsbü­ tün galeyana geldi: Bütün bu fenalıklara sa­ ray sebep oluyordu; bir zamanlar Reşid Pa­ şanın, şimdi de Âlî ve Fuad Paşaların elinde baziçe olmuştu. Halkın padişaha, Âlî Paşaya ve arkadaşlarına karşı olan Ibu taan ve nef­ retlerinden kendisini tebrie ve efkârı umu- miyeyi saraya tevcih maksadile Âlî Paşa bazı tedabire tevessül etti: İşin 'baştan bozuk oldu­ ğu, ıslahata saraydan başlamak lâzımgeldiği fikrini ortaya attı; padişahı da ikna etti.

Ab-ten sonra Avrupa, âheng-i düvelisi mcyanına almak istedi.» (472).

dülmecit bizzat Babıâliye gelerek bir Hattı

Hümayun kıraet etti, bütün fenalıkları tas­

dik ve itiraf ile intizam ve iktisada riayet olunmasını şedit cümlelerle ihtar etti (26 Ağustos 1856 tarihli Hattı Hümayun).

Fakat Âlî Paşanın bu tedbiri de bir fay­ da vermedi. Buhran ve tezebzüb artıyor, Âlî Paşa halkın galeyanı karşısında sarsılıyor­ du- Engelhard diyor ki: «Müslüman heyeti içtimaiyesi, akvamı maglubeyi kendisinden daha dun bir mevkide tutan, Müslümanları Avrupa âleminden ayrı yaşattıran efkâr ve itikadattan kurtulamamıştı.» (Türkiye ve

Tanzimat, 102). Nihayet (5 Teşrinievvel

1859) da muahedeye vaz’ı imza eden devlet­ ler süferası Babıâliye müşterek bir teşebbüs­ te bulundular: Beynelmilel bir taahhüde mer­ but addettikleri ıslahatın lâyikiyle yapılma-

masmdan dolayı beyanı teessüf ettiler. Bunu münferid müdahaleler takib etti. Rusya, Bul­ garistan ve Bosna Hersek’de beynelmilel tah­ kikat icrası hakkında çok müteazzımane bir teklifte bulundu. Bu vaziyet karşısında Âlî Paşa sukuttan kendini kurtaramadı.

Şayanı hayrettir ki bu kadar felâket ve sarsıntılar karşısında yine devlet ve millet mukavemet ediyor, inhilâl tehlikesinden ma­ sun kalıyordu. Hiç şüphe yok, bu, İçtimaî bünyesinin sağlamlığından ileri geliyordu. Ecnebi bir mahfilde düveli muazzamanın kudret ve şevketinden bahsolunurken Fuad Paşanın şu sözü ne kadar yerindedir: «Ben­ ce en kuvvetli devlet Osmanlı devletidir. Siz dışardan, biz içerden yıkmağa çalışıyo­ ruz da yine yıkamıyoruz.»

Tanzimatçı paşaların memlekete soktuk­ ları fenalıklardan biri de istikrazdır. Gerek sarayın, gerek kendilerinin israflarını temin için paraya ihtiyaç vardı. Halk fakr ve se­ falete düştüğünden onlara para yetiştiremi- yordu. Avrupahlar için bu, cana minnet bir mesele idi. Çünkü hâkimiyet ve istiklâlleri­ ni kaybeden bütün milletlerin felâketleri is­ tikrazla başlar. Bunun için Paris muahede­ sinden sonra devlet Avrupa bankalarının kapılarını açık buldu. M;ras yedivarî mas­ raflara, sefahetlere koyuldu. Fakat çok geç­ meden İngilterenin teklifi üzerine maliye meclisine üç ecnebî -İngiliz. Fransız, Avus­ turyalI- delçge alındı. Ecnebiler umuru dev­

lete müdahalede işi çok ileri götürdüler. Ar­ tık Âlî Paşa ve arkadaşlarının, ecnebi müda­ halelerine mutavaattan başka çareleri kal­ madı. Yalnız, bu müdahalenin alenî değil, gizli kapaklı olmasını istiyorlardı. Âlî Paşanın

(6)

ÂLÎ 298

ALÎ

refiki şefiki Fuad Paşa ecnebi süferasına öy­ le diyordu: «Siz bize süflörlük ediniz, fakat sahneyi ve rolların icrasını bize bırakınız.»

Bu tanzimat müessislerinin hepsinin bi­ rer «Ruhulkudüs» ü vardı. Reşid Paşanın ruhulkudü'sü İngiliz sefiri Lord Stradford di (1). Alî ve Fuad Paşaların ruhulkudüsleri de Fransız sefiri idi. Bunlardan ilham, bazan emir alarak hareket ederlerdi. Âlî Paşa Fran­ sız politikasına taraftardı. Reşit paşanın ka­ fadarı olan İngiliz sefirini İstanbuldan kal- dırtmıştı. İngiliz sefiri Lord Stratford da, Devleti Aliyenin istiklâline riayet ve umuru dâhiliyesine müdahale edilmiyeceğine dair Paristeki imzasının henüz mürekkebi kuru­ madan, Besarabya, Eflâk ve Buğdan’da mu­ ahedenin tatbiki hususunda Fransız sefirile aralarında tahaddüs eden şiddetli ihtilâftan dolayı, huzuru şâhaneye çıkarak makamı sa- daratm Fransız politikasından gayri mütees­ sir ve İngiltere politikasına mütemayil olan Reşid Paşaya tevdiini musırren taleb etmiş, bunun üzerine Âlî Paşa çekilmiş, Reşid Paşa sadrâzam olmuştu (1273=1856). Padişahın

da artık ehemmiyeti kalmamıştı.

Tanzimat müessisleri böyle ecnebi­ lerden ilham alarak yabancı nizamat ve mü- essesatı memlekete sokmağa çalışırken, acaba milleti hâkime olan Türklerin şeyhülislâmı ne fikirde bulunuyordu? O zaman makamı meşihatta müdebbir, ihatası geniş, tanzimat hareketlerine karşı müşkülât çıkarmaz bir zat vardı: Mehmed Arif efendi. Meclisi hassı vükelâda müzakere olunan bir iş için bazan vükelâdan birinin «bir kere de icabı şer’îsi babı fetvadan sorulsun» dediği vaki’ olunca şeyhülislâm Arif efendi:

— Efendim, herşeyi bize sormayınız. Sor­ madan yaptığınız şeylere karışıyor muyuz? Bizim bir ölçümüz vardır. Sorulan şeyleri o ölcüve vururuz. Uyarsa ne âlâ! Ya uymazsa?, mukabelesinde bulunurmuş (Abdürrahman Şeref. Tarih musahabeleri).

