• Sonuç bulunamadı

CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ BELGELERİ IŞIĞINDA MÜDAFAA-İ HUKUK GRUBU’NUN KURULUŞU VE ÜLKE GENELİNDE GRUBA AİT HEYET-İ MERKEZİYE LİSTELERİNİN OLUŞTURULMASI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2023

Share "CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ BELGELERİ IŞIĞINDA MÜDAFAA-İ HUKUK GRUBU’NUN KURULUŞU VE ÜLKE GENELİNDE GRUBA AİT HEYET-İ MERKEZİYE LİSTELERİNİN OLUŞTURULMASI"

Copied!
41
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

CUMHURBAŞKANLIĞI ARŞİVİ BELGELERİ IŞIĞINDA MÜDAFAA-İ HUKUK GRUBU’NUN KURULUŞU VE ÜLKE GENELİNDE GRUBA AİT HEYET-İ MERKEZİYE LİSTELERİNİN

OLUŞTURULMASI*

Mesut AYDIN**

ÖZET

Müdafaa-i Hukuk Grubu’nun kurulduğu dönemde, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında siyasi parti veya partiler mevcut değildi. Onun yerine, Sivas Kongresi’nde oluşturulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti etkili olmuştu. Başlangıç itibarıyla milletvekilleri arasında düşünce bakımından tam bir mutabakat vardı.

Fakat zaman geçtikçe, Meclis'te ortaklaşa bir çalışmanın sağlanıp düzenlenmesinde güçlükler belirmeye başladı. En basit konularda bile oylar dağılmaya başlamıştı. Olağanüstü şartların yaşandığı bir ortamda Meclis'te iş görülemiyordu. Bu duruma bir çare olmak üzere 1920 yılının ortalarında birtakım gruplar oluşturulmaya çalışıldı. Bu gruplar, Mustafa Kemal’in 13 Eylül 1920’de Halkçılık programını açıklamasından sonra ortaya çıkmaya başlamışlardı.

Söz konusu gruplar ise şunlardır: Tesanüt Grubu, İstiklâl Grubu, Müdafaa-i Hukuk Zümresi, Halk Zümresi, Islahat Grubu vb. Bunlardan başka, isimsiz olarak özel maksatlarla kurulan bazı küçük gruplar da vardı.

Mevcut grupları birleştirmek veyahut mevcut gruplardan birini destekleyerek iş görmenin mümkün olmadığını gören Mustafa Kemal, meclis içinde birlik ve beraberliği sağlayacak bir grup oluşturulması için bir çalışma başlatmıştı. Mustafa Kemal, “inkılâpçı zihniyete” sahip milletvekilleriyle gruplar halinde vilayet konağında görüştükten sonra Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu adıyla büyük bir grup kurmaya karar vermişti. Bu aşamada, ülke genelindeki Müdafaa-i Hukuk teşkilatları da önemli görevler üstlenmiş ve oluşturdukları

“heyet-i merkeziye” listelerini Ankara’ya ulaştırmışlardı.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu; 10 Mayıs 1921’de kurulmuştu. Birinci Grup da denilen Müdafaa-i Hukuk Grubu; ilk toplantısını 133 milletvekilinin katılımıyla Erkek Öğretmen Okulu’nun Konferans Salonu’nda yapmıştır. Başkanlığına Mustafa Kemal seçilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Müdafaa-i Hukuk, Büyük Millet Meclisi, Gruplar

*Bu makale Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal bir makale olduğu

(2)

THE FOUNDING OF THE MUDAFAA-I HUKUK (DEFENDERS OF LAW) PARTY AND THE MAKING OF THE COUNTRYWIDE HEYET-I MERKEZIYE (CENTRAL COMMISSION) LISTS IN THE

LIGHT OF THE PRESIDENCY ARCHIEVES

ABSTRACT

There were no political parties during the time of the foundation of the Turkish Parliament (Grand National Assembly of Turkey). Instead, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (The Union for the Defence of Law in Anatolia and Rumelia) was efficient. At the beginning, there was total agreement among the representatives. But in time, difficulties arose in procuring and organising cooperative work. Votes were scattered even in simplest matters. The Parliament, thus, turned inactive in a time of great burdens. To solve the problem, in the mid- 1920s, some political groups were founded. These groups began to surface after Mustafa Kemal publicised his agenda of Populism on 13th September 1920.

These groups were Tesanüt (Solidarity) Group, İstiklâl (Freedom) Group, Müdafaa-i Hukuk (Defenders of Law) Society, Halk (People’s) Society, Islahat (Reformation) Group etc. Apart from them, there were also some nameless minor groups founded for special purposes.

Recognising the impossibility of moving on by uniting or supoorting the groups at hand, Mustafa Kemal started to work on the foundation of a new group to establish unity and solidarity within the Parliament. After negotiating with the reformist members of the Parliament in groups in the presidency residence, Mustafa Kemal decided to form a stately political group with the name of Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Group (The Defence of Law in Anatolia and Rumelia Group).

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Group (The Defence of Law in Anatolia and Rumelia Group) was establihed on 10th May 1921. Also known as the First Group, the Defence of Law Group held its firts meeting at the Conference Hall of the Teachers’ School (Erkek Öğretmen Okulu) in the presence of its 133 members. Mustafa Kemal was elected the president of the group.

Key Words: Müdafaa-i Hukuk (Defence of Law), Büyük Millet Meclisi (Grand National Assembly), Groups

1.GİRİŞ

M. Kemal ve arkadaşlarının Anadolu’ya geçerek Milli Mücadeleyi başlatmaları; ülke genelinde Müdafaa-i Hukuk ruhunun oluşmasında ve kabûl görmesinde etkili olan en önemli girişimlerden biridir.

Paşa, Mondros Mütarekesi’nden sonra İstanbul’a dönmüş ve mevcut durumu değerlendirerek İzzet Paşa Hükümeti’nde görev almak istemişti. Bu konudaki girişimleri boşa çıkınca, uygun bir görev ve sıfatla Anadolu’ya geçip işgâle ve işgâlcilere karşı mücâdeleye girişmeye karar vermişti.

(3)

Turkish Studies

19 Mayıs 1919’da Dokuzuncu Ordu Kıtaat Müfettişi yetkisiyle Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal, Samsun’a geldiğinde hem kendisinin hem de ülkenin kaderini belirleyecek bir program dahilinde çalışmalara hız vermişti. Daha Havza’da iken yayınladığı beyanname ile bütün yurtta millî bir teşkilâtın kurulması gereğini dile getirmiş ve ülke genelinde büyük bir heyecan yaratmıştı.1

Bu, milletin harekete geçirilmesi için gerekli idi. Çünkü, İzmir, Manisa ve Aydın’ın işgâl edilmesi, bölge halkına yapılan saldırı ve zulümler hakkında milletin aydınlatılamaması, millî varlığa vurulan bu korkunç darbeye karşı açıktan açığa herhangi bir tepki ve şikâyetin gösterilememesi, millî bir teşkilâtın kurulmasını zorunlu kılıyordu.2

Mustafa Kemal Paşa’nın, 28 Mayıs 1919 tarihli Havza Genelgesi’yle verdiği talimat üzerine İstanbul ve Anadolu’nun değişik yörelerinde işgâle ve işgâlcilere karşı gösteri ve toplantılar yapılmaya başlamıştı. Bu, müdafaa-i Hukuk rûhunun doğuşu idi.

Havza Genelgesi’nin bir başka etkisi de İşgâl güçlerini telaşlandırması ve Mustafa Kemal Paşa’nın bu görevden azledilmesini, geri çağrılmasını istemeleriydi.

Mustafa Kemal Paşa, bu durumda, yol ayrımına gelmişti. Ya, İstanbul’a geri dönecek ya da vatanın düşman işgâlinden kurtarılması için faaliyetlerine devam edecekti. Tabii, ikinci yolu seçti.

14 Haziran 1919’da Amasya’dan Padişah’a yolladığı bir yazı ile İstanbul’a gelmeyeceğini, buna zorlandığı takdirde istifa edeceğini, milletin istiklâline kavuşması, saltanatın ve hilafetin yok olmaktan kurtulması için Anadolu’da kalacağını bildirmişti.3

2. Mustafa Kemal Paşa ve Amasya Tamîmi

Mustafa Kemal Paşa, iç bölgelerdeki durumu yerinde görmek ve bir değerlendirme yapabilmek amacıyla Havza’dan ayrılmış ve Amasya’ya gelmişti. M. Kemal Paşa ve beraberindekiler, Cülûstepe denilen yerde Amasya’nın askerî ve sivil erkânın da katıldığı kalabalık bir halk topluluğu tarafından karşılanmışlardı. Müftü Hacı Hafız Tevfik Efendi; “Amasya halkı müdafaa-i vatan, muhafaza-i din ve devlet yolunda mücâhede edenleri bağrına basmakla müftehir olacaktır.” diyerek Amasya halkının Mustafa Kemal Paşa’yı bağrına basmasına ve adeta ona bağlılık yemini etmelerine vesile olmuştu.

Cülûstepe; Çelebi Mehmet’in, Fetret devri sırasında padişahlığını ilân ettiği ve cülûs töreninin yapıldığı yerdi. Mustafa Kemal’in burada karşılanması ve halk tarafından bu denli kabul görmesi, oldukça manidârdı. Burada, Amasya Müftüsü Hacı Hafız Tevfik Efendi, Mustafa Kemal Paşa’ya hitaben Amasya halkının duygu ve düşüncelerini aktardıktan sonra “Paşam! Bütün Amasya emrinizdedir. Gazânız mübârek olsun” diyerek hükümet konağına kadar O’na eşlik etmişti. Cülûstepe’de yaşanan bu tarihî an, Amasya ve Amasyalılar adına bambaşka bir anlam ifade etmekteydi. Bu andan itibaren Amasya halkı, Millî Mücâdeleyi kabul eden, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını bağrına basan ilk şehir halkı olma özelliğini kazanmıştır.

