• Sonuç bulunamadı

Köy/Kent Ayrımında Ortak Paydalar Bulan İki Futbol Öyküsü “Kupa Maçı” ve “Hastalar”

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Köy/Kent Ayrımında Ortak Paydalar Bulan İki Futbol Öyküsü “Kupa Maçı” ve “Hastalar”"

Copied!
20
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Cem Şems Tümer

*

TWO FOOTBALL STORIES “KUPA MAÇI” AND “HASTALAR” FINDING COMMON GROUNDS IN THE DISTINCTION OF VILLAGE/CITY

ÖZ: Günümüzün toplumsal meseleleri içerisinde yer yer önemli bir biçimde gündeme gelen futbol, süreli spor dergilerindeki mizahi öykülerin ve denemelerin dışında öykü ve romana fazlaca konu edilmemiştir. Bu makalede yakın dönem edebiyatımızdan iki tanınmış yazarımızın futbol konulu fazlaca tanınmayan iki öyküsü tanıtılmış ve karşılaştırılmıştır. Köyde ve kentte futbolun nasıl bir yer tuttuğu, bu konuyla ilgili problemlerin hikâyelerde nasıl bir görünüm kazandığı tespit edilmeye çalışılmıştır. Sanat anlayışları farklı olan iki yazarın iki öyküsü benzer ve farklı yönler bakımından karşılaştırılırken Tahsin Yücel’in “futbol söylemi”nde dile getirdiği unsurlar esas alınmıştır. Futbol konusunun hangi temayı ortaya koyduğu belirlenirken, mekân farklılığı olsa da fanatizmin futbolda farklı sebeplerle kendini gösterdiği görülmüştür.

Anahtar Kelimeler: Öykü, futbol, köy-kent, futbol söylemi, fanatizm,

karşılaş-tırma, Mustafa Kutlu, Mehmet Seyda

ABSTRACT: Football, becoming significantly important in today’s social issues, has not been much accepted as a story or novel theme apart from the humorous stories and essays in the periodical sports magazines. In this article, two less-known football stories by two well-known authors from our recent period literature are introduced and compared. It is tried to identify how football holds a special place

* Yrd. Doç. Dr., Erzincan Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi Bölümü.

1 Mustafa Kutlu, Gönül İşi, Dergâh Yayınları, İstanbul, s. 125-135.

2 Mehmet Seyda, Anahtarcı Salih, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 1969, s. 5-13.

(2)

in villages and cities, and how the problems related to this subject are viewed in stories. While two stories by two authors whose art interpretations are different are being compared in terms of similar and different aspects, it has been based on the elements expressed in football discourse by Tahsin Yucel. It has been seen that fanaticism in football shows itself through different reasons despite the spatial differences while determining which theme football reveals.

Keywords: Story, football, village-city, football discourse, fanaticism, comparison,

Mustafa Kutlu, Mehmet Seyda. ...

I. Futbol ve Edebiyat

19. yüzyılın sonlarından itibaren toplumsal hayatımızda kendini hissettirmeye başlayan futbol, günümüzde kişisel veya toplumsal hayatımızı bir şekilde ilgilendiren; evde, okulda, çarşıda, iş hayatında, arkadaş çevrelerinde veya pasif bir şekilde toplum-sal hayatı takip etme seviyesinde muhatap olma durumunda kaldığımız bir fenomen haline gelmiştir. İster bu spor dalıyla aktif olarak ilgilenilsin, isterse taraftar, tarafsız izleyici ya da futboldan nefret eden bir kişi olunsun, futbol zaman zaman yarattığı toplumsal hadiselerle, şiddet ve holiganlıkla, gittikçe fantastik bir görünüm kazanan bu dünyanın bütün aktörleriyle ve bu dünyayı okuyucuya/izleyiciye iletmeye çalışan yüzlerce yerli ve yabancı basın yayın organlarıyla insanları ilgilendiriyor.

Açık alanda ya da kapalı salonlarda yapılan diğer bütün spor dalları da iki taraf arasındaki rekabete dayalı çatışma ve galip gelme isteği üzerine kurulu olduğu halde acaba futbol neden bu kadar çok ilgi görüyor? Bu soruya sosyolojik, psikolojik birkaç açıdan cevap vermek mümkündür. Mehmet Ali Kılıçbay bir denemesinde bu ilgiyi bir yandan futbolun kapitalizmin bir büyüsü olduğu yorumuna dayandırmakta, bunun toplumları siyasetten arındırmanın önemli bir yöntemi olduğunu savunmakta, diğer yandan futbolun kimlik sorununu da çözdüğünü, futbol taraftarlığının insanlara ko-lay mensubiyetler getirdiğini ve böylelikle siyaset gibi vatandaşlık bilgisi gerektiren zahmetli bir alandan uzak durmalarını sağladığını belirtmektedir. Futbolun uyutucu/ unutturucu etkisini ise şu şekilde ifade etmektedir:

“Futbol sayısız illüzyonlar yaratmaktadır. Koca göbekli orta yaş krizindeki adamlar spor yaptıklarını sanmakta, asgari ücrete çalışanlar milyon dolarlık futbolcuların sahibi haline gelivermekte, kadınlar erkeksi bir alanı mahkûm etmekte, çocuklar erkek olma egzersizleri yapmakta, ama sonuçta nüfusun %20’si GSMH’nin %55’ini alırken, sonuncu % 20’sine sadece % 4,5 düşmektedir.”3

3 Mehmet Ali Kılıçbay, “Her Derde Deva Futbol”, Gül Diken Mizah Kültürü Dergisi, İstanbul, Yaz 2002,

(3)

Benzer bir değerlendirmeye başka bir yerde de rastlarız:

“Büyük futbol sanayii, bir yandan stadyum kalabalıklarının başlıca merakı olan karşılaş-malar, bir yandan bu eğilimi körükleyen basın tutumuyla yığınların tehlikesiz yönetimine yardım ettiği için her yerde baş üstündedir.”4

Mutluay aynı zamanda bu futbol tutkusunu çağdaş insanın ihmal edilmiş eğitim eksikliğine ve kentsel hayatın boş bıraktığı coşku ihtiyacına dayandırmaktadır. Murat Belge ise, ilginç bir biçimde Türkiye’de spora ilgi ile sportif başarı arasındaki ters orantıya dikkat çeker. Ona göre hayatta en büyük ilgisi spor olanların sayısının bir hayli fazla olmasına rağmen, fiilen spor yapan insan sayısı oldukça azdır. Bu yüzden kimi gazeteler yalnızca spor sayfasında hamle yaparak okur sayısını artırabilir.5

Bütün bu değerlendirmeler, bizde bilinçli bir spor kültürünün ne yazık ki oluşma-dığını, bunun ülke gelişmişlik düzeyiyle de yakın ilişkili olduğunu gösteriyor. Ancak, gelişmiş olarak nitelendirilen ülkelerdeki stad olayları ve şiddet eylemleri göz önüne alınırsa, futbola ilginin veya futbol seyircisi olma kimliğinin kazanılmasının tek bir sebebe bağlanamayacağı gerçeği ortaya çıkar. Bu arada futbolun herkesin kolaylıkla oynayabileceği bir oyun olması, insanlara yabancı teknik malzemeye ihtiyaç göster-memesi ve kişisel rekabeti cazip kılacak bir ortam yaratmasının gerek kırsal alanda gerekse kentlerde bu spor dalına yoğun bir ilginin ortaya çıkmasına sebep olduğu da dikkat çekmektedir. Bu ilgiye paralel olarak futbolun 1930’lardan itibaren gazete yazılarında edebiyatçıların da yoğun olarak ilgisini çekmesi, bir yerde onun önemli bir “coşku kaynağı” olmasına da bağlanabilir. Zira yazarlar “Büyük savaştan çıkmış, yoksun ve yoksul bir halde her şeyi yeniden kurmak zorunda olan bir ülke için futbol gibi önemli bir coşku kaynağını es geçemezlerdi.”6 Futbol, bu coşkuyla, 1940’larda güreş gibi geleneksel spor dalları dahil, bütün spor dallarından daha popüler hale gelmiştir.

Dünyada ise bu konuda bir başucu kitabı olarak nitelenen Simon Kuper’in Türkçeye

Futbol Asla Sadece Futbol Değildir adıyla çevrilen ( Football Against Enemy) kitabına

bakıldığında bile, futbolun ilgi görmenin haricinde toplumsal bilinç, toplumsal veya siyasi tepki oluşturmada nasıl etkili olduğunu, toplumsal olayları nasıl yönlendirdiğini kolayca görmek mümkündür.

“Futbol Asla Sadece Futbol Değildir, dünyanın futbolun ekseninde de döndüğünü ka-nıtlıyor. Brezilya’nın her köyünde bir kilisenin yanında mutlaka bir futbol sahasının bulunmasından, Nijerya-Biafra arasındaki savaşa, efsane oyuncu Pele için bir günlük ara

4 Rauf Mutluay, “Futbolun Yarı Yolunda”, Bende Yaşayanlar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,

İstanbul, 1977, s. 61.

