Kasım 2010 - Nisan 2011
Yıl: 12 Sayı: 47-48 Cilt: il
AVRUPA KÜLTÜR
BAŞKENTi
İstanbul 201 O Avrupa Kültür Başkenti İstanbul Özel Sayısı
November 201 O - April 201 1 Volume: 12 Number: 47-48 lstanbul 201 O European Capital of Culture lstanbul Special lssue
Osmanlı öncesi ve Osmanlı Dönemi Medreselerinde Akli İlimlerin
Eğitiminin Kurumlaşması*
Ekmeleddin İhsanoğlu**
Modern ilmiyenin mensubu ve klasik ilmiyenin uzmanı aziz dostum Mehmet İpşirli'ye
Bu incelememizin esas gayesi, müslümanların İslam öncesinden ak-
tardıkları ve bilahare akli ilimler dedikleri riya.zl ve tabii ilimlerin med- reselerde nasıl okutulduğunu tespit etmektir. İlk önceleri, İslam önce- si kaynaklardan alındığı için "ulfimü'l-evfill" yani "öncekilerin ilimleri"
veya İslam geleneği dışından geldiği için "el-ulfimü'd-dfilıile" yani "ya-
bancıların ilimleri" diye tarif edilen bu ilimler, asırlar boyu müslüman filimlerin elinde tercüme, düzeltme, inceleme ve geliştirme ameliyeleri- ne uğramış ve sonunda birçokları için ''başkasına ait ilimler" olmaktan
çıkıp "akli ilimler" adıyla bilinmeye başlamış yani herkesin -veya daha doğrusu akıl melekesine· sahip olan herkesin- ilmi olmuştur. İslam me- deniyetine ait bir kurum olan medresede eğitimin ilk safhasında dine ait ilimlerin okutulmuş olmasını tabii bir netice olarak görmek lazım gelir.
Zaman içinde yabancılara ait ilimlerin de müslümanlar tarafından be- nimsenmesi, bu ilimlerin medrese eğitimine dercedilnıesine yol açmıştır.
Bu makale, yıllardan beri İslam medeniyetinde bilimin kurumlaşmasıy
la ilgili yürüttüğümüz geniş kapsamlı bir çalışmanın bir kısmım teşkil
etmektedir. Burada Osmanlı öncesinde ve XVI. yüzyıla kadar Osmanlı
döneminde, bugünkü Türkiye coğrafyasında yer alan medreselerde, bu bilimlerin eğitiminin şahsi seviyedeki hoca-öğrenci münasebetinden
kurumlaşmış bir modele dönüşümünü ele alacağız. Bu dönemde bili- min kurumlaşması süreci İslam medeniyetinin ve İslam bilim tarihinin en ilgi çekici ve en karmaşık konularından birini teşkil etmektedir.1
İslam ve İslam kültürü bugünkü Türkiye'nin büyük bir bölümünü
teşkil eden Küçük Asya'ya hicretin ilk yüzyılı içinde nüfuz etmiştir. Bu dönem, ikinci halife olan Hz. Ömer'in hilafetine ve Suriye'de Bizans
hfilciıniyetine son veren fetihlerin gerçekleştiği zamana rastlar. Güney
AKADEMİKARAŞT!Rı'v\ALAR DERGİSİ 1
Osmanlı Dönemi Medreselerinde Akli İlimlerin Eğitiminin Kurumlaşması
Anadolu bölgesinin 64o'ta fethini müteakip, Amid (Diyarbakır), Mardin, Ruha (Edessa-Urfa), Harran, Hasankeyf ve Meyyiifarikın gibi eski yerle-
şim bölgeleri yeni din ve kültürün bir parçası haline gelmiştir. Bu şehir
lerden bazıları Helenistik kültürün ve bilim mirasının İslam dünyasına
yayılmasında etkili olmuştur. Adana, Tarsus ve Antakya (el-Avasim) gibi müstahkem şehirlerle Malatya, Maraş ve Erzurum (es-Sugür) gibi serhat şehirleri Emeviler'in ve Abbasiler'in idaresi albna girdi.
Anadolu' daki ilk Türk fetihleri Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey (1040-1063) döneminde başlamıştır. Sultan Alparslan'ın (1063-1072)
Bizanslıla(~ karşı 1071 senesinde elde ettiği Malazgirt Zaferi'yle Ana- dolu toprakları Türkler'e açılmış, iki yüzyıl içinde de Anadolu Türk ve İslam kimliğini kazanmıştır. Eski Roma İmparatorluğu'na ait olan bu topraklara ilk Arap fetihlerinden itibaren Roma ülkesi (Bilad-ı Rum) adı verilmiş ve Osmanlı döneminde de bu isim kullanılmaya devam etmiş
tir.
- XII. yüzyılın başlarında Selçuklu Türkleri bölgedeki başlıca siyasi ve askeri güç haline geldi ve dilleri bu bölgedeki ortak dil oldu. Avrupalı
lar bu topraklara "Türkiye" adını verdiler. 1242-1243 yılları arasında Moğollar siyasi ve askeri bakımdan zayıflayan Selçuklu idaresine son verdiler. Moğollar'ın Selçuklular'ı kendilerine bağlı hale getirmesinin
ardından Selçuklu Devleti parçalandı ve birçok küçük Türk beyliğine
bölündü.
Osmanlılar bu dönemde, XIII. yüzyılın sonlarına doğru, 1299 sene- sinde Konya'daki Selçuklu Sultiınlığı'na bağlı küçük bir beylik olarak ortaya çıkb. Ancak kısa bir süre zarfında hükümran bir devlet olarak ilerlemeler kaydettiler. Anadolu ve Balkanlar'daki Bizans topraklarına
kadar yayılarak 1453 senesinde İstanbul'u fethettiler. Yarım yüzyıl ka- dar sonra ise Yavuz Sultan Selim (1512-1520) bütün Anadolu beylikle- rini tek idare albnda birleştirerek bölgede birliği sağladı.
ı. Osıiıanlı Öncesi Dönemde Anadolu' da Sosyal ve Kültürel Hayat
Selçuklular döneminde Anadolu' daki bilim ve kültür faaliyetlerini incelemeye geç~eden önce, XI - XIV. yüzyıllar arasında sosyal ve kül- türel hayab göz önünde bulundurmak gerekir.2 Selçuklular döneminde Anadolu halkı müslümanlar ve hıristiyanlar olmak üzere başlıca iki dini gruptan oluşmaktaydı. Toplumda ise şehir halkı, köylüler ve göçebeler olmal<: üzere üç sosyal sınıf mevcuttu. Selçuklu şehirlerinde ikamet eden nüfus, askeri ve sivil görevlffer, bilim adamları, şeyhler, seyyitler, derviş
ler, vaizler, şairler, hekimler, zanaatkarlar ve tüccarlardan müteşekkildi.
Sultanlar, beyler ve toplumun ileri gelen kişileri, birçoğu vakıflara bağlı 2 JOURNAL OF ACADHv\IC STUDIES
olarak varlığını sürdüren cami, medrese, imaret, tekke ve hastahaneler kurarak dini, kültürel ve sosyal faaliyetleri desteklemekteydiler.3
XII. yüzyılın ikinci yansından itibaren Türk hakimiyeti altındaki
Anadolu' da kültür hayatı gelişmeye başlamış, XIII. yüzyılda önemli kül- tür ve sanat eserleri meydana getirilmiştir. Moğol istilasının getirdiği .
siyasi çalkantıların Anadolu'daki şehir hayatında sebep olduğu istikrar-
sızlığa rağmen XIII. yüzyılda Selçuklu şehirlerinde, her alanda büyük bir gelişme görülmüştür.
