2 AĞUSTOS 1989
¿Ai
BİR ZA M A N LA R , DAHA ÇOCUKKEN, DAHA YENİ
Y ET M ELİK ÇAKINDAYKEN NİGÂR H A N IM ’ IN BÜTÜN
S Ü S LER D EN ARIN IŞIN A, G Ü ZELLİĞ İ BİRDENBİRE
Ç Ö ZÜ Ş Ü N E DERİN BİR Y A LN IZLIK LA TANIK OLM U Ş
AB D Ü LH AK ŞİNASİ, Y A LN IZ AŞKTAN KOPM AM IŞ,
SEVGİNİN BAŞKA TÜR LER İN İ DE SANKİ YİTİRMİŞTİR
TAZJLAßZ^“
l
Boğaziçi'nde
Yazan:
s e l im
İ
l e r
İ
Çizen: S uzan OKTAV
yalnızlık
İTHAT Cemal Kuntay — bugünün insanları onu ancak televizyondaki Üç
İstanbul dizisinin yazarı
olarak hatırlayabilirler— , Recaizade Mahmut Ek rem'in bir zamanlar hangi hanımefendiye âşık olup o içli şiirleri yazdığını çok merak etmektedir. Söz konusu hanımefendi çekip gitmiş, Reca lzada “ Seni söyler, bana, dağlar, dereler...” de
mek zorunda kalmıştır. Bir gün yazı odasın da otururken, Mithat Cemal’i ziyarete gelen AbdOlhak Şinasi Hisar meseleyi çözüverecek-
tlr. Yazı odasında, kütüphanede duran yaş maklı bir resim. Abdülhak Şinasi parmağını uzatır:
— Recaizade nin sevgilisi Mlhrümah Ha nım. v
Mithat Cemil: — Suphi Paşa'nın kızıdır, o. Abdülhak Şinasi: — Evet. Recaizade ona âşıktı. Evlenmek istedi, vermediler, Hariciye Nazırı Saffet Paşa nın oğlu Hariciye Mektup
çusu Refet Bey'e verdiler. Genç yaşında ölün
ce, MJhrOmah Hanım’a, Recaizade bu şarkıyı yazdı.
Abdülhak Şinasi Boğaziçi’nde yaşamış bü tün hanımları, Boğaziçi'nde yaşanmış bütün aşkları handiyse ezbere bilmektedir. İşte, Mih- rümah Hanım da o kadar güzelmiş ki, bütün İstanbul ona âşıkmış. Ne var ki kırk yaşında akciğer kanserine yakalanacak, bir - iki ay için de ölecektir Hanımefendi.
Mihrümah Hanım'içoktan unutulmuş Saf feti Ziya çoktan unutulmuş Silinmiş Çehreler,
Beliren Simalar’ında kaleme getirecek, gör kemli bir peyzaj çizecektir
“ Kanlıca iskelesinin yanı başında Saffet Paşa oğlu Refet Bey'in yalısı... Yalının rıhtı mına Fransız elçiliğinin beyaz muşu yanaş mış... Aşağıkl kattaki büyük salonun açık pen cerelerinden, sefirlerden, genç diplomatlar dan, İstanbul’un en asil beylerinden gruplar görünüyor. Yalının önünde iki çifte bir harem kayığı duruyor. Beyaz şaldan, ortası ve
kenar-)
şa ir N lg â r H a n ım ın h a re m -se lâ m lık tö re s in e p e k al
d ırd ığ ı y p k t u r .
o,
19 0 8 M e ş ru tiy e ti n d e n ö n c e , H i
s a r d a k i yalısıyla Nlşantaşı-şişll c iva rın d a k i k o n a ğ ın
d a y e rli, y a b a n c ı e d ip le rin , s a n a t m e n s u p la rın ın z i
y a re tle r in i ka bu l e d e r
lan yeşil ve kırmızı dallı ihramı, aynı beyaz
şal-' d ö n ■ • - ...7
dan döşemesi, hamlacısının beyaz kadife üze rine beyaz sırma işlemeli cepkeni, hilâli göm leği'ile ne zarif bir kayık...
