• Sonuç bulunamadı

11 numarali Ayntab Şer`iyye sicilinin transkriptsiyonu ve değerlendirilmesi (h.1017/m.1608.1609)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "11 numarali Ayntab Şer`iyye sicilinin transkriptsiyonu ve değerlendirilmesi (h.1017/m.1608.1609)"

Copied!
257
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C

KAFKAS ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI YENİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

11 NUMARALI AYNTAB ŞER’İYYE SİCİLİNİN

TRANSKRİPTSİYONU VE DEĞERLENDİRİLMESİ ( H.1017/M.1608-1609)

YÜKSEK LİSANS TEZİ

CUMA ÇAM

Danışman

Yrd. Doç. Dr. Jülide AKYÜZ

KARS-2008

(2)

T.C

KAFKAS ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜ’NE

Cuma ÇAM’a ait “11 Numaralı Ayntab Şer’iyye Sicilinin Transkriptsiyonu ve Değerlendirilmesi (H-1017/M.1608-1609)” konulu çalışma, jürimiz tarafından Tarih Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans Tezi olarak kabul edilmiştir.

Öğretim Üyesinin Unvanı, Adı ve Soyadı İmza

Doç. Dr. Selçuk URAL ………

Yrd. Doç. Dr. Jülide AKYÜZ ………

Yrd. Doç. Cem TÜYSÜZ ………

Bu tezin kabulü Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulu’nun

…./…./…. Tarih ve …./…. Sayılı kararı ile onaylanmıştır.

UYGUNDUR / /

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü

(3)

İÇİNDEKİLER

ÖZET I

ABSTRACT II

ÖNSÖZ III

KISALTMALAR IV

GİRİŞ 1

I. BÖLÜM GAZİANTEP’İN TARİHÇESİ 1.1. Gaziantep Adının Anlamı 5

1.2. Gaziantep’in Coğrafi Konumu 5

1.3. Gaziantep'in Tarihsel Gelişimi 6

1.3.1.Osmanlı İdari Yapısı İçinde Gaziantep 10

II. BÖLÜM OSMANLI DEVLETİNİN HUKUK YAPISI 2.1. Şer’i Hukuk 14

2.2. Şer’iyye Mahkemeleri 15

2.2.1. Şer’iyye Mahkemeleri’nde Görevliler 2.3. Şeyhülislamlık 20

2.4. Kazaskerlik 21

2.5. Divan-ı Hümayun 22

2.6. Askeri Mahkemeler 23

2.7. Cemaat Mahkemeleri 23

2.8. Tanzimat Sonrası Osmanlı’da Mahkeme Kurumu 23

(4)

III. BÖLÜM

11 NUMARALI ( H.1017 ) TARİHLİ AYNTAB ŞER’İYYE SİCİLİNİNİN

TRANSKRİPTSİYONU 25

SONUÇ 234

BİBLİYOĞRAFYA 242

ÖZGEÇMİŞ 247

(5)

I

ÖZET

YÜKSEK LİSANS TEZİ

11 Numaralı Ayntab Şer’iyye Sicilinin 01–179 Sahifelerinin Transkriptsiyonu ve Değerlendirilmesi (H–1017 / M.1608-1609)

KAFKAS ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TARİH ANABİLİM DALI YENİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI

Cuma ÇAM

Danışman

Yrd. Doç. Dr. Jülide AKYÜZ

Hicri 1017 (Miladi 1608-1609) tarihli 11 numaralı Ayntab Şer’iyye Sicilinin 01–179 sayfaları içerisinde bulunan mahkeme kayıtlarının transkriptsiyonu ve değerlendirilmesi yapılmıştır. Bu mahkeme kayıtlarının da yardımı ile amaç Ayntab’ın sosyal, ekonomik ve kültürel yapısı ile ilgili var olan bilgilere katkıda bulunmaktır.

Şer’iyye sicilindeki davalarda imam ataması, mütevelli tayini, miras, boşanma, alacak-verecek, vakfiye, nafaka, vekâlet, vasi tayini, satış, borç, icar, hırsızlık, Canpolatoğlu isyanı ile ilgili bilgiler yer almaktadır.

(6)

II

Osmanlı Devletindeki şer’i mahkemelerde Müslüman ve Gayr-ı Müslim ayrımı yapılmamıştır. Gayrimüslimlere her zaman mahkemeler açık olmuştur. Osmanlı Devletinde kadılar medreselerde yetişir ve ilmiye sınıfına mensuptular. Atandıkları yerlerde hukuki, adli, idari, belediye ve sosyal işlerde söz sahibi idiler. 19. yy.dan itibaren başlayan batılılaşma ve Tanzimat dönemindeki yenilikler sonucu, kadıların görevleri değişmiş ve bu görevlerin çoğu kısıtlanmıştır. Kadılar daha çok evlilik, boşanma, miras ve benzeri davalara bakmaktaydılar.

Anahtar kelimeler: Ayntab, şer’iyye sicili, boşanma, borç, Canpolatoğlu isyanı, vakıf.

(7)

III

ABSTRACT MASTER OF TESIS

TRANSCRİPTİON AND APPRECİATE OF AYNTAB İSLAMİC JUSTİC REGİSTER İN NUMBERED 11 AND 01-179 PAGES İN (H. 1017/M. 1608-1609)

KAFKAS UNIVERSİTY INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES

DEPARTMENT OF HISTORY

Cuma ÇAM

Supervisor

Yrd. Doç.Dr. Jülide AKYÜZ

The court registration’s transcription and evaluation in 11 numbered Ayntab İslamic justic register Hicri 1017(Miladi 1608-1609) have been issued. With these court registrations aim is to obtain to Ayntab’s social economic and cultural details.

The Şerriyye registration formed imam designation, trustee designation, inheritance, divorce, money owingdebt, deed of trust, subsistence, executor designation sale, debt, rent, fobbery, Canpolatoğlu rebellion informations.

(8)

IV

In Ottommon Goverment that there hadn’t been any seperation between muslim and non muslim. The courts always be opened to non-muslims. In Ottommon Goverment the cadi frow in maslem theogical school and a member of moderation class. The cadi mention about low, judicial, administrative, municipality and social workings the places they attended. With the reforms about westernization and political reforms in XIX. century the jobs of cadi changed and most of them shortened.

The cadi hear the cases to marriage, divorce inheritance and same cases.

Key Words: Ayntab, İslamic Justic registor, divorce, debt, Canpolatoğlu rebellion, foundation

(9)

V

ÖNSÖZ

Teşkilatları ve siyasi dehaları ile sağlam temellere dayanan devletler, tarihte hep uzun ömürlü olmuştur. Buna tarih boyunca kurulmuş Türk devletlerinin her birinin bir imparatorluk haline gelmesi örnektir. Türklerin teşkilatçı olmalarının nedeni devletin halkla bütünleşmesinin sonucudur. Bunun sonucunda medeni düşünce en olgun seviyeye ulaşmıştır. Osmanlı Devletinde insani değerlere önem verilmesi kişi inanç, hak ve hukukuna saygı gösterilmesi bir ilke olarak benimsenmiştir.

Osmanlı Devleti, tarihi kaynakları ile zengin bir geçmişe sahiptir. Osmanlı tarihi kaynaklarının içerisinde hukuki, idari, sosyal, kültürel, ekonomik, şehircilik ve nüfus yapıları hakkında bilgi veren zengin kaynaklardan birisi de şer’iyye sicilleridir.

Çalışmamız her açıdan Antep şehrinin XVII. yüzyılı tarihine katkı yapmayı amaçlamaktadır. Şehrin coğrafi konumu, idaresi, nüfusu, ekonomisi, sosyal yapısı bir monografi bütünlüğü içinde XVII. yüzyıl 11 Numaralı Ayntab Şer’iyye Sicili belğelerine dayandırılak incelenmiştir.

Osmanlı Devletinin geçmişini merak ederek ve gelecek kuşaklara yardımcı olmak için 11 numaralı Ayntab şer’iyye sicilinin (H–1017/M–1608) transkirptsiyonu ve değerlendirilmesi yapılmıştır. Bu çalışmada Ayntab’ın kısa tarihi, sosyal, ekonomik ve kültürel yapısı ortaya konmaya çalışıldı.

Bu çalışmada yardımlarından ve desteklerinden istifade ettiğim ve yakın ilgilerini gördüğüm değerli hocam ve tez danışmanım Yrd. Doç. Dr. Julide AKYÜZ’e en içten teşekkürlerimi arz ederim. Ayrıca çalışmalarım sırasında yardımlarına başvurduğum Yrd. Doç. Dr. Metin AKİS’e teşekkürü bir borç bilirim.

Değerli arkadaşım İsa KALAYCI’ya da yaptığı yardımlardan dolayı teşekkürlerimi sunarım.

KARS-2008

(10)

VI

KISALTMALAR

C.ahire : Cemaziye’l-ahire

C.evvel : Cemâziye’l-evvel

C. : Cilt

GTO : Gaziantep Ticaret Odası GŞS : Gaziantep Şer’iyye Sicili

H. : Hicri

M. : Miladi

M.haram : Muharremü’l-haram

R.âhire : Rebiu’l-ahire

R.evvel : Rebiu’l-evvel

s. : sayfa

ss. : sayfalar arası

[t.y.] : Tarihi yazılmamış

TVYY : Tarih Vakfı Yurt Yayınları TDV : Türk Dünyası Vakfı

(11)

GİRİŞ

Tarihte Gaziantep kentinin 13 km kuzeyinde kurulan “Dülük” kenti

“Ayntab” adından çok eskilere dayanır. Bu bakımdan Gaziantep adının eski çağlarda çok sık kullanılan iki adı vardır. Dülük ve Ayntab. Şehrin ilk çağlarına gidince bu adlardan daha başka adlara rastlanılmaktadır.

Gaziantep kenti adını tarihin derinliklerinden, ünvanını Ulusal Kurtuluş Savaşındaki ünlü savunmasından almıştır. Cumhuriyetin ilk yılarında Ayntab adıyla bilinen kent, geniş halk kitleleri tarafından “Antep”, “Antap”, ”Entap”, “Hamtab”, Gaziantep adıyla anıldı. Milli mücadeledeki şanlı savunmasından dolayı “Gazi”

unvanını alarak Gaziayıntab-Gaziantep adını almıştır.