Siman de Saint Quentin, XIII. yüzyılın ortalarına doğru Selçuk- lu Devleti'nde ıoo şehir bulunduğunu belirtmektedir. İbn Said el-
Mağribl'ye göre ise Selçuklu Devleti'nde yirmi dört tane önemli merkez
vardır. Devletin tayin ettiği birer idareci tarafından yönetilen bu şehir
lerde bir kadı, bir cami, hamamlar ve kumaş tüccarları mevcuttur. Gay- rimüslim topluluklara karşı hoşgörülü davranan Selçuklu idarecileri, onlara şehirlerde yaşama ve dini vecibelerini serbestçe yerine getirme imkanını taiıımışlardır.4 Çağdaş Batı ve İslam kaynaklarının verdiği bil- gilere göre XIII. yüzyılda Anadolu'daki belli başlı şehirlerde hayat, Bi- zans dönemindeki şehir hayatından daha fazla gelişmişti. Selçuklular Anadolu'da "Sünni İslam'ın alt yapısını bütünüyle inşa etmişlerdir."5 O dönemde kültür hayatı bakımından daha gelişmiş durumda olan İranlılar'ı bürokrasideki çeşitli idari görevlere getirmiş ve İranlı bilim
adamlarını Anadolu'ya yerleşmek üzere davet etmişlerdir. Bunun netice- sinde Selçuklular'ın yerleştiği birçok şehirde İran kültürü hakim olmuş, Arapça ve Farsça Selçuklular'ın resmi dili haline gelmiştir. Cahen'in işa
ret ettiği gibi Selçuklu döneminde, Anadolu' da yerli köylülerle Türkler arasında bir kaynaşma olmamış; şehirli halkın İranlılaşmasına karşılık Türkmenler arasında İranlılaşma ve Rumlaşma görülmemiştir. Selçuk- lu Türkiyesi'nde ortaya çıkan çatışmaların başlıca sebebi, kırsal bölge- lerde yaşayan Türkmenler'le, İran kültüründen derin bir şekilde etkile- nen şehir halkı arasındaki münasebetlerin bozulmasıdır. Türk beyleri aynı zamanda Bizans ve İlhanlı kültüründen de etkilenmişlerdir. Türk
edebiyatı Türkmen beyliklerinde ilerleme kaydetmesine rağmen sadece
şehirlerde görülen Farsça veya Arapça edebi faaliyetlerin yerini alacak seviyeye ulaşamamıştı. Buna rağmen, Türkler' in Anadolu' da iz bırakan ilerleyişinde rol oynayan yeni bir kültür ortaya çıkmış ve bütün Anadolu beylikleri arasında yayılmıştır.6 Türk beylikleri daha önce Memlükler'e ait olan Suriye ve Mısır'ın etkisi altında kalmışlardır.
Anadolu ilse onun coğrafi bakımdan yakın çevresinde bulunan ve İslam dünyasına daha önceki dönemlerde katılan Irak, Suriye, İran, Mavera ün.nehir ve Orta Asya arasındaki canlı münasebetler, Anadolu' da
çeşitli ilmi geleneklerin yayılmasında ve bilim kurumlarının tesis edil- mesinde etkili olmuşlardır. Bir yandan Selçuklu ülkesinde ve onların
AKADEMİK ARAŞTifu\.\AL\R DERGİSİ 3
Osmanlı Dönemi Medreselerinde Akli İlimlerin Eğitiminin Kurumlaşması
idaresi altındaki topraklarda medreselerin yaygınlaşması ile okuma yazma oranı artmış, diğer yandan da darüşşifü, darüssıbha, şiffilıane, blnıarhane ve manstan adı altında kurulan hastahaneler vasıtasıyla bu bölgedeki halk o döneme kadar mevcut olmayan sağlık hizmetlerinden faydalanmaya başlamıştır. Eğitim ve sağlık hizmetlerinin yaygınlaşması
neticesinde bu bölgelerdeki refah ve zenginlik artmış, böylece edebiyat, sanat ve bilim faaliyetlerinde ilerleme sağlanmıştır.
Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu sultanları ile bazı beyler bilim
adamlarını desteklemiş ve teşvik etmişlerdir. Ayrıca konuyla ilgili kay-
nakları:t._ göre bazı sultanlar, idareciler ve beyler bu faaliyetlerle bizzat meşgul o1muşlardır. O dönemde medreselerde bazı değişiklikler olduğu
nu ve aldl iliınlerden bir kısmının medreselerin ders programlarına da- hil edildiğini görmekteyiz. Bu çalışmamızda, Büyük Selçuklu Devleti'ne
kıyasla daha az araştırılmış bir konu olan Anadolu' da bilim adamlarının
devlet ricalinden gördükleri himaye ve konuyla ilgili olarak gerçekleşti
rilen faaliyetler üzerinde de duracağız.
Anadolu Selçuklu sultanlarının astronomiyle ilgilendiklerini gösteren tarihi kaynaklar mevcuttur. Bunlar arasında en dikkate değer olanı ta- rihçi İbnü'l-Esir'e (1160-1233) aittir. Onun ifadesine göre Anadolu Sel- çuklu Devleti'nin kurucusu I. Rükneddin Süleyman Şah'ın (1075-1086)
babası olan Kutalmış Bey, ilm-i nücfını ve diğer ilimler konusunda bilgi sahibiydi. İbnü'l-Esir, bu hanedana mensup olan hükümdarların, ma- tematik, astronomi ve tıp gibi İslam öncesinden gelen ve Helenistik dö- neme ait biliınler hakkında bilgi sahibi olduklarını ve Anadolu Selçuklu
hükümdarlarının bu bilimlerle meşgul olan kişileri himaye ettiklerini
belirtınektedir. 7
Cezeri, Artuklu beylerinden Mahmud b. Muhammed b. Karaarslan (1200-1222) için otomat hakkında yazılımş meşhur bir kitabın müel- lifidir. Bu öneınli esere gösterilen ilgi, Anadolu'da bu bilimlere verilen önemi aksettirmektedir. Pek çok değişik ilgi alanına sahip olan ve dini
biliınle:r, felsefe, tıp, matematik ve edebiyatla ilgili 170 kadar eser yazan
tanınımş bilim adamı Abdüllatif el-Bağdadi ise (ö. 1231) Mengücüklüler sülfilesinden gelen Erzincan Beyi Alaeddin Davfid b. Behram'ın himaye- sinde bazı öneınli eserler vermiştir. 8 Bu konuda sözü edilmesi gereken pek çok hfuni ve bilim adamı bulunmakla birlikte biz bu noktada ku-
ruınların gelişmesi üzerinde duracağız.