Amasya’ya geldiği günün akşamında Hükümet Konağı’nda Amasyalılara hitaben bir konuşma yapan Mustafa Kemal Paşa, kendisine gösterilen yakın ilgiye teşekkür etmiş ve her yerde olduğu gibi Amasya’da da Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulmasını istemişti. Bunu bir emir kabul eden Amasyalılar; 14 Haziran 1919’da Amasya Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurmuş ve

1Gothard Jaeschke, “Havza’da Mustafa Kemal Paşa”, Belleten, XLVI/182, (Nisan 1982), Ankara 1982, s. 348

2M. K. Atatürk, M. K. Atatürk, Nutuk (1919-1927), (Bugünkü dille yayına hazırlayan: Zeynep Korkmaz), Ankara 1999, s. 15 vd.

3Genelkurmay Başkanlığı, Askerî Tarih Belgeleri Dergisi, Sayı: 77, Belge:1685; Osman Özsoy, Saltanat’tan Cumhuriyet’e Giden Yolda Kurtuluş Savaşı’nın Perde Arkası, İstanbul 1999, s. 172 vd

(4)

Amasya Müftüsü Hacı Hafız Tevfik Efendi’yi de cemiyet başkanlığına getirmişlerdi.4 Aynı gün, Amasya’nın en büyük câmii olan Sultan Bayezid Câmii’nde Vâiz Abdurrahman Kamil (YETKİN) Efendi, hutbede halka yaptığı konuşmada; “Yegâne kurtuluş çaresi, halkımızın doğrudan doğruya hakimiyetini eline alması ve irâdesini kullanmasıdır” diyerek daha o tarihlerde, ileride gerçekleştirilecek olan mücâdelenin adını da koymuştu.5

Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta da ifade ettiği gibi yurt genelinde başlayan müdâfaa-i hukuk hareketini millete mâletmek, millî birlik ve beraberliği sağlayacak bir kurulun oluşmasını sağlamak amacıyla yakın çevresini oluşturan arkadaşlarını Amasya’da toplayıp bir çalışma başlatmak istemişti. Bunun için Ali Fuat (CEBESOY) Paşa, Rauf (ORBAY) Bey ve Refet (BELE) Bey’i Amasya’ya çağırmıştı. Konya’da bulunan II. Ordu müfettişi Cemal Paşa ile XV. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir’e de haber verilmişti.6 18 Haziran 1919’da Edirne’de bulunan I.

Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa’ya bir telgraf çekilerek Anadolu ve Rumeli’deki millî kuruluşların birleştirilmesi gerektiği, bunun için de Sivas’ta millî bir kongrenin toplanacağını ve temsilci olarak Sivas’a iki kişinin yollanması istendi.

Ali Fuat Paşa, Rauf Orbay ve Refet Bele 19 Haziran 1919’da Amasya’ya gelmiş ve ertesi gün M. Kemal Paşa ile birlikte Millî Mücâdelenin programını belirleyecek hummalı bir çalışma başlatılmıştı.7 Cafer Tayyar Paşa’ya gönderilen metin esas alınarak 20-22 Haziran 1919 tarihleri arasında devam eden çalışmalar sonunda alınan kararlar bir beyanname ile Türk Milletine duyurulmuştu.

Amasya Tamîmi’nin yayınlanması ve millî bir hareketin hazırlanması, İngilizleri olduğu kadar İstanbul hükümetini de tedirgin etmişti. Zirâ, Amasya Tamimi, siyasî ve hukukî yönden büyük bir önem taşımaktadır. Bu tarihî belgeyle Millî Mücâdele fikri, kuvveden fiile intikal etmiş;

yani bir fikir olmaktan çıkmış, eyleme dönüşmüştür. Bu tamîm ile Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’da başlayan Millî Mücâdelenin hedefini, stratejisini ve yöntemini belirlemiştir. Bu tamîmle Anadolu’nun değişik yörelerinde çoban ateşi şeklindeki parıltılar, istiklâl meşalesine dönüşmüştür.

Amasya Tamîmi, Millî hakimiyet fikrine dayanan yeni bir Türk Devleti’nin kurulması yolunda kaleme alınan bir ihtilâl beyannamesidir. Bu tamîm ile millî irâde dile getirilmiş, “milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” sözüyle millet gerçeğine vurgu yapılmış, millî hakimiyetin önünde yer alan saltanat ve hilafet gibi engellerin ortadan kaldırılmasını gerekli kılan yollar birer birer açılmıştır.

Amasya Tamîmi gibi tarihî bir belgeyi hayata geçiren Mustafa Kemal Paşa, 26 Haziran 1919’da Erzurum’a gitmek üzere Amasya’dan ayrılmıştı. Tokat’ta bir gece kaldıktan sonra 27 Haziran 1919’da Sivas’a gelmiş, Sivas’ta, başta Vali Reşid Bey olmak üzere halk ve asker tarafından büyük bir sevinç gösterileriyle karşılanmıştı.

3. Mustafa Kemal Paşa ve Erzurum Kongresi

Sivas’ta fazlaca kalmayan M. Kemal Paşa ve beraberindekiler, Suşehri ve Erzincan üzerinden 3 Temmuz 1919’da halkın ve askerlerin içten gelen samimi gösterileri arasında, Erzurum’a girdi. Başta, XV. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir olmak üzere Erzurum Valisi Münir Bey, Bitlis Valisi Mazhar Müfit (KANSU) ve Erzurum Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye

4Mehmet Evsile, “Amasya Tamimi ve Atatürk’ün Amasya’daki Faaliyetleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, XIV/40, (Mart 1998), Ankara 1998, s. 75 vd.

5Hüseyin Menç, Milli Mücadele Yıllarında Amasya, Olaylar-Belgeler-Portreler, Amasya 2007, s. 115 vd.

6Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz, İstanbul 1988, s. 52 vd

7Ali Fuat Cebesoy, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul 2000, s.70; Rauf Orbay’ın Hatıraları, Yakın Tarihimiz III, Sayı: 27, İstanbul 1962-1963, s.18,

(5)

Turkish Studies

Cemiyeti’ne mensup bir heyet, Mustafa Kemal Paşa’yı Ilıca’da karşılamışlardı. İstanbul Kapısı’ndan şehre girişte de askerî tören düzenlenmişti.

Mustafa Kemal Paşa’nın faaliyetlerini kendi varlığı için tehlikeli bulan İstanbul Hükümeti, 8 Haziran 1919’dan itibaren O’nu İstanbul’a geri getirebilmek için birçok teşebbüste bulunmuştu.

Son olarak da yeni Harbiye Nazırı Ferit Paşa, 5 Temmuz 1919’da padişah adına İstanbul’a geri gelmesini istemişti.

Harbiye Nazırı bizzat makine başında Mustafa Kemal Paşa’yla konuşup, İstanbul’a dönmesi ricâsında bulunmuştu. Şeref ve haysiyetinin hayat ve istikbalinin güvence altında olduğunu vurguladı. Padişah ve İtilâf devletleri temsilcilerinin de kendisinin İstanbul’a dönmelerini beklediğini söylemişti. Mustafa Kemal Paşa, ısrarla geri dön çağrısı yapan Harbiye Nazırına;

“Vatan ve milletin selâmeti için hizmet etmekten başka bir amacı olmadığını” söyleyerek İstanbul’a dönmeyeceğini bildirdi.

İstanbul ile gerçekleşen son haberleşmenin üzerinden çok geçmeden, 8 Temmuz 1919’da padişah adına Başkâtip Ali Fuat (TÜRKGELDİ) imzasıyla yeni bir telgraf gönderildi.8 Padişah, telgrafta; Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a dönmesini, şayet isterse Anadolu’nun bir yerinde olayların yatışmasına kadar izin alabileceğini, eğer İstanbul’a dönmek isterse de İngilizler tarafından kendisine yönelik hiçbir olumsuz davranışta bulunmayacaklarına dair teminat verdiklerini belirtmişti.

Mustafa Kemal Paşa, daha bu telgrafa cevap vermeden III. Ordu müfettişliği görevinden alınmıştı. Vahdettin’in onayladığı yazıda kısaca; “Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’nın görevine son verilmiştir…” emri yazılıydı.9 Bunu bildirmek için de Saray Başkâtibi Ali Fuat Bey, 8/9 Temmuz gecesi saat 22:30’da Mustafa Kemal’i makine başına çağırarak, “durumun gereği olarak” görevine son verildiğini belirtmişti.10

Mustafa Kemal Paşa, görevden alındığının kendisine bildirilmesi üzerine arkadaşlarıyla bir durum değerlendirmesi yapmıştı. Toplantıya, İstanbul Hükümetince görevden alınan Erzurum Valisi Münir Bey, Bitlis Valisi Mazhar Müfit Bey’in yanı sıra XV.inci Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir, Rauf (ORBAY), İzmit eski mutasarrıfı Süreyya Bey, III. Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı Kâzım (DİRİK), Hüsrev (GEREDE) ve Dr. Refik (SAYDAM) katılmışlardı.

Toplantıda, olağanüstü şartlardan kaynaklanan tehlikeleri hatırlatan Mustafa Kemal Paşa;

“millete önder olacakların, son nefeslerini verinceye kadar millî amaçlar uğrunda fedakârlığa devam edeceklerine dair daha işin başında karar vermeleri” gerektiğini dile getirmişti.

Kalplerinde bu gücü duymayanların teşebbüse geçmemelerini, zirâ hem kendilerini hem de milleti aldatmış olacaklarını ifade eden Mustafa Kemal, üstlendikleri görevin, resmî makam ve üniformaya sığınarak el altından yürütülebilecek türden bir görev olmadığını, aksine yapılacak işin;

“Açıkça ortaya çıkmak ve milletin hakları adına gür sesle bağırmak ve bütün milleti bu sese ortak etmek” olduğunu anlatmıştır.

