• Sonuç bulunamadı

Kurmaca – Gerçek Ayrımı, Kurgusallık Teorileri ve Tarihî Roman

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kurmaca – Gerçek Ayrımı, Kurgusallık Teorileri ve Tarihî Roman"

Copied!
22
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Bahar Dervişcemaloğlu

*

FICTION-FACT DISTINCTION, FICTIONAL THEORIES AND HISTORICAL NOVEL

ÖZ: Kurmacanın tanımı ve ayırt edici özellikleri, kurmaca-gerçek ayrımı, kur-maca-tarih ayrımı ve tarihî romanın statüsü her ne kadar antik çağdan günümüze kadar araştırma konusu olmuşsa da, ortaya tatmin edici ve üzerinde uzlaşmaya varılmış sonuçlar çıkmamıştır. Mantıkçılar, filozoflar ve dilbilimciler meseleye kendi perspektiflerinden bakmış, edebiyat teorisyenleri ise semantik temelli yak-laşımları savunanlar ile pragmatik temelli yakyak-laşımları savunanlar şeklinde ikiye bölünmüştür. Son dönemde ise daha bütüncül bir bakış içeren retorik yaklaşımın şemsiyesi altına girme eğilimi dikkat çekmiştir. Bu çalışmada öncelikle kurma-canın tanımı, kurgusallık teorileri ve kurgusallık göstergeleri üzerinde durulacak, daha sonra ise kurmaca-gerçek ilişkisi, kurmaca-tarih ayrımı ve tarihî romanda “doğruluk” meselesi irdelenecektir. Çalışmanın amacı, bahsedilen meselelerle ilgili ortaya atılan yaklaşım ve teorileri ana hatlarıyla betimlemek ve tartışmaların günümüzde ulaştığı son noktayı göz önüne sermektir.

Anahtar Kelimeler: kurmaca-gerçek ayrımı, kurmaca-tarih ayrımı, kurgusallık, tarihî roman.

ABSTRACT: Although the definition and distinctive features of fiction, fiction-fact distinction, fiction-history distinction and the status of historical novel have been the subject of much research from the ancient age to the present day, there have been no satisfactory and reconciled conclusions related to these issues. While

Yeni Türk Edebiyatı, Sayı 15, Nisan 2017, s. 33-53.

* Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü, (bahardervis@

(2)

logicians, philosophers and linguists have each looked at the subject from their own perspectives, literary theorists are divided into those who defend semantic-based approaches and others who defend pragmatic-semantic-based approaches. In the recent period, the tendency to enter under the umbrella of the rhetorical approach, which has a more holistic view, has attracted attention. In this study, the definition of fiction, the theories of fiction and the signposts of fictionality will be emphasized first, and then the relation between fiction and fact, fiction-history distinction and the problem of truthfulness in historical novel will be discussed. The aim of this paper is to outline the approaches and theories that have been put forward in relation to the mentioned issues and to present current debates on the subject. Keywords: fiction-fact distinction, fiction-history distinction, fictionality, his-torical novel.

...

Giriş

Antik dönemden beri öncelikle filozofların ve akabinde de edebiyat teorisyenlerinin üzerinde düşündüğü ve formülleştirmeye çalıştığı kurmaca-gerçek ayrımı, klasik-son-rası anlatıbilim dönemine geçişle birlikte sahanın en çok tartışılan meselelerinden biri hâline dönüşmüştür. Bilindiği gibi, klasik (yapısalcı) anlatıbilim döneminde sadece kurmaca anlatı esas alındığı için kurmaca-gerçek tartışması pek gündeme gelmemiştir. Ancak klasik-sonrası anlatıbilimle birlikte anlatıbilimin kapsamı genişleyerek gerçek anlatıları da içerir hâle gelmiş ve dolayısıyla gerçek ile kurmaca arasında bir ayrım yapılması gerekliliği söz konusu olmuştur. Batı dünyasında özellikle 1990’lı yıllardan itibaren kurmacanın tanımı ve ayırt edici özellikleri bağlamında çeşitli kurgusallık teorileri ortaya atılmıştır. Hatta Saussure dilbilimi ve Hayden White’ın tarih yazıcı-lığıyla ilgili görüşlerinden hareketle bütün metinlerin kurgusal olduğunu iddia eden tüm-kurgusallık (panfictionality) öğretisi gibi aykırı yaklaşımlar da öne sürülmüştür.1

Şunu kabul etmek gerekir ki, edebiyat araştırmalarının tarihi boyunca eleştir-menlerin ilgisi, ezici bir çoğunlukla kurgusal anlatılar üzerine yoğunlaşmıştır. Hatta “kurmaca” ve “anlatı” terimleri daha çok eşanlamlı gibi kullanılmıştır. Ancak yine de Gorman’ın belirttiği gibi, “kurmaca” kavramı, her ne kadar düşünce konusu edilmiş olsa da, çözülmeyi bekleyen bir bulmaca olarak kalmaya devam etmiştir.2 Geçmişten

günümüze ortaya atılan ve her bakımdan çeşitlilik arz eden teoriler de meseleyi ay-dınlatmaya yetmemiştir. Son dönemde dilbilimcilerin de dahil olduğu “Kurgusallığın metin-içi göstergeleri var mıdır, varsa nelerdir?” tartışması somut veriler sunmakla

1 Bk. Dervişcemaloğlu, Anlatıbilime Giriş, s. 89. 2 Gorman, “Fiction, Theories of”, s. 163.

(3)

birlikte tam anlamıyla tatmin edici neticeler ortaya koyamamıştır. Meseleye semantik, pragmatik, mantık vb. açısından bakan araştırmacıların yaklaşımları ilgiyle karşılanmış ancak yine de bazı açılardan eksik bulunmuştur.

Henüz kurmaca kavramıyla ilgili net bir tanım ve açıklama söz konusu değilken, tarihle kurmacayı birbirine eşitleyen postmodern anlayışın ortaya çıkışıyla birlikte bir de tarih-kurmaca ayrımı ve tarihî roman türüyle ilgili tartışmalar gündeme gelmiştir. Ülkemizde de hararetli tartışmalara sebebiyet veren bu meseleyle ilgili kesin bir sonuca varılamamakla birlikte değişik yaklaşımlar ortaya atılmıştır. Burada dikkat çeken nokta, Batı’da yürütülen tartışmaların sağlam bir teorik zemin üzerine inşa edilmiş olması, bizdeki tartışmaların ise ne yazık ki bundan yoksun olarak ilerlemesidir. Konuyla ilgili teorik altyapının yetersiz oluşu, tartışmaları da verimsiz kılmaktadır. Buradan hareketle bu çalışmamızda öncelikle teorik çerçeve dikkate alınarak kurmaca-gerçek ayrımı ve kurgusallık teorileriyle ilgili temel hususlara değinilecek, daha sonra da tarih-kurmaca ayrımı esas alınarak tarihî roman türüyle ilgili görüş ve değerlendir-melerde bulunulacaktır.

Kurmacanın Tanımı

3

Ayırt edilmesi kolay ancak izahı oldukça zor olan kurmaca kavramı “kasıtlı bir biçimde tasarlanmış ancak aldatıcı olmayan uydurma bir söylem çeşidi” olarak tanımlanabilir.4 Ancak kurmacanın olumlu ve olumsuz çağrışımları dikkate alınarak

şöyle bir tanım da yapılabilir: “Olumsuz açıdan bakılırsa, kurmaca, gerçek söylem için geçerli olan doğruluk değeri meselelerinin kendisine uygulanmadığı bir söylem çeşidi ya da bildirişimsel bir pratik olarak tanımlanabilir. Olumlu açıdan bakılırsa, kurmaca, doğruluk değeriyle ilgili meseleleri mümkün olaylar, karakterler, senaryolar ve dünyalar keşfetmek için askıya alan bir söylem çeşidi ya da bildirişimsel bir pratik olarak tanımlanabilir.”5

Kurmacayla ilgili tanımların neredeyse tamamında “kasıtlı olarak uydurulmuş” ifadesini ya da imasını görürüz. Bunun sebebi, kurmacayı teşhis etmenin ya da onu ger-çek söylemden ayırt etmenin başka türlü mümkün olamayacağıdır. Kurgusal ifadelerin esasında mutlaka yanlış olmaları gerekmez, çünkü içerisindeki cümlelerden herhangi birinin doğru çıkması eserin kurgusal statüsünde herhangi bir değişikliğe sebebiyet

3 Çalışmamızda, kurmaca-gerçek ayrımını reddeden öğreti ve görüşleri dikkate almadık. Bu ayrımın

varlığını kabul edip, kurmacayla gerçeğin tanım(lar)ına ve ayırt edici yönleriyle ilgili öne sürülen görüşlere odaklandık.

