• Sonuç bulunamadı

435'inci yıldönümü vesilesiyle:Merc-i Dabık cengi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "435'inci yıldönümü vesilesiyle:Merc-i Dabık cengi"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

CUMHURİYET

!

I 435 İNCİ YILDÖNÜMÜ VESİLESİLE I

I

Merc-1

Dâbık cengi

Yavuzun 1514 yazındaki büyük ı Çaldıran zaferinden sonra niyeti j İranda kalıp Kızılbaşlığı kökünden kaldırarak Safevî devletine son vermek suretile bütün İranı ilhak etmekti. Fakat ordunun ayak dire­ mesi yüzünden avdete mecbur kal­ dı. İki yıldanberi gene bu iş için hazırlanıp duruyor. 1516 baharında Çaldıran kahramanı ve Sadrıazam Sinan Paşayı kırk bin süvari ile Diyarbakıra gitmek üzere Malatya tarafına yollamıştı. Oradan Fıratı geçecek. Malatya o zaman Mısır Memlûklerinin elinde. Tehlikeyi gören Şah İsmail Mısır Sultanı Kansu Gavriye başvurur. Hoca S a- deddin meşhur tarihinde bu cihet­ leri güzel bir nazımla anlatmakta­ dır. Şah İsmail «Arab Sultanı» de­ nen Mısır hükümdarından «Rum Padişahı» denen Yavuzun ya sulha mecbur tutulmasını veya yolunun kesilmesini istiyor:

Eyle râzi sulh» Rûm’un şalımı Yâ ki şeddeyle o şâhııı râhını Yavuz, ki daha şehzadeliği zama­ nı Trabzonda vali iken Şah İsma- ille tanışmıştı. O, Şahın da, Kızıl­ başlığın da kendi devleti için ne korkunç bir tehlike olduğunu b il­ diği gibi Şah da Yavuzun nasıl ci­ hangir emelli bir âfet olduğunu pek iyi anlamıştı. Mısır hükümdarına gönderdiği «Istimdadname» de bu­ nu açıkça söyler:

Rub'-u meskûnu temam olmak diler Kendu tenha şah olup kalmak diler İki yıl önceki Çaldıran zaferine rağmen İran işini tamamlıyama- mıştı. Fakat şimdi bu işi tamamlar­ sa Mısır Memlûkleri iyi bilsin ki sıra kendilerine gelecek ve bütün Suriye ile Mısır Türklerin eline ge­ çecektir:

Âlur îse ger Acem mülkün tcmâm Bî-tereddüd âııun âlur Mısr ü Şam

* * *

İki yıl önce Yavuz İran üzerine yürürken o Kızılbaşlara karşı S ü n ­ nilik dolayısile memnun olup ta­ rafsız kalan Mısırlılar bu sefer teh­ likeyi anlayınca hem Sinan Paşa­ nın Fıratı geçmesini sert bir tavır­ la önlediler, hem de Sultan Gavri ellibinlik bir ordu ile Şama gelip tehdidli bir vaziyet aldı. Yavuz gi­ bi her hesabını tam yapan bir ser­ darın bu şartlar içinde İrana yürü­ mesi imkânsızdı. Malatyaya kadar Toros ilerileri Mısırlıların elinde­ dir. Biz İrana gidersek arkamız çev riliverir. Halbuki Mısıra yürünse İran çok uzakta olduktan başka iki yıl önceki darbeyle de henüz ser­ semliği gitmediğindent, böyle biı1 tehlike olamaz. Evet, İran işini son­ raya bırakıp önce Mısırı haklamak gerek.

