• Sonuç bulunamadı

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"

Copied!
177
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

SĠYASET BĠLĠMĠ ve KAMU YÖNETĠMĠ ANABĠLĠM DALI

KAMU YÖNETĠMĠ BĠLĠM DALI

CUMHURBAġKANLIĞI HÜKÜMET SĠSTEMĠ

Alparslan POLAT

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ

DanıĢman

Prof. Dr. Orhan GÖKÇE

(2)
(3)
(4)

TEġEKKÜR

Bu çalışmanın hazırlanmasında faydalanarak atıfta bulunduğum eser ve kaynak sahiplerine, Yüksek Lisans eğitim sürecinde bilgi ve tecrübelerinden istifade ettiğim hocalarımın şahsında bu zamana değin üzerimde emeği olan tüm hocalarıma ve de Değerli Danışman Hocam Sayın Prof. Dr. Orhan GÖKÇE‟ye teşekkür ederim.

Ayrıca hayatımın her döneminde olduğu gibi bu çalışma sürecinde de desteklerini esirgemeyen değerli ailemin tüm fertlerine teşekkürü bir borç bilirim.

Son olarak, çalışmadaki eksiklik ve hataların şahsıma ait olduğunu belirtmek isterim. Umarım bu çalışma ilgilenenlere faydalı olur.

(5)

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

ÖZET

Bu çalışma, Türkiye‟de 1980‟li yıllarda başlayan sistem değişikliği tartışmalarını konu edinmekte ve bunun bir çıktısı olarak ortaya çıkan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi üzerinde odaklanmaktadır. Özellikle Türkiye‟de uzun yıllar uygulanan parlamenter sistemin sebep olduğu hükümet bunalımları; siyasi krizlere, istikrarsız yönetimlere ve de vesayet odaklarının etkisini arttırmasına sebep olmuştur. Bu durumlar ise hükümet sistemi değişikliğini kaçınılmaz hale getirmiştir.

Çalışma içerisinde; kuvvetler birliği ile kuvvetler ayrılığına dayanan hükümet sistemleri irdelenerek, tarihsel süreç içerisinde Türkiye‟de uygulanan hükümet sistemleri ele alınmıştır. Genel olarak Parlamenter sistem özünde birçok olumlu yönleri içerisinde barındırsa da; parlamenter sistem altında Türkiye‟de cereyan eden yönetim aksaklıkları mahut sistemin günah keçisi olarak görülmesine sebep olmuştur. Özellikle Türkiye‟de vesayet odaklarının, halk iradesi ile seçilen siyasi iktidarı etkisi altına alma çabaları yeni bir sisteme duyulan ihtiyacı arttırmıştır. Bu kapsamda 16 Nisan 2017 Referandumu ile inşa edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi‟ne, 24 Haziran 2018‟de yapılan Cumhurbaşkanlığı ve 27. Dönem Milletvekilliği Genel Seçimi ile birlikte geçilmiştir. Böylece yeni sistemde yürütme yetkisi Cumhurbaşkanlığında toplanarak Türkiye‟nin ekonomik kalkınma, bilimsel atılım, sosyal devlet ve bölgesinde lider ülke olma yolunda emin adımlarla ilerlemesi hedeflenmiştir.

Kuşkusuz bütün bu gelişmeler bürokrasinin asgari düzeye indirilerek etkin, etkili ve de hızlı kararların alınması noktasında Türk yönetim sisteminde birçok değişimin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Yeni sistemle Türkiye‟de, güçlü yürütme ve güçlü meclis anlayışı ile Türkiye‟nin daha da güçlenmesi öngörülmektedir.

Anahtar Kelimeler: Kuvvetler Ayrılığı, Hükümet Sistemi, Başkanlık Sistemi, Parlamenter Sistem, Siyasal Sistem, Siyasi Kriz, 6771 sayılı Anayasa Değişikliği, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, İstikrar.

Ö

ğr

enc

inin

Adı Soyadı Alparslan POLAT Numarası 144228001002 Ana Bilim / Bilim

Dalı Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi / Kamu Yönetimi Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Orhan GÖKÇE

(6)

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

SUMMARY

The case of this study will be discussions about system change began in 1980‟s and it will focus on Presidency Government System, as an output of these discussions. Particularly, the parliamentary system used in Turkey led to the cabinet crisis, political crisis, unstable governments and the increasing power of the centers of tutelage. The system change in government structure became unavoidable following the aforementioned incidents.

In our study, the government systems based on the unity of power and separation of powers are analyzed and the governmental systems in Turkey in historical process are discussed in detail. Although the parliamentary system in itself includes many positive aspects; the administrative problems in Turkey under the parliamentary system gave cause for the parliamentary system to be known as scapegoat. The requirement for a new system is increased after the incidents organized by the centers of the tutelage against the political power elected by the public‟s will. In this context, the Presidency Government System, formed by the 2017 Constitutional Referendum held on 16th April 2017, activated after the Turkey's June 24, 2018 presidential elections and the 27th Term Parliamentary Elections. Thus, in the new system the president will acquire all executive power and this change will lead to Turkey's economic development, scientific progress, and social state. Turkey aims to be a leading country in its region with a strong sense of self-belief.

Doubtless, all of these struggles led to many modifications in the system of government in Turkey by reducing the role of the bureaucracy and laid the foundation of the efficient, productive and quick judgments. The Turkish government intended to be a more powerful country within the new system based on the strong legislative and the strong parliament concept.

Key Words: Separation of Powers, Governing System, Presidential Systems, Parliamentary System, Political System, Political Crisis, Constitutional Amendment Act. No. 6771, Presidency Government System, Stability.

Ö

ğr

enc

inin

Adı Soyadı Alparslan POLAT Numarası 144228001002 Ana Bilim / Bilim

Dalı Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi / Kamu Yönetimi Programı Tezli Yüksek Lisans Doktora

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Orhan GÖKÇE

(7)

ĠÇĠNDEKĠLER

Sayfa No

BĠLĠMSEL ETĠK SAYFASI.………...i

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ KABUL FORMU..………..ii

TEġEKKÜR………....………...iii ÖZET.……….iv SUMMARY...………v ĠÇĠNDEKĠLER.……….vi KISALTMALAR..………...………..ix GĠRĠġ.………..1

BĠRĠNCĠ BÖLÜM-GENEL OLARAK HÜKÜMET SĠSTEMLERĠ 1.1. Hükümet Sistemi Kavramı ve Özellikleri .………...5

1.2. Kuvvetler Birliğine Dayalı Hükümet Sistemleri.………..7

1.2.1. Yürütme Organında Birleşme………..9

1.2.1.1. Mutlak Monarşi………...10

1.2.1.2. Diktatörlük……….11

1.2.2. Yasama Organında Birleşme……….12

1.2.2.1. Meclis Hükümeti Sistemi………...12

1.3. Kuvvetler Ayrılığına Dayalı Hükümet Sistemleri………..17

1.3.1. Yumuşak Kuvvetler Ayrılığı………..20

1.3.1.1. Parlamenter Hükümet Sistemi………20

1.3.2. Sert Kuvvetler Ayrılığı………...29

1.3.2.1. Başkanlık Hükümet Sistemi………...29

1.3.2.2. Yarı Başkanlık Hükümet Sistemi………...38

1.4. Kuvvetler Ayrılığına Dayalı Hükümet Sistemlerinin İşleyişini Etkileyen Unsurlar………...43

ĠKĠNCĠ BÖLÜM-TÜRKĠYE’DE HÜKÜMET SĠSTEMĠ UYGULAMALARI 2.1. Türkiye'de Hükümet Sistemi Uygulamalarının Tarihsel Geçmişi…………..52

(8)

2.1.2. Cumhuriyet Dönemi Hükümet Sistemi Uygulamaları………...61

2.1.2.1. 1924 Anayasasına Göre Hükümet Sistemi………..…………61

2.1.2.2. 1961 Anayasasına Göre Hükümet Sistemi………..………64

2.1.2.3. 1982 Anayasasına Göre Hükümet Sistemi………..………....69

2.1.2.4. 2007 Anayasa Değişikliği Sonrası Hükümet Sistemi……….77

2.2. Türkiye‟de Hükümet Sistemi Tartışmalarının Artışına Sebep Olan Gelişmeler………...80

2.2.1. Siyasi İstikrarsızlıklar ve Koalisyon Hükümetleri……….81

2.2.2. Hükümet Sistemi Tartışmalarının Ortaya Çıkışı ve Siyasilerin Düşüncesi...84

2.3. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi için Anayasa Değişikliği ve 16 Nisan Referandumu………...89

2.3.1. Ak Parti ve MHP‟nin Anayasa Değişikliği Üzerine Görüşleri…………..90

2.3.2. Muhalefetin Anayasa Değişikliği Üzerine Görüşleri……….94

2.3.3. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve İçeriği……….95

2.3.4. 16 Nisan Referandumu ve Anayasa Değişikliğinin Kabulü………103

2.4. 2017 Referandumu sonrası Türk Yönetim Sisteminde Yaşanan Değişikliklerin Değerlendirilmesi……….103

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM-CUMHURBAġKANLIĞI HÜKÜMET SĠSTEMĠ 3.1. 24 Haziran Seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine Geçiş…...108

3.1.1. Cumhurbaşkanı Adayları……….111

3.1.2. Adayların Seçim Sürecinde Yeni Sisteme Dair Vaatleri……….112

3.1.3. Cumhurbaşkanlığı Seçim Sonuçları……….115

3.2. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Dönemi………..115

3.2.1. Yasamada Yaşanan Gelişmeler………116

3.2.2. Yürütmede Yaşanan Gelişmeler………..117

3.2.3. Yargıda Yaşanan Gelişmeler………...119

3.2.4. Yeni Hükümet Sisteminde Kilitlenmeye Karşı Mekanizmalar………...120

3.2.5. Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri………121

(9)