Millî teşkilatın başına geçecek kişinin belirlenmesi gerektiğine de değinen Mustafa Kemal Paşa, bu iş için kendisi ya da bir başkasının seçilmesinde sakınca görmediğini hatırlatarak; “Yeter ki, o arkadaş, bugünkü durumun kendisinden beklediği şekilde harekete evet diyebilsin!” demişti.

Mustafa Kemal Paşa’nın yaptığı konuşma ve açıklamalardan sonra karar verebilmek ve bir süre düşünüp özel görüşmeler yapabilmek için toplantıya ara verilmişti. Tekrar toplanıldığında ise

8Atatürkle İlgili Arşiv Belgeleri, (1911-1921) Tarihleri Arasına Ait 106 Belge, Ankara 1982, Belge No: 51

9Atatürkle İlgili Arşiv Belgeleri, (1911-1921) Tarihleri Arasına Ait 106 Belge, Ankara 1982, Belge No: 53

10Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi I: Ulusal Direnişten Türkiye Cumhuriyetine, Ankara 1998, s. 201

(6)

orada bulunanlar; Mustafa Kemal Paşa’nın işin başında devam etmesini, kendilerinin de O’na yardımcı ve destek olacaklarını dile getirmişlerdi. Bu karar, Havza’dan beri kangren haline dönüşen “İstanbul’a gel” çağrılarına da bir cevap mahiyetinde idi. Nitekim; Mustafa Kemal Paşa, resmî görev ve askerlikten ayrıldıktan sonra da “üst komutan” imiş gibi emirlerinin yerine getirilmesinin başarı için temel şart olduğunu belirtmiş ve O’nun bu düşüncesi benimsenip kabul gördükten sonra toplantıya son verilmişti.11

Yapılan toplantıdan sonra Mustafa Kemal Paşa, 8/9 Temmuz 1919 gecesi saat 23:45’de Padişah Vahdettin’e bir dilekçe göndererek askerlik mesleğinden ve sahip olduğu bütün san ve ünvanlardan istifa ettiğini şu cümlelerle açıklamıştı: “Mübârek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak ve Yunan ve Ermeni emellerine baş eğmemek için millî mücâhede uğrunda milletle beraber serbest suretle çalışmağa resmî ve askerî sıfatım artık mani olmaya başladı. Bu mukaddes gaye için milletle beraber nihayete kadar çalışmağa mukaddesatım namına söz vermiş olduğumdan dolayı pek çok sevdiğim askerlik görevime mesleğime bugün vedâ ve istifa ettim.

Bundan sonra mukaddes millî gayemiz için her türlü fedâkârlıkla çalışmak üzere sine-i millette bir ferd-i mücâhid suretiyle bulunmakta olduğumu tamimen arz ve ilân eylerim. Mustafa Kemal”

İstifa olayından sonra Mustafa Kemal Paşa’yı üzen ilk şey, İstanbul’dan beraberinde getirdiği, müfettişlik kurmay başkanı ve kader arkadaşı olan Kazım Dirik’le yolarının ayrılmasıydı.

Kazım Bey, koltuğu altındaki dosya ile içeri girerek, “Paşam askerlikten istifa ettiğinize göre bundan sonra benim vazifede devam etmeme imkân kalmadı. Evrâkı kime teslim etmemi emir buyurursunuz” demek suretiyle Mustafa Kemal’i terk etmişti.

Sevindirici olan böyle bir olayın bir daha yaşanmamasıydı. Tam tersine, Mustafa Kemal’e bağlılığını ifade eden, kaldıkları yerden yola devam edeceklerini belirtenler çoğunluktaydı. XX.

Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoy, daha İstanbuldan itibaren kolordusuyla beraber emrinde olduğunu ifade etmiş ve gerekirse askerlikten de istifa edebileceğini bildirmişti.12 Ama en anlamlısı, XV. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’nın gösterdiği tutumdur.

Kâzım Karabekir Paşa, askerlikten ayrıldığı gün Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret etmiş ve

“bundan sonra kolordum ve ben emirlerinizi eskisi gibi yerine getirmeyi bir şeref bileceğiz”

demişti. Refet Bele de O’nun yanında yer almış, kolordu komutanlığından ayrılınca yanına gitmiştir.

Mustafa Kemal Paşa’yı istifa olayından sonra yalnız bırakmayan bir başka arkadaşı da Rauf Orbay olmuştu. Rauf Bey, “Vatan ve milletin halâs ve istiklâli temin olununcaya kadar Mustafa Kemal Paşa ile çalışacağımıza mukaddesatımız namına ahd ü peyman eylediğimizi arz ve ilan eylerim ” demek suretiyle O’nu yüreklendirmişti.13

Vilâyet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nin Erzurum şubesi de 10 Temmuz 1919’da, aldıkları bir kararla, Mustafa Kemal Paşa’nın Cemiyetin başına geçmesini, yönetim kurulu başkanlığını kabul etmesini istemişlerdi.14

Erzurum Kongresi, Vilâyat-i Şarkıyye Müdafaa-i Hukuk-ı Millîye Cemiyeti’nin Erzurum şubesi ile Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti’nin ortaklaşa düzenledikleri bir kongre idi. Kongre düzenleme nedeni, Paris Barış Konferansı’nda Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgesi’nin geleceği ile ilgili olarak farklı düşüncelerin dillendirilmiş olmasıydı. Doğu Anadolu’da bir Ermenistan devletinden bahsediliyor; Trabzon ve havalisinde Pontus Rum İmparatorluğu’nu yeniden diriltecek

11M. K. Atatürk, age., s. 30 vd.; Hüsrev Gerede, Hüsrev Gerede’nin Anıları (19 Mayıs 1919-10 Kasım 1938), İstanbul 2002, s. 50 vd; Mazhar Müfit Kansu, Erzurumdan Ölümüne Kadar Atatürkle Beraber I, Ankara 1986, s. 38

12Ali Fuat Cebesoy, age., s. 123 vd.

13A. F. Cebesoy, age., s. 124 vd.

14M. K. Atatürk, age., s. 44

(7)

Turkish Studies

bir Rum devletinin kurulması düşünülüyordu. Ayrıca; Güneydoğu Anadolu Bölgesinde özerk bir Kürdistan kurulması da öngörülüyordu.

Bu gelişmeler, bölge halkını birbirine yakınlaştırmış, ortak bir cephe oluşturmak için birlikte hareket etme kararı almışlardı. Vilâyat-ı Şarkiyye Müdafaa-i Hukuk-ı Millîye Cemiyeti’nin Erzurum Şubesi, 30 Mayıs 1919’da Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti’ne başvurarak, ortak bir kongre düzenlenmesi isteğini iletmişti.15 Böylece, bölge halkının sesi, dünya kamuoyuna duyurulmuş olacaktı.

Cemiyetler arasında yapılan görüşmeler sonucunda, İkinci Meşrutiyetin ilân edildiği gün olan 10 Temmuz 1908’in yıl dönümüne denk gelecek şekilde Erzurum’da bir kongre düzenleme kararı almışlardı. Kongrenin toplanma tarihi de milâdî takvime göre 23 Temmuz’a karşılık gelmekte idi.

Kongrenin toplanmasıyla ilgili fikri aşamada herhangi bir etkinliği olmayan Mustafa Kemal Paşa, 10 Temmuz 1919’da cemiyetin Erzurum şubesinin teklifiyle beş kişilik “Heyet-i Faale’nin” başkanlığına getirilmiş ve böylece resmî bir hüviyet kazanmıştı.16

Erzurum Kongresi, Atatürk’ün ifadesiyle; “pek gösterişsiz bir okul salonunda” 23 Temmuz 1919 tarihinde çalışmalarına başlamıştı. Kongreye, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu kapsayan Vilâyat-ı sitteden, Trabzon vilayetinden ve Nahçıvan’dan temsilci gelmesi beklenirken, türlü nedenlerden dolayı birçok yöreye mensup temsilci gelememişti.

Aynı gün, kongre başkanlığı için aday olan Mustafa Kemal Paşa, kongreye katılan temsilcilerin 38’inin oyunu alarak kongre başkanlığına seçilmişti.17

Başkan seçildikten sonra kürsüye gelen Mustafa Kemal Paşa, uzun bir konuşmadan sonra milletin mukadderatına talip olacak millî irâdenin ancak Anadolu’dan doğabileceğini ifâde etmiş, millî irâdeye dayanan bir Millet Meclisi’nin açılmasını, kongre çalışmalarının ilk hedefi olarak göstermiştir.18

14 gün boyunca çalışmalarını sürdüren kongre, 7 Ağustos 1919’da çalışmalarını sona erdirmiştir.

Kongre çalışmaları sonunda alınan kararlar, on maddelik bir beyanname ile kamuoyuna duyurmuştur. 19

Mustafa Kemal Paşa, 7 Ağustos 1919’da yaptığı kapanış konuşmasında; “esaslı kararlar alındığını ve cihana milletimizin varlığının ve birliğinin gösterildiğini” söyleyerek Erzurum Kongresi’nin önemini ortaya koymuş ve “Tarih, bu kongremizi şüphesiz ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir” diyerek, kongre kararlarının çok kritik günlerde alındığını da vurgulamıştır.20

Erzurum Kongresi, bölgesel bir kongre olmasına karşın, aldığı kararlar bakımından millî bir nitelik kazanmıştır. Erzurum Kongresi kararları, Millî Mücâdelenin önemli yapı taşlarından birini oluşturmuş, kendisinden sonra gelişen olayların öncüsü olmuştur. Erzurum Kongresi kararlarıyla birlikte Millî Mücâdele hareketi, bölgesel de olsa sivil bir tabana oturtulmuştur.