Türklerin XI. yüzyılın sonlarına doğru Güneydoğu Anadolu’ya yoğun bir şekilde yerleşmeye başladıkları bilinmektedir. Türkmenlerden meydana gelen ordusuyla Afşin Bey Fırat’ı geçerek Antep’in kuzeybatısındaki Karadağ’da karargâh kurup geniş fetih hareketlerine başlamıştır. 1067’de ordusuyla önce Antep ve Raban’ı (günümüzde Araban) aldı ve Antakya Dukalığı arazisine girmesiyle bu bölgelerde Türk egemenliği sağlandı. Ayıntab şehri, Osmanlı Devleti’ne Yavuz Sultan Selim zamanında 1516’da katıldı. Ayntap çeşitli dönemlerde Halep’e, Şam’a, Maraş’a bağlı kalmıştır. 1818 yılında Maraş Eyaletinden ayrılarak kaza statüsünde Halep Vilayetine bağlanmıştır.

Tarihten bu yana birçok kültüre ev sahipliği yapmış olan Gaziantep’in kültürel, siyasi ve sosyal yapısı geçmişten kalan belgelerin incelenmesi ile ortaya çıkarılabilir. Günümüzde siyasi tarihin yanında, sosyal, kültürel, ekonomik ve yerel tarih araştırmaları da büyük önem kazanmıştır ve araştırmalar bu alanda devam etmektedir. Geçmişten günümüze kadar gelen yazılı belgeler tarihimizin aydınlatılması bakımından büyük önem taşımaktadır. Her alanda en önemli yazılı belgeler şer’iyye sicilleridir. Bu sicillerde her konu işlenmiştir; isimler, yer adları, vakıflar, boşanma, satış, alacak, vasi tayini, mansıb tayinleri ve diğer konular hakkında bilgi alırız. Şer’iyye Sicillerinden bir bölgenin veya yörenin geçmişine ait bilgileri öğrenebiliriz. Şer’iyye sicillerinden o yörede yaşayan halkın günlük hayatı yiyecek ve giyecek fiyatları, çarşıları, evleri, camileri, vakıfları, çeşitli kurumları, mahalle ve köyleri, örf ve adetleri o zamanki o yörede uygulanan hukuk kuralları, hayat şartları, yaşama biçimleri, ödedikleri vergiler, insanların devlet erkânı ve yöneticilerle olan ilişkileri ve benzeri konularda o dönemi aydınlatan bilgilere

(12)

ulaşılmıştır. Bölgesel şer’i mahkemelerde kronolojik sıra ile tutulan, kadılar tarafından verilen hükümlerin, hüccet ve kararların, herhangi bir olayın, bir şahadetin, bir ikrarın, bir hibenin resmiyete kaydolunması istenilen bir hususun, devlet merkezinden gelen bütün fermanların, emirlerin ve tebliğlerin kadı tarafından tetkik olunup doğru oldukları tespit edildikten sonra sonuçlarının kaydedildikleri sicillere şer’iyye sicilleri denilmektedir.

Ayıntab Şer’iyye Sicili çalışmasının seçilme sebebi; Osmanlı Devleti'nin siyasi yapısı, idari yapısı ekonomik ve sosyal yönlerinin araştırılmasına duyulan ihtiyaçtır. Ayrıca daha önce okunmamış ve araştırılmamış olan Hicri 1017 tarihli Ayntab şer’iyye sicili bu yönüyle de özgün bir eserdir. Bu fikirlerden dolayı ve ayrıca bizden sonra gelecek araştırmacılara kaynak olması düşüncesiyle bu yola başvuruldu. Ayntab’a ait olan 1017 tarihli 11 numaralı şer’iyye sicilinin bu düşüncelerden yola çıkılarak transkriptsiyonu ve değerlendirilmesi yapıldı. Bu araştırma ile Ayntab şehrinin sosyal tarihi bütün canlılığıyla ortaya konarak genelde Osmanlı sosyal tarihi için; özelde ise Antep şehir tarihine katkı sağlamayı amaçlamıştır.

Şer’iyye Sicil Defterleri ve Önemi

Mahkemelerde yapılan her türlü işlemlerin yer aldığı şer’iyye sicil defterleri İslam hukuk tarihinde çok erken dönemlerden itibaren tutulmaya başlanmıştır. Bu defterlerin hem gerektiğinde önceki bir davanın hükmünü ve hem de evlenme, boşanma, satış, vakıf kurmak gibi ilk dönemlerden itibaren büyük ölçüde mahkemede yapılması bir teamül haline gelen hukuki işlemlerin mevcudiyetini ispat etmede kullanılması bu defterlerin titiz bir şekilde tutulmasında başlıca etken olmuştur. İlk kadı sicillerinin Emeviler döneminde Mısır’da tutulmaya başlandığı bilinmektedir.1 Hükme bağlanmış kararlar defterlere kaydedilir ve inkâr etme olasılığı ortadan kaldırılır.

Osmanlı Devleti’nde de aynı düşüncelerle şer’iyye sicil defterlerinin tutulmuştur. Öte yandan kadılara gönderilen irade, ferman ve hükümler gerektiğinde başvurulmak üzere şer’iyye sicil defterlerine kaydedilmekteydi. Kadılar özellikle örfi hukukla ilgili hukuki ihtilafları bu defterlerdeki irade ve fermanlar istikametinde çözmekteydi. Bu nedenle Osmanlı Devleti'nde şer'iyye sicil defterlerinin bulundugu

(13)

kaza merciinde muhafazasına büyük bir özen gösterilmiş ve bunlardan çok önemli bir bölümü günümüze kadar gelmiştir. 2

Şer’iyye Sicillerinin önemli özelliklerinden biri toplumda yaşanan olayların, satışların, şikayetlerin, nizaların defterlere kaydettirilmesi ve bu kayıtların toplumun yaşantısı, ekonomik durumu, bireyler arasındaki ilişkiler hakkında sunacağı anlamları gösterir somut bilgilere sahip oluşudur. Gerçekten de kaydettirilen bu olayların belgeler yardımıyla incelenmesi, dönemin toplumunu oluşturan bireyleri anlamamızda bize olumlu katkılarda bulunacaktır.3Şer’iyye sicillerinde geçen davalar arasında ilam, hüccet, maruz, vakıf, buyrultu ve berat, vasi tayini, borç ile ilgili belgeler bulunmaktadır. Şer’iyye sicilinin değerlendirilmesinde bu belge adları çok önemlidir. Aşağıda kısaca bunlara değinilmiştir.

a) İlam: Bir davaya ilişkin mahkemece verilen ve üstünde hâkimin imza ve mührü bulunan karar metni ile davacının iddiası, davalının cevabı, eğer savunmada bulunmuşsa dayandığı deliller ve bilgileri taşıyan vesikadır.4

b) Hüccet: Bu kelimenin lügat manası; delil, kavil anlamında olup Osmanlı Devleti’nde ise; hâkim huzurunda ikrar ve takrir gibi hükmü ihtiva etmeyen vesikalardır.5 Talik yazısı ile yazılır. Hâkimin imzası belgenin üst tarafındadır.

Esasen hüccetler mahkemelerin noterlik çalışmalarının bir yönüdür. Bazı hüccet çeşitleri evlenme akdine ilişkin hüccetler, küçük çocukların evlendirilmesi, boşanma, mehir, nafaka, vasi tayini ile ilgili hüccetler vardır.

c) Müraseleler: Kadıların resmi yazışmalar yaparken kullandıkları kadıların kendisine denk olan ya da daha aşağı rütbeli makam ve şahıslara hitaben kaleme aldığı belgelere denmektedir.6

2 Selahattin KENGER, “190 Numaralı Behisni Kazası Osmanlı Şer’iye ve Mahkemesi

Kayıtlarının 118-236 Sahifelerinin Transkripsiyonu ve Değerlendirilmesi (H.1313-1315/M.1896- 1897)”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sütçü İmam Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006), s. 45-51

3 Jülide AKYUZ, Ankara’nın Bütüncül Tarihi Çerçevesinde XVIII. Yüzyıllar’da Ankara (Şer’iyye Sicillerinin Sayısal ve Muhteva Analizi Denemesi), (Yayımlanmamış Doktara Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2003, s. 15-30.

4 DEVELLİOĞLU, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, s. 426

5 PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, s.69

6 ATAR, “Mahkeme”, s. 339

(14)

d) Maruz: Mahkemelere yapılan şikâyetler, hâkimin emriyle görevliler tarafından hazırlanan kâşif ve tahkikat raporları soruşturmalar ve naiblerin, daha çok ceza konularında yürüttükleri soruşturmalar ve hâkimin onayına sundukları kararlar ile hâkimlerin üst makamlara arz ettikleri konulardır.7

e) Berat: Herhangi bir görev veya memuriyete tayin edilenlere görevlerini yapma yetkisini veren ve üzerinde padişahın tuğrasını taşıyan atama emirlerine berat denir. Fermanlara ise; ferman-ı hümayun denir.8

f) Buyruldu: Osmanlı Devleti’nde padişahtan sonra şer’i ve kanuni hükümleri icra ve takip ile görevli olan makam, padişahın bir nevi mutlak vekili bulunan sadrazamındı. Sadrazam padişahın emrine dayanarak bazı hususları kadılara yazılı olarak bildirirlerdi. Şer’iyye sicilinde bulunan kayıtlardan biri de sadrazamların yazılı emri olan buyrultulardır.9

g) Vakıf: Bir malın belli bir amaca tahsis edilmesine vakıf denir. Allah’ın rızası ve sosyal yardımlaşma amacı ile yapılır. İki türlü vakıf vardı. Birincisi hayra tahsis edilmiş vakıflar ve ikincisi Zürri yani evlat ve ahfada tahsis edilmiş olan asıl amacı yine yoksullara yardım olan vakıflardı.10

h) Tezkereler: Aynı yerde bulunan resmi dairelerin bir birlerine ve hakkın birbirlerine yazdıkları kağıtlara denir. Tezkereler başta sadrazam olmak üzere yüksek devlet memurlarının özel kalem müdürü olan tezkereler tarafından yazılıdır.11

ı) Temessükler: Temessükler, itimamla tutunmak anlamına gelir. Sened için alınıp verilen muahede, sulhnamedir. Şer’iyye sicilindeki anlamı ise miri arazide ve salih olmayan vakıflarda tasarruf hakkı sahiplerine verilen belgedir.12

7 Türk Dil Kurumu Sözlüğü, C.2, Ankara: TDK Yayınları, 2000, s. 35

8 PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, s.70

9 Halil İNALCIK, Osmanlı İmparatorluğu Toplum ve Ekonomi, 2. Baskı, İstanbul: Eren Yayınları, 1996, s. 339

10 Bahaeddin YEDİYILDIZ, “Vakıf”, İ.A., C.13, İstanbul: MEB Yayınları, 1993, s. 277

11 Şemsettin Sami, Kâmus’ul-A’lâm, s.801

12 Halil İNALCIK, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Halil Berktay (çev.),

(15)

I. BÖLÜM

GAZİANTEP’İN TARİHÇESİ 1.1. Gaziantep Adı

Şehrin ismi muhtelif kaynaklarda, muhtelif şekillerde geçmekle birlikte

“Hantab”, “Entab”, “Hamtab”, “Ayntab” olmak üzere asırlardan beri, bütün yazılı kaynaklardaki ismi “Ayntab” tır. Ayntab şehri ismini, burada hüküm süren aynı adındaki bir kraldan almıştır. Kelimenin aslı “Hantab” tır. “Han” hükümdar, “Tab”

ise Eti dilinde arazi demektir. Buna göre “Hantab” ın manası “Han arazisi” demektir.