3.3.1. Cumhurbaşkanlığı Makamı………...125

3.3.2. Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı………...125

3.3.3. Cumhurbaşkanı Yardımcıları………...126

3.3.4. Cumhurbaşkanlığı Politika Kurulları………...126

3.3.5. Cumhurbaşkanlığına Bağlı Kurum ve Kuruluşlar………...127

3.3.6. Bakanlıklar/Cumhurbaşkanlığı Kabinesi……….129

3.3.7. Cumhurbaşkanlığı Ofisleri………...131

3.4. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Kamu Personel Yönetimi………..132

3.5. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve Yerel Yönetimler………..137

SONUÇ………142

KAYNAKÇA………...150

(10)

KISALTMALAR AA: Anadolu Ajansı

ABD: Amerika Birleşik Devletleri

Ak Parti: Adalet ve Kalkınma Partisi

ANAP: Anavatan Partisi

BBP: Büyük Birlik Partisi

BK: Bakanlar Kurulu

BMM: Büyük Millet Meclisi

CB: Cumhurbaşkanı

CHP: Cumhuriyet Halk Partisi

CHS: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi

HSK: Hâkimler ve Savcılar Kurulu

KHK: Kanun Hükmünde Kararname

MBK: Milli Birlik Komitesi MGK: Milli Güvenlik Konseyi

MGK: Milli Güvenlik Kurulu

MHP: Milliyetçi Hareket Partisi

TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi

TEPAV: Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı

(11)

GĠRĠġ

Toplumsal hayatı her yönüyle etkileyen Anayasalarda düzenlemeye konu olan hükümet sistemlerinin; kuvvetler birliği ve kuvvetler ayrılığı şeklinde dizayn edilmesi, ülkelerin demokratik ilke ve insan haklarına verdiği değerin rengini de ortaya koymaktadır. Gücün; belli bir kişi veya zümrede toplanması, insanların temel hak ve hürriyetler açısından güvensiz olmasına sebep olmuştur. Bu durum ise kuvvetler ayrılığını ön plana çıkarmıştır. Bu kapsamda Aristo, John Locke ve Montesquieu; kuvvetler ayrılığı teorisi üzerine düşünürken yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden ayrı çerçeveye sokulmasının gerekli olduğunu vurgulamışlardır. O dönemlerden günümüze güçler ayrılığı ilkesine vurgu yapılması; kuvvetler birliğine dayalı otoriter, diktatörlük ve de oligarşik yönetimlerin demokratik ilke ve usullere aykırı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Günümüz toplumlarında kuvvetler ayrılığı, demokratik hukuk düzenlerinin vazgeçilmez göstergesi olmaktadır. Bu bağlamda devlet yönetiminde yasamanın, seçilmiş temsilcilere yani meclislere; yürütmenin, seçilmiş başkan veya cumhurbaşkanlarına, parlamenter sistem içerisinde de Bakanlar Kurulu‟na ve Cumhurbaşkanına; yargının ise millet adına bağımsız ve de tarafsız mahkemelere bırakılması, bunların kanunlar hiyerarşisinin tepesini oluşturan Anayasalarla güvence altına alınması, devleti oluşturan bireylerin kendilerini güven içerisinde hissetmesine katkı sağlamıştır. Bugün dünya toplumları otoriter yönetimlerden uzak kalmaya gayret gösterse de bazı ülkelerin siyasal rejiminde, kuvvetler birliği anlayışına dayanan doğrudan veya dolaylı yönetim uygulamaları varlığını devam ettirmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti, siyasal sistemin yapısını oluşturan hükümet sistemi açısından uzun yıllar parlamenter sistem ile yönetilmiştir. Parlamenter Sistem; yürütmeyi, yasama içerisinden çıkan Bakanlar Kurulu ve Cumhurbaşkanına bırakmakta, bu ise yürütmenin iki başlı olmasına sebep olmaktadır.

Türkiye‟de parlamenter sistemin, yönetim sistemimizde sebep olduğu aksaklıkların ortadan kaldırılması veya benzer sorunların asgari düzeye indirilmesi

(12)

için yeni bir hükümet sistemi arayışı içerisine girilmiştir. Güçlü hükümetlerin kurulamadığı dönemlerde ortaya çıkan koalisyon hükümetleri bu arayışın ortaya çıkmasında önemli bir etkendir. Her ne kadar Parlamenter sistemin olumlu yönleri mevcut olsa da; siyasi istikrarsızlıklara sebep olduğu iddiası güdülerek, gerek siyasi gerekse akademik çevreler tarafından eleştirilere maruz kalmış; çözüm önerisi olarak ise başkanlık sisteminin Türk yönetim sistemine dâhil edilmesi görüşü ağırlık kazanmıştır.

Yaşanan bu tartışmalara siyasi camianın tanınmış simaları; Turgut Özal, Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan ve Süleyman Demirel gibi liderler, yer yer başkanlık sisteminin gerekliliğine vurgu yaparak dahil olmuştur. Toplumsal tabanda, güçlü liderlik özelliğine sahip siyasetçilerin, hükümet etme sistemi üzerine açıklamaları artarak devam etmiş. Nitekim 2002 yılında tek başına iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi‟nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan‟da, Türkiye‟de; siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması, vesayet odaklı parlamenter sistemin ortadan kaldırılıp yeni bir hükümet sisteminin hayata geçirilmesinin Türkiye‟nin geleceği için zaruret olduğunu her defasında ifade etmiştir. Türkiye‟yi yaklaşık 16 yıldır tek başına yöneten Ak Parti ve onun toplumsal tabanda büyük desteğe sahip lideri Recep Tayyip Erdoğan‟ın 2014 yılında, direkt halk tarafından Cumhurbaşkanı seçilmesiyle beraber hükümet sistemi üzerine yoğun tartışmalar sürekliliğini korumuştur.

Özellikle; devlet içerisine çöreklenmiş paralel odakların ve dini kisveye bürünmüş kitlelerin 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirdiği askeri darbe girişimi, Türkiye‟de mevcut hükümet sisteminin ayakta kalamayacağını ortaya koymuştur.

Bu doğrultuda Ak Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi kurmayları yeni bir hükümet sistemi için Anayasa değişikliği çalışmalarını başlatmış ve bu çalışmalar 16 Nisan 2017‟de yapılan Referandum ile nihayete erdirilerek “Parlamenter Sistem” yerini, 24 Haziran 2018‟de gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı ve 27. Dönem Milletvekilliği Genel Seçimi ile “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı verilen yeni yönetim sistemine bırakmıştır.

(13)

Bu çalışmanın konusunu; Türkiye‟de, hükümet sistemleri üzerine yapılan tartışmalar sonrası, yasal zemine oturtulan “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” oluşturmaktadır. Çalışmada; Türkiye için hayati derecede önem arz eden yeni sistemin, kurumsal ve de devlet yönetiminde ortaya çıkardığı yeniliklerin etkileri ele alınmıştır. Ayrıca, yürütmenin tek başlı hale geldiği yeni sistemde; Parlamenter Hükümet Sistemi‟nin ortaya çıkardığı siyasi krizlerin, kalıcı siyasi istikrara kavuşacağı; etkin, verimli ve de karar alma süreçlerinde yürütmenin üzerindeki bürokratik vesayetin ortadan kalkacağı varsayılmıştır.

“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adlı çalışmanın oluşturulması esnasında kullanılan materyaller; öncellikli olarak devletin, hükümet sistemlerini düzenlediği Anayasal metinler, yeni sistemin inşası için çıkarılan Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri gibi yasal metinlerdir. Bu kapsamda 2007 yılında gerçekleşen referandum ve 16 Nisan 2017‟de gerçekleştirilen referandumun Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi‟nin oluşturulmasındaki etkileri ve süreç içerisinde sistemin oluşmasına katkı sağlayan siyasi parti ile milletvekillerinin çalışmaları, TBMM tutanak metinlerinin incelenmesi ve de siyasi partilerin yaşanan değişim hakkındaki görüşlerine çalışmada yer verilmiştir. Konunun teorik eksende anlaşılması için de hükümet sistemleri ve Türkiye‟de hükümet sistemleri üzerine yapılan akademik çalışmalardan faydalanılmıştır. Bu esnada Konya Selçuk Üniversitesi Erol Güngör Kütüphanesi ile diğer kütüphanelerden bu kaynaklara ulaşılarak çalışmanın geliştirilmesi sağlanmıştır.

Bu tez çalışmasının birinci bölümünde; kuvvetler birliği ve de kuvvetler ayrılığı ele alınmış ve bu doğrultuda kuvvetler birliğine dayanan siyasal rejimlerin açıklanması sonrası modern demokratik ülkelerin vazgeçilmezi olan kuvvetler ayrılığına değinilmiş ve de bu sistem içerisinde yer alan Başkanlık, Yarı Başkanlık, Parlamenter rejim incelenmiştir. Bu aşamada önem arz eden kuvvetler ayrılığına dayalı hükümet sistemlerinin işleyişine etki eden unsurlara da çalışma içerisinde yer verilmiştir.

Çalışmanın ikinci kısmında ise Türkiye‟de, Cumhuriyet öncesi ve Cumhuriyet sonrası hükümet sistemi uygulamalarına değinilmiştir. Ayrıca 1921, 1924, 1961 ve

(14)

1982 Anayasalarının hükümet sistemi üzerine ortaya koymuş olduğu metinler, çalışmamızda işlendikten sonra 2007 yılı Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve seçimler öncesi ile sonrasında yaşanan problemlerin, Türk Yönetim sistemi üzerinde ortaya çıkardığı sorunlara nesnel bir üslupla yer verilmiştir. Özellikle Türkiye‟de gerçekleşen Anayasa değişikliği sonrasında, yüz yılı aşkındır uygulanan parlamenter sistem; başkanlık sistemi tartışmaları sonrası yerini Türk tipi bir nitelik içeren Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine bırakmıştır. Gelinen bu noktada; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi‟nin kanunlaşması öncesi Ak Parti ve MHP‟nin Anayasa değişikliği çalışmaları ve bu çalışmalara muhalefet partilerinin yaklaşımları ele alınıp, 16 Nisan 2017 Referandumu sonrası yeni yönetim modelinin ortaya çıkardığı etkiler saptanmıştır.

