• Sonuç bulunamadı

Yurd dışında 9:Flamandiya tablosu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yurd dışında 9:Flamandiya tablosu"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

URİVET '

T E

• •

iY u r d d ış ın d a

9

: 9

İ

*

Flâmandiya tablosu

Yazan:

FAZIL AHMED AYK AÇ

Bugünkü Avrupayı eski Flâmandiya tablolarına benzetenler hiç yanılmıyorlar. Çünkü görünen manzara o. H atta ondan da beter...

Eski Flâmandiya tabloları... Malûm ya bunların üzerinde bir taraftan birbirile boğuşan insan yığınları görülürdü, öbür tarafında da neşe ve kahkaha orta­ sında oynayıp zıplıyan adamlar. Tenha bir köşede birbirine ebediyet yeminleri e- den âşıklar seçerdiniz. Daha sonra açlık­ tan ölen biçarelerle çok yemekten hipo­ potama dönmüş duygusuz sefihlere Taşla­ nırdı ve nihayet karanlık matem yaprak­ larına benzer karga alayları ve güvercin­ ler gibi ümid kuşları..

Unutmuyorum; geçen yılın siyasî man­ zarasını tesbite çalışan pek değerli bir ka­ lem -M. Leopold Boissier- şöyle demiş­ ti:

«İçinde ekonomik ve İçtimaî ihtiras­ ların hergün artan bir şiddetle çarpışmak­ tan başka birşey yapmadığı bir âlemde hangi küllî mefhumun lâkırdısı edilebi - lir? Bir yerde ki adi rekabet ve didişme dışında birşeye raslanmaz; orada mücer- red ve nazarî prensiplerin sözü olur mu?»

Evet doğru... Fakat...

Biliyorum; bu fakat küçük politikacı ve büyük dalavereci nev’inden nekadar ruh varsa hepsini güldürecektir. Ancak Yahya Kemalin:

«İnsanlar anlaşıldı, cihanın da sırrı yok»

Demesine rağmen insanlarda bir türlü anlaşılamıyan bir ideal cevheri kaynadı­ ğına şüphe etmiyorum. V e o ideal cevhe­ ri veya rüzgârıdır ki fikirlerimiz nekadar yılgın da olsa gönüllerimizi umulmadık cömerd hülyaların enginlerine sürüyor. Bu, dün böyle idi. inanın ki yarın, öbür- gün de böyle olacak! V e kâinat her de­ virde bin türlü yalanın, şenaatin kanları içinde zaten yuvarlanmıştır. Fakat ideal gene her asırda kâh batarak, kâh çıkarak insanlığı yeni kıyılara götürmek sevdasın­ dan vazgeçemedi. Eminim ki herşeye rağmen vazgeçemiyecek. Daimî kötü gö- rürhik yalnız bir kafa sakatlığı değil, ayni zamanda bir ruh romatizması ve ira­ de yatalaklığı demektir.

O halde?... O halde bugünün sar’alı dünyasına bakıp düşünmek, söylemek ve yazmak boş olsa bile yarın da mutlaka öyle olacaktır, denemez.

A vrupada şimdi ne görülüyor? Bence bütün maddî buhranları büsbütün coştu­ ran bir manevî yıkım ve ahlâkî inkıraz!

Evet, kötü görürlük, çok uzarsa bir gönül körlüğü gösterir. Lâkin hain haki­ katin karşısında yalancı ve ebleh bir nik­ binlik mümkün olabilir mi? Elbette ha - yır! A ncak bizim davamız asla böyle bir şey değildir. Demek istediğimiz şudur ki kafa bunaltıcı ve gönül bulandırıcı bir vaziyet var; fakat bunu eşelemekten yıl­ mamalı. -Yılmamalı ki mahiyeti mümkün­ se iyi aydınlansın -ve gene mümkünse- bu aydınlık yarın için bir ışık olsun.