Şehrin eski adı “Entab”tır “Tab” Geldani lisanında “Güzel” demektir. Buna göre Entab, “En güzel” demektir. Şehre suyunun tatlılığından dolayı “Ayni Tab” adı verilmiştir. “Ayin” pınar ve kaynak, “Tab” iyi ve güzel demektir. Yaygın olan kanaata göre, şehrin isminin menşei Arapça’dır. Suyunun tatlılığından, pınarlarının çokluğundan dolayı “Ayntab” denilmiştir1.

1.2. Gaziantep’in Coğrafi Konumu

Cografi konum olarak Gaziantep ili, Akdeniz ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin birleştiği noktadadır. Suriye’ye komşu bir sınır ili olan Gaziantep’in büyük bir bölümü Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin batı kesiminde bir bölümü de Akdeniz Bölgesi’nin doğusunda yer alır. Gaziantep; doğuda Şanlıurfa’nın Birecik ve Halfeti, Kuzeydoğu’da Adıyaman’ın Besni, kuzeyde Kahramanmaraş’ın Pazarcık, batıda ise Osmaniye’nin Bahçe ve güneybatıda Hatay’ın Hassa ilçesi, güneyde ise Kilis il sınırıyla çevrilidir. İl sınırları içerisine kuzeyden giren dağlar, Araban ovasının batısından il merkezinin batısına uzanır. Güneydoğu Torasların uzantıları olan bu dağlar oldukça düzgün sıralar oluşturur. Bölgenin batısını kuşatan dağlar ise sistemli bir sıra oluşturur ve Gaziantep ilini Hatay-Kahramanmaraş çukurluğundan ayırır. Gaziantep’te sıradağ olarak Güneydoğu Toraslarının uzantıları olan Sof dağları vardır. Sof dağlarının güneyinde ise Gaziantep Yaylası vardır. Dülükbaba dağları il merkezinin kuzeybatısında bulunmaktadır.2

Gaziantep tarihi araştırmacısı, Hüseyin Özdeğer’e göre; Gaziantep’in cografi konumu Osmanlı kaynaklarında geçen adı ile “Ayntab”, bugün kullanılan şekli ile Antep (1921 yılında verilen “Gazi”lik ünvanı ile Gaziantep) Güneydogu

1 Erdal CEYHAN,Gaziantep Tarihi, Gaziantep: Gaziantep Ticaret Odası Yayınları, 1999, s. 129

2 CEYHAN, Gaziantep Tarihi, s. 130

(16)

Anadolu’nun en büyük vilayet merkezlerinden olup, Fırat Nehrine karışan Sacur çayının yukarı kollarından Ayınleben (Alleben) deresinin üzerinde bulunup, Fırat nehrine 55, Halep şehrine ise 100 km. mesafededir.

Halep şehrinin kuzeyinden itibaren gittikçe yükselerek devam eden yaylanın (Antep yaylası) merkezi bir mevkiinde, deniz seviyesinden ortalama 900 m.

yükseklikte, engebeli bir arazide tepeler üzerine kurulmuştur. Antep şehri ve bölgesi, en eski devirlerden beri, iklim ve mevkiinin iyi hususiyetleri ile, iskana çok uygun yerler olarak bilinmektedir.3

1.3. Gaziantep’in Tarihsel Gelişimi

İlkçağa ait belli başlı kaynak ve araştırmalarda Antep adına rastlanmaz.

Bununla birlikte Antep’in 12 km kuzeyinde bulunan Antep-Maraş yolu üzerindeki Dülük’ün (Doliche) oldukça eski bir mevki olduğu bilinmektedir. Antik devirlerde iktisadi ve siyasi bütün faaliyetlerin yoğun bir şekilde sürdüğü Kuzey Suriye ile Mezopotamya’yı İç Anadolu’ya bağlayan yolların geçtiği yerler o devirde Dülük bölgesi olarak anılmaktaydı. Eski ve Orta çağlarda Fırat nehrini takip ederek Mezopotamya’dan gelen kervanların zamanla bu nehri terk ettikleri bilinmektedir.

Birecik ve Maraş arasında bir kavşak noktası da Dülük adıyla bilinmekteydi. Bu kavşak aynı zamanda Urfa-Maraş ve Halep yollarının da kesiştiği yeri teşkil ediyordu. Bugün de Dülük adıyla anılan yere Asurlular; Babiğü, Bilabhi, Doluk, Romalılar; Dolichenus, Doulichia, Doliche, Bizanslılar ise Tolunbh demekteydi.4

MÖ 1800–1200 yıllarına kadar hüküm süren Hitit Devletinin sınırları Dülük ve çevresini de içine almaktaydı. Bölge daha sonra Suriye’nin kuzeyinde kurulan Hitit şehir devletlerinin ardından Asurluların hâkimiyetine girdi. MÖ 613–612 yıllarında Med kralı Kiyaksar’ın Asurluları mağlup edip Ninevayı(Ninova) almasıyla Dülük bölgesi İran da saltanat değişikliğine rağmen uzun müddet yine İranlıların nüfuz sahasında kaldı. MÖ 334’te Asya seferine çıkan Büyük İskender Issus savaşını kazanıp Dülük ve çevresini sınırlarına kattı.

MÖ 190 yıllarında Dülük’e Roma, MS 395 ten itibaren de Bizanslılar hâkim oldular. Bizans hâkimiyeti sırasında Dülük ve yöresi Arap sınır bölgesinde önemli bir yer teşkil etmekteydi. Uzun süre Arap ve Bizanslılar arasında mücadeleler devam

3 Hüseyin ÖZDEĞER, XVI.Yüzyıl Tahrir Defterlerine Göre Antep’in Sosyal ve Ekonomik Durumu, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, 1982, s. 5

4 CEYHAN, Gaziantep Tarihi, s. 130

(17)

etti. Muhtemelen bu mücadeleler sırasında bir kale inşa edilmiş ve burası Antep adıyla anılan yerin ilk çekirdeği olmuştur.5

Türklerin Anadoluya yönelik harekâtları sırasında Türkmenlerden meydana gelen ordusuyla Afşin, Fırat’ı geçerek Antep’in kuzeybatısındaki Karadağ’da karargâh kurup geniş fetih harekâtına başladı ve 1067 de kuvvetleriyle önce Antep ve Raban(günümüzde Araban)’ı aldı, sonra da Antakya Dukalığı arazisine girdi. Pek çok ganimet ve esir topladı. Afşin bu fetihleriyle Suriye bölgesinde Türk hâkimiyetini kesinleştirdi. Alparslan’dan sonra fetihlere girişen Süleyman Şah 1084 yılında Antakya’yı yeniden aldı, bu suretle Halep ve civarıyla Antep kendiliğinden Süleyman Şah’ın idaresine girdi. Nitekim Haçlılar Suriye’ye geldiklerinde Antep bölgesi Suriye Selçukluları’nın idaresinde bulunuyordu. Haçlı kuvvetlerinin bu bölgeye yerleşmesiyle Antep önce 1098 yılında Urfa Kontluğu kuran Bovdovin de Bovlogne’a daha sonra Maraş Kontluğu’na tabi oldu.

Haçlılar zamanında Antep ve Telbaşir bölgenin önemli müstahkem mevkileriydi. Haçlı seferleri şiddetini kaybedince I. Mesud’un damadı olan Atabeg Nureddin Mahmut Zengi 1149 yılında düzenlediği bir sefer ile Antep, Telbaşir ve Azaz’ı geri aldı ise de kuvvetleri mağlup oldu. Bunun üzerine Sultan Mesud, oğlu Kılıçarslanla beraber Kuzey Suriye’ye sefer yaptı ve Maraş’ı kuşatarak aldı; ordusu Telbaşir önünde Jocelin kuvvetleriyle karşılaştı, fakat Franklar savaşa cesaret edemediler. Bundan sonra Sultan Mesud Kılıçarslan ile beraber 1150 yılında Haçlıların işgalinde bulunan Göksün, Behisni, Göylük, Raban ve Antep şehir ve kalelerini zaptetti. I. Mesud’un ölümü (1155) üzerine Atabeğ Nureddin Mahmut Zengi Antep ve Raban’ı Selçuklulardan aldı. II. Kılıçarslan Nureddin’den adı geçen şehirleri iade etmesini istediyse de Nureddin bunu reddederek buraları kuşattı;

şehirlerin surlarını tahrip ederek şehirleri ele geçirdi.6

Bütün Anadoluyu sarsan Moğol istilası önce bu bölgede etkili oldu. 1259’da Hülagü Suriye seferinden çıkıp Halep’i alınca Baycu Noyan’ın 1258’de başlattığı harekât tamamlandı ve Antep bölgesi Moğolların eline geçti. Ancak az sonra Memluk Sultanı Kutuz Moğollarla mücadeleye girişerek 1260 yılında Aynicalüt’ta onları yendi. Böylece Halep ve Antep bölgesi Memlüklu nüfuzu altına girdi.

Moğolları tamamen Kuzey Suriye’den uzaklaştırmak isteyen I. Baybars 1277 yılında

5 ÖZDEĞER, XVI.Yüzyıl Tahrir Defterlerine Göre Antep’in Sosyal ve Ekonomik Durumu, s. 7

6 Hüseyin ÖZDEĞER, “Gaziantep”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.XIII, İstanbul:

Güzel Sanatlar Matbaası, 1996, s. 466-469

(18)

Antep’ten geçerek Elbistan ovasında Muinüddin Süleyman Pervane idaresindeki Selçuklu-Moğol ordusunu mağlup ederek Kuzey Suriye’yi Moğol baskısından kurtardı.7

Bundan sonra Antep ve çevresi Memlük Sultanlığı ile Maraş ve Elbistan’a hakim olan Dulkadiroğulları arasında ihtilaf söz konusu oldu. Dulkadir Beyliği’nin kurucusu olan Zeynüddin Karacabey Dulkadir ulusunu bir beylik haline getirmiş, aynı zamanda Bozokların ve Halep Türkmenlerinin de reisi olmuştur. Antep ve çevresi ise daha fazla Dulkadirli Türkmenleri ile meskûndu. Bu yüzyılda Dulkadir- Memluk çatışmaları bölgeyi derinden etkiledi. Mücadeleler sırasında Atabeğ Berkuk 1381 Temmuzunda büyük bir orduyu Dulkadirliler üzerine sevketti. Tarihçi Bedreddin el-Ayni’nin Antep’ e gelişini gördüğü bu ordunun Dulkadirli Halil Bey’in küçük kardeşi Suli Bey’in(Selvi?) idare ettiği kuvvetleri yenmesiyle Antep ve Halep’in kuzey bölgesi Memlük idaresine geçti. Ancak Suli Bey mücadeleyi sürdürdü. Malatya Naibi Büyük Mintaş ile de yakın ilişkiler kurup güç ve nüfuz kazandıktan sonra kuvvetleriyle Antep’e gelerek burayı yağmaladı ve kardeşi Osman Bey’i iç kalenin muahasarası için görevlendirdi. Bir ay kadar süren kuşatmada şehre ve halkına çok zarar veren Osman Bey kaleyi zaptedemeyince kuvvetlerini geri çekip Maraş’a gitti. Dulkadiroğulları ile Memlükler arasında Kuzey Suriye üzerindeki hakimiyet mücadelesi devam ederken Timur da ordusu ile Güneydoğu Anadolu’ya gelerek Mardin’i kuşattı, ve Diyarbakır’ı zaptetti. 1400 yılında, önce Behisni’yi ele geçirip Antep’e yöneldi. Şehri zaptederek kaleyi muhasara altına aldı.8

Timur istilasının ardından tekrar Memlük idaresine geçen şehir ve yöresi 1418 yılında yeni bir saldırıya uğradı. Akkoyunlu Beyi Karayülük Osman Bey Karakoyunlu topraklarına girerek Mardin’i kuşatıp civarını yağmalamış, Kara Yusuf’un üzerine gelmesiyle de kaçarak Memlük topraklarına girip Halep’e sığınmış, onu takip eden Karakoyunlu kuvvetlerinden Kara Yusuf’un oğlu Pir Budak’ın idaresindeki bir kısım askerler Antep üzerine yürümüşlerdi. Bu harekât duyulunca Antep Naibi ve halkının bir kısmı şehri terk edip kaçtı. Kara Yusuf’un Memlük sınırlarına girip Antep yöresine gelmesi Kahire’de telaş ve endişeye yol açtı. Karayülük’ün durumunu öğrenmek için Halep’e kadar yaklaşan bir Karakoyunlu birliğini mağlup eden Halep Naibi Yeşbek alınan esirlerden Kara

7 ÖZDEĞER, XVI.Yüzyıl Tahrir Defterlerine Göre Antep’in Sosyal ve Ekonomik Durumu, s. 17

8 ĞÖĞÜŞ, İlk İnsanlardan Bu Güne Çeşitli Yönleriyle Gaziantep, Gaziantep: Gaziantep Üniversitesi Vakfı Yayınları, 1997, s.217

(19)

Yusuf’un Antep şehrinde olduğunu öğrendi. Kara Yusuf askerlerinin bu yenilgisi üzerine Yeşbek’e gönderdiği mektupta Karayülük'ü cezalandırmak için Memlük topraklarına girdiğini belirterek Antep’e gelmiş olduğu için özür diledi. Bir müddet sonra da Memlük topraklarından ayrıldı. Fakat giderken Antep’in çarşı ve pazarlarını yaktığı gibi şehri de askerlerine yağma ettirdi, ayrıca Antep halkından da 100.000 dirhem ve kırk at aldı.9

Bu tarihten sonra yeniden başlayan Dulkadir-Memlük mücadelesi Osmanlıların da devreye girmesiyle farklı bir safhaya büründü ve Antep’i de etkiledi.

1467 doğrudan Memlüklerle savaşa girişerek önce Şam Naibi Berdi Bey kumandasındaki orduyu Turnadağ eteklerinde yenen Dulkadirli Bey’i Şehsuvar Bey, Memlük Sultanı Kayıt Bayın Emircanıbek kulaksız idaresindeki ordusunu da Antep yakınlarında bozguna uğrattı. (30 Mayıs 1468) ve Antep dahil Halep’e kadar olan yerleri kontrolü altına aldı. Ancak daha sonra Emir Yeşbek kumandasındaki bir Memlük ordusuna Antep yakınlarındaki savaşta yenildi. Bunun üzerine Antep yeniden Memlük Sultanlığı idaresine girdi.

Alaüddevle’nin Beğliği sırasında ise Antep Dulkadiroğullarının hâkimiyetinde bulunuyordu. Alaüddevle burada kendi adıyla anılan bir cami ile bir maslak(büyük su haznesi) yaptırdı. Bunların masrafları için vakıflar kurdu. Dulkadir Beyliği Osmanlı himayesi altında Şehsüvaroğlu Ali Beyin idaresine verilirken Memlüklüler bu fırsattan faydalanarak Antep şehrini tekrar işgal ettiler.

Yavuz Sultan Selim’in İran seferi sırasında ve sonrasında Memlük Sultanı Kansu’nun Şah İsmail’i desteklemesi, Memlük tebası Sünni halkın memnuniyetsizliğine sebep oldu. Yavuz Sultan Selim bu hususta geniş bir propagandaya girişerek Sünnileri Osmanlılar tarafına davet etti. Şam ve Halep Naibleri yanında Antep Naibi de bu davete olumlu cevap verdi. Nitekim Osmanlı ordusu Memlük topraklarına doğru ilerleyerek Behisni üzerinden gelip Antep yakınlarındaki Merbüzan suyu kenarında ordugâh kurduğu sırada Memlükler’in Antep Naibi Yunus Bey Osmanlı hizmetine girdi. Yavuz Sultan Selim 20 Ağustos 1516 da Antep’e gelerek üç gün konakladı. Bu suretle Antep Osmanlı devletine katılmış oldu.

Osmanlı idaresi sırasında Gaziantep’te önemli bir olay meydana gelmemiştir.

Yalnız diğer Anadolu şehirleri gibi burası da ΧVII. yüzyıldan itibaren zaman zaman

9 Leslie PEIRCE, Ahlak Oyunları(1540-1541 Osmanlı’da Ayntab Mahkemesi ve Toplumsal Cinsiyet), Ülkün Tansel (çev.), İstanbul:Tarih Vakfı Yayınları, 2005, s. 26

(20)

Celali saldırılarına uğramıştır. Yöredeki bazı nüfuzlu mütegallibenin etkisi altına girdi. Şehir Haziran 1839 da kısa bir süre için Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa kuvvetleri tarafından işgal edildi.

Osmanlılar döneminde çok sayıda cami, medrese, han ve hamam yapılmış, kent aynı zamanda üretim, ticaret ve el sanatları yönünden de ilerlemiştir. 1641 ve 1671 yıllarında yöreyi iki kez ziyaret eden Evliya Çelebi, burada 22 mahalle, 8 bin ev, 100 kadar cami, medrese, han, hamam ve üstü kapalı çarşı olduğunu anlatır.10

I. Dünya savaşı sonunda, Gaziantep önce İngilizler, daha sonra da Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Gaziantep savunması, ulusal kurtuluş savaşı tarihimizde yiğitlik, kahramanlık ve fedakârlığın ulaşılmaz abidesi olmuştur. Gaziantep savunması eşsiz kahramanlığı ile hem kendini, hem de Güneydoğu Anadolu’yu düşman işgalinden kurtaran bir halk hareketi, milli birliğin ve beraberliğin bir şahlanışı olarak tarihteki yerini almıştır.

1.3.1. Osmanlı İdari Yapısı İçinde Gaziantep

Sancak, Osmanlı Devletin’de eyaletten sonra gelen yönetim bölümüdür.

Eyaletler, sancaklara ayrılmıştı ve sancakların başında sancakbeyleri bulunurdu.