Çalışmanın üçüncü bölümünde ise; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi‟ne giden süreç irdelenmiştir. Mahut sistem ile bilhassa, yürütme erkinin parlamenter sistemden farklı olarak sadece Cumhurbaşkanı‟na bırakılmış olması ve de yasama, yürütme ve yargıda teşkil eden yeniliklerin Türk yönetim sisteminde yaşattığı köklü değişiklikler tarafsız bir bakış açısıyla ele alınmıştır.

Sonuç bölümünde ise; elde edilen bulgular çerçevesinde çalışmanın genel bir değerlendirmesi yapılmıştır.

(15)

BĠRĠNCĠ BÖLÜM

GENEL OLARAK HÜKÜMET SĠSTEMLERĠ 1.1. Hükümet Sistemi Kavramı ve Özellikleri

İnsanların hayatını düzenleyip genel kurallar koyan ve bu kuralları uygulayan, koruyup geliştiren ya da değiştiren faaliyetlerin bütününe birden siyaset denilmektedir (Heywood, 2007: 2). Birçok özelliği bulunan siyaset teriminin en önemli özelliklerinden bir tanesi de; kamu düzenini, demokratik değerler ekseninde sağlamak ve toplumun yönetilmesi için geniş bir faaliyet alanını oluşturmaktır. Kuşku yok ki toplumların yönetilmesi için oluşturulan en büyük aygıtta devlettir. Max Weber‟e göre; belirli bir toprak parçası üzerinde hâkimiyetin sağlandığı ve burada yaşayan toplum üzerinde meşru şiddet tekelini elinde bulunduran ve ayrıca egemenliği süreklilik gösteren organizmanın adıdır devlet ve bu tanımsal yaklaşım modern devlet tanımının da her yönüyle açıklanmasıdır (Vergin, 2010: 32; Gellner, 2013: 73-74). Yapısal manada üniter veya karma niteliğe sahip federal, konfederasyon gibi özellikleri taşıyan devletler; unsurları üzerinde en büyük otorite, en hukuki varlığa sahip organizma ve egemenliğin yegâne sahibi olarak görülebilir (Giritli ve Sarmaşık, 2001: 40).

Devletler, egemenliğin kaynağı açısından; mutlak monarşi, diktatörlük, oligarşi veya teokratik vasıfları taşıyan demokrasi ilkelerinden uzak oldukları gibi demokratik değerlerle örtüşen Cumhuriyet şeklinde de varlık göstermektedirler. Gücün belli bir kişi veya zümrede toplanması insan hak ve hürriyetlerinin tehlikeye girmesine, şahsi yönetimlerin toplumun menfaat ve çıkarına ters düşmesine sebep olmaktadır. Bu noktada “demokrasi”nin önemi belirmektedir. Çok farklı biçimlerde ortaya çıkan, halkın yönetimi olarak ifade edilen demokrasi, yönetime genel katılımı sağladığı gibi insan hak ve hürriyetlerinin de güvencesi olarak görülmektedir (Heywood, 2014: 322).

Devlet kavramı; bazen hükümet kavramı yerine kullanılsa da sınırlandırılması açısından “hükümet” kavramından çok daha geniş, kapsamlı ve de teşkilatlı bir yapıyı ifade eder (Demir ve Karatepe, 1989: 84). Siyasal sistem içerisinde hükümet

(16)

veya siyasi rejim; geniş bir açıdan bakıldığında, devleti oluşturan toplumu yönetmek, düzenli bir mekanizmayla kontrol altında tutarak hükmetmeyi gerçekleştirmektir. Kamu düzeninin sağlanması için kolektif kararları almak ve bu kararları sistematik bir şekilde uygulamak, hükümetin bazı unsurlarıdır. Hükümet; kanunların yapılmasında yasama, uygulanmasında ise yürütme işlevine de sahiptir (Heywood, 2007: 32). Hükümet kavramının açıklanmasında geniş ve de dar anlamı ifade eden açıklamalarda mevcuttur. Geniş anlamda hükümet; devlet egemenliğinin yasama, yürütme ve yargı organları ve bunlara bağlı tüm organlar eliyle kullanılması şeklinde ifade edilirken; dar kapsamda ise yürütmenin ve yürütmeye bağlı organların eylem ve işlemlerini ifade ettiği görülmektedir (Demir ve Karatepe, 1989: 84).

Hükümet sistemlerinin tasnif edilmesinde ise yasama ve yürütme dikkate alınır. Yargı kuvveti ise bu tasnifin dışında tutulmaktadır. Zira yargının her sistemde, yasama ve yürütme erklerinden ayrı olduğu veya ayrı olmasının gerekliliği kabul edilmiştir (Gözler, 2011: 64). Devlet; yasama, yürütme ve yargı erklerinden oluşan bir yapıdır. Hükümet sistemleri de, erklerin kullanılış biçimine göre bir devletin siyasal rejiminin kuvvetler birliğine veya kuvvetler ayrılığına göre şekillendirilmesidir. Güçlerin yasamada veya yürütmede toplanması veyahut üç farklı gücün tek elde toplanması kuvvetler birliğine işaretken; güçlerin farklı organlar arasında paylaşımı ise demokrasi ve insan haklarına saygılı devletlerdeki kuvvetler ayrılığına işarettir (Özer, 2009: 125). Bu bağlamda kuvvetler birliği anlayışına göre güçlerin yürütmede toplanması; mutlak monarşi ve diktatörlük olarak, güçlerin yasamada toplanması ise meclis hükümeti sistemi olarak adlandırılmaktadır (Gözler, 2011: 64).

Kuvvetler ayrılığının vuku bulduğu modern devletlerde ise “yasama”, “yürütme” ve “yargı” olmak üzere üç temel hukuki işlev mevcuttur. Yasama organı, devletin örgütsel yapısının oluşmasında ve işleyişinin düzenlenmesinde gerekli yasal çerçeveyi oluşturmakta; yürütme organı ise yasama organının çizdiği yasal çerçeveyi uygulayıp yürütmekle sorumlu; yargı ise yasama organının ortaya koymuş olduğu kurallar doğrultusunda, yürütmenin eylem ve işlemlerinde bu kurallara riayet edip etmediğini inceleme merciidir (Demir ve Karatepe, 1989: 85). Modern demokrasi ve modern anayasalar için kuvvetler ayrılığı vazgeçilmez bir ilke olmuştur. Bu ilke de,

(17)

yasama ve yürütme kuvvetleri farklı organlara bırakılmış; derecesine göre de sert kuvvetler ayrılığını; başkanlık hükümet sistemi ve yarı başkanlık hükümet sistemi, yumuşak kuvvetler ayrılığını ise parlamenter hükümet sistemi oluşturmuştur (Gözler, 2011: 68-69).

1.2. Kuvvetler Birliğine Dayalı Hükümet Sistemleri

Kuvvetler ayrılığının demokratik değerlere ve kişi hürriyetlerine vermiş olduğu önemden dolayıdır ki, antidemokratik hükümet sistemlerini oluşturan kuvvetler birliği üzerine gerçekleştirilen akademik çalışmalar, kuvvetler ayrılığı üzerinde yapılanlara göre daha dar kapsamda kalmıştır. Kuvvet birliği; adında da anlaşıldığı üzere güçlerin belli bir merkezde toplanmasıyla ortaya çıkmaktadır. Bu sisteme dayalı hükümet sistemleri, kuvvetler ayrılığına göre tarihsel süreç içerisinde çok öncelere dayanmaktadır. Bu sistemde, kamu gücünün tek merkezde toplanmış olması ve gücün toplandığı organın en kuvvetli konuma oturtulmasının; gerek temel hak ve hürriyetler açısından gerekse devlet idaresinin işleyişi açısından ortaya çıkardığı sorunların önüne geçmek gayesiyle zaman içerisinde kuvvetler ayrılığı teorisi oluşturulmuştur (Özer, 2009:127; Hekimoğlu, 2010: 1).

Antidemokratik özelliklerin baş gösterdiği kuvvetler birliği anlayışı tarihin bazı dönemlerinde; Niccolo di Bernado dei Machiavelli, Jean Bodin, Sir Francis Bacon, Thomas Hobbes, Jean-Jacques Rousseau gibi düşünürler tarafından katı bir şekilde savunulmuştur (Hekimoğlu, 2010: 7).

Machiavelli; ideal yönetim şekli olarak cumhuriyeti benimsemiş olsa da yaşadığı dönemin etkisinden kaynaklı olarak, İtalya‟nın siyasi birliğinin sağlanması noktasında mutlak monarşinin en etkili savunucuları arasında yer almıştır. Bunu ise “Hükümdar” adlı eserine konu edinerek hükümdarın sahip olması gereken özelliklerine değinmiş ve de gücün belli bir merkezde toplandığı, birlik ve barışın ancak mutlak monarşi ile temin edileceğine vurgu yapmıştır. Ona göre, doğası gereği bencil olan insanlar karşısında hükümdar; ahlaki öğretilerden uzak bir kişiliğe sahip olabilir ve de otoritenin sağlanması için her yola başvurması meşruluk göstergesi olarak görülebilmekte ve bu ise ancak kuvvetler birliğinin ortaya çıkardığı mutlak monarşi ile gerçekleşmektedir (Hekimoğlu, 2010: 8-11).

(18)

Jean Bodin; egemenliğin tarihsel gelişimini araştırmış, sınırsız olmayan ve bölünemeyen en iyi iktidarın monarşi ile sağlanacağını ifade etmiştir. Ona göre, iktidar yetkilerinin birden fazla kişinin elinde bulunması egemenliğe aykırılık teşkil ettiği için, tek kişi de toplanması; kamu düzenini sağlayan en ideal düzen olarak kabul edilmiştir (Hekimoğlu, 2010: 12-15).

Sir Francis Bacon; merkezi otoritenin güçlendirilmesi için kuvvette birlik anlayışı çerçevesinde kalıtımsal monarşinin en ideal yönetim şekli olduğunu vurgulamıştır. 17. yüzyıl Avrupa devletlerinde, krallık ve feodal yapıda hâkim olan egemenlik ile mülkiyet ilişkisi anlayışı bağlamında Bacon; devleti, kralın ekonomik mülkünden ayrılmaz bir hale getirmiştir (Hekimoğlu, 2010: 15-17).