4 Gorman, “Fiction, Theories of”, s. 163. 5 Herman vd., Teaching Narrative Theory, s. 301.

(4)

vermez. Aynı şekilde gerçek söylem, doğru olma niyeti taşır ve yanlış ifadeler yine de onun gerçek değerini korur. Kurgusal söylemin yanlışlığı “aldatıcı olmamak” zorundadır, çünkü ancak bu şekilde kurmacayı yalandan ayırabiliriz. Yalan, gerçek söylemin bir çeşididir. Şayet okuyucu, kurgusal söylemin arkasında yatan aldatıcı olmayan niyeti fark edemezse, o zaman kurgusal bildirişim başarısız olmuştur diyebiliriz.6

Gorman, kurmacayla ilgili tanımların akla bazı sorular getirdiğini belirtmiştir.7

Bunlardan birincisi, tanım(lar)ın dilin araç olarak kullanıldığı sözel yani “anlatılan kurmaca”yla sınırlı olmasının mantıklı olup olmadığı sorusudur. Bu durumda akla görsel medyadaki kurmaca gelmektedir. Esasında mesele sözel kurmacayla sınırlı değildir ancak bu sınırı aşmak meseleyi daha çetrefilli hâle getireceği için bizim de-ğerlendirmemizin dışında bırakılmıştır.8 İkincisi, söz konusu tanım(lar)ın mutlak bir

kurmaca-gerçek ayrımı olduğunu varsaymasından ve sanki “gerçek” (factual), kurgusal-olmayanla (non-fictional) eşanlamlıymış gibi düşünülmesinden kaynaklanan “Buna uymayan sınırda ya da karışık (melez) durumlar yok mudur?” sorusudur. Şüphesiz bu duruma uyan melez türler vardır ve son dönemde de anlatı teorisyenlerinin ilgi odağı olmuştur. Ancak biz çalışmamızı şüpheye yer bırakmayacak şekilde kurmaca ya da gerçek başlığı altında değerlendirilen anlatılarla sınırlayacağız.9 Son soru ise

“Kur-maca ile kur“Kur-maca-olmayan arasındaki sınır değişken olamaz mı?” sorusudur. Sorunun cevabı “evet”tir. İlk başta gerçek olarak görülen bir metnin sonraki bir dönemde kur-maca olarak okunması mümkündür. Mesela Defoe’nun 1722 yılında yazdığı Journal of the Plague Year, gerçek bir günlük olarak lanse edilmiş ve bu şekilde okunmuş, ancak yıllar sonra bu eserin aslında kurmaca olduğu fark edilmiş ve kurmaca olarak okunmaya başlanmıştır.10

6 Gorman, “Fiction, Theories of”, s. 163-164.

7 Gorman’ın gündeme getirdiği sorulara kısaca değinmekle yetindik. Ayrıntı için bk. Gorman, “Fiction,

Theories of”, s. 163-167.

8 Görsel medyada kurmacanın kullanımıyla ilgili bk. Wolf, “Pictoral Narrativity”, s. 431-435; Bal, “Visual

Narrativity”, s. 629-933.

9 Birçok teorisyen, gerçek-kurmaca ayrımının tarihî roman ve “faction” (“fiction” ve “fact” kelimelerinin

birleştirilmesiyle türetilmiş yeni bir ifade) olarak nitelendirilen melez türler gibi sınırda yer alan fenomenleri kapsayacak şekilde genişletilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Hatta bazıları “mit”i ve “otobiyografi”yi de bu kategori altında değerlendirmiştir. Ancak her iki fikir de oldukça tartışmalıdır. Bk. Gorman, “Fiction, Theories of”, s. 164.

10 Bk. Morton, “Narrative Strategies in the Fictive Diary: Reader-Response Theory and the Grossmiths’

(5)

Kurgusallık Teorileri ve Kurgusallık Göstergeleri

Yukarıda da belirttiğimiz gibi klasik-sonrası anlatıbilimin kurgusal-olmayan an-latıları da inceleme nesnesi hâline getirmesi ve dolayısıyla disiplinlerarasılığı dikkate almasıyla birlikte “kurmaca” ve “kurgusallık” kavramları, anlatı teorisyenleri tara-fından yeniden ele alınmaya başlanmıştır. Bu bağlamda anlatıya kurmaca-temelli bir yaklaşımın geliştirilmesi gerekliliği vurgulanmış hatta Dorrit Cohn gibi araştırmacılar “fictionology” (kurmaca bilimi) şeklinde adlandırılabilecek bir kurmaca bilimi kuru-labileceği yönünde çağrı yapmışlardır. Anlatı teorisyenlerinin çoğu, gerek kurgusal gerek kurgusal-olmayan bütün anlatıları kapsayacak genel bir kurgusallık yaklaşımının gerekliliğini vurgulamıştır.

Kurgusallıkla ilgili araştırmalara ve teorilere geçmeden önce “kurmaca” ve “kur-gusal” terimleri arasındaki farka değinmek istiyoruz. Schmid’in belirttiği gibi sanatsal bir anlatı metninin en temel özelliklerinden biri onun “kurgusallığı”dır yani orada temsil edilen dünyanın “kurmaca” olmasıdır. Burada “kurgusal” terimi metni karakterize eder; “kurmaca” terimi ise kurgusal metinde temsil edilen şeyin durumuna işaret eder. Mesela roman kurgusaldır, resmettiği dünya ise kurmacadır.11

Kurgusal metinlerin kendilerine has özelliklerle ayırt edilip edilemeyeceği meselesi oldukça tartışmalıdır. Esasında bu tartışmayı başlatan, 1950’li yıllarda Kate Hamburger olmuştur. Hamburger, “kurgusal ya da mimetik” türün tekliğini savunmuş; üçüncü şahıs anlatısı, tiyatro ve filmi buna dahil ederken lirik şiiri ve birinci şahıs anlatısını dışarda bırakmıştır. Ona göre kurgusal tür, edebiyatın ikinci temel türü olan “lirik ve varoluşsal tür”den şu belirtilerle ayrılır:12

1. Geçmiş zaman kipi, gramatikal olarak geçmişte olanı gösterme işlevini kaybeder; bu durum, bir fiilin geçmiş zamanda çekimlenmiş hâlini deiktik bir gelecek zarfıyla birleş-tirme ihtimali söz konusu olduğunda görülür (Örnek: Yarın Christmas’tı.) ve genellikle kurmacada gramatikal zamanın zamansızlaştırılmasına yol açar.

2. Anlatılan şey gerçek bir kaynağa değil kurmaca kaynağa, temsil edilen karaktere ya da karakterlere gönderme yapar.

3. Üçüncü şahıslara atfen kullanılan iç eylem fiilleri bir bilgi kaynağından kaynaklanmaz.

Hamburger’in konuyla ilgili pek de bütünlük arz etmeyen görüşleri, özellikle de kurmacadaki geçmiş zaman meselesiyle ilgili tezi çeşitli eleştiriler almıştı. Başlıca itiraz, burada anlatıcının ve karakterin bakış açılarının birbirine karıştığı yönündeydi, yani “Yarın Christmas’tı” derken “-tı” geçmiş zaman ekiyle belirtilen kısımda anlatı-cının bakış açısı, deiktik zaman zarfı “yarın” ise aksine karakterin bakış açısını ifade

11 Schmid, Narratology: An Introduction, s. 61. 12 Akt. Schmid, Narratology: An Introduction, s. 25-26.

(6)

etmektedir; çünkü eylemin bu anında Christmas ertesi gün olacaktır. Hamburger’in verdiği örnekler genelde serbest dolaylı söylem yapısındadır. Ayrıca karakterin iç konuşmasının bu şekilde anlatıcısal aktarımı üçüncü sahıs anlatıyla da sınırlı değildir, birinci şahıs anlatıda da pekâlâ görülmektedir. Sonuç olarak Hamburger’in kurgusallığı objektif metinsel özelliklerle açıklama çabasının çürütüldüğü ve günümüzde geçerli bir görüş olmadığı söylenebilir.13

Kurgusallığın bir araştırma alanı olarak kabul görmesi ve irdelenmesi 1970’lerden sonra gerçekleşmiştir. 1970 ve 80’li yıllarda edebiyat teorisinden ziyade dil felsefesi ve mantığın ilgi gösterdiği kurgusallık meselesi daha çok semantik (anlambilim) ile pragmatik (edimbilim) arasındaki tartışmayla sınırlı kalmıştır. Semantik, çoğunlukla kurgusal ifadelerin önerme değerini tartışmak için kipsel (modal) mantıktan fayda-lanmıştır; kurgusal söylemin içeriğinde ayırt edici olan şeylere, mesela özel isimlerin kullanımına, kurmacada –şayet varsa– göndermenin ya da doğruluğun rolüne, kurgu-sal varlıkların tabiatına vb. odaklanmıştır. Pragmatik ise doğruluk değeri taşımayan ifadelerden oluşan kurmacanın bir bildirişim biçimi olarak nasıl işlediğini tartışmak için söz edimleri teorisinden ilham almıştır; kurmacanın üretimi ve alımlanması, yani kurmaca üretme faaliyeti (niyetler, uzlaşmalar ve kurmacanın oynadığı toplumsal rol) üzerine odaklanmıştır. Bu tartışmalar kurmaca türüyle ilgili olmaktan ziyade özel isimlerin göndergeselliği ve münferit cümlelerin incelenmesi vb. üzerine odaklanmıştı. Tarihsel olarak bakıldığında teorisyenlerin çoğu bu yaklaşımların birini ya da diğerini tercih etmiştir; ancak bu iki teori arasındaki ilişki irdelendiğinde, bunların birbirini tamamladığı öne sürülebilir. Netice itibarıyla semantik teoriler kurgusal söylemin içinde ne olduğuyla ilgilenir, pragmatik teoriler ise dışarda ne olduğuyla ilgilenir.14

Kurmacayla ilgili dikkate değer çalışmaları bulunan Dorrit Cohn’un 1990 yılında yazmış olduğu “Signposts of Fictionality: A Narratological Perspective”15

(Kurgusal-lığın Göstergeleri: Anlatıbilimsel Bir Bakış Açısı) başlıklı makalesi, bu tartışmaların yarattığı önyargıları gidermeyi amaçlıyordu. Bununla birlikte Cohn’un asıl amacı, “göndergesel olmayan anlatı” olarak tanımladığı, anlatı ile kurmacanın postmodern birleşimine karşı koymaktı. Onun metodu, Kate Hamburger ve Ann Banfield gibi araştırmacıların edebiyata getirdiği dilbilimsel yaklaşımlarla benzerlikler taşıyordu ve kurmacayı, kurmaca-olmayandan ayırmak için kurmacanın kendi statüsüne işaret edecek metinsel unsurları belirlemeyi amaçlıyordu. Cohn’un ve diğer araştırmacıların etkisiyle kurgusallığın göstergeleri meselesi ve kurgusallıkla ilgili kapsamlı felsefî so-rular, takip eden yıllarda ivme kazanmış ve konuyla ilgili tartışmalar günümüze kadar uzanmıştır. Ancak tartışmalara şiddet ve canlılık kazandıran asıl kişi Richard Walsh

13 a.g.e., s. 26.