15K. Karabekir, age., s. 36

16Haluk Selvi, Millî Mücadele’de Erzurum (1918-1923), Ankara 2000, s. 103

17Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı: 35, Belge: 14

18M. K. Atatürk, age., s. 45

19“Atatürk”, İslâm Ansiklopedisi I, İstanbul 1993, s. 738 vd.; Zekai Güner, O. Kabataş, Millî Mücadele Dönemi Beyannameleri ve Basını, Ankara 1990, s. 82 vd

20M. K. Atatürk, age., s.46

(8)

Erzurum Kongresi’nde alınan bu kararların yanı sıra Vilayât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin ismi değiştirilmiş ve Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adını almıştır. Bundan böyle Doğu Anadolu’daki bütün cemiyetler bu çatı altında bir araya getirilmişti.

Kısacası, Erzurum Kongresi kararları, vatanın bütünlüğü, bağımsızlığın kazanılması ve Misâk-ı Millî’nin oluşturulmasında esas alınmıştır.

Erzurum Kongresi’nde alınan bir başka önemli karar da Heyet-i Temsiliye’nin oluşturulmasıdır.

Mustafa Kemal Paşa, yapılan bir oylama ile Heyet-i Temsiliye’nin başkanlığına seçilirken Rauf Bey de başkan yardımcılığına getirilmişti. Kâzım Karabekir de kongrenin temsilcisi olmamasına karşın tüzüğün sekizinci maddesi doğrultusunda Heyet-i Temsiliye’ce belirlenen özel üyesi olmuştu.

Heyet-i Temsiliye’nin bir yıl süreyle yönetim ya da yürütme kurulu görevini yerine getirmesi kararlaştırılmıştı. Ayrıca; Doğu Anadolu vilâyetlerinin, yabancı bir devletin hakimiyetine terk edilmesi durumunda bölgede geçici bir yönetimin oluşturulması için Heyet-i Temsiliye’ye yetki verilmişti.21

Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresi çalışmaları tamamladıktan sonra bir süre daha Erzurum’da kalmış ve 29 Ağustos 1919’da Sivas’ta toplanacak olan millî kongrenin hazırlık çalışmalarını yapmak amacıyla beraberindekilerle birlikte Erzurum’dan ayrılarak 2 Eylül 1919’da Sivas’a gelmiştir.22

4. Mustafa Kemal Paşa ve Sivas Kongresi

Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919’da Sivas Mekteb-i Sultanisi olarak bilinen okulda, saat 14:00’da Mustafa Kemal Paşa’nın açış konuşmasıyla başlamıştı. Sivas Kongresi’ne katılım, beklentilerin aksine daha az sayıda gerçekleşmişti. Zira, yurdun dört bir yanından, çok sayıda temsilcinin Sivas’a gelmesi beklenirken, kongreye ancak 38 kişi katılmıştı.

Açış konuşmasından sonra sıra Kongre başkanlığı seçimine gelmişti. Gizli oylama ile başkanlık seçimine geçilmiş ve M. Kemal Paşa üç olumsuz oya karşı kongrede hazır bulunanların oylarıyla başkan seçilmişti. Başkan yardımcılıklarına Bekir Sami ve Rauf Orbay, sekreterlik görevlerine de İsmail Hami (DANİŞMEND) ve Afyon temsilcisi M. Şükrü Efendi seçilmişlerdi.

Fakat, Bekir Sami Bey’in bu görevi kabul etmeyip çekilmesiyle yerine en fazla oyu alan İsmail Fazıl Paşa başkan yardımcılığına getirilmişti.23

Kongrenin ilk günlerinde üzerinde çalışılan bir başka konu da Padişaha bağlılık telgrafının hazırlanması idi. Üzerinde uzlaşılan telgraf metninde; ülkenin ve milletin hukukunun ayaklar altına alındığı, Meclis-i Mebusân’ın hâlâ toplanamadığı hatırlatılmış ve ülkenin içinde bulunduğu durumdan kurtarılabilmesi için Sivas’ta genel bir kongrenin toplandığı belirtilmiş ve halifeye olan bağlılığa vurgu yapılmıştı.24

Sivas Kongesi’nde 7 Eylül 1919’da başlayan ve 10 Eylül 1919’a kadar devam eden tüzük değişikliğiyle ilgili olarak alınan kararlardan birisi Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adının değiştirilmesi idi. Cemiyetin adı, Sivas’ta toplanan millî bir kongrenin amacına ve yurt

21Mahmut Goloğlu, Milli Mücadele Tarihi- I Erzurum Kongresi, İstanbul 2008, s. 111 vd.; Zeki Çevik, Milli Mücadele’de Müdafaa-i Hukuk’tan Halk Fırkası’na Geçiş (1918-1923), Ankara 2002, s. 232 vd.

22M. M. Kansu, age. I, s. 204

23M. M. Kansu, age. I, s. 218 vd.

24Uluğ İğdemir, Sivas Kongresi Tutanakları, Ankara 1999, s. 22 vd.; Mahmut Goloğlu, Sivas Kongresi, Ankara 1969, s. 78 vd.

(9)

Turkish Studies

genelinde gerçekleştirilecek mücâdelenin ruhuyla örtüşecek şekilde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olarak değiştirilmişti.

Sivas Kongesi’nde tüzük değişikliğiyle ilgili olarak alınan kararlardan biri de Heyet-i Temsiliye üyelerinin sayısının on beş kişiye çıkartılmasıydı. Heyet-i Temsiliye’ye, Erzurum Kongresi’nde belirlenen dokuz kişiden başka batı bölgelerini temsilen altı kişinin daha isimleri ilave edilmişti.

Sivas Kongresi’nde gündemi meşgul eden önemli konulardan biri de kongreye katılan temsilcilerin yapacağı yemin töreniyle ilgiliydi. O tarihlerde, Millî Mücâdele hareketini başlatanların, İttihatçılıkla suçlanmaları, Millî Mücâdele hareketinin geleceği açısından hiç de olumlu sonuçlar doğurmayacağından, bu konuda farklı bir yol izlenmişti.

Hazırlık Komisyonu tarafından, ittihatçılık suçlamasının önüne geçmek amacıyla kongreye katılanlarca okumaları teklif edilen bir yemin metni hazırlanmıştı. Bu metnin hazırlanması için tam iki gün çalışılmıştı. Kongrede yapılacak yeminin metni: “İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyâsına çalışmayacağıma namusum ve bi’l-cümle mukaddesatım namına vallah, billah” şeklinde sürüyordu.25

İşin garip tarafı, kongreye katılanların hemen hepsi İttihatçı idi. Bu durumda İttihatçı olmadıklarına ve onlarla ilişkide bulunmayacaklarına dair nasıl yemin edebilirlerdi? Mazhar Müfit Bey, yemin etmemekte ısrar etmiş, hatta etmemişti.26

Yemin metni, yayınlanmak üzere gazetelere verilmiş, böyle bir uygulamanın “milleti ikna”

için yapıldığı, kongre zabıtlarına da geçirilmişti.

Sivas Kongresi’nde ele alınan konuların belki de en çetini, ülkenin içinde bulunduğu kötü durumdan nasıl kurtulacağı ile ilgili hararetli tartışmalardı. Bu tartışmalarda ele alınan konulardan biri bölgesel kurtuluş çareleri olurken, öne çıkan diğer bir düşünce de manda ve himâye sorunu idi.

Manda ve himaye sorunu da özellikle “ehven-i şer” olarak görülen Amerikan mandası üzerinde yoğunlaşmıştı. Osmanlı aydınları ve devlet adamlarının büyük bir kısmı, ülkenin ancak Amerikan mandası altında kurtulabileceğini düşünüyordu. İstanbul’da Karakol Cemiyeti’nin kurucularından Albay Kara Vasıf Bey, Genç Osmanlıların önde gelen isimlerinden Ahmet Rıza Bey, Ahmet İzzet Paşa, Cevat Paşa, Çürüksulu Mahmut Paşa, Osmanlı Meclis-i Meb’usânının önemli simâlarından Reşat Hikmet, Câmi ve Reşit Sadi Beylerle birlikte Halide Edip Adıvar ve Millî Kongre’nin başında bulunan Göz hekimi Esat Paşa, Amerikan mandasında ısrar etmişler ve ülkenin kurtuluşunun ancak bu yolla mümkün olabileceğini savunmuşlardı. Bunların dışında Ankara hükümetinin ilk dışişleri bakanı olan Bekir Sami Bey, Ali Fuat Cebesoy, Ali Fuat Cebesoy’un babası İsmail Fazıl Paşa, Ref’et Bele, İsmail Hami Danişmend gibi önemli isimler de Amerikan mandasını savunmuşlardı.

Erzurum Kongresi’nden itibaren tartışmaya açılan ve Sivas Kongresi’ni de meşgul eden önemli konulardan biri olan Amerikan mandası fikri, kongreye katılanlara tek kurtuluş çaresi olarak sunulmuştu.

Sivas Kongresinde hazır bulunan temsilcilerden bir kısmı da manda ve himâye fikrine şiddetle karşı çıkmışlardı. Bunlar; Erzurum temsilcisi Raif Efendi, Bursa adına Kongrede bulunan Ahmet Nuri Bey, Hüsrev Sami Bey ve M. Kemal Paşa idi. 27

25Uluğ İğdemir, age., s. 18 vd.

26M. M. Kansu, age. I, s. 219

27 Kadir Kasalak, Millî Mücadele’de Manda ve Himaye Meselesi, Ankara 1993, s. 141

(10)

Mustafa Kemal Paşa, eğer bir devletin koruması altına girilecek olursa millet irâdesinden bahsetmenin mümkün olmayacağını belirterek manda ve himâye fikrine şiddetle karşı koymuştu.