Thomas Hobbes; insanların doğal durumda, sürekli çıkar çatışması ve güvensizlik içerisinde olduğunu belirten karamsar bir tablo çizer ve bu durumdan kurtuluşun ise, her şeyin üzerinde bir güce sahip yapay bir oluşum olan devletle sağlanabileceğini belirtmektedir. Leviathan olarak adlandırdığı devletin mutlak monarşi şeklinde olması gerektiğine vurgu yapan Hobbes, bu oluşum ile insanlar arasındaki çatışmaların önüne geçilebileceğine işaret etmiştir. İnsanlar; gerçekleştirdikleri sözleşme sonrası, sözleşmeye bağlılık göstermeli aksi durumda monarşik gücü elinde tutan hükümdar; insanların sözleşmeye riayet etmesi için her yola başvurabilir. Hobbes‟e göre doğal yaşamın ortaya çıkardığı sorunların çözülmesi ve insanlar arasındaki barışın sağlanması için monarşi anlayışını benimsemiş devlet yönetimi gereklilik göstermektedir (Ağırman, 2018:115-120; Hekimoğlu, 2010: 21-27).

Jean-Jacques Rousseau ise; altın çağ olarak gördüğü devletin olmadığı doğal yaşamın, eşitliği ve özgürlüğü içinde barındırdığını ifade eder. İyi ve kötünün, haklı veya haksızın olmadığı doğal yaşamın en iyi yaşam biçimi olduğunu belirtir. Bilim ve sanatta yaşanan gelişmeleri ise uygar bir toplumun ortaya çıkmasına sebep olduğu için eleştirir. Ona göre uygarlıkta yaşanan gelişmelerin; insanı bozduğu, erdemi yok ettiği, özgürlük yerine tutsaklığa sebep olduğu ifade edilir. Mülkiyetin ve de eşitsizliklerin ortaya çıkmasına, çıkar çatışmalarının baş göstermesine sebep olmuş bu durumdan kurtuluşun ise toplum sözleşmesi ile sağlanabileceğini vurgulamıştır.

(19)

Uygarlıkta yaşanan bu gelişmeler sonrası doğal yaşama dönüş mümkün olamayacağı için toplum sözleşmesinin kurularak can ve mal güvenliğinin sağlanması yolunda, bir kişi yerine halk egemenliğine dayalı meşru bir iktidara dikkat çekerek, genel irade kavramını ortaya çıkarmıştır. Egemenliğin sahibi olarak görülen genel irade, bireysel ve toplumsal çıkarları bağdaştıran, kamu yararını ve de eşitliği sağlamanın yolu olarak görülmektedir. İnsanların hak ve özgürlüklerinden bir kısmını devrettikleri halk egemenliği olarak görülen genel irade; mutlaktır, bölünemez, devredilemez ve de daima haklılık gösteren yanılmaz bir misyona sahiptir. Egemenliğin bölünemez bir özelliğe sahip olması da, kuvvetler ayrılığını reddeden kuvvetler birliğine dayalı meclis hükümeti sistemini ortaya çıkarmıştır. Rousseau‟ya göre egemen güç, millete ait olarak görülen yasamadır ve bu güç de sadece kanunlar yoluyla eylemde bulunabilir. Yürütme ve yargı ise üstün niteliğe sahip yasamaya karşı sorumludur. Rousseau‟un; özgürlük, eşitlik ve kardeşlik üzerine düşünceleri Fransız Devrimi‟nin esin kaynağı da olmuştur (Işık, 2007: 79-98; Ağırman, 2018:115-120; Hekimoğlu, 2010: 30-36).

Kuşkusuz kuvvetler birliğine göre, devletin sahip olduğu güç; bir merkezde yani yasama veya yürütmede toplanmaktadır. Genel olarak güçlerin bir organda birleşmiş olması demokratik ilkelerden yoksunluk göstergesi ve de hür bir toplumun ortaya çıkmasına engel teşkil etmektedir. Ancak tarihi dönemlerin farklı koşullarında uygulama alanı bulan bu anlayış; halkın taleplerini siyasi iktidara taşımaktan uzak olsa da, uygulandığı dönemlerin sorununu çözerek yönetim ihtiyaçlarına cevap vermiştir (Hekimoğlu, 2010: 2). Bu noktada kuvvetlerin yürütme ve yasamada birleşmesi, antidemokratik sistemlere işarettir.

1.2.1. Yürütme Organında BirleĢme

Yasama ve yürütme erklerinin yürütme organında birleşerek, antidemokratik uygulamalara yol açan yönetimler; mutlak monarşi ve diktatörlük başlıkları altında ele alınacaktır.

(20)

1.2.1.1. Mutlak MonarĢi

Tarihin en eski dönemlerinde yaygın olarak ortaya çıkan en basit devlet şekli olarak ifade edebileceğimiz antidemokratik hükümet sistemlerinden birincisini, kuvvetlerin yürütme organında toplanmasıyla ortaya çıkan mutlak veya sınırsız monarşi oluşturmaktadır (Hekimoğlu, 2010: 54). Mutlak monarşiye sahip devletlerde hâkimiyetin kaynağı bir kişiye dayanmakta ve bu kişi, tarihin farklı dönemlerinde; kral, hükümdar, padişah, şah, imparator gibi terimlerle adlandırılmış olsa da (Demir ve Karatepe, 1989: 45) kuvvetleri elinde tutan kişi “Devlet Ben‟im” anlayışı ile saltanat sürmüş fakat hükmetme hakkını asla yönettiği toplumdan almamıştır. Yeri gelmiş tanrıdan, yeri gelmiş kılıç gücünden veya metafizik öğelerden aldığını iddia ederek toplum üzerinde hâkimiyet kurmuştur. Yasama, yürütme hatta yargı yetkisinin aynı elde toplandığı bu antidemokratik sistemde, yöneten; kanun yapan, kanunu uygulayan ve de yargılayan hâkim güç olarak görülmüştür. Egemenliğin kazanılması ise miras yoluyla gerçekleşerek, aynı soydan gelenlerin tahta çıkmasıyla sürekliğini korumuştur (Tunaya, 1980: 391-392).

Ayrıca mutlak monarşi ile meşruti monarşi arasındaki büyük farkı açıklamakta fayda vardır. Zira meşruti monarşi; hükümdar veya kralın, saltanat haklarının bir kısmını sınırlayan ve hükümdarın, çoğunlukla; hükümetin değil de devletin başı olarak görüldüğü, kuvvetler ayrılığına dayalı monarşi türüdür. Bu monarşilerde, en az kral kadar önemlilik arz eden başbakan, bakanlar kurulu, parlamento gibi bağımsız organlar ortaya çıkmış ve hükümdar da dâhil bütün organlar, anayasa ve kanunların verdiği yetkiyi kullanmakta; yetkisi olmayan hiçbir eylemi de gerçekleştirememektedir (Hekimoğlu, 2010: 55; Gözler, 2011: 50; Demir ve Karatepe, 1989: 47). Her ne kadar mutlak monarşiler, antidemokratik uygulamaları ortaya çıkarsa da; günümüz batılı devletlerinde uygulama alanı bulan meşruti monarşilerin demokratik özelliklere sahip olduğu açıkça görülmektedir. Zira temel hak ve hürriyetlerin korunduğu bir demokrasi için, devlet şeklinin cumhuriyet olması pek bir anlam ifade etmemektedir. Bunun altında yatan gerçek ise; cumhuriyet rejimine dayalı birçok ülkenin, Avrupa‟nın meşruti monarşileri kadar demokratik değerlere sahip olmamasıdır (Demir ve Karatepe, 1989: 47). Bugün meşruti monarşiler; parlamenter sisteme sahip İngiltere, Belçika, Danimarka gibi ülkelerde

(21)

varlık göstermektedir. Ayrıca günümüzde, Klasik dönem Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya Çarlığı gibi saf mutlak monarşi yönetimleri olmasa da; Suudi Arabistan, Mısır gibi bazı ülkelerin yönetimleri mutlak monarşiyi andırmaktadır (Gözler, 2011: 66; Hekimoğlu, 2010: 58).

1.2.1.2. Diktatörlük

Latince dikte etmekten ortaya çıkan ve otokrasi ile eş anlamlı olarak görülen diktatörlük; mutlak gücün tek elde toplanması (Heywood, 2007: 539) veya kuvvetler birliği açısından yasama, yürütme ve de yargı erklerinin tek kişi veya bir grubun elinde toplanması olarak ifade edilmektedir (Hekimoğlu, 2010: 78; Gözler, 2011: 66). Çoğu zaman demokratik olmayan ve de geleneksel temele dayanmayan meşru hükümetleri ifade etmek için kullanılan diktatörlük; otoritenin kullanılması noktasında anayasal normları ihlal eden hatta askıya alan olağanüstü yönetimlere sebep olmaktadır (Linz, 2017: 30). Kuşkusuz krallık ve imparatorluk dönemlerinde; hükümdara itaat, tanrıya itaat olarak kabul edilmiş ve mutlak monarşi doğal rejim olarak görülmüştür. Otoriter yönetimlerin temeli de; ekonomik, sosyal veya siyasal sebeplere dayanabilir. Ancak 20. yüzyılda, her şeyi elinde tutan diktatör veya diktatörlük; hürriyetleri reddeden, kişi hak ve özgürlüklerini keyfi bir şekilde kısıtlayan; hürriyetini koruma ödevini kendinde göremeyen, boyun eğmeyi özgürlüğe tercih eden korkak toplumların çağdaş görünümlü mutlakiyetçi yapıları olarak karşımıza çıkmaktadır (Hekimoğlu, 2010: 78; Tunaya, 1980: 392).

Diktatörlük; çok çeşitlilik içerse de totaliter ve otoriter diktatörlük olarak sınıflandırılabilir. Totaliter diktatörlükler; bütüncül bir ideolojiye dayalı, terör uygulayan tek parti iktidarı olarak ifade edilebilir. Komünizm özelliklerini içinde barındıran Stalin Rusya‟sı ile Adolf Hitler‟in Nazi Almanya‟sı totaliter özelliklerin baş gösterdiği rejimlerdir. Bu rejimlerde; plüralizme dayalı yapılar ile devlet içerisindeki iktidar grupları ortadan kaldırılarak sivil toplum oluşumları yasaklanmıştır (Gözler, 2011: 66; Hekimoğlu, 2010: 94-95; Linz, 2017: 35-42).