5 Murat Belge, “Spor Söylemi”, Cumhuriyet 1982, (Aktaran) Turgut Çeviker, Türk Edebiyatında Futbol,

YKY, İstanbul, 2002, s. 311-313.

(4)

verilmesine varıncaya kadar onca örneği var bunun... 1970 Dünya Kupası elemelerinde El Salvador-Honduras arasındaki iki maçın sonrasında, 4 bin kişinin ölümüyle neticelenen ve devletlerarası savaşa yol açan olaylar silsilesi, futbolun tarihteki en karanlık sayfası... Futbol asla sadece futbol değildi; yıllarca içselleştirilmiş bir savaştı da... Hollanda ve Almanya arasında oynanan 1988 Avrupa Şampiyonası yarı final maçı, bu gerçekle bir kez daha yüzleştirdi iki ülkeyi. Bu defa kazanan Hollanda’ydı. 2-1’lik galibiyet yalnızca yeşil sahada kazanılmış bir zafer değildi; o gece Hollanda bağımsızlığını kazandığından beri en büyük kalabalık döküldü sokaklara. En insani slogan ise ‘Yaşasın bisikletlerimizi geri aldık.’ idi... ‘Tarihteki en büyük bisiklet hırsızlığı sayılan olayda, Almanlar işgal sırasında bütün Hollandalıların bisikletine el koymuştu.’ Kazanmışlık hissinin bile üzerini örtemediği nefret o kadar büyüktü ki, Hollandalı oyuncu Koeman, Alman oyuncu Thon’un verdiği formayı tuvalet kağıdı olarak kullandığını itiraf edecekti”7

Futbol-edebiyat ilişkisine bakıldığı zaman; bizde bu alandaki yazıların Batı’yla kıyaslandığında sınırlı olduğunu, aslında ünlü-ünsüz birçok yazarın futbol izleyicisi ya da taraftarı olarak başta fıkra olmak üzere değişik türlerde futbol anılarına, izle-nimlerine yer vermelerine rağmen, çok az sayıda yazarın futbol konusunu üst seviye bir edebi metinde işlediğini görülür. Bu konuda önemli bir kaynak olan Türk

Edebi-yatında Futbol8 isimli kitabında Turgut Çeviker 20. yy. başlarından bugüne kadar elli yazara ait konusu futbol olan çeşitli türlerden metinleri derlemiştir. Kitapta futbolun; Ahmet Haşim, Refik Halit Karay, Nazım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek’ten, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Can Yücel, Cemal Süreya, Füruzan’a kadar birçok yazarın şu veya bu şekilde gündemine geldiği, edebiyat dünyasının bu toplumsal olaya yabancı kalamadığı görülür.

1930’lardan başlayarak yayımlanan Olimpiyat, Top, Türkspor gibi haftalık ve aylık dergilerde fotoğraf, resim ve karikatürlerden oluşan çok zengin bir malzeme de dikkat çeker. Bu dergilerin aynı zamanda bir spor edebiyatını da amaçlamış olması oldukça önem taşımaktadır.

“‘Spor Romanı’ ve ‘Spor Hikâyesi’ üst başlığını taşıyan bu edebi çabanın ‘aşk, macera ve cinai’ gibi ana izlekler etrafında kümelendiği görülüyor. Bu birikimden birkaç başlık bile ilginç olacaktır: ‘Milli Spor Romanı: Bir Sıçrayış’(Türkspor, 1931); ‘Spor Hikâyesi: Fenerbahçe Senin! İstanbulspor Benim!..’ (Türkspor, 1933); ‘Spor Romanı: Sarı Kırmızı Atkılı Kızın Esrarı?!’ (Top, 1934).”9

Edebi değeri yüksek olmasa da ve mizah edebiyatı dışında fazla önem taşımasa da futbolu konu olarak ele alması ve yukarıda sözü edilen temalar için bunu kullanmış olması, dönemi için önemli bir konu/tema ayrımı olarak dikkat çekmektedir. Bu tür

7 Fatih Vural, “Bir Futbol Kitabından Fazlası”, Futbol Edebiyatı, http://kitapzamani.zaman.com.tr/

kitapzamani/newsDetail_getNewsById.action?sectionId=99&newsId=1243.

8 Turgut Çeviker, Türk Edebiyatında Futbol, YKY, İstanbul: 2002, 351 s.

(5)

yazılarda Sadun Galip Savcı, Eşref Şefik, Vedat Abut, Tevfik Ünsî, Recaizâde Muvakkar Ekrem Talu gibi isimler hemen göze çarpmaktadır.10

Futbol Türkiye’de ne yazık ki spor süreli yayınlarındaki –doğal olarak– abartılı mizah yazı ve öykülerinin dışında öykü ve romana pek konu olmamıştır. Mizahın aktü-eli sevmesi futbolun aktüel oluşu şüphesiz bu durumda etkili olmuştur. Ayrıca, “trajik olan”ın başarının uğramadığı yerlerde bulunduğunu, bu yüzden mizaha yönelindiğini de söylemek mümkündür. “Mizahçılar haklı; ‘trajik olanın’ ardındaki ‘gülünç’ ve/ya ‘gülünç olan’ın ardındaki ‘trajik’i görüyor ve orada geziniyor; romancı hikâyeci ya da şair atını oraya sürmüyor.”11 Belki zamanla yapılacak çalışmalarla bu konuda yeni hikâyecileri tanıma fırsatımız olacaktır. Ancak şu ana kadar futbolu konu alan yazılarda denemenin önde gittiğini söylemek mümkündür. Bu alanda Murat Belge12 ve Tahsin Yücel13 “Spor Söylemi” kavramını düşünce dünyasına kazandırmışlardır.

II. Mustafa Kutlu’nun “Kupa Maçı” Öyküsü

“Kupa Maçı”, günümüzün önemli hikâye yazarlarından Kutlu’nun ikinci hikâye kitabı olan Gönül İşi’ndeki on hikâyeden sekizincisidir. 1970 yılında yayımlanan ilk hikâye kitabı Ortadaki Adam ve 1974’te yayımlanan Gönül İşi, yazarı tarafından yeni-den yayımlanmadığı için, bu kitaplardaki hikâyeler üzerinde çok fazla durulmamıştır. Bu iki kitapta da köy ve kasaba enstantanelerinin zaman zaman kasaba-kent karşıtlığı içerisinde Sait Faik’le hayat bulan küçük insan etrafında anlatıldığı ve aynı temaların işlendiği söylenebilir.

“Kutlu’nun bu iki kitabı, tipik ilk kitaplar zayıflığının bütün özelliklerini bünyesinde taşır. Coşkulu ama aksayan bir anlatım ve didaktik mesaj kaygıları. Ama zaman zaman da usta hikâyecinin parıltıları, ayak sesleri hissedilir bu öykülerde. Mustafa Kutlu daha sonraları bu kitapların yeniden basılmasına izin vermez ve onları tatlı hatıralar olarak anar. Bu tutumun elbette anlayışla karşılanması gerekir. Ama bir okur olarak bizim için bu kitaplar ‘vardır’ ve Kutlu’nun öykü serüvenini anlamlandırmada önemli kaynaklardır.”14

Bu yüzden “Kupa Maçı” hem “Kutlu”nun öykücülüğü, hem de futbol edebiyatı açısından önem taşımaktadır. Futbol edebiyatıyla ilgili kaynaklarda adına rastlanılma-ması, bu ilk iki kitabın Kutlu’nun sonradan yayımlanan ve çok okunan diğer kitaplarının

10 Turgut Çeviker, “Halit Kıvanç İle Spor-Futbol Mizahı Üzerine”, Gül Diken Mizah Kültürü Dergisi,

İstanbul, Yaz 2002, S. 27, s. 25.

11 Çeviker, a.g.e., s. 11. 12 Belge, a.g.e.

13 Tahsin Yücel, Söylemlerin İçinden, “Top Yuvarlaktır”, YKY, İstanbul, 1998, 176 s.

(6)

gölgesinde kalmasından kaynaklanmaktadır.

“Kupa Maçı”, adından da anlaşılacağı gibi, bir kupa organizasyonu etrafında karşı karşıya gelen iki takımın maçlarını konu edinen bir öyküdür. “Kamerik Nahiye Müdürü Kupası Maçları” kapsamında “Deraşoran Gençlik” ve “Cafarlı Gücü” köy takımlarının karşı karşıya gelmeleri etrafında köylülerin futbolcu, seyirci, taraftar, antrenör/yönetici kimliğinde rekabetleri, mücadeleleri, yer yer fanatiklikleri ve şike yapmaya kadar uzanan galip gelme tutkuları, anlatıcının mekân merkezinde geçmişle ilgili izlenimleriyle birlikte samimi ve doğal bir biçimde anlatılır. Tarihi zamana ve dış gerçekliğe uygun olarak yazılan öyküde yer isimlerinin de gerçek oluşu, belli bir dönemin tarihi ve sosyal şartlarının belirginleşmesi açısından ayrı bir önem taşımak-tadır. Kemah ilçesi, Kamerik nahiyesi, Deraşoran, Cafarlı (Caferli) köyleri, Şıhali mezrası, Munzur silsilesi, Kozyeri, Komik köprüsü, Sağıroğullarından Necmi Bey’in çevirmesi, Cebesoy istasyonu, Fırat nehri hep Erzincan’a ait gerçek mekân isimleridir.