Umumî Savaştan evvelki Avrupanm siyasî tılsımı şuydu: Muvazene politikası. Cihanın başlıca iri devletleri, siyaset cam­ bazlığını, kuvvetleri denk tutma oyunun­ da bulmuşlardı diyebiliriz. Dünya yıkı­ mı, medeniyet zelzelesi ve yahud akıl kı­ rımı filân gibi adlarla pek iyi anabileceği­ miz Umumî H arb bu sistemi devirdi. Y e­ rine ilk kurduğu yeni iedal malûm: M il­ letler Cemiyeti ve müşterek emniyet.. L â­ kin... Filozoflara, mütefekkirlere daima bıyık altından gülen bazı siyaset adamla­ rı, çok defa filozoflarla düşünce ustala - rının göstermeğe çalıştığı bir kuyu içine düşerler: Bugünü kurtarıyorum vehmile yarını tehlikeye koymak.. Ekseriyetle kendileri günlük endişeler içinde dikkat­ leri de, faaliyetleri de hapsolmuş kafalar­ dır. Onun için göz boyamak, muvaffak görünmek, selden kütük kapmak gibi bodur menfaatler uğruna geleceğin huzu­ runu kaçıracak hareketlerden kaçınamaz- lar. Ve pek tuhaftır, davaları tam akıl ve mantıkla hareket olduğu halde, yaptıklar: şey çok kere hırslarına, hiddetlerine uşak­ lık etmekten ibarettir.. Bütün bu sözleri söylerken 1918 yılı galiblerinin ruhiyeîini -hiç iftira etmeksizin- sadakatle anlattığı­ mı sanıyorum. Zaten o psikoloji üzerine hergün çıkan vesikalar, artık en salâhiyetli kimselerin de işi böyle görmeğe başladı­ ğını âleme ilân edip durmuyor mu?

«Cemiyeti Akvam» ve müşterek emni­ yet fikri... Hemen itiraf edeyim; eğer bu cömerd ideal gerçekten beşer iyiliğini di­ leyen nazariye ve fikir adamlarının dü­ şündüğü gibi tatbik edilseydi, insanlıkta bugün raslıyarak bedbaht olduğumuz manzaraya benzemez bir sahne vücud bu­ labilirdi. Fakat ne yazık; ne yazık ki en büyük ülkü sancağının gölgesine çok ke­ re bir nice kaşkarikocu koşarak vaziyeti sömürmeğe çalıştığı gibi, en necib İçtimaî gayelerin üzerine de milyonlarca küçük ve entrikacı ruh, veya mikrobları halinde

üşer. V e çabucak büyük ideali kendi kü­ çük ruhunun çapında istismar etmeğe baş­ lar. Bundan çıkan netice çok defa insanlı­ ğın, gerçekten muhtaç olduğu bir ilâcdan ümid kesmesi ve yeni- halâs çaresi bulaca­ ğım diye tekrar bir takım eski vasıtalara başvurmasıdır. 1918 galiblerinin şefli­ ğini ele alanlar da kafalarını böyle bir ta­ kım virüslerden «dezenfekte» edemedi­ ler. V e düşüncelerinin ufuneti, vücude ge­ tirilen müessesenin bekâretine kadar her­ şeye bulaştı.. Yukarıda bahsettiğim mu­ vazene politikası başlıca bir prensipe da­ yanıyordu: Birkaç devlet birleşerek, kar­ şısındaki kümenin kuvvetile «teadül» ede­ cek bir kudret manzumesi yaratırsa iki taraf birbirine hücumdan çekinir. Çünkü her ikisi için de kat’î zafer meçhul bulun­ masına rağmen büyük zararlara uğramak muhakkaktır. Siyasî tarihin (mukaddes ittifak) dediği anlaşma vaktile bir nevi mahdud (M illetler Cemiyeti) teşkil ede­ rek sonunda bunun yıkıldığını görmüştü. Umumî Savaşta da muvazene politikası - nın başı dönmüş bir cambaz gibi ipten düşüp parçalandığına şahid olduk. « T a ­ rih tekerrürden ibarettir» sözünü bilirsiniz. Birçok defa hayli hakikat gösteren bu söz, kendine bir delil de 1918 de buldu.