2. Anadolu Medreselerinin Tarihi
Anadolu medreseleri ve bu medreselerde gelişen eğitim hayatını ele alan kapsaınlı bir çalışma bugüne kadar yapılmamıştır. Aptullah Kuran9 ve Metin Sözen'in10 medreseleri binalarına ve mimari özelliklerine göre 4 JOURNAL OF ACADEM!C STUDIES
sınıflandırarak yaptıktan incelemeler, Anadolu medreselerinin tarihinin
kısmen de olsa analitik bir değerlendirmesini yapmamıza imkan tanı
maktadır. Elimizdeki bilgiler, Anadolu'daki ilk medreselerin Güneydo-
ğu Anadolu'daki şehirlerde Artuklular döneminde kurulduğunu göster- mektedir. Mevcut bilgilere göre 1108-1123 seneleri arasında Mardin' de kurulan Emlııüddin Medresesi Anadolu'daki en eski medresedir.11 İrari mimarisinden etkilenen Selçuklu medreselerinin aksine Diyarbakır,
Mardin, Urfa ve Gaziantep bölgelerinde XII. yüzyıldan itibaren Suriye mimarisi tarzında medreseler inşa edilmiştir.12
Genellikle Türkler'in yaşadığı bölgelerde inşa edilen ilk medreseler, XII. yüzyılda Danişmendoğullan'nın banş içinde yaşadığı topraklar-
da kurulmuştur. Bu bölge Anadolu Selçuklulan'nın hfildmiyeti altında değildi. Bu dönemde Anadolu Selçuklulan, Bab'da Bizanslılar'la ve
Haçlılar'la daim! bir mücadele içerisindeydi. Bugün Türkiye toprak- lannda halen mevcut olan en eski iki medrese, Damşmendli Sultanı
Nizameddin Yağıbasan (1142-1164) tarafından yapbrılan ve onun adıy
la bilinen Niksar ve Tokat (Çukur Medrese) medreseleridir. Bu iki med- resenin merkez! kubbeleri Anadolu'daki medrese mimarisinin gelişme
sinde büyük rol oynamışbr. Danişmendliler dönemindeki mimari, Sel- çuklular, İlhanlılar, Beylikler ve Osmanlı topraklannda merkez! kubbeli
çeşitli medreseler, darüşşiffilar ve tekkelerin inşası konusunda birçok
kişiye ilham kaynağı teşkil. etmiştir .13
XII. yüzyılda Bizanslılar ve Haçlılar'la savaşan Anadolu Selçuklulan, medreseler veya diğer kurunılan tesis etme
imkannn
bulamadılar. Sel- çuklu medreseleri şehirlerde banş ve siyasi istikrar sağlandıktan sonra, XIII. yüzyılın başlarında kurulmaya başladı.14 Siyası bakımdan güçlen-melerinin ardından Selçuklular, Anadolu'daki birçok büyük şehirde ve küçük kasabada yaygın bir şekilde medreseler inşa etmeye koyuldular.
Böylece Suriye, Mısır ve Kuzey Afrika' daki büyük şehir ve kasabalarda görülen medrese yoğunlaşması olmadı. Bu topraklarda eğitim hizmet- lerinin gözle görülür şekilde dengeli olarak yayılması birbirini tamamla- yan iki temayülle açıklanabilir. Bunlardan birincisi, merkez tarafından
yürütülen bir inşa politikasıdır. Daha küçük ölçekte olmakla birlikte ikinci sebep ise, toplumun orta ve üst tabakasına mensup kişiler arasın
da bunun prestijli bir iş olarak görülmesidir.15 Bu medreseler bir şehir
elitine tahsis edilmiş kurumlar olarak düşünülmeıniş daha çok halk ara-
sında köklü olarak yerleşmişti ve yakın münasebet içinde bulundukları
topluluklara hizmet vermekteydiler. Selçuklular, çok yönlü hizmetler veren vakıfk-urumlan tesis etmişlerdi. Bunlar arasında medreseler, sağ
lık kurumlan, ruh ve sinir hastalıklannın tedavi edildiği hastahaneler ve imaretlerin yanı sıra çoğunlukla külliyelerde yer alan türbeler de bu-
lunmaktaydı.
AKADH•IİKARAŞTIRı'-'IALAR DERGİSİ 5
Osmanlı Dönemi Medreselerinde Akli İlimlerin Eğitiminin Kurumlaşması
Bu dönemde görülen önemli bir gelişme akli ilimlerin eğitiminin
medreselerde yapılmaya başlanmasıdır. Akli ilimlerin erken Abbasi dö- nemindeki gibi, hocadan öğrenciye şeklindeki şahsi eğitim usulünden
dönüşerek kurumlaşmasını, yani şehir elitinin kültür çevresinin temel
eğitim kurumlan olan medreselere nasıl aktarıldığını anlayabilmek için İslam' da medrese kurumunun ortaya çıkışının, Anadolu'ya geçişinin ve
yayılmasının ana saflıalannı göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
Gazneliler döneminde (X. yüzyıl) Nişabur şehrinde düzenli eğitim
kurumlan olaralc ortaya çıkan medreseler, Büyük Selçuklu Devleti ida- resindeki t_opraklarda yayılmıştır. Selçuklu sultanları Alparslan (1063- 1072) ve Melilcşah'ın (1072-1092) veziri Nizamülmülk (1063-1092) ta-
rafından kurulan ve "Nizamiye medreseleri" olarak bilinen medreseler,
geniş bir alana yayılarak diğerlerine örnek teşkil etmiştir. Medreseler bu dönemde gelişmesini tamamlamış kurumlar olarak ortaya çıkmışhr.
Bu müesseselerin kurulmasında akademik faktörlerin yanı sıra siyasi ve dini faktörler de rol oynamıştır.
İslam dünyasındaki eğitim kurumlarında verilen eğitimle ilgili en
yaygın teorilerden birisini kısaca açıklamakta fayda vardır. Bu teorinin sahibi George Makdis!'ye16 göre medrese kurumu uzun bir tekamül ne- ticesinde ortaya çıkmışhr. Makdisi, medreselerin, kendi deyimiyle, ge- lenekçi (traditionalist) ve akılcı (rationalist) güçler arasındaki çahşma bağlamında yer alan ve uzun süren bir gelişme süreci neticesinde, gele- nekçi gücün üstünlüğüyle ortaya çıkhğını savunmaktadır. Makdis!, eği
tim geleneğinin VIII. yüzyılın ilcinci yansında şekillenmeye başladığını
belirtir. Bu dönemde şahıslar tarafından kurulan fıkıh ekolleri şekillen
miştir. IX ve X. yüzyıllarda fıkıh eğitiminin verildiği mescitlerin ortaya
çıkınasını müteakip, X ve XI. yüzyıllarda medreseler hem mescit hem de ona bitişik olan ve öğrencilerin kaldığı han fonksiyonunu da yerine getirmeye başlamışhr. Makdis1, medresenin muadili olarak Avrupa' dan
alınmış bir kelime olan "kolej" (college) kelimesini kullanmayı tercih et- mekte; kôlej sisteminin fakihler tarafından tanımlanan, yorumlanan ve sürdürülen bir hukuki temele dayandığını ileri sürmektedir. Makdisl'ye göre "kolejlerde" verilen eğitimde fıkıh ilmine diğer bütün ilimlerden daha fazla öncelik tanınmıştır ve gelenekçiler yukarıda bahsettiğimiz çahşmalardan başarılı çıkhklan için akli ilimler düzenli müfredat prog-
ramının dışında tutulmuştur.17
a) "Dışlama" mı, Tedricen "Müfredat Kapsamına Alına" mı?
Bizim bu konudaki görüşümüz, akli ilimlerin başlangıçta görülen
"müfredat dışı olma" saflıa:sından sonra İslam eğitim kurumlarında bu 6 JOURNAL OF ACADEMIC STUDIES
bilimlerin tedricen öğretim kapsamına alındığı merkezindedir. Medre- se kurumu, İsliim diniyle ilgili bilimlerin, uzun zaman içinde akademik geleneklerin ve eğitim usullerinin gelişmesi neticesinde ortaya çıkmıştır.
Aynı zamanda medreseler, Sünrn İslam'a karşı sürdürülen heterodoks
görüşlerin propagandasını tesirsiz hale getirmek maksadıyla kurumlaş
ma ihtiyacı hissedildiğini de açıkça ortaya koymaktadır. Bu kurumlar;
fakih yetiştirmek maksadıyla oluşturulan eğitim geleneği çerçevesinde tesis edilmiştir. Onu..11 için fakihlerin muhalif oldukları bilimlerin ve ko-
nuların öğretilmesine izin vermediklerini tahmin etmek münıkündür.
Zira onların muhaliflerinin, alili ilimleri kendi doktrinlerini ve polemik- lerini yaymak için kullandıklarını görüyoruz.
Abbasi Halifesi Memun'un teşviki neticesinde Mfı.tezile ekolü ile ulema arasında doğan polemik, özellikle Kur'an-ı Kerim'in yaratılmış olması meselesiyle ilgili olarak ortaya çıkan ve bir dinl zulüm ve şiddet
dönemi teşkil eden "milıne", Yunan felsefesinin dini ve siyasi baskı için
nasıl kullaiııldığını gösteren önemli bir örnektir. Mfı.tezile ekolü, Abbasi halifeleri tarafından desteklenen resınl bir doktrin haline gelmiş ve Sünni çoğunluğa empoze edilmiştir. Doğru veya yanlış olarak, bu dokt- rinin siyasi amaçlar ve propaganda amacıyla kullanıldığı sık sık ileri sü-
rülmüştür. Mfı.tezililer, fikir adamlarını ve halkı kendi taraflarına çek- mek için felsefeyi bir doktrin silahı olarak kullanmışlardır .18 Alamut'taki marjinal İsmaill grubu, ak11 ilimlere özellikle felsefeye ve simyaya daya- nan doktrini de aynı amaca hizmet için kullanmıştır.19 Ulfunü'l-evailin yani İslam öncesinden tevarijs edilen bilim ve felsefenin Mfı.tezilller ve İsmaililer tarafından bu şekilde kullanılması, bazı bilim adamları ara- sında İslam öncesi ve özellikle Helenistik dönemden miras alınan bilim- lere karşı tepkiye yol açmış, bu bilimler "eskilerin bilimleri" veya "antik dönemin bilimleri" (ulfunü'l-evail) şeklinde adlandırılmıştır.
Bu fikri arka planda kurulan medreseler, Anadolu'da ve diğer böl- gelerde yayılmıştır. Ancak bu bilimlerin medreselerin resınl müfredat
programının dışında tutulması, bilim adamlarının onlarla şahsi olarak alakadar olmadıklarını göstermemektedir. Bu bilimlerin öğretimi, ge- leneksel hoca-öğrenci usulü ile yayılmıştır. Müslüman bilim adamla-
rıyla ilgili biyografik eserler, özellikle hekimlere dair tabakat kitapları,
ulfunü'l-evailin ne ölçüde okutulduğu ve gerek resınl, gerek gayriresm1 kanallardan ne şekilde yayıldığı konusunda çok sayıda delil sunmakta-
dır. Nizamiye medreselerinin kuruluşundan sonraki saflıada, ulumü'l- evaile yönelik bakış açısında bir değişme olmuş ve tedrld bir yükseliş
çizgisi takip ederek bütünleşme süreci başlamıştır. Osmanlılar önce- sinde Anadolu' da kurulan medreselerle özellikle Fatih Sultan Melımed
döneminde ve onu takip eden dönemde inşa edilen Osmanlı medrese-
AKADEı'vlİKARAŞTIRlv\ALAR DERGİSİ 7
1 Dönemi Medreselerinde Akli İlimlerin Eğitiminin Kurumlaşması
Osmanı
1 . bu süreçte temel bir rol
ş%ıde
tekrar dönülecektir.oynamıştır.
Bu konuya ileride dahaayrıntılı
.Çeşitli
vala.flan? vakfiyeleri üzerineyapmış olduğumuz dalı~.
önce:Ubir
çalışmamızda ızah ettiğimiz
gibi20, Anadolu'daOs~anlı donemın
den önce
kll:u1~
1!1-e?:"eselerin esasamacı,
öncelikle Islfu:n_fıkhı~,
ikinci olarak
ıse _dinı
bilimler ile onlarla ilgili Arap dili veedebıyatı gıbı konuların öğretilmesiydi.
21 Bununla beraberOsmanlı
öncesi Anado- lu medreselerinineğitim
faaliyetleriaraştınİırken
vakfiyelerdışında
ki
kaynakları incelediğİnıiz
v • • • zaman matematik ve astronomi gibi ' akli v ilimlerinögretimının
tamamen medreseeğitimi dışında tutulınadıgını
ve MaKdis1
tarafından geliştirilen
teorik medrese modelinin, tarihi ger- çeklere tamola:~ ~Ynıadığını
görmekteyiz. Buçalışmada sunac~~
örnekler
Makdisı nın
modelindebazı değişiklikler yapılmasına ihtıyaç
duyulduğunu ortaya koYnıaktadır.
Kutbüddln-i
Şlr~ C?.
710 / 1311), XIII.yüzyılda yaşamış
olanb~Y_?Jz
astronom,
matematikçı
ve Meraga Rasathanesi'nin kurucusuNasırud-
-dill-i
Tfıs1'nin
(ö. 672!
1274) entanınmış öğrencilerindendir.
BilID:yolunda
se~ahat. e~en Şiraz!,
Meraga'dan gelerek OrtaAnadolu'~aki
Konya
şehrinde ilmı çalışmalarda bulunmuş,
Sivas ve Malatyaş:1:ll"le
rinde
kadılık yapmıştır.
1282'de,Sfilıibiye
Medresesi olarak da bilinen Sivas'taki Gökmedrese'deYerleşik
teamüllere göre dersverdiği sırada
Nihyetü'l-idrakfi
d~~~Yeti'l-eflak adlı
astronomiyle ilgili önemliki~a~ını yazmış
22 ve bu.esen ogrencilerineokutmuştur.
Elimizdeki kesin ?ilgilerŞiraz1'nin
bukitabı Y:ı_,~dıktan iki
sene sonra daaynı
medresedekitabına
dayanarak ders
verdigıni
göstermektedir.Öğrencilerinden
biri, 1284yı
lında Şiraz!
bu medresede dersverdiği sırada
onun bukitabından
dersgördüğünü,. v~a~a ~endisi
içinhocasının
yazma eserinden bir~ü~h~
istinsah
ettigını be~ırtınektedir.
23
Bu sebeple,Şlrazl'nin
büyükbır
ihti-malle Gökmedrese de .astronomi dersi
verdiğini
söyleyebiliriz.~unun~a
beraber, bu
me?res.~nın
vakfiyesiniincelediğimizde eğitim faaliy:tıe~y
le ilgili
ibarelerın
diger vakfiyelerdeki standart ibarelerle benzerlik gos-terdiğiıti
görmekteyiz. ve vakfiyede 24aklı iliınlerin öğretiminden
hiç sözedilmediğini Doğu
Anadolu' daki Sivas Medresesi ( Gökmedrese)örneğinde olduğu
gibi,
sırasıyla
o.:ta veBatı
Anadolu' da bulunanKırşehir'
deki Caca Bey Medresesi ile~utahya'
daki Vacidiye Medresesi, akll ilimlerinkurumlaş
mış eğitimin bır parçası
halinegeldiğini
gösteren iki örnektir.Aydın ~.a
yılı,
bu medreselerde_n, Observatory in Jslamadlı meşhur
eserinde soz etmektedir.25
Kırşehır
deki .medrese,Nfıreddin
Cibril b. Cacatarafın
dan
127~'de yaptırılmıştır.