Öykü, biri hâle, diğeri geçmişe ait anlatma ve vaka zamanları iç içe anakronik ve eş zamanlı iki ana metin halkasından oluşmuş ve bu iki metin halkası iki farklı bakış açısıyla verilmiştir. Hikâye, yazar anlatıcı bakış açısının kullanıldığı hâle ait metin halkasıyla başlar. Hâle ait olay örgüsü, ana kahraman Deraşoran Köyü Orman Kolcusu Hüsnü’nün köyün futbol takımını, toto oynamakta olduğu Bulut’un kahvesinin önünden alarak minibüsle maçın oynanacağı Fırat kenarındaki “Top Sahası”na götürmek üzere yola çıkmasıyla başlar. Ekibin tezahüratlar içinde geçen yolculuğu, Şıhali mezrasında verilen dinlenme, Fırat kenarındaki sahaya geliş, rakiple, hakemlerle görüşme, maçın başlaması, maç kıran kırana ve Deraşoran’ın 7-2 üstünlüğüyle devam ederken topun Fırat’a kaçması üzerine çok kıymetli olan topun kurtarılması için verilen mücadele ve topun kurtarılamaması üzerine maçın bir hafta sonraya ertelenmesi bu metin halkasının olay örgüsünü oluşturan diğer olaylardır.

Hâle ait olay örgüsü yaklaşık beş altı saatlik bir zaman dilimini kapsar. Zaman ifadeleri çok belirgin değildir. Şıhali mezrasına vardıklarında öğle olduğuna göre olay, öğlene doğru başlamıştır denilebilir. Yemekten sonra bir ajansını dinlerler. Burada bir iki saat geçirilir. Diğer olayların öğleden sonra gerçekleştiği düşünülürse, yukarıda belirtildiği gibi vaka zamanını hâle ait 5-6 saatlik bir süre oluşturuyor diyebiliriz. Hâl için tarihi-sosyal zamanın 60’lı yıllar olduğu söyleyebilir.

Geçmişe ait olaylar kahraman anlatıcı bakış açısıyla ve üç ayrı parça olarak verilir. Tırnak işaretiyle ayrılarak okuyucuya ayrı bir bölüme geçildiği özel olarak hissetti-rilmiştir. Böylelikle adeta bir iç konuşma halinde yazar anlatıcının aklından geçenler verilirken iki bakış açısı aynîleşmekte, aracısız verilen bu bölüm gerçeklik duygusunu artırmakta, hikâyeye mekân-insan ilişkisi kapsamında bir derinlik kazandırılmaktadır. Buna göre anlatıcının çocukluğu bu bölgede geçmiştir. Kamerik Nahiyesi Müdürünün oğludur. Birinci parçada sert mizaçlı ve görevine düşkün babasının doru kısrağıyla

(7)

Deraşoran köyüne, yaylarına yaptıkları bir yolculuk ve yağmurlu bir havada muhtarın evinde kaldıkları bir gün anlatılır. Bu arada yoksul, misafirperver ve itaatkâr köylülerin durumları verilir.

İkinci parçada Cebesoy istasyonundaki dinlenme evinde kalan anlatıcının ailesi anlatılmakta, zaman bakımından bazı ip uçları verilmektedir. Babasının İstanbul’dan getirttiği radyodan “Demokratların iktidara geçtiği”ni öğrenirler. Buna göre anlatı-cının çocukluğuna ait geçmişte yaşananların 1950’lerin ilk yıllarına denk geldiğini söylemek mümkündür.

Ayrı ayrı verilmelerine rağmen bir bütünlük taşıyan bu parçaların üçüncüsü ise anlatıcının “top”la ilk kez karşılaşmasını vermesi dolayısıyla, hikâyenin tamamı bakımından tematik bir ortaklık taşır. Anlatıcı tesadüfen bulduğu “sahici top”la oy-namayı çok sever, sonraları Erzincan’a taşınınca bunun ayakla oynanacağını öğrenir. Kutlu’nun yaşantısıyla çok örtüşen, dolayısıyla otobiyografik özellik taşıyan hikâyede hâl ve geçmişte yaşananların suya kaçan ve suda bulunan “top” ortak objesi etrafında bir araya geldiğini söylemek mümkündür. Hâlde de top çok kıymetlidir, zira Fırat’a kaçan topun yedeği yoktur. Geçmişte de çok kıymetlidir çünkü o şartlarda top bulma imkânı yoktur. Köpeği Gümüş topunu patlatınca babası Erzincan’dan lastik top getirtir. Bu aile için büyük bir olaydır.

III. Mehmet Seyda’nın “Hastalar” Öyküsü

“Hastalar”; 1936-1986 yılları arasını kapsayan elli yıllık uzun bir sanat hayatı içerisinde edebiyatın birçok alanında eser veren, esas tanınması ise 1960-1980 yılları arasında gerçekleşmiş olan Mehmet Seyda’nın (Çeliker) (öl. 13.7.1986) dokuz hikâye kitabından altıncısı olan Anahtarcı Salih’in ilk hikâyesidir.

Kendisini “gerçekçilik akımı” içerisinde değerlendiren Mehmet Seyda; genellikle Sabahattin Ali ekolünün başarılı yazarlarından veya İlhan Tarus, Kemal Bilbaşar, Samim Kocagöz sırasından “yeni hikâyenin öncüleri”nden biri olarak görülmüştür. Gözlemci-tasvirci gerçekçilere has hikâye anlayışında zamanla “eleştirel gerçeklik” yönünde bir değişiklik görülse de o bu ilk özelliğini hep korumuştur. Başgöz Etme

Zamanı15 adlı hikâye kitabıyla da 1964 Yılı Sait Faik Hikâye Armağanı’nı Adnan

Özyalçıner’le paylaşan Mehmet Seyda’nın zengin hayat tecrübesinden yararlanarak toplum içindeki bireyi anlatma çabası içerisinde olduğu söylenebilir.16 O, hikâyelerinin büyük bir kısmında dikkatini köy-kasaba yaşantısından ziyade, kent içerisindeki “kü-çük insan”a yöneltmiştir. Bu yüzden “Hastalar” hikâyesi, futbolun büyük şehirdeki

15 Mehmet Seyda, Başgöz Etme Zamanı, Yeditepe Yayınları, İstanbul, Ekim 1963, 73 s.

(8)

“küçük insanlar” için nasıl bir olgu olduğunu göstermesi bakımından dikkate değerdir. “Hastalar”, ilk bakışta futbolu çağrıştırmayan bir başlıktır. Hikâye okunduktan sonra bu ismin, Beşiktaş-Fatih tramvayı biletçisinin tramvay Dolmabahçe’ye gelince yoğun kalabalığa karşı söylediği “Hastalar.. buraya kadar!”17 sözünden geldiği ve “fanatik futbol taraftarı” anlamında kullanıldığı anlaşılır. Hikâyede, “bitiminde aşağı yukarı lig liderinin belli olacağı birinci dönem Galatasaray-Fenerbahçe maçı”nda gerçekleşen bir adam bıçaklama etrafında, olayı gerçekleştiren yakın arkadaşlar Tah-sin Zeren ve Hüseyin Mutlu’nun geçmişleri, yaşadıkları, kişilik yapıları gerçekçi gözlemlerle anlatılır ve çözümlenir. İstanbul’a ait gerçek yer isimleri, Dolmabahçe Stadyumunda bir maç sırasında gerçekleşen tipik davranışlar, olaylar hikâyenin ger-çekçi yönünü kuvvetlendirirken, “hasta/hastane” alegorileri yazarın eleştirel tavrını ve mekâna yüklediği soyut anlamı göstermektedir.

Yazar anlatıcı bakış açısının kullanıldığı hikâyede anlatma ve vaka zamanı iç içedir. Yaklaşık bir saatlik vaka hâlde geçmekle beraber, geri dönüşlerle hâlden üç yıl önceye kadar gidilir. Ayrıca esas olayın sondan başlanarak anlatıldığı da göz önüne alındığında, hikâyenin zaman bakımından anakronik yapısı ortaya çıkar. Tarihi zaman olarak olaylar içerisinde net bir ifade olmamakla beraber; Ortaköy-Aksaray, Beşiktaş-Fatih tramvayları, Galatasaray-Fenerbahçe maçının henüz Dolmabahçe Stadyumunda oynanıyor olması, stadyumda Münir Nureddin’in plaklarının kaldırılıp Celâl İnce’nin tangolarının çalınıyor olması, stadyum yakınındaki Gazhane, kadrolarda Lefter’in (Küçükandonyadis)[Fenerbahçe’de oynadığı yıllar 1953-1964], Metin’in (Oktay) [Galatasaray’da oynadığı yıllar 1969] yer alması tarihi zamanı yaklaşık 1955-1964 yılları olarak düşünmemize imkân vermektedir.