Mustafa Kemal Paşa, kongrede yanında bulunan arkadaşlarından Rauf ve Mazhar Müfit Beylere hitâben; “Oh ne âlâ, savaşım yerine mandayı kabul edeceğiz ve rahata kavuşacağız! Bu ne gaflet, ne körlük ve hatta ne budalalık? İstanbul’un önde gelen adamları da bu düşüncede. İçlerinden biri çıkıp da “Ya istiklâl ya ölüm!” diyemediklerini ifade ederek bir başka devletin mandası altına girerek varlığını sürdürmenin masum bir düşünce olarak gösterilmesini sindirememişti.28

Sivas Kongresi, ülkenin dört bir tarafından gelebilen temsilciler tarafından gerçekleştirildiği için alınan kararlar bakımından millî bir karakter taşımaktadır. Bu anlamda Erzurum Kongresi’nde alınan bölgesel nitelikteki kararlara, millî bir kimlik ve meşruiyet kazandırılmıştır.

Sivas Kongresi, ülkenin kaderini belirleyen genel bir kongre olması münasebetiyle kendisinden sonra gelişen olayları büyük ölçüde etkilemiştir. Zira; Misâk-ı Millî’nin içeriğinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışında ve Millî Mücâdele’nin bütün aşamalarında, Sivas Kongresi’nin derin izleri görülür.

Sivas Kongresi, İstanbul Hükümeti’nin bütün engellemelerine rağmen toplanmış, millî irâdenin tecellî etmesi ve millî bir meclisin açılması yolunda atılan en önemli adımlardan biri olmuştur. Bir yerde Amasya Tamîmi’nde işaret edilen “millî bir kurul”a burada işlev kazandırılmış olması münasebetiyle ihtilâlci bir karakter taşıdığı da söylenebilir. Hey’et-i Temsiliye, Büyük Millet Meclisi’nin açılışına kadar varlığını devam ettirmiş ve Millî Mücâdeleyi yönlendirmiştir.

Erzurum Kongresi’nde Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adını alan ve bölgesel bir karakter taşıyan cemiyetin adı millî bir kongrenin amacına ve yurt genelinde gerçekleştirilecek mücâdelenin ruhuyla örtüşecek şekilde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olarak değiştirilmişti. Sivas Kongresi’nde 7-10 Eylül tarihleri arasında yapılan toplantılarda gerçekleştirilen tüzük değişikliğinden sonra Mustafa Kemal Paşa, yaptığı yazışmalarda “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Hey’et-i Temsiliye Reisi” ünvânını kullanmaya başlamıştı.

Sivas Kongresi’nden sonra gerçekleştirilen en önemli yapılanmalardan biri de işgâle ve işgâlcilere karşı bir hareketin ilk işareti olarak Batı Anadolu Umum Kuvâ-yı Millîye Kumandanlığı oluşturulmuş ve Ali Fuat Cebesoy da bu komutanlığa atanmıştı.

5. Mustafa Kemal Paşa-Ali Rıza Paşa Yakınlaşması ve Amasya Mülâkatı

Sivas Kongresi’nde alınan kararlardan sonra İstanbul Anadolu’ya tabi olmuştur. İstanbul Hükümeti’nin Sivas Kongresi’ni dağıtmak ve M. Kemal Paşa ile Rauf Bey’i yakalayıp tutuklatmak için Elazığ Valisi Ali Galip Bey’i görevlendirmesiyle başlayan olaylar, İstanbul ile Anadolu arasındaki ilişkileri kopma noktasına getirmişti. Anadolu’da kutsal bir mücâdeleye başlayan M.

Kemal Paşa ve arkadaşları, Damat Ferid Paşa’nın verdiği emirlerle yapmak istediği kötülükleri, padişaha şikâyet etmiş; fakat çekilen telgraflar, Damat Ferit Paşa tarafından padişaha gösterilmemişti.29 Çekilen telgraflarda Damat Ferid yerine meşrutiyete ve milletin düşüncelerine saygı gösteren yeni bir hükümetin kurulması istenmişti. 30

Bunun üzerine, 12 Eylül 1919’da Anadolu’daki bütün telgrafhaneler, İstanbul ile haberleşmelerini kestiler. Bu hareket, Anadolu’daki milliyetçileri güçlendirdiği gibi İstanbul’daki hükümetin sonunu getirmiş, Damat Ferid Paşa istifa etmiş ve yerine 2 Ekim 1919’da Ali Rıza Paşa

28M. M. Kansu, age. I, s. 179

29Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (Bugünkü Dille), (Bugünkü Dille Yayınlayanlar: Ali Sevim vd.), Ankara 2006, s. 64 vd.

30Taha Niyazi Karaca, Son Osmanlı Meclis-i Mebusan Seçimleri, Ankara 2004, s. 157

(11)

Turkish Studies

hükümeti kurulmuştu. Bu gelişme, millî hakimiyetin elde edilmesi yolunda Anadolu’nun İstanbul karşısında kazandığı ilk önemli zafer olmuştur.

Ali Rıza Paşa hükümeti, Mustafa Kemal ile Hey’et-i Temsiliye’ye karşı daha ılımlı ve İstanbul-Anadolu ilişkilerini güçlendirecek isimlerden oluşturulmuştu.

Mustafa Kemal Paşa, 3 Ekim 1919’da Sadrazam Ali Rıza Paşa’ya hitaben çektiği telgrafta;

Erzurum ve Sivas Kongrelerinde oluşan millî teşkilâta saygılı olması şartıyla kendilerine yardımda bulunabileceklerini bildirmişti. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ve Hey’et-i Temsiliye adına Mustafa Kemal Paşa’nın yeni hükümetten yerine getirilmesini talep ettiği diğer şartlar şunlardı:

1-Yeni Hükümet, Millî Meclisin açılışına kadar milletin kaderini belirleyecek herhangi bir yükümlülük altına girmemelidir.

2-Barış konferansına gitmesi için seçilecek temsilciler, millî dâvâyı gerçekten kavramış ve milletin güvenini kazanmış bilgili ve yetenekli kimselerden seçilmelidir.

Yukarıda sıralanan taleplere cevap olacak şekilde 5 Ekim 1919’da imzasız fakat Sadrazam tarafından gönderildiği söylenen bir telgraf alan Mustafa Kemal Paşa, aynı gün İstanbul Hükümeti ile Anadolu arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi için atılacak adımların neler olduğunu şu şekilde sıralanmıştı. Bunlar;

1-Millî Mücâdele’ye tavır alan asker ve sivil yöneticilerin görevden alınıp cezalandırılmaları,

2-Seçimlerin yapılması, Meclis-i Mebusân’ın açılması, 3-Barış konferansına gidecek kişilerin belirlenmesi,

4-Millî Mücâdeleye katılmış veya desteklemiş olanlar aleyhine başlatılmış olan kovuşturma ve baskılara son verilmesi,

Söz konusu telgrafın İstanbul’a ulaşmasından sonra Harbiye Nazırı Cemal Paşa ve gazeteci Yunus Nadi; İstanbul Hükümeti ile Hey’et-i Temsiliye arasında uzlaşma sağlayabilmek amacıyla bir dizi girişimde bulunmuşlardı. İstanbul’da bu gelişmeler yaşanırken Hey’et-i Temsiliye de İstanbul-Anadolu arasındaki resmî haberleşmelere koyulmuş olan yasağı kaldırmış ve önemli bir adım atmıştı. Yapılan görüşmeler sonrasında yüz yüze görüşüp anlaşmanın gereğine inanılarak, 20- 22 Ekim 1919’da Amasya Görüşmeleri(Mülâkatı) gerçekleştirilmişti.31

Üç gün süren görüşmeler sonucunda ikişer nüsha olmak üzere üçü açık ve imzalı, ikisi de imzasız ve gizli olmak üzere beş protokol düzenlenmişti. İlk üç protokol, taraflarca imza altına alınmış; fakat son iki protokol gizli sayılarak imzalanmamıştı.32 Amasya Görüşmelerinde alınan kararlar ilgili askerî ve sivil makamlara da duyurulmuştu.

Amasya Görüşmelerinde alınan kararların beklide en önemlisi, meclisin toplanacağı yer ile ilgili idi. İstanbul’un düşman işgâli altında bulunması dolayısıyla, milletvekillerinin yasama görevlerini hakkıyla yerine getirmelerine imkan sağlamak amacıyla 1870-1871 savaşında Fransızların Bordeaux (Bordo)’da ve daha sonra Almanların Weimar (Vaymar)’da yaptıkları gibi barış anlaşması yapılıncaya kadar, geçici olarak, Meclis-i Millî’nin Anadolu’da saltanat hükûmetinin kabul edeceği güvenilir başka bir yerde toplanması kararlaştırılmıştı.

31Tevfik Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu’da (1919-1921), Ankara 1959, s. 56

32M. K. Atatürk, age., s. 167

(12)

Millî Mücâdelenin şekillenmesi açısından önemli dönüm noktalarından birini oluşturan Amasya Görüşmeleri; her şeyden önce, ülke sorunlarının üstesinden gelebilmek için seçimlerin yapılıp, millî meclisin açılmasının zorunlu olduğu düşüncesini ön plana çıkartmıştır.

“Amasya Görüşmeleri” veya “Amasya Mülâkatı” olarak bilinen bu toplantı ve sonunda kaleme alınan protokoller, Millî Mücâdele hareketini başlatan ve yurt genelinde meşruiyet kazanmaya çalışan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ile Hey’et-i Temsiliye’nin İstanbul Hükümeti tarafından hukuken ve siyâseten tanınması anlamına da geliyordu.

Ali Rıza Paşa Hükümeti, Hey’et-i Temsiliye ile uzlaşmak için masaya oturmuş ve bir bakanını Hey’et-i Temsiliye’nin nezdine Amasya’ya göndermişti. Salih Paşa’nın Amasya’ya gelmesi ve daha düne kadar âsi kabul edilen Millî Mücâdele kurmaylarıyla bir dizi belgeye imza atması; hemen hemen her şeyi değiştirmiş; “İstanbul Anadolu’ya hâkim değil, bağlı olmak mecburiyetindedir” düşüncesini de hayata geçirmiştir.