Otoriter diktatörlükler ise; ideoloji temelinden ziyade belli bir zihniyete dayanan, kısıtlıda olsa plüralizm uygulamalarına başvuran ama siyasal katılımın zayıf kaldığı rejimler olarak açıklanabilir. Bu tarz diktatörlüklere; İspanya‟da Franco

(22)

dönemi, Portekiz‟de Salazar dönemi, Libya‟da Kaddafi dönemi, Irak‟ta Saddam dönemi ve de Afrika ile Güney Amerika‟da ortaya çıkan antidemokratik özelliklere sahip rejimler gösterilebilir (Özbudun, 2016: 4-5; Gözler, 2011: 66; Linz, 2017: 161).

1.2.2. Yasama Organında BirleĢme

Yasama ve yürütme erklerinin yasama organında toplanması, meclis hükümeti sistemi olarak ifade edilmektedir. Jean-Jacques Rousseau‟nun “genel irade” olarak adlandırdığı egemenlik anlayışına dayalı mahut yönetim, yasamanın mutlak üstünlüğüne dayanan halk egemenliğidir. Meclis hükümeti sisteminin de halk egemenliğinin yasama organında tecelli edeceğine vurgu yapan yaklaşımı, “genel irade” ile benzer bir anlayışa sahiptir. Bu açıdan baktığımızda meclis hükümeti sisteminin temelleri, Jean-Jacques Rousseau‟ya dayandırılabilir (Hekimoğlu, 2010: 106; Giritli ve Sarmaşık, 2001: 93).

1.2.2.1. Meclis Hükümeti Sistemi

Anayasa hukuku literatüründe yasama ve yürütme erklerinin, yasama organında toplanması; konvansiyonel sistem veya meclis hükümeti sistemi olarak adlandırılmaktadır. Güçler ayrılığı ilkesini reddeden bu sistemde; düzenli aralıklarla yapılan seçimler sonrası, halk tarafından seçilen temsilcilerin oluşturduğu yasama organı ortaya çıkmaktadır. Yasama organını oluşturan meclis, devletin diğer organları karşısında mutlak bir üstünlüğe sahiptir. Burada yasama organı; kanunları yapan ve yürütme organına uygulatan tek merciidir (Hekimoğlu, 2010: 103).

Devlet egemenliği ile millet iradesinin bölünmez bir bütünü oluşturduğu ilkesine dayanan meclis hükümeti sisteminde; devlet egemenliğinin tecelli ettiği yer, halkın temsilcilerinden oluşan meclistir. Yasama organını oluşturan meclisin, kanun ve kararlarını uygulayacak olan yürütme organı; meclis içerisinden çıkmakta ve meclise karşı sorumluluk taşımaktadır (Demir ve Karatepe, 1989: 86). Bu açıdan bakıldığında meclis hükümeti sisteminde; egemen gücü yasama organı oluşturmakta, diğer erkler ona bağımlı bir şekilde kendilerine hareket alanı bulabilmektedir. Genel olarak meclis hükümeti sistemi şu özelliklere sahiptir:

(23)

Meclis üstünlüğüne dayanan bu sistemde; yasama ve yürütme erkleri, millet adına; egemenliğin tek sahibi olarak görülen mecliste toplanmıştır. Ayrıca içe veya dışa yönelik siyasi kararların alınıp, kanunların yapılıp ve hükümet eliyle uygulanması noktasında, meclisin çalışması süreklilik arz etmektedir. Mahut sistemde bağımsız bir yürütme organı yoktur. Yürütme görevi tek bir kişiye değil, meclis içerisinden teşkil eden bir heyete bırakılmıştır. Yürütme organını oluşturan bu heyet üyeleri ise; bakanlıklar dikkate alınarak tek tek meclis tarafından seçilmekte ve kolektif sorumluluk yerine her bakan, kendi eylem ve işlemlerinden dolayı meclise karşı sorumluluk taşımaktadır. Meclis, yürütmeyi oluşturan bu üyelerin görevlerine her zaman son verebilirken yürütmenin; meclisi feshetme, toplantısına engel olma gibi bir yetkisi bulunmamaktadır. Yürütme tarafından alınan kararlar üzerinde, meclisin; iptal veya değişiklik yapma hakkı da vardır. Ayrıca bütün güçlerin mecliste toplandığı bu sistemde, cumhurbaşkanlığı gibi bir devlet başkanlığı veya başbakanlık makamına yer verilmemiştir. Sembolik bir özellik taşıyan devlet başkanlığı görevi, meclis tarafından seçilen meclis başkanı veya yürütme kurulu başkanı tarafından temsil edilmektedir (Giritli ve Sarmaşık, 2001: 93; Demir ve Karatepe, 1989: 86; Gözler, 2011: 68).

Jean-Jacques Rousseau‟nun “genel irade” anlayışına dayalı yönetim sistemi olarak ifade ettiğimiz meclis hükümeti sisteminin ortaya çıkmasında bazı faktörler etkilidir. Mahut sistem; tarihsel tepkilerin, ulusal buhran ve siyasi geçiş dönemlerinin bir ürünü veya monarşiye dayalı yönetimlerin istibdadından bıkmış olan halkın, hükümdara karşı vermiş olduğu savaşların bir çıktısı olarak da görebilir. Nitekim Fransız Devrimi sonrası 1792-1795 yılları arasında kurulan “konvansiyon meclisi” ve Osmanlı İmparatorluğu‟nun 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Ateşkes Antlaşması‟yla perişan olmasından sonra 23 Nisan 1920‟de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, meclis üstünlüğüne dayalı yeni rejimlerin adını oluşturmuştur (Tunaya, 1980: 393; Demir ve Karatepe, 1989: 87).

Meclis hükümeti sisteminde, meclisin; yargı gücüne doğrudan müdahalede bulunması istisnai durumlarda ortaya çıkmaktadır. Normal olarak bu sistemde yasama ve yürütme ilişkisi üzerinde durulurken, yargı üzerinde pek durulmamaktadır. Yasama organı; yargı sistemi üzerine kanunsal metinlerin

(24)

hazırlanmasını sağlamakta ve yargıçlar bu kanunlar çerçevesinde kararlarını vermektedir. Ancak olağanüstü nitelik taşıyan ihtilal dönemlerinde meclis; düzenli mahkemeleri yetersiz bulup yargı yetkisini üstlenerek, ortaya çıkan yeni sistemin, muhaliflere karşı da koruyuculuğunu üstlenebilmektedir (Özer, 2009: 131).

Meclis hükümeti sistemine göre, demokratik özelliklerin süreklilik gösterdiği en güzel uygulama İsviçre‟de varlık göstermektedir. Bu nedenle mahut sistemin, anlamına uygun bir şekilde daha iyi anlaşılması için İsviçre uygulamasını ele almakta yarar vardır.

İsviçre; 1848 yılına kadar kantonlar arasında gerçekleştirilen anlaşmalara göre konfederasyon özelliğine sahipken, referandum ile kabul edilen anayasa sonrası federasyon niteliğini kazanmıştır. 1874 yılında gerçekleştirilen anayasa değişikliği sonrası federal devletin adı “İsviçre Konfederasyonu” olmuştur. Federasyonu oluşturan her kantonun, federal anayasaya uyum sağlayan birer anayasaları; yasama, yürütme ve yargı organları mevcuttur. Bunlar ise federal anayasaya göre düzen ve tertibe tabidir (Giritli ve Sarmaşık, 2001: 94).

Kantonlardan oluşan İsviçre‟de federal anayasa; yasama üstünlüğüne sahip meclis hükümeti sistemini benimsemiştir. Her ne kadar meclis hükümeti sistemlerinde tek meclis varlık gösterse de İsviçre‟de uygulanan meclis hükümeti sistemi iki meclise dayanmakta ve bunlar; federal meclisi oluşturan, nüfus esasına göre seçilen milli meclis ile her kantonun iki temsilciye sahip olduğu devletler meclisinden oluşmaktadır. İsviçre federal devletinin en yetkili merkezi, yasama organını oluşturan federal meclistir. Bu meclisi ise birbirlerine üstünlüğü olmayan, eşit haklara sahip milli meclis ve devletler meclisi oluşturmaktadır. Mevcut meclisler, çoğu zaman ayrı ayrı bazen de müşterek zamanlarda toplanıp kararlar alabilmekte ve bu kararlar üzerinde halk, denetim gerçekleştirebilmektedir. Bu durum ise sistemin sağlıklı bir şekilde ayakta kalmasına katkı vermektedir. Federal meclis altında yılda dört kez toplantı yapan meclisler her yıl kendilerine yeni bir başkan seçmekte ve ayrıca kanun teklifleri ise iki meclisin çalışması sonrası ortak bir kararla karara bağlanmaktadır (Özer, 2009: 133; Demir ve Karatepe, 1989: 88; Giritli ve Sarmaşık, 2001: 94).

(25)

İsviçre‟de yürütme görevi ise; dört yıllığına seçilen yedi üyeden oluşan federal konsey tarafından yerine getirilmektedir. Bu üyeler, federal meclis içerisinden veya federal meclise seçilme yeterliliğine sahip üyeler arasından, federal meclis tarafından seçilmektedir. Federal konseyi oluşturan yedi üyeden biri ise üst üstte ikinci kez seçilmemek kaydıyla, bir yıllığına federal konsey başkanı olarak seçilmektedir. Mevcut yedi bakanlığa ise federal konseyi oluşturan üyeler ayrı ayrı vekâlet etmektedir. Federal konsey, İsviçre‟de hükümeti oluşturan kurul olsa da kendi başına hareket hakkına sahip değil; federal meclise bağlı ve onun kararlarını yerine getirmekle yükümlüdür. Burada, konsey üyelerinin tekrar aynı göreve gelebilmesi istikrarlı yönetimlere katkı sunmaktadır. Ayrıca İsviçre‟de, parlamenter sistemde olduğu gibi devleti temsil eden cumhurbaşkanlığına benzer bir devlet başkanlığı makamı mevcut değildir. Ancak sembolik özellikler taşıyan devlet başkanlığı görevi, federal konseyi oluşturan diğer üyelerden hiçbir üstünlüğü bulunmayan federal konsey başkanı tarafından üstlenilmektedir (Özer, 2009: 135; Demir ve Karatepe, 1989: 88-89; Arslan, 2015: 304; Giritli ve Sarmaşık, 2001: 95).