Hikâyede, hâldeki esas olay doğrudan aksiyon bildiren, çarpıcı “Güneş de vur-muştu; sustalının ak parıltısı şimşeklenip üç kere çaktı.”18 cümlesiyle başlar. Bıçaklama olayı, çevredeki kalabalığın şaşkınlığı, paniği merakı artırıcı tarzda anlatılırken yavaş yavaş buranın bir stadyum olduğu belirginleşir. Olayı gerçekleştiren kişinin polisler tarafından yakalanmasından sonra, geriye dönüşle Rize’de bakkal, aynı zamanda fanatik bir futbol ve Rizespor tutkunu olan Mustafa Zeren, onun oğlu olan Tahsin Zeren anlatılır. Bıçaklama olayını gerçekleştiren Tahsin Zeren’in o ana kadar yaşadı-ğı son üç yıl anlatıcı tarafından özetlenir. Bundan sonra “Ortaköy-Aksaray tramvayı tıklım tıklımdı.”19 cümlesiyle, olayın kahramanı iki arkadaş Tahsin Zeren ve Hüseyin Mutlu’nun stada gelişleri anlatılmaya başlanır, birbirini takip eden olaylar içerisinde Hüseyin Mutlu’nun da tanıtımı gerçekleşir, en sonunda olay en başta anlatılan noktaya ulaşır, böylelikle başta anlatılan olay tamamlanmış olur.

17 Mehmet Seyda, Anahtarcı Salih, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 1969, s. 8.

18 Mehmet Seyda, a.g.e., s. 5. 19 Mehmet Seyda, a.g.e., s. 8.

(9)

Mehmet Seyda, bu hikâyede futbol fanatizmini tek başına ele almaz, bununla birlikte, toplum içindeki “küçük insanlar”ın onları cinayet noktasına getiren olumsuz sosyoekonomik şartlarını, çocukluk ve gençlik yaşantılarını ve cinsellik yaklaşımla-rını da gözler önüne serer. Buna göre, olayın kahramanı Tahsin Zeren; hiç kimseye bıçak çekememiş olsa da “Bursa malı hafif, ince, söğüt bıçaklar” taşıyan sert ve kaba bir insan görünümündeki Mustafa Zeren’in oğludur ve babası ölünce on dört, on beş yaşlarındayken cezaevinden yeni çıkan amcasının oğluna kanıp İstanbul’a gelir. Yani olay olduğunda on sekiz yaşındadır. “Annesini hiç tanıyamadan büyümüş, sinirli, zayıf, ilkokulu dördüncü sınıftayken bırakmış, yaşama karşı güvensiz ve bu güvensizliğini aşırı sertliklerle örtbas eden, kadınlarla ilişkilerinde tutarsız” bir kişidir. Sultanhamam’da mağaza önünde tezgâhı vardır, günlük kazanıp yer, sarı-kırmızı renklerin “tutkunu”, “vurgunu” olup takımının hiçbir maçını kaçırmaz. İçkiye de düşkündür.

Tahsin Zeren’in bıçaklamış olduğu Hüseyin Mutlu da arkadaşına benzer bir şe-kilde bir mağazada tezgâhtarlık yapar, içkiyi sever, kadınlara “yüksekten bakmak”la beraber zaafiyeti vardır. Yirmi bir yaşındadır, askere gidecektir, koyu bir Fenerbahçe taraftarıdır. Maçlardan sonra arkadaşıyla beraber Beyoğlu’na çıkmak, “kafaları çekmek, söyleşmek, dertleşmek, tartışmak” en büyük zevkleri ve alışkanlıklarıdır.

Maç başlarken önce, stadyumda önlerinde otururken gördükleri, Hüseyin Mutlu’nun mağazadan tanıdığı genç bir kadın ile yaşlı bir adam ve Tahsin Zeren’in sevgilisi olan Hatçe hakkında Hüseyin Mutlu’nun ölçüsüz sözleri üzerine tartışırlar ve sinirleri gerilir, daha sonra maç başlar başlamaz Fenerbahçe’nin yediği beklenmedik gol üzerine tartışmaları kavgaya dönüşür. Hüseyin Mutlu arkadaşına bir yumruk atar, Tahsin Zeren ise hiç düşünmeden üzerinde taşıdığı bıçağı üç kez arkadaşına batırır.

Mehmet Seyda bu hikâyede aslında bireyi kuşatan maddi imkânsızlık, ideal şartlardan uzak çocukluk ve gençlik dönemi, cahillik gibi olumsuz sosyoekonomik şartlar ile sağlıklı görünmeyen cinsel eğilimlerin futbol fanatizmiyle birleştiğinde nelere yol açacağını adeta bir sebep-sonuç ilişkisi içerisinde göstermiştir. Bu şekilde olan taraftarlar “hasta”, onların bir şekilde içlerini boşalttıkları, tatmin oldukları yer olan stadyum ise “hastane” metaforuyla gösterilmiştir.

IV. Karşılaştırma

Yukarıda tanıtılan hikâyeleri futbol açısından karşılaştırırken, bu oyunun temel birleşenleri olan seyirciler, futbolcular, takım, basın, hakem, idareci/antrenörlerin köy (taşra)/kent ayrımında ne gibi benzerlik ve farklılıkları olduğunu ve ayrıca yazarların futbol tutkusu bakımından benzerlikleri gösterilmeye çalışılacaktır. Bu yapılırken Tah-sin Yücel’in daha önce söz edilen “Top Yuvarlaktır” adlı futbol söylemi denemeTah-sinde bu kavramlarla ilgili olarak yaptığı belirlemeler esas alınacaktır. Hikâyelerin vaka

(10)

zamanlarının birbirine yakın olması (yaklaşık olarak 1960) böyle bir karşılaştırmaya zemin hazırlamaktadır.

Seyirciler

Futbol oyununun en önemli unsurunun seyirciler olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle günümüzde futbol ekonomisinin seyredilmek üzerine kurulu olduğunu, fut-bolun zevkle izlenebilmesi için sık sık değişiklik/yeniliklerin yapıldığını, yayıncı kuru-luşların federasyonlara ödediği astronomik ücretleri, takımların taraftar gruplarını göz önüne alırsak, futbolun izleyiciye yönelik bir oyun olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Futbolda temel unsur olan izleyicinin üç değişik türde olduğu söylenebilir: “1- yandaş (izlediği iki takımdan birini destekleyen, karşıtını ve karşıtını tutan izleyiciyi kendi sınırlı olanaklarıyla engellemeye çalışan izleyici), 2- karşıt (bir takımın işini zor-laştırırken, kendi takımına destek sağlamaya çalışan izleyici), 3- yansız izleyici (oyunu oyun olarak, yan tutmadan izleyen kişi).”20

Tahsin Yücel’in isabetle belirttiği gibi, en sıradan maçlarda bile bu üç tür izle-yicinin de bulunduğunu ve yansız izleizle-yicinin soyu tükenmekte olan bir tür olduğunu söylemek mümkündür.

“Kupa Maçı”nda izleyici, Kemah yöresi köylerinin doğal atmosferi içerisinde kendi köy takımını desteklemek için samimi yaklaşımlar sergileyen köylülerdir. Bunları “yandaş izleyici” olarak tanımlamak mümkündür. Hikâyede ayrıntılı olarak seyirci üzerinde durulmadığı için, onlardan birkaç yerde söz edilmiştir. “Yokuşun dibinde kimi merkepli, kimi atlı bir sürü gençle karşılaştılar. Sonra beraberce gelin götürür gibi binbir şamatayla ağır ağır aşağıya, Fırat kenarına doğru inmeye başladılar.”21 cümlelerinde bunların çoğunun genç olduğu, ve özellikle de takımlarını “top sahası”na gelin götürür gibi şamatayla götürmeleri dikkat çeker. Buna göre, bu izleyicilerin kendi takımlarını desteklemekle beraber bu işe daha amatörce ve bir eğlence algısıyla yaklaştıklarını söyleyebiliriz. Köylü izleyiciler toprakla doğal bir uyum içerisinde çalışırlarken, maçı da kendiliğinden bu doğal işlerin içine katarlar: “Uzaklarda çift süren köylüler, Cebesoy istasyonuna celep indirmiş çobanlar, kuzu, gıdik güden çocuklar da maçı seyretmeye gelmişlerdi.”22 Sadece Deraşoran seyircilerinin yönetici Hüsnü’nün teşvikiyle “De-ra-şo-ran, hey, hey, hey” diye tezahürat ederek, ortalığı inlettikleri görülür.