HANIMEFENDİ YALI KAPISINDA
“ Kayıkçılarda bir hareket görüldü. Acele acele nhtıma yanaşıyorlar; alt kattaki salonun penceresinde konuşan beyler, ecnebi misa firler, İhtiramla pencerenin önünden çekildi ler. Boğaziçi'nin en zarif hanımefendilerinden biri olan, geçtiği yerlere zarafet İçinde İhtişam, güzellikler içinde ismet duygusu veren ve ev sahibinin eşi olan Mihrümah Hanımefendi,
koltuğuna bir harem ağası girmiş, işte yalının
kapısından çıktı."
Hanımefendi azamet içinde bir sadelik timsalidir. Yeşil gözleri, açık renk başaklar gibi sarı sacları, mevzun endamı, şahane yürüyü şü İle blnblr gece perilerini andırır. Mihrümah Hanım’ın tirşe papaziden yüksekçe bir hotoz üzerine yapılmış, kendine mahsus bir yaşmak- tanışı vardır. Yaşmağının ağzı biraz bolca, bi raz aşağı doğru sarkıkça, fakat “ bir beyaz ka
melya kadar” buruşuksuzdur. Açık tirşe fera
cesinin kenarlarında beyaz boncuk işlemeli, nadir dantelalardan harçlar vardır. Feracenin altında beyaz muslin bir tuvalet, yine ince dan- telalar...
Nihayet kayığa binilir. Kalfa beyaz dantel den göz kamaştırıcı bir güneş şemsiyesi açar. Hanımefendi beyaz ve uzun podüsüet eldive- leri geçirir; şemsiyesini alır, hafifçe sol tara fa İndirir. Eşsiz güzelliğini yabancı gözlerden saklamaya çalışmaktadır. Derken, şemsiyenin bol dantelaları arasından fındık büyüklüğün de tek taş pırlanta küpeler, ara sıra, bir şim şek gibi parlayacaktır...
Mihrümah Hanım'ın Boğaziçi'nde görünü şü gibi Şair Nigâr Hanım da böyle yalı rıhtım- lannda, kayıklarda, Göksu'da görünüp çok de rin izler bırakmış değil midir? Üstelik Nigâr Hanım şair olması nedeniyle daha popüler, daha ışıltılı kuyrukluyıldızlardandır. Fakat bun lar hep bir dış görünüştür. Herkesin hayran ol duğu, gıpta ettiği, güzelliğine, inceliğine ade ta aşkla bağlandığı Şair Nigâr Hanım Boğa ziçi’nde bütün bir ömür yalnızlık yaşar. Kocası İhsan Bey, Hanımefendi’yi o saadetsizlikten bu saadetsizliğe sürükleyecek; Macar Osman Paşa'nın kızı Nigâr Hanım da daima melâl için de şiirler yazacak, “ Keder geçer, bırakır ya
digâr eserlerini!” diyecektir.
Şair Nigâr Hanım’ın harem-selâmlık töre sine pek aldırdığı yoktur. 0 , 1908
Meşrutiyet'-A b d ü lh a k şinasi b u m ü th iş aşk v e y a ln ızlık s a h n e
sini y ılla r s o n ra y a z a r k e n , d a h a o z a m a n , y e n ly e t*
m e llğ ln d e a y n a ö n ü n d e N ig â r H a n ım a d alıp g itm iş
k e n k e n d i h a y a tın ın y o k s u n lu k la rın ı da s e zd iğ in i
d ü ş ü n e c e k tir
inden önce, Hisar’daki yalısıyla Nişantaşı - Şişli civarındaki konağında yerli, yabancı edip lerin, sanat mensuplarının ziyaretlerini kabul eder. Tutumunda AvrupalI, zevkinde şarklı bir kibar hanımefendidir. Modası geçtiğinde de başına hotozunu koyacak, zarif feracesinden asla vazgeçmeyecektir. Ihsan Bey’in ablası el bette bu hanımı kıskanacaktır. İkide birde ge lin - görümce arasında huzursuzluk başgös- terir, Nigâr Hanım kayınbabasının evini terk etmek zorunda kalır.