Özellikle federal meclisin, kararlarını uygulamaya geçirmekle mükellef bir organ olan Federal konsey; devlet egemenliğini ilgilendiren iç ve dış siyasi gelişmeler karşısında veya kamu düzeninin sağlanması gibi konularda federal meclisten izin almak zorundadır. Yasamanın üstünlüğünün açık bir şekilde benimsendiği İsviçre‟de, yürütmenin eylem ve uygulamaları yasama denetimine tabidir. Yürütmenin almış olduğu kararlar federal meclis tarafından reddedilebilir; böyle bir durum karşısında ise yürütmeyi oluşturan federal konsey, yasamayı oluşturan federal meclisin isteği doğrultusunda karar alarak görevlerini yerine getirmektedir (Demir ve Karatepe, 1989: 89; Giritli ve Sarmaşık, 2001: 95).

İsviçre‟nin anayasal kuruluşlarından olan yargı teşkilatı ise İsviçre Federal Mahkemesi olarak adlandırılmaktadır. Merkezi Lozan‟da bulunan bu mahkeme, federal meclis tarafından altı yıllığına seçilen yüksek dereceli hâkimlerden oluşmaktadır. Yürütmeyi yasamaya karşı sorumlu kılan meclis hükümeti sistemini benimseyen İsviçre‟nin anayasal düzenlemeleri; yargıyı, yasama ve yürütme organından bağımsız bir konuma oturtmuştur. İsviçre Federal Mahkemesi; kantonlar arası uyuşmazlıkları veya kantonlar ile federal devlet arasındaki uyuşmazlıkları

(26)

çözüme kavuşturur. Kişi hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik davaları ve de kamu hukukunu ilgilendiren davalar başta olmak üzere siyasi rejimin işleyişinde de denetleme görevine sahiptir. Ayrıca anayasa değişiklikleri ve federal meclis tarafından çıkarılan bazı yasal düzenlemeler; belli sayıda kantonun veya belli oranı oluşturan halkın isteği doğrultusunda referanduma taşınabilir (Demir ve Karatepe, 1989: 89; Giritli ve Sarmaşık, 2001: 95; Arslan, 2015: 316-319).

İsviçre‟de uygulanan meclis hükümeti sistemi, parlamenter sistemin sahip olduğu demokratik nitelikleri taşımasından ötürü Giovanni Sartori ve Mirkine-Guetzevitch tarafından parlamenter sistemin bir çeşidi olarak görülmüştür (Erdoğan, 2001: 185; Hekimoğlu, 2010: 105). Güçlerin yumuşak bir şekilde ayrıldığı, yasama ile yürütme arasındaki etkileşimin var olduğu parlamenter sistem içerisinde yasama organını oluşturan meclis; halk tarafından seçilmekte ve meclis içerisinden de yürütmenin bir kanadını oluşturan bakanlar kurulu çıkmaktadır. Bu açıdan bakıldığında meclis hükümeti sisteminde, meclisin seçtiği yürütme konseyi; parlamenter sistemin içerisinden çıkan bakanlar kuruluna benzetilebilir. Fakat kanaatimizce, meclis hükümeti ile parlamenter sistem arasında benzerliklerin olmasından ziyade uygulama benzerliklerinin olması daha mühim bir özelliktir. Uygulamada ise iki sistemin; birbirinden, birçok yönüyle farklılık taşıdığı aşikârdır.

Genel olarak İsviçre uygulamasını bir kenara bıraktığımızda, antidemokratik bir sistem olarak yer verdiğimiz meclis hükümeti sistemi; kuvvetlerin bölünemez bir niteliğe sahip olması ve güçlerin belli bir merkezde yani halk egemenliğinin yegâne tecelli bulduğu yer olan yasamada toplanmasına dayanan bir sistemdir. Mahut sistem genel olarak siyasi geçişlerin veya olağanüstü siyasi koşulların etkisi sonrası farklı noktalarda birbirlerinden farklı şekilde ortaya çıkmış (Özer, 2009: 127-128) ve üç beş sene sonrasında gücün; meclis hegemonyasına dönüşmesine hatta diktatör uygulamaların baş göstermesine sebep olmuştur. Buna bir istisna olarak gösterdiğimiz İsviçre Konfederasyonu‟na, çalışmada yer vererek meclis hükümeti sisteminin daha iyi anlaşılmasına katkı sağladık. Bu manada meclis hükümeti sisteminin; doğrudan demokrasi uygulamalarını içinde barındıran, demokratik ilke ve değerleri, kişi hak ve hürriyetlerini koruyan; süreklilik gösterir bir şekilde en iyi uygulandığı ülke İsviçre‟dir.

(27)

1.3. Kuvvetler Ayrılığına Dayalı Hükümet Sistemleri

Kuvvetler ayrılığı, modern devlet sistemleri için vazgeçilmez bir unsurdur. Özellikle antidemokratik bir sistem olan kuvvetler birliğinin sakıncalı yönleri, düşünürlerin çalışmalarını; demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan kuvvetler ayrılığı üzerinde yoğunlaştırmasına sebep olmuştur.

Devlet fonksiyonlarının yasama, yürütme ve yargı organları arasında ayrılmasını ortaya atan ilk düşünür, siyaset biliminin kurucusu olarak da gösterilen Antik Yunan filozofu Aristo‟dur. Ona göre devletten söz edilmesi için yasama yürütme ve yargı arasındaki ilişkilerin iyi bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir (Giritli ve Sarmaşık, 2001: 90).

Aristo, en ılımlı hükümetin ise kuvvetlerin ayrı organlara verilmesiyle ortaya çıkacağını ifade etmiştir (Özer, 2009: 125). Bu noktada “iktidar kime aittir.” sorusunu yöneltirken de, yönetimde yer alanların sayısına göre bir tanımlama yapmıştır. Ona göre iktidarın; tek kişi de toplanması “monarşi”, birden fazla kişinin elinde toplanması “aristokrasi” ve son olarak da tüm yurttaşların elinde toplanması “polity” olarak adlandırılmıştır. Siyasal rejimlerin yozlaşma sonrası bozulacağını öne süren Aristo, bu bozulma sonrasında da monarşinin yerini “tirani” (istibdat), aristokrasinin yerini “oligarşi”, polity‟nin yerini ise “demokrasi”nin alacağını belirtmiştir (Heywood, 2007: 35).

Güçler ayrılığı prensibinin modern-liberal zamanlarda ise gelişimini sağlayan önde gelen düşünürler; John Locke ve Montesquieu olarak kabul edilmektedir (Hekimoğlu, 2009: 8). Sözü edilen düşünürler yaşadıkları dönemde, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması noktasında; İngiliz devlet yönetimini ele alarak kuvvetler ayrılığının gerekliliği üzerinde çalışmalar yapmıştır (Demir ve Karatepe, 1989: 85). Günümüzdeki güçler ayrılığı ilkesinin şekillenmesinde de John Locke ile Montesquieu‟nun düşünceleri hala önemini korumaktadır.

John Locke, modern anayasacılık açısından kişi hak ve hürriyetlerinin savunulmasını ilk defa dile getiren İngiliz düşünürdür (Erdoğan, 2001: 168). Ona göre devlet yönetiminin; yasama, yürütme ve konfederatif iktidar ya da yetkiler

(28)

olarak isimlendirilen üç kuvveti vardır. Yasama ve yürütmeyi elinde tutan monarşi kurumuna karşı çıkan John Locke göre; kuvvetlerin kötüye kullanılmasının önüne geçilmesi için yasama ve yürütmenin ayrı organlar tarafından ifa edilmesi gerekli görülür. Yasamanın oluşturduğu genel kural ve kaidelerin, yasama tarafından yürütülmesi; yönetenlerin bu düzenlemeleri kendilerine uygulamaktan çekinmesine ve sistemin kötüye kullanılmasına sebep olacağı için, bu düzenlemelerin yürütme eliyle uygulanmasını savunmuştur (Giritli ve Sarmaşık, 2001: 90-91). J. Locke göre halkın taleplerini göz önünde tutarak genel yasaları yapan yasama; yürütmeden üstündür ve bu nedenle yürütme yasamaya bağımlılık göstermektedir. Burada yürütme; yasamanın ortaya koyduğu kaideleri yerine getirirken, kendisine ait bir serbestlik alanını da içerisinde barındırmaktadır. John Locke‟nin belirttiği üçüncü kuvvet ise; dış ilişkilerin yürütülmesine, devletlerarası antlaşmalara, savaşa ve barışa karar verilmesine yarayan konfederatif güçtür. Her ne kadar bu güç de tıpkı yürütme gibi yasama kuvvetinin gözetiminde olsa da yürütme ile uyum içerisinde olması gereklilik taşır. Kuvvetler ayrılığı açısından önem arz eden yargı erki de; John Locke‟nin düşüncesine göre yasamaya bağımlı olarak yürütülmektedir (Erdoğan, 2001: 169; Arslan, 2015: 23).

John Locke‟nin, erkler arasında yasamayı ön planda tutması; kuşkusuz halkın rızasını yönetime yansıtmak, yönetenlerin keyfi uygulamalarda bulunmasının ve de kişi hürriyetlerine zarar vermesinin önüne geçmek gayesi gütse de kuvvetler ayrılığı noktasında yasamanın; diğer erklere, kendisine bağımlı bir hareket alanı sunması kuvvetler ayrılığına aykırılık teşkil eder.