Bütün bu manzarayı, Kutlu’daki Anadolu romantizmi duyuş tarzına bağlı olarak

20 Yücel, a.g.e., s. 38. 21 Kutlu, a.g.e., s. 127. 22 Kutlu, a.g.e., s. 132.

(11)

da yorumlamak mümkündür. Köy-kent ikilemini sürekli gündeminde tutan Kutlu için köy, “tarımsal üretimi tabiatla iç içe yaşamayı, sıcak insanî ilişkileri, gelenek ve inançlara bağlılığı, modern kent ise bütün bunları dışlayan, insanlık ve fıtrat dışı bir hayatı temsil etmektedir.”23 Gerçekten bu hikâyede de iç içe yaşamayı sıcak insanî ilişkiler içerisinde becerebilmiş, köylü-yandaş izleyicilerle karşılaşırız.

Büyük kent yaşantısına ait olan “Hastalar” hikâyesi ise, daha adıyla normal dışılık özelliği taşıyan izleyiciye göndermede bulunur. Tahsin Zeren etrafında gerek Rize’ye, gerek sporun merkezi olan İstanbul’a ait olarak ortaya çıkan izleyici, yukarıda sözünü ettiğimiz izleyici tiplerinden “karşıt” (bir takımın işini zorlaştırırken, kendi takımına destek sağlamaya çalışan izleyici) tipine dönüşür. Mustafa Zeren sert görünmekten hoşlanan, Rize’de bakkallık yapan ve Rizespor’un fanatik taraftarı olan bir kişidir. Ma-hallesinde top oynayan çocuklara da destek veren Mustafa Zeren’in “Damarlarından kan yerine sanki Rizespor’un renkleri akardı. Her maçta, beti benzi sapsarı, kale arkasında dururdu. Durur kaleci ile birlikte, Rize’nin onurunu namusunu kollayıp korurdu.”24 Burada Mehmet Seyda kentte az gelişmişlik çemberi içerisinde var olmaya çalışan bireydeki sakat bir spor/futbol algısını ön plana çıkarır; bu da futbol mücadelesinin “namus mücadelesi” olarak görülmesi, bu yüzden yenilginin bu kişilerce asla kabul edilmemesidir. Mustafa Zeren’in hasta döşeğinde belediye doktoruna söylediği “Meşin top, iri bir tohum, yaramaz kurt, köşeden, bacak arasından içeri girdi mi, şehrin adına, kulübün adına gebesin.”25 sözleri ondaki yanlış ve bir o kadar da tehlikeli taraftarlık anlayışını ortaya koyar.

İstanbul’da ise seyirci, bugün de en büyük rekabet olarak gösterilen Galatasaray-Fenerbahçe maçı etrafında ortaya çıkar. Bugünküne benzer bir biçimde bilinçli “karşıt” taraftar olarak takımını izlemeye, gücü yettiğince rakip takıma karşı tezahürat ve gös-terilerde bulunmak üzere stada gelmiştir. Bunlar daha sabah karanlığında “zeytinyağlı dolma tenceresini, tavlasını koltuğuna kıstırmış” ve maçın başlamasına beş saat kala stadı doldurmuşlardır. Hikâyenin iki kahramanı da bunlardandır.

“Tahsin Zeren’in koynunda güven kaynağı sustalı bıçaktan başka, bir kaynana zırıltısı. Hüseyin Mutlu’da ipek üstüne sırma işlemeli Fenerbahçe bayrağı. Uzun kuyrukta sıra geldi, biletler alındı. Sonra merdivenlere saldırdılar. Aşağısı ağzı ağzına silmece tamamdı.”26

Tribünleri dolduran ve heyecanla maçın başlamasını bekleyen taraftarlar, yalnızca maç başlamadan önce yaptıkları tezahüratla “Kupa Maçı”ndaki köylü-yandaş izleyici-leri hatırlatırlar: “Adlar okunurken stadda çıt çıkmıyor, takımların okunuşu bittiği an

23 Tosun, a.g.e., s. 52. 24 Mehmet Seyda, a.g.e., s. 6. 25 Mehmet Seyda, a.g.e., s. 7. 26 Mehmet Seyda, a.g.e., s. 9.

(12)

taraftarların bağırtıları, alkışları, kaynana zırıltılarının gürültüleri gökyüzünü tutuyordu. Kapalı tribünün sol yanındakiler. ‘Galsaray Galsaray – Cim bom bom!’ diye tuttur-muştu. Sağındakiler ise, hep bir ağızdan: ‘Ya ya ya, şa şa şa – Fenerbahçe Fenerbahçe çok yaşa!’larla ortalığı inletmekteydiler.”27 Ancak hikâyenin iki kahramanı arasındaki rekabet duygusu, fanatizm birinin diğerini bıçaklamasına kadar ulaşır. Bugün de sık sık rastlanan sporda ve özellikle futbolda şiddetin bir örneği olan bu olayda, Mehmet Seyda’nın sadece rekabeti değil de bu olaya sebep olan bireyi kuşatan olumsuz sosyo-ekonomik şartlar ve kişilik özelliklerini de ön plana çıkarması eleştirel bir gerçekliği de beraberinde getirmektedir. Bu noktada ise aslında kentin bireyi bozduğu ve “fıtrat dışı/normaldışı bir hayatı temsil ettiği” düşüncesinde olan Kutlu’ya yaklaşmıştır. Meh-met Seyda’nın birçok hikâye ve romanında görülen maddi imkânsızlık, olumsuz aile ortamları gibi sosyoekonomik şartlarda yetişen bireyin zamanla çevreye ve kendine karşı yabancılaşması durumu burada da görülür, hikâyenin iki kahramanı taraftarlıktan önce birey olarak problemli, çevreye ve kendilerine yabancılaşmış kişilerdir.

Futbolcular

Futbolda izleyici kadar bir diğer önemli unsur futbolcu/oyunculardır. Futbol önce oyuncuyla vardır. Bu oyunu oynamak isteyenler kendi aralarında istedikleri gibi oynayabilirler ancak, seyredilmediği müddetçe etkinliklerinin küçük bir alanda sınırlı kalacağı açıktır. Profesyonel futbola geldiğimizde ise, bu dünyanın temel figürünün oyuncular olduğunu söyleyebiliriz.

“Takım oyunu, düzen, dizge ne denli öne çıkarılırsa çıkarılsın, futbol yazarlarımızın futbolda en çok üzerinde durdukları öğe oyuncudur. Maç yazılarında en önemli yeri oyuncu tutar. Ancak oyuncunun üstünlükleri genellikle birkaç niteliğe indirgenir: Akıllılık, duyarlık, bedensel güç ve yetenek”28

Bu açıdan iki hikâyeye bakarsak bazı benzer ve farklı noktalar görürüz. “Kupa Maçı”nda futbolcular, seyirciler bölümünde üzerinde durduğumuz Kutlu’nun genel bakışı içerisinde doğal ve amatör bir görünümle ortaya çıkarlar. Hepsinin başka bir işi olmakla beraber Nahiye Kupası Maçlarında köylerini canla başla temsil etmeye çalı-şırlar. Bütün doğallık ve amatörlüklerine rağmen, büyük takımlardaki futbolcular gibi “yetenek” ve “bedensel” güçleriyle ön plana çıkanları vardır ve bunlar yine o oyuncular gibi çeşitli lâkaplar almışlardır. Deraşoran Gençlik’te beş gol atan hızlı ve yetenekli sant-rofor Rüzgârın Oğlu Sülo, sert oyuncu Bomba Bek Binali, Cafarlı Gücü’nde santsant-rofor

27 Mehmet Seyda, a.g.e., s. 11. 28 Yücel, a.g.e., s. 33.

(13)

oynayan Öğretmen Okullu Kemal bunlardan bazılarıdır. Kazanma arzuları yüksektir, her hâlükârda kazanmayı esas gördükleri için kasıtlı sertlikler yaparlar. Deraşoran’dan Ali Düzgün’ün ayağı çıkar, Bomba Bek Binali, Öğretmen Okullu Kemal’i biçer onun oyunu terk etmesine sebep olur. Rüzgârın Oğlu Sülo o kadar güçlü ve hızlıdır ki, maçın bitimine on beş dakika kala rakip topu taca atayım derken Fırat’a atınca trajikomik bir biçimde maç tatil olmasın diye Fırat’a atlayıp yüzerek topu getirmeye çalışır.

“Hastalar”da futbolcular sadece Türk futbolunda değil, Avrupa futbolunda da iz bırakmış olan Lefter (Küçükandonyadis) ve Metin’le (Oktay) ilgili olarak ortaya çıkarlar. İki ezeli rakibin iki efsane futbolcusu olan bu isimler, iki dost ve yer yer iki hasım olan Tahsin Zeren ve Hüseyin Mutlu için de önemli bir tartışma konusudur. Aralarında şöyle bir konuşma olur: “‘Lefter’i oynatmazlarsa sağlam yeniliriz size.’, ‘Oynamayacak mıymış?’, ‘Öyle bir tevatür var.’, ‘Hiç olur mu ulan? Sizde Lefter, bizde Metin. Gözünü sevdiğim Metin! Sağ, sol, kafa. Bunlar takımın bel kemiği oğlum.’”29 Gerçekten de ister amatör/köy, isterse zirvede bir profesyonel takım olsun her takı-mın aklıyla, yetenek ve gücüyle ön plana çıkan takımı sırtlayan oyuncuları da vardır. Hikâyede geçmemekle birlikte Lefter’in “Ordinaryus”, Metin’in “Kral” lâkaplarının oluşu da göz önüne alınırsa, her seviyedeki futbolda, futbolcuya yeteneğiyle bağlantılı bir lâkap vermenin futbolda bir gelenek olduğunu söyleyebiliriz.