6.Sivas Komutanlar Toplantısı

Amasya Görüşmelerinden sonra yapılan seçimler yeni bir sorunu gündeme taşımıştı. Bu da Meclis-i Mebusan’ın nerede toplanacağıyla ilgili idi. Mustafa Kemal, İstanbul Hükümeti temsilcisi Salih Paşa’ya Meclis-i Mebusân’ın İstanbul dışında güvenli bir yerde toplanması fikrini kabul ettirmişti. Fakat, Salih Paşa’nın İstanbul’a dönmesinden sonra verdiği sözü unutması ve 27-28 Ekim 1919’da Harbiye Nazırı Cemal Paşa’nın; “meclisin İstanbul’un dışında toplanmasını tehlikeli gördüğünü” belirterek İstanbul’da toplanmasının uygun olacağını ifade etmesi, yeni tartışmalara yol açtı.

Mustafa Kemal Paşa, Cemal Paşa’nın telgrafından sonra 29 Ekim 1919 günü Heyet-i Temsiliye üyeleriyle bir toplantı yapmıştı. Toplantı sonunda; Meclis-i Mebusan’ın nerede toplanacağı konusu başta olmak üzere Heyet-i Temsiliye’nin durumu, Paris Barış Konferansının alacağı karara karşı takip edilecek politikanın belirlenmesi gibi konuları görüşmek üzere Sivas’ta bir toplantı yapılması kararlaştırılmıştı.33

Toplantıya, XV. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir, XX. Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoy, III. Kolordu Komutanı Albay Selahattin Bey ve XII. Kolordu Komutanı Sivas’a davet etmişti. Bunlardan XII. Kolordu Komutanı gelememiş, yerine vekâleten Şemsettin Bey katılmıştı.

Toplantıya, görev yaptıkları yerlerin uzak olması ve özel durumları nedeniyle bazı komutanlar çağrılmamıştı. Fakat, alınan kararların kendilerine iletileceği bildirilmişti.34

16 Kasım 1919 tarihinde Sivas’taki Mekteb-i Sultânî binasında bir araya gelen Heyet-i Temsiliye üyeleri ile kolordu ve tümen komutanları, 28 Kasım 1919’a kadar yoğun ve tartışmalarla geçen bir toplantı gerçekleştirmişlerdi.

Yakın tarihe “Komutanlar Toplantısı” olarak geçen bu toplantının en önemli gündem maddesi, Meclis-i Mebusan’ın nerede toplanacağı ile ilgili idi. M. Kemal Paşa düşman toplarının tehdidi altında toplanacak bir meclisin hür iradesi ile karar alamayacağını belirterek Eskişehir veya Ankara gibi Anadolu’nun güvenli bir yerinde toplanmasını istemişti. Katılanlardan; Bekir Sami, Mazhar Müfit, Hakkı Behiç, Ömer Mümtaz ve Süreyya Bey, Meclisin İstanbul dışında toplanması konusunda M. Kemal Paşa’nın fikrine katılmışlardı; fakat Ali Fuat Cebesoy’un dışındaki bütün komutanlar, meclisin İstanbul’da açılması fikrinde ısrar etmişlerdi. Bu fikri savunanlardan Kâzım Karabekir; meclisin İstanbul dışında toplanması halinde İstanbul’dan vazgeçildiği şeklinde propagandalar yapılabileceğini dile getirmişti. Bu nedenle meclisin İstanbul’da toplanmasını

33Hey’et-i Temsiliye Kararları, (Yay. Bekir Sıtkı Baykal), Ankara 1989, s. 35 vd.;

34Mazhar Müfit Kansu, Erzurumdan Ölümüne Kadar Atatürkle Beraber II, Ankara 1986, s. 442 vd.

(13)

Turkish Studies

istiyordu.35 Rauf Orbay da meclisin İstanbul’da toplanmasını ve sonuna kadar direnilmesini teklif etmişti.

Meclis’in, İstanbul’da toplanmasının bütün sakıncaları ortada iken İstanbul dışında toplanması fikrinde ısrar edilmemiş, meclisin İstanbul’da toplanması kabul edilmişti. Ortaya çıkabilecek sorunları önlemek amacıyla seçilen milletvekillerinin İstanbul’a gitmeden önce Trabzon, Samsun, İnebolu, Eskişehir, Bursa, Bandırma ve Edirne gibi yerlerde toplanarak tek tek aydınlatılması kararlaştırılmıştı.

Komutanlar Toplantısı’nda tartışılan konulardan biri de meclisin açılması halinde Hey’et-i Temsiliye’nin alacağı durumu ile ilgiliydi. Meclis, kendi hür irâdesiyle tam bir güvenlik ve serbestlik içinde yasama görevini yerine getirdiğini açıkladığı güne kadar Heyet-i Temsiliye’nin İstanbul dışında kalarak millî görevine devam etmesi kabul edilmişti. Hey’et-i Temsiliye, buna kanaat getirirse Genel Kongre’yi toplayarak ileride alacağı durumu belirleyecekti.

Bir başka sorun da Paris Barış Konferansı’nın alacağı kararla ilgili idi. Paris Barış Konferansı, barış görüşmeleri sonunda olumsuz bir karar alır ve Meclis’te bunu onaylarsa, millî iradeye başvurulacak, tüzükte açıklanmış olan esasların gerçekleştirilmesine çalışılacaktı.36

Sivas Komutanlar Toplantısından sonra Heyet-i Temsiliye de Ankara’ya taşınmıştı.

M. Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye üyeleri, 18 Aralık 1919’da Sivas’tan çıkıp Kayseri’ye, oradan da 21 Aralık’ta Hacı Bektaş üzerinden Mucur’a geçmişler, 24 Aralık’ta da Kırşehir’e gelmişlerdi. M. Kemal Paşa, Kırşehir Gençler Cemiyeti’nde Kırşehir gençleriyle sohbet etmiş ve konuşma sırasında Anadolu insanının bağımsızlığa kavuşabilmesi için Millî Mücâdele saflarında yer almaları gerektiğini vurgulamıştır.37

M. Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye üyeleri, Kırşehir’den hareket edip Kaman üzerinden 27 Aralık 1919’da Cumartesi günü saat 15:00’da Ankara’ya gelmişlerdir. Dikmen sırtlarında XX.

Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa, Vali vekili Yahya Galip Bey ile Ankara Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı ve aynı zamanda Ankara Müftisi olan Rıfat (BÖREKÇİ) Efendi tarafından karşılanan M. Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye üyeleri, önce hükümet konağına daha sonra da Ziraat Mektebi’ne gidip yerleşmişlerdi. 38 Bu suretle Ankara, Millî Mücâdele’nin kalbi ve merkezi olmuş, Heyet-i Temsiliye adına akşam saatlerinde yayınlanan bir bildiride: “… Şimdilik Heyet-i Temsiliye’nin merkezi Ankara’dır” denilmişti. 39

7. 1919 Seçimleri ve Son Osmanlı Meb’usân Meclisinin Açılması

Son Osmanlı seçimleri diye bildiğimiz Kasım 1919 seçimleri, Amasya Görüşmeleri’nde alınan kararlar doğrultusunda gerçekleştirilmişti. Yurt genelinde yapılan duyurularda, yapılacak seçimler için Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine bağlı örgütlerin etkin bir şekilde çalışmaları, milletvekillerinin de “Müdafaa-i Hukukçu”lar arasından seçilmesi istenmişti.

Seçimlerde, M. Kemal Paşa Erzurum’dan, Rauf Orbay ve Kara Vasıf Bey Sivas’tan, Bekir Sami (KUNDUH) Bey Amasya’dan, Refet Bele İzmir’den Mazhar Müfit Kansu da Hakkâri’den aday gösterilmişlerdi. M. Kemal Paşa, Ahalî Fırkası listesinden Sivas’tan da aday gösterilmiş; fakat O, Erzurum’dan milletvekili seçilmişti.

35K. Karabekir, age., s. 352 vd.

36Heyet-i Temsiliye Tutanakları, (Haz.Uluğ İğdemir), Ankara 1989, s. 94

37M. M. Kansu, age II., s. 492 vd.

38Cemil Özgül, Heyet-i Temsiliyenin Ankara’daki Çalışmaları, Ankara 1989, s. 44 vd.; Faik Reşit Unat, “Atatürk’ün Ankara’ya Gelişi”, Tarih Vesikaları Dergisi, II/10, Ankara 1942, s. 81 vd.

39Atatürk Araştırma Merkezi, Millî Mücadele Tarihi I, Ankara 2005, s. 233

(14)

Seçimlerde hayal kırıklığı yaşayacağını anlayan Hürriyet ve İtilâf Fırkası seçimleri boykot kararı almış ve katılmamıştı. Seçimlere, yeni kurulan Millî Türk Partisi katılmış ve Yusuf (AKÇURA), Mehmet Emin (YURDAKUL), A. Refik (ALTINAY), Adnan (ADIVAR) ve Ahmet Mithat gibi çoğu Türkçü bir kimliğe sahip önemli simâları aday göstermişti. Ayrıca; Millî Ahrar, Sulh ve Selâmet, Ahali-i İktisat gibi parti, cemiyet ve meslek gruplarını bünyesinde barındıran Millî Kongre de seçimlere katılmış ve aralarında Prens Sabahattin’in de yer aldığı birçok önemli kişiyi İstanbul’dan aday göstermişti.40

1919 genel seçimlerini, ezici bir üstünlükle Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin adayları kazanmıştı. M. Kemal Paşa, Hey’et-i Temsiliye adına Müdafaa-i Hukuk merkezlerine gönderdiği bir talimatnamede, 5 Ocak 1920’den itibaren milletvekillerinin Ankara’ya gelmelerini bildirmişti.