John Locke‟nin kuvvetler ayrılığı üzerine düşünceleri, Montesquieu tarafından geliştirilmeye devam edilerek kuvvetler ayrılığı kavramı zaman içerisinde; ilk ayrımı yapan John Locke yerine Montesquieu ile anılır olmuştur (Hekimoğlu, 2009: 14). Montesquieu, Locke‟den farklı olarak yasama ve yürütmenin yanına konfederatif güç yerine; bir üçüncü güç olarak yargıyı oturtmuştur. Ona göre devletin; yasaları yapan, üzerinde değişikliğe giden gücüne yasama; yasaların uygulanmasını sağlayan, savaşa ve barışa karar verip güvenliği temin eden, elçiler gönderip dış ilişkilere şekil veren gücüne yürütme; bireylerarası uyuşmazlıkları ortadan kaldıran ve suçluları cezalandırma yetkisini elinde tutan gücüne yargı denilmektedir (Giritli ve Sarmaşık,

(29)

2001: 91). Montesquieu‟ya göre bireysel özgürlüklerin korunması ve de yurttaşın kendisini güven içerisinde hissetmesi için üç kuvvetinde farklı organlar eliyle yürütülmesi ve birbirlerini frenlemesi ve de dengede tutması gerekmektedir (Hekimoğlu, 2009: 15-16; Arslan, 2015: 24).

Montesquieu, iktidarın kullanılması noktasında bir kişinin hükmetmesini monarşi; tüm halkın hükmetmesini cumhuriyet; bir üçüncüsünü ise monarşinin yozlaşmasıyla istibdadın ve zulmün baş gösterdiği despotluk olarak adlandırmıştır. Yöneten kişi ne kadar melek ruhlu olursa olsun, monarşiye dayalı yönetimlerde hükümdarın; kanunlara göre değil de keyfi uygulamalarla “dilediğim kanundur” anlayışı sonrası kural tanımayan bir despotluk ortaya çıkmaktadır. İngiliz devlet sistemini inceleyen Montesquieu, orada despotizmin olmadığını; çünkü istibdadın baş gösterdiği, insanın tabiatına hakaret niteliği taşıyan keyfi uygulamaların olmadığını gözlemlemiştir (Tunaya, 1980: 389).

Genel olarak Montesquieu‟nun çizmiş olduğu kuvvetler ayrılığı teorisi, güçlerin farklı organlar tarafından kullanılmasını ve de birbirlerinin alanlarına müdahalede bulunmamalarını ifade etmektedir. Burada güçler ayrılığı doğrultusunda yasama, görevini yerine getirirken yürütmenin işine karışmamalı; aynı durum yürütme ve yargı organı içinde geçerlilik taşımaktadır. Aksi halde güçlerin yasama ve yürütmede birleşmesi zorbalığın, yürütme ve yargıda birleşmesi baskıcı hâkimlerin ortaya çıkmasına sebep olurken, kişi hürriyeti de güvensiz bir zemine çekilmiş olur (Erdoğan, 2001: 170).

Kuvvetler ayrılığı teorisinin yaklaşık üç asırlık uygulaması incelendiğinde, yaşanan değişim açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Teorinin kurucuları tarafından, siyasi bir amaçla geliştirilen kuvvetler ayrılığında; devletin, keyfi iktidarının önüne geçilerek kişi hürriyetlerinin güvence altına alınması amaçlanmıştır. Fakat zaman içerisinde kuvvetler ayrılığı teorisi, hükümet sistemlerinin tasnifi şeklinde algılanmış ve devletin üstlenmiş olduğu görevlerin; yasama, yürütme ve yargı gücü tarafından yerine getirilmesi şeklinde somutlaştırılmıştır. Bu da ortaya koymaktadır ki günümüzde kuvvetler ayrılığından anlaşılan; teorinin özgün halinden oldukça farklıdır (Erdoğan, 2001: 171). Modern demokrasinin günümüzde yaşadığı bu durum

(30)

karşısında Hayek; kuvvetler ayrılığının özgün haline dikkat çekerek, onun siyasi bir ideal olarak tekrar yaşatılmasının gerekliliğine vurguda bulunmuştur. Bugün, yasama organı genel kuralları ortaya çıkarmalı ve yürütme organı ise ortaya çıkan genel kurallar çerçevesinde yürütmeyi sağlamalıdır. Ancak gelinen bu noktada özellikle parlamenter rejimde, yasama ve yürütme erkleri karmaşık bir yapıya bürünerek birbirlerini etkisi altına almakta ve kuvvetler ayrılığı ilkesinden çok farklı bir görünüm sergilemektedir (Erdoğan, 2001: 171).

Günümüz anayasal demokrasilerinde, her ne kadar kuvvetler ayrılığı teorisi farklı algılanmış olsa da devlet yönetimindeki etkisi gün geçtikçe artmaktadır. Kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanan hükümet sistemlerinin açıklanmasında; güçlerin yumuşak bir şekilde ayrıldığı “parlamenter hükümet sistemi”, güçlerin sert bir şekilde ayrıldığı “başkanlık hükümet sistemi” ve “yarı başkanlık hükümet sistemi” önem arz etmektedir.

1.3.1. YumuĢak Kuvvetler Ayrılığı

Kuvvetler ayrılığı ilkesi çerçevesinde yamasa ve yürütme kuvvetlerinin yumuşak bir şekilde ayrıldığı sisteme parlamenter hükümet sistemi veya parlamenter rejim denilmektedir (Gözler, 2011: 76).

1.3.1.1. Parlamenter Hükümet Sistemi

Latince kökenli bir kelime olan parlamento; Türkçede, meclis ve divan anlamlarına gelmekte ve genellikle bir karara varmak için görüşme yapılan kurul anlamlarını taşımaktadır. Hukuk ve siyasi bilimlerde ise, halkın temsil edilmesi için halk tarafından seçilmiş üyelerin yer aldığı, kanun yapan ve devletle ilgili önemli kararların alındığı siyasi kurul olarak ifade edilmektedir (Demir ve Karatepe, 1989: 97). Kuvvetler birliği veya kuvvetler ayrılığı anlayışını benimsemiş ülkelerde, belli şekillerde parlamento vb. kurulların var olduğu görülmektedir. Gerek meclis hükümetini gerekse başkanlık sistemini veya parlamenter sistemi veyahut da yarı başkanlık sistemini benimseyen ülkeler de var olan bu parlamentolar, farklı özellikleri bulanan ve de farklı işlevleri yerine getiren kurullardır (Gözübüyük, 2004: 31).

(31)

Parlamenter hükümet sistemi; temsili demokrasilerin hâkim olduğu ülkelerde, yasama ve yürütme erklerinin birbirinden yumuşak bir şekilde ayrıldığı sistemdir. Bu sistemde halkın seçtiği parlamentoya yasama görevi; yürütme görevi ise, yasama içerisinden çıkan ve yasamaya karşı sorumluluk taşıyan bakanlar kuruluna ve de devlet başkanı sıfatıyla krala ya da meclis tarafından seçilen cumhurbaşkanına bırakılmıştır (Gözler, 2010: 587; Giritli ve Sarmaşık, 2001: 97; Hekimoğlu, 2009: 116). Bu sistemde güçler birbirlerinden bağımsız olsa da, aralarında sert ayrım yerine esnek bir ayrım benimsenmiş ve bununla da kuvvetler arasında denge ve eşitliğin sağlanması hedeflenerek çok önemli konularda uyum ve işbirliğine dayanan bir yapı ortaya çıkarılmıştır (Erdoğan, 2001: 179; Tunaya, 1980: 397).

Parlamenter sistemin gelişim seyrine baktığımızda; sistem, uzun bir gelişim süreci sonrası İngiltere‟nin toplumsal koşullarının da etkisiyle, 18. yüzyılda parlamenter rejim veya parlamentarizm olarak ortaya çıkmış ve 19. yüzyılda ise diğer batı ülkelerinde kurumsallaşma göstermiştir. Aslında Batı ülkelerinde temsili demokrasinin gelişimi neticesinde halkın seçmiş olduğu parlamentolar karşısında monarşiler güç kaybetmiş; monarşiyi temsil eden kurum ile parlamentonun uyum arayışı da parlamenter sistemi ortaya çıkarmıştır (Tunaya, 1980: 397; Demir ve Karatepe, 1989: 97).

Her ne kadar parlamenter sistemin gelişimi, farklı ülkelerde farklı seyirler izlemiş olsa da parlamenter sistem; ortaya çıkışı itibariyle liberal ve seçkinci özellikler taşır. Bu ise mutlak krallıkların ortadan kalkması ve siyasi özgürlüklerin gelişimi ile temel hak ve özgürlüklerin korunması açısından liberal özelliğe; ilk dönemki parlamentolarda temsil yetkisini taşımak için belli bir servete sahip olmak yönüyle, seçkinci özelliğe işarettir. Mahut sistemin ortaya çıkmasında bir diğer unsur ise; krala ait yasama yetkisinin halk tarafından seçilen parlamentoya devredilmesiyle yasama ve yürütme erklerinin ayrılmasıdır. Bu noktada kuvvetler ayrılığı prensibi benimsenmiş olsa da erkler arasında, hukuki eşitliğe dayalı ve etkileşime açık yumuşak bir ayrım gerçekleşerek, kuvvetlerin aralarında işbirliğine gidilmiş ve güçlerin kaynaşması sağlanmıştır (Hekimoğlu, 2009: 108-110; Demir ve Karatepe, 1989: 97).