Takım

Futbol bütün dünyada belki de takım oyunları içerisinde en çok rağbet görenidir. Bütün takım oyunlarında olduğu gibi parça-bütün ilişkisine dayalı sistematik bir yapı gösterir. Oyuncular tek başlarına bir anlam ve işlev taşıdıkları gibi, takımın bütünü aç-sından da bir anlam ve işlev taşırlar. Oyuncular bir inanç doğrultusunda “tek”ken “bir” olmaya, kolektif bir ruh ortaya koymaya çalıştıkça bir takım görünümü kazanabilirler. Tahsin Yücel takım konusunda spor yazarlarının yazılarından hareketle oluşturduğu “söylem”inde takım gibi oynamanın gerçekte futbolun ruhuna uygun davranmak oldu-ğunu; bölgeler ve oyuncular arasında gerekli bağlantıları kurmadan kişisel yeteneklere bırakılmış bir futbol oynamanınsa, bu ruha ihanet etmek anlamına geldiğini söyler.30

İki hikâyede de futbol takımları; köyde amatörce, imkânsızlıklarla, doğal; kentte profesyonelce, maddi imkânlar içerisinde biraz daha yapay olsa da takım görünümü kazanma, takım olma çabası içerisindedir. Ayrıca maç kadrolarının oluşturulması ve duyurulması, maçtan önce takımların sahaya çıkışları, klasik seremoni ve ısınma hareketleri benzerlik gösterir.

29 Mehmet Seyda, a.g.e., s. 11. 30 Yücel, a.g.e., s. 22.

(14)

“Kupa Maçı”nda Deraşoran Gençlik daha zengin bir takım olarak rakibe göre farklılığını hissettirir. Yola çıkış anlarından itibaren onların takım gibi hareket etme çabası görülür. Takım, “acentadan yeni çekilmiş bir Ford”la yola çıkar. Öğle yemeğini Şıhali mezrasında güle oynaya yerler. Bir yandan Kemah’tan getirilmiş portakalları yerken diğer taraftan Aşık Dayimî’den, Mahzunî Şerif’ten havalar dinleyerek moral takviyesi alırlar. Mezranın sahibi Ali Ekber Doğan’ın küçük oğlu Zülfikâr takımın ka-lecisidir. Diğer takıma göre maddi olarak biraz daha iyi olmalarına rağmen Deraşoran Gençlik’te sadece Ağanın oğlu Zülfikâr’ın, ağabeyinin İstanbul’dan gönderdiği gerçek futbol ayakkabıları vardır. Diğerlerinde gerçek futbol ayakkabısı olmasa da kabaca kır-mızı kurdelalar dikerek formaya benzettikleri beyaz fanilalarıyla “üçüncü kümeden bir takıma” benzemektedirler. İçlerinde büyük şehir görmüş, maç izlemiş olanlar soyunuk oldukları için dolmuştan iner inmez sahada ısınma hareketi yapmaya başlar, “fiyakalı futbolcu pozları takınırlar”. Seramoniyi yerine getirip seyirciyi selamlarken bazıları şaşırıp geride kalır. Takım bütün acemilik ve amatörlüğüne rağmen profesyonelce bir görüntü vermeye çalışmaktadır.31

Cafarlı Gücü’nün takım olarak görüntüsü ise içler acısıdır. Daha önceden bir traktör römorkunda maça gelen Cafarlı Gücü büyük bağırtılarla sahaya çıkar. “Kiminin ayağında kara lastik, kiminin de uzun beyaz kilot, bazısı boğazlı kazak giymiş, bazıları yırtık keten ayakkabılarını kara kıl iplerle ayaklarına bağlamışlardı.”32 Cümlelerinde ifadesini bulan maddi imkânsızlık, az çok derece farkı olsa da iki takımın da ortak kaderidir. Bunun o tarihlerde aslında taşranın ortak kaderi olduğunu söylemek de müm-kündür. O yıllarda taşradaki amatörlük-profesyonellik arasındaki bu durum ise henüz profesyonellik öncesi bu işe gönül vermiş “gerçek tutkunları”n ortak görüntüsüdür.

“1965’lerden başlayarak, Anadolu’da futbol profesyonellik süreciyle ikinci bir dalgayı yaşarken (…) futbol sahalarında da ‘para’nın egemenliği başlıyordu artık. Para ise tarladan çevirme sahalarda uzun iç donlarıyla ve uyduruk toplarla oynayan gerçek tutkunlarda değil, başkalarındaydı.”33

Bu bakımdan her iki takımı da paranın amatör ruhları zedelemediği takımlar olarak değerlendirebiliriz.

“Hastalar”da her ne kadar söz konusu olan, her dönemde Türk futbolunda zirve sayılabilecek olan profesyonel kulüpler olsa da, maç öncesi takım olarak gerçek-leştirilen işler bakımından diğer hikâyedeki takımlarla benzerlik gösterirler. Maddi imkân içerisinde olsa da onlar da “moral takviyesi almak” için “Kamplara girmişler,

31 Kutlu, a.g.e., s. 128-131. 32 Kutlu, a.g.e., s. 131.

33 Tahir Abacı, “Futbol Anadolu’da”, Bir zamanlar Anadolu’da, 1999, (Aktaran) Turgut Çeviker, Türk

(15)

kamplardan çıkmışlar, Eyüp Sultan’a gitmişler, kurban kesmişlerdi.”34 Tıpkı köydeki futbolcular gibi futbolun doğası gereği sahaya çıktıktan sonra hoplayıp sıçrayarak ısınma hareketlerine başlar, seyirciden alkış alırlar.

Basın

Futbol içerisinde daima önemli bir yere sahip olan ve futbol etrafında yazılan-ların şekillendiği, bir söylemin oluştuğu basın, günümüzde gazete, dergi, televizyon, radyo, internet gibi kitle iletişim araçlarıyla sporun/futbolun toplumsal bir olgu haline gelmesini, bu alanda bir kamuoyu oluşmasını sağlar.

Tahsin Yücel bu konuda futbol yazarlarının imgelemiyle olmasa da süslü biçim tutkusuyla her şeyden önce bir “ozan” olduklarını, onların yazılarında “destansı, dü-şünsel, ağlatıcı, şakacı” vb. her türlü söyleme rastlanılabileceğini anlattıktan sonra, futbol yazınının durmamacasına yöneldiği son noktanın destan olduğunu belirtir. “Destansı söylem”i ön plana çıkartır.

Takımı ve izleyiciyi motive, teşvik ve zaman zaman tahrik eden basın, dönemin taşra şartlarını göz önüne aldığımızda doğal olarak “Kupa Maçı”nda görülmez. Ancak “Hastalar” hikâyesinde satır aralarında kendine yer bulur.

Buna göre dönemin ilk Galatasaray-Fenerbahçe maçında gazeteler hafta ortasından beri döktürmüşler, iki “güzide” kulübün başkanları, antrenörleri demeçler vermişlerdir. “Siyasal sabah gazetelerinin spor sayfalarında her iki kulübün renkleri yer almış, ünlü oyuncuların fotoğrafları çerçeve içine alınarak gösterilmişti; kiminde topa kafa vurur-ken, kiminde gol atarken. Altlarında bir soru; ‘Bakalım bu maçta ne yapacak?’”35 gibi manşetler destansı olmayan bir anlatım içerisinde üstünlüğünü kesinlikle kanıtlamış oyuncuları övmek,36 ön plana çıkarmak ve okuyucuda/izleyicide merak duygusunu tahrik etmek görevi taşımaktadır.

Hakem

Futbol karşılaşmasının en belirleyici “eyleyenlerinden” olan hakem, karşılaşmalar-da kuralın, ölçünün, dürüstlüğün simgesi sayılmasına rağmen, bu özelliklerin gereğini yerine getirdiği ölçüde değil, kuraldan saptığı ölçüde öne çıkar, üzerinde daha çok

duru-34 Mehmet Seyda, a.g.e., s. 8. 35 Mehmet Seyda, a.g.e., s. 8. 36 Yücel, a.g.e., s. 19.

(16)

lur, söylemde daha çok yer alır.37 Gerçekten de çoğu zaman tartışmaların, çatışmaların odağında yer alan hakem, iki taraflı bir yapı içerisinde eleştirilerden kurtulmak için bir yol bulamaz. Hangi taraf hakkında karar verse diğer tarafın eleştirisine maruz kalır.

“Hastalar” hikâyesinde hakem üzerinde durulmaz. Yazar fanatik taraftar kimliğin-deki kahramanların kişilik oluşumlarına odaklandığı için, hakemler sadece, “Hakemler ortaya doğru yürüdüler. Eller sıkışıldı. Para atıldı, düdük öttü, maç başladı.”38 şeklinde rutin görevlerini yerine getirirken görülürler.

“Kupa Maçı”nda ise, hepsi aynı yörede yaşayan, çeşitli işlerle meşgul olan in-sanların bir futbol organizasyonu içerisinde amatörce ve doğal bir biçimde kiminin futbolcu, kiminin yönetici, kiminin hakem olarak davranış biçimleri ön plana çıktığı için, hakem de diğerleri gibi belirginlik kazanır.

Hakem, Cebesoy istasyonundan makasçı Selim’in Dil-Tarih’te okuyan oğlu Mehmet’tir. Onun, bütün hal ve hareketleriyle köylülerden farklı olduğu hissettirilir. O yıllarda bir üniversite öğrencisi olarak adeta farklı bir statüdedir ve içinde olduğu köylülere biraz yukarıdan bakmaktadır. “Şu köylülerin maçlarını idare etmek de mesele idi hani. Ne olur ne olmaz, kavga falan çıkabilirdi. Bunlar dağ köylerinin adamları, çekti mi ucu eğri çoban değneklerini hiç bakmaz girerlerdi.”39 Bu yönüyle hikâyede şehirli insan tipini de yansıtmaktadır.

Hikâyede olumsuz bir biçimde, bir şike organizasyonu içerisinde yer alan hakem adeta “lütfen” bu maçı yönetmeye razı olmuştur. Kemah Memurlar Kulübündeki hâkim Yaşar, avukat Vehbi, ortaokul müdürü İsmail Canbulut’tan kurulu briç karesinden zorla kaldırılıp maça özel olarak minibüsle getirilir. Kendisi de futbol oynamaktadır, kazadaki kaymakamlık maçlarında Soğuksu Gençlik olarak şampiyon olmuşlar, Va-lilik Kupası maçları için Erzincan’a gitmeye hak kazanmışlardır. Her ne kadar maçı yönetmek için tereddütlü olsa da, kendisine karşı gösterilen ilgi ve iltifattan memnun kalır. Onu buyur edip önüne ayranlar limonatalar koyan köylülere karşı “Ulan afferin köylüler, teşkilât olup çıktınız be.” diye söylenmesi kendini farklı hissetme ve bir uzaktan bakışın ifadesidir.

Hakem, hikâyede tam da Tahsin Yücel’in daha önce belirttiğimiz; “karşılaşmalarda kuralın, ölçünün, dürüstlüğün simgesi sayılmasına rağmen, bu özelliklerin gereğini yerine getirdiği ölçüde değil, kuraldan saptığı ölçüde öne çıkar” düşüncesine uygun bir biçimde ortaya çıkmıştır. Ormancı Hüsnü’nün kendi lehlerine hareket etmesi halinde akşam için söz verdiği rakılı ziyafete karşılık, Cafarlı akınında gole giden Öğretmen Okullu Kemal’in Bombabek tarafından biçilerek sahayı terk etmesinde, bütün faul

37 Yücel, a.g.e., s. 37-38. 38 Mehmet Seyda, a.g.e., s. 12. 39 Kutlu, a.g.e., 130.

(17)

ve penaltı itirazlarına rağmen “Ormancı Hüsnü’nün delici bakışları altında ezilmiş”40 penaltıyı vermeyerek oyunun iyice gerginleşmesine sebep olmuştur. Hakemin diğer hikâyeyle tek benzerliği rutin göreviyle ilgilidir: “Hakem Mehmet babasının düdüğü boynunda sahanın ortasına geldi. Yazı tura attılar. İki takım da yerlerinde kalmışlardı.” Mehmet’in bütün şehirli görüntülerine rağmen maça boynunda makasçı babasının düdüğüyle çıkması ise onun trajikomik halini ortaya koymaktadır.

İdareci/Antrenör

Profesyonel anlamda kulüp başkanlarından başlamak üzere; yönetim kurulu üye-leri, futbol şubesi sorumlusu, teknik direktör ve ekibi takımın idari sorumlu yönetim kademesini oluştururlar ve bunlar daima takımla birlikte gündemde yer alırlar.

Günümüzde takımın en yetkilisi teknik direktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Yakın zamana kadar antrenör tabiri de kullanılmakla birlikte, artık takımın başında birkaç hoca da bulunabileceği için, teknik direktör terimi daha çok kullanılmaya başlanmıştır. Teknik direktör önemli kişidir: Oyunda doğrudan yer almamasına, oyun alanını ayıran çizgiden içeriye girme hakkı bile bulunmamasına rağmen, oyuna da oyunculara da yüzde yüz egemen olduğu, onları dilediği gibi yönlendirdiği düşünülür, “oyunun öznelerinden biri sayılır, hatta bir futbol maçının gerçek öznelerinin teknik direktörler olduğu, yani her maçın iki teknik direktör arasında bir çatışma biçiminde eklemlendiği”41 söylenebilir.

“Hastalar”da idareci ya da teknik direktörler fazlaca yer almaz. Sadece maç haf-tası içerisinde takımın maça hazırlanması sürecinde “İki ‘güzide’ kulübün başkanları ile antrenörleri demeçler vermişler..” şeklinde basına yansımalarıyla görünürler. Bu haliyle bile maçın gerçek özneleri olma durumunu göstermişlerdir.

“Kupa Maçı”nda durum tamamen farklıdır. Hikâyenin en canlı beliren ve yazar anlatıcı bakış açısı kullanılan ağırlıklı bölümlerinin birinci derecede kahramanı olan Orman Kolcusu Hüsnü, bütün amatörlüğü ve acemiliğine rağmen içindeki futbol sevgisiyle takımı hazırlayan, kadroyu oluşturan, yiyecekleri, minibüsü ayarlayan, taktikler veren, “hakemi ayarlamak” için rakip takımın yöneticisiyle mücadele içine giren bir kişi olarak hikâyenin merkezinde yer alır.

Hüsnü idareci/antrenör olarak her ne şartta olursa olsun maçı kazanmayı dü-şünmektedir. Bunun içine sert oynamak, rakibe zarar vermek, “hakemi ayarlamak” gibi centilmen ve etik olmayan davranışlar da dahildir. Yukarda belirtilen, “oyunda doğrudan yer almamasına, oyun alanını ayıran çizgiden içeriye girme hakkı bile

bu-40 Kutlu, a.g.e., s. 134. 41 Yücel, a.g.e., s. 36.

(18)

lunmamasına rağmen, oyuna da oyunculara da yüzde yüz egemen olma” fonksiyonu Hüsnü için tam olarak geçerlidir.

Maça gidilecek minibüsü, Şıhali mezrasında yenilecek portakalları hazırlamıştır. Hastalanan Kekeç İbo yerine kadroya Mürsel’i alır. Hüsnü her şeye dikkat eder sık sık talimatlar ve taktikler verir. Mesela mezrada yemek yerlerken “Az yeyin la, fazla su içmeyin şişeriz.”42 talimatı onu oyuncuların yemek programlarını bile düzenleyen bir teknik eleman durumuna dönüştürür. Takım sahaya iner inmez bir talimat daha verir: “Dağılmayın, topluca gidip cevizin altında dinlenin. Kimse bir şey yemesin karışmam ha.”43 Otoriter yönü iyice ortaya çıkar.

Yine antrenör/teknik direktörle ilgili olarak futbol söyleminde dile getirilen oyunun öznelerinden biri sayılır, hatta bir futbol maçının gerçek öznelerinin teknik direktörler olduğu, yani her maçın iki teknik direktör arasında bir çatışma biçiminde eklemlendiği düşüncesi bu hikâyede tam olarak ortaya çıkar. İki köy takımı idareci/antrenörleri saha dışı rekabetlerinin yanı sıra saha içerisinde de karşı karşıya gelirler ve hakemi kendi taraflarına çekmek için yarışa girerler:

“Hüsnü Hakem Mehmed’i ayarlamak için söğütlerin dibine koştu. Cafarlı Gücü idarecisi sağlık ocağı tıbbî sekreteri Kâmil Es’in yüzüne şöyle üçüncü dereceden bir ‘Merhaba’ fırlattıktan sonra, alelacele Samsun paketini hakemin burnuna dayadı. ‘Yak be Memetcim, bu maç nasıl olsa bizim.’ Yan gözle Kâmil’in yüzüne bakıyordu. İki keskin idareci hakemi ayarlamak için yarışa girdiler.”44

Hüsnü en son taktiğinde ise oyunculara hakemi ayarladığını, kırıcı, çalımsız, paslı oynamalarını, şişenin maçtan çıkacağını, küfür ve hakeme itirazın olmayacağını söyleyerek maç kadrosunu açıklar. “Küfür edeni döverim”, “Yenilirseniz sizi köye sokmam.” sözleri takım üzerindeki kesin hakimiyetini gösterir.