Mustafa Kemal Paşa, Ankara’ya gelen milletvekilleriyle görüşmüş ve onlardan Meclis’te Müdafaa-i Hukuk Grubu adıyla bir grup kurmalarını istemişti. Grup, Sivas Kongresi’nde alınan kararlar doğrultusunda milletin kutsal amaçlarını savunmak amacıyla Millî Mücâdele’ye sadık ve inanmış kişilerce kurulması düşünülmüştü. Atatürk, Nutuk’ta bu konuda şunları söylemektedir:41

“Vatanın kurtuluşu, istiklâlin kazanılması hedefine yönelmiş bulunan millî birliğimizin, köklü ve düzenli bir teşkilatın varlığına ve bu teşkilâtı iyi yürütüp yönetebilecek yetenekli kafaların ve enerjilerin, bir tek beyin ve bir tek enerji halinde birleşmiş ve kaynaşmış olmasına bağlı bulunduğunu söyledik. Bu münasebetle İstanbul’da açılacak Meclis-i Mebusan’da güçlü ve dayanışmalı bir grubun kurulması zaruretini ortaya koyduk.”

Ankara’ya gelen milletvekilleri, Meclis başkanlığı konusunda da bilgilendirilmişti.

Erzurum’dan milletvekili seçilen M. Kemal Paşa, Ankara’da kalmak şartıyla Meclis başkanı olmak istediğini belirtmiş, birçok milletvekili de bu düşünceyi benimsemişti.

Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı, 12 Ocak 1920 tarihinde saat 14.00’de toplanmıştı. Tarihî toplantı, Fındıklı Sarayı’nda gerçekleştirilmişti. Padişah Vahdettin, rahatsızlığını bahane ederek meclisin açılış törenine katılmamıştı. Onun adına, açılış konuşmasını Dahiliye Nazırı Damat Şerif Paşa okumuştu.42

Meclis çalışmaları başladığında, Hey’et-i Temsiliye ile milletvekilleri arasındaki görüş ayrılıkları su yüzüne çıkmaya başlamıştı. Ankara’da iken Mustafa Kemal Paşa ile görüş birliği içinde bulunan milletvekilleri, İstanbul’a geldiklerinde verdikleri sözü unutmuş görünüyorlardı.

Özellikle; Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis başkanlığına getirilmesi düşüncesinin önü kesilmeye çalışılmıştı. Zaten, meclisin açılmasından bir süre sonra 3 Şubat 1920’de yapılan seçimlerle Meclis başkanlığına Reşat Hikmet Bey seçilmişti. Hüseyin Kâzım Bey ve Hoca Abdülaziz Mecdi Efendi de başkan vekilliklerine getirilmişti.43 Reşat Hikmet Bey’in yaklaşık bir ay sonra vefat etmesiyle 4 Mart 1920 tarihinde bu göreve Celâleddin Arif Bey seçilmiştir.44

Önemli sorunlardan biri de Meclis çalışmalarının başlamasıyla birlikte kurulması vaat edilen Müdafaa-i Hukuk Grubu’yla ilgili hiçbir girişimde bulunulmamıştı. Fakat, Mustafa Kemal Paşa’ya nispet yaparcasına bir kısım Müdafaa-i Hukukçu milletvekili, Rauf Bey’in başkanlığında 6 Şubat 1920’de Felâh-ı Vatan Grubu adıyla yeni bir grup kurmuşlardı.

40Atatürk ile İlgili Arşiv Belgeleri (1911-1921), Ankara 1982, Belge No: 70.

41M. K. Atatürk, age., s. 246

42Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Parlamento Tarihi, Meşrutiyete Geçiş Süreci:I. ve II. Meşrutiyet I, Ankara 1997, s. 667 vd.

43Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Parlamento Tarihi, Millî Mücadele ve T.B.M.M. I. Dönem (1919-1923) I, Ankara 1994, s. 24

44Osman Özsoy, age., s. 267

(15)

Turkish Studies

M. Kemal Atatürk, milletvekillerinin İstanbul’a gittikten sonraki tutumlarını yıllar sonra Nutuk’ta iğneleyici ve bir o kadar da suçlayıcı bir şekilde şöyle dile getirmişti:45

“Efendiler, görüştüğümüz bütün şahıslar, bizimle düşünce ve görüş birliği yaparak ayrılmışlardı. Fakat, İstanbul Meclisi’nde, ‘Müdafaa-i Hukuk Grubu’ diye bir grubun kurulduğunu işitmedik. Niçin?! Evet, niçin? Buna bugün cevap isterim!

Çünkü, Efendiler, bu grubu kurmayı vicdan borcu, millet borcu bilmek durum ve kabiliyetinde bulunan efendiler inançsız idiler... korkak idiler... cahil idiler...İnançsız idiler; çünkü, millî dâvânın ciddiliğine ve kesinliğine ve bu dâvânın dayanağı olan millî teşkilâtın sağlamlığına inanmıyorlardı.

Korkak idiler; çünkü, millî teşkilâttan olmayı tehlikeli görüyorlardı.

Câhil idiler; çünkü, tek kurtuluş dayanağının millet olduğunu ve olacağını takdir edemiyorlardı. Padişah’a dalkavukluk ederek, yabancılara hoş görünerek, yumuşak ve nazik davranarak büyük gayelerin gerçekleştirilebileceği gafletini gösteriyorlardı.

Bundan başka, Efendiler, nankör ve bencil idiler... Millî ülkü ve millî teşkilâtın kısa bir zamanda sağladığı şeref ve varlığı küçümsüyorlardı. Ortaya çıkmış olan durum ve varlığın kolayca elde edilmiş olduğu zan ve vehmine kapılmakla çirkin gururlarını tatmin sevdasına düşüyorlardı...

Erzurum’da, Sivas’ta söylenmiş ve tespit edilmiş bir adı, olduğu gibi kabul etmek küçüklük olmaz mıydı?! O addan daha anlamlı bir ad mı yoktu?!

Evet, işittik Efendiler; varmış: ‘Fellâh-ı Vatan Grubu’.”

Atatürk, grubun değersizliğini vurgulamak için “Felâh” kelimesini özellikle şeddeli olarak

“fellâh” diye okumuş ve “Vatanın Köle Çiftçileri Grubu” anlamına gelen “Fellâh-ı Vatan Grubu”

şeklinde telaffuz ederek muhataplarına mesaj vermek istemiştir. Aslı, Felâh-ı Vatan Grubu (Vatanın Kurtuluşu Grubu)’dur.

Millî Mücâdele dönemi ve yeni kurulan Türk devletinin amentüsü diyebileceğimiz Misâk-ı Millî; Meclis-i Mebusân’ın 28 Ocak 1920 günkü gizli toplantısında Hüsrev Bey tarafından okunmuş ve kabul edilmiştir.46 17 Şubat 1920 tarihinde batılı devletlerin parlamentolarına gönderilmiş ve dünya kamuoyuna ilân edilmişti. 47

8. İstanbul’un İşgâli (16 Mart 1920)

Misâk-ı Millî’nin hazırlanıp ilân edilmesi, Hey’et-i Temsiliye’nin İstanbul’da etkili bir konuma gelmesi, İstanbul hükümetlerini oluşturan isimlerin Kuvâ-yı Millîye ile iyi ilişkiler içinde bulunmaları İşgâl kuvvetlerini harekete geçirmiş, İstanbul’un fiilî işgâlini meşru kılacak gerekçeler aramaya başlamışlardı. Nitekim, Birinci Londra Konferansı’nda bu niyetlerini iyiden iyiye açığa vurmuşlar ve İstanbul’un işgâli için son hazırlıklarını tamamlamışlardı. Gerekçeleri ise Maraş’ta sözde Ermeni kırımı idi.

İşgâl güçleri ilk önce Türk Ocağı’nı işgâl etmişlerdi. 15/16 Mart 1920 gecesi de Beyoğlu ve Üsküdar’ı kontrolleri altına alan işgâlciler, daha sonra Şehzadebaşı Karakolu’nu basmışlar ve beş Türk askerini şehit edip dokuzunu da yaralamışlardı.48

45M. Kemal Atatürk, age., s. 248

46Nejat Kaymaz, “Misâk-ı Millî Üzerinde Yapılan Tartışmalar Hakkında”, VIII. Türk Tarih Kongresi (11-15 Ekim 1976), Kongreye Sunulan Bildiriler III, Ankara 1983, s. 1940 vd

47Mesut Aydın, “Misâk-ı Millî”, Türkler 16, Ankara 2002, s. 57 vd. ; Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türk Parlamento Tarihi I Millî Mücadele …, s. 30 vd.

48T. Bıyıklıoğlu, Trakya’da Millî Mücadele I., Ankara 1987, s. 16; Genelkurmay Başkanlığı, Harp Tarihi Vesikaları Dergisi S:19, Belge No:495; S:22, Belge No:562, 573

(16)

16 Mart 1920’de İstanbul’daki bütün resmî daireler işgâl edilmiş, Harbiye Nezâreti, Kasımpaşa’daki Bahriye Nezareti ile Harp Okulu başta olmak üzere önemli stratejik yerler işgâl edilmişti. Harbiye Nazırı Fevzi Paşa’nın odasına girilmiş, eski Harbiye Nazırı ve Genelkurmay Başkanlarından Cevat Paşa’ya da kelepçe vurulak götürülmüştü. Yine, eski Harbiye nazırlarından Cemal Paşa’nın giyinmesine izin verilmeden gece elbisesiyle tutuklanmıştı.49

İşgâl güçleri, aynı gün, Fındıklı Sarayı’ndaki Meclis-i Mebusan binasını işgâl etmişler, padişahla görüşmeden dönen Rauf Bey ve Kara Vasıf Bey’i parlamentoda tutuklamışlardı.50 Tutuklanan milletvekilleri, yine İstanbul’un işgâliyle birlikte tutuklanmış olan yaklaşık yüz elli Türk aydınıyla birlikte Malta’ya sürgüne gönderilmişlerdi.