Osmanlı Devleti’nde savaş durumunda sancakbeyleri kuvvetleriyle bağlı bulundukları beylerbeylerinin yönetimine girerlerdi. Osmanlıda bazı sancaklar, yetişmeleri için şehzadelerin yönetimine verilirdi, bunlara “şehzade sancağı”

denilirdi. Sancak beylikleri 1837’de kaldırılmış; yerine askeri yetkileri olmayan mutasarrıflar atandı. Sancak kurumu kesin olarak 1921’de kaldırıldı.11

Sancağın en büyük mülki amiri “Sancak Beyi” idi. Sancak beyinin askeri ve idari olmak üzere iki asli görevi vardı. Sancaktaki tımarlı sipahilerin tabii amiri durumundaki sancak beyi, kendi kapı halkı ve sancağındaki zaim, sipahi ve cebelülerle birlikte sefere katılmak zorundaydı. İdari görevi ise reayanın rahat ve huzur içinde yaşamasını sağlamak, subaşılar vasıtasıyla asayişi temin etmekti.12

XV. ve XVI. yüzyıllarda Osmanlı hükümeti yeni fethedilen yerleri sancak beylerinin doğrudan yönetimlerine vermiş, bunların başına da bir beylerbeyi atamıştır. Böylelikle yeni beylerbeylikler ortaya çıkmıştır. Yeni beylerbeyliklerinin

10 ÖZDEĞER, XVI.Yüzyıl Tahrir Defterlerine Göre Antep’in Sosyal ve Ekonomik Durumu, s. 19

11 PEIRCE, Ahlak Oyunları (1540-1541 Osmanlı’da Ayntab Mahkemesi ve Toplumsal Cinsiyet), s. 36

12 Yücel ÖZKAYA,Osmanlı İmparatorluğunda Ayanlık, Ankara: [y.y.], 1994, s. 16

(21)

oluşturulması, askeri düşüncelerle belirlenen uzun bir süreçten geçerdi. Her sancağın kanunnamesi, köylünün vermesi gereken vergi ve hizmetleri tek tek sayılmıştır.13

1540 yılında (H.1017-M.1608) kent, Osmanlıdan öncede aynı adla anılan sancak merkeziydi. I.Selim’in Memluk Sultanlığı’na 1517’de son vermesiyle Ayntab Osmanlı egemenligine girdi. Ayntab Memluk Sultanlığı’nın kuzeydeki en uç karakollarından biriydi; bu nedenle, 1516 yazında doğuya ve sonra güneye yürüyen Osmanlı kuvvetlerinin aldığı ilk kentlerden biri oldu. Ayntab’ın 50 kilometre kadar güneyinde geçen ve Memluk Hükümdarlığının sonunu getiren Merc-i Dabık Savaşı’nı Osmanlı kazandı. Osmanlı yetkilileri, ili(sancak, liva) önce Halep Beylerbeyliği’ne/Eyaleti’ne bağladılar. Ancak 1530’larda Ayntab, başkenti Maraş olan Dulkadirli(Zulkadriye) Beylerbeyliği’ne bağlanmıştı. 1818’de Ayntab Sancağı, Halep Beylerbeyliği’ne geri verilecekti.14

İncelediğimiz H.1017 tarihli Antep Şer’iyye Sicilin’de bir Sancak beyi ve Kadı adına rastlanılmadığı gibi defterde toplam 702 kayıt bulunmaktadır. Bu kayıtlar da Antep ile ilgili toplam 61 mahalle, 118 köy, 25 vakıf, 14 cami, 1 medrese, 10 han adı ve 16 meslek dalına rastlanıldı. Defterde Mirliva, Sekbanlar, Yeniçeriler, Kethüda, Sipahiler, Şehir Subaşısı gibi askeri terimler geçmektedir. Antep halkının geneli tarımla uğraşmıştır. Defterde zirai üretimle ilgili bazı ürünler şunlardır; üzüm, ceviz(şitil), arpa, buğday, mercimek, mısır, pamuk, badem, zerdali, tut(dut), pancar, küşne, tütün ve incirdir. Antep’te Arap, Kürt, Yahudi, Acem, Türkmen ve Gürcü gibi bir çok dini ve etnik yapıya sahip millet yaşamıştır. Defterde vergi türü olarak sadece avarız vergisine rastlanılmıştır. İncelediğimiz dönemde Antep şehrinde geçen mahalleler, köyler, vakıflar, meslekler şöyledir; Hicri 1017 tarihli Ayntab Şer’iyye sicilinde geçen bazı mahalle, köy ve yer isimleri bugün, Gaziantep’te bir çoğu hala aynı isimle anılmaktadır. Mesela eski isimle anılan ve bugün aynı ismi taşıyan mahalleler şunlardır; Kozanlı, Akyol, Eyüb, Şehreküstü, Cevizli, Boyacı, Ömer, Kasdal. Ayntab Şer’iyye sicilinde geçen bir çok mahalle bugün farklı adla yaşamaktadırlar. Bunlar, Kürkciyan (Kürtüncüler) Bekir Bey’e, Şıhcan, Gerçiğin, Şıhcan’a, Kurb-u Tarlayı Atik, İsmet Paşa’ya, Hayik Müslüman, Hayıkzimyan, Halik Baba, Tepebaşı’ya, Kayseri, Kastel, Kısmen Cabı, Tışlaki’ye, Kurb-u Ali Neccar Yaprak’a, Cevizlice, Kurb-u Cevizlice, Hıdır Çavuş, Kozluca’ya, Tarlay-ı Atik,

13 Halil İNALCIK, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), Ruşen Sezer (çev.), İstanbul:

YK Yayınları, 2003, s. 109

14 PEIRCE, Ahlak Oyunları (1540-1541 Osmanlı’da Ayntab Mahkemesi ve Toplumsal Cinsiyet), s. 37

(22)

Çukur’a, Kabasakal, Kocaoğlan’a, Karasakal, İbn-i Kör, Kurbu İbn-i Şeker, Seferpaşa’ya, Yahni, Magara Başı, Boyacı’ya dönüşmüştür. 15

Ayntab Şer’iyye Sicilinde geçen köylerden çoğu günümüzde aynı adla geçmişine sahip çıkmaktadırlar. Bunlar, Sam, Ekizce Turabı, Isbaturun, Körğün, Gerciğin(Güceğli, Günğürge), Karye-i Burç, Karye-i Çartlı, Karye-i Yaylacık, Karye-i İbrahimli, Karye-i Öğümsöğüt, Eriklice, köyleri de günümüzde aynı adı taşırlar. Şer’iyye sicilinde geçen, vakıflardan günümüzde yer olarak bilinenler yada mevkii olarak bilinenler, Boyacıoğlu Cami-i Vakfı, Ispaturun Cami-i Vakfı, Hacı Mahmud Vakfı, Haleb Hattabzade Vakfı, Kara Musa Vakfı, Şeker Vakfı, Suyger Vakfı, Mustafa Paşa Vakfı, Haremeyn-i Şerifeyn-i Vakfı, Bey Mahallesi Cami-i Vakfı, Burhan Mescid-i Vakfı, Zuririye Vakfı, Ayntab Kalesi’nin Cami-i Şerif Evkafları mevcuttur. Ayntab Şer’iyye sicilinde geçen ve bugün olan hanların isimleri, Büyük Han, Bekmez Hanı, Keyvan Bey Hanı ve Hamamı, Kazgancı Pazarı, Kazancılar Pazarı, Bakırcılar Hanı, İki Kapı Hanı ve bu hanlardan bir çoğu günümüzde aynı isimle geçerler.

H.1017 tarihli Antep Şer’iyye Sicili’nde Osmanlı Devletini en çok uğraştıran dönemin en önemli olayı Canpolatoğlu isyanı ile ilgili birçok belge mevcuttur.

Osmanlı’da Celaliler sosyal devrimci değillerdir, uzun vadeli ideolojik amaçları yoktur, padişahın onları tekrar Osmanlı sisteminin içine almasını sağlamak için Anadolulu kardeşlerini sürükledikleri korkunç felaket yüzünden hiçbir sorumluluk duymadılar. Canpolatoğlu Ali Paşa basit bir celali önderi miydi? Oruç Ovası’nda yenildiği için mi başarılı olamadı? Tüm bu sorulara cevap verilmeye çalışıldı.16

Osmanlı Devleti Kilis Emiri Canpolatoğlu Hüseyin Paşa’ya Halep Beylerbeyliği’ni tevcih ederek Halep Beylerbeyi olmasına da izin vermiştir. Osmanlı komutanına itaatsizlik yapmakla suçlanan Hüseyin Paşa’nın aceleyle idamı, imparatorluğun gördüğü en ciddi ayaklanmalardan birini başlattı.

Canpolat bin Kasım’ın ortaya çıkışından önce Canpolatoğlu ailesi hakkında bilinenler çok azdır. Canpolatoğlu adı, Kuzey Suriyedeki eşkiyayı temizledikten sonra duyuldu. Osmanlı Ma’arra ve Kilis sancaklarını ocaklık olarak Canpolatoğlu ailesine verdi. 1572’de Canpolat bin Kasım ölünce topraklarının yönetimi oğulları Hüseyin ve Habib’e kaldı. Hüseyin, Osmanlı ordusu ile beraber Doğu Anadolu,

15 M.Oğuz ĞÖĞÜŞ, İlk İnsanlardan Bu Güne Çeşitli Yönleriyle Gaziantep, s. 196

16 William J. GRISWOLD, Anadolu’da Büyük İsyan(1591-1611), Ülkün Tansel (çev.), 2.Baskı İstanbul:Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002, s. 75-86

(23)

Gürcistan’ta savaştı, 1578’de İranlılara karşı savaştı. 1581’de Halep Emiri oldu.

Burada kendisine düşman edindi. Osmanlı Canpolatoğullarından Kilis ocaklığını aldı ve onları uzaklaştırdı. Osmanlı hazinesi borçlandığı için Hüseyin Paşa Halep’te hapse attırıldı ve malları müsadere edilmiştir. Hüseyin Paşa, hapisten çıkınca etrafına güç topladı. Kilis ocaklığını Osmanlı’dan habersiz aldı. Osmanlı bu yasa dışı eylemi çıkarı için kabullendi.17

1600 yılına gelindiğinde Hüseyin Paşa, iyi eğitilmiş tüfekli askerlerden oluşan bir orduya sahipti ve kendi aşiretini ve Suriye bölgesindeki Türkmen ile Arapları askere çağırabilirdi. Canpolatoğlu Hüseyin gücünü bölgedeki Kürt, Arap ve Türkmen aşiretleri ile gecikmesiz ve dolgun ödediği sekban askerlerinden almaktaydı. İstanbul’daki yetkililer, Şam’a derhal Osman Paşa’yı gönderdiler.

Osman Paşa göreve gelince, Halep valisi Nasuh Paşa görevinden alınarak yerine Kilis emiri Canpolatoğlu Hüseyin Paşa göreve getirildi. Nasuh Paşa, karşı çıktıysa da sonunda Halep valisi Kilis Emiri oldu. 18

Urmiye Gölü Savaşında yenilen Çağalzade’nin ordusu Van’a geldiğinde Canpolatoğlu Hüseyin’in çok sayıda, askerini yakınlarda çadır kurmuş görünce Serdar beyninden vurulmuşa döner. Hüseyin yetersiz özürler ileri sürdüyse de Sinan Paşa hemen idamını buyurdu. Canpolatoğlu Hüseyin Paşa’nın ölümünden sonra Suriye ve çevresinde siyasi kargaşa başladı. Osmanlı bu bölğeye Kuyucu Murad Paşa’yı gönderdi. Kuyucu, Canpolatoğlu Ali’nin ordusunu yok ederek, isyana son verdi. Sultan Ahmed, Canpolatoğlu Ali’yi bağışladıysa da, bir süre sonra idamını buyurdu. Osmanlı Canpolatoğlu Ali isyanını bastırmak için Trablusşam Emiri Seyfoğlu Yusuf’a destek verdi ama; Yusuf başarılı olamadı. İstanbul, Canpolatoğlu Ali Paşa’yı Halep Beylerbeyi olarak atadı. Osmanlı karışık bir dönem yaşarken Canpolatoğlu Ali Paşa ordusunu geliştirdi. İsyanını Halep Beylerbeyliğinin temelleri üzerine oturttu. Halep Beylerbeyliği hazinesinin başında Abaza Mehmed adıyla ünlü bir asi olacaktı. Ali Paşa’ya bölge dışından ilk kesin yardım önerisi batıdan geldi.

Toskana Dükü I.Ferdinad, Kıbrıs’ı Hristiyanlık adına yeniden ele geçirmek ve Kutsal Toprakları denetim altında tutmak için güçlü arzular taşıyordu. Şah Abbas da Osmanlı düşmanlarına her zaman kapısını açmıştır. Canpolatoğlu Ali isyanını engellemek için Kuyucu Murat Paşa görevlendirildi. Murat Paşa askeri dehasıyla

17 William J. GRISWOLD, Anadolu’da Büyük İsyan(1591-1611), s. 75-78

18 Mustafa AKDAĞ, Türk Halkının Dirlik ve Düzen Kavgası Celali İsyanları, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1992, s.75

(24)

Kırıkhan eteklerinde, o zaman Güvercinlik denen bir yerde askerlerine mola verdi.

Canpolatoğlu ile yapılan savaşta Canpolatoğlunun yardımcısı Cin Ali Bölükbaşı öldürüldü ve diğer önemli kişiler tutsak edildi.19

Oruç ovasında yapılan savaşın ilk gününde Canpolatoğlu kuvvetleri daha başarılıdır. Bunun üzerine Tiryaki Hasan Paşa Osmanlı’nın önünde durulamaz topçu üstünlüğünü kullanan bir plan yaptı. Ovada Canpolatoğlu ordusunun üzerine top ateşi yağdırıldı. Halep ordusu dağıldı. Osmanlı süvarileri isyancıları kovalamaya başladı.

Canpolatoğlu da ovada kaçanlar arasındaydı. Canpolatoğlu Kilis’e geldi ve ailesini Halepte ki iç kaleye yerleştirdi.

Kuyucu Murat Paşa, Kilis’e gelerek Canpolatoğlu’nun hazinesine el koydu.

Canpolatoğlu Ali Paşa yakalanarak 27 Ramazan 1016/16 Ocak 1608’de İstanbul’a getirildi.On yedi yaşında olan genç hükümdar Ahmed, bir hafta boyunca Halep Paşasını sorguya çekti. Padişah Canpolatoğlunu Temeşvar’a Beylerbeyi olarak gönderdi. Yeniçerililer, öldürülme tehlikesi içinde olduğunu söylerek isyancıya oyun oynadılar. Muharrem 1018/1609 Nisan’da isyancı Temeşvar’dan kaçarak Belgrad’a sığındı. Canpolatoğlu Ali Paşa 5 Zilhicce 1018/1 Mart 1610 günü idam edildi.

Böylelikle uzun yıllar Osmanlı Devleti’ni çok uğraştırmış olan Canpolatoğlu isyanı bertaraf edilmiş oldu.

Sonuç olarak H.1017 tarihli Ayntab Şer’iyye Sicilinde Canpolatoğlu isyanı ile ilgili 18(on sekiz) belge mevcuttur. Bu davalarda Canpolatoğlu ailesinin mallarına el konulması, ailesinden geriye kalanlara maaş bağlanması, eşkiyanın ve sekbanların mallarına el konulması ayrıca Canpolatoğlu sekbanların Ayntab’da yaptığı yağma ve talanlardan bahsedildi. Canpolatoğlu ailesinin Oruç Ovası Savaşının ardından birdenbire çöküşü, Ali Paşa’nın hazırlık ve savaş gücü bakımından yetersizliğini gösterir, ama Anadolu Celalilerini onunla aynı kaba koymaya yetmez. Amcasının öldürülmesi üzerine Osmanlı hükümetine simgesel anlamda dengiyle karşılık vermesi, Toskana büyük dükasıyla doğrudan temasları, Kuzey Suriye’deki aşiretlerle arasındaki bağlar ve sınırları belirli güç yapısı, ayrıca İskenderun limanı üzerinden ticaret olanaklarını geliştirme konusundaki açık niyeti sonucu Halep bölgesini saran koruyucu bir çember kurma girişimi gibi ayrılan yanları, onun mücadelesini Kara Yazıcı, Deli Hasan ya da Kalenderoğlu Mehmed gibi Celalilerinkinden başka bir konuma oturtuyor.20

19 William J. GRISWOLD, Anadolu’da Büyük İsyan(1591-1611), s.78-80

20 William J. GRISWOLD, Anadolu’da Büyük İsyan(1591-1611 ), s.10

(25)

II. BÖLÜM

OSMANLI DEVLETİNDE HUKUK YAPISI

Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren bağlı bulunduğu dinin icaplarına göre bir hukuk sitemini kabul etmiştir. Şer’i hukuk (İslam hukuku) ve Türk töresi Osmanlı Devletinin hukuk sisteminin temelini oluşturmuştur. Ayrıca bunun yanı sıra bilhassa idare ve teşkilat sahası ile âmme müesseseleri geleneği veya fethedilen memleketlerdeki bazı vergi ve teşkilât ve usullerinin milli veya örfi denilebilecek bir hukuk sistemini de ortaya çıkardığı bilinen bir gerçektir.1 Osmanlı’da hiçbir şekilde örfi hükümler şer’i hukuka aykırı düşmemiştir. Bu şekliyle şer’i hukuk ile birleşmekte ve hatta tek hukuk telâkkisi ortaya çıkmaktadır. Töre veya örfi hukuk Türk Devlet yönetimi ve geleneğinden, örf ve adetlerden doğmuştur.2

2.1. Şer’i Hukuk

Şer’i hukuk müçtehid hukukçuların İslam hukukunun kaynaklarına dayanarak fıkıh usulü ilmindeki esaslar çerçevesinde yapmış oldukları içtihatlara dayanmaktadır. Bu hukukun oluşma sürecinde dört halife (Hulefa-yi Raşidin) dönemi hariç devletin bir müdahalesi ve katkısı olmamıştır. Bu tarz bir oluşumun İslam hukukunun teşekkül dönemine ait siyasi ve hukuki sebepleri ve yine bu hukukun muhteva ve uygulamasına yönelik önemli sonuçları olmuştur. Kanun hazırlıklarında öncelik şer’i hukukta idi.3 Nitekim 1540’ta meşhur nişancı Celalzade Mustafa zamanında hazırlanan Osmanlı Kanunnamesi’nin bazı yerlerinde “bu meselede şeriatın emri muteberdir” ya da “şeriat her ne emretmişse yerine getirilmiştir” ifadeleri bunu gösterir.4 Şer’i hukuk sorunları en az formalite ile çözümlenmeyi amaç edinmiştir. Dolayısıyla şer’i hukukun etkin olduğu yargılama hukukunda kadıların, az formalite ile çabuk ve kesin olarak adaleti gerçekleştirme çabası söz konusudur. 1850’de Ubinici’ye göre; “Türk mahkemelerinde usulün aşağı-yukarı tamamen yok oluşu bugün dahi medeni davaların karara

1 M. Akif AYDIN, Türk Hukuk Tarihi, 5. Baskı, İstanbul: Ufuk Yayınları, 2005, s. 69

2 Yusuf HALAÇOĞLU, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılar’da Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, 4.

Baskı, Ankara: TTK Yayınları, 1998, s. 118

3 Murat ŞEN, “Şer’i Hukuk”, Yeni Türkiye Yayınları Osmanlı Sayısı, C.6, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 329

4 Abdullah SAYDAM, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, Trabzon: Derya Kitabevi, 1999, s. 296

(26)

bağlanmasında görülen çabukluk, genellikle Osmanlılardaki durumla zıtlık arz eder.

Mahkemelerdeki çabukluk ve sadelik kadar hızlı yürüyen hiçbir şey yoktur orada.”

denilmiştir.5

2.2. Şer’iyye Mahkemeleri

Şer’iyye mahkemeleri sözlük anlamı olarak mahkemede görülen davaların kaydedildiği defter ve memurlar tarafından tutulan dosyadır. Osmanlı Devleti’nde Şer’iyye mahkemeleri Emevi, Abbasi, Selçuklu ve Memlûk devletlerinde görülen adli yapının en gelişmiş ve en son halkasını oluşturmaktadır. Şer’iyye mahkemeleri Osmanlı adliye teşkilatının omurgasıdır.6 Hukuki, cezai ve idari davaların başlıca çözüm mercii şer'iyye mahkemesidir. Bunlar tek hâkimli mahkemelerdir. Çok hâkimli mahkemeler Osmanlı’da bu dönemde yaygınlaşmamıştır. Şuhudü’l hal müessesesi şer’iyye mahkemelerine bu yönüyle zenginlik kazandırmıştır.7 Şer’iyye mahkemelerinin özel binası yoktur. Kadı’nın evi, cami veya medrese odaları kullanılmıştır. Önemli olan kadının nerede olduğunun bilinmesidir. Bayram ve Cuma günleri dışında kadı bilinen bir yerde yargı görevini ifa ederdi.8

2.2.1. Şer’iyye Mahkemelerinde Görevliler

Osmanlıda şer’i mahkemelerde kadı, naibler, muhzır, subaşı, asesbaşı, çavuş, mahkeme tercümanları, Şühüdül-hâl, kasamlar, kâtipler, mukayyid ve mübaşir denilen kişiler görev almıştır. Bunların her biri mahkemeler için önemli olduğundan tek tek ele alarak kısaca tanıtılmıştır.