Hikâyede, 1955-1960 yıllarında taşrada, köyde futbol takımlarının sorumluluğunu üstlenenlerin tarihi-toplumsal gerçeklerimize uygun olarak genellikle resmi memuri-yetleri olan kişiler olduğunu ve amatörce, acemice de olsa bu kişilerin takımın teknik idari bütün işlerini üstlendiklerini, bunun yanı sıra galip gelme, yenme tutkularını dizginleyemediklerini görmekteyiz.

42 Kutlu, a.g.e., s. 128. 43 Kutlu, a.g.e., s. 131. 44 Kutlu, a.g.e., s. 131.

(19)

Yazarlar

Yukarıdaki bölümlerde konunun gerektirdiği oranda iki yazarın genel sanat an-layışlarından, hikâyeye yaklaşma biçimlerinden söz ettik ancak, metin dışı olmakla birlikte bu metne yön veren unsurlardan olan onların ortak bir özelliklerinden, futbol tutkularından söz etmek zorundayız.

İlginç bir biçimde her iki yazar da hem futbol oynamış, hem de futbolu yazılarına konu etmişlerdir. Mustafa Kutlu, otobiyografik özellikler gösteren bu hikâyesinde oldu-ğu gibi, futbola çocuk yaşlarda ilgi duymaya başlamış, ortaokul yıllarında Erzincan’da mahalli ligde sağ haf olarak futbol oynamış, bu merakı bugüne kadar devam eden Kutlu Yeni Şafak gazetesinde futbol yazıları yazmıştır.45

Mehmet Seyda ise, 1951-1960 yılları arasında İstanbul Belediyesi Hesap İşleri Kontrol Kurulu Müdürlüğünde Kontrolör olarak stadyum, sinema ve plajlarda görev yapmış, bu görevi ona hikâye ve romanlarında kullanacağı hayatın içinden gelen zengin bir malzemeye ulaşabilme imkânı sağlamıştır. “Hastalar” hikâyesi bunlardan biridir. Ay-rıca Kutlu’yla bir başka benzerlik olarak onun da zaman zaman futbol oynaması örnek verilebilir. Bunlardan biri aralarında Haldun Taner, Engin Cezzar, Erol Günaydın gibi tiyatrocularla, Ülkü Tamer, Orhan Kemal, Mehmet Seyda gibi edebiyatçıların bulunduğu Keşanlı Ali-Türk Edebiyatçılar Birliği takımları arasında oynanan maçtır. Çok çekişmeli geçen bu maçı Adnan Özyalçıner fotoğraflar ve anılar eşliğinde hikâye etmiştir.46

Sonuç

Karşılaştırması yapılan iki hikâye de konusunu 1955-1964 yılları Türk futbolun-dan almıştır. Yine iki hikâye de bu konuyu, galip gelme/yenme hazzı, arzusu –ya da zafer- teması etrafında kullanmışlardır. “Kupa Maçı”nda antrenör, futbolcu ve seyirci ön plana çıkarken, “Hastalar”da iki fanatik taraftar ön plana çıkarılmıştır. Diğer unsurlar bunlarla olan ilgileri nispetinde hikâyelerde yer almışlardır.

Biri taşra/köy, diğeri kent yaşantısına ait olan bu iki hikâyede de makalenin baş kısmında belirtildiği gibi, futbolun bir şekilde insanların gündeminde yer alan toplumsal bir olay, bir olgu olduğu söylenebilir. O yıllarda hem köyde hem de kentte yaşayan insanların “iki taraf arasında rekabete dayalı galip gelme isteği/mağlup olma korkusu çatışması”nı futbol alanında “mutlak galip gelme isteği” yönünde fanatizmle

yaşa-45 Hakkı Yanık, “İçimizdeki Zenginlik Mustafa Kutlu”, Mustafa Kutlu Dosyası, http://www.dergibi.gen.

tr/dosya/mustafa_kutlu.asp, 16.11.2001.

46 Adnan Özyalçıner, “1964 Yazında Keşanlılar-Edebiyatçılar Maçı”, Türk Edebiyatında Futbol, YKY,

(20)

dıklarını görüyoruz. Zira “Kupa Maçı”nda hakemle şike yapılmış, maç yarıda kalmış, “Hastalar”da ise fanatik taraftar olan iki yakın arkadaştan birinin diğerini bıçaklamasıyla maç yine –onlar için– yarım kalmıştır. Bir fark vardır o da köydekiler bu çerçevede bir maç sürecini, maddi imkânsızlık içerisinde, amatörce, acemi, doğal, samimi, biraz kente özenerek ve bir eğlence gibi yaşarken; kenttekiler ise yetişme tarzları, kişilik yapıları, sosyal statüleri doğrultusunda birbirlerine yabancılaşmış, profesyonel ama daha yapay bir biçimde bir gerilim içerisinde yaşamaktadır.

Mehmet Seyda, kentte düşük sosyoekonomik şartlar ve olumsuz kişilik gelişim

süreçleri yaşama sonucunda birbirine ve kendilerine yabancılaşmış iki futbol fanati-ğinin trajik durumlarını hikâyesinde işlerken adeta, köyün “tarımsal üretimi tabiatla iç içe yaşamayı, sıcak insanî ilişkileri, gelenek ve inançlara bağlılığı; modern kentin ise bütün bunları dışlayan, insanlık ve fıtrat dışı bir hayatı temsil ettiğini” savunan Mustafa Kutlu’yu haklı çıkarmıştır.

Bunun haricinde, Tahsin Yücel’in “Top Yuvarlaktır” adlı “futbol söylemi” içeri-sinde dile getirdiği futbolla ilgili unsurlardan birçoğunun makalede anlattığımız şekilde az ya da çok farklarla iki hikâyede de geçerliğini koruduğu görülmüştür.

KAYNAKLAR

Abacı, Tahir, “Futbol Anadolu’da”, Bir zamanlar Anadolu’da, 1999, (Aktaran) Turgut Çeviker, Türk Edebiyatında Futbol, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002.

Belge, Murat, “Spor Söylemi”, Cumhuriyet 1982, (Aktaran) Turgut Çeviker, Türk Edebiyatında Futbol, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002.

Çeviker, Turgut, Türk Edebiyatında Futbol, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002.

, “Halit Kıvanç İle Spor-Futbol Mizahı Üzerine”, Gül Diken Mizah Kültürü Dergisi, İstanbul, Yaz 2002, S. 27.

Kılıçbay, Mehmet Ali, “Her Derde Deva Futbol”, Gül Diken Mizah Kültürü Dergisi, İstanbul, Yaz 2002, S. 27.

Kutlu, Mustafa, Gönül İşi, Dergâh Yayınları:48, Türk Edebiyatı Hikâye Dizisi:3, İstanbul. Mutluay, Rauf, “Futbolun Yarı Yolunda”, Bende Yaşayanlar, Türkiye İş Bankası Kültür

Ya-yınları, İstanbul, 1977.

Özyalçıner, Adnan, “1964 Yazında Keşanlılar-Edebiyatçılar Maçı”, Türk Edebiyatında Futbol, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2002.

Seyda, Mehmet, Anahtarcı Salih, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 1969.

Tosun, Necip, Türk Öykücülüğünde Mustafa Kutlu, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2004. Tümer, Cem Şems, Mehmet Seyda (Çeliker) Hayat/Eser, MEB Yayınları, Ankara, 2008. Vural, Fatih, “Bir Futbol Kitabından Fazlası”, Futbol Edebiyatı, http://kitapzamani.zaman.com.

tr/kitapzamani/newsDetail_getNewsById.action?sectionId=99&newsId=1243.

Yanık, Hakkı, “İçimizdeki Zenginlik Mustafa Kutlu”, Mustafa Kutlu Dosyası, http://www. dergibi.gen.tr/dosya/mustafa_kutlu.asp, 16.11.2001.

Referanslar

Benzer Belgeler

ALANA TAŞINDIĞINDA 3V3 OYUN BAŞLAR VE TOPU 3.. ALANDA 2V2

• KALECİDEN SERVİS OYUNCULARINA ATILAN UZUN TOP İLE ÇALIŞMA BAŞLAR. • SAVUNMA OYUNCUSU SÜRATLE BASKIYA GİDEREK SAVUNMA

Kaleci servis oyuncularına attığı uzun topla çalışma başlar. Savunma

• Rakibin yaklaşım şekli(sürat ve açısı) • Rakibi yavaşlat mümkünse durdur • Arkası dönükse döndürme.. • Rakibin arkasında

This presentation uses a free template provided by FPPT.com www.free-power-point-templates.com.. Futbol Teknik

• Hücum oyuncuları şut atmadan önce tüm anahtar faktörleri uygulaması beklenir. • Topla buluştuğunda en kısa

• Bu oyuncu buluştuğu topla rakip oyuncunun üzerine giderek çeşitli çalım tekniklerini uygulamaya

hücum oyuncusu karşısındaki savunma oyuncusunu çizgide tutarak topla arkadaşını rakiple 1v11.