şamaları da mümkündür. Nigâr Hanım yıllar yılı bu işkenceleri tekrar tekrar yaşar. Neyse ki arada Saray'a devam etmekte, bazı yaban cı prensleri, kraliçeleri tanımakta, arada bir Av rupa'ya uzanarak hükümdarlarla tanışma fır satlarını çoğaltır.
İSVEÇ KRALI 5. GÜSTAV
Bazen çocukları bile kendisine gösteril mez. Bazı ayrılışlarında ve baba evine dönüş lerinde şahsi eşyasına el konur. İhsan Bey şahsi eşyasının iadesi konusunda pazarlığa girişir “ Büyük oğlumuza verilmiş elmaslı tu
rayı geri yollarsanız eşyanız gönderilebilir, yoksa bundan sonra ne yazsanız cevap bile alamazsınız.”
Sözgelimi Mayıs 1911’de Şair Nigâr Hanım güncesini açıp güzel elyazısıyla şunları yaza caktır
İhsan Bey birbirinden irkiltici teklifler de ileri sürmektedir. 1- Ayrı ev masrafına daya- namadığı için Nigâr Hanım kayınbaba evine dönmelidir. 2- Masrafı paylaşmak şartıyla İh san Bey, Nigâr Hanım’ın baba evine gelebi lecektir. 3- Bundan önce olduğu gibi ayrı
ya-Hanımefendi’nin tanıştığı beşinci hüküm dar — bu yaz— Behopal Melikesi’dir. Bir yan
dan da yazlar geçip gitmektedir.
İşte Şair Nigâr Hanım, o zamanlar çocuk luk çağındaki Abdülhak Şinasi'yle kayıktan iner; ona herhangi bir kitap verecektir. Yalı nın üst katındaki bir odaya çıkılır. Abdülhak Şinasi suskun, belki de tutuk ve içe dönük tür, Nigâr Hanım önce aynanın karşısına ge çer, yaşmağını çıkarır. Henüz lambalar yakıl- mamıştır. Günün inceldiği saat! Boğaz’ın günbatımında bütün renkler şimdi daha ala ca, solmaya daha yakın, eşya keskin çizgisi ni yitirmiş, geçilemez olmuştur.
Nigâr Hanım da sessizliği bozmaz. Yaşma ğının ardından hotozunu, İğneleri çıkarır; sa çının süslerini bozar. O derinleşen sessizlik te, daima ayna karşısındadır olağanüstü gü zel kadın ve hep kendine bakar. Abdülhak Şi- nasi’yi sanki unutmuştur. Sular koyulaşır, kı zıllık gitgide silinir. Aynanın yansıttıklarına da bir solmuşluk eklenir. Güzelliği zenginleşti ren her şeyden, bütün süslerden arınmak is teyen Şair Nigâr Hanım, Abdülhak Şlnasi'de hayatın fâniliği konusunda yürek burkucu iz ler bırakır. Yeniyetme çocuk “ ancak hayal ile” hissederken, kendi geleceğinin tektük mut luluklarına ve hep çoğalacak yoksunluklarına birdenbire, bir bilinç ışımasında bakakalır.
Artık aşka ve hayata adanmış güzellikler, yaprakdökümlerinde, sonbaharın çürüyen her şeyinde sönerek, yokluğa karışarak kaybolur lar. “ Boğaz’ın bütün suları ruhumun içinden
geçiyor, akıyor, ademe (yokluk) doğru kayıyor ve ben onları tutamıyorum.”