Ibn Caca, SelçukluSultanı Gıyaseddin ~e_Y
hüsrev Ibn
Kılıc~rs~:ın
(1266-1282) dönemindeKırşehir'de
idarecilik göreviniyürütmuştür.
Medresenin vakfiyesinde, astronominineğitim
8 JOURNAL OF ACADElv\IC STUD!Es
programında yer alacağına dair hiçbir ibare bulunmamakla birlikte bazı
tarihl kaynaklar, bu medresenin minaresinin aslında rasat kulesi ola- rak kullanıldığını belirtmektedir. 26 Aynı şekilde, Kırşehir' deki Caca Bey Medresesi'nde ve Kütahya'daki Vacidiye Medresesi'nde "rasat kuyuları"
bulunduğuna dair muhtelif kaynaklar mevcuttur.27
Şimdi de Batı Anadolu' da bulunan Kütahya' daki ikinci bir örnek üzerinde duralım. Germiyanoğulları (1300-1429), Osmanlı dönemin- de Anadolu' da hüküm süren beyliklerden biridir. Bu dönemde, Umur b. Savcı Kütahya'da bir medrese inşa etmiştir (1314). Bu medresede Abdülvacid b. Muhammed el-Meşhed el-Kütah1 de (ö. 1435) ders ver-
miş, daha sonra bu medrese onun adıyla Vacidiye Medresesi olarak
tanınmıştır. Abdülvacid b. Muhammed el-Meşhed el-Kütahl, medre- sede hoca iken astronomiyle ilgili üç eser yazmış28 ve Aydın Sayılı'nın da belirttiği gibi astronomi gözlemleri yapmıştır.29 Büyük ihtimalle bu medreseye ait vakfiyenin muhtevası da diğer mevcut vak:fiyelerinkinden hiçbir şekilde farklı değildir.
Adı geçen medreselerin vakfiyelerinde astronomi eğitiminin yapılıp yapılmaması konusunda herhangi bir şart bulunmamaktadır. Ş1raz1'nin
ders verdiği Gökmedrese'de de durum aynıdır. Buna göre, vakfiyede herhangi bir bilimin adının açıkça belirtilmemesi, bu bilimin orada oku-
ttilmadığı anlamına gelmemektedir.
Yukarıda verilen örnekler ile matematik ve astronomi dahil olmak üzere akli ilimlerin Anadoh;ı'daki medreselerde öğretilmesiyle ilgili tarihi deliller göz önüne alındığında şu sonuca varılabilir: Başlangıçta
Nizamiye medreseleri örneğinde olduğu gibi, fıkıh başta olmak üzere öncelikle dini bilimlerin ve ikinci olarak da Arap dili ve edebiyatı gibi
yardımcı derslerin eğitiminin yapıldığı medreselerin müfredat program- larında, akli ilimlerin yer alması konusunda bir çekimserlik mevcuttur.
Ancak Selçuklu sultanlarının, İlhanlı hükümdarlarının ve Türk beyleri- . nin teşvik ve destekleri neticesinde, akli ilimler Anadolu medreselerinin ders programından kategorik olarak tamamen "dışlanmış" değildir. Bu bilimler, hocaların bunları okutmayı seçmeleri sebebiyle veya öğrenci
lerin bu bilimleri okuma isteklerini belirtmeleri neticesinde okutulmuş
tur. Böylelikle Anadolu medreselerinde yeni bir gelenek ortaya çıkmaya başlamıştır.
Medreselerde yürütülen eğitim faaliyetleri konusunda, akll ilimleri okutan müderrislerin bundan dolayı alacakları maaşın vakıf gelirinden ödenip ödenmediği konusu üzerinde durulması gerekir. Bu dönemde kurulan bütün medreselerin vakfiyelerinde, yerleşik geleneklere göre
masrafların nasıl yapılması gerektiği açıkça belirtilmiştir. Dini konu- larda ders vermeleri karşılığında hocaların maaşları vakıf gelirlerinden
AKADE,v\İKARAŞTIRı'v\ALAR DERGİSİ 9
Osmanlı Dönemi Medreselerinde Akli İlimlerin Eğitiminin Kurumlaşması
ödenmekteydi; aynca öğrencilere de harçlıklar veriliyordu. Vakfiyenin
şartlarına göre hocaya ödeme yapıldıktan sonra vakfiyede yazılı olmayan
konuların öğretilmesi hocanın inisiyatifine bırakılınışh. Bu da hocanın
akli ilimleri boş zamanlarında okuttuğuna dair makul bir açıklamadır.
Nasirüddln-i Tusi'nin öğrencisi olan Kutbüddln-i Şirazi'nin Meraga Rasathanesi'ndeki astronoıni ve matematik eğitiıni ve usullerini be-
nimseıniş olması tabiidir. Bu rasathanede astronoıni rasatlarının ya-
pılmasının yanı sıra ilgili bilimlerin eğitimi yeni bir boyut kazanmıştır.
Şirazi'nin Gökmedrese'ye gelmesiyle bu bilimlerin eğitiıni yeni bir un- sur ol~ak intikal etmiştir. İslam dünyasında kendine has gelenekleriyle
gelişen ·bir eğitim kurumu olan medreselerde akli ilimlerin eğitimi bu dönemde yeni bir boyutta ortaya çıkmıştır. Bu kurumun faaliyetleri ara-
sında, vakfiyesinde yer alan dini konuların yanı sıra akli ilimlerin öğre
tilmesi yeni bir saha olarak bu şekilde gelişmekte ve serbest yan eğitim
faaliyetleri oldukları için vakıf ihlfilleri olarak düşünülmemektedir.
Sivas'taki Gökmedrese bu konuda çok açık ve kesin bir misal teş
kil etmekte, aynca Aydın Sayılı'nın verdiği ve aralarında Kütahya' daki Vacid.iye Medresesi ile Kırşehir'deki Caca Bey Medresesi'nin de bu-
lunduğu birçok örnek bu hususu teyit etmektedir. Osmanlı Astrono- mi Literatürü Tarihi adlı çalışmanın uzunca giriş etüdünde yer alan ı.
Tablo'da3°, Osmanlı öncesi ve Osmanlı döneminde istinsah edilen çok
sayıda ilmi yazma konusunda bilgi verilmektedir. Bu tablonun incelen- mesi, yukarıda zikrettiğiıniz varsayım konusunda çok sayıda delil teşkil ettiği gibi, Anadolu'daki bazı medreselerde yürütülen eğitimin iki yönü
hakkında da bize bariz örnekler sunmaktadır.
Öğretimin ilk yönü vakfiyede yazılı amaçlara uyan ve temelde dini ilimleri ve yardımcı dersler olan Arap dili ve edebiyahnı ihtiva eden formel eğitimdir. Buna göre eğitimi gerçekleştirecek hocalar tayin edil- mekte, eğitimde resmen belirlenen hedefe yönelik çabaları için kendi- lerine maaş ödenirken, öğrencilere de burs verilmekteydi. İkinci yönü ise akil ilimlerin öğretimi ile ilgili olandır. Vakfiyede bulunan formel
şartın dışında kalmasına rağmen, bu bilimler de medreselerde okutul-
maktaydı. Akli ilimler konusunda bilgi sahibi olan hocalar, bu konulara ilgi duyan öğrencilere ders vermekteydiler. Akli ilimlerden manhk tabii olarak medreselerdeki eğitimin bir parçası kabul edilip özümlenmiştir.