İstanbul’un işgâli, İstanbul telgrafçılarından Manastırlı Hamdi Efendi tarafından Ankara’ya haber verilmişti. Hamdi Efendi, saat 10:00’da Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta; “Bu sabah, Şehzadebaşı’ndaki Mızıka Karakolu’nu İngilizler basıp oradaki askerlerle çarpışarak, sonunda şimdi İstanbul’u işgâl altına alıyorlar…” diyerek bu acı haberi ulaştırmıştı.51

Mustafa Kemal Paşa, Sivas Komutanlar Toplantısı’nda parlamentonun nerede açılması gerektiği konusunda düşüncelerini ifade ederken; işgâl altında bulunan bir şehirde açılacak Meclis-i Mebusan’ın serbestçe çalışamayacağına işaret etmişti. Arkadaşları da O’nun bu düşüncelerine karşı çıkmışlardı. Şimdi, O’nun bu konudaki düşünceleri doğrulanmış oluyordu. Artık, Hey’et-i Temsiliye’nin duruma tekrar el koyması gerekiyordu.

9. Yeni Seçimler ve Büyük Millet Meclisinin Açılması

Heyet-i Temsiliye başkanı sıfatıyla M. Kemal Paşa, ertesi gün, yayınladığı bir genelgeyle Ankara’da kurucu bir Meclis’in toplanacağını bildirmişti. 17 Mart 1920 tarihli genelgede;

Ankara’da bir Kurucu Meclis (Meclis-i Müessisan)in toplanacağını, üye seçileceklerin nitelikleri ve seçimin nasıl yapılacağı ifade ediliyor, üye seçileceklerin ise beş gün içerisinde Ankara’ya gönderilmesinin uygun görüldüğü bildiriliyordu.

Mustafa Kemal Paşa’nın 17 Mart tarihli genelgesi komutanlar arasında eleştirilmiş ve genelgede bazı değişikliklerin yapılması zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Eleştiri, “Kurucu Meclis”

kullanımına yönelikti. Kurucu Meclis, “halkın, alışkın olmadığı” bir deyim olduğu gerekçesiyle Erzurum ve Sivas’taki komutanlar tarafından uyarılan Mustafa Kemal Paşa, 19 Mart 1920 tarihinde yayınladığı yeni bir genelgeyle “olağanüstü yetkiye sahip bir meclis” deyimini kullanmak zorunda kalmıştı. Yayınlanan genelgede ayrıca şu noktalara değinilmişti: Her livadan beşer kişinin seçilmesi, seçimlerde her parti, zümre ve cemiyetin aday gösterebileceği gibi, bireysel olarak da adaylığın konulabileceği, seçimlerin gizli ve mutlak çoğunluk esasına göre yapılacağını belirtilerek seçimlerin onbeş gün içinde yapılması istemişti. Ayrıca, Meclis-i Mebusan üyesi iken, meclisin basılması üzerine Ankara’ya kaçıp gelebilen milletvekillerin de Ankara’da açılacak olan meclisin tabii üyesi sayılacağı ifade edilmişti.52

19 Mart 1920 tarihli genelge doğrultusunda Anadolu’nun değişik yörelerinde seçimler yapılmış, seçilen milletvekillerinin Ankara’ya gitmesiyle 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açılmıştır.

Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920 Cuma günü, Ankara’da bulunan 115 milletvekilinin katılımıyla saat 13.45’te büyük bir törenle açılmıştı. Açılış konuşması Meclis’te bulunan

49Genelkurmay Başkanlığı, Harp Tarihi Vesikaları Dergisi S:22, Belge No:575

50R. Orbay, Cehennem Değirmeni Siyasî Hatıralarım I, İstanbul, s. 36 vd.

51M. K. Atatürk, age., s. 281

52M. K. Atatürk, age., s. 287 vd.

(17)

Turkish Studies

milletvekillerinin yaşca en büyüğü olan 1845 doğumlu Sinop Milletvekili Şerif Bey tarafından yapılmıştı.53

Büyük Millet Meclisi'nin siyasî yapısı, meclis çatısı altında bir araya gelen milletvekillerinin siyasî kanaatleri ve tercihleriyle açıklanmalıdır. Gerçi, Erzurum ve Sivas Kongresi kararlarıyla şekillenen Misâk-ı Millî etrafında kenetlenen ve Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk düşüncesine sahip ikici seçmenler tarafından seçilen milletvekilleri olsalar da II.

Meşrutiyetin getirdiği özgürlük ortamının sağladığı ciddî bir bilgi birikimine ve etkin bir dünya görüşüne sahip idiler. Zirâ, Osmanlı Devletinin son zamanlarındaki siyasî havayı teneffüs etmiş, çeşitli siyasî oluşumlarda yer almış veya bu oluşumların iktidara geldiği dönemlerde siyasî tercihlerini değerlendirme fırsatı bulmuş olan bu insanlar, 19 Mart 1920 tarihli genelge doğrultusunda seçimlere girerek milletvekili seçilmişler ve yeni meclisin siyasî yapısını oluşturmuşlardır. Bu siyasî yapı içerisinde yeni bir devlet ve hükümet kurma düşüncesi içinde olan Türkçüler(Kalpaklılar), şeriat hükümlerinin devlet idaresine hâkim olmasını isteyen İslâmcılar(Sarıklılar) ve Osmanlı hukukunun korunması düşüncesi içinde olan Osmanlıcılar(Fesliler)la birlikte liberal, demokrat, sosyalist ve komünistler de yerini almışlardı.

Dolayısıyla, I. dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinde, II. Meşrutiyetle birlikte ortaya çıkan bütün siyasî partilerin ve cereyânların temsilcilerini görmek mümkündür.54

10.Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki Gruplaşmalar ve Müdafaa-i Hukuk Grubunun Oluşturulması

Kurulduğu dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında siyasi parti veya partiler mevcut değildi. Onun yerine, Sivas Kongresi’nde oluşturulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti etkili olmuştur. Hatta, başlangıç itibarıyla Büyük Millet Meclisi, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin siyasî bir grubu niteliğinde idi. Düşünce bakımından milletvekilleri arasında tam bir mutabakat vardı. Fakat zaman geçtikçe, Meclis'te ortaklaşa bir çalışmanın sağlanıp düzenlenmesinde güçlükler belirmeye başladı. En basit konularda bile oylar dağılmaya başlamıştı. Olağanüstü şartların yaşandığı bir ortamda Meclis'te iş görülemiyordu. Bazı kimseler, bu duruma bir çare olmak üzere 1920 yılının ortalarında birtakım gruplar oluşturmaya çalıştılar. Bütün bu teşebbüsler, Meclis görüşmelerinin düzenli bir şekilde yürütülmesini sağlamak amacını güdüyordu. Bu gruplar, Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Eylül 1920’de Halkçılık programını sunmasından sonra ortaya çıkmaya başlamıştı. Atatürk, bu durumu Nutuk’ta:“…Arz ettiğim gruplar, benim bu programımdan ilham alarak, birtakım ünvanlar takınmaya ve programlar tespit etmeye başladılar…” şeklinde açıklamaktadır.55

13 Eylül 1920 tarihinden sonra mecliste beliren gruplar ise şunlardır: Tesanüt Grubu, İstiklâl Grubu, Müdafaa-i Hukuk Zümresi, Halk Zümresi, Islahat Grubu vb. Bu gruplardan başka, isimsiz olarak özel maksatlı bazı küçük gruplar da mevcuttu.

Meclisteki gruplardan her biri, Meclis görüşmelerinde disiplini sağlamak ve oyları birleştirmek maksadıyla kurulmuş olmalarına karşın, bir süre sonra tam tersine bir tablo oluşmuştu.

Gerçekten de sayıları çok fakat üyeleri sınırlı olan bu gruplar, birbirleriyle yarışmaya kalkışmışlardı.

Mevcut grupları birleştirmek veyahut mevcut gruplardan birini destekleyerek iş görmenin mümkün olmadığını gören Mustafa Kemal Paşa, meclis içinde birlik ve beraberliği sağlayacak bir grup oluşturulması için bir çalışma başlatmıştı. Mustafa Kemal Paşa da “inkılâpçı zihniyete” sahip

53İhsan Güneş, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı (1920-1923), Ankara 1997, s. 70;Türk Parlamento Tarihi I, s. 41

54İ. Güneş, age., s. 148 vd.

55M. K. Atatürk, age., s. 403; İ. Güneş, age., s. 151 vd.

Referanslar

Benzer Belgeler

Hint- li araflt›rmac›, bunu çay ekstrelerinin oksidasyon stresini ortadan kald›rmas›- na ba¤l›yor ve dünyada en çok çay tüketen ulus olan Çin’de katarakt›n görece

Kristal yapıya komşu altıgenlerdeki katı, sıvı, gaz halindeki su miktarının nasıl değişeceği ve altıgenin kristale eklenip eklenmeyeceğiyse altı parametre

er-Râzî’nin talebelerinden Tâcuddîn el-Urmevî (ö. İbn Sînâ’nın hacmi küçük olmasına rağmen kendi sahasında önemli bir yere sahip olan eseri,

Plasma vitamin C concentration was significantly decreased in hemodialysis patients compared with healthy subjects, and significantly lowered by 24% from post-dialysis compared

Egzersizden 24 saat sonra ölçülen aldosteron düzeyleri egzersizden hemen sonra ve iki saat sonraki aldosteron düzeylerinden önemli şekilde düşüktü (p<0.05)..

Felâtun Bey ile Râkım Efendi romanı bir vak’a romanı değildir. Bu roman tip romanıdır. Yazar romanın birinci bölümünde Felâtun Bey, kız- kardeşi Mihriban

►Türk öykü, tiyatro, gülmece edebiyatının say­ gın isimlerinden, gazetemiz köşe yazarı Hal­ dun Taner, yarın Teşvikiye cam ii nde kılınacak öğle namazından

p=0,049<a= 0,05 olduğu için hipotez kabul edilmiş, ayrı bir ihracat departmanı olan işletmelerin ihracatta daha az sorunla karşılaştığı tespit edilmiştir. H10: