EDEBİ SOHBETLER
Yûnus’un
Türkçesi
Ankara’n ı n ‘‘Yunus Emre’yi Se venler Derneği,, nden sonra, Eski şehir’de kurulan “ Yunus Emre'yi Anma Derneği,, de faaliyete geçe rek, bu büyük şairin hâtırasını ta zeledi.
Şimdi Eskişehir tren hattında bir Yunus Emre İstasyonu vardır. Yunus Emre’nin Sarıköy’deki me zarı da artık bütün temiz gönülle re açık bir evliya türbesidir.
Yunus Emre’yi Anma Demeği, diğer ziyaretçilerle birlikte, 5 Ma yıs 1957 pazar günü bu mezarı zi yaret etti. 6 Mayısda ise Anadolu türkçesinin bu ilk büyük ve altm sesli şairi, Eskişehir’de derin sev giyle anıldı.
k
X m . asır, Anadoluda Mevlâna- lar, Yunus Emre’ler, Hacı Bektaş Velî’ler asrıdır; ve onlar gibi inan mış, onlar gibi derin bir Tanrı aş kıyla yanmış, daha nice erenler çağıdır.
Bu asır, Anadolııya Türk ırkının yerleştiği; Malazgird'den bu yana fethedilen ülkelerin vatan olarak benimsendiği devirdir. Asrın a t mosferi o kadar maneviyatla do ludur ki hemen her Türk bu çağ da âdetâ gaazî yaşamış, şehid öl müştür.
Topraklarımızın Türk kam ve Islâm îmâniyle yuğrulduğu; çiçek lerimizin şehid kanmdan ve evii- lâ damarından renk aldığı o çağ lar kadar, Tanrının suda, havada, ateşte, toprakta, her varlıkta his sedildiği ve insan gönüllerinde yü ce saltanat kurduğu başka yıllar düşünmek kolay değildir.
k
Yunus Emre, hakiki hayâtı ve içtimâi seviyesi ne olursa olsun, bütün ömrünce yurdda bir “ Türk men dervişi,, tevâzuuyle yaşadı. Tam bir derviş ahlâkı, derviş sa deliği ve irfanı ile, ten kafesinde bir Tanrı taşımanın sırrma erdi; şevkiyle ürperip hazzını tattı. Tâ rihte misli görülmemiş derecede güzel ve saf bir türkçe ile söyle diği "nefes,, ve “ İlâhî,, adlı şiirle rinde hep bu huşûun, bu sırrın ve bu hazzın derin ve samimi teren nümleri vardır.
Kuvvetli bir ihtimale göre Ana dolu’ya Horasan’dan gelmişti. Za ten hangisi oradan gelmemişti ki.. Mevlâna Celâleddin-i Rûmî’nin, yüzüne Tanrı’dan ışıklar vurmuş, güzel bir çocuk olarak; babası, Sultan-ül Ulemâ Bahaeddin Ve- led’le birlikte; Anadolu’ya yönel diği ilk vatan, yine Horasan’dı. Yunus Emre’nin belki bütün öm - rünce onun dervişi kalmak için, tekkede başka pâye düşünmediği ve Şeyhi Tapduk Emre’nin de şey hi bildiği Hacı Bektaş Veli de, ye ni vatana Horasan’dan gelmişti.
Böylelikle Türk îman ve tasav vuf târihinde Horasan bir Evliya lar kaynağı, Anadolu ise azim öl çüde bir evliyâlar bahçesi, evliyâ- lar türbesidir.
Nihad Sami
B A N A R L I
■
ve Türk mûsikisiyle seslendirdik leri için bu teşekküllerin halk rû- hundaki yeri derin olmuş; bu ye rin büyüklüğünü yakından hisse den Osmanlı Padişahları bunun i- çin Yeniçeri Ocağıyle Bektaşi tek kesi arasında derin bir mânevi bağ kurmuşlardı.
Bir tanesi harpte şehid, diğer leri seri hâlinde “ gaazî,, ve "şehid,, olan Osmanlı Padişahları nın bu imân teşekküllerine ver dikleri kıymet, târihimizin dik - kate değer vak’alarmdandır. O ka dar ki Kosva, Niğboiu, Varna, t3- tanbul, Mohaç zaferlerindeki Ye niçeri Gülbangi, bir bakıma Hacı Bektaş Velî Gülbangi’ ydi.
‘‘îstanbulu Fetheden Yeniçeri’ye Gazel,, deki:
"V ur pençe-i Ali’deki şemşir aş kına — Gülbangi âsmânı tutan pir aşkına,, mısralarmm mânâsı bu - dur.