Kadı

Osmanlı adalet düzeninin omurgasını kadılar oluşturmaktadır. Kadı sadece bir yargıç değil, noter ve aynı zamanda bir mülki amirdir. İlmi faaliyetlerinden uzak kalmamaları ve eşrafla yakın alaka kurulmaması amacıyla kadıların görev süreleri kısa tutulmuştur. Bu süre XVI. yy.’dan itibaren üç yıl, XVII. yy.’nın sonlarına kadar iki yıl, bundan sonra ise bir yıl olmuştur.9 Sürelerin belirsizliği ve kısalığı bazı

5 M. Akif AYDIN, “Mahkeme”, Türk Dünyası Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.VII, Ankara:TDV Yayınları, 2003, s. 342

6 AYDIN, Türk Hukuk Tarihi, s.83

7 Ferit DEVELLİOĞLU,Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Ankara: Aydın Kitabevi,1999, s.

991 8 Fahrettin ATAR, “Mahkeme”, Türk Dünyası Vakfı İslam Ansiklopedisi, C.VII, Ankara:TDV Yayınları, 2003, s. 338.

9 İlber ORTAYLI, “Kadı”, Türkiye Diyanet İslam Ansiklopedisi, C. XXIV, İstanbul: Güzel Sanatlar Matbaası, 2001, s. 70

(27)

kadıları görevlerini kötüye kullanmaya itmiştir. Kadılar hem şer’i hem de örfi davalara bakmışlardır. Ayrıca yargısal görevlerinin dışında pek çok görevleri olmuştur. Mesela 1571 tarihli emr-i hümayunlarda da görüldüğü üzere Keşiş dağındaki nehirlerde sadece saray için balık avlanmasının temini ve Bursa’dan Edirne’ye saray mutfağı için buz getirilmesi kadıdan istenen olağan taleplerdir.10

Kadıların tayin edilmelerinde derecelendirme esas alınmıştır.Büyük kadılıkların tayini Sadrazama diğer kadıların tayinleri ise Kazaskerlere aittir.11 Kadılar kadı beratı denilen belge ile kaza bölgelerine tayin olunurlardı. Kadı olabilmek için bazı şartlar aranmıştır. Buluğ, akıl, Müslüman olma, şer’i hükümleri bilme, duyu organlarının tamlığı hususlarında fıkıha ittifak etmiştir. Kadının adil olması, erkek olması ve müçtehit olması konularında İslam hukukçuları hemfikir olamamışlardır.12 Kadıların çok sıkı bir şekilde merkezin denetimi altında olduğu anlaşılmaktadır. Beylerbeyi ve valiler kadıları görevden alamazlar, müdahale edemezler; gerektiğinde kadı aleyhine Divan-ı hümayuna başvurabilirlerdi. Osmanlı Devleti’nde kadıların yetki ve sorumluluğu hukuk ve ceza davalarını içine almaktadır.

Yargı görevlerinin yanı sıra kadılar birçok idari görev de üstlenmişlerdir. Bir diğer ifadeyle kadılar bulundukları idari birimde özellikle küçük yerlerde yürütmeyle ilgili birçok görevi yerine getiren devletin doğrudan doğruya kendisine muhatap olduğu birer idarecidirler.13 Kadılar çarşı-pazarı, satılan mallarda bulunması gereken vasıfları, fiyatları denetleyen narh koyan ve büyük ölçüde belediyeler tarafından ifa edilen birçok görevi yerine getiren mahalli yöneticidirler. Bunların bu konudaki en büyük yardımcıları ihtisab ağası veya muhtesip denen görevlilerdir.14

Kadılar vakıfların şartlarına uygun yönetilmesini, vergilerin kanunname hükümlerine uygun toplanmasını denetleyen, imam, hatip, vaiz, vasi, mütevelli gibi görevlileri tayin eden, para ayarlarının kalpazanlar tarafından bozulmaması için gerekli tedbirleri alan has ve tımarları teftiş eden bir kamu görevlisi de olmaktadır.

10 İlber ORTAYLI, Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek, 2. Baskı, İstanbul: Timaş Yayınları, 2006, s.

128 11 İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, Ankara: TTK Yayınları, 1988, s.87

12 Ekrem Buğra EKİNCİ, Tanzimat ve Sonrası Osmanlı Mahkemeleri, İstanbul: Arı Sanat Yayınevi, 2004, s. 283

13 Sina AKŞİN, “Siyasal Tarih (1789-1908)”, Türkiye Tarihi, Sina Akşin (Yay. Yön.), 7. Basım, C.3, İstanbul: Cem Yayınevi, 2002, s. 88

14 Mustafa ARMAĞAN, Osmanlı İnsanlığın Son Adası, 4. Baskı, İstanbul: Ufuk Kitapları, 2003, s.

142

(28)

Ordunun ihtiyaç duyduğu malzemenin de temini gibi lojistik hizmetler de kadıların görevleri arasındadır.15 Ayrıca vakıfların kurulması ve senetlerinin tanzimi, köle azadı, vasiyetnamelerin düzenlenmesi, terekenin taksimi, alım-satım, vekâlet, rehin, nikâh akitleri gibi her türlü hukuki işlemlerin yapılması noterlik, evlenme ve nüfus memurları tarafından yapılan hizmetler de eklenirse, Osmanlı Devleti’nde kadının ne kadar görevleri üstlendiği görülmektedir.16 Bütün bu yaptığı işlerle kadı yargı ve yürütmeyi kendisinde birleştirmiş olmaktadır.17 Hukuk devletinin gerçekleşmesi nokta-i nazarından bunun önemli olduğu vurgulanmalıdır. Bu durum Tanzimat dönemine kadar devam etmiş bu dönemden sonra kadıların idari görevleri tayin edilen vali kaymakam gibi idarecilere devredilmiştir.18

Naibler

Hâkimler, davalara bakmak ve muhakemeyi yürütmek üzere bazı kişilere yetki verebilirlerdi. Hâkim tarafından kendisine muhakeme konusunda yetki verilmiş bulunan kişiye naib denir. Bunların göreve tayinleri ve sahip olacakları yetkiler özel hükümlere tabidir. Naibler, hâkimlerin vekilleri olarak iş yaparlar.19 Dolayısıyla bir hâkimin naibini, yetkili olduğu bütün konularda vekil yapması mümkün olduğu gibi, bazı sınırlı yetkiler vermesi de mümkündür.20 Burada tamamen vekil ile müvekkil arasındaki hukuki ilişkiler söz konusudur.

Muhzır

Davalıyı mahkemeye celb eden görevliye muhzır denir.21 Genellikle hukuk davalarında davalıyı ihzar etmekle görevli olmakla birlikte özellikle kişi haklarını ihlal eden suçlardan kaynaklanan davalarda da görev yaptığı anlaşılmaktadır. Muhzır davalıyı zorla getirme yetkisine sahip değildir. Muhzırın ücreti davacıya aittir.

Divan-ı Hümayun tarafından verilen siyaseten katl cezalarının da muhzır başı tarafından infaz edildiği ifade edilmektedir.22

15 İlber ORTAYLI, “Osmanlı Kadısı’nın Taşra Yönetimindeki Rolü Üzerine”, Belleten, C.XXXVIII, Ankara: 1974, s. 96

16 ATAR, “Mahkeme”, s. 339

17 ORTAYLI, “Osmanlı Kadısı’nın Taşra Yönetimindeki Rolü Üzerine”, s. 97

18 EKİNCİ, Tanzimat ve Sonrası Osmanlı Mahkemeleri, s. 283-284

19 İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı, s. 117

20 Ziya KAZICI, Osmanlı’da Toplum Yapısı, İstanbul: Bilge Yayınları, 2003, s. 76

21 Mehmet Zeki PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul: MEB, 1999, s. 572

22 DEVELLİOĞLU,Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Luğat, s. 676

(29)

Subaşı

Kurumsal olarak savcılığın bulunmadığı Osmanlı Ceza Yargılaması Hukuku’nda tam bir savcı portresi çizmektedir. Subaşı asker başı anlamına gelmektedir. Osmanlı Devletinde ise bu kelime bir şehrin korunması anlamına gelir.

Subaşı keyfi olarak tasarrufta bulunamaz; kadının hükmüne göre hareket etmelidir.

Devletin otorite zayıflığında subaşının reayaya baskı yaptığı görülmüştür.23 Reayanın subaşıları dava ettikleri kaynaklarda yazılıdır. Subaşı zanlıyı direk kadı önüne çıkarabilir. Naibliğin iltizama verilmesi gibi subaşılığının da iltizama verildiği anlaşılmaktadır. Subaşı kelimesinin eş anlamlısı olarak “zaim” de kullanılmıştır.24

Asesbaşı

Subaşına bağlı olarak çalışan gece bekçilerine verilen isimdir. Bunlara yasakçıda denilmiştir. Muhtemelen II. Mehmet zamanında kurulan asesbaşlılık aslında yeniçeri ağa bölüklerinden biridir. Asesler her ne kadar subaşılara bağlı olarak görev yapmakta iseler de disiplin amirleri kadılardır.25

Çavuş

Çavuşlar, ilamların icrası, borçlunun mallarını satarak borcunun ödenmesi, borçlunun inat ve temerrüdü üzerine gerekirse mahkeme kararıyla hapisle tazyik edilmesi, hukuken kesinleşen nakdi ve bedeni cezaların infazı gibi görevleri yapmaktaydı. Vezirlerin ve devlet ricalinin tutuklama ve hapis edilmesinde bizzat çavuş başı bulunmuştur.26

Mahkeme Tercümanları

Kadı yardımcılarına ilave olarak mahkeme tercümanları da belirtilmelidir.

Kıbrıs, Kudüs, Amasya, Kayseri ve Trabzon gibi zimmî nüfusun yoğun olduğu şehirlerdeki şer’iye mahkemelerinde tercümanlar istihdam edilmiştir.27

Şuhudül-Hal

Osmanlılarda mahkemelerin icraatlarıyla yakından ilgili olan bir kurum idi.

Bu görevliler ileri gelenlerden, bilhassa fıkıh ve yargılama usullerini bilenlerden seçilen beş-altı kişi olup, adaletin tecellisine varlıklarıyla katkıda bulunurlardı.

Bunlar, yargılama işine kesinlikle karışmazlardı, sadece mahkemeyi takip

23 İlber ORTAYLI, Türkiye İdare Tarihi, Ankara: [y.y.], 1979, s. 198-199

24 DEVELLİOĞLU,Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Luğat, s. 1166

25 PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, s.20

26 İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilatı, 3. Baskı, Ankara: TTK Basımevi, 1998, s. 408

27 EKİNCİ, Tanzimat ve Sonrası Osmanlı Mahkemeleri, s. 286

(30)

ederlerdi.28 Kadının davalıyı, davacıyı ve dava ile ilgili şahitleri dinlemesine delillerin değerlendirilmesine ve hüküm verilmesine dikkat ederlerdi. Kadı da, bilgi ve görgü sahibi kimseler huzurunda karar vermek zorunda olduğundan, delilleri dikkatle değerlendirmek ve en doğru kararı vermek mecburiyetindeydi. Bir bakıma kadıların denetlenme yollarından biri de bu usuldü. Bu kurumun batı hukuk sistemlerindeki jüri uygulamasıyla hiçbir benzerliği yoktur. Şuhudül-Hal olarak zaman zaman emekli kadılar, kazaskerler, müderrisler ve müftüler görev yapmışlardır.29

Kassamlar

Kadıların yaptıkları önemli görevlerden birisi de ölen kimselerin geride bıraktıkları mallarını İslam Miras Hukuku esasları çerçevesinde mirasçılara paylaştırmaktır. Bu görevi kadı adına kassamlar yapar.30

Kâtipler

Mahkeme kâtipleri de yargılama sırasında kadının önemli yardımcılarıdır.31 Kadının vermiş olduğu kararları bunlar için belirlenmiş usule uygun olarak deftere geçiren ve hukuk metinlerini yazma konusunda yetişmiş olan yardımcılardır.32

Mukayyîd

Mahkemelerde mahkeme sonuçlarını sicillere yazma görevini yapan kişilere denir. Kâtiplik müessesesinin teşekkülünden önce bu vazifeyi yapan yardımcı memurlardı.33

Müşavir

Kadıların icabı halinde fetva istedikleri ve danıştıkları ulemâya denirdi.34

2.3. Şeyhülislamlık (Müftülük)

28 ŞEMSETTİN SAMİ, Kâmûsü’l-A’lâm, C.V, Ankara: Kaşgar Neşriyat Yay, 1996, s. 800

29 PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, s.650

30 HALAÇOĞLU, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, s. 128

31 EKİNCİ, Tanzimat ve Sonrası Osmanlı Mahkemeleri, s. 285

32 PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, s. 670

33 PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, s.570

34 PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, s.580

(31)

Osmanlı Devleti’nde kendisine sorulan genel ve özel mahiyetteki şer’i ve hukuki meselelere dört ehl-i sünnet mezhebinden “Hanefi fıkhı” üzerine cevap veren zata “Müftü”(Şeyhülislam) verilen karara da “fetva” adı verilmiştir.35

Şeyhülislamın özellikle 1574’ten itibaren görev ve yetkileri artırıldı. Kadı ve kazaskerlere ise atama yetkileri verildi. Şeyhülislam aynı zamanda divanın da daimi üyelerinden biri haline geldi. 1826 yılında II. Mahmut, Ağa kapısını şeyhülislamlık kapısı haline getirdi.36Osmanlı Devletinde ilk şeyhülislam II. Murad döneminde Molla Şemsettin Fenari gösterilmektedir. Son şeyhülislam ise 1920'de tayin edilen Medeni Mehmet Nuri Efendi’dir. Osmanlı’da bu makama 129 kişi tayin edilmiştir.37

2.4. Kazaskerler

Osmanlılarda yönetici kesime “askeri zümre” denildiği için bunların hukuki meselelerini çözmek üzere atanan, ayrıca ülkedeki adalet ve eğitim kurumlarını idare eden şahsiyetler kazaskerlerdir. Osmanlılarda kuruluş devrinde adli kurumun başında Bursa kadısı vardı. 1363 yılında kazaskerler makamı oluşturuldu.Bu makama getirilen ilk kişi Çandarlı Halil Hayreddin Paşa idi. Fatih(II.Mehmed)’in saltanatının son yıllarında ihtiyaç sebebiyle Rumeli ve Anadolu kazaskerliği diye iki ana birim kurulmuş ve Rumeli kazaskerinin protokol olarak önde olması kararlaştırılmıştı.38

Kazaskerlik makamının asıl işi ülke çapındaki en küçük yerleşim birimine kadar olan yerlerde adalet işlerini layıkıyla yürütülmesini sağlamaktır. Kazaskerlerin padişah adına şer’i hukuk ile ilgili ahkâm, buyruldu yazmak yetkileri vardı. Bu işleri yaparken kazaskerlerin mahiyetinde oldukça iyi yetişmiş yeterli sayıda memur bulunmaktaydı.39Kazaskerlerin oldukça yüksek düzeyde gelir kaynakları vardı.

Yevmiyeleri 500 akçeden fazlaydı ve ayrıca devrin âdeti gereğince kadı ve müderris tayinlerinden aldıkları harçlar oldukça büyük yekûn tutardı.40

Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin müstesna kişiliği nedeniyle XVI. asrın sonlarından itibaren şeyhülislamlık makamının itibar kazanması ile kazaskerlik geri plana düştü. Hatta daha sonraları şeyhülislamların teklifi ile tayin edildiler. Hâlbuki önceleri sadrazamın teklifi ile atanmaktaydılar. Kazaskerlik unvanı XIX. yüzyılda

35 EKİNCİ, Tanzimat ve Sonrası Osmanlı Mahkemeleri, s. 240

36 HALAÇOĞLU, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, s. 148

37 SAYDAM, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, s. 285

38 SAYDAM, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, s. 299

39 UZUNÇARŞILI, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, s. 233

40 SAYDAM, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, s. 99-100

(32)

Bâb-ı meşihat (şeyhülislamlık dairesi) bünyesinde bir ilmiye makamı ve payesi haline gelmiş ve bu makam devletin yıkılışına kadar devam etmiştir.41

2.5. Divan-ı Hümayun

Klasik İslam halifeliğinde olduğu gibi Osmanlılarda da hükümetin örgütlenmesi belli başlı organları ve işlevleri; egemenlik ve icranın meşruluğu üzerinde Ortadoğu’da hakim devlet felsefesince belirlenmiştir. Buna göre egemenlik ve icrayı meşru kılan temel prensip adalettir. Yukarıda anlatıldığı gibi, vergi verenlerin korunması anlamında adaletin sağlanması, Mezopotamya uygarlıklarından beri Ortadoğu devletinde en önemli hükümet işlevi olarak görülürdü.42

Osmanlı Divan-ı Hümayunu temelde bir yüce mahkeme işlevi görüyor, aynı zamanda hükümet işlerine bakıyordu. Ortadoğu devlet ve adalet anlayışıyla uyum içinde olan bu kurum, İran’da Sasaniler zamanından beri önemini koruya gelmişti.

Başlangıçta Sultanın dava dinlediği ve hükümet işlerini yönettiği yer demek olan kapı Dergâh-ı Ali veya Bâb-ı Ali sonradan Osmanlı hükümeti anlamında kullanılır olmuştur.43

Bizzat padişahın başkanlığında birinci derecede devlet işlerini görüşmek üzere toplanan divana “Divan-ı Hümayun” adı verilirdi. Osmanlı Devleti’nde Sultan Orhan zamanından itibaren divanın bulunduğu görülür. Fatih’ten itibaren divana vezir-i azam başkanlık etmiştir. Osmanlı divanı bugünkü anlamda Bakanlar Kurulu, Danıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi gibi devlet kurumlarının görevlerini yerine getiren önemli bir meclisti. Burada alınan kararlar, Osmanlı hukuk sistemi gereğince kanun sayılmıştır.44

2.6. Askeri Mahkemeler

Osmanlı’da askeri mahkemelerde kazasker ve askeri kassamların dışında iki tane daha askeri mahkeme bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Yeniçeri Ağalığıdır.

Bu mahkeme kendisine bağlı ancak mensuplarını yargılama doğrudan infaz etmeye yetkili idi. İkinci mahkeme ise tersane halkına ait davalara bakardı.45

41 İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ankara: TTK Yayınevi, 1999, s. 239

42 Ahmet MUMCU, Hukuksal ve Siyasal Karar Organı Olarak Divan-ı Hümayun, Ankara: [y.y.], 1976, s. 49

43 İNALCIK, Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), s. 94

44 UZUNÇARŞILI, Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, s. 3-5

45 Abdülaziz BAYINDIR, İslam Muhakeme Hukuku (Osmanlı Devri Uygulaması), İstanbul: Acar Matbaası, 1986, s. 94

Referanslar

Benzer Belgeler

tahammülü olduğu sûretde tahammülü mikdârı bedel-i iltizâmına zam ile irsâline bezl ve sa‘y ve makderet eylemek fermânım olmağın zabtını hâvî işbu emr-i

mefahir-il kuzat vel hükkam meadin-ül fezail-ül vel kelam anadolunun orta kolu nihayetine değin vaki’ kazaların kadıları ve naibleri zidet fazlühüm ve

Atina Kazâsı’nın Hemşin Nahiyesi’ne tabi Tezina Karyesi ahâlîsinden Hacıosmanoğlu Ömer Ağa ibn-i Hacı Osman (م) Tevfik Efendi mahzarında ikrâr-ı tam ve takrîr-i kelâm

Ma´rûzu dâileridir ki Haleb Vilâyeti Celilesi dahilinde Medine-yi Ayntab mahallatından Eblehan Mahallesi sakinlerinden iken bundan akdem vefat iden Kahveci Mustafa

Ma‛rûz-ı dâîleridir ki Haleb vilâyet-i celîlesi dâhilinde medîne-i Ayntab mahallâtından Nergis Hanesi mahallesi sâkinlerinden ve teba‛a-yı devlet-i

Budur ki medîne-i Rodoscuk mahallâtından el-Hâc Mehmed mahallesinde sâkin Musa bin Hâlil nâm kimesne mahfel-i şer’de râfi’u’l-kitâb Hüseyin bin Süleymân nâm

Medîne-i Rodoscukda serdar-ı yeniçeriyân olup taife-i mezbûreden bi-lâ vâris fevt olanların muhallefâtını ahz ve kabza memur olan fahru’l-eşbâh el-Hac Ahmed Ağa bin

Vech-i tahrir-i sicil budurki; Ayntab Hisarı ortalarından Karye-i Bilecik Sipahileri olub TopcubaĢı Hızır bin Nasuh ve MihniĢah bin Yusuf ve Ġbrahim bin Mehmed ve Hüseyin