Kelam ilıni ·ise ilfilıiyat ve felsefenin İslami şekilde ifadesi olarak ta-
nımlanmışhr. Osmanlı öncesi dönemde Anadolu' da eğitim gören bilim
adamlarının biyografilerinden anlaşıldığına göre, akli ilimlere derslerde yer verilmesi vakfı ek bir masrafa sokmadığı gibi, bu dersler öğrenciler tarafından da ilgiyle karşılanmıştır. Bununla beraber bu tarz eğitimin
her yerde rağbet gördüğüı.--ıü ve bütün medreselerde kabul edildiğini
söylemek de mümkün değildir. Gerçekten de Nizaıniye medreselerinin
10 JOURNAL OF ACADEı\,\I( STUDIES
kuruluşundan beri takip edilmiş olan geleneğe göre bu tarz eğitim med- reseler dışında verilmekteydi. Anadolu'daki bazı medreseler ise, akli ilimlerden bir kısmını faaliyetleri arasına alarak eğitimdeki yeni bir ge-
leneğin doğup gelişmesine katkıda bulunmuşlardı.
3. Osmanlı Medreseleri ve Kurumları
Medrese eğitiminin geleneklerini Selçuklu Türkleri'nden miras alan
Osmanlılar, bunu geliştirip zenginleştirmişlerdir. Osmanlılar'da cami- lerin yanına medreselerin inşa edilmesi, Osmanlılar'ın bir geleneği ve
aynı zamanda fetih politikalarının ayrılmaz bir parçası olmuştur. Bu
eğitim geleneğinin amacı hem topluma gerekli olan din, bilim ve eğitim
hizmetlerini temin edecek insan gücünü hem de özellikle devlete hizmet edecek idari ve adli personeli yetiştirmektir. Bu şekilde Osmanlı Devleti İslam hukuku ve örfi kanunların gerektirdiği bilgi sahibi kişilerin yetiş
mesini de sağlamışhr. Şimdi bu konuda bazı örnekler verelim.
a) Osmanlı Medreselerinde Akli İlimleri
"Dışlama" Örnekleri
İlk Osmanlı medresesi, ikinci Osmanlı hükümdarı Gazi Orhan Bey'in 1330-31 tarihinde İznik'i fethinden hemen sonra bu şehirde kuruI-
muştur. Gazi Orhan Bey, medresenin mali yönden ihtiyaçlarım karşı
laİnak gayesiyle birçok vakıf kurmuştur. Davfıd-i Kayseri (ö. 751/1350), Taceddin Kürdi ve A1aeddin Esved (ö. 1393) gibi dönemin tanınmış din alimlerinin ders verdiği İznik Medresesi'nde öğrenciler din bilimlerinin (el-ulftmü'd-dlniyye} hepsini kapsayan bir eğitim görmekteydi. İznik Medresesi'nin vakfiyesinde eğitim faaliyetleri ile ilgili sadece bir cümle vardır: "İlim öğrenmek isteyen öğrenci (tfilibü'l-ilm), haftanın her günü medresede derslere devam edecektir."31 Buradan, vakfiyenin çizdiği
hukuki düzenlemeye göre medresede verilen eğitimin tamamen hocala-
rın yetkisi dahilinde olduğu anlaşılmaktadır.
Umur Bey Medreşesi, Nizamiye geleneğine uygun olarak kurulan ve akli ilimleri dışlamayı esas alan medreselerin bir örneğidir. Bu medre- se Timurtaş Paşa'mn oğlu Umur Bey (ö. 1434) tarafından Bergama'da
kurulmuştur. Günümüze medı·esenin sadece vakfiyesi ulaşmıştır. Vak- fiyede, medresede sadece tefsir, hadis, fıkıh usulü ve fiirfrun okutulması,
felsefeyle ilgili bilimlerin ise kesinlikle okutulmaması açıkça şart koşul
muştur. 32
II. Murad'ın 1435 yılında Edirne'de hadis eğitimi için kurduğu darülhadisin vakfiyesinde de felsefi bilimlerin okutulması kesin bir şek
lide yasaklanmışhr. Vakfın kurucusu vakfiyede şöyle demektedir: "Mü- derrisler talebelere ulfun-ı şer'iyye ve fünfin-ı edebiyye öğreteceklerdir.
AKADEMİK ARAŞTIRMAL.\R DERGİSİ il
Osmanlı Dönemi Medreselerinde Akli İlimlerin Eğitiminin Kurumlaşması
Bunun dışında kalan felsefi ilimleri okutmayacaklardır. Müderrisler bu- rada her gün hadis ve onunla alakalı konularda ders vereceklerdir."33
Yukarıda verdiğimiz iki örnek, Makdisl'nin akli ilimlerin medrese
eğitimi dışında tutulduğu görüşünü desteklemektedir. Ancak vakfiyede bu bilimlerin medrese programı dışında tutulması şartının yer alma-
sı bile daha önce belirttiğimiz üzere felsefi ve / veya akli ilimlerin bazı
medreselerde okutulmuş olduğunu zımnen göstermektedir.
Felsefi ilimlerin öğretilniesine yönelik bu olumsuz yaklaşımı daha iyi anlayabilmek için, bu meseleye felsefenin heterodoks dini gruplar ve mı.rrjinal siyasi hareketler tarafından yerleşik İslam düşüncesine kar-
şı kullanılması bakımından ve XIV. yüzyılda ve sonrasında felsefe ve ilm-i kelam arasındaki ilişki çerçevesinde bakmak önemlidir. A. Sabra, konuya yeni bir bakış açısı getirmektedir. Ona göre kelam, sık sık ileri
sürüldüğü gibi, dini dogmaları savunma olarak değil, aksine, vahyedil-
miş hakikatin akli bir araştırması olarak görülmelidir. Kelam, "Tartış
ma ve mantıki düşünce yoluyla İslam'da vahyin muhtevasını yorumla- mak ve onu akla dayalı bir doktrine dönüştürmek maksadını taşıyan bir
yaklaşımdır".34 Bu sıfatla kelam felsefeye paralel bir bilim, "alternatif bir felsefe sunma çabası"dır.35 İslam öncesi kültürlerden miras alınan yabancı felsefe ile kelam birbirine "rakip"ti. Bu, "felsefe"nin (Sabra bu terimle yabancı, özellikle de eski Yunan felsefe sistemlerini kasteder) İsiam tarafından reddedildiği veya "dışlandığı" anlamına gelmez. Ak- sine müslüman felsefeciler (felasife), bazılarının şüphesine rağmen,
bu yabancı felsefe sistemini kendi kültür ve inançlarıyla kaynaştırma
ya çalışmışlardır. Fakat aritmetik, geometri, astronomi ve müzik gibi felsefe dışındaki yabancı bilimlere karşı takınılan tavır farklıdır. Zira muhtemelen Sabra'nın vurguladığı gibi, "Felsefenin aksine, bu bilimler kelama doğrudan rakip değildir ve bu ihtisaslaşmış bilim dalları dine tehdit arzeden bilimler olarak görülmemiştir."36
Vakfiyelerde yer alan "felsefi bilimler"in yasaklanmasına dair hü- kümlerden genel olarak felsefenin mi, yoksa felsefi argümanlar yoluy- la bazı dini inançları hedef alarak, X - XII. yüzyıllar arasında Sünni İslam'a karşı bir tehdit oluşturan İsmailller'inki gibi heterodoks fikir- lerle Allah'ın varlığını inkar eden başka felsefi doktrinlerin mi kastedil-
diğinin açıklığa kavuşturulması da önemlidir. Bu da ancak o devirdeki Anadolu'nun fikir hayatının incelenmesi ve yerleşik dini inançlara karşı
gelen ve heteredoks eğilimleri destekleyen argümanlar ileri süren dokt- rinler veya bilimler anlamına geliyor gibi görünen "felsefe" ile "felsefi bilimler" terimlerinin mçınasına dikkat edilerek yapılabilir.