Evet, Milletler Cemiyeti fikrini selâm­ ladılar. Ancak politikacı ruhunu ve dala­ vereci diplomat zihniyetini insanlığın ka­ fasından sökmek kabil olamadı. Bugünün dünyası, işte o sarkomlu ruhun belâsını çekiyor.. Görüyoruz ki müşterek emniyet fikri, artık en küçük bir muvaffakiyet temininden âcizdir. Milletler Cemiyetine gelince; o müessese de herkesin her türlü hücumuna hedef oluyor. Niçin? Nasıl?

Bu sorguya cevab vermek için biraz dünü hatırlamak lâzımdır. U zak geçmiş­ ten ve milletler arasında umymî bir an­ laşma idealinin tarihinden bahsetmiye - ceğim.. Yalnız şunu bilelim ki Umumî Savaştan sonra Vilson’un, şimdi tebes - sümle karşılanan teklifi, iki proje ile kar­ şılaşmıştı; biri Fransızların, öteki İngiliz- lerin olmak üzere.. Fransızlar, Milletler Cemiyetinin icabında kuvvete dahi mü­ racaat etmek suretile yeni kurulan dünya düzenine bekçilik etmesini istiyorlardı ve diyorlardı ki; yapılan muahedelerin, çi - zılen hududların hiç bir noktası artık de­ ğişmemelidir. Çünkü bütün menfaatleri bunda idi. V e bunu isterken her türlü taz­ yik altında ezilecek milyonlar ve mil - yonlarla insanın ilelebed medenî esir vazi­ yetine tahammül etmesi imkânsız olduğu­ nu düşünmüyorlardı. Ağızlarından çıkan yüz kelimenin doksan dokuzu «Zafer! Z afer! Gene zafer!» teranesi idi. İngiliz- ler dediler ki hayır; Milletler Cemiyeti uluslar arasında muslihane çalışan bir an­ laşma ve barışma aleti olmalıdır. Cebir ve tazyik silâhlarile harbin karşısına çık­ mak istiyen bir sulh kavgacısı değil!.. Bu­ günkü Milletler Cemiyeti nizamnamesi böyle bir ana babanın çift verasetini taşı­ yan bir yavrudur ve hukuk bakımından da değerli bir vesikadır.. Onu şu saatte manevra kabiliyetinden mahrum battal bir salapurya haline koyan amil, inanınız ki nizamnamedeki maddelerden ziyade o maddeleri tatbik etmekte olan ruhtur. Gene şu saatte dünya üzerinde gerçekten bir umumî barış havası teessüs edemiyorsa bunun en hakikî sebebini, şu veya bu te­ şekkülün tabiatinde değil, asıl insan ka­ rakterinin mahiyetinde aramalıdır ve bu­ günkü, siyasal, ekonomik anlayışların fe­ sadında!. İşte o kafadır ki silâhsızlanma ve müşterek emniyet gibi verimli olması icab eden bazı umdeleri kısır bıraktı. Bu­ gün de Milletler Cemiyetinin hayatını tehdid ediyor! Y a Avrupadaki siyasî ak- sülâmel ne oldu?.. İtirafı hazindir; fakat söyliyelim; gene iflâsına -hem de hileli olarak!- evvelce hükmedilen rejime av - det; yani tekrar muvazene politikasına dönüş! Halbuki yakın bir geçmişteki o muvazene politikası silâhlanma yarışını açmış ve toplanan barut, nihayet bir gün infilâk etmişti!.. Bugün insanlıkta gene böyle bir korkulu rüya görme ihtimalleri artıp durmaktadır.. Artık hiç bir hükü­ met -bilhassa şu son aylardaki vak’alardan sonra- bir milletin emniyetini kuru sözler­ de, parlak imzalarda görmek mes’uliyetini üzerine alamaz. O sebeble bütün klâsik diplomasi gizli fiskoslarına devam etmek­ le beraber için için titremektedir!.

