• Sonuç bulunamadı

TÜRKİYEDEKİ BANKACILIK SEKTÖRÜNDE BASEL II UYGULAMALARI VE EGİTİMİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "TÜRKİYEDEKİ BANKACILIK SEKTÖRÜNDE BASEL II UYGULAMALARI VE EGİTİMİ"

Copied!
129
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ İŞLETME EĞİTİMİ ANABİLİM DALI

TÜRKİYEDEKİ BANKACILIK SEKTÖRÜNDE BASEL II UYGULAMALARI VE EĞİTİMİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan FATİH KIRAÇ

(2)

GAZİ ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ İŞLETME EĞİTİMİ ANABİLİM DALI

TÜRKİYEDEKİ BANKACILIK SEKTÖRÜNDE BASEL II UYGULAMALARI VE EĞİTİMİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan Fatih KIRAÇ

Danışman

Yrd. Doç. Dr. Cevdet Yiğit ÖZBEK

(3)

JÜRİ VE ENSTİTÜ ONAY SAYFASI ÖRNEĞİ

Fatih KIRAÇ‘ın Türkiye’deki Bankacılık sektöründe Basel-II Uygulamaları ve Eğitimi başlıklı tezi 21.04.2008 tarihinde, jürimiz tarafından İşletme Eğitimi Anabilim Dalında Yüksek Lisans Tezi olarak kabul edilmiştir.

Adı Soyadı İmza

Üye: Yrd. Doç. Dr. Cevdet Yiğit ÖZBEK ... ... Üye : Doç. Dr. Yıldız AKBULUT ... ... Üye : Doç. Dr. Ganite KURT... ...

(4)

ÖNSÖZ

Ekonomideki diğer tüm sektörlerle iç içe bulunan ve her geçen gün teknolojik gelişmelerden ve küreselleşmeden etkilen bankacılık sektörü Basel Kriterleri ile yeni bir sürece girmiştir. Bu sürecin temelleri Basel Komitesinin kurulması ile atılmış Basel- I kriterlerinin ortaya çıkışı ve nihayet Basel-II kriterlerinin yayınlanması ile şimdilik son şeklini almıştır. Bu kriterler bankacılık sektörünün mevcut işleyiş düzenine birtakım standartlar getirmiştir. Bankacılık sektörünü etkilemesi münasebeti ile diğer ekonomik birimler de dolaylı olarak bu düzenlemelerden etkilenecektir. Ülkemizde Basel-II kriterleri halen uygulanmamakla beraber, bankalar, bu sürece uyum sağlama noktasında kendi iç birimleri nezdinde birtakım çalışmalar yürütmektedir. Bu çalışmada hem bu hazırlık süreci hem de Basel-II kriterlerinin bankacılık sektörüne ve dolaylı olarak diğer ekonomik birimlere olası etkileri, aynı zamanda bu geçiş aşamasında yapılan ve yapılması planlanan eğitim çalışmaları incelenmiştir.

Yoğun ve yorucu bir çalışma hayatım içerisinde ortaya çıkan bu çalışmada bana her yönden destek olan aileme, çalıştığım bankadaki mesai arkadaşlarıma, tezimin hazırlanmasında büyük emeği olan, anlayış ve sabrıyla benden desteğini esirgemeyen danışman hocam sayın Yrd. Doç.Dr. Cevdet Yiğit ÖZBEK’e sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

(5)

ÖZET

TÜRKİYEDEKİ BANKACILIK SEKTÖRÜNDE BASEL II UYGULAMALARI VE EĞİTİMİ

KIRAÇ, Fatih

Yüksek Lisans, İşletme Eğitimi Bilim Dalı Tez Danışmanı: Yrd. Doç. Dr. Cevdet Yiğit ÖZBEK

Mart – 2008

Uluslararası piyasalarda, risk yönetim uygulamalarında ve denetim yaklaşımlarında meydana gelen önemli ölçüdeki değişiklikler sonrasında, yeni sermaye standartlarının oluşturulması gerekmiştir. Bu faktörler sonucunda, “Basel II Yeni Sermaye Uzlaşısı”, daha hassas risk ölçümüne ulaşma amacı taşıyan bir düzenleme olarak ortaya konulmuştur. Yeni düzenleme ile birlikte birbirlerini destekleyen üç ana blok oluşturulmuştur. Söz konusu bloklarla birlikte, kredi riski ölçüm yöntemleri hassaslaştırılmış ve operasyonel risk ölçümü oluşturulmuş ulusal denetim otoritelerinin denetimlerinin önemi vurgulanmış ve bankaların kamuyu aydınlatma gereklilikleri belirlenerek piyasa disiplini sağlanmıştır.

Bankaların maruz kaldığı en önemli risklerden biri de kredi riskidir. Finansal serbestleşme, finansal kurumlar arasındaki rekabetin artması, kredi piyasalarının gelişmesi, kredi türev piyasalarının genişlemesi ve yeni finansal enstrümanların kullanılmaya başlamasıyla kredi riskini yönetmek bankalar açısından karmaşık hale gelmiştir.

Bu çalışmada, Basel-II kriterlerinin Türk Bankacılığı’nda risk yönetimi ve denetim süreçleri üzerindeki etkisi ile Basel II’ye geçiş yapmakta olan bir Türk bankası’nın Basel-II kapsamında gerçekleştirdiği değişiklikler ve Basel II’nin etkileri incelenmiştir.

(6)

ABSTRACT

BASEL II APPLİCATİONS AND EDUCATİON İN TURKEY BANKİNG SECTOR

KIRAÇ, Fatih

Graduate Program, Department of Managing Training Supervisor: Yrd.Doç. Dr. Cevdet Yiğit ÖZBEK

March, 2008

Since the international financial markets, risk management practices and supervisory approaches each have undergone significant transformation, a new capital accord formation is needed. As the consequence of these factors, “ Basel II The New Capital Accord” is formed in order to provide approaches which are both more comprehensive and more sensitive to risks than the Basel I Accord. With the new framework, three mutually reinforcing pillars is set. With these pillars, the credit risk measurement methods are more elaborated and operational risk measurement is introduced, the severity of national audit authority applications is highlighted and market discipline through enhanced disclosure by banks is increased.

One of the important risk that the banks exposed is credit risk. Managing to credit risk become complex because of the development of free finance, increasing competition between financial institutions, development of finance markets, expanding of credit derivative markets and starting to use financial instruments.

In this study, the effect of the Basel II formations on risk management and audit processes of the Turkish Banking System and the implemented amendments of a Turkish Bank which has begun to pass Basel II is analyzed.

(7)

İÇİNDEKİLER

Sayfa

JÜRİ ÜYELERİNİN İMZA SAYFASI ... i

ÖNSÖZ ... ii ÖZET... iii ABSTRACT ... iv İÇİNDEKİLER ... v TABLOLAR LİSTESİ ... ix KISALTMALAR ... x GİRİŞ ... xii BİRİNCİ BÖLÜM TÜRKİYEDEKİ BANKACILIK SEKTÖRÜNE GENEL BİR BAKIŞ VE BASEL-II İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR 1.1 Türkiye’deki Bankacılık Sektörüne Genel Bir Bakış ... 1

1.1.1 Milli Bankacılığın Geliştiği Dönem (1923–1932) ... 1

1.1.2 Devletçilik ve Devlet Bankalarının Geliştiği Dönem (1933–1944) ... 2

1.1.3 Özel Bankaların Gelişme Dönemi (1945–1960) ... 3

1.1.4 Planlı Dönem (1960–1980) ... 4

1.1.5 Bankacılıkta Serbestleşme ve Dışa Açılma Dönemi (1980–1990) ... 6

1.1.6 2000’li Yıllarda Türkiye’de Bankacılık Sektörü ... 7

1.2 Bankacılık Sektöründe Risk Kavramı ... 11

1.2.1 Risk Kavramı ... 11

1.2.2 Risk Yönetimi ... 13

(8)

1.2.3.1 Bilanço Yapısı Riskleri ... 15

1.2.3.2 Pazar Riskleri ... 18

1.2.3.3 Genel İşletme Riskleri (Operasyon Riski) ... 19

1.3 Basel Standartları ile İlgili Temel Kavramlar ... 20

1.3.1 Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS), Basel-I, Basel-II ... 20

1.3.1.1 Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS) ... 21

1.3.1.2 Basel-I ... 22

1.3.1.3 Basel-II ... 23

1.3.2 Birinci Yapısal Blok (Pillar-I) ... 26

1.3.2.1 Standart Yaklaşım ve Basitleştirilmiş Standart Yaklaşım ... 27

1.3.2.2 İçsel Derecelendirme Yaklaşımları ... 28

1.3.3 İkinci Yapısal Blok ... 32

1.3.4 Üçüncü Yapısal Blok ... 34

1.3.5 Düzenleyici Otorite Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ... 35

1.3.5.1 Kuruluş ve Yasal Çerçeve ... 35

1.3.5.2 Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun Basel-II Yaklaşımı ... 36

İKİNCİ BÖLÜM BASEL-II’YE YÖNELİK ÇALIŞMALAR, GEÇİŞ SÜRECİ VE EKONOMİK YANSIMALAR 2.1 Basel-II’ ye Geçişe İlişkin Çalışmalar ... 39

2.1.1 Basel-II’nin Ortaya Çıkma Süreci ... 39

2.1.2 Sistem Altyapı Tesisi Çalışmaları ... 44

2.1.3 Veri Tabanı Oluşturulmasına İlişkin Çalışmalar... 47

(9)

2.2 Basel Komitesinin Amacı ve Etkin Gözetim ve Denetim Prensipleri ... 55

2.2.1 Basel Komitesi Hakkında Bilgi ... 55

2.2.2 Basel Komitesi Etkin Gözetim ve Denetim Prensipleri ... 57

2.3 Türkiye’deki Bankacılık Sektörünün Basel-II’ ye Geçiş Süreci ... 58

2.3.1Türkiyede Faaliyet Gösteren Bankalara İlişkin Göstergeler ... 59

2.3.2 Sektördeki Bankalar Açısından Bakış ... 61

2.3.3 Düzenleyici Otorite BDDK Açısından Bakış ... 62

2.3.4 Basel-II’ ye Geçiş Süreci İçin Tespitler ... 63

2.3.5 Basel-II’ ye Geçiş Sürecinde T.Vakıflar Bankası T.A.O Yol Haritası ... 64

2.3.6 Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O Basel-II’ ye Geçişe İlişkin İlerleme Raporu ... 68

2.4 Basel-II’nin Muhtemel Yansımaları ... 77

2.4.1 Bankalar Üzerine Etkisi ... 77

2.4.2 Türkiye’deki Bankacılık Sektörü Üzerine Etkisi ... 79

2.4.3 Basel-II’nin Reel sektör Üzerine Etkisi ... 82

2.4.3.1 Şirketler Üzerine Etkisi ... 83

2.4.3.2 KOBİ’lere Etkileri ... 84

2.4.4 Düzenleyici Otoriteler Üzerine Etkisi ... 86

2.4.5 Derecelendirme Kuruluşları Üzerine Etkisi ... 88

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM BASEL-II’YE GEÇİŞ SÜRECİNDE BANKACILIK SEKTÖRÜNDE EĞİTİM VE DENETİM ÇALIŞMALARI 3.1 Eğitim ve Kaynak İhtiyaçlarının Değerlendirilmesi ... 91

3.2 Danışmanlık Hizmetleri ... 94

(10)

3.2.2 İnsan Kaynakları Eğitimine Yönelik Danışmanlık Hizmetleri ... 96

3.3 Denetim Kaynakları ve Eğitim ... 96

3.3.1 Dış Denetim Bölümü İşlemleri ve Eğitim ... 97

3.3.2 İç Denetim Bölümü İşlemleri ve Eğitim ... 98

3.4 Türkiye’deki Bankacılık Sektörünün Basel Prensiplerine Uyum Çalışmaları ... 100

3.4.1 Risk Yönetimine İlişkin Düzenlemeler ... 100

3.4.1.1 İç Kontrol Sistemi ... 101

3.4.1.2 Teftiş Kurulları ... 102

3.4.1.3 Risk Yönetim Sistemi ... 103

3.4.2 Aktif Pasif Yönetimi ... 103

3.4.2.1 Aktif Pasif Yönetiminin Unsurları ... 104

3.4.2.2 Aktif Pasif Yönetim Komiteleri ... 105

SONUÇ VE ÖNERİLER ... 107

(11)

TABLO LİSTESİ

Tablo 1: Banka İçi Yol Haritaları s.63

Tablo 2: Kredi Risk Ölçümüne İlişkin T.Vakıflar Bankası Çalışması s.76 Tablo 3: Piyasa Riski Ölçümüne İlişkin T.Vakıflar Bankası Çalışması s.77 Tablo 4: Operasyonel Riske İlişkin T.Vakıflar Bankası Çalışması s.78 Tablo 5: T. Vakıflar Bankası Personeli Basel II Eğitim Toplantıları s.79

Tablo 6: QIS 3 Sonuçları s.82

(12)

KISALTMALAR

TCMB Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası IMF International Monetary Fund

TMSF Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu

BIS Bank for İnternational Settlements – Uluslararası Ödemeler Bankası OECD Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü

BCBS Basel Bankacılık Denetim Komitesi VAR Riske Maruz Değer Yaklaşımı

SA Standart Yaklaşım

ASA Alternatif Standart Yaklaşım ECA İhracat Kredi Kuruluşları

ECAI Bağımsız Derecelendirme Kuruluşları IRB İçsel Derecelendirme Yaklaşımı PD Temerrüde Düşme Olasılığı LGD Temerrüt Halinde Kayıp

M Vade

EAD Temerrüt Halindeki Risk Tutarı

BDDK Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu TMSF Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu

İDDY İçsel Derecelendirmeye Dayalı Yaklaşım BÖMB Büyük Ölçekli Mevduat Bankaları

OÖMB Orta Ölçekli Mevduat Bankaları KÖMB Küçük Ölçekli Mevduat Bankaları KYB Kalkınma ve Yatırım Bankaları ORSY Operasyonel Risk Standart Yaklaşım TGY Temel Gösterge Yaklaşımı

KRSY Kredi Riski Standart Yaklaşım KOBİ Küçük ve Orta Boy İşletmeler THK Temerrüt Halinde Kayıp QIS Sayısal Etki Çalışması

(13)

BCPs Basel Temel İlkeleri İÖY İleri Ölçüm Yaklaşımları

BSY Basitleştirilmiş Standart Yaklaşım TBB Türkiye Bankalar Birliği

OPEC Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü APY Aktif Pasif Yönetimi

(14)

GİRİŞ

Bankacılık sektörü, 1980’li yıllardan bu yana küreselleşme ve teknolojik gelişmelere uyum sağlama çabaları nedeniyle hızlı bir değişim süreci yaşamıştır. Bankacılık sektöründe yaşanan değişim sürecinde, sisteme yeni finansal ürünler katılmış ve bankaların risk yapısında değişiklikler meydana gelmiştir. Bu süreçte, var olan bankacılık düzenlemeleri ve denetim mekanizmalarının etkinlikleri hızla azaldığından düzenleme ve denetim otoritelerinin sistemde güven ve istikrarı sürekli bir şekilde sağlayabilmeleri için, kendilerini sürekli yenileyebilmeleri ve yeni koşullara uygun düzenlemeler yapmaları gerekmektedir.

Yeni Basel Sermaye Uzlaşısı (Basel II), bankaların sermaye yeterliliklerinin ölçülmesine ve değerlendirilmesine ilişkin olarak Basel Bankacılık Denetim Komitesi tarafından yayımlanan ve birçok ülkede yürürlüğe girmesi beklenen standartlar bütünüdür. 1999 yılında sermaye hareketlerinin yoğunlaşması, bankaların kredi portföylerinin azalan performansı ve sermaye yeterliliğini karşılama ihtiyaçları, bankacılık sektörünün çok karmaşık hale gelmesi, menkul kıymetleştirme, kredi türevleri gibi yeni finansal enstrümanların ortaya çıkması ile Basel II sermaye yeterliliği düzenlemesi ortaya çıkmıştır. Basel II ‘de, risk yönetimi ile sermaye yeterliliğinin ölçülmesi ve riskin kontrol altına alınması amaçlanmaktadır.

Türkiye’de 2001’de yaşanan ve ekonomide çok ağır etkiler bırakan bankacılık krizi sonucunda bankacılık sisteminin yeniden yapılandırılması Basel Komitesi’nin standartları ile uyumlu bir şekilde gerçekleştirilmektedir. Özellikle bankaların sermaye yapıları, aktif kalitesi ve karlılıklarının geliştirilmesine yönelik düzenlemeler sonucunda Türk Bankacılık sistemi hızlı ve sağlıklı bir büyüme sürecine girmiştir.

Basel II içerisinde sermaye yükümlülüğünün nasıl hesaplanacağı, maruz kalınan risklerin nasıl yönetileceği, sermaye yeterliliğinin nasıl değerlendirileceği ve nasıl kamuya açıklanacağına ilişkin hükümler mevcuttur. Keza risk ölçümüne iliksin olarak basit aritmetiğe dayalı standart yöntemler ile kredi, piyasa ve operasyonel

(15)

riske ilişkin istatistikî / matematiksel risk ölçüm metotlarını içeren yöntemle bulunmaktadır.

Bu çalışmanın birinci bölümünde 1923 yılından 2000’li yıllara kadar Türkiye’deki bankacılık sektöründe yaşanan gelişmeler genel bir bakış açısı ile değerlendirildikten sonra, bankacılık sektöründe risk kavramları ve Basel standartları ile ilgili temel kavramlar incelenecektir. Çalışmanın ikinci bölümünde Basel II’ye geçişe ilişkin çalışmalar, Basel Komitesi etkin gözetim ve denetim prensipleri, Türkiye’deki bankacılık sektörünün Basel II’ye geçiş süreci ve Basel standartlarının ekonomik birimler üzerine etkisi açıklanacaktır.. Çalışmanın son bölümünde de Basel II’ye geçiş sürecinde bankacılık sektörünün eğitim ve denetim çalışmalarına değinilecektir. Sonuç ve öneriler bölümünde ise çalışmanın dikkat çekici noktalarına değinilerek önerilerde bulunulacaktır.

(16)

BİRİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYEDEKİ BANKACILIK SEKTÖRÜNE GENEL BİR BAKIŞ VE BASEL-II İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR

1.1 Türkiye’deki Bankacılık Sektörüne Genel Bir Bakış

Türkiye’de bankacılık sektöründeki değişim belirli dönemlere ayrılarak incelenebilir. İlk olarak Cumhuriyetin kurulmasından 1932 yılına kadar olan milli bankacılığın geliştiği dönem, sonra devlet bankalarının geliştiği 1933-1944 arası dönem, daha sonra özel bankaların geliştiği 1945-1960 yılları, arkasından 1960-1980 yıllarını kapsayan planlı dönem, bunu takip eden serbestleşme ve dışa açılmayı kapsayan 1980-1990 yılları ve son olarak 2000’li yıllardaki bankacılık sektörü ayrı başlıklar altında incelenecektir.

1.1.1 Milli Bankacılığın Geliştiği Dönem (1923–1932)

Cumhuriyet döneminde, ulusal sanayi ve bankacılığın geliştirilmesi çabaları ön plana çıkmıştır. Bu amaçla toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde önemli kararlar alınmıştır. Bu kararlar sonrasında ilk kurulan banka, Türkiye İş Bankası (1924) olmuştur. Cumhuriyet dönemindeki ilk büyük özel sektör bankası olan Türkiye İş Bankası, ülkenin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmak amacıyla, gerek sanayi gerek ticaret sektörlerine kredi vermek ve gerekse sanayi ve ticari girişimlerde bulunmak görevlerini üstlenmiştir (Artun, 1983, s.42).

Bu dönemde faaliyete geçen bir diğer banka ise, 1930 yılında kurulan TC. Merkez Bankası’dır. Banka, anonim şirket statüsünde kurulmuş olup, 1931 yılında çalışmaya başlamıştır (Keyder, 1991, s.41). Bu önemli gelişmelere ek olarak, 1923-1933 yılları arasında çok sayıda yerel bankanın kurulmuş olduğu ve bu dönemde yerel bankacılığın da önemli bir gelişme gösterdiği görülmektedir. Bölgesel

(17)

ihtiyaçların karşılanmasında, özellikle de, yerel tacirlerin kredi ve banka hizmeti ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla kurulmuş olan bu yerel bankaların bir çoğu, 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin olumsuz etkileri ve ülkemizde şube bankacılığının gelişip yaygınlaşması üzerine, faaliyetlerini durdurmak zorunda kalmışlardır (Parasız, 2000, s.110).

Savaş sonrası ekonominin canlanmaya başlamasıyla birlikte iş ve üretim hacmindeki artış, ödemelerin hızla artmasına neden olmuş, bu da piyasada yeni bankalara olan gereksinimi hızlandırmıştır (Akgüç, 1989, s.39). Bu gelişmelere paralel olarak, 1950’li yıllar özel sektör banka sayısında hızlı bir artışın yaşandığı bir dönemi yansıtmaktadır. Bunun başlıca nedenleri; bu dönemde dış kredilerin ve ihracat gelirlerinin artması, 1954 yılında Yabancı Sermayeyi Teşvik Yasası’nın yürürlüğe girmesi, ekonomide hızlı bir büyümenin sağlanması ve ülkede tasarrufların giderek artış göstermesidir (Kocaimamoğlu, 1977, s.689). Ayrıca bu dönemde şube bankacılığı da hızla gelişme göstermiştir. Yine bu dönemde yasal açıdan da iki önemli gelişme meydana gelmiştir. Bunlardan ilki 1958 tarih ve 7129 sayılı Bankalar Yasası’nın kabulü ve ikincisi ise, yine aynı yıl Türkiye Bankalar Birliği’nin kurulmasıdır.

1.1.2 Devletçilik ve Devlet Bankalarının Geliştiği Dönem (1933-1944)

1929 Dünya Ekonomik Krizi Türkiye ekonomisini de olumsuz yönde etkilemiş, bunun bir sonucu olarak, ekonomik yaşamda devletçilik ön plana çıkmıştır. 1930’lu yıllar Türkiye’de özel amaçlı devlet bankalarının kurulmaya başlandığı bir dönem olmuştur. Bu gelişmede, 1934 yılında yürürlüğe giren Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı’nın etkisi büyük olmuştur. Bu gelişme, “devlet eliyle sanayileşme” politikasının bankacılık sektörüne de yansıması şeklinde değerlendirilebilir (Parasız, 2000, s.110). 1940-1945 İkinci Dünya Savaşı yılları ise tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de ekonomik daralmaya neden olduğundan dolayı, bankacılık sektörü de bu gelişmelerden olumsuz yönde etkilenmiştir. Bu dönemde, Türkiye ekonomisinde 1930’lu yıllarda izlenen kapalı, korumacı ekonomi

(18)

politikalarının yerini, daha liberal ve özel sektörü destekleyen, dışa açık politikaların almış olması bankacılık sektörünü de olumlu yönde etkilemiştir.

1.1.3 Özel Bankaların Gelişme Dönemi (1945-1960)

1945–1960 döneminin en önemli özelliği, sanayileşme stratejisi olarak iktisadi devletçiliğin yerini özel sektörün desteklenmesi ile ekonomik kalkınmanın hızlandırılması politikasının almasıdır.

Savaş yıllarında yaşanan yüksek enflasyon ve spekülasyon ortamında tarım ve ticaret sektörlerinde varlıklı bir özel kesim ortaya çıktı. 1950 yılında da iktidara iktisadi liberalizm ilkesini benimsemiş Demokrat Parti geçti. Bu dönemde özel sermaye birikimi, özellikle 1950'den sonra tarımda makineleşmenin artması ve hızla genişleyen ekim alanları ile art arda iyi ekim yıllarının yaşanmasının etkisiyle, önemli ölçüde arttı. Özel kesimin güçlenmesi ve sanayileşme politikasında meydana gelen değişiklik, etkisini bankacılık sektörü üzerinde de gösterdi. Bu dönem, özel bankacılığın geliştiği bir dönem oldu.

Özellikle 1950'den sonra devlet yatırımlarının finansmanında gittikçe artan ölçülerde dış yardımlardan yararlanıldı. Ayrıca yabancı sermaye girişi ve yabancı sermayeli yatırımların hızlandırılması amacıyla 1950 ve 1954 yıllarında yabancı sermayeyi teşvik kanunları çıkarıldı.

1945–1959 yılları arasında yatırımların, modern işletmelerin, milli gelir ve nüfusun hızla artması, şehirlerin büyümesi, sanayi sektörünün milli gelirden daha çok pay almaya başlaması ve piyasa için üretimin genişlemesi, ekonomide para ve kredi ihtiyacının artmasına neden oldu. Yapı ve Kredi Bankası (1944), Garanti Bankası (1946), Akbank (1948), Pamukbank (1955) ve Türkiye Sınaî Kalkınma Bankası (1950) bu dönemde kuruldu.

(19)

Bu dönemde, faiz oranları ve bankacılık işlemlerinden alınacak komisyon oranlarının hükümetçe belirlenmesi ve dövize dayalı işlem yapma yetkisinin sadece Merkez Bankası'nda bulunmasının da etkisiyle, şube bankacılığına ve mevduat toplamaya dayalı bir rekabet önem kazandı. Şube bankacılığının yaygınlaşması, yerel bankaların tasfiyesi sürecini hızlandırdı.

1.1.4 Planlı Dönem (1960-1980)

Türkiye ekonomisinin 1960’lı yıllarda planlı döneme girmesiyle birlikte, Türk bankacılık sektörü de 1960–1980 döneminde, söz konusu beş yıllık kalkınma planlarında ve yıllık programlarda belirtilen ilkelere uygun bir yapıda gelişmiştir. Bu dönemin bankacılık açısından ön plana çıkan özellikleri; uzman bankalara, kalkınma ve yatırım bankalarına önem verilmesi, ticari bankaların kurulmasına ise, sınırlama getirilmiş olmasıdır. Ayrıca bu dönemde, özellikle de 1970’li yılların başlarında, holdingleşmenin hız kazandığı ve buna paralel olarak holding bankacılığının geliştiği görülmektedir (Şahin, 2000, s.380).

Bu dönemde ithal ikameci tipi sanayileşme stratejisinin benimsenmesi, buna paralel olarak finansman anlayışını da etkilemiştir. Diğer yandan planlı dönemde yabancı bankalar da dâhil olmak üzere, ticari bankacılık alanında uygulanan politikalar sektöre girişleri engellemiş, böylece mevcut oligopolcü yapı güçlenmiştir. Bu sırada bölgesel bankaların çoğu kapanmış, çok sayıda küçük banka yerine, az sayıda çok şubeli büyük banka kurulması yönünde bir eğilim ortaya çıkmıştır (Aslan, 1982, s.40-41).

1970’li yıllarda yaşanan petrol krizleri sonrasında, Türkiye ekonomisi bir darboğaz içine girmiştir. 1970’li yılların sonunda, döviz krizi eşliğinde yüksek oranlı enflasyonla karşı karşıya kalınmış ve bu nedenle 24 Ocak 1980’de bir istikrar ve ekonomik değişim programı uygulamaya konmuştur. Bankacılık sektörü de, bu istikrar programının hedefine uygun olarak, yürürlüğe giren dışa açılma, serbest

(20)

piyasa ekonomisine geçiş ve liberalleşme politikalarından en çok etkilenen ve değişim içine giren sektörlerden biri olmuştur.

Bu çerçevede, Türk bankacılık sektörü de 1980’den itibaren hızlı bir gelişme göstererek, uluslararası banka ve finans sistemi ile bütünleşme sürecine girmiştir. Söz konusu dönemde serbest piyasa ekonomisine geçişle birlikte, dış dünya ile ekonomik ve mali bütünleşmenin gerçekleştirilmesi gibi, yapısal değişime yönelik politikalar hayata geçirilmiştir. Yine aynı yıllarda, tüm dünyada finansal pazarların serbestleştirilmesi eğiliminin ortaya çıkmasının, bunda önemli bir rolü olduğu söylenebilir (Öcal, 1992, s.148).

Finansal liberalleşmeye dönük ilk uygulama, “Temmuz Bankacılığı” olarak bilinen ve 1 Temmuz 1980 yılında faiz oranlarının serbest bırakılarak, pozitif reel faiz uygulamasına geçilmesi ve bankaların mevduat sertifikası çıkarmalarına izin verilmesiyle birlikte mevduat ve kredi faizleri hızla yükselmeye başlamıştır. Aynı dönemde, banker kuruluşlarının hızla artmasıyla, bankalar önce bankerlerle, daha sonra kendi aralarında fon toplama yarışına girmişlerdir. Bu rekabet, faiz yükseltme yoluyla yürütülmüş olup, rekabetin artması ürün sayısının ve hizmet kalitesinin yükselmesine neden olmuş, ileri teknoloji kullanımı hızlanmıştır. (Bakan, 2001, s.33) Fakat bankerlik kuruluşları arasında ortaya çıkan faiz yükseltmeleri, bir süre sonra bankerleri borç alınan paraların faizinin ödenmesi için, sonradan daha yüksek faiz ile borçlanılmak zorunda bırakmıştır.

Böyle bir ortamda ayakta kalmanın tek yolu, devamlı olarak faiz yükseltmektir. Böyle bir sistemin kısa bir süre içerisinde çökmesi ise kaçınılmazdır. Nitekim 1982 yılında “Bankerler Krizi” olarak adlandırılan olay gerçekleşmiştir. Bu dönemde serbest faiz politikasının ve banker iflaslarının, bireysel bankaların uygulamaları ile yönetim tarzlarının birleşmesinin bir sonucu olarak, çok sayıda bankanın mali bünyesinde sorunlar yaşanmıştır (Erdoğan, 2002, s.125).

(21)

1.1.5 Bankacılıkta Serbestleşme ve Dışa Açılma Dönemi (1980–1990)

1980 yılı sonrası, ekonominin dışa açılması ve dünya finans sistemi ile bütünleşme çabalarının bir sonucu olarak, bankacılık sektöründe de dışa açılma yönünde bir eğilim ortaya çıkmıştır. Böylece, ticaret bankası, yatırım bankası ve şube düzeyinde birçok yabancı banka faaliyete geçtiği ve Türk bankaları ile ortaklık kurduğu gibi, Türk bankaları da yurt dışında şube açma, banka kurma vb. yollarla örgütlenmişlerdir (Sayılgan, 1999, s.85). Bu gelişmeler Türk bankacılık sektörünün ülkemizde şube açan yabancı bankaların bir sonucudur. Ayrıca bu rekabet, Türk bankacılık sektörünün etkinliğini de arttırmıştır.

1980’li yılların bir başka önemli gelişmesi ise, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) bünyesinde “interbank” piyasasının oluşturulmasıdır. (Parasız, 2000, 112) Böylece bankaların kısa vadeli likidite ihtiyaçlarının karşılanmasında ve likidite fazlasının değerlendirilmesinde çok büyük kolaylık sağlanmıştır. İnterbank, bankalara kaynak kullanma esnekliği ve kaynakları daha etkin kullanma imkânı verdiği gibi, ekonominin likidite dengesini kurmada da çok yararlı olmuştur (Şahin, 2000, 382–383).

Bunun yanı sıra; 1980’li yıllarda, bankacılığın gelişimi ve dünya finans piyasaları ile bütünleşebilmesi amacı ile getirilen diğer yasal düzenlemeler ise; 1982 yılında Sermaye Piyasası Kurulu’nun oluşturularak Sermaye Piyasası Kanunu’nun yenilenmesi, 1985 yılında devlet iç borçlanma senetlerin ihale yoluyla satışına başlanması, 1986 yılında bankaların para piyasasının oluşturulması, yerleşik kişilere döviz tutma ve döviz tevdiat hesabı açma izninin verilmesi, 1987 yılında Merkez Bankası’nın açık piyasa işlemlerini başlatması, 1988 yılında efektif ve döviz piyasaları ile 1989 yılında altın piyasalarının kurulması olarak ana başlıklar halinde sıralanabilir.

Piyasa ekonomisine geçilen 1980’li yıllarda, uygulamaya konulan reform niteliğindeki yapısal değişiklikler, bankacılık sektörünün ve mali sektörün gelişmesini ve büyümesini sağlamıştır. Ne var ki, 1990’lı yıllardaki gelişmeler ve

(22)

yaşanan krizler, bankacılık sisteminin mali bünyesinin önemli ölçüde bozulmasına neden olmuştur. Dönemin ilk krizi de 1990 Körfez Krizi’dir. Bu kriz dış kaynaklı bir kriz olmasına rağmen, Türk mali sistemi, bu dönemde likidite krizine girmiş, ekonomik yapı ise olumsuz yönde etkilenmiştir. Bu dönemde sektördeki ilk büyük finans krizi ise, 5 Nisan 1994 yılında yaşanmış ve olumsuz etkileri günümüze kadar sürmüştür. Kriz, iyi idare edilmeyen ve mali bünyeleri zayıf olan bankaların ve kurumların iflasını hızlandırmış, krizle gelen şok, bankacılık sisteminin toplam varlıklarını büyük oranda azaltmış ve ayrıca aktif ve pasif yapısında değişikliklere yol açmıştır.

1.1.6 2000’li Yıllarda Türkiye’de Bankacılık Sektörü

Türkiye 2000 yılına çok önemli ekonomik kararların alındığı bir ortamda girmiştir. 1999 yılı Haziran ayında IMF ile yapılan görüşmelerde, Yakın İzleme Anlaşması’nın programa bağlı ve mali finans destekli bir anlaşmaya dönüştürülmesi benimsenmiş ve 2000-2002 döneminde uygulanacak makroekonomik politikaların çerçevesi çizilmiştir. Hükümet, IMF’e sunduğu ve kabul gördüğü 9 Aralık 1999 tarihli Niyet Mektubu sonrasında, 1 Ocak 2000’den itibaren üç yıllık bir ekonomik süreci kapsayan, maliye, para, kur ve gelir politikalarının yanı sıra, yapısal değişimleri de içeren enflasyonu düşürme programını uygulamaya koymuştur (Cansızlar, 2001, s.6).

Uygulamaya geçilmesiyle birlikte, ekonomide çok kısa sürede bazı olumlu gelişmeler gözlenmiş olmasına rağmen, Kasım 2000 yılında Türk mali piyasalarında likidite sıkışıklığının neden olduğu döviz talebindeki hızlı artış, uluslararası piyasalardaki bozulma ve içerde yaşanan olumsuz etkilerden kaynaklanan bir kriz yaşanmıştır. Bu kriz ancak IMF kredisi ile önlenebilmiş, fakat enflasyonu düşürme programı büyük bir yara almıştır. Şubat 2001 yılında ise, mali piyasalardaki güvenin kırılgan yapısı bir kez daha finansal krize yol açmış, bunun bir sonucu olarak 2000 Enflasyonu Düşürme Programı’nda öngörülen para ve kur politikaları terk edilerek, 22 Şubat 2001 yılında dalgalı kur

(23)

sistemine geçilmiş, böylelikle Enflasyonu Düşürme Programı da sona ermiştir (Uygur, 2001, s.54-55).

Türkiye ekonomisinde 2000’li yıllarda yaşanan her iki finans krizi de, başta bankacılık sektörü olmak üzere bütün sektörleri ve ekonomik yaşamı olumsuz yönde etkilemiştir. Kasım 2000 ve Şubat 2001 Krizleri sonrasında, aşırı yükselen faiz oranları, vade uyumsuzluğu olan bankaların fonlama zararlarını arttırırken, portföylerinde bulundurdukları menkul kıymetlerin de değer yitirmesine yol açmıştır.

Şubat 2001’de dalgalı kura geçilmesiyle birlikte, TL’nin yabancı paralar karşısında hızla değer kaybetmesine bağlı olarak yüksek açık pozisyonla çalışan bankalar, önemli boyutta kambiyo zararı ile karşı karşıya kalmıştır (Erdoğan, 2002, s.133). Kriz sonrasında sermaye yetersizliğini karşılayamayan bankalar, TMSF’na alınmış ve Fon’daki bankalar ile kamu bankalarının görev zararlarını ise, Hazine üstlenmiştir. Faaliyetini sürdüren bankalar, yeni bir anlayışla denetime ve yeniden sermayelendirmeye tabi tutulmuştur. Krediler yeniden sınıflandırılmış ve gerekli karşılıklar ayrılmıştır.

1990’lı yıllar boyunca, yüksek enflasyon ortamında çalışan bankaların bilançoları, enflasyona göre güncelleştirilmiştir. Tüm bu uygulamalar, bankaların mali yapılarının daha gerçekçi bir görünüm almasını sağlamıştır. Bu gelişmeler, mali yapının güçlenmesi için; geniş bir zamana, çok hassas bir uygulamaya ve profesyonel bir yönetime gereksinim olduğunu ortaya koymuştur.

Bankacılık sektörünün 1998-2000 yılları arasında etkin bir aktif-pasif yönetimi gösterememesinin altında yatan etkenlerden birisi de, devletin finansal sektörden sürekli olarak fon talep edici pozisyon almasından kaynaklanmaktadır. Türkiye’de bankalar uzun zamandır girişimcilere fon arz etmek olan asli fonksiyonlarını terk etmişler ve yüksek faizle devlete finansman sağlayan kurumlar haline gelmişlerdir. Böylece ticari bankaların portföyünün büyük bir kısmı, kamu kâğıtlarından oluşmuştur. Bankalar uzun süre, bu yolla kolay,

(24)

güvenli, yüksek faiz kazançları elde etmişlerdir (Demir, 2000, s.61-62). Hiç şüphesiz bu oluşum 1986 yılından itibaren başlamış ve kesintilerle de olsa süreklilik göstermiştir.

Kamu kesimi borçlanma gereksiniminin yüksek olması, bu araçların yanında, kamu kesimi bankacılık sektöründen kaynak edinebilmek için munzam karşılıklar politikasının da kullanılmasına neden olmuştur. Bunun için izlenen yol, dönemsel olarak oranlar farklılaşsa da, umumi disponibilitenin devlet iç borçlanma senetleri olarak tutulması zorunluluğunun getirilmesi şeklinde olmuştur. Uygulanan karşılıklar politikası, kısa vadeli sermaye hareketlerinin de yardımıyla bankacılık sektöründe, bilançoların yabancı para cinsinden pasiflerin ağırlığının artmasına neden olmuş, bu da doğal olarak sistemin yüklendiği döviz kuru riskini arttıran bir unsur olmuştur. (Çolak ve Altan, 2002, s.49).

Nitekim bankacılık sektöründe 1999-2000 döneminde karlılıklarını belirlemede en önemli faktör, elde ettikleri faiz gelirleri içerisindeki menkul kıymet faiz gelirlerinin payının yüksek olmasıdır. Bazı bankaların menkul kıymet faiz gelirlerinin toplam faiz gelirleri içindeki payı, hazine bonosu faiz oranları yüksek düzeylerde seyretmesi nedeniyle, %75’lere kadar ulaşmıştır. Özellikle, küçük ölçekli bankaların izlediği bu pasif yönetim biçimi, onların yüksek karlılık ile çalışmasını sağlamıştır.

Burada kilit nokta, bankaların açık pozisyon ile çalışmasını sağlayan sabit kur politikası olmuştur. Bu politika nedeni ile bankaların önemli bir kısmı, yabancı para cinsinden yüksek faiz oranı ile kamu borçlanmasını finanse etmekte kullanmışlardır (Çolak ve Altan, 2002, s.50). Fakat 2001 yılında uygulamaya giren istikrar programının bir sonucu olarak, devletin iç piyasalardan hem daha az, hem de daha düşük faizle borçlanabilmesi, bankaların kazançlarını önemli ölçüde azaltmıştır. Böylece söz konusu dönemde bankacılık sektörü, sendikasyon kredileri şeklinde dışarıdan borçlanmaya ağırlık vermişlerdir (Uygur, 2001, s.10).

(25)

Bu gelişmelerin sonucunda; zayıf sermaye yapısına rağmen, aşırı açık pozisyon taşıyan bankacılık sektörü, görev zararları nedeniyle işlerliğini kaybetmiş kamu bankaları, özelleştirme, yapısal ve hukuki reformlarda gecikmeler, Türk Lirası’nın aşırı değerlenmesi ve cari açığın kritik sınırı aşması karşısında döviz kuru band uygulamasının öne alınarak gerekli müdahalelerin zamanında yapılamaması, başarılı olabilecek bir programın başarısızlığa uğramasına neden olmuştur (Keyder, 2001, s.53). Şubat 2001 yılında başlayan kriz, TL’nin yaklaşık %90 değer kaybetmesine yol açmıştır. Ulusal paranın bu denli yüksek bir değer kaybı, doğal olarak TMSF bünyesindeki bankaların piyasa değerini çok düşürmüştür. Böylelikle, devalüasyon, Fon’daki bankaların satışını yabancı para cinsinden kolaylaştırmış, ancak bunların Türkiye ekonomisine olan maliyetini önemli oranda arttırmıştır (Altay, 2002, s.78-79).

Dalgalı kur rejimine geçilmesiyle birlikte, para ve kur politikası uygulaması ve kriz yönetimi yeni bir boyut kazanmış ve kriz ortamından çıkış önlemleriyle birlikte, Türkiye ekonomisinde yeni istikrar arayışları başlamıştır. Bu çerçevede özellikle enflasyon hedeflemesi konusu bu arayışların odak noktasını oluşturmuştur. Bu çerçevede yürütülen yeni program çalışmaları sonrasında 14 Nisan 2001 yılında, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı kamuoyuna açıklanmıştır. Bu programla mali sektöre özel bir önem verilmiş ve alınacak tedbirler belirtilmiştir.

Mali sektöre büyük önemin verilmesinin sebebi, bankacılık sektöründeki krizlerin güçlü yayılma ve dış etkilerinin olmasıdır. Çünkü bu etkiler, bankacılık sektörünün doğrudan kapsadığı bireyler ya da firmalardan ileriye de gidebilmektedir. İşte bu nedenlerden dolayı, sektörü yeniden yapılandırma ve özellikle bankaların açık pozisyonlarını kapatma ve sermaye yapılarını güçlendirme yönünde birçok tedbirler alınmıştır.

Türk bankacılık sektöründe gözlenen değişim şekli, 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan iki kriz sonrasında alınan tedbirler ile birlikte bundan sonra yeni bir yapıya kavuşacaktır. Bankaların gelişen bu finansal sistem içerisinde yeni oyun

(26)

planları geliştirecekleri de beklenen bir diğer gelişme olacaktır. 2000’li yıllarda Türkiye ekonomisine ve bankacılık sektörüne damgasını vuran kriz’den sonraki bir diğer olgu ise; internet bankacılığının (e-ticaret, e-ekonomi) gelişmesi ve yaygınlaşmasıdır (Parasız, 2000, s.113). İnternet bankacılığı, ticari bankaların yüzünü de değiştirerek önceki tüm iletişim devrimlerinden çok daha hızlı bir gelişme göstermiştir.

Elektronik ticaretin gelişmesiyle birlikte, telefon bankacılığının yanı sıra internet bankacılığı da bu dönemde büyük gelişme göstermiştir. Artık günümüzde yaklaşık olarak sektördeki tüm bankalar, birçok bankacılık hizmetini telefon bankacılığı ve internet bankacılığı üzerinden verir duruma gelmişlerdir.

1.2 Bankacılık Sektörünün Mali Analizi Ve Risk Değerlendirmesi İle İlgili Kavramlar

Uluslararası finans piyasalarında 1980’li yıllarda görülen bütünleşme anlayışı ulusal finans kuruluşlarının karşılaştıkları risk çerçevesinin değişmesine neden olmuştur. Faiz, döviz, hisse senedi ve türev ürün piyasalarının risk algılamaları, yerellikten uzaklaşıp uluslararası boyut kazanmıştır. Ayrıca, faiz oranı, fiyat ve döviz kurlarındaki aşırı dalgalanmalar ile türev piyasalarındaki işlem hacminin artması, yeni risklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu başlıkta risk kavramının tanımı yapıldıktan sonra Türkiye’deki bankacılık sektöründe karşılaşan risklerden alt başlıklar halinde açıklama yapılacaktır.

1.2.1 Risk Kavramı

Risk, bir işleme ilişkin parasal kaybın ortaya çıkması veya bir giderin ya da zararın ortaya çıkması ile neticelenebilecek ekonomik faydanın azalma ihtimalidir. Bankacılık açısından risk, “sonucun belirsizliğine maruz kalmak” şeklinde tanımlanabilir (Cade, 1997, s.2.). Riskte, taraflarca taahhüt edilen yükümlülüklerin

(27)

yerine getirilmemesi ya da beklenmeyen durumların ortaya çıkmasına bağlı olarak zarar etme olasılığı söz konusudur.

Banka hissedarlarının katma değeri, ekonomik sermayenin minimum getirisini aşan kazanç olarak tanımlanabilir. Minimum getiri, risksiz getiri oranı artı kar maksimizasyonu için risk primi olarak tanımlanmaktadır. Risk primi bankanın piyasadaki faaliyetleri risklilik derecesine bağlıdır. Risksiz oran garantili aktiflerin getiri oranını ifade etmektedir.

Hissedarların katma değeri ile karlııkta yaygın olarak kullanılan performans göstergeleri (aktif getirisi ve sermaye getirisi gibi) arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bu performans göstergeleri hisse fiyatlarını etkileyen önemli faktörlerdir. Banka organizasyonu değişik birimlerin kar merkezi olarak ele alınmasına dayandırıldığında, birimlerin "ekonomik sermaye getirisi" önem kazanmaktadır. Ekonomik sermaye getirisi, bankanın veya birimin tahsis edilmiş sermayeye bölünmüş kazançlarını göstermektedir. Tahsis edilen sermaye üstlenilen riskleri yansıtmaktadır. Getiri kriteri faaliyetlere atfedilebilecek risklere dikkat çekmektedir.

Risk, bankanın, şube veya departmanın, net nakit akımlarının standart sapması veya dalgalanma derecesi olarak tanımlanmaktadır. Banka karlılığı, aracılık ve ödeme fonksiyonları sürecinde sunulan ürün ve hizmetlere, dolayısıyla bunlarla ilgili risklerin yönetimindeki başarıya bağlıdır. Bankacılıkta başarılı uygulama sonuçlarının gözlenebilir ve ölçülebilir olması gereklidir. Faiz dışı gelirlerin maksimizasyonu konusundaki başarı gelir tablosuna, pazarlama faaliyetlerinin başarısı yeni ürün ve müşteri sayısına, aktif kalitesini iyileştirmeye yönelik faaliyetlerin sonuçları ise problemli kredi portföyünün küçülmesine yansımaktadır.

Bankaların başarılı strateji portföyünde mutlaka yer alması gereken en önemli bileşenlerden biri de, risklerin etkin bir şekilde yönetilmesidir. Bankalar,

(28)

finansal aracılık (fon toplama ve fon kullanma) ve bankacılık ürün ve hizmet sunma sürecinde bir dizi riskle karşılaşmaktadır. İşin doğası gereği, bu tür işlem ve faaliyetlerin tümü gizli ya da açık bir risk faktörü içermektedir. Bankalar bir risk evreninde faaliyet göstermektedirler. Çok sayıda, farklı ve karmaşık riskle iç içe yaşamak zorunda olan bankalar için söz konusu risklerin ölçülmesi ve yönetilmesi en önemli konu olmaktadır.

Bankalar, içinde faaliyet gösterdikleri riskler evrenini genel bir eğilim olarak yeteri ölçüde algılayamamakta ve ölçememektedir. Buna bağlı olarak da yönetimi nispeten dar kapsamda kalmaktadır. Birçok banka, riski faaliyetlerin önemli bir parçası görmekte, bu konuyla ilgili değişik program türleri kullanmakta, fakat kontrol konusunda gerekli hassasiyeti gösterememektedir.

Bankaların karşılaştıkları riskler kümesinin çok sayıda elemanı bulunduğundan, risk yönetimi de bu çeşitlilik ve karmaşıklığa bağlı olarak geniş alan ve değişkenler setiyle ilgili olmaktadır. Etkin bir risk yönetim çerçevesi oluşturmak için, tüm bileşenlerin birlikte ele alınması ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda önemli olan bir husus da, başarılı banka yönetimi için risk yönetiminde ele alınamayacak faktörlerin ve risk yönetiminin ne kadarının ve hangi anlamda kantitatif özellik taşıdığının gerçekçi bir şekilde belirlenmesidir

1.2.2 Risk Yönetimi

Bankacılık açısından risk kavramı, bankanın yatırımlarının zarara uğrama olasılığını ifade etmektedir.( Bolgün, Akçay, 2005, s.193) Bankalar, karlılığa ve likiditeye ilişkin kararlar alırken, mevcut belirsizliği gidermek üzere tahminde bulunurlar. Tahmin ile gerçekleşmenin aynı ölçülerde olmaması da riski doğurmaktadır.

(29)

Banka işletmesinin hem likit kalmasını, hem de karlılığını garanti etmek amacıyla mevcut risklere karsı uygulanan politikaların bütünü risk yönetimi olarak adlandırılabilir. Bir başka ifadeyle risk yönetimi, zararların oluşmasını engelleyecek tedbirleri almak, oluşabilecek zararlar için ölçme metodu kullanmak, üst yönetimi bilgilendirme sistemini oluşturmak ve manevra gerektiren durumlarda hızlı karar almayı gerektiren sistemleri kurmak demektir (Sezgin, 2007, 12). Risk yönetiminin amacı, piyasaların yaşadığı olağanüstü durumlarda bankanın karşı karşıya kalabileceği zarar büyüklüğünü önceden ölçebilmek ve olağanüstü durumlara hazırlıklı olmaktır.

Risk yönetimi süreci, risklerin belirlenmesi, risklerin ölçülmesi ve sayısallaştırılması, risk yönetimi kararlarının uygulanması, risk yönetimi politikasının sonuçlarının kontrolü aşamalarından oluşur ( Babuşcu, 2005, s.16). Risk yönetimi, getiri, sermaye ve riski ilişkilendiren; bunların arasında optimum dengeyi kuran bir yaklaşımdır. Risk yönetimi sadece riskin kontrol edilmesi veya azaltılması olarak görülmemesi gerekir. Çünkü günümüzde başta bankalar olmak üzere bütün kurumlar, hatta bireyler risk almakta ve bu risklerden bir getiri beklemekte, bunun için de bazı kaynaklar ayırmaktadır. Burada en doğru kararın verilip verilmediğinin, alınan riskler karşısında yeterli getirinin elde edilip edilmediğinin ve buna ayrılan kaynakları ayırmaya değip değmediğinin bir şekilde ölçülmesi gerekmektedir. Zaten risk yönetiminin felsefesi; riski azaltmak veya gidermek değil; riski yöneterek getiriyi ve sermayeyi optimum düzeyde kullanmaktır.

Belirli bir sermaye ayırarak risk üstlenilmekte ve getiri de aynı sermaye ile elde edilmeye çalışılmaktadır. İşte risk yönetimi, risk ve getiri arasındaki dengeyi gözeten bir yönetim anlayışıdır. Risk yönetimi ayrıca, riskin ölçümü ve kontrolünde kullanılan teknik ve modellerin etkili bir biçimde uygulanması için gerekli yönetim prosedürleri ve organizasyon tasarımı konularını da kapsamaktadır. Çünkü risk yönetiminde kullanılan teknikler ve modeller ancak bir şeyi ölçme imkânı sağlamakta, fakat yapılan ölçüm sonucunda o kararı almak ayrı bir konu olmaktadır.

(30)

Basel II bankalarda etkin risk yönetimini ve piyasa disiplinini geliştirmek, sermaye yeterliliği ölçümlerinin etkinliğini artırmak ve bu sayede sağlam ve etkin bir bankacılık sistemi oluşturmak ve finansal istikrara katkıda bulunmak için sunulmuş önemli bir fırsattır. Basel II süreci risk yönetimine ilişkin son yıllarda gözlemlenen gelişmelerin bir devamı niteliğindedir ve gelişmiş ülkelerde sektör standardı olarak yürütülen uygulamalar Basel II ile birlikte mevzuat sekline dönüşmektedir.

Genelde risk yönetimi tekniklerinin gelişmesi özelde de Basel II ile beklenen baslıca faydaların; Bankaların risk yönetiminin etkinliğinin artması, aracılık fonksiyonlarını daha iyi yerine getirebilmeleri, sermaye düzeylerinin maruz kaldıkları risklere paralel olması, kamuya açıklanacak bilgiler aracılığıyla piyasa disiplininin artması, bankaların müşterileri konumundaki şirketlerin kurumsal yönetişim yapılarında iyileşme alanlarda gerçekleşmesi beklenmektedir.

1.2.3 Risk Türleri

Riskler amaca göre değişik şekillerde sınıflandırılabilir. Örneğin sonuçları açısından bakıldığında riskler, karlılığa yönelik riskler ve likiditeye yönelik riskler olarak sınıflandırılabilir. Risk yönetim süreci açısından bakıldığında ise riskler, bilanço yapısından gelen riskler, pazar riskleri ve operasyonel riskler olarak üçe ayrılarak detaylı olarak incelenecektir.

1.2.3.1 Bilanço yapısı riskleri

Bilanço yapısı riskleri; esas itibariyle bilançoda ifadesini bulan ve herhangi bir anda bankanın fon tedariki ve kullandırımının dengeli olmayışından kaynaklanan risklerdir (Kaval, 2000, s.60). Bu riskler:

i- Piyasa riski (fiyat değişim riskleri)

(31)

iii-Likidite riskidir.

Bunlar özellikle banka işletmelerine özgü risklerdir. Bu risklere karşı koymak için politikalar aktif pasif yönetimi stratejileri kapsamında gerçekleştirilir. Bu nedenle bilançonun yapısal riskleri olarak da adlandırılabilir.

i-Piyasa riski: Piyasa riski, finansal varlık ve yükümlülüklerin fiyatlarında meydana gelen değişimlerden kaynaklanan risk türüdür. Piyasadaki dalgalanmalar doğrudan bankaların varlık ve yükümlülüklerin fiyatları üzerinde etki yaratarak bilanço yapısının değişmesine yol açabilir. Bilanço içi ve bilanço dışı hesaplarda bankalarca tutulan pozisyonlarda finansal piyasadaki dalgalanmalardan kaynaklanan faiz, kur ve hisse senedi pozisyon riski ve kur riski gibi riskler nedeniyle zarar etme ihtimalidir ( Kaval, 2000, s.60). Bir başka deyişle piyasa riski, sahibi olunan enstrümanların alım-satım, pozisyon taşıma, faiz oranı, döviz piyasası veya mal piyasasında fiyat değişikliğine uğramasıdır.

Bu risk, dört farklı piyasada alınan pozisyonlarda yaşanan dalgalanmalardan ortaya çıkan bir risktir. Bu piyasalar, faize duyarlı borçlanma araçları, kur, mal fiyatları ve hisse senedi fiyatlarıdır, Bu dört pazarda meydana gelen değişiklikler bankaların pazarlanabilir finansal araçlarının fiyatlarını ve üstlendikleri riski etkileyecektir.

ii- Yatırımın geri dönmeme riski: Yatırımın geri ödenmeme riski, genel olarak borçluların anaparasını ve bunun faizini belirlenen tarihlerde ödememeleri durumunu ifade eder. Bu durum bankalar açısından hem likidite hem de kar/zarar sorununun oluşmasına yol açar. Bankaların kredilerine ilişkin bu riske aynı zamanda gecikme ya da temerrüt riski de denir. Bankanın çeşitlendirilmiş portföyünün olmaması ve kredi riskinin yüksek olması, iflas riski ile karşı karşıya kalınmasının en önemli nedenlerindendir. Ayrıca borçlunun kredi derecesinde meydana gelebilecek ani düşüşler de kredi riski kapsamında değerlendirilmelidir.

(32)

Kredi riski olarak adlandırılan riskin temelinde bankanın kullandırdığı kredinin, satın aldığı menkul kıymetin veya herhangi bir yere herhangi bir şekilde plase ettiği kaynağın geri dönüşünün kısmen veya tamamen olmaması durumu söz konusudur. Kredi riski yönetiminin de amacı, bankanın kredilerden beklediği geri dönüşün uygun koşullarda maksimize etmektir.

Banka kredi riskini yönetirken tek tek kullandırdığı kredileri esas alabileceği gibi, aynı anda kredi portföyünün etkinliğini de izlemelidir. İyi düzenlenmiş ve uygulanan kredi riski yönetimi, bankanın risk yönetimi için en önemli parçalardan biridir ve bankanın uzun vadeli başarısı için zorunludur.

Kredi riski sadece bankanın kredileri için değil aynı zamanda finansman ürünleri ve bilanço dışı kalemlerinde de söz konusudur. Bankalar günlük faaliyetleri sırasında çok kullandıkları, interbank işlemleri, aldıkları menkul kıymetler, taahhütler, garantiler ve türev enstrüman kullanımları gibi konularda da kredi riski ile karşı karşıyadırlar.

Bankalar, kredi riskinden kaçınmak üzere kredi kullanan kişi veya üçüncü bir kişi tarafından sağlanan teminatlar alır. Banka bu şekilde kredinin anapara veya faizinin ödenmediği durumlarda bu teminata başvurarak zararını kısmen veya tamamen telafi edebilir. Bu teminatlar maddi teminatlar olabileceği gibi, kefalet veya aval verme şeklinde de olabilir.

iii-Likidite riski: Bankanın nakit akışındaki dengesizlik sonucunda nakit çıkışlarını tam olarak ve zamanında karşılayacak düzeyde ve nitelikte nakit mevcuduna veya nakit girişine sahip bulunması riskidir. Bir bankanın varlıkları borçlarını ödemeye yeterli olabilir ancak kısa sürede nakde çevrilemeyecek nitelikte ise likidite riskinin yüksekliğinden bahsedilebilir.

(33)

Likidite riski, bankanın yükümlülüklerindeki azalmayı iyi düzenleyememesi ya da aktiflerindeki artışı karşılayacak şekilde yeterli kaynak bulunduramaması nedeniyle ortaya çıkmaktadır.

Likidite, varlıkların paraya dönüşebilme kabiliyeti olarak tanımlanır. Bir varlığın paraya dönüşebilme yeteneği, paraya çevirme de geçecek süre ile para olarak bulabileceği değerin fonksiyonudur. (Parlakkaya, 2003, s.19) Bu durum bankanın yüksek maliyetle borçlanmasına veya varlıkların düşük fiyatla satılmasına böylelikle maliyetlerin yükselmesine yol açar. Söz konusu yüksek maliyetler, ödeme gücü olan bankanın zaman içinde bu ödeme gücünü yitirmesine yol açabilir.

Likidite riskinin yönetiminin ana çerçevesi, borçların fonlanabilme imkânının, pozisyonların likiditeleri ile uyumlaştırılması, değişik aktif gurupları ve finansal enstrümanlara ilişkin risklerin sınırlanması işlemleri çerçevesinde banka bünyesinde likidite bulundurma ilkelerinin geliştirilmesi ve bunlara uyumun kontrolü suretiyle belirlenir.

1.2.3.2 Pazar Riskleri

Pazar riskleri; bankanın karlılığına yönelik ancak bankanın pazarladığı ürünlerin pazarın gereklerine uymaması, pazarı yeterince tanımama ve buna göre pozisyon almama veya işletme giderlerinin gereğinden fazla olmasından kaynaklanan risklerdir. Pazar risklerinin başlıcaları; müşteriye güvenme riski, ekonomik yapı riski, rekabet riski, konjonktür riski, politik risk olarak sıralanabilir (Kaval, 1995, s.113) Bu riskler banka üst yönetiminin ekonomik çevreyi ve politikaları zamanında kavrayıp, uygun önlemler almamasından kaynaklanır, bu nedenle yönetim riski diye de adlandırılabilir.

Yönetim riskleri neticesinde genel olarak bankaların karşılaşacağı birtakım olumsuz sonuçlar olabilir. Bunlar;

(34)

—Banka tarafından yetersiz ya da yanlış bilgi ve belgeye dayanarak yapılabilecek işlemler neticesinde hakların beklenenden düşük yükümlülüklerin beklenenin üzerinde gerçekleşme ihtimali,

—Faaliyetlerdeki başarısızlıklar ya da mevcut yasal düzenlemelere uygun davranılmaması neticesinde bankaya duyulan güvenin azalması veya itibarın zedelenmesi ile ortaya çıkabilecek kayıp olabilir.

1.2.3.3 Genel İşletme Riskleri (Operasyon riski)

Bankacılık sektöründe teknolojiye olan ve giderek artan bağımlılık ile faaliyetlerin merkezileşmesi operasyon riskinin artmasına yol açmaktadır. Operasyon riskinin niteliği, kaynaklarına göre farklılık gösterir. Örneğin suistimal, genel olarak kötü yönetim ve iç kontrol sisteminin yetersizliğinin bir sonucu olarak ortaya çıkabilir.

Operasyon risklerinin bir diğer yönü, ödeme sisteminin işleyişi ile ilgilidir. Bankaların ödeme sisteminde yeterli kontrolün yapılmaması ya da bilgisayar teknolojisinin oluşturduğu olanaklar nedeniyle, bankaların müşterileri tarafından dolandırılmaları bir tür operasyon riskidir.

Operasyon riski bankanın faaliyetlerinin etkin bir biçimde yerine getirilip getirilmemesi açısından da ele alınabilir. Bir banka teknolojik değişmeleri izlemez ve hizmetlerini iyileştirmezse, mevcut ve potansiyel müşterilerinin talep ettiği hizmetleri sunma olanağını kaybedebilir.

Operasyon riskinin bir başka türü de teknoloji riski olarak ortaya çıkmaktadır. Teknik donanımın iyi işlememesi ve destek sistemlerinin bozulması bankanın zarara uğramasına yol açabilir.

(35)

Operasyon riski, kredi ve piyasa riskleri gibi sermaye kaybına yol açan bir risk türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Basel Bankacılık Gözetim ve Denetim Komitesinin Ocak 2001 de yayınlanan “yeni sermaye uzlaşısı” belgesinde sermaye yeterlilik rasyosu içine “Operasyonel risk” de dâhil edilmiştir. Bankalar bilgisayar risklerinin çökmesi ve dokümantasyon zayıflıkları gibi Operasyonel riskleri de içine alan daha hassas bir risk ölçümüne yönelmiştir (TBB, 2001, s.189).

1.3 Basel Standartları İle İlgili Temel Kavramlar

İkinci bölümde detaylı olarak inceleyeceğimiz Basel II standartlarına geçmeden önce bu standartların temelini oluşturan bazı hususlara değinmek gerekmektedir. Bunlardan ilki Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS), Basel II standartlarından önce uygulamaya konulmuş olan Basel I ve daha sonra da Basel II’den özet olarak sırası ile bahsedilecektir.

1.3.1 Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS), Basel-I ve Basel-II

Uluslararası finans piyasalarında yaşanmış ya da yaşanması muhtemel dalgalanmalardan en az düzeyde etkilenmek, sistemli ve oturmuş bir piyasanın oluşturulması amacıyla uluslararası düzeyde birtakım çalışmalar yapılmıştır. Aşağıda ayrı başlıklar halinde incelenecek olan bu çalışmalardan ilki uluslararası ödemeler sistemini düzenlemek amacıyla 1974 yılında kurulan Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS), Uluslararası Ödemeler Bankası bünyesinde kurulan Basel Komitesi tarafından yayınlanmış Basel I uzlaşısı ve 2004 yılında son şekli verilerek internet üzerinden yayınlanan Basel II uzlaşısıdır.

(36)

1.3.1.1 Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS)

1970’li yılların ilk yarısında sabit kur sisteminin terk edilmesi ve 1974 yılında yaşanan petrol krizi sonucunda, uluslararası döviz ve bankacılık piyasalarında büyük dalgalanmalar yaratan sorunlara ortak bir çözüm bulmak amacıyla, 1974 yılı sonunda İsviçre’nin Basel kentinde bulunan ve 17 Mayıs 1930’da, Avrupa Merkez Bankalarının bankası olarak faaliyette bulunmak ve uluslararası ödemeler sistemini düzenlemek amacıyla kurulmuş olan Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS) nezdinde “Bankacılık Düzenleme ve Denetim uygulaması Komitesi” adında bir komite oluşturulmuştur (Babuşcu, 2005, s.187).

Komiteye üye ülkeler, hem kendi merkez bankaları hem de bankacılık denetiminde resmi sorumluluğu olan kurumlar tarafından temsil edilmektedir. Temel olarak, BIS, uluslararası bankalar, yerel bankalar ve yerel otoritelerle çalışarak, onların da görüş ve önerileri doğrultusunda, bankacılık sektörü için ortak standartların belirlenmesi, uygulanması ve test edilmesini amaçlamaktadır. Basel Komitesi resmi olarak kanun ve kurallar koyma yetkisine sahip olmamakla birlikte, bankacılık sektörü düzenlemeleri ile ilgili tasarı ve teklifler üreterek bunları tartışmaya açabilmektedir.

Düzenlemeleri tavsiye niteliği taşımaktadır, ancak düzenlemelerine uymayan ülkelerin bankacılık sistemleri, uluslararası platformda dışlanmakta, risk primleri de olumsuz yönde etkilenmektedir. 1970 ve 1974 yıllarında yaşanan küresel ekonomik krizler ve ardından birçok ülkede benimsenen liberal ekonomi politikaları nedeniyle, öncelikle sermaye piyasasının en önemli aktörü durumundaki bankaların yapısını daha güçlü hale getirebilmek amacıyla 1988 yılında Basel Bankacılık Denetim Komitesi Tarafından Basel-I uzlaşısı yayınlanmıştır. Bu uzlaşı ile uluslararası alanda faaliyet gösteren bankaların varlıkları ile tuttukları sermaye arasında risk sırasına dayalı bir ilişki kurulmaya çalışılmıştır. Basel I, bir bankanın batması halinde mevduat sahiplerinin karsılaşabileceği maliyetleri en aza indirgemek için asgari olarak tutulması gereken sermaye üzerinde odaklanmıştır (Bolgün, Akçay, 2005, s.83).

(37)

1.3.1.2 Basel I

Basel I, yani Sermaye Yeterlilik Uzlaşısı, uluslararası faaliyet gösteren bankaların riskli faaliyetleri ile ellerinde tuttukları sermaye arasında bir ilişki kurmaya çalışmıştır. Basel I, 1988 yılında Basel Komitesi tarafından çıkarılmış olan düzenlemedir. Bu düzenleme ile bankaların kredi riski taşıyan faaliyetleri ile bünyelerindeki sermaye ile denge kurulması amaçlanmıştır (Babuşcu, 2005, s.262).

Buna uygun olarak da Basel I’ de Cook Rasyosu diye bilinen bir sermaye yeterliliği tanımı yapılmıştır.

Özkaynak

Sermaye Yeterliliği = --- = %8 Risk Ağırlıklı Varlıklar ve Gayri Nakdi Krediler

Basel I standardı; yalnızca uluslararası faaliyet gösteren bankalar için gelistirilmis iken tüm ülkeler ve bankalar tarafından kabul edilmis olmasına ve çok geniş bir uygulama alanı bulmuş olmasına rağmen kabul edildiği tarihten itibaren eleştirilmeye başlanmıştır.

Uygulanmasıyla birlikte bazı sorunlar baş göstermiştir. Bu sorunlar genel olarak su şekilde sıralanabilir (Nermin, 2006);

- BASEL I’de, bankanın maruz kaldığı kredi riski, bankanın aktiflerinin ve bilanço dışı kalemlerinin farklı risk sınıflarına ayrılması ve her sınıfa karşılık gelen risk ağırlıkları olan %0, %20, % 50 ve %100 katsayılarıyla çarpılması suretiyle hesaplanmaktadır.

- Sadece dört farklı risk ağırlığı kullanılması nedeniyle risk duyarlılığı düşük olan BASEL I, farklı faaliyet alanları olan bütün bankalara aynı şekilde uygulandığından “herkese tek beden elbise” şekline eleştirel bir yaklaşımla tanımlanmaktadır.

(38)

- BASEL I’de “OECD kulüp kuralı” seklinde tanımlanmış olan uygulamadan dolayı OECD’ye üye ülkelerin hükümetlerine yüzde sıfır, aynı üye ülkelerin bankalarına ise borçlanmaları halinde %20 risk ağırlığı verilmektedir. Buna karsın OECD üyesi olmayan ülkeler için %100 risk öngörülmüştür.

Basel I ile tanımlanan bankaların maruz kaldığı kredi riski ve piyasa riskini ölçmede kullanılan mevcut yöntemlerin;

- Bankacılık risklerini gerçekçi bir sekilde ölçmede yetersiz kalması,

- Finansal piyasalardaki fiyat dalgalanmalarını yeterince dikkate alamaması,

- Bankaların portföy oluşturma davranışlarındaki farklılıkları gözetememesi gibi nedenlerle, söz konusu standardın yeniden ele alınarak kapsamının genişletilmesi ve daha hassas risk ölçüm ve yönetim metotlarına yer verebilecek sekilde yapılanmasına giderek bir zorunluluk halini almıştır.

1.3.1.3 Basel II

Uygulanan sermaye yeterliliği uzlaşısının (Basel I’in) eksikliklerini gidermek ve bankaların risk ölçümlerinin daha sağlıklı olmasını sağlamak amacıyla Basel komitesi 1999 yılında yeni sermaye standardı belirlenmesini sağlamak amacıyla formal bir tartışma ortamı yaratmış ve bunu internet üzerinden kullanıcılarına sunmuştur. Bu taslak gelen öneri ve teklifler doğrultusunda ilerleyen birkaç önemli revizyona tabi tutulmuştur. Basel II standartları 26 Haziran 2004 tarihinde internet üzerinden yayınlanmıştır. Basel II standartlarına göre hesaplanması gereken Sermaye Yeterlilik Rasyosu(SYR) aşağıdaki gibidir (Babuşcu, 2005, s.262).

(39)

Özkaynaklar

Sermaye Yeterlilik Rasyosu(SYR) = --- KR +PR + OR

Yukarıdaki Formulde; KR : Kredi Riski PR : Piyasa Riski

OR : Operasyonel Risk anlamına gelmektedir.

Basel Bankacılık Denetim Komitesi (BCBS) geliştirilmiş bir sermaye yeterlilik çerçevesi olan Basel-II’ye geçiş amacını “risk yönetimine daha fazla önem vermek ve bankaların risk değerlendirme kapasitelerinde devam eden gelişmeleri cesaretlendirmek” olarak belirtmektedir. Dolayısıyla Komite özellikle uluslararası faaliyet gösteren bankaların Basel-I de öngörülenden daha karmaşık risk değerlendirme kapasiteleri olduğu gerçeğinden hareketle, ileri düzey yöntemlerde yaşanan gelişmelerin önünü açmak ve cesaretlendirmek arzusundadır (Yüksel, 2004, s.8).

Basel – II’de sermaye gereğinin belirlenmesi sürecinde kredi riskinin hesaplanmasında, borçluların risk ağırlıkları sahip oldukları kredi notuna bağlı olarak belirlenmektedir. Gerek bağımsız derecelendirme kuruluşlarınca verilen derecelendirme notlarının, gerekse bankanın içsel değerlendirmelerine göre verilen notların, ekonominin devresel hareketleri ile aynı yönde hareket etmesi beklenmektedir.

Bu yeni yaklaşımla hem bir ülkenin sermaye piyasasında aktif olarak yer alan kuruluşlarının risk ağırlıklarını belirleyecek bir nota sahip olmaları, aynı paralelde bu kuruluşları içinde barındıran ülkelerin ve ülke hazinelerinin yine aynı şekilde risk ağırlık notunun verilmesinde derecelendirme kuruluşları tarafından bir anlamda veri olarak kabul edilecek ve buna göre ülke kredi notları belirlenecektir. Bu derinlemesine yapılan derecelendirme ile olası krizlerin daha çabuk öngörülebilmesi sağlanmış olacak ve gerekli tedbirler alınabilecektir.

(40)

Şu an halen uygulamada olan Basel – I uzlaşısı, bu öngörülerin yapılmasında yeterli değildir. Aksine bir ülkede daha önceden öngörülemeyerek meydana gelen krizin yarattığı tahribata yine bu kriz nedeniyle derecelendirme kuruluşları tarafından düşürülen kredi notları zaten var olan krizin iyice derinleşmesine neden oluyordu. Basel – II ile bu soruna çözüm getirilmek istenmiştir.

Basel-I’in gelişmekte olan ülkelerin bankalarının aşırı risk alma eğilimlerini engellememesine karşın, Basel-II’nin böyle bir etki yaratacağı ve bankaların portföy belirlemeye yönelik davranışlarında yasal sermaye yükümlülüklerini, dolayısıyla risk profilini daha fazla dikkate alacakları öngörülmektedir. Bu çerçevede, genel itibarıyla Basel-II ile birlikte perakende krediler ve iyi derecelendirme notuna sahip şirketlere verilen krediler mevcut duruma göre avantajlı konuma gelirken, gelişmekte olan ülke menkul kıymetleri ile derecelendirme notu düşük banka ve şirketlere verilen kredilerin mevcut duruma göre dezavantajlı konuma gelmesi beklenmektedir.

Basel-II’nin bankaların organizasyon, bilgi işlem altyapısı ve risk yönetimi süreçlerinde önemli değişikliklere sebep olması beklenmektedir. Bu anlamda kredi ve operasyonel risk ölçümleri için gerekli verilerin saklanması amacıyla bilgi işlem altyapısında iyileştirmeler yapılması ve Basel-II’de yer alan hususların dâhil olacağı bir kurumsal yönetim yapısının ve kurum kültürünün oluşturulması gereklidir.

Basel-II, birçok ülkede henüz öğrenme ve değerlendirme aşamasındadır. Bu itibarla, uygulanma tarihi, maliyeti ve veri eksikliği konuları önemli problemler olarak ortaya çıkmaktadır

(41)

1.3.2 Birinci Yapısal Blok (Pillar I)

Birinci Yapısal Blok (Pillar-I), bankanın risklere karşı elinde bulundurması gereken asgari sermaye tutarına ilişkin olan bölümdür. Basel-I’deki asgari yüzde 8’lik oranın korunduğu bu bölümde, kredi riskinin ölçümüne ilişkin yeni yöntemler önerilmiş ve Basel-I’de açıkça kapsanmayan “operasyonel risk” bölümü yer almıştır.

Piyasa riskinin hesaplanmasında Basel-I’e göre önemli bir değişiklik olmazken, yani standart yaklaşım ve riske maruz değer yaklaşımı (VAR) korunurken, kredi riskinin hesaplanmasında çok önemli değişiklikler yapılmıştır. Kredi riskinin hesaplanması için basit, orta ve gelişmiş düzeyde olmak üzere farklı yaklaşımlar seçenek olarak sunulmaktadır. Bunlar, Standart Yaklaşım, Basitleştirilmiş Standart Yaklaşım, Temel İçsel Derecelendirme Yaklaşımı, İleri Düzey İçsel Derecelendirme Yaklaşımı’dır. Benzer şekilde, yeni eklenen operasyonel risk hesaplaması; Temel Gösterge Yaklaşımı, Standart Yaklaşım (SA), Alternatif Standart Yaklaşım (ASA) veya İleri Ölçüm Yaklaşımları ile yapılabilecektir (Yayla, Kaya, 2005, s.5).

Bu yapısal blokta yer alan; piyasa riskinin hesaplanmasında Basel-I’e göre önemli bir değişiklik olmamıştır. Yani; Standart Yaklaşım ve Riske maruz değer yaklaşımı korunmuştur (BDDK, 2004, s.28).

Bu yapısal Blokta Kredi riskinin hesaplanması için basit, orta, gelişmiş düzeyde olmak üzere farklı yaklaşımlar seçenek olarak sunulmaktadır. Bunlar

- Standart yaklaşım,

- Basitleştirilmiş Standart Yaklaşım,

- İleri Düzey içsel Derecelendirme yaklaşım’ıdır.

Basel-II ile yeni eklenen “Operasyonel Risk Hesaplaması” ise;

Şekil

Tablo 6  QIS 3 Sonuçları

Referanslar

Benzer Belgeler

Barrell ve Gottschalk 2006:13, Basel I’e göre OECD üyesi olduğu için sıfır risk ağırlığına sahip bazı ülkelerin risk ağırlığının, Basel II’ye göre % 100

DOF’de, belirli bir menkul kıymetleştirme dilimi için sermaye yükümlülüğü, bankanın sağladığı 5 girdiye dayanır: işleme konu riskler menkul kıymetleştirilmeseydi

Denetim otoriteleri bankaların asgari olarak canlı menkul kıymetleştirmelerden kaynaklanan kredi riskinin ekonomik boyutu için gerçekleştirilecek ekonomik sermaye

9Kısa vadeli dereceler sadece banka ve şirketlere verilen krediler için kullanılabilir.

BASEL I’de, bankanın maruz kaldığı kredi riski, bankanın aktiflerinin ve bilanço dışı kalemlerinin farklı risk sınıflarına ayrılması ve her sınıfa karşılık

Bu yazıda önce aktif epistaksis sırasında bilateral hemotimpanum gelişen, daha sonra bilateral timpan membran perforasyonu ve otoraji gelişen bir olgu sunulmuş ve bu hastalarda

Bulunan bu tutar ilgili formun (KR501AS) bankacılık hesapları için karşı taraf kredi riski hesabı paneline yazılır ve karşı tarafın (ters repo yapan bankanın) risk

In addition, high resistance indicators such as the duration of epilepsy, the number of drugs used before, and the frequency of seizures appeared to be ineffective in response