★
Yunus Emre Oratoryosunu din - Uyenler, uzun süren bu mûsikinin belki güzel fakat umumiyetle kili se mûsikisini hatırlatan gamlı hat tâ karanlık ahengi içinde yer yer göz ve gönül aydınlatan bir ışık parladığını duyar, kendilerini ses ten ve zıyâdan örülmüş bir başka âlemde hissederler.
Bu yerler, oratoryoda, melodile ri, asırlarca Türk halkı tarafından yaratılmış, hakîkî Yunus İlâhîle rinin armonize edildiği yerlerdir. Ben, oratoryoyu bu yüzden dik kate değer bulurum: Bana millî mûsikimizle, yâni halkımızın se - siyle, öteki mûsikîlerin tesirlerini mukayese imkânını verir.
İşte, Yunus Emre’nin saf ve sa mimi bir türkçe ile, Türk* vezin, şekil ve kafiyeleriyle söylediği İlâ hîler de, asrının arabi ve fârisî ka ranlığında böylesine parıldayan birer "türkçe ışık,, tı.
k
Yunus Emre, yeni vatan eoğ - rafyasında, yaşanılan hayatla kay
naşmış, öyle ki, hayâtın kendisi olmuş bir felsefeyi o çağlara ka dar arabî ve fârisî ile söyliyen- lerden alarak türkçe söylemenin sırlarım bulmuştu.
Daha XII. asırda Ahmed Yesevî ile başlıyan bu cereyan Yünüsün dilinde bir zafer derecesine ulaş mıştı. Dinin ve tasavvufun arapça ve farsça sözleri, deyimleri, terim leri Yunus’un lisânında bir ebe kuşağı altından geçmişçesine mil liyet değiştirip türkieşiyordu. Bü yük şair bu yolda bir kelime bile uydurmaya tenezzül etmiye- rek, tılsımlı sözlerini, kendileriyle haşır neşir olduğu Türk halkının, yaşıyan lisânından seçiyor, onlar la söylüyor, onlarla sesleniyordu. Vahdet-i vücut inanışının “ İn - sanda Tanrı,, nazariyesini: Beni bende demen, bende değilüm Bir ben vardur bende benden
içe-rü gibi, bir dilin bu ölçüde basit ve sâde malzemesiyle söyliyebilmek için Yunus’un her bakımdan milli bir dehâya sâhip olması şarttı.
Saf ve samimî İlâhîlerinin asır larca bizim mûsikimizin en canlı ve ferah sesleriyle bestelenerek, vefâlı Türk halkının hafızasında, dilinde, şevkinde ve hayâtında ya şaması bundandır.
k
Türk münevverleri ise Yunus Emre’yi, onun büyük hayâtına nisbetle, çok yakında tamdılar. Bu tanışma, denilebilir ki edebiyatı - mızda bilhassa Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıfların, 1919 da, in tişârından bu yana ciddî ve fe yizli olmuştur.
Edebiyat tarihçiliğimizde bir dö nüm noktası teşkil eden bu büyük eserden beri, Türkiye’de Yunus Emre hakkında çok yazıldı, çok konuşuldu. Tetkikler hazırlanıp, şiirler terennüm edildi. Fakat i- limde onun seviyesine yaklaşan bir başka eserimiz olmadı. Yü nüsün büyük sanatı ve yüoe evli yalığı ise onun Türk îmânına, he le Türk diline yaptığı hizmete lâ yık şekilde bilinmiyor.
Yeni derneklerin bu aziz konu da hayırlı faâliyet göstermeleri, bu sebeple çok yerinde olacaktır.
k
Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr’iyle yü oe Mesnevî’sini fârisiyle söylediği için Mevlevîlikte önce mûsikî ve semâ’ milliydi. Dilin millileşmesi hayli zaman istedi. Hacı Bfektaş Velî "Makaalât,, mı arapça yaz - mıştı. Fakat Bektaşî tekkesinde Türklük, daha ilk anda akıllara durgunluk verecek derecede bir parlayış gösterdi: Dil milli, vezin ler, nazım şekilleri, kafiyeler mil li, ' deyimler ve terimler millî, mû sikî ve raks millî; âdetler, kıya fetler, muaşeret usulleri, velhâsıl Allaha varma yollarını arayan o heyecanın her türlü ifâdesi milliy di. Başlangıçta, saf, samimî ve ter temiz birer imân yurdu olan eski Bektaşi tekkeleri, türkçenin, Türk halk şiirinin ve millî zekâmızın yaşamasında birinci derecede rol oymyarak bize belki iki asır he men tamâmiyle kaybettiğimiz di limizi kazandıran teşekküllerdir,
b a k île rin i tü r k çe sftvledikleri
Taha Toros Arşivi