* * *

İyi amma Mısır yalnız Müslüman devleti değil Sünnidir de. Kızılbaş lara karşı ulemadan «Râfizilik fetvası» alınıp şer’an harb açıla­ bilmişti. Mısır ise Sünnî olduktan başka Abbasî halifesini de himaye etmektedir. Bu işe nasıl bir çare bulmalı? Edimede «Yeni Medrese» veya «Çifte Medrese» denen irfan müessesesinin müderrisi Hocaoğlu Mehmed Efendi ileri fikirli bir zat olacak ki Yavuz onu iki yıl önce müderrislikten alıp «Nişancı» yap mıştı. Onu bu defaki seferde de nişancılıktan vezarete yükseltti. Son divanda «Mısır mı, İran mı?» meselesi müzakere edilirken reyler dağılıyor. Kimi Kölemenleri küçüm siyerek «Onlar ne yapabilir? İlle Kızılbaş üzerine yürünmeli» diyor. Kimi: «Mısırla İranm birleştiği belli, iki düşmanla başa çıkılamaz, seferden vazgeçmeli» fikrini ileri sürer.

İşte reylerin bu kargaşalığı için de Hocaoğlu Mehmed Paşa, «Tâc- üt - tevârih» müellifinin dediği gi­ bi Padişahın kafası içinde geçeni okurcasına harbin Mısır üzerine çevrilmesine iki esaslı sebeb ileri sürdü. Biri Mısır Sultanının bütün ordusile Halebe gelip harb niyetin­ de olduğunu ispat etmesidir. Harb istiyenle harb etmek lâzım gelir: Kim ki tiğın çeker mukaâbelede Ol alur hissesin mukaâtelede

Peki amma Mısırın Sünnî müs- lümanlığı? Zeki hoca bunun da, a - kan sular duracak derecede düstu­ runu buldu: «Kızılbaşlık ki zın­ dıklıktır, Mısırlılar ki onlarla bir- leşiyor, zındıkla birleşen de zındık sayılır.»

Hoca Sadeddinin nazmı bu fikri darbımeseli kuvvetile şu yolda ifa­ de etti:

Kim ki bir kavmi sevse andandır Diişmâna yâr olan da düşmandır

Yavuz, Hocaoğlu Mehmed Paşa nın fikri için «Bizim dahi makbul ve muhtarımız bu idi» diyerek ye­ ni vezire: «Hüsn-i suretle hitab ve diğerlerine itab» tan sonra Mısır ¡üzerine yürüdü.

jjî sf: :k

İki ordu bundan tam 435 yıl önce bugün 1516 ağustosunun 24 ünde Haleble Kilis arasındaki Merc-i Dâbık ovasında karşılaştı. Ondan bir asır ve 16 yıl önce, yani 1400 de, aynı ova Mısırlılarla Timurlengin de çengine şahid olmuştu. Abdül- hak Hâmidin babası Hayrullah E - fendinin Tarihî muteber mehazlar­ dandır. Mısır Kölemenlerinin harb sisteminden bahsederken onların sağ ve sol cenah tabiyelerinden haberleri olmayıp «fayda ve zarara bakmaksızın bir uğurdan hücum ederek hamle-i ûlâda bir iş göre­ bilirlerse ilerleyip olmadığı halde firar ile bir kaleye kapanarak ikin­ ci hücuma hazırlanmak bunların eski âdetlerinden olmağla...» der (kitab: 10, S: 56)

Timurlengin fiili ordusu karşı­ sında neye uğradıklarını anlıyamı- yan Mısır kölemenleri işte o âdet­ leri mucibince Haieb kalesine

sı-[

azar;

İsmail Habib Sevük

ğınmak için doludizgin kaçtılar amma uğradıkları panik ne kadar müthiş olacak ki kale hendeğini birbirini çiğnemek yüzünden ken­ di cesedlerile doldurdukları için Timur ordusu bir köprüden geçer gibi onlarm cesedleri üzerinden yürüyerek şehre girmişti.

* * *

Timuı-dan bir asır 16 yıl sonra işte Yavuz aynı ovada aynı Mısır Kölemenlerile ikinci Dâbık çengi­ ni veriyor. Hâdisat gösterdi ki Mı­ sırlıların tabiyesi hep aynıdır. Hay-' rullah Efendinin dedikleri gene doğru çıkar. Mısırlılar cenk için neye bu ovayı uygun buldular? Çünkü, gözlerimle gördüğüm için biliyorum, Kilis sırtlarından ufkun sonsuzluğuna kadar görünen o ova o kadar düpdüzdür ki hep süvari­ liklerine güvenen Mısırlılar için öyle bir yerde cenk etmek ideal bir şeydi. Çok defa cenklere coğrafya da karışır. Dağ, yar, nehir, batak, bunlarm her biri ordular için mÜ3-

bet ve menfî rollerle kader ortaklığı yapabilir. Halbuki bu ova bir şai­ rane tahtası gibi; istediğin kadar at koştur. Fakat Kölemen süvarileri 15 inci asır başında Timurun fille­ rini hesaba katmamışlardı. 16 ncı asrın birinci çeyreğinde Yavuza karşı da...

* * *

Evet, Mısırlılar gene eski

gore-neklerine bağlı, iki tarafa sadece kuvvetli süvarilerini yerleştirip merkezlerine üç katlı bir derinlik verdi. Gavri en ön saftaki askerlere güvenmediği için ilk hamlede on­ ların kırılmasını istemişti, halbuki onun esirgemek istediği ikinci saf- takiler kendilerinin geride bırakıl­ masını bir güvensizlik sayarak ho­ murdanmaktadırlar. Hepsi bir ta­ rafa. Bu üçüzlü derinlik yüzünden Mısırlılar üç çeşid askerden mü- rekkeb merkez kuvvetlerini hep birden savaşa sürmek imkânından mahrum bulunuyorlar.

Onların bu tabiyesine karşılık Yavuz kendi ordusuna, âdet oldu­ ğu üzere; merkez, sağ ve sol ce­ nahtan ibaret üçüzlü tabiyeyi bile yeter görmiyerek cepheye beşiz'i bir hüviyet verdi. Tıpkı bugünkü futbol hücum hattı gibi santrbaf, sağ ve sol iç, sağ ve sol açık şek­ linde bir tabiye.

* * *

Bu iki taraflı tabiyeye göre iki tarafın hedefleri de belli oluyor: Mısırlılar saldırışı cenahlardan, da­ yanışı merkezden yapacaklar. Y a­ vuz da bütün cephesile harbe gire­ ceği için düşmanı kavramak eme* ündedir. Sabah harb başlar başla­ maz iki cenahtaki Mısır süvarileri demir kütlesi sertliğile iki ucdaki açıklarımıza yüklendiler. Sayı ü s­ tünlüğü Mısırlılarda olduğu için

onlar en çok buna güveniyor. Bizim iki ucda sarsıntı var. Yavuz her iki uca gönderdiği iki fırka ile sarsın­ tıyı durdurdu. Kendi de ünlü kü - heylânına binmiş, meşhur iri küpe­ leri kulaklarında, «Seyf-1 Sârim» isimli iğri kılıcı elinde, gök gürle­ mesini andıran nâralarla her tara­ fa koşup her tarafı coştururken...

Fakat ne o? Yavuz birdenbire çe­ kiliyor. Süvariler ve piyadeler hep ona uyarak çark hareketlerde açıl­ dılar. Düşman zaferin kendine güldüğünü sanarak şevkle merkeze saldırdığı bir anda birdenbire top­ çularımızın ateşile karşılanınca harbin bütün kaderi anlaşılıverdi. Kansu Gavri kulağı yanından ge­ çen bir güllenin rüzgârile atından düşerek ölür. Yüzgeri eden düşman her taraftan çevrildiği için dört beş saat içinde harb bitiverdi. Kaçıp kurtulanlar Haleb kalesine can at­ mak istediler. Fakat Haleb Valisi Hayrı Bay, Yavuza dehalet ettiğin­ den kale kapılarını muzaffer Türk ordusuna açıyor.

* * *

Dört beş saatlik cenk. Artık Ha- lebi, Şamı, Suriyesi, Filistini hep bizimdir. Fethedilen o yerler dört asır bizde kaldı. Fakat Hatay, An- teb, Adana, İçel vilâyetlerimizi o cenge borçlu olduğumuz gibi Mara- şm kaderi de o cenkle katileşti. E - vet bütün bu cenub vilâyetlerimi­ zin asıl kurtuluş günleri o zaferle başlar. Merc-i Dâbık yalnız mazi­ nin hatırası değil o canım vilâyet­ lerimizin mazhariyeti o zaferin fe.v- zile devam ediyor. O çengin bu yıl­ dönümünde onlarm mazhariyetini de tebrik ediyoruz.

Nihayet büyük bir iş!

Röportajı yapan: Yaşar Kemal

3

içinde. toz Toz, Anteb pazarı

bulut misali..

— Ortak, diyorum, kusura kal­ ma ya, bir şey soracağım senden. Merak aldı beni.

— Sor, diyor, sor.

— Kadınlar var pazarda, otur­ muş çarşaflı kadınlar var ya..

— Var. Ne olacak?

— Birinin önünde bir teşbih vardı. Kırk kuruşa aldım. Önönde yoktu başka bir şey de.. Kalkıp gitmedi.

— Sen bilemez misin onları? — Ne bileyim?

— Sen de bir şey bilmiyorsun agoşum, diyor. Kusura kalma ya.

— Bak ortağım, diyorum, değme bana. Bana kaçakçı Haşan derler, adile şanile bizim memlekette..

— Darılma, diyor, darılma ya, bilmiyorsun. Getirmişler malı sana Suriyeden, sen toptan satmışsın.

— Eyi bildin arkadaşım. Tam gözünle görmüş gibi bildin. Öyle oldu işte.

— Ben bilirim, diyor. Adamı gözünden tanırım.

— Neydi o kadınlar? Hele söyle hele? Şu Anteb başka yer.

— Onlar dellal kadınlar. Bohça­ cı kadınlar. Biz malı getiririk, on­ lar ev ev dolaşıp satarlar. Sattık­ larından da bir ücret alırlar. İşte onlar pazarda bunun için beklerler. Hepsi dellâl değil ya o gördükleri­ nin, çoğu dellâl.

— Bunu bilmiyordum işte orta­ ğım.

— Daha neler göreceksin Anteb- de. Daha neler? Ne işler?

— Ya diyorum, işte bunu bilmi­ yordum.

* * *

Pazarda bir günde bir sürü ka­ çakçı tanıdım. Yüzlerce kişi! Ta­ nıştığım kaçakçılardan birisini bu­ lurum. Bu bohçacı kadmlardan b

i-— Zordur evlâdım.

Bu sırada ince bıyıklı çocuk mü dahale ediyor;

— Bizdendir, diyor. Pazarda bi­ zimle ceket satar. »

Pazarlığı yapıyoruz.

— Yarın, diyor, -yanımda yedi yaşlarında bir çocuk var.- çocuğu gönderirim yanına, çıpladırsm ço­ cuğu, sararsın ipekliyi her" yanına» giydirirsin elbisesini üstünden; ge­ tirir bana.

— Sağol teyze, diyorum. Ber­ hudar ol. Yarm gönder çocuğu pa­ zara.

Sonradan öğrendim ki, Antebde bu bohçacı kadınların sayısı bini buluyormuş. Serbest zamanlarda, yani zabıtanın çok sıkıştırmadığı zamanlarda, bohçalara doldurup eşyaları, ev ev dolaşıyorlar. Zabıta sıkıştırdı mı onların da çalışma tarzları değişiyor. Bu sefer, belle­ rine kemer gibi bir ip * bağlayıp, ipeklileri fır dolayı takıyorlar ipe, giyiyorlar üstünden çarşafı, dalı­ yorlar evlere, kadın hamamlarına.. Nerde bir kız evlenecek bunlar bi­ lir. Nerede bir düğün, bunlar ora­ da...

Bu kadmlardan üç dört sefer hapse girmiş çok namlıları var. Ben, bunca yıllık kaçakçı Adanalı Haşan, ancak bir seferlik düşmü- şümdür, mahpushaneye. Yiğitlik kadınlarda kaldı, yavrum kaçakçı Haşan! Ha gayret!

Bizim kaçakçı dostlarla, bu ka­ dınlar meselesini konuşurken biri anlattı:

— Baktık, diyor, Kilis otobü­ sünden indi bir kadın, yüzü avuç içi kadar, ayakları çöp gibi ince

ama, beden dersen bir manda. Gö­ ren şa;tı. Aynasızlar görmez mi bunu hiç? Yakaladılar. Üstüne tam elli metre ipekli sarmış. Be kadın, az sarsana geberesice. Az sarsana!

Bu kadınlar kıymetli ipeklileri sarıp bedenlerine Malatyaya, Elâ- zığa, daha başka yerlere götürüyor­

lar. Yalnız ipekli mi? Yükte hafif pahada ağır ne kadar mal varsa, bu kadınların ellerinden geçiyor.

Gör, oğlum kaçakçı Haşan! Elin kadınları neler yapıyorlar? Sen ba­ şaramazsan şu işi, yuf olsun erkek­ liğine..

* * *

HAZİN BİR ÖLÜM

Bayan Ruhat Kayacığın eşi, Belkls Haktanırın eniştesi, Tümgeneral Vcdad Garnn ve

Sıt-A r t l l e

Kilisten mal gelecek, evden de bana beş yüz lira... Bekliyoruz..

Bu arada ortağım ortadan kaybo­ luyor. Kahveye soruyorum, kahve­ de yok. Evine soruyorum, evinde yok. Varsın kaybolsun. Ortak mı yok sanki. Elini sallasan ellisi..

Öteki kahvede oturan, gözümün kestiği, çuvaldız ucu gibi sivri bı­ yıkları olan iri yapılı, pazarda ahpablığı ilerlettiğimiz biıisile iş kapmayı koyuyorum aklıma..

Bana:

— Böyle ceket satmaktan iş çık­ maz, demişti. Seninle başka işler çevirelim.

— Çevirelim agoşum, demiştim. Çevirelim.

Benim para gelsin gelmesin, tiz ortaklık yapacağız. Kendisinin ser­ mayesi var. Beraberce Halebe gidip mal getireceğiz. Sonra, Kayseride, Ankan^Ja, İstanbulda satacağız.

Başlıyalım. Hemen işe başlıyalım ortağım. Benim para suyunu çeki­ yor. Daha fazla kalamam Antepte. Ben bir ömür boyu yapamam bu işi. Şöyle bir vurgun olursa ne âlâ.. Acele kardeşim.

B ir sabah pazarda yanıma yakla­ şıp:

— H a 7 i r m ıs ın *? Hivrvr

Referanslar

Benzer Belgeler

Başlıca faaliyet alanlarımız; İçme suyu hatları ve Sulama projeleri ürün ve uygulamaları, HES Projeleri, Fabrika soğutma hatları, Maden projelerinde cevher

“Dolaşım ve solunum sistemleri” ders kurulunun sonunda dönem III öğrencileri; dolaşım ve solunum sistemi ile ilgili hastalıkların klinik özellikleri ve

Dünya’da birçok ülkede hızla yayılan (Covid 19)Koronavirüs salgını nedeniyle ülkemizde alınan tedbirler doğrultusunda bizler de Tunceli Milli Eğitim ailesi olarak eğitim

Cevap versenize!” diye ısrar etti büyük Flint?. Bir yandan da az önce döndükleri köşeye endişe dolu

[r]

Bütünleme sınavına not yükseltmek için girmek isteyen öğrenciler, Bursa Teknik Üniversitesi internet sayfasında ilan edilen tarihlerde öğrenci işleri bilgi

Öğrencilerin ilgi alanları doğrultusunda öğrenci toplulukları ile koordineli olarak düzenlenen geziler, konferanslar ve benzeri etkinliklerle öğrencilerin ders dışında

Bursa Teknik Üniversitesi, bir dünya üniversitesi olma amacıyla öğrencilerine farklı akademik ve kültürel ortamlarda yetişme fırsatı sunmaktadır. Bu doğrultuda