Felsefeyle ilgili bilimlerin okutulmasının reddedildiğini kabul etsek bile, bu bilimlerin bütünüyle yasaklanıp yasaklanmadığını ve bu yasağın 12 JOURNAL OF ACADE,\llC STUDIES
matematik bilimlerini de (el-ulumü't-ta'limiyye) kapsayıp kapsamadı
ğını tespit etmek önemlidir. Bu soruların cevaplanması, bu dönemde Anadolu'daki bilim hayatı ve İslam dünyasında bilimlerin gelişmesi
hakkında bilgi sahibi olmamızı sağlayacaktır. Yukarıdaki tartışmaların
sonucu ne olursa olsun, adı geçen iki medresenin vakfiyelerinde felsefe
okutulmasını yasaklayan hükümlerin bulunması, medreselerin eğitim · faaliyetinde değişik bilimlerin yer alması konusunda muhafazakar bir tutumun mevcudiyetini açıkça ortaya koymaktadır. Makdisl'nin "gele-
iıekçiler" olarak adlandırdığı muhafazakarlar, din bilimleri ve onlarla ilgili başka konularda ders verilmesine kesin olarak karşıydılar. Umur Bey ve II. Murad gibi medrese kurucuları ve onların çevresindeki bi- lim adamları, bu konuların medreselerde okutulmasına muhalefet eden muhafazakar çevrenin etkisi altında kalmıştır. Bu kişiler hem vakfiyele- rin hazırlanmasında etkili, hem de öngörülen faaliyetlerin yürütülmesi konusunda yetki sahibi olan, resmi otoritelerdir. Vakfiyelerde felsefe ile ilgili bilimlerin okutulması konusundaki bariz kısıtlamalar, bu bilimle- rin veya bir kısmının, bazı medreselerde okutulduğunu -veya okutul-
muş olduğunu- göstermektedir. Bu sebeple de felsefi bilimlerin med- reselerde okutulmasını istemeyen vakıf kurucularının bunu vakfiyede belirtmeleri gerekmiştir.
b) Akli İlimleri "Müfredat Kapsamına Alına" ile İlgili Örnekler
Yukarıda verdiğimiz örneklerden anlaşılacağı üzere, Selçuklu med- reseleri ve Fatih Sultan Mehmed döneminden önce kurulan erken dö- nem Osmanlı medreseleri, Nizamiye geleneği çerçevesinde kurulmuş
olup, genel olarak din eğitimini ve özellikle fıkıh ilmini yaymak mak-
sadım taşımaktaydı. Ancak, Selçuklu dönemine ait bazı medreselerde rasat kuyularının mevcudiyeti ve medreselerin civarında hastahanele- rin (şifahaneler) kurulmuş olması, medreselerde tıp ve astronoıni eği
timine ilgi duyulduğunu kesin olarak göstermektedir. Selçuklu ve erken -Osmanlı döneıninde (Fatih Sultan Mehmed döneminden önce) medre- selerin müfredat programında felsefe, matematik bilimleri ve tabii ilim- ler yer almamaktaydı. Bunlar başlı başına din bilimlerinin bir parçası
nı teşkil etıniyordu. Bu bilimler, geçmişte olduğu gibi medrese dışında
veya vakfiyelerde açıkça belirtilmemiş olmalarına rağmen medreselerde, formel eğitimin dışında okutulduğu gibi, hastahanelerde (şifahaneler)
veya bilim adamlarının evlerinde de okutulmaktaydı.
Fatih Sultan Mehmed döneıni, medreselerde verilen eğitimde bir dönüm noktası teşkil etmiş ve bu dönemden itibaren Nizamiye örne-
ğinden daha kapsamlı bir medrese modeline geçiş sağlanmıştır. Bu
dönüşüm çeşitli sebeplerden kaynaklanmaktadır. Bunların başında
AKADEMİK ARA.ŞTIR.\\ALAR DERGİSİ 13
Osmanlı Dönemi Medreselerinde Akli İlimlerin Eğitiminin Kurumlaşması
Fatih Sultan Mehmed'in akli bilimlere şahsi bir ilgi duyması ve bilim adamlarını himaye etmesi gelir. İkinci sebep, Osmanlı'da bu yeni ge- leneğin başlamasının arkasında İlhanlılar ve Timurlular dönemindeki
eğitim kurumlarında akli ilimlerin eğitiminin başlamış olması ve bu- nun Osmanlı kültür ve eğitim çevresi üzerindeki etkileridir. Son sebep olarak ise, Timurlular'dan Uluğ Bey'in ve Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmed'in emrinde çalışan tanınmış matematikçi ve astronomi filimi Ali Kuşçu'nun (ö. 879 / 1474) etkisinden söz edilmelidir. Ali Kuşçu, Bur-
salı Kadızade Rfı.mi'nin (ö. 844 / 1437'ye doğru) astronomi ve matematik
eğitim geleneğini geliştirdiği şehir olan Semerkant'ta yetişmiştir. Kuşçu,
Timurlu-Semerkant geleneğinin Osmanlılar'a aktarılmasında etkili bir rol oynrumştır.
Nizamiye geleneğine dayalı sistem çok kısa bir süre zarfında önem- li bir değişikliğe uğramıştır. Bu değişikliği kavrayabilmek için 1453'te
İstanbul'un fethinden sonra kurulan iki medrese, yani Eyüpsultan Kül- liyesi ile II. Mehmed'in Fatih Sultan Mehmed Külliyesi konusunda yapı
lacak mukayesenin büyük önem taşıdığına inanıyoruz.
Eyüpsultan Külliyesi, Fatih Sultan Mehmed tarafından 1458....:.1459
yılı civarında kurulmuştur. Bu külliyenin vakfiyesinden anlaşıldığına
göre, medresede yerleşik geleneklere uygun olarak
dini
ilimler ve diğernakli bilimler okutulmuştur.37 Buradan, bu medresede formel eğitimin amacının nakli bilimleri de kapsayan dini ve yardımcı bilimlerin oku-
tulması olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla medresede verilen eğitimin amacı, hukuken yerleşmiş olan şekle de uygun bulunmaktadır.
Fatih Külliyesi de, Eyüpsultan Külliyesi'nin kurulmasından kısa bir müddet sonra, 1463-1470 seneleri arasında, Fatih tarafından kurul-
muştur ve onun adını taşımaktadır. Fatih Külliye'sinde "tetimme" de- nilen orta seviyede sekiz medrese ile "salın" adı verilen yüksek seviyede sekiz medrese bulunmaktadır. Bu külliyenin vakfiyesinin medreselerle ilgili kısmında, Osmanlı medrese sisteminde önemli bir değişimin vuku
buldu~ ve farklı bir eğitimin amaçlandığı görülmektedir. Bu durum
Osmanlı medrese sistemindeki önemli bir değişikliğin göstergesidir.