14 Dawson,“Ten Theses against Fictionality”, s. 74-75; Gorman, “Fiction, Theories of”, s. 164. 15 Cohn, Dorrit “Signposts of Fictionality: A Narratological Perspective”. Poetics Today, s. 775-804.

(7)

olmuştur. Walsh, 2007 yılında yayımlanan The Rhetoric of Fictionality: Narrative Theory and the Idea of Fiction16 (Kurgusallığın Retoriği: Anlatı Teorisi ve Kurmaca

Kavramı) başlıklı kitabında, bu çalışmasının “artmakta olan bir paradigma değişimi eğiliminin habercisi” olduğunu ileri sürmüştür. Walsh, çalışmasında kurgusallığın re-torik tabiatını esas alan yeni bir anlayışla anlatı teorisinin temel meselelerini yeniden değerlendirmiştir.17

Walsh’ın konuyla ilgili görüşlerine geçmeden önce kurgusallığın göstergeleri bağlamında çeşitli araştırmacıların söylediklerine kısaca değinmek istiyoruz. Bir söylem parçasında kurgusal olarak tanımlayabileceğimiz göstergelerin olup olmadığı meselesinin gündeme gelişi, Searle’in konuyla ilgili fikirlerine tepki gösterilmesiyle gerçekleşmiştir. Searle’ün sürekli alıntılanan “Bir metni kurmaca bir eser olarak ta-nımlayacak sentaktik (sözdizimsel) ya da semantik hiçbir metinsel özellik yoktur.” sözü ve arkasından Gregory Currie’nin “Eğer kurgusallık metnin kendine ait bir şey değilse, bağıntısal bir özellik yani metnin diğer unsurlarla ilişkisi vasıtasıyla kazanılan bir şeydir: Metnin bağıntısal özellikleri arasında gönderme (atıf) ve doğruluk gibi se-mantik özellikleri yer alacaktır.” iddiası tartışmaların fitilini ateşlemiştir. Dilbilimden ve göstergebilimden anlatıbilime yapılan bu metaforik transfer, ilk defa Charles Morris tarafından yapılan pragmatik, semantik ve sentaktik ayrımıyla birlikte son noktaya ulaşmıştır.18 Günümüzde Morris’in bu üçlü tasnifini ve terminolojisini benimseyen

tek anlatıbilimci Jean-Marie Schaeffer’dir.19

Esasında Gorman’ın belirttiği gibi Searle’ün, dilsel ya da metinsel hiçbir özelliğin onun kurgusallığı açısından bir ölçüt işlevi göremeyeceğini genellemesi, dil felsefe-cilerinin büyük kısmı tarafından kabul görebilirdi ancak edebî söylemin kendine has nitelikleri konusunda hassasiyet gösteren bazı edebiyat teorisyenleri bunu sorgulama ihtiyacı duymuştur. Bu teorisyenlerden en önemlileri 1950’lerde dil fenomenolojisine dayanan bir edebiyat poetikası geliştirmeye çalışan Kate Hamburger’in eserini refe-rans gösteren Gerard Genette ve Dorrit Cohn’dur. Hamburger, araştırması esnasında, kurgusal söyleme has dilsel biçimler olduğunu gözlemlemiştir ancak bu gözlemlerini sistematik olarak geliştirmemiştir, yukarıda belirttiğimiz gibi sadece bir tespit olarak değinmekle yetinmiştir. Cohn, Genette, Hamburger ve bu araştırmacıların fikirlerini derinleştiren diğer teorisyenlerden ilham alan Gorman, kurmacanın belirleyici ölçüt-lerini şu şekilde listelemiştir:20

16 Walsh, Richard, The Rhetoric of Fictionality, Ohio State University Press, 2007. 17 Ayrıntı için bk. Dawson,“Ten Theses against Fictionality”, s. 75-76.

18 a.g.e., s. 78.

19 Bk. Schaeffer, Jean-Marie, “Fictional vs. Factual Narration”, The Living Handbook of Narratology. 20 Gorman, “Fiction, Theories of”, s. 167.

(8)

• Her şeyi bilen anlatma ya da sınırsız odaklanma.

• Diyalog, serbest dolaylı söylem ya da iç monoloğun yaygın kullanımı. • Öncülü olmayan zamirlerin artgönderimsel (anaforik) kullanımı.

• Sadece iç kronolojiyi belirtmek için fiil zamanlarının ve zaman zarflarının zamansız şekilde kullanımı (Örnek: “Şimdi zamanıydı.”).

• Deiktiklerin ve yer zarflarının sadece iç çerçeveye atıf yapmak amacıyla kullanımı (Örnek: “İşte sol tarafta ada vardı”).

• Yazar ile anlatıcının birbirinden ayrılabilir nitelik taşıması. • Metalepsisin kullanımı.

• Metin-dışı göstergelerin kullanılması.

Tabii bu listenin mutlak kabul gördüğünü ve bu maddelerin kurgusallığın evren-sel göstergeleri sayılabileceğine dair bir fikir birliği oluştuğunu iddia etmek mümkün değildir. Nitekim oldukça ihtilaflı bir konu olan kurgusallık teorisi son yıllarda onto-loji, semantik, söz edimleri teorisi, pragmatik ve diğer disiplinler arasında şiddetli bir tartışmanın konusu olmuştur. Schmid’in gayet yerinde tespitiyle, “edebiyatın kendine has statüsü, temsil edilen nesnelerin ontolojisi dikkate alınarak mı belirlenmeli yoksa temsil eden söylemin pragmatiği dikkate alınarak mı belirlenmeli” meselesinden bir anlaşmazlık doğmuş ve devam etmiştir.21 Bu alternatifler, söz konusu tartışmada iki

düşünce ekolüne tekabül etmektedir. Birinci ekol, edebî eserde temsil edilen nesnelerin kurmaca oluşunu ontolojik bir sorun olarak ele almıştır. İkincisi ise beşerî bilimlerde dilbilimin önem kazanmasının ve analitik felsefenin hâkim olmasının etkisiyle nes-nelerin ontolojisi yerine söylemin kendine mahsus özelliklerini ilgi odağı yapmış, bu bağlamda kurgusal bildirişimin semantiğini ve pragmatiğini incelemiştir. Bir süre John Searle’ün “söz edimleri teorisi” özel bir rağbet görmüştür. Bu teoriye göre kurgusal metnin yazarı sadece sözce biçimine sahip sözceler üretmektedir, ancak gerçekte bunların hepsi -sözce olmanın koşullarını yerine getirmediği için- sahte sözcelerdir. Yazarın ürettiği bu sözde “edimsiz edimleri”nden doğan çelişki, Searle’e göre kur-gusallığın esasıdır.22

Tabii Searle ve onun gibi düşünen dilbilimciler ve felselecilerin görüşlerine ciddi itirazlar gelmiştir. Cohn, Genette ve Walsh çeşitli argümanlarla söz konusu teori(ler)i eleştirmişlerdir. Cohn’un itirazı yazarın niyetiyle ilgilidir, nitekim Searle’ün teorisinde yazarın niyeti pek ciddiye alınmamaktadır. Searle, “-miş gibi yapmanın” içerdiği iki anlamdan “aldatma” çağrışımı yapanı kastetmediğini, sadece “-mış gibi” eylemini kastettiğini ve burada yazarın en ufak bir aldatma niyeti bile taşımadığını özellikle vurgulamıştır. Ancak bu “-miş gibi” modelinin ister istemez ima ettiği yapaylığın,

ya-21 Schmid, Narratology: An Introduction, s. 24. 22 a.g.e., s. 24.

(9)

zarın mimetik faaliyetini yeterince betimleyip betimlemediği konusunda sürekli şüphe duyulmuştur. Dorrit Cohn, bu bağlamda şu soruyu sormuştur: Tolstoy, İvan İlyiç’in Ölümü başlıklı romanında gerçekten “bir biyografi yazıyormuş gibi” mi yapmaktadır? Cohn, gerçekte, Tolstoy’un hiçbir şey yapar gibi görünme niyetinde olmadığını, ol-dukça ciddi bir eylem gerçekleştirme niyetiyle okuyucularına kurmaca bir karakterin ölümüyle ilgili kurmaca bir hikâye aktardığını öne sürmektedir. Bir başka eleştiri de Searle’ün “bir eserin kurgusallığını saptayabilecek olan yegane otorite yazardır” şeklindeki görüşüne getirilmiştir. Genette, Searle’e sert bir cevap vererek bu kararı verenin ancak okuyucular olabileceğini söylemiştir. Öte yandan Walsh çok daha sert bir tavırla kurgusallıkla ilgili felsefî teorileri toptan reddetmiştir. Ona göre bu teoriler sorunludur çünkü kurgusallığı bir doğruluk meselesi olarak ele alırlar ve kurmaca eylemini doğruluk alanından, yani dilden ayırarak açıklamaya çalışırlar. Walsh, hem söz edimleri teorisine dayanan “-miş gibi” modeline hem de edebî eserlerin bağımsız bir kurgusal dünyaya gönderme yaptıklarını savunan “mümkün dünyalar teorisi”ne karşı çıkar. Walsh’a göre bu teoriler, apaçık bir kültürel güce sahip güçlü bir söylem olarak kurmacanın retorik gücünü etkisiz hâle getirmektedir. Walsh, bunun yerine, kurgusallığı bildirişimsel bir çerçevede dilin kullanılması olarak irdelemeyi önermiş ve ona bir doğruluk probleminden ziyade bağıntı (relevance) meselesi olarak yaklaş-mıştır. Walsh’a göre okuyucuların kurgusallık varsayımından elde ettiği bilişsel fayda, bir ifadenin doğruluk statüsünü belirlemeye değil, eserin onlar için nasıl bir anlam ve önem arz ettiğine dayanmaktadır. 23

Görüldüğü gibi gerek kurgusallığın göstergeleri gerekse kurgusallığa karar ve-renin kim olduğu konusunda uzlaşmaya varılmış neticeler yoktur. Hamburger’e göre kurgusallık, metindeki münferit “semptomlar”la kendini gösteren nesnel bir şeydir ve dolayısıyla kurgusallığı belirleyen, metnin kendisidir. Searle’e göre buna karar veren yazarın niyetidir. Genette ve onu takip edenlere göre ise kurgusallık, göreceli ve prag-matik bir kategoridir. Onlara göre bir metnin kurgusal olarak okunup okunmayacağı, okuyucuya ve okuyucunun tercihlerine bağlıdır. Ayrıca kurgusallığın göstergelerinin bildirişim-ötesi işlevlerle açıklanabileceğini, bu işlevlerin de “başlık, alt başlık, önsöz, ithaf vb.” gibi metnin kurgusallığına az ya da çok gönderme yapan metin-dışı göster-gelerle gerçekleşeceğini savunanlar da mevcuttur.

Son olarak Walsh’ın kurgusallıkla ilgili ortaya attığı ve konuyla ilgili güncel tar-tışmaların odağında yer alan fikirlerine değinmek istiyoruz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Walsh 2007 yılında yayımlanan The Rhetoric of Fictionality: Narrative Theory and the Idea of Fiction24 (Kurgusallığın Retoriği: Anlatı Teorisi ve Kurmaca

Kavra-mı) başlıklı kitabıyla kurgusallığa retorik odaklı bir yaklaşım geliştirmiştir. Walsh,

23 a.g.e., s. 24-25; Dawson,“Ten Theses against Fictionality”, s. 75-76. 24 Walsh, Richard, The Rhetoric of Fictionality.

(10)

pragmatik bir perspektiften kurmacanın tür olarak statüsünü belirleyecek gerekli ve yeterli metinsel göstergelerin mevcut olmadığını ve bizim kurmacayı fark etmemizi sağlayan şeyin sadece bağlamla, yani eserin kurmaca olarak sunulması ve alımlan-masıyla gerçekleştiğini ileri sürmüştür. Ona göre kurgusallık, kurmaca türünün bir niteliği değildir, ancak tarihten biyografiye kadar uzanan geniş bir söylem yelpazesi boyunca karşımıza çıkan “bildirişimsel retoriğin bir özelliği”dir. Dawson’un tespitine göre buna benzer iddialar daha önce de ortaya atılmıştı.25 Mesela Siegfried Schmidt

1980 yılında “Kurgusallık, metnin bir niteliği değildir ancak bildirişime atfedilen bir niteliktir.” demiştir. Aynı yıl Wildekamp, Van Montfoort ve Van Ruiswijk “kurgusal sözcelerin sadece ‘edebî’ metinlerde karşımıza çıkmadığını, ancak bütün bildirişim du-rumlarında genel bir toplumsal olgu inşa ettiklerini” ileri sürmüştür. Bu araştırmacılarla kıyaslandığında Walsh’ın asıl amacı, anlatıbilimi, kurmaca anlatıdan bahsedildiğinde ontolojik meselelerden uzaklaştırıp başka taraflara yönlendirmekti.

Walsh’un dikkate değer görüşlerinden biri de anlatıcı meselesiyle ilgilidir. Walsh’a göre kurgusal anlatının kaynağı olarak bir anlatıcı varsaymak son derece yanlıştır. Yazar ile anlatıcı arasındaki ayrım her ne kadar uzun zamandan beri kurmacanın ta-nımlayıcı bir özelliği olarak kabul edilse de, Walsh, bir eserin kurgusallığını yok ettiği gerekçesiyle anlatıcıyı reddeder, çünkü bu durum anlatıyı icat edilmiş bir şey olmaktan ziyade nakledilen bir şey olarak okumaya davet eder. Walsh tabii ki bir karakterin bir öykü anlatabileceğini kabul eder, ancak karakterlere anlatıcı statüsü yüklenmemesi gerektiğini öne sürer, çünkü onlar temsil çerçevesinin dışında mevcut değildirler.26

Walsh’un kurgusallığa pragmatik ve retorik temelli bir yaklaşım geliştirdiği bu çalışması, Henrik Skov Nielsen ve James Phelan’a ilham vermiş ve bu durum, ortak bir çalışmanın filizlenmesini sağlamıştır. 2015 yılında Walsh, Nielsen ve Phelan bir araya gelip “Ten Theses about Fictionality”27 (Kurgusallıkla İlgili On Tez) başlığını

taşıyan bir manifesto yayımlamıştır. Bu çalışmada Walsh’un kurmaca düşüncesine radikal pragmatik yaklaşımı, Skov Nielsen’ın kurgusal-olmayan söylemde kurgusallığı araştırmak suretiyle sahanın kapsamını genişletme çabası ve Phelan’ın büyük ölçüde kurmaca anlatıda (ancak son zamanlarda kurgusal-olmayan anlatıda da) retoriğe ve anlatmanın etiğine olan ilgisi bir araya gelmiştir. Phelan’ın “birisinin bir başkasına bir vesileyle ve belli bir amaç(lar) için bir şeylerin olduğunu anlatması” şeklindeki retorik yaklaşımının etkisi, bu makaledeki temel soruları ortaya koyar: “Bir insan kurgusallığı hangi dinleyicilere hitaben hangi amaç(lar)ı elde etmek için, ne zaman, nerede, niçin ve nasıl kullanır?” Walsh, Nielsen ve Phelan’ın amacı, kurgusallığa kapsamlı bir

yak-25 Ayrıntı için bk. Dawson,“Ten Theses against Fictionality”, s. 75. 26 Ayrıntı için bk. a.g.e., s. 76.

27 Nielsen, Henrik Skov, James Phelan ve Richard Walsh, “Ten Theses about Fictionality”, Narrative, Vol

(11)

laşım geliştirmek için inceleme nesnesini yeniden kavramsallaştırmak ve sahaya yeni bir yön vermektir. Bunun için üç hareket noktası belirlemişlerdir: Kurmaca türünü ve kurgusallığın niteliğini birbirinden ayırmak, kurgusallığın gerçek dünya bağlamında bildirişimsel bir strateji olarak kullanımını vurgulamak, insan etkileşimini sağlayan “temel bilişsel beceri”den kaynaklanan kurgusallığın ne kadar yaygın olduğunu sa-vunmak. Araştırmacıların bunları yapmaktaki nihai amacı ise “aralarındaki farklılıkları yok saymayacak şekilde çeşitli türler ve söylemleri (edebî kurmacadan siyasî kampan-yalara, hukukî argümanlardan filozofların zihin deneylerine kadar) tutarlı bir şekilde açıklayacak bütüncül bir kurgusallık teorisi geliştirmek”ti.28

Walsh, Nielsen ve Phelan’ın çalışması son derece sistematik, kapsayıcı ve güncel olmakla birlikte bazı itirazları ve tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Paul Dawson’un bu çalışmaya cevaben yazdığı “Ten Theses against Fictionality”29 (Kurgusallığa Karşı

On Tez) başlıklı makale araştırmacılar arasında bir polemik başlatmıştır. Dawson’un eleştirilerine cevaben Walsh, Nielsen ve Phelan da “Fictionality As Rhetoric: A Response to Paul Dawson”30 (Retorik Olarak Kurgusallık: Paul Dawson’a Cevap) başlıklı bir

makale yazmıştır. Dawson’un amacı, üç açıdan kurmacaya retorik yaklaşımları sorgu-lamaktır. Araştırmacının birinci tespiti, bu tip yaklaşımların, kurgusallıkla ilgili daha önceki bilimsel çalışmalarla ilişkiyi kesin surette kesme iddiası taşımalarıdır. İkincisi, kurmaca anlatıyla ilgili araştırmaların dallanmasını (alt bölümlere ayrılmasını) isteme-leridir. Dawson, son olarak da konunun postmodernizmle ve anlatıya dönüş eğilimiyle ilişkisini irdelemektedir. Burada Dawson, çalışmasının polemik hüviyeti taşıdığını kabul etmekle birlikte, amacının bir araştırma sahası olarak kurgusallığın değerini ya da önemini azaltmak değil, onun gelişimini bir disiplin bağlamı içerisine yerleştirmek ve anlatı teorisine yaptığı katkıları açıklığa kavuşturmak olduğunu vurgulamıştır.31

Konuyla ilgili güncel tartışmaları yansıttığı için söz konusu polemikle ilgili birkaç önemli hususa değinmek istiyoruz. Öncelikle Walsh, Nielsen ve Phelan “kurgusallığa retorik bir yaklaşım, onu mantıksal ya da ontolojik bir mutlaktan ziyade kültürel bir de-ğişken hâline getirir; dolayısıyla kurgusallık, söylemin kendisine özgü bir şey olmaktan ziyade bildirişimsel bağlamla ilgilidir” tezinden hareketle kurgusallığa karşı pragmatik bir yaklaşım benimsemişlerdir. Yani kurgusallığın semantiğinden ziyade pragmatiğine odaklanmayı tercih etmişlerdir. Dawson, burada kurmaca anlatıya biçimci (yani seman-tik) yaklaşımlarla bağlamsalcı (yani pragmaseman-tik) yaklaşımlar arasında bir çekişmenin söz konusu olduğunu ve bu durumun semantik ile pragmatik arasındaki karşıtlık şeklinde

28 Dawson,“Ten Theses against Fictionality”, s. 76-77.

29 Dawson,“Ten Theses against Fictionality”, Narrative, s. 74-100.

30 Nielsen, Henrik Skov, Phelan, James ve Walsh, Richard, “Fictionality As Rhetoric: A Response to Paul

Dawson”, Narrative, Vol 23, No. 1 (January 2015), s. 101-111.

(12)

tam anlamıyla betimlenemeyeceğini savunmuştur. Ayrıca dilbilimin içerisinde, semantik ve pragmatiğin farklı araştırma alanları olsa da birbirini dışlamadıklarını, dolayısıyla kurmaca araştırmalarında da ya o ya diğeri şeklindeki mutlakçı tavrın yanlış -ve modası geçmiş bir anlayış- olduğunu vurgulamıştır. Dawson’un bir başka tespiti de kurgusallığın dereceleriyle ilgilidir. Araştırmacı, kurgusallığın kurmaca olmayan eserlerde de buluna-bileceğini, bunun da kurgusallığın kurmacaya has işaretlerinin olmadığını kanıtladığını ve kurmaca söylemin hem kurmaca hem de kurmaca olmayan söylemde ne şekilde işlediğini gösterdiği iddia etmiştir. Dolayısıyla kurmaca söylemin kurmacayla zorunlu bir ilişkisi olmadığı görülmektedir. Dawson, gerçek bir hikâye anlatırken gayet doğal bir biçimde kurmacaya has yapı ve araçlardan faydalanıldığını hatırlatmış ve bu bağlamda Amerika’daki kompozisyon müfredatında “kurmaca”, “şiir” ve “tiyatro” başlıklarına “kurmaca-olmayan yaratıcı yazma” şeklinde adlandırılan dördüncü bir tür eklendiğini vurgulamıştır. Söz konusu polemikle ilgili değinmek istediğimiz son husus kurgusallığın tanımı ve niteliğiyle ilgilidir. Dawson, bu bağlamda en çok Walsh’un görüşlerini eleş-tirmektedir. Dawson’a göre Walsh, kurgusallığın kullanımı üzerine odaklanarak atıfla ilgili mantıksal soruları ve felsefî bir mesele olarak doğruluğu pas geçmektedir, ancak bunu yaparak kurgusallığın açıkça ne ifade ettiğiyle ilgili bir öneri sunamamaktadır. Walsh’a göre kurgusallık, “ontolojik bir kategori” olmaktan ziyade hem “retorik bir kaynak” hem de “bağlamsal bir varsayım” olarak görülmelidir. Aynı zamanda kurmaca ve kurmaca-olmayan ayrımı arasındaki “teorik bütünlük”ü sağlayan şeyin “kurmaca türünden ziyade kurgusallığın niteliği” olduğunu öne sürmektedir. Yani kurgusallık bir kaynak, bir varsayım ve bir niteliktir. Dawson’a göre eğer bu bir “bildirişim özelliği” olduğu kadar bir “retorik nitelik” ise, o hâlde kurgusallık, kurgusallığın bir niteliği olarak tanımlanıyor gibi görünmektedir; dolayısıyla da burada kurgusallık kelimesinin birçok değişik işlevi icra etmesinden kaynaklanan bir sorun olduğunu göze çarpmaktadır. 32

Bu polemiğin neticesinde bütün araştırmacıların mutabık olduğu fikir, kurmaca-nın dünyayla ilgili algımızı değiştirme kapasitesine sahip ciddi bir söylem olduğu ve bilhassa kurgusallığın retoriğine odaklanmanın, onun kullanım değerini anlamamızı sağlayacağı yönündedir.

Kurmaca-Gerçek İlişkisi

Yukarıda bahsettiğimiz gibi kurmacayla ilgili teoriler ve yaklaşımlar çeşitlilik arz etmekte ve her araştırmacı, konuyu belli bir perspektiften ele almaktadır. Ancak yine de edebî kurmacanın temel özellikleri ve kurmaca-gerçek ayrımıyla ilgili

üze-32 Polemikle ilgili ayrıntı için bk. Dawson,“Ten Theses against Fictionality”, Nielsen, Henrik Skov, James

(13)

rinde uzlaşılmış fikirler mevcuttur. Günümüz anlatıbiliminin önde gelen isimlerinden Schmid, bu fikirlerden hareketle bir model ortaya koymuştur. Schmid’e göre bir şeyin kurmaca olması, sadece “temsil edilmek” anlamı taşır; edebî kurmaca, temsil edilen şeyle edebî olanın dışındaki gerçek dünya arasında hiçbir doğrudan ilişki ima etmeyen bir dünyanın temsilidir. Kurmaca, icat edilmiş, mümkün bir dünyanın inşa edilmesine, üretilmesine dayanır. Mimesis açısından, temsil edilen dünyanın yaratıcısı farklı dünyalardan unsurlar seçip birleştirebilir. Kurmaca dünyadaki tematik unsurlar, gerçek dünyadakine benzeyebilir, benzer bir kültürün çeşitli söylemlerine benzeyebilir, daha eski ya da yabancı kültürlerden türeyebilir ya da sadece muhayyilede varolabilir. Kaynağı gözetilmeksizin, bütün tematik unsurlar, kurgusal bir eserde kendini gösterince “kurmaca” hâline dönüşürler.33

Schmid, kurgusal metnin göndergesel göstergelerinin, belirli metin-dışı gönderge-lere atıf yapmadığını, ancak sadece temsil edilen dünyadaki metin-içi göndergegönderge-lere atıf yaptığını belirtir. Başka bir deyişle, gerçek metinlerin özelliği olan metin-içi gönder-gelerin gerçek varlıksal alana geçmesi şeklindeki yer değiştirme, kurgusal edebiyatta gerçekleşmez. Bu da paradoksal bir işlev ortaya çıkarır, çünkü göndermesi olmayan bir şeye gönderme yapmak demektir. Ancak yine de metin ile metin-dışı dünya arasında doğrudan bir ilişkinin olmaması, kurmaca dünyanın okuyucu için alakasız bir şey olduğu ya da gerçek dünyadan daha az alakalı olduğu anlamına gelmez. Tam tersine, kurmaca dünya, okuyucu için büyük önem kazanabilir. Okuyucu, metin-içi gönderge-lerle, yani karakterler ve eylemleriyle -onların kurmaca olduğunu bildiği hâlde- tıpkı gerçek, münferit, somut varlıklarla olduğu gibi yakın ilişki kurabilir, mesela kurmaca bir karakterin ölümüne üzülebilir, başarısına sevinebilir vb. 34

Dikkat edilirse Schmid’in bu görüşü Dorrit Cohn’un kurmacayla ilgili hemen her çalışmada alıntılanan The Distinction of Fiction35 (Kurmacanın Farkı) başlıklı

kitabındaki yaklaşımla örtüşmektedir. Cohn, kurmaca olanla kurmaca-olmayan anlatı arasındaki farkı net bir şekilde ortaya koymuştur. Cohn’a göre her iki anlatı çeşidinde de “öykü” ve “söylem” faktörleri vardır ancak kurmaca olmayan anlatıda kurmacada bulunmayan, bunlara ek bir tanımlayıcı faktör vardır: Gerçek dünyaya gönderme (atıf) Cohn, ayrımını şu şekilde göstermiştir:36

Kurmaca: Öykü n Söylem

Kurmaca-olmayan (gerçek): Gönderme (atıf) n Öykü n Söylem

33 Schmid, Narratology: An Introduction, s. 30. 34 a.g.e., s. 30.

35 Cohn, Dorrit, The Distinction of Fiction, John Hopkins University Press, 1999, s. 109-113. 36 Cohn, The Distinction of Fiction, s. 109-113.

(14)

Schmid, artık genel kabul görmüş olan bu fikirden hareketle “Kurgusal bir eserde kurmaca nedir?” sorusunun cevabını “Temsil edilen dünyanın tamamı ve bütün parçaları: durumlar, karakterler, eylemler” şeklinde vermiş; ayrıca kurmaca nesnelerin, gerçek olanlardan tematik ya da biçimsel özelliklerle ayrılmadığını, sadece kendi içlerinde gözlemlenemeyen bir özellik olan “gerçek dünyada var olmamaları”yla ayrıldığını vur-gulamıştır. Gerçek dünyada var olmamak, açıkça icat edilmiş karakterler kastedildiğinde kafamızda şüphe ya da soru işareti doğurmaz. Ancak Schmid “Romanlarda karşımıza çıkan tarihî figürlere ne diyeceğiz?” sorusunu gündeme getirmekte ve bunların sadece yarı-tarihî ya da sözde-tarihî figürler olduklarını, mesela Tolstoy’un Napolyon’unun gerçek tarihî figürün kopyası değil, mimesisi yani mümkün bir Napolyon’un yapılan-dırılması olduğunu iddia etmektedir. Sonuçta Tolstoy’un romanında Napolyon’la ilgili anlatılan şeylerin çoğu, herhangi bir kaynakla belgelenemez ve hiçbir tarih kitabında bulunamaz; dolayısıyla Napolyon da diğer kurmaca karakterler kadar kurmacadır. Son olarak Schmid, karakterlerin kurmaca oluşunun, kendilerini içinde buldukları “durumları” ve tabii katıldıkları “eylemleri” de aynı ölçüde kurmaca hâline getirdiğini belirtir. Aynı şekilde kurgusal eserdeki “mekân” da kurmacadır. Haritada hiç bulun-mayan yerlerin yanı sıra gerçek dünyada somut karşılığı olan yerler de kurmacadır. Ayrıca temsil edilen zaman da kurmacadır. Bu durum özellikle ütopya ve distopyalarda belirgindir. Kısaca kurmaca anlatıda temsil edilen bütün nesneler, gerçek nesnelerle benzer olup olmadıklarına bakılmaksızın kurmacadır, bunun istisnası yoktur ve dola-yısıyla kurmaca olmanın derecelendirilmesi söz konusu değildir.37

Tarih-Kurmaca Ayrımı ve Tarihî Roman

Aristo’nun Poetika’sından beri tarih ile kurmaca arasındaki ayrım formülleşti-rilmeye çalışılmış ve bu bağlamda gerek tarihçiler ve edebiyat teorisyenleri gerekse filozoflar tarafından çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Öncelikle tarih-kurmaca ayrımıyla ilgili ilk görüşü ortaya atan ve konuyla ilgilenen araştırmacıların ilk müracaat ettikleri kaynak olan Aristo’nun Poetika’sındaki tespitlere yer vermek istiyoruz:

... ozanın işi, gerçekten olmuş şeyleri değil olabilecek şeyleri, olabilirlik ya da zorun-luluk gereği meydana gelebilecek şeyleri söylemektir. Tarihçiyle ozan arasındaki fark, birinin dizelerle, ötekinin düzyazıyla yazması değildir (Herodotos’un yapıtını dizelere dökebilirsiniz; dizeli ya da dizesiz, yine tarih olarak kalacaktır); aralarındaki fark, birinin gerçekten olmuş, ötekininse olabilecek şeyleri anlatmasıdır. Bu yüzden şiir, felsefeye tarihten daha yakındır ve daha değerlidir; çünkü şiir daha çok genelden, tarihse özelden 37 Schmid, Narratology: An Introduction, s. 31-32.

(15)

söz eder. Genel derken, şu ya da bu kişinin, zorunluluk ya da olabilirliğe göre, şunu ya da bunu söylemesini ya da yapmasını kastediyorum; asıl hedefi budur şiirin, kişilerine birer

ad taksa da. Özelse, Alkibiades’in ne yaptığı ya da başına ne geldiğidir.38

Dikkat edilirse Aristo, kurmacayla tarihi konu açısından birbirinden ayırmış, yani meseleye semantik açıdan bakmıştır. Aristo’nun görüşleri tartışmanın hareket noktası olması açısından son derece kıymetli olmakta birlikte araştırmacıları tatmin etmemiş ve konuyla ilgili tartışmalar günümüze kadar ulaşmıştır. Özellikle Hayden White’ın 1973 yılında yayımlanan Metahistory39 (Tarih-Ötesi) kitabında konuyla ilgili ortaya

atılan görüşler konuya yeni bir bakış açısı getirmiş ve güncel tartışmaların odağına oturmuştur. White, yeniden yapılandırılmış bir tarihî anlatıda “objektif” bir tarihsel an-layışın söz konusu olmadığını; ancak bunun aksine sadece geçmişteki olayları sıralayan yıllıklarda ve kroniklerde objektifliğin olduğunu öne sürmüştür.40 Tarihî metin,

geçmi-şin özgün bir yorumunu sunmak için kullanılan anlatıya has kiplere dayanmaktadır.41

White, kronikten tarihî metne geçiş yapıldığında tarihçinin tıpkı kurmaca anlatıdaki gibi olaylar dizisini giriş, gelişme ve sonuç biçiminde olay örgüsü hâline getirdiğini ileri sürmüştür.42 White’a göre tarihî hikâyelerle kurgusal hikâyeleri birbirinden ayı-38 Aristoteles, Poetika, s. 36-37.

39 White, Hayden, Metahistory: The Historical Imagination in 19th-century Europe, Johns Hopkins

University Press, 1973.

40 Bilindiği gibi tarih yazıcılığı, birbirini takip eden üç biçimden müteşekkildir: Yıllık, kronik ve tarihî

metin. Yıllıklarda, bahsetmeye değer olaylar kronolojik bir sıra gözetilerek peş peşe kaydedilir, ancak söz konusu münferit olaylar birbiriyle ilişkili değildir. Kronikte, anlatıya has bazı özellikler mevcuttur, merkezî bir konu vardır, coğrafî ve toplumsal bir merkez vardır, ancak bunlar modern anlamda tarihî metinler olarak değerlendirilemez çünkü çok katı bir kronolojik sıra izler, yani olaylar arasında sadece kronolojik bir düzen yaratır, sonuç kısmını anlatıdaki gibi bitirmez, olaylara nokta koyar, ancak bağlan-tıları kurup neticeye varmak okuyucuya bırakılır. Öte yandan, tam anlamıyla bir tarihî metin ise olayları -kendi özlerinde var olan- karşılıklı ilişkiler açısından, mevcut bir meşru ve ahlâkî bir düzen ışığında anlatır; White’ın belirttiği gibi anlatıya has kip ve teknikleri kullanarak bir olay örgüsü oluşturur. Bk. Laszlo, The Science of Stories: An Introduction to Narrative Psychology, s. 13.

41 Tarihî metinlerde kullanılan anlatısal-nedensel açıklamanın yerine bilimsel ya da rasyonel açıklamaları

koyma teşebbüsü fazla başarılı olmamıştır. Şüphesiz, tarihî olaylar ancak anlatıldıklarında, yani anlatı hâline dönüştürüldüklerinde anlam kazanır ve anlaşılırlar. Dolayısıyla anlatıdan önce ve anlatının dışında bir ilk gerçeklik yoktur; olayların kavranması ancak anlatısal yapılar vasıtasıyla gerçekleşebilir. Bk. Laszlo, The Science of Stories: An Introduction to Narrative Psychology, s. 158; Kellner, “Across the Curriculum: History/Historiography”, s. 89-90.

42 Fransız filozof Paul Ricoeur’ün konuyla ilgili görüşleri de White’ınkilerle benzerlik taşımaktadır.

Ricoeur’e göre, tarih yazıcılığı, tarihî bilgiye dışarıdan eklenmiş bir şey değil, aksine onun bütünleyici bir parçasıdır ve onu mâkul hâle getiren şey, tarihî yazıların edebî gelenekteki olay örgüsü oluşturma

(16)

ran şey her şeyden önce biçimlerinden ziyade içerikleridir. Tarihî hikâyelerin içeriği bir anlatıcı tarafından uydurulmuş hayal ürünü olaylar değil, gerçek olaylardır; yani gerçekten olmuş olaylardır. Bu da tarihî olayların kendilerini müstakbel bir anlatıcıya sundukları biçimin zaten mevcut olduğu yani kurgulanmamış olduğu anlamına gelir.43

White’da örneğini gördüğümüz tarihin kurmacaya bel bağladığı yönündeki post-modern iddialar, Lubomir Dolezel tarafından yakın zamanda yeniden ele alınmıştır. Dolezel, tartışmayı bir adım daha öteye taşımış, tarihî ve kurgusal metinler arasındaki ayrımı ortaya koymaya çalışırken “Eğer kurgusal eser, tarihsel bir olayı yeniden ya-ratsaydı dikkate değer farklılıklar olur muydu?” sorusunu sormuştur. Dolezel, Hayden White’ın geçmişe dayanan tarihsel modeliyle icat edilmiş olan hayal ürünü arasındaki ayrımının, tarihî bir olayı kendine konu edinen kurgusal metin için açıklayıcı olama-yacağını belirtmiştir. Dolezel’e göre artık söylem ve/veya anlatı kavramlarına daya-narak tarih ile kurmacayı birbirine karıştırıp bulandıran postmodern mantığın ötesine geçmenin zamanı gelmiştir. Dolezel, tarihle kurmacayı birbirine eşitleyen postmodern anlayışa itirazına öncelikle eleştirmenleri, tarihî bir metinde saptanan edebî tekniklerin, anlatılanları kurgusala dönüştürdüğü yönündeki tehlikeli iddiaya karşı uyarmaktadır: “Edebîlik ile kurgusallığın birbirine eş görülmesi Hayden White’ın etkisiyle birlikte genel kabul görmüştür. Tarihçinin bir dizi tarihî olaya belirli bir anlam bahşetmek için onları belirli bir olay örgüsüyle birleştirdiği varsayımıyla işe başlayan White, neticede şu sonuca varmaktadır: Bu, temelde edebî yani kurmaca hâline getirme işlemidir.”44

Bununla birlikte mesela gazetecilerin yazdıkları yazılarda çeşitlilik gösteren kom-pozisyon biçimlerinin yanı sıra gazetecinin kullanabileceği edebî teknikler olduğu da genel kabul görmüş bir anlayıştır. Tabii bu, her ne kadar bir hikâye anlatma niyetini taşısa da gazete yazılarının kurgusal olduğu anlamına gelmez. Gazetecilik, yazarın gerçekleri anlattığı ve bir olay örgüsü uydurmadığı varsayımına dayanır. Dolayısıyla, Dolezel’e göre tarih ile kurmaca arasındaki karşıtlığı tanımlarken hareket noktası edebî nitelikler değil, “doğruluk değeri” olmalıdır. Bu da, tarih yazımının temel özelliğidir ve kurmaca yazarının muhakkak dikkate alması gereken bir şey değildir. Benzer şekilde Dolezel, tarihlerin mevcut dünyada geçmişin modelleri işlevini gördüklerini, metotlarını taklit etmesidir. Bu bağlamda yoğun bir gerçeklik duygusu yaratmak için retorik figürleri kullanır ve bilinç boyutuna da -yani tarihî figürler ne bilebilirdi, düşünebilirdi, hissedebilirdi?- ciddi ölçüde bel bağlar. Tarih yazıcılığında tecrübeyi yeniden yapılandırmanın daha farklı ve kendine özgü bir şekli söz konusudur; buna göre karakterlerin tecrübeleri, nedenler ve sonuçlar arasındaki ilişkilere göre anlam kazanır. Anlatıcı olarak tarih yazıcısı, ister istemez bir anlatısal pozisyon sürdürür, yani tarihî anlatı, anlatının işlevselliğinden -elverişli bir öykünün gerekliliğinden- faydalanmak durumundadır. Ayrıntı için bk. Laszlo, a.g.e., s. 14.

43 White, “The Question of Narrative in Contemporary Historical Theory”, s. 2. 44 Dolezel, “Possible Worlds of Fiction and History”, s. 791.