(32)

Parlamenter sistemin sahip olduğu özellikler ise şunlardan oluşmaktadır:

Parlamenter sistemde yürütme iki başlı bir yapıya sahiptir. Yürütmeyi, devlet başkanı ve bakanlar kurulu oluşturmaktadır. Devlet başkanı; genellikle yasama organı tarafından seçilir ve görevi dışındaki suçları karşısında cezai sorumluluk taşısa da, görevi ile ilgili konularda yalnızca vatana ihanet suçlamasıyla cezai sorumluluğa tabidir. Parlamentoyla, siyasi sorumluluğu bulunmayan devlet başkanı arasında uyuşmazlık yaşanmadığı için devlet başkanı; yetkilerini, sorumluluk taşıyan başbakan ve bakanlarla ortak kullanmaktadır. Ayrıca bakanlar kurulu ve parlamento arasında ortaya çıkan uyuşmazlıklar karşısında da hakemlik görevi üstlenmektedir. Yürütmenin ikinci kanadını teşkil eden bakanlar kurulu ise; genel siyaset üzerine uyguladığı politikalardan parlamentoya karşı sorumluluk taşımaktadır. Devlet başkanı tarafından, güçlü ve istikrarlı hükümet için güven oyununun sağlanması da göz önünde bulundurularak, meclis çoğunluğunu elinde tutan siyasi partinin lideri başbakan olarak atanır ve başbakanın belirlemiş olduğu kabine üyeleri, devlet başkanı tarafından onaylanır. Parlamenter sistemde; kabine içerisinde başbakan, eşitler arasında birinci olarak görülse de genel olarak kabine hiyerarşisinin tepesinde oturmakta ve diğer bakanlar karşısında üstünlük sahibidir (Gözler, 2010: 589-591; Giritli ve Sarmaşık, 2001: 97).

Parlamenter sistemde yasama ile yürütme arasında etkileşime dayalı yumuşak bir güçler ayrılığı görülmektedir. Bu da yasama ve yürütme arasında işbirliğini geliştiren, birbirlerinin görev alanına etki edebilen, birbirleri üzerinde güç kurup, dengeyi; hukuki eşitlik çerçevesinde sağlamalarına katkı yapmaktadır. Klasik parlamenter sistem içerisinde, tek veya çift meclis yer almakta ve temel görevi yasa yapmak olan meclislerin, hükümet üzerinde denetim yapmak ve çalışmalardan bilgi sahibi olmak için; soru, gensoru, meclis soruşturması, meclis araştırması ve genel görüşme yollarına başvurduğu görülmektedir. Yine yapılan kanunları uygulayan hükümet kanadı da kanunları yapan yasama kanadının faaliyet alanlarına tesir edebilmektedir. Bu noktada hükümet; bütçeyi, uluslararası antlaşmaları hazırlayıp meclise sunar, kanun önerisinde bulunur veya belirli şartlar altında kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisine sahip olmaktadır (Gözler, 2010: 596; Giritli ve Sarmaşık, 2001: 98; Tunaya, 1980: 401).

(33)

Parlamenter sistemde yasamayı oluşturan parlamento, yürütme işlemlerini gerçekleştiremese de iyi bir denetleyici konumdadır. Bu sistemde bakanlar kurulu üyeleri; gerçekleştirdiği uygulamalar karşısında parlamentoya karşı sorumluluk taşıdığı gibi hükümetin yanlış politika ve uygulamaları karşısında da meclise karşı kolektif sorumluluk taşımaktadır. Parlamentoya karşı sorumluluk taşıyan hükümet; siyasal sorumluluk kapsamında parlamentonun güvenini taşıdığı süre zarfında görevde kalmaktadır. Parlamentonun, güvensizlik oyu ile hükümeti düşürdüğü durumlarda hükümet görevden çekilmektedir. Benzer durum olarak; hükümet üyeleri meclis çalışmalarına katılmakta ve gelişmelere göre yasama organını oluşturan parlamentoyu feshetme yetkisine sahiptir. Parlamenter sistemde; yürütmeye verilen fesih hakkı, yasama ve yürütme arasında dengenin sağlanması açısından demokratik nitelik taşıyan bir frenleme unsurudur. Zira siyasi istikrarın sağlanması açısından ve de hükümetin kendini güven içerisinde hissetmesi noktasında bu unsur bir gereklilik arz etmektedir (Gözler, 2010: 593-594; Özer, 2009: 141; Giritli ve Sarmaşık, 2001: 98; Tunaya, 1980: 402).

Parlamenter sistemin düalist (ikici) ve monist (tekçi) özelliği taşıyan uygulamaları vardır. Dualist parlamenter sistem; mutlak monarşiden sınırlı monarşiye geçiş esnasında 18. yüzyıl İngiltere‟sinde uygulanmıştır. Özü itibariyle bu sistemde hükümet iki başlı ve bir tarafta devlet başkanı; sorumsuz kanadı temsil etse de, devlet işlerinde en az kabine kadar etkin konumda yer almaktadır. Yürütmenin diğer tarafındaki bakanlar kurulu ise hem yasamaya hem de devlet başkanına karşı sorumluluk taşımaktadır. Bakanlar kurulunu; parlamento, güvensizlikle düşürebildiği gibi, kurul; kral tarafından da görevden alınabilmektedir. Bu sistem parlamenter demokraside istikrarsızlıklara sebep olması sebebiyle eleştirilere tabi tutulmuştur (Özer, 2009: 137; Gözler, 2010: 603-604). Monist parlamenter sistem ise; dualist yaklaşımın ortadan kalkmasıyla birlikte 18. yüzyıl İngiltere‟sinde uygulanmaya başlanmış sistemdir. Günümüz parlamenter sistemlerinde farklılıklar mevcut olsa da monist yaklaşım hâkim konumdadır. Bu sistemde, yürütmenin bir tarafında yer alan devlet başkanı; sorumsuz kanadı oluşturmaya devam etse de yürütmede pasif konumdadır. Veraset şekliyle ya da halkın seçtiği yasama organı tarafından seçilen cumhurbaşkanının devlet idaresinde sembolik görevler dışında bir görevi

(34)

olmamaktadır. Demokratik teamüllere daha yatkın olan bu sistem içerisinde yürütme, tek başlı olmakta ve bunu da siyasi sorumluluk taşıyan bakanlar kurulu ve başbakan aktif olarak yerine getirmektedir (Gözler, 2010: 604-605; Tunaya, 1980: 406).

Başbakanlık veya kabine üstünlüğünü öne çıkaran çoğunluğa dayalı İngiliz parlamenter sistemi istikrarlı ve güçlü hükümetleri ortaya çıkarmış olsa da günümüzde, parlamenter sistemle yönetilen birçok ülkede güçsüz hükümetlerin ortaya çıktığını görmekteyiz. Bu noktada; parlamentoda çoğunluğa dayanmayan, istikrardan uzak, kırılgan bir yapıya sahip hükümetlerin, olumlulaşarak varlığını sürdürmesi için “rasyonelleştirilmiş parlamentarizm” yaklaşımı önem kazanmıştır. Bu sistemde, güçlü ve istikrarlı hükümetlerin hayata geçmesi için; hükümetlerin kurulmasına kolaylık, düşürülmesine ise sınırlamalar getirilmiştir. Nitekim Türkiye‟de; çoğunluğu elde edemeyen siyasi partilerin, koalisyon formülüyle istikrarsız hükümetler kurması, 1982 Anayasasının rasyonelleştirilmiş parlamentarizmin unsurlarını taşımasına sebep olmuştur (Gözler, 2010: 621-622).

Günümüzde parlamenter sistem; başta İngiltere olmak üzere Almanya, İtalya, İspanya, Belçika, Hollanda, İsveç, Norveç, Yunanistan, Danimarka gibi birçok ülkenin yönetim sistemini oluşturmaktadır (Gözler, 2011: 77). Türkiye‟de de uzun yıllar varlık gösteren parlamenter sistem uygulamasının ortaya çıkardığı olumlu veya olumsuz yönlere, çalışmanın ilerleyen bölümlerinde yer verilecek fakat burada; parlamenter rejimin, ilk kez ortaya çıktığı ve en iyi uygulamasının görüldüğü İngiltere uygulamasının açıklanması önemlilik arz etmektedir.

İngiliz siyasal sistemi; önceden kurgulanmış belli teorik temeller üzerinde işleyen bir siyasal sistem yerine, tarihsel süreç içerisinde olayların akışına göre şekillenmiştir (Gözler, 2010: 597). Bu açıdan bakıldığında İngiliz Anayasasının temelleri 1215 yılında baronlar tarafından Kral Yurtsuz John‟a imzalattırılan siyasi belge niteliğine sahip büyük ferman anlamına gelen Magna Carta‟ya dayandırılmaktadır. Bu gelişme ise parlamenter sistemin başlangıcı olarak görülmektedir. Magna Carta‟dan sonra çıkarılan fermanlar veya kanunsal metinler ve devletin işleyişini düzenleyen kural ve kaidelerin bütünü, anayasayı oluşturmaktadır. Tamamen doğal bir seyir halinde ortaya çıkan, değişen ve ne zaman ortaya çıkıp ne

Referanslar

Benzer Belgeler

BTYPK’nın görev ve yetkileri arasında bölgesel ve küresel rekabette mukayeseli üstünlük kazandıracak alanları tespit edip bu alanlara yönelik tavsiyelerde

Süpersonik füze programları, son yıl- larda Mach 5’in üzerinde hıza sahip olan ve hipersonik olarak bilinen programların geliştirilmesi için basamak taşları olarak

Yönetim hukukunun iki temel yönlendirici ilkesi olan merkezden ve yerinden yönetim esasının (Madde 123/2) ikincisinin simgesi olan yerel yönetimlerin CHS içerisindeki konumu öte

Bu değişiklikler demokratik başkanlık sis- temlerine görülen sert kuvvetler ayrılığını yürütme lehine arttıran değişiklikler olsa da, yürütme erkinin yasama

Key words: amyloid- peptide (A); Smac; cerebral endothelial cells; AP-1; BH3-only family; XIAP; cell death;

MKE'in mizaç ve karakter boyutlarýnýn; Yenilik Arayýþý (YA), Zarardan Kaçýnma (ZK), Ödül Baðýmlýlýðý (ÖB), Sebat Etme (SE), Kendini Yönetme (KY), Ýþ Birliði Yapma

Seçim sistemine ilişkin ikinci önerimiz daraltılmış bölgeli nispî temsil seçim sistemidir. Burada yapılması gereken halen yürürlükte olan d’Hondt sistemi- nin revize

Ayrıca, beledi- yelerde gerçekleştirilen kayyımlık uygulaması bitirilmiştir (Turan, 2018, s. Yeni yönetim sisteminin yerel yönetimleri ilgilendiren değişiklikler