Sonra, ayna biraz daha gölgelere boğul dukça, süsler biraz daha bozuldukça, günba- tımı biraz daha koyuldukça Nigâr Hanım adeta ölümcül bir güzellik edinir. Yalnızca beyaz el leri yaşamaktadır sanki. Beyaz eller, yorgun argın, yalnızca boş süsleri, geçen modaların bezeklerini, yapma çiçekleri, iğneleri, mücev herleri değil, bir yandan da belli bir çağı, seç kin bir muhiti, ölen duyguları, insan sıcaklı ğının uçuculuğunu, kısacası hayatı, hırpala- yahırpalaya bir köşeye bırakır. Hırpalayıştan tuhaf bir arzu hissedilir.
Abdülhak Şinasi bu müthiş aşk ve yalnız lık sahnesini yıllar sonra yazarken, daha o za man, yenlyetmeliğinde, ayna önündeki Nigâr Hanım’a dalıp gitmişken kendi hayatının yok sunluklarını da sezdiğini düşünecektir.
'DİRİLMEMEK Ü ZER E ..."
Orada o an kendi hayatında bir tek yalnız lığın kalıcılığını sezinleyecek, umarları elin den alınmışçasına kalacak, imkânsız bir aşk la belki de ömür boyu yetinecektir. “ Hatta, el
bette Boğaz ve akşam bile, böyle ihtişam ile yaşadıktan bir gün, bütün güzellikleriyle bir daha dirilmemek üzere can verip geçecekler di.”
Abdülhak Şinasi hiç evlenmez. Yakın dost ları çılgınlık kertesindeki titizliğini, çiğ seb zelere, meyvelere, adeta düşmanlığını, geçim sizliğini, nihayet maddi bakımdan yoksunluk lara düşüşünü, hatta bütün hayatının tek ya kını sözcükleri unutuşunu, kendine özgü sen taksını usul usul kaybedişini dile getirmişler dir. O, uzun zaman, yaşadığı ya da düşlemin de yaşattığı Boğaziçi'ni eşsiz yazılarında an mış, Boğaziçili eski hanımefendileri tek tek hatırlamış, aşkın bazen de yalnızca gönülde kalacağını söylemiştir.
Bir zamanlar, daha çocukken, daha yeni- yetmellk çağındayken Nigâr Hanım’ın bütün süslerden arınışına, güzelliği birdenbire çö-züşüne derin bir yalnızlıkla tanık olmuş ğaziçi Mehtaptan yazarı yalnız aşktan kopma mış, sevginin başka türlerini de sanki o ak şamüzeri öncesiz sonrasız yitirmiştir. Bir ki tabının sayfaları arasında bize bugün de, bi ze hâlâ sesleniyor:
“ Dinlenmek için cenubi Fransa’ya gittim. Monako'da birçok eski yeni ahbaba rastgel- dim. Otel dö Pari’nin meşhur çaylarına davet olundum. Bunlann birinde Madam la Baron dö Hobe taralından İsveç Kralı 5. Güstav'a tak dim edildim. Kendisi, mülâkatiyle müşerref ol duğum dördüncü hükümdardı. Birlikte çay iç tiğimiz sırada, iki yıl önce görüşmüş olduğum Romanya Kraliçesi’nden bahsettik, çünkü Carmen Sylva kalem adıyla nefis şiirler neş retmiş olan Kraliçe Ellsabet,İsveç Kralı'mn ak rabasıdır.”
“ Nice geceler ümitsiz ve şuursuz, sabah lara karşı sanki yüzer gibi blnbir zahmetle sü rünerek açtığın sahralardı. Ölümü böyle bin- blr gece teneffüs ve kendi kendine tefsir et ti. Seni karşısında yalnız bırakmak İçin her şey etrafından çekiliyordu.
“ Dostların mı? Bilirsin, dostların senden şimdi ne kadar uzaktadırlar! Bu saatte nere dedirler? Ne yaparlar ve onlann işlerinde se nin yerin ne azdır! Onlan çeken, sürükleyen danslar, aldanışlar, hesaplar ve ihtiraslar ne dir? Bunları sen de bilirsin.”
iüiiiiri’
İ S İ YA! _ ...
9 MAHALLE, 0 EV
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi
1
■ií?
B