(17)

bu açıdan belirli bölgelerin modelleri işlevini gören topografyalar gibi olduklarını düşünür. Tarihçi, geçmişin izini sürer ve bize doğru bir imaj sunmak için bir model inşa eder. Başka bir deyimle tarihî metinler sadece “epistemolojik” olabilir çünkü tarihçi, dünya yaratmaz sadece mevcut bir dünyayı betimler. Öte yandan, kurgusal metinler ise “ontolojik”tir çünkü kurmaca yazarı hâlihazırdaki dünyayla eleştirel bir sınamaya tabi tutulamayacak alternatif dünyalar yaratır. Eğer tarihî metinler geçmişle ilgili olası bilgilere bağlıysa, kurgusal eserler -tarihî bir olay, metnin ilham kaynağı olsa dahi- bundan azadedir.45

Dolezel’in görüşlerini Dorrit Cohn’un yukarıda bahsettiğimiz görüşleriyle ta-mamlayacak olursak, kurmacanın tarihten ayrılan temel özelliğinin gönderme yani atıf işlevinden azade olmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla kurmaca yazarı için mümkün olan birçok şey tarihçi için söz konusu değildir. Mesela kurmaca-nın anlatıcısı, gerçek hayatta gerçekleşmiş olan olaylarla sınırlanmamış olan kurgusal bir vasıta olduğu için yaratıcısının kendisinin bilmesini istediği her şeyi bilebilir ve söyleyebilir, hatta bir karakterin ne düşündüğünü tamamen bilebilir ve söyleyebilir. Ancak Cohn’un da belirttiği gibi bir tarihin anlatıcısı, yazar tarafından yönlendirilen bir araç değildir, yazarın bizzat kendisidir. Bu sebepten dolayı, kurmacayı yorumlarken geçerli olan “yazar, anlatıcıyla karıştırılmamalıdır” kuralı gerçek anlatı için geçerli değildir. Tarihçi, şayet anlattıklarını uydurmuyorsa, öznelerin iç dünyasını kurmacanın anlatıcısının yaptığı gibi nakledemez ya da kaydedemez.46 Dolayısıyla kurmaca, tarih

ve diğer metin tiplerinden, başka insanların iç dünyalarına doğrudan erişmemizi sağla-makla ayrılır.47 Her ne kadar bu durum kurgusal olmayan metinlerde de zaman zaman

görülse de, gerçek metinlerden çok kurgusal metinlerin karakteristik özelliğidir. Gerçek bir tarihî metinde tarihî bir kişiliğin iç dünyasını bu şekilde sunmak düşünülemez ve zaten sunulsa da kabul görmez. Üstelik tarihçinin bu dayanaksız bilgileri edinmesini sağlayacak bir kaynak da yoktur. Yazarın her şeyi bilme özelliği, kurmacaya has bir ayrıcalık ve işarettir. Gerçekte ise böyle bir bilme söz konusu değildir.

Tarih ile kurmaca arasındaki bir başka fark da “doğruluk” meselesinden kaynak-lanır. Bilindiği gibi tarihî anlatıyla kurmaca anlatı arasında farklı dünyalar yaratmaları ve iki farklı doğruluk çeşidi içermeleri açısından net bir ayrım yapılır. Mesela romana kurmaca olarak bakılır ve gerçek anlatılardan beklenen tarihsel doğruluk

sorumlulu-45 a.g.y., s. 791-795.

46 Cohn’un görüşleriyle ilgili ayrıntı ve değerlendirmeler için bk. Abbott, The Cambridge Introduction to Narrative, s. 148-149.

47 Kurmaca eserlerde karakterlerin iç dünyalarını ve düşüncelerini yansıtmayı sağlayan dolaysız düşünce,

iç monolog ve serbest dolaylı düşünce gibi tekniklere tarih ve biyografi kitaplarında birkaç istisna dışında rastlamak mümkün değildir. Esasında bu teknikler, okuduğumuz şeyin kurmaca olduğuna dair metin-içi kanıtlardır.

(18)

ğundan muaf tutulur. Hatta okunan roman, tarih anlatılarının biçimini taklit etse bile okuyucular bu şekilde düşünür. Bir şeyi kurmaca olarak tanımlamak, bir değişime yol açar ve gerçek dünyadaki gerçek olaylara ve insanlara gönderme yapma endişesi askıya alınır. Tabii bu bağlamda akla şöyle bir soru da gelebilir: “Tarihçi her zaman ve sadece doğruyu mu söylemelidir?” Bu ne yazık ki mümkün değildir çünkü tarihçilerin çoğu genellikle arşivlerden çıkarılmış eksik bir vesikayla meşgul olurlar. Bu durumda yaptıkları şey ise belgelerde mevcut olan gerçeklere dayanarak bazı kurgular inşa etmektir. Dolayısıyla çoğu okuyucunun tarihî anlatıdan beklediği “doğruluk” değil, “doğruyu söyleme niyeti”dir. Bu bir çeşit sözleşmedir. Yaygın ifadeyle gerçek anlatı “yanlışlanabilir” bir nitelik taşır yani gerçekten olmuş bir şeyin temsili olarak doğ-ruluğu test edilebilir. Genellikle gerçek anlatılar teyit edilme çabasıyla test edilirler, yani anlatıyı destekleyen ek kanıtlar ararlar, tıpkı avukatların aynı olayla ilgili birden fazla şahit araması gibi. Tabii desteklenmiş anlatılar yine de yanlış olabilir. Ancak burada önemli olan nokta bu tip bir geçerlilik testinin tarihî teşebbüsün merkezinde yer almasıdır. İşte bu yüzden tarihler belli aralıklarla güncelliğini yitirir, yani modası geçer çünkü yerlerini daha doğru tarihler alır. Bunun aksine, kurmaca yanlışlanamaz çünkü anlattığı öykü ne doğrudur ne de yanlış. Dolayısıyla kurmaca bir eserin modası geçtiğinde bunun sebebi tarih gibi yanlışlanabilir olması değil, başka sebeplerdir. Ta-mamen yanlış olsalar da asla modası eskimeyen birçok kurmaca eser vardır. Mesela Shakespeare, III. Richard adlı trajedisinde gerçekten yaşamış olan kral III. Richard’la ilgili birçok yanlış şey söylemektedir, ancak bizim bunu bilmemiz III. Richard traje-disinin itibarını zedelememektedir.48

Doğruluk meselesinden bahsetmişken, Türk edebiyatında da zaman zaman tartışılan bir konuya değinerek çalışmamızı tamamlamak istiyoruz.49 Tarihi kendine malzeme 48 Ayrıntı ve tartışmalar için bk. Abbott, The Cambridge Introduction to Narrative, s. 147-150. 49 Çalışmamızda tarihî romanın tanımı, tarihçesi vb. konulara değinmemeyi tercih ettik. Tarihçeyle ilgili

kısım zaten edebiyat tarihlerinde mevcuttur. Tanım kısmına gelince, tarihî romanın tanımına ve bir ro-manın aynı zamanda tarihî bir roman olduğuna karar verirken hangi ölçütleri kullanacağımıza dair net bilgiler mevcut değildir. Genel anlamda roman ile özel anlamda tarihî roman arasında nasıl bir ayrım yapacağımızla ilgili soruların cevapları tatmin edici olmaktan uzaktır. Tarihî roman, tanımlanmaktan ziyade müphem açıklamalarla ve bu türe örnek olarak gösterilen eserlerin sıralanmasıyla yetinilmektedir. Bir romanı tarihî olarak nitelendirmek için sadece tarihî bir döneme ya da gerçekten yaşamış tarihî bir figüre (ya da figürlere) yer vermiş olması yeterli midir? Kaynaklarda gerçekçi romanla kesiştiği söylenen tarihî romanın bu iddiayı çürütecek örnekleri yok mudur? Bu bağlamda mesela postmodern dönemde örneklerini gördüğümüz anti-realist ya da anti-mimetik tarihî roman örneklerini nasıl değerlendireceğiz? Başarılı bir tarihî roman yazmanın ölçütü, esas alınan tarihî dönemi detaylı bir şekilde incelemek ve gerçeğine benzer bir kurmaca eser ortaya koymak mıdır? Bunun aksi örnekleri (mesela postmodern romanlarda) mevcut değil midir? Bu ve bunun gibi cevaplanmayı bekleyen birçok soru, konunun ne kadar çetrefilli ve kapsamlı olduğunu göstermektedir.

(19)

edinen ve kurguyu bu malzeme üzerine inşa eden kurmaca anlatıların her ne kadar “kurmaca” olsalar da tarihi temsil etme biçimlerinin tartışma konusu olabildiğini görüyoruz. Hatta roman yazarlarının tarihi yanlış yansıttığı, çarpıttığı, tahrif ettiği tar-zındaki yakınmaları sıkça duyuyoruz. Edebiyat araştırmacılarının çoğu, bu tartışmanın anlamsız olduğunu, kurmaca bir eserde anlatılmış olan her şeyin kurmaca olduğunu ve bunların doğruluğunu sorgulamanın beyhude bir çaba olduğunu düşünüyor. Biz bu hususta Abbott’ın görüşlerine katılarak, tarihsel doğruluk meselesinin tarih yazımın-da olduğu kayazımın-dar kurmacayazımın-da yazımın-da kritik bir mesele olduğunu düşünüyoruz.50 Tartışma

konusu olan tarihî romanlarda okuyucuların tepkisi iki hususa bağlı olarak kendini göstermektedir. Birincisi, kurmacanın tarihi ne kadar ciddiye alır gibi göründüğüdür; mesela gerçek tarihî kaynaklardan alıntılar içeren, dipnotlarla desteklenmiş tarihî bir romanda, okuyucu, tarihin oldukça ciddiye alındığını düşünüp, değerlendirmesini de buna göre yapacaktır. İkinci husus ise okuyucunun bu tarihe ne kadar bağlandığıdır; mesela romandaki tarih anlayışına katılmayan okuyucular, romanı sarsıcı ve rahatsız edici olarak nitelendirebilirken, diğer okuyucular bu durumu çok da ciddiye almadan keyifli bir okuma tecrübesi yaşamayı tercih edebilir. Buradaki önemli nokta, okuyucunun kurmaca esere tepkisinin, onun tarihî açıdan doğru olup olmadığına dair algılarıyla biçim değiştirebileceğidir. Bilindiği gibi içinde yaşadığımız gerçek dünyayla ilgili anlayışımız (buna tarih de dahildir) kurgusal dünyaları yorumlayışımızda büyük rol oynamaktadır. Aksi söylenmediği sürece, bizler kurgusal dünyanın gerçek dünyanın bir benzeri olduğunu farz ederiz. Bu bağlamda, Marie-Laure Ryan, “metnin kendisi tarafından reddedilmediği” sürece, kurgusal anlatıdaki dünyanın bizim “kendi tecrü-belerimize dayanan gerçeklik”le eşleştiğine dair otomatik bir varsayımın söz konusu olduğunu ifade etmektedir. Ryan, bu varsayımın, anlatıdaki birçok boşluğu doldur-manın bir yolu olduğunu da vurgulamaktadır.51 Aslında anlatıda yaratılan dünyanın

anlaşılması için okuyucuların bu boşlukları doldurmasına ihtiyaç vardır, zira anlatı ancak bu şekilde anlaşılır hâle gelmektedir.

Sonuç olarak eleştirmenler ve okuyucular, tarihî bir romanın başarısını ya da başa-rısızlığını değerlendirirken sadece romandaki kurgusal dünyayı değil, kendi

tecrübele-50 Bk. Abbott, The Cambridge Introduction to Narrative, s. 151.

51 Mesela kurmaca bir anlatıda mavi bir geyikten bahsediliyorsa, okuyucuların muhayyilesinde gerçek

dünyadaki geyiğin bütün özelliklerini taşıyan (tabii mavi olmasının dışında) bir geyik canlanacaktır. Kurmaca bir eser okurken, aksi söylenmediği sürece anlatıdaki bütün güllerin dikeninin olduğu, bütün insanların kolu ve bacağı olduğu vb. bilinir. Tabii bunların hepsi romanda kurgusal bir varlığa sahiptir. Ancak okuyucular buna rağmen, mesela tarihî bir roman okurken kendi tarih anlayışlarını romana yansıtır. Gerçek tarihî olaylar ve kişilikler, onlarla ilgili sahip olunan duygu, düşünüş ve inanışlardan ayrı düşünülemez. Bu bağlamda okuyucunun bilgileri ve kanıları yanlış olsa da romandaki boşlukları doldururken bunları ister istemez yansıtır. Bk. Ryan, “Transfictionality across Media”, s. 391-392.

(20)

rinden kaynaklanan gerçekleri de dikkate alırlar. Dolayısıyla tecrübelerimiz, kurmaca anlatılarla ilgili algılarımıza etki etmektedir. Ancak burada önemli olan nokta, iki farklı dünyayı ifade eden gerçek dünya ile kurgusal dünyayı birbirine karıştırmamaktır.

Sonuç

Görüldüğü gibi kurmacanın tanımı ve ayırt edici özellikleri, kurmaca-gerçek ayrımı, kurmacanın tarih ve tarih yazıcılığıyla ilişkisi, tarihî romanın statüsü ve değer-lendirme ölçütleri vb. meseleler her ne kadar Antik Çağ’dan günümüze kadar araştırma konusu olmuşsa da, ortaya net sonuçlar ya da daha doğrusu üzerinde uzlaşmaya varıl-mış sonuçlar çıkmavarıl-mıştır. Mantıkçılar ve filozoflar meseleye kendi perspektiflerinden bakmış, edebiyat teorisyenleri ise biçimci ve bağlamsalcı yaklaşımlar arasında gidip gelmiş, bu durum neticesinde de semantik temelli yaklaşımlar ile pragmatik temelli yaklaşımlar arasında bir karşıtlık oluşmuştur. Yakın dönemde uzlaşmacı bir anlayı-şın doğmasıyla birlikte retorik yaklaşım bir şemsiye işlevi görerek meseleye daha bütüncül bir bakış açısı getirmiştir. Kurgusallığın göstergeleriyle ilgili tartışmalar da “metnin doğasında bulunan özellikler”in bir eseri “kurmaca” olarak nitelendirmemizi sağladığını düşünen anlatı semantiğiyle; kurgusallığın, yazarın niyeti ya da yazarın kullandığı “retorik stratejiler”e bağlı olduğunu iddia eden anlatı pragmatiği arasında bir karşıtlığa indirgenerek ele alınmıştır. Henüz kurmacanın tanımı ve kurgusallıkla ilgili temel meseleler aydınlığa kavuşmamışken, gerçekten yaşanmış olayları esas alan tarihî roman türüyle ilgili tartışmalar, meseleyi daha da çetrefilli hâle getirmiştir. Bir taraftan gerçek-kurmaca ayrımı ile kurmaca-tarih (tarih yazıcılığı) ayrımı tartışılırken, öbür taraftan tarihî romandaki tarihî bilginin doğruluğu tartışma konusu olmuştur. Postmodern romanlarda tarihin çokça konu edilmesi, tarihle oyun oynanması, tarihî gerçeklerin tahrif edilmesi, tarihî figürlerin itibarsızlaştırılması vb. hususlar, her ne kadar kurmaca da olsa tarihî bilginin romanda temsil ediliş biçiminin sorgulanmasına yol açmıştır. Bu bağlamda yapılan bütün tartışmaların, ortaya atılan tezlerin, teorilerin ve yaklaşımların anlatı teorisini beslediği, geliştirdiği ve disiplinlerarası bir etkileşime imkân sağladığı inkar edilemeyecek bir gerçektir.

KAYNAKLAR

Abbott, Porter, The Cambridge Introduction to Narrative, Cambridge University Press, 2008. Aristoteles, Poetika, çev. Samih Rifat, İstanbul: K Kitaplığı, 2003.

Bal, Mieke, “Visual Narrativity”, David Herman, Marie-Laure Ryan, Manfred Jahn (ed.),

(21)

Cohn, Dorrit “Signposts of Fictionality: A Narratological Perspective”, Poetics Today Vol. 11, No. 4, Narratology Revisited II (Winter, 1990), s. 775-804.

, The Distinction of Fiction, John Hopkins University Press, 1999.

Dawson, Paul, “Ten Theses against Fictionality”, Narrative, Vol 23, No. 1 (January 2015), s. 74-100.

Dervişcemaloğlu, Bahar, Anlatıbilime Giriş, İstanbul: Dergâh Yayınları, 2014.

Dolezel, Lubomir, “Possible Worlds of Fiction and History”, New Literary History, Vol. 29, No. 4, Critics without Schools?, Autumn, 1998, s. 785-809.

Gorman, David, “Fiction, Theories of”, David Herman, Marie-Laure Ryan, Manfred Jahn (ed.),

Routledge Encyclopedia of Narrative Theory, Routledge, 2008.

Herman, David, Brian Mchale ve James Phelan (Ed.), Teaching Narrative Theory, New York: The Modern Language Association of America, 2010.

Kellner, Hans, “Across the Curriculum: History/Historiography”, Teaching Narrative Theory, David Herman, Brian Mchale ve James Phelan (Ed.), New York: The Modern Language Association of America, 2010.

Laszlo, Janos, The Science of Stories: An Introduction to Narrative Psychology, Routledge, 2008. Morton, Peter, “Narrative Strategies in the Fictive Diary: Reader-Response Theory and the

Grossmiths’ The Diary of a Nobody”, Life Writing Symposium, 13-15 June, Flinders Uni-versity, 2006.

Ryan, Marie-Laure, “Transfictionality across Media”, Theorizing Narrativity, Ed. John Pier ve José Angel Garcia Landa, De Gruyter, 2008.

Schaeffer, Jean-Marie, “Fictional vs. Factual Narration”, The Living Handbook of Narratology, Peter Huhn, John Pier, Wolf Schmid, Jan Christoph Meister (Ed.), Hamburg University, http://www.lhn.uni-hamburg.de/article/fictional-vs-factual-narration, 2012.

Schmid, Wolf, Narratology: An Introduction, de Gruyter, 2010.

Walsh, Richard, “The Pragmatics of Narrative Fictionality”, A Companion to Narrative Theory, James Phelan ve Peter Rabinowitz (Ed.), Blackwell Publishing, 2008.

White, Hayden, “The Question of Narrative in Contemporary Historical Theory”, History and

Theory, Vol. 23, No. 1, 1984, s. 1-33.

Wolf, Werner, “Pictoral Narrativity”, David Herman, Marie-Laure Ryan, Manfred Jahn (Ed.),

(22)

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu çalışmada temel amaç Ankara ili merkezinde faaliyette bulunan ve Ankara Ticaret Odası (ATO) üyesi olan işletmelerin finansman kaynaklarına ulaşım

Romanın hacminin sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiği, temel orijininin nereden geldiği, hangi dönemde ortaya çıktığı, roman yazarının sanat anlayışının

Anahtar Kelimeler: Handan, Nazım, Refik Cemal, Hüsnü Paşa, Neriman, sevgi-aşk, kadın, evlilik, sadakat, ötekileşme, yozlaşma, yalnızlık, roman, kurmaca, mekan,

In this study, after giving a brief information about historical novel, we are going to eveluate how a historical character (Timur) is handled and processed in

“ara söz”, Ansiklopedik Edebiyat Terimleri Sözlüğü’nde “anlatılmak istenen düşüncenin daha iyi anlaşılması için cümle arasına konan açıklayıcı ibare,

anlamın munbasıt hâli (genişleme), anlamda derinleşme, çok boyutlu anlam aktarmaları, anlam çözülmeleri; anlamsal gerilimler, anlam parçalanmaları, anlam çatışmaları;

Eğer bir çeşit tüketici varsa ve tüm tüketiciler aynı talep eğrisine sahipse fiyatı marjinal maliyete eşitleyerek ve sabit ücreti her bir tüketici için tüketici

Bu bulgulara bilateral henüz gelişimini tamamlamamış frontal sinüslerde enflamatuar sinyal değişikliğinin eşlik ettiği tespit edilen hastanın radyolojik