Rusya, Kırım seferinin intikamını almak üzere, her fırsattan bilistifade, daima Devleti Aliyeyi Izrara çalışıyor; Belgrad kalesi için Sıralıları, Girit i em de Yunanlıları tahrik ediyor ve bir takım isnadlarla Hıristivan dev­ letleri alevhimize çevirmekten geri kalmıvor- du. Tehlikeyi sezen mütercim Mehmed Rüş- 1

(1) Fuat Paşa bir mecliste öyle demişti: «Akanimi selâse bizde de mevcuttur. Reşit Paşa eb, oğlu Ali Ga­ lip Paşa ibn, İngiliz sefiri Lord Stratford da Ruhülku- düs’dür.» (Fransız sefiri ThouveneVin «Şarlc meselesin­ de üç sene» ünvanlı eserinden).

tü Paşa çekildi, Âlî Paşa beşinci defa olarak sadrâzam oldu (6 Şevval 1283 = 1867). Alî Paşa sadarete geçer geçmez Belgrad kalesi mes’elesiyle karşılaştı. Sırp beyi Belgrad kalesini istiyordu. Fransa, İngiltere, Avus­ turya devletleri Devleti Aliyenin (menfaati, lüzumu olmıyan bu kalenin terkinde olduğu­ nu Âlî Paşa’ya bildirdiler. Bunun üzerine meclisi vükelâda müzakereden sonra kale Sırplara terkolundu (10 Şevval 1283 = 1867). Ziya Paşa «Zafername» sinde «Âlî Paşa’nm Belgrad kalesini Sırbistana ihsan ile Devle­ tin tamamiyeti istikmaü kılındığını!» yazıyor. Diğer taraftan Girit ihtilâli de şiddetlen­ mişti. Rusya Hariciye Nazırı Gorçakof ile Fransa imparatoru Üçüncü Napolyon Yu­ nanlıların arzularının is’afını iltizam ettiler. Müşterek bir teftiş heyeti hâkkında devletler teklifte bulundu. Fakat Babıâlice kabul edil­ medi, ancak yeni bir idare sistemine karar verildi. Bunun için Âlî Paşa Girid’e gitti (cemaziyelâhir 1284=1867).

Memduh Paşa, Mir’at-ı şuunat’da diyor ki: «BabIâli’nin ecnebi devletlere karşı .tut­ tuğu politika daima yumuşak bulunmasiyle birdenbire Yunan hükümetinin üstüne düsül- miyerek cezirede bir tarzı tesviye aramak ile işin içinden çıkılabilir fikri Alî Paşa’nın zihninde takarrür etti.»

Âlî Paşa Girit’den gönderdiği 3 Şaban 1284 (1867) tarihli meşhur lâyihasında Tan­ zimat prensipleri olmak üzere şu fikirleri ileri sürüyordu:

«1. Her türlü devlet hizmetlerinde Hıristiyaııları kullanmalı. 2. Mektepler tevsi’ ve tanzim edilerek Müslüman ve Hıristiyan çocuklar karıştırılmamalı. 3. Fransızların kanunu medenîsi olan Kod sivil terceme edilerek muhtelit davalar muhtelit mahkemelerde o kanuna tevfikan rü’yet edilmeli. 4. İslâm, Hıristiyan bilcümle teb’a din ve mezhebden başka mevad ve husuSatta yekdiğeriyle mezcedilmeli.»

Cevdet Paşa, Mecellenin yapılmasındaki sebep ve âmilleri beyan eden izahatı sırasın­ da Fransa Kanunu Medenîsinin türkçeye ter- cemesine şiddetle muarız olduğunu ve sebe­ bini de söylemiştir.

İstiklâl ile aslâ kabili telif olmıyan muh­ telit mahkemeler teşkili ise kapitülâsyonlar­ dan daha kötü bir şeydi. Âli Paşa’mn bunu teklif etmesi şayanı hayrettir. Evvelce mah­ kemelerde bulunan tercemanların vazifeleri Hıristiyanların mahkemede söylediklerinin doğru dürüst terceme olunup olunmadığını dinleyip anlamaktan ibaret iken tanzimatçıla- rın tesis ettikleri muhtelit mahkemeler ile ecnebilere hakkı kaza verilmiş oldu. Tanzi­

(7)

ÂLÎ 299 ALÎ

matçı paşaların cehaletleri, yahud zaaf ve memaşatları yüzünden devletin düçar oldu­ ğu bu müthiş .belâdan ancak Lozan konferan­ sında kurtulabildik.

Fakat Rusyaya göre, artık Müslümanlarla Hıristiyanların birleşmelerine imkân yoktu; bunları ayırmak, milliyet esaslarına göre gayrı müslim cemaatlere muhtariyet temin eylemek istiyordu: «Türkler Türk oldukça, ya’ni Müslümanlar ile Hıristiyanları ebediy- yen ayıran ahkâmı şer’iyeden vazgeçmedik­ çe başka türlü olamaz, atiyen dahi olmak ih­ timali yoktur.» diyordu (Türkiye ve Tanzi­

mat, 190).

Rusların Bulgar kilisesini Rum patrik­ hanesinden ayırmak için yaptıkları teşvik ve teşebbüsler, hep bu muhtariyet politikası­

nın icabı idi. 1

Engelhard diyor ki: «Rusya’nın ıslahat hâkkındaki bu teklifi, hükümeti Osmaniyenin mukasem esinden başka birşey değildi; tâ’biri diğerle, ötedenberi Avrupa’nın kısmı şarkî­ sinde Müslümanların hükümetini mahveyle- meği aksayı emel ittihaz etmiş olan Rusyanın Devleti Osmaniyeye karşı yeni bir şekilde ilânı harp etmesi demekti.» (Türkiye ve Tan­

zimat, 196).

Avusturya’da iptidaları Rusya’nın bu

muhtariyet fikrine iştirak ediyordu. Lâkin

Fransa hükümeti, Rusya’nın bu şiddet politi­ kasını muvafık bulmuyordu- İngiltere de Fransanın nokta! nazarına iştirak ediyor­ du. Lord «Derby» Parlamentoda şu suretle idarei lisan etmişti: «Devleti Osmaniyenin inkırazını ta’cil evlemekbğimiz münasip ola­ maz. Çünkü böyle bir hal vukua gelirse va­ zifemiz bunun mümkün mertebe tedricen ve daha az tehlike ile budusuna çalışmaktan iba­ ret olacaktır.»

Rusyanın, gayrı müslim unsurları muh­ tariyet ve istiklâle doğru götüren bu şiddetli pol’tikası, Âlî Paşayı yoran en mühim siyasî gaileleri teşkil eder.

Fransanın kânunusani 1867 de Babıâliye tebliğ ettiği, maarifi umumiyenin ıslahından vesair taleplerden bahis ıslahatı umumiye programını muhtevi, notası üzerine, yeni teş­ kil edilen müesseselere gelince, 1 Eylül 1868 de Fransa maarif nazırının fikir ve arzusuna muvafık yolda, «din ve milliyet fikirlerinden âzade sunufı muhtelifei tebaa arasında itti­

hadı teshil ve temin edecek surette», bîr mek­

tebi sultanî acildi. Babıâlî tedrisatın türkce

olmasını istiyordu. Fakat Fransa hükümeti «tedrisatın türkçe olmasından bir faide hum le gelmiyeceğini, çünkü Türk lisanınm bir­

çok nevakısı bulunduğunu, bahusus imlâdaki güçlüğü hasebiyle Müslümanlar için bile ta’- mimi maarife mani’ olduğunu» ileri sürerek fransızca olmasında şiddetle ısrar etti. Bu­ nun üzerine fransızca tedris lisanı olarak ka­ bul olundu. Monde gazetesi o tarihte yazdığı bir makalede unsur ve lisan ihtilâfından do­ layı bu mektebi «Babil kulesi» ne benzetmişti. Kavanin ve nizamatı Osmaniyeyi tanzim etmek üzere, yine Fransız kanunlarından ve teşkilâtından alınma, Mithat Paşa’nın riya­ setinde, â’zası Müslümanlarla Hıristiyanlar ve Yahudilerden mürekkep bir Şûrayı Devlet teşkil edildi (10 mayıs 1868). Bu münasebetle, Fransayı ziyaret etmiş bulunan Sultan Abdül- aziz’e memleketin kavanini kadimesi aley­ hinde sözler de söylettirildi. Bunun üzerine

Rum, Ermeni, Katolik patrikleri, hahambaşı kaymakamı saraya giderek ittihadı anasıra da’vetinden dolayı padişaha teşekkür ettiler.

Meclisi Ahkâmı adliye’de de bâ’zı tebeddülât

yapıldı- Daha bir takım tesisat ve nizamat vücude getirildi. Ağaton efendi isminde bir Ermeni vükelâlığa ta’yin olundu. Dalkavuklar Sultan Abdülaziz’i ittihadı anasır yolundaki muslihane icraatından dolayı alkışladılar. Zaten müdebbir ve müvazeneli bir zat olmı» yan Abdülaziz, Üçüncü Napolyon’a müracaa' ederek oğlu için bir Fransız mürebbi istedi- Diğer taraftan Avrupa ile maddî irtibat temin için şimendüfe'rler yapılmasına karar verildi. Engelhard diyor ki: «Memaliki Osma­ niyenin müstakbel mirasçıları, Türkiye Av- rupaya maddeten takarrup ederek memleke ti ticareti umumiyeye açar ve bunun netic~ olarak teb’ai ecnebiye her tarafı istilâ ederse Müslümanlar asırlarca zamandanberi muha­ faza ettikleri tefevvuk ve rüchanı, emlâk ve emvali elden kaçıracakları fikrinde idi.» ve ilâve ediyor: «Sırbistan heyeti niyabeti âza­ sından biri bana demişti ki: «Şimendüferler Türkiyeyi mağlûp edecek, şark mes’elesinin halline sişhaneli toplardan zivade hizmet edecektir.» Zaten Tanzimat dahi Avruoanın bir galebei ma’neviyesi değil miydi?» (Türk-

kive ve Tanzimat, 252); «bir zaman geldi ki

Türkler, Avrupa ve Asyayı Osmanîden vasi’ vilâyetleri kaybederek kendi idarei dâhiliye­ lerinde akalliyette kalmış gibi oldular. Bu sukut, düveli muazzamanm eseri idi.» (433) - Diğer taraftan İstanbulda bir takım mis­ yoner cemiyetleri peyda olmuştu. Sokaklar­ da. vapurlarda İncil kitaplarını halka dağıt­ mağa başladılar. Birkaç düşkün müslümana da Protestanlığı kabul ettirmeğe muvaffak oldular (1864). Misyonerler tebdili mezhep

(8)

ÂLİ 300 ÂLI

edenlere îngilterenin resmî himayesini va’- dediyorlardı- Hükümet buna karşı tedbir al­ mağa mecbur oldu. Misyonerler kendilerini •himaye etmiyen İngiliz sefiri Sir «Hanri Bol- ver» den Lord «Rüssel» e şikâyet ettiler: «Hür riyeti vicdan, İngiliz milletinin metalibini kabul ve tervice mecbur olduğu şüphesiz bulunan bir memlekette ihlâl ediliyor.» de­ diler. Âlî Paşa, misyonerlerin hareketlerin­ deki yolsuzluk hakkında 18 kânunusani 1865 tarihinde Türkiyenin Londra sefirine gönder­ diği ta’limatta şöyle demişti: «Seroestii me zahib kaidesi, herhangi bir mezhebe taırruz ile, yâni başkalarının efkârı diniyesine hür­ met edeceği yerde hakaret eden ve kuvvei iknaiye sayesinde maksadına nail olamayınca tariki ifsad ve itmaa sülûkden dahi çekinmi- yen nâşirlerin harekâtı tecavüzkâraneleriyle kabili telif değildir. Zaten hiç bir hükümet diğer bir dinin kendi memleketinde neşr ve ta ’mdmine sureti mutlakada müsaade etme­ miştir.» Engelhard diyor ki: «Bu ta ’limat, Âlî Paşa’mn ta’biri veçhile, İslâmiyete karşı hakiki bir Ehli Salip seferine teşebbüs eden ve gûya «Müslümanların i’tikadatı batılası» nı izaleye çalışan İngiliz hey’eti ruhbanı için güzel bir dersi havi idi.» (Türkiye ve Tan­

zimat, sahife 786).

Âlî Paşa’nın idare sistemi hakkındaki fi­ kirlerine gelince, kendisi bu hususta esasi- bir değişikliğe taraftar değildi. Muhtelif ırk ve mezheplere mensup bilcümle vatandaşları

Osmanlı milleti halinde saltanat makamı et­

rafında toplamak istiyordu. Şu suretle ki hü­ kümet nüfuz ve kudreti Babıâlide kalmalı; devlet işlerinde saray Babıâlî’ye uymalı, key­ fe mayeşa’ hareket etmemeli, müesses kanun­ lara riayetkâr olmak idi. Âlî Paşa bu fikirle­ rinin tatbiki hususunda çok ciddi davrandı. Saraya karşı Bbıâli’nin nüfuzunu oldukça te’- sis etti, saray hâkimiyetinin mutlak surette cereyanına mümkün mertebe müsaade et­ medi. Vükelâdan hiç biri Sadrâzama malû­ mat vermeksizin saraya, çağırılsa bile, gide­ mezdi- Saray memurları devlet işlerine mü­ dahale edemezdi.

Âlî Paşa, gayrı müslimleri okşamak, on­ lara geniş hukuk ve müsavat vermekle göz­ lerini hariçten çevireceğini, samimî surette

onları devlete raptedeceğini sanıyordu. B sebeple ittihadı anasır hususuna çok ehemmi­ yet verdi, gayrı müslimlerri devlet hizmet­ lerine aldı, milleti hâkimenin kalbini rencide edecek derecede onlara mümaşat etti.

Islahat ve Tanzimat fikirlerini hocası

Reşit Paşa’dan aldı. Fakat bu işte onun kadar hararetli değildi. Kanunî ba’zı teşkilâttan ile­ ri gitmek istemiyordu. Şalmel lâkur diyor ki: «Fevkalâde bir hiddeti zekâya, büyük bir nüfuzu nazara malik olan Âlî Paşa, tarakki- yat ve teceddüdatm öyle zorla kabul ettiril- miyerek tedricen vücude getirilmesi lüzumu­ na kani’ bulunuyordu. Hattâ bu kanaatini izah için âtideki teşbihi ityan eylerdi: «Biz yürümeliyiz, çok geride kaldığımız için yü- rümeliyiz. Fakat çabuk yürüyeceğiz diye istim kazanlarını natlatmamalıyız.»

Âlî Paşa Avruna devletlerine hoş görün­ meyi ve onların telkini altında yürümeyi, ya- hud yürür gibi görünmeyi muvaffakiyet va­ sıtası addediyordu. Çünkü «Tanzimat, her- sevden evvel Avnıpayı memnun etmek ve Türkiyeye karşı daha mülâyim ve müsa5* davrandırmak maksadma mübteni idi» (Ev-

aelhard, Türkyîe ve Tanzimat, 80). Ecnebî

sefirlere karşı bıı mımuşak hareketi onlarm umuru devlete mMegalelerini arttırmağa bais oldu- Âlî Pasa e ^ c b î devletlerini saraya karşı bir kalkan gibi de kullanmak istiyordu. «Yeni Osmanlılar tarihi» nde Ebüzziya divnr ki: «Sultan Abdiilaziz Âlî Paşa’vı sevmezdi, lâkin azletmek de istemezdi. Çünkü hema- sılsa onun Avruna ricali sı'yasiyesi indinde nüfuzu olduğuna ve entrikada mahareti bu­ lunduğuna inanmıştı. Hususan Reşit Pasa

mektebinin zekî bit- şakirdi olan Âlî Paşa .»■Padişah tanzimatı hayriyeye tasaddi etti dive bir şayiada bulunacak olursa hemen bir hafta sonra İngine»-** ve Fransa sefirleri hü­ kümdarları namma mravı nasayihe kalkışa­ caklardı.» Mahmut Kedim Pasa ikinci sada­ retinde yeni sene tphrikinin te’hiri hakkında

sadır olan iradevi istiskal ma’nasına hami ile kendi reyini sorduğundan bahsettiği sırada Mahmud paşa «mir’otı suunaU da sövle d;vor: «Seraperde-i esraı- mahremlerinden hariciye müsteşarı Dadvau Artin efendi, bulunduğu­ muz odaya girdi. Kelâma asaz ederek «Âlî Pa­ sa. sarayı Avrupa politikasiyle teskin ve me­ nedin5 temin e v le r i Rüfpra taraflarından sa- rava nüfuz yürütülmelidir» reyinde ısrar etti.»

Görülüyor ki Âlî Pasa’nın bir inkilâncı gibi kat’î ve muavven nrensioleri yoktu. Belli başlı politikası eenehî devletlere hos görün­ mek, Hıristiyanları okşamak, saraya karşı mevkiini tahkim etmek, acılan ıslahat ve tan- zimat yolunda ağır amr yürümek. Bu, bir ida-

rei maslahat siyaseti idi. Onun için kimseyi

(9)

Müs-ÂLl 301 ÂLİ

liiman halk, hissiyatının rencide edildiğin­ den münfail idi. Saray, Babıâlînin tahakkü­ münden sıkılıyordu. Hıristiyanlar ise elde ettikleri şeylerden şımararak daha ileri emel­ ler peşine düştüler. Ecnebiler, müdahalelerini devlette şeref ve haysiyet bırakrruyacak de­ receye götürdüler. Taşralarda tezebzüb, ida­ resizlik arttı. Ferman ferman üstüne, kanun kanun üstüne çıkıyor, fakat hiç bir şeyler mev’ud refah ve saadeti getirmiyordu. Bil’a- kis felâket ve ıztırap artıyor, muhalefet ce­ reyanları genişliyordu. Siyasî rakipler de bu vaziyetten istifadeye kalkışmaktan geri dur­ madılar. Bütün bu hareketler Âli Paşa’nın a’sabmı sarstı, onu şiddet isti’maline sevk et­ ti. Esasen liyakatlerini çekemediği, kendile­ rinden ürktüğü adamları birer suretle iş ba­ şından uzaklaştırıyor, eziyordu. Kendi koy­ duğu kanun ve nizamlara mugayir olarak şahsî düşmanlarını tutup tutup hapsetmekten geri durmıyordu.

Nihayet Alî Paşa’nın bu tahakkümleri, bu şiddetleri bir aksülâmei husule getirdi. Bir takım gençler «Yeni Osmanlılar» namiyle siyasî bir cemiyet teşkil ettiler, Ayasofyada toplandılar, bir takım kararlar verdiler, meş­ rutiyeti idare te’sisine azmettiler. Herşeyden

ziyade kendi şahsına müteveccih olan bu ha­ rekete karşı Âlî Paşa çok şiddetli davrandı- Bu gençler dağıldılar; fakat biraz sonra Pa­ ris’te ve Londra’da toplandılar, orada neşri­ yata başladılar.

«Yeni Osmanlılar» cemiyetinin teşekkü­ lüne saik ne idi? Bu siyasî cemiyeti teşkil e- denler ne istiyorlardı? Onlar, bütün muha­ lefet sebeplerini, 9 Rebiulevvel 1285 (28 Ha­ ziran 1868) de, Namık Kemal ve Ziya Paşa­ ların Londrada neşre başladıkları «hürriyeti ve bilâhara İstanbul’da çıkardıkları «ibret» gazetelerinde ve sair matbuat sahifelerinde alenen yazdılar, söylediler. Maarif vekâleti müsteşarı İhsan Sungu, Tanzimatm yüzün­

cü senei devriyesi münasebetiyle Maarif Ve­ kâleti tarafından neşredilen «Tanzimat» un­ vanlı bin küsur sahifeli'k kıymetli eserde, yeni OsmanlIların fikirlerini tasnif ve tertip edil­ miş bir şekilde bu gazetelerden nakletmişdir. Biz, Tanzimatçı Âlî Paşa’nm siyasetine karşı «Yeni Osmanlılar» m fikirlerini, 80 büyük sahife tutan bu nakillerden hulâsatân alıyo­ ruz. Âlî Paşaya karşı olan şahsî ta’rizler bit­ tabi’ mevzuumuz haricindedir. Yeni Osman­ lIlar cemiyetinin başlan Namık Kemal ve Ziya Paşa diyorlar ki:

1. Ecnebilere mümasat. «Reşit Paşa’mn çıraklara yalan yanlış tanzimat, ca’lı ve hakiki bir takım ıslahat

namiyle Avrupayı tazyik etmekten başka birşey dü­ şünmediler.» (Namık Kemal İbret, N. 46). «Hattâ Fuat Paşa «bir devlette iki kuvvet olur, biri yukarıdan, di­ ğeri aşağıdan gelir. Bizde aşağıdan gelen bir kuv vet olmadığı için yandan bir kuvvet kullanmağa muhta­ cız ki o da sefaretlerdir» dedi.» (Namık Kemal, İbret n. 46). «Rusyanın kılıç ile istihsaline muvaffak olama­ dığı umuru dâhiliyeye müdahale hakkını Alî Paşa bedavaca Avrupaya verdi.» (Namık Kemal Hürriyet, n. 27). «Alî ve Fuat Paşaların mercii Napolyon idi» (Namık Kemal, İbret, n. 29). «Tanzimatçılar süfera nüfuzunu kendilerine peştîban-ı ikbal etmek yolunu tuttuktan sonra sefaretler himayelerini bahalıya sat­ tılar Sadrazamlar sefaret kuvvetleriyle inip çıkmağa başladılar. Sefirler elmaslı nişanlar, zevceleri pırlan- talı ziynetlere gark oldular. İş o hale geldi ki sadaret tebeddülünde sefirlerin istimzacına mecbur kalındı, tervici meram için İstanbul ve taşralarda gayrı müs- lim ahali ecnebi tabiiyetine geçmeğe başladılar. Sa- matyalı Kasbar başına bir siyah şapka ve yanında bir Rusya tercümanı ile hariciye nazırının yanına gelip üst yanındaki sandalyeye oturdu, ve cebinden tütün kesesini çıkarıp cıgarasını yaktı ve nazır paşanın bur­ nuna üfleyerek ayaklarını birbirinin üstüne koydu, işini de istediği gibi yürüttü. Sefaretler milyonlara malik oldular. Taşralardaki konsoloslar ayni şeyi yaptılar, ticareti ellerine aldılar.» (Ziya Paşa, Hürriyet, n. 48). «Vükelâ yekdiğeri aleyhine entrikalar çevir­ mekle meşgul oldular... Fransa ve İngütere sefaretle, rinde bu oyunlar oynanırken Rusya tahrikatını arıtır­ dı, Yunanistan da adalarda nüfuzunu tevsi’ etti. Bunu isyanlar ve ihtilâller takib etti.» (Ziya Paşa, Hürriyet, n. 55). «Ey Âlî Paşa, Hıristiyandan valiler, paşalar, bâlâlar, ulâlar yapdın. Girid eşkiyasını evlâd gibi tal­ tif eyledin. Değil elçileri, tercümanları bile tâ sadaret sandalyesine varıncıya kadar oturtup riayette kusur etmedin. İngilizler Cidde'yi topa tuttu, Aden gitti, ci­ varı gitti, yine birşey edemedin. Şûrayı Devlet ve ah­ kâmı adliye yapdın. Bunlara Hıristiyanlardan nice âza koydun. Bu şeyleri mücerred süfera hazaratını taltif için mevkii icraya getirdin.» (Ziya Paşa, Hürriyet, n. 12). «Tuttular yalnız Hıristiyanlara bâzı müsaadeler vermekle Avrupayı tatyip ettiler. Ve bu müsaadatı Paris muahedesine idhal ile beraber hem Hıristiyan teb’anm ıslahı ahvalini namı padişahîye olarak va’dey- lediler, hem de düveli zamineye oibabda bir hakkı nezaret verdiler.» (Namık Kemal. Hürriyet, n. 4).

2. Hıristiyanlara müsavat. «Hıristiyanlar müsavat­ ta Müslümanları fersah fersah geçtiler. Hıristiyanların muhafazai hukuku üç dört kabzai kefalet altında temin olundu. Hukuku İslâmiye feda olundu. Müslümanlar- dan bedeli askerî altı bin kuruş alınırken Hıristiyan- lar elli kuruş veriyordu. Müsavat böyle mi olur?» (Zi­ ya Paşa, Hürriyet, n. 15). «Babıâlî neşreylediği kırmızı kitapda da tanzimatcıların ıslahat fermanı ahkâmının ne derece âdât ve ahlâkı müliyeye mugayir olduğunu inkâr edemediler. Bununla beraber bu âdât ve ah­ lâkın tagayyürüne ne himmetler edildiğini, Müslü­ manların bir fırkai hâkime, Hıristiyanların ahaln mut- ia şeklinde telâkkisi bir zu’mı batıl olduğunu, ade­

(10)

ÂLİ 302 ÂLÎ

mi müsavat devletin esas politikası olduğunu, bütün bunları Gülhane Hattı kaldırdığını söylemekten çekin, mediler. Müsavatın efrada ait birşey olduğunu nazarı itibara almayıp kavmiyet ve cemaat namına müsavat temin ettiklerini söylediler. Bir Ermeni bir Müslüman- dan alacağını mahkemeye müracaatla ister ve alır. Fakat Müslümanların İstanbulda binden ziyade camii olduğundan Hıristiyan cemaatin de o kadar kilisesi olmak mı lâzımgelir? Bunun gibi devlet Müslüman, lardan müşir tayin ediyor, mutlaka Hıristıyan- lardan da mı müşir tayin etmeli? Müsavat bu mudur? Müsavat hukukta olur. Siyaset başka şeydir.» (Ziya Paşa, Hürriyet, n. 23). «Babıalı ıslahat fermanını neşr eylediği sırada fenni siyasetteki cehaleti tammesi ci­ hetiyle Avrupaya karşı Hıristiyanları hukuku şahsiye ve siyasiyede İslâm ile müsavi tuttuğunu ilân eyledi.» (Namık Kemal, Hürriyet, n. 23).

3. KavOnini rnilüyeyi ihmal. «Kavanini milliyeyi ihmal ettiler. Bu sebeple devletin tâ temeline balta vurdular. Hattı hümayun muhteviyatı sanki bilinmez şeylermiş de kendileri bunları icad etmişler şeklinde Avrupaya göstermek istediler. Bu, esası devlette büyük rahneler açtı: Avrupalılar kavanini millive adalet ve insaniyete, tarakkiyatı asriyeye mani’ olduğu zehabı fasidine kapıldılar.» (Ziya Paşa, Hürriyet gazetesi, n. 4). «İspanyollar Gırnata’yı aldığı zaman halkı teb­ dili din icbariyle ateşlere yaktılar. Biz İstanbulu aldı- ğımız vakit her mezheb sahibine icrayi ayin için m e­ zuniyeti kâmile verdik.» (Namık Kemal, Hürriyet, n. 11). «... Ahlâkı milliye fasid oldu. Devletimizin her şu’bei idaresinde nazarı yeis ve teessüfle pörülen fena­ lıkların kâffesi işte bu mebde’den (dinî mübalatsız. lıkdan) tevellüd etti. Vükelâ ve ricali devlet beynin, de dinsizlik modasının mu’teber olduğunu gören ik. bal perestan, lisan ve etvarını o yolda koyup ve bu hal tevabia ve bitteselsül ahad ve nisvana ve etfale kadar sirayet etti. Namaz kılmak ve oruç tutmak gibi faraizin ifası âdetâ nümunei humk.u belâhet, alenen irtikâbı fısk-u menahî nişanei akl-u fetanet addolundu. Avrupayı taklid ile ortaya çıktık. Fakat Avrupamn iyi şeylerini değil, hep sefahatini taklide koyulduk.» (Ziya Paşa, Hürriyet, n. 41).