N e güzel söylemişler; emperyalizm iş- tihası, bütün iştihalar gibi yuttukça artı­ yor. Ve hazım işfinin güçlükleri bütün mil­ lî bünyeler üzerinde sarsıntılar yapıyor. Binnisbe gene sayılacak bazı milletler, büyük devlet rolü oynamak için cihan sahnesine çıktıkları zaman, asıl eski sö­ mürgeciler dünyayı taksim etmiş gibiydi. Ondan dolayı birinciler biraz geç kalmı­ şa benziyorlardı. O sebeble istediler ki, diğer büyüklerle atbaşı bir gitmek için el- çabukluğu göstersinler. V e vakit geçirme­

den fütuhat kılıcını çeksinler. Dünyanın bugün kanlara bulanmış ve hiç bir- şeyden haberi olmadan boğazlanıp giden milyonla mazlumu işte bu afete kurban gitmektedir ve belli ki bir çok va­ kit daha gidecektir.

Makalemin başında Flâmandiya tablo­ larından bahsettim. Gerçekten cihanda o manzarayı şimdi pek aydın görüyoruz. Lâkin gelecekten ümidini kesmiş bir adam değilmi. A sla!

Yazımı bitirmeden evvel size küçük bir nutku hatırlatacağım:

Milletler Cemiyeti konseyinde bir va­ kit Cemiyet nizamnamesinin tadiline dair teklifler müzakere edilirken eski İngiliz Hariciye Nazırı (M . Eden) azçok şöyle demişti:

«Kurumumuzun kendisinden beklenen şeyleri yerine getiremediği meydanda! Lâkin bu hakikati görmek, Cemiyetin tem­ sil ettiği yüksek gayelerden de vazgeçme­ sini istilzam eder mi? Yapılacak şey, mev- cud teşekkülü, onu iptida kurmuş olanla­ rın düşündüğü cihanşümul mertebeye çı - karmaktır.»

Nasıl diyeceksiniz? Sanırım ki iptida hiç hülyaya kapılmıyarak! Sonra da mil­ letlerin hayat ve istiklâl hakkını tanımak­ la beraber bütün insanlığın medenî terbi­ yesini yükselterek! Bu olmadıkça görme­ ğe devam edeceğimiz şey şudur: Flâman­ diya tablosu!. H atta ondan daha feci sahneler!

Fazıl Ahmed AYK AÇ

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

According to the results obtained from the study carried out for two years in three different locations, panicle heading time (PHT), maturation time (MT), number of

Hayati Boztaş isminde müteafr.bîd bir vatandaş, Naşidin me­ zarının daha .Varılmadığı zamanki haline dönmek üzere butondıığumı lıa ber alınca, derhal

İstanbul Belediyesi'nin bir sanat hizmeti olarak 1967 Martından bu yana kentin sanat ortamına katkıda bulunan Taksim Sanat Galerisi’nde İstan­ bul Belediyesi

Bu ça- lışmada, EOM'lı hastaların adenoid dokusunda, floresein ile işaretli anti-insan IgA ile pozitif boyanma yoğun- luğunun, sadece adenoid hiperplazisi olan

Türkiye’deki durum incelendiğinde ise, hizmet sektöründe çalışan kadınların oranı %42,4, erkeklerin oranı %57,6 iken, yönetici olarak görev yapan kadınların

Osmanlı Devleti klâsik iktisadî sistemini İslâm-Türk Medeniyetinden devralmıştır. İslam Hukuku, Osmanlı iktisat sisteminin temelini oluşturmuştur. Para, maliye, fiyat

anlaşamayacağımızı, daha doğrusu beni -ve daha pek çok kişiyi- anlayamayacağım düşündüğüm, ama zamanla onu yaşlı ve dalgın görenlerin tavır ve sözlerini,

Meyve boyutu, meyve kabuğu rengi, olgunlaĢma zamanı ve meyve verimine ek olarak en önemli karakteristik özelliklerden olan çeĢitlerin çiçeklenme zamanı, diğer