«İsnadı taassub olunur merdi gayûre Dinsizlere tevcihi reviyyet yeni çıktı İslâm imiş devlete papendi tarakki Evvel yogidi işbu rivayet yeni çıkdı Milliyeti nisyan ederek her işimizde Efkârı frenge tebeiyyet yeni çıkdı

Eyvah bu bazicede bizler yine yandık Zira ki ziyan ortada bilmem ne kazandık.» (1) «Fuat Paşa Nis’e giderken Roma’ya uğrayıp papa ile görüşmüş ve bermu’tad duasını almış olduğundan vefatında Nis şehri patriki katolik âyini üzere defno- lunması hakkında teşebbüsatta bulundu. Türkiye se­ firi buna lüzum olmadığını söyledi ise de patrik ısı ar etti. Nihayet meyyitin yatağında usuli mu’tadenin

ic-(1) Ziya Paşa’nın Avrupada bulunduğu sırada ya­ zarak 1287 (1870) de yine orada neşreylediği Terkibi

bend’ inden. ı

rasiyle iktifa olunmasına patrik müsaade etti.» (Ziya Paşa, Hürriyet, n 35).

4. Tanzimat diye yapılan şeyler. «Tanzimat, is t i­ malinde vukua gelen hatalar sebebiyle ayni mazarrat olduğu zahir oldu. Bütün bu vukuat gözümüzün önün, de cereyan etti. Tanzimat teessüs eder etmez nice bî- behreler kendini vazıı kanun ve müceddidi devlet olacak iktidarda gördüler. Her kimin eline biraz kud­ ret ve nüfuz geçince hemen yeni nizam vaz’ına kal­ kıştılar.» (Ziya Paşa, Hürriyet, n. 35) «Cezalar yalnız küçük memurlara tatbik edildi. Fakat vükelâ ve vü- zeranın ceza gördüğü görülmedi.» (Ziya Paşa, Hiirri. riyet, n. 40).

5. İktisadî vaziyet. «Tanzimat devrinde memleke­ tin iktisadı vaziyeti çok bozuldu. Tekâlifin ağırlığın­ dan ve askerliğin yalnız Müslümanlara münhasır bu­ lunduğundan bazı vilâyetlerde ziraat yapacak adam kalmadı. Ma’hud muahedat ile AvrupalIlara verilen hürriyeti ticaret neticesi olarak yerli tezgâhlarımız kapandı, erbabı san’at harap oldu. Ecnebilere türlü türlü imtiyazlar verdik. O yüzden ticareti hâriciye­ mizden başka ticareti dâhiliyemizi bile yabancı el­ lere kapdırdık.» (Namık Kemal, Hürriyet, n. 7). «İdhalâttan yüzde beş, dahilî ma’mulâttan yüzde se­ kiz gümrük alındı. Hükümet tabii servetleri arttırmak suretiyle tezyidi varidata çalışacak yerde yalnız ver­ gilere zammetmeğe, fahiş faizlerle istikraz yapmağa kalkıştı. Bütün bu fenalıkların önüne meşrutiyetle, meşveretle geçilebilir.» (Namık Kemal, Hürriyet, n. 10).

6. İstikrazlar. «Paris muahedesine kadar devlet borcu yoktu. Ondan sonra, yüzde on, on iki gibi fa­ hiş faizlerle bol bol istikrazlar yapılarak israf olundu. Komisyon alan bendegân zengin oldu. Seneden seneye artan açıkları istikrazla kapatmağa başladılar. Düyunu umumiye yükseldi.» (İstanbuldan 102 imza ile gönde­ rilen protesto, Hürriyet, n. 21). «Avrupayî taklid mo­ dası başlayınca sarayın ve vükelânın masrafları tahsi­ satlarını geçti Geniş sefahat yolları açıldı Bu sırada Rusya muharebesi zuhura geldi. Rusya’da nekaisi har­ biye ve gümendüferlerin ikmaline, bizde ise sûr-ı hü­ mayunlara başlandı, on dört senede devlet harice ve dahile, Galata sarraflarına ve Avrupa bankerelrine 15,5 milyon kese (77 milyon lira) borçlandı. Senede bir milyon kese faiz vermeğe mecbur oldu. Verdiği faiz senevî iradının nısfına karibdir.» (Ziya Paşa, Hürriyet, n. 22). «Fuat Paşa: Bu devlet istikrazsız ya­ şamaz, diyor. İstikrazsız değil, istikrazla yaşamaz.» (Namık Kemal, Hürriyet, n. 47). «Bizim dahi kendi mezheb ve âdatımıza ve usuli idaremize göre bir sureti maişetimiz vardı. Onunla yaşadık ve harice hiç ser- füru etmedik. Mahsulâtımızın fazlasını harice bile sattık. Kendi yağımızla kavrulduk. Kimseye on para borcumuz yoktu. Vakta ki Avrupaya arzı cemile için taklid hareketi yolunu tuttuk, herkes gözünü bol bol istikrazlar yapan (hâzineye dikti. Ecnebilere veri,en imtiyazlar bizi bü hale getirdi. Tezgâhlarımız yıkıldı, kıçlarında bayrağımız dalgalanan gemilerimiz mah­ voldu.» (Ziya Paşa, Hürriyet, n. 45).

Abdülaziz’in Londrayı ziyaretinde Paıisde bulu­ nan Ziya Paşa bir lâyiha vererek tanzimatın tevlid et­

(11)

ÂLÎ 303 ÂLÎ

tiği bütün bu nakaisi anlattı.

7. Ecnebilerin emlâk tasarrufu. «Ticaretimizi, sa­ nayiimizi ecnebilere verip birer çürük ahşap kulübeye başımızı sokmuş iken şimdi bu kulübelerimizi de onlara verip hane berduş olarak Anadolu yakasına hicret edeceğiz, demekdir. Babıâlî ecnebilere tasarruf ve istimlâk hakkı verince zımnen İstanbul ahalisine kus-i rıhlet çaldı. Ve bununla diğer icraatına tüy dik- di.» (Ziya Paşa, Hürriyet, n. 21).

8. Maarif. «Fransa sefiri Mösyö Boure’nin icbariyle yapılmış bir mektebi (Mektebi Sultanî’yi) Şûrayı Dev­ let kendi eseri marifeti gibi müftehirane mazbatasına dercetmesi kahkahai istigraba şayandır» (Ziya Paşa, Hürriyet, n. 49).

9. Yarım yamalak tedbirler. «Tanzimat hattı siyasî haklarımız için kâfi değildir. Gülhane hattı hümayunu zannedildiği gibi bir şartnamei esası değildir. Avrupa­ cın fikrine muvafık birkaç tedab'iri idareyi müeyyid bir beyannameden ibarettir Hürriyeti efkâr ve haki­ miyeti ahali ve usuli meşruta gibi birçok esasları ihti­ va etmemektedir.» (Namık Kemal, Hürriyet, n. 49). «Ne gülhane hattı, ne ıslahat fermanı, ,ne de diğer nutk-ı hümayunlarda vuzuh ve intizam yoktur. Meş­ veret, Şûrayı ümmet (Millet Meclisi) istiyoruz» (Namık Kemal, Hürriyet, n. 4).

10. Zulüm ve istibdada karşı. «Ziya Paşa’mn ve bilhassa Namık Kemal’in zulüm ve istibdadı idareye karşı yazıları yalnız Türk hamaseti edebiyatında de­ ğil, cihan edebiyatında şerefli bir mevki’ almağa hak kazanmışdır. Meşrutiyeti tesis için her fedakârlığı göze alarak çalışdılar... Hürriyet gazetesinde Âlî Paşa’nlıı katli vacip olduğuna dair Ali Suavi’nin mektubu in­ tişar edince Türkiyenin Londra sefiri İngiliz resmî makamlarına müracaat etti. İngiliz kanunlarenın katle teşvik hakkında gösterdiği şiddetten haberdar olan Ziya Paşa Londra’yı terkederek Jenevre’ye geldi, Hür­ riyeti orada çıkarmağa başladı. Orada yazdığı bir makalede idarei cümhuriyenin menafıinden ve idarei şahsyenin mazarratından bahsetti.» (İhsan Sungu, Tanzimat, Maarif Vekilliği, I).

«Yeni Osmanlılar» dan Ali Suavi, Avru- pada Âlî Paşa’nm siyaseti hakkında bir risale neşretti. Bu risalede «siyasetini, idari, malî hatalarını, çevirdiği entrikaları, kazandığı paraları» uzun uzdıya izah etti. Ziya Paşa da meşhur tZafername* sini nazmetti. Deni­ liyor ki Âlî Paşa’nm Girid Hıristiyanlarına karşı gösterdiği mümaşattan mütevellid u- mumî infialin tercemam olmak üzere Ziya Paşa bu eserini yazdı. Herşeyden ziyade bu zafername Âlî Paşa’yı müteessir etti, ruhan ve cismen sarstı. Çünkü şahsına müthiş hü­ cum ediyordu, manzum olduğu için herke­ sin ağzında tekrarlanıyordu. Yine Yeni Os-

manlılar’dan Ayetullah bey Âlî Paşanın mu- haJcemesi’nde onun şahsına ve siyasetine hü­

cum etti, «Âlî Paşa Türkiyede Avrupa dev­ letlerinin sefiri idi» dedi. Yeni Osmanlılar’.

dan Ebüzziya Tevfik, Şinasi, Kemal Paşa zade Sait beyler de Âlî Paşa aleyhinde ağır yazılar yazdılar. Namık Kemal Âlî Paşa’ya «Haccacı zalim» diyordu.

Bir taraftan Yeni Osmanlılar cemiyeti­ nin muttarid ve şiddetli hücumları, diğer taraftan dahilî ve 'haricî birçok gavail ve müşkülât Âlî Paşa’yı çdk ısarstı. Bilhassa

Zafername bir semmi katil gibi onu zehir,

ledi. 1871 Fransız - Alman muharebesi sebe­ biyle Avrupa müdahalesi za’fa uğramış, tan-

zimat ve ıslahat hareketi tavsamış, halk biraz nefes almışsa da Yeni Osmanlılar’m şiddetli neşriyatı durmamıştı. Fuat Paşa­ nın vefatından sonra Âlî Paşa Babıâlî’de hâ­ kimi mutlak kalmıştı. Fakat artık mücadele için vücudünde takat yoktu.

Fransa . Almanya muharebesiyle muva- zenei düveliye bozulunca Rusya Karadenize müteallik ahkâmı tammıyacağını ilân etti- Bir taraftan muavenet görmiyeceğine kani’ olan Âlî Paşa muvafakate mecbur oldu. Lon­ dra’da akdolunan bir konferansda bu mad­ deler ta’dil, muahedenin diğer ahkâmı da te- yid edildi.

Avrupadaki keşmekeş dolayısiyle «bir devrei tevakkufa giren tanzimat hareketini, milletin asabileşen arzu ve âmâline rağmen, Âlî Paşa büsbütün inhilâle uğratmak istemi­ yordu. Engelhard diyor ki: «Sadrâzam Âli

Paşa, hissiyatı vatanperveranenin galeyanın­ dan mütevellid bu hale mukavete çalışmakla beraber, hükümeti Avrupamn vesayetinden kurtarmak ve ecnebi müdahalesiyle kabul edilen mevzuat ve nizamatı ortadan kaldır, mak için fırsattan istifade etmek emelinde idi. Âlî Paşa, tanzimatı kaldırmak istemiyor, ıslahatın lüzumunu tasdik ediyor, ancak Türkiyenin mümkün olduğu kadar kendiken- dine ıslahat ve teceddüde muvaffak olmasını istiyordu. Bu maksada binaen, genç Türk- lerden emin olmamakla beraber, bunlara ta. karrub etti. O zaman genç Türkiyenin mes­ leği şu iki sözle hulâsa edilebilirdi: Ecnebi­ lere husumet, Devleti Osmaniyenin kendi kuvvet ve vesaiti ile ihyası.» (Türkiye ve Tanzimat, 291).

Prusya . Fransa muharebesi sebebiyle Avrupa tazyikinden biraz meydan bulan Babıâlî ba’zı mümtaz eyaletlerin pek gevşe­ miş olan siyasî rabıtalarını sağlamlaştırma­ ğa teşebbüs etti. Ezcümle Âlî Paşa Mısır Hi- divine karşı şiddetli bir vaziyet aldı ve onu yola getirdi. Babıâîî’nin 1871 senesindeki

(12)

ÂLÎ 304 ÂLÎ

eyaletleri umurunda da hissedildi. Sonra, yeni teşkil edilen müesseselerde de 'bir ta­ kım tasfiyeler yapıldı, .gayrı müslim âzala- ra, memurlara yol verildi, yerlerine başka­ ları alınmadı. Hasılı Âlî Paşa Avrupa siyasî muvazenesinin bozulmasından mümkün mer­ tebe istifadeye çalıştı. Müdahale ve tazyik­ te çok üeri giden Fransanm mağlûbiyeti Müslümanları ferahlandırdı. Kapitülâsyon­ ları kaldırmak emelleri bile uyandı- Yunan­ lıların tebdili tabiiyet meselesinde bir dere­ ceye kadar muvaffakiyet de elde edildi. Ba’zı müessesatı İlmiyede tedris lisanı olan Fransızca kaldırıldı. Mektebi Sultanî’nin Fransız müdürü çekilmeğe mecbur oldu. Fransa bu hareketlerden bittabi’ hiç de mem­ nun olmadı.

Nihayet Âlî Paşa 1871 senesi evasıtma do^ru hastalanarak, teverrüm ederek re’si idareden çekildi, bir müddet sonra vefat et­ ti (1288=1871).

Âlî Paşa’nın vefatı bütün muhaliflerini sevindirdi- Istiklâlcüyane harekâtına mani’ olan Hıdiv İsmail Paşa bile üzerinden büyük bir yük kalkmış olduğuna memnun oldu. Padişah Abdülaziz de geniş bir nefes aldı. Lâhik Sadrâzam Mahmud Paşaya hitaben tas- tir eylediği hattı hümayunda kavanin ve niza- matı osmaniyenin ta ’dili sırasında âdât ve an’anatı milliyenin nazarı dikkate alınması lâzımgeleceğini ihtar ediyordu- Cevdet Pa. şa’nm «Ma’ruzat» mda beyanına göre, Yeni- cami’de Alî Paşa’mn cenaze namazı kılınmış, lâkin müezzinler birbirinin seslerini yanlış anlamakla cami’ içindeki cemaat yoliyle na­ maza iştirak edememişler. Yenikapı mevlevî şeyhi Osman Efendi, tezkiyesini yapmış, üç defa «bu zatı nasıl bilirsiniz?» diye sormuş ve arada bir kendisi «-büyük bir zat idi, dev­ lete çok güzel hizmetleri vardır» demiş, fa­ kat hiç kimse tarafından evet veya hayır di­ ye bir cevap zuhur etmemiş. Cevdet Paşa ilâve ediyor: «Bu -hali görenler andan sonra efkârı umumiyeye dokunacak tavır ve miş- vardan sakınır oldular. Vakıa kişi içinde ya­ şadığı milletin menfuru olmak hem kendisi, hem de a’kabı için büyük mesaibden ma’-

duddur.»

İşte Âlî Paşa’nm zamanında zuhura ge­ len belli başlı dahilî ve haricî mes’elelerdeki rollerini huiâsaten izah etmiş bulunuyoruz- Şahsî vasıflarına gelince, Muasırları olan ze­ vatın ve hayatını tetkik eden muhtelif müe1-

liflerin ifadelerine göre, ufak tefek, nahif olan Âlî Paşa’nın talâkat ve cerbezesi yoktu.

Az söyler, bilhassa söylenmemesi lâzımgelen şeyleri söylemezdi. Söz söylediği zaman el­ lerini uğuştururdu. Konuştuğu vakit daima önüne bakar, muhatabının, yüzündeki tahav- vüllerden hissiyatını anlamasına meydan bırakmazdı. Kendisine ansızın haber verilen hâdisat ve vekayi’ karşısında yüzünde hiç bir değişiklik görülmezdi. Yalnız hiddetlendiği zaman ayağının baş parmağını oynatırdı. Bu halini bilenler derhal kendilerini toplarlar­ dı. Reşit ve Fuat Paşalar kadar şedidülazm değildi. Yıkıcılıkta da onlar kadar ileri değildi. İ’tidal ve ihtiyattan ayrılmazdı. Hil­ kati iktizası şiddetli i’tirazata karşı gelemez­ di. Geniş düşünmekle beraber Fuat Paşa gibi alafıranga ve mübalâtsız değildi. Fuat Paşa­ nın evi mason teşkilâtının merkezi olmakla beraber Âlî Paşa’nm bu teşkilâta dahil oldu­ ğuna dair bir kayda tesadüf edilemedi. Zekî ve zarif idi. Devletin vekarı ma’nevîsini mu­ hafazaya ehemmiyet verirdi. Herkese karşı resmiyetten asla ayrılmazdı. Herkesi ¡hür­ metle karşılardı. Herkesten de böyle muame. le beklerdi. Usul ve teşrifata i’tina ederdi. Hattâ Padişah bile ona karşı ayniyle muka­ beleye lüzum görürdü. Huzurda çok müte­ vazı’ ve ciddî idi. Fransızcayı çok ileri gö­ türmüştü. Kelimeleri yerliyerinde Ikullamr. dı. Cerbezesizliği hasebiyle Paris kongresin­ de hey’eti murahhasamızı sönük göstermekle beraber siyasî dirayet ve fetanetiyle Avrupa ricalinin hürmetini kazanmıştı (Abdürrah- man Şeref, Tarih Musahabeleri). Kudreti si- yasiyesini garbın en büyük diplomatları bile tasdik etmişlerdir. Napolyon’un «Âlî Paşa gibi bir Hariciye Nazırı bulabilsem» diyecek kadar maZharı takdiri olmuşdur. İtalya dip­ lomatlarından meşhur Kont Kavur’un «Pa­ ris kongresinde Âlî Paşa kâ’bında bir diplo­ mat yoktu» dediği mervîdir. Avusturya mu­ rahhası Baron Hobner dahi hâtıratında o yolda idarei lisan etmiştir. Vefatında yazı takımını - müzeye koydurmak üzere - Prens Bismark 300 altına aldırmıştır. Fransa - Al­ manya muharebesinde Tiyer musalaha ak­ dine tevessül ettiği sırada Âlî Paşa’nm da reyini almış ve bunu Meclisi Meb’usanda a- lenen söylemiştir. Değerli ve kudretli bir diplomat idi. bu irikâr edilemez (îbn-ül- Emin Mahmud Kemal, Son Sadrazamlar). Abdül­ aziz gibi müstebid bir padişahı idare etmesi onun kıymetli bir vezir olduğunu gösterir (Hayat Ansiklopedisi), t ’mal-i nüfuza muk­ tedir değildi. Kendisinde diğerlerine telkini i’timad için elzem olan i’timad-ı nefis

Referanslar

Benzer Belgeler

Londra Boğazlar Sözleşmesi gereğince tüm devletlerin harp gemilerinin geçişine kapalı olan boğazların ve Karadeniz’in güvenliğinin tehlikeye düşmesi üzerine İngiliz

Avrupa’nın uç noktaları, kuzeyde Kuzey Burnu, güneyde Mora Matapan Burnu, batıda Rocca burnu, doğuda Ural dağlarıdır. Rocca burnu ve Ural dağları arasındaki uzunluk

Yeryüzü şekilleri bakımından doğu ve kuzeyde yeknesaklık, batı ve güneyde çeşitlilik göze çarpar.. • Kıtanın kıvrım sistemleri ve görüldükleri

hem bakır bulunduğu keşfedildikten sonra (tunç elde etmek için iki maden de gerekiyordu) madenciliğin neden başka yerlere göre daha hızlı geliştiğini açıklamayı

• «Eski Çağ ile Yeni Çağ arasında kaldığı için Orta Çağ olarak adlandırılmış olan bu dönemin başlangıç ve bitiş tarihleri kabaca 4.. yüzyıllar

• Ortaçağ’da kilisenin etkisiyle dini liderlerin siyasi güç haline gelmeleri, bu dönemde değişmeye başlamıştır.. Papa ve krallar arasındaki güç

• «Fransız Devrimi; gerek kurulu düzenleri -feodalizmi ve aristokrasiyi tarihin dışına atması-, toplumsal dönüşümü radikal bir kopuşla gerçekleştirmesi,

Daha önce tarafsız olan bu ülkeler, Britanya deniz gücü sayesinde İttifak Devletleri'ne değil İtilaf Devletleri'ne yakındı.. • Savaş meydanlarındaki milyonlarca