Fatih Sultan Mehmed dönemine kadar hakkında bilgi sahibi olduğumuz
ve incelediğimiz medreselerin vakfiyelerinde -genellikle- müderris ol- mak için nakli bilimler sahasında bilgi sahibi olmanın yeterli olduğunu
görmekteyiz: Fatih Külliyesi'ne ait vakfiyede ise, yüksek seviyeli medre- seler olan Salın (Semaniye) medreselerinde ders verebilecek hocaların vasıfları sıralanırken onların "hem akli, hem de nakli ilimlerin prensip- lerine ve esaslarına vakıf olmaları" gerektiği belirtilmektedir.38 Vakfi- yede yer alan ibareye göre hocaların burada istidat sahibi öğrencilere
her türlü bilimi ve bilgiyi (enva-ı ulfı.m ve maarif ve ifade-i esnM-ı hi- kem ve letfilf) okutınalan istenmektedir. Bu arada müderris yardımcısı
14 JOURNAL OF ACADEMIC STUDIES
olan muid (asistan) için de çeşitli bilim dallarında (fiinun-ı şetta) hü- nerli olması şartı bulunmaktadır. Muid aynı zamanda hocanın idare- sinde öğrencilere münazara ilmi (mübfilıese ve muhataba) konusunda ders verecektir.39 Vakfiyede akli ilimleri zımnen zikreden ifadeler ise
"Salın" da ders verecek hocaların özelliklerini tasvir eden giriş cümlesin-.
de yer almaktadır. Bu ibareye göre, geometri ve diğer akli ilimleri kap- sayan felsefe için kullanılan "hikmet" terimi bu medresede verilen eği
timin temel bir unsurunu teşkil etmekteydi. İbarede " ... Yüksek medre- selerdeki çalışmaların temeli felsefi hükünılere ve geometri kaidelerine
dayanır denilmektedir."40 Bu hükünıler, medreselerde verilen eğitimin amacının değiştiğini açıkça göstermektedir. Böylece fıkıh eğitimi artık
medreselerde tek hedef olmaktan çıkmış, aksine sınırlama yapılmaksı
zın müfredat programında birçok farklı bilime yer verilmiştir.
Bu değişiklik Süleymaniye medreselerinde çok daha açık bir şekilde
görülmektedir. Bu medresenin vakfiyesinde yer alan bir ibareye göre mü- derrisin va.Zifesi, "Öğrencilere din bilimlerini okutmak ve oııları gerçek bilgiyle aydııılatmaktır." Vakfiyede ayrıca ilk defa olarak hocalarla ilgili
şöyle bir hüküm yer almalctadır: "Talebe-i ilm ... eyyfun-ı tahsilde ders- haneye hazır olup tedris-i kütüb-i mütedavile-i makbfile ve müzakere-i fünun-ı makule ve menkuleye iştigalde ihtimam ederlerse ... " [İlim tah- sil edeııler ders günlerinde dershanelerde bulunup o devirde okutulan ders kitaplarından akli ve nakli ilimleri müzakere edeceklerdir].41 Vakfi- yede "tedris" ve "müzakere" terimlerinin kullanılmasından, Kanuni Sul- tan Süleyman döneminde medreselerde yürütülen resmi eğitimin akll ilimlerin öğretilmesini de kapsayacak şekilde genişletilmiş olduğu kesin olarak aıılaşılmaktadır. Böylece akli ve nakli bilimlerin eğitimi ve mü- zakeresi bu şekilde hulmkl bir temele oturtulmuş ve hocalardan resmen bu bilimleri öğrencilerine okutmaları istenmiştir.
Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi (OALT) ve Osmanlı Matema- - tik Literatürü Tarihi (OMLT) isimli geniş kapsamlı çalışmalar, Osman-
lı döneminde medreselerde okutulmak üzere hazırlanan astronomi ve matematikle ilgili eserlerin birçok nüshası hakkında bilgi vermektedir.
Bu çalışmalar XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar bu eserlerin sayısın
da bariz bir artış olduğunu ortaya koymaktadır.42 Bursalı Kadızade'nin
medreselerde okutulan astronomi ve matematikle ilgili iki temel ese- ri olan Şerh el-Mulahhas fi'l-hey'e ve Tuhfetü'r-re'is fi Şerhi Eşkal el- te'szs, medreselerde bu konularda tahsil görecek öğrenciler için temel
kaynakları teşkil etmekteydi. Bu eserlerin ilkinin 3oo'den fazla yazma
nüshası ve ikincisinin takriben 200 nüshası günümüze ulaşmıştır. Bu nüshaların büyüle bir kısmıAnadolu'daki ve İstanbul'daki medreselerde istinsah edilnıiştif.43
AKADEMİK ARAŞTIRMAL\R DERGİSİ 15
Osmanlı Dönemi Medreselerinde Akli İlimlerin Eğitiminin Kurumlaşması
4. Terminoloji ve Epistemolojide Görülen Değişiklik
Selçuklu medreselerinden Süleymaniye Medresesi'nin kurulnıı:
sına kadar geçen dönemde meydana gelen değişiklikler, öğrencileriı tanımlanmasında kullanılan terminolojide de değişikliğe yol açmışm
Makdisi'nin vurguladığı gibi, öğrenciler için kullanılan ve medrese teı
minolojisinin bir parçası olan "fakih" ve "mütefakkih" terimleri, Anada lu Selçuklu medreselerinin vakfiyelerinde de yer almaktadır. Bu öğren
ciler arasında başlangıç seviyesinde olanlara "mühtedi"; orta seviyedE olanlara "mutavassıt"; fıkhi meseleler konusunda akıl yürütebilen ve de rin d,üşünebilen, başka bir deyişle istidlal konusuna hakim olanlara ise
"müsteilil" adı verilmekteydi. Erken dönem Osmanlı medreselerinde de
aynı terminolojinin kullanıldığı görülmektedir. Ancak eğitimin kapsamı genişledikçe terminoloji de değişmiş; daha sonraki dönemde Osmanlı
ca metinlerde talebeler genellikle "talebe-i ulı'.'ı.m" veya "tüllab-ı ulı'.'ı.m'
(bilgi veya bilim peşinde koşanlar) olarak nitelendirilmişlerdir. Başlan·
gıç seviyesinde olanlara "suhte", ileri seviyede olanlara ise "danişmend' denilmiştir. Daha sonraki dönem medreselerine ait kanunnamelerde
kullanılan terminoloji de medrese eğitiminin amaçlarındaki değişildiği
teyit etmekte, böylece eğitimin sadece fıkıhla sınırlı kalmayıp daha ge-
niş bir sahaya yayılmış olduğunu göstermektedir.
Medrese eğitiminin resınl amaçlarında görülen değişiklikler ile "ilim"
anlayışındaki gelişme arasında bir bağlantı kurulabilir. Bu değişildikle
ri tarihi bir perspektif içinde değerlendirebilmek için bu çalışmamızda Osmanlı Devleti'nin kuruluşu öncesinden, çalışmamızın zaman dilimi
bakımından sınırını teşkil eden Kanı'.'ı.m Sultan Süleyman devrine kadar olan dönemde ilim kavramının gelişmesini incelemek gerekmektedir.
İlim anlayışının gelişmesini ve onun medrese eğitimi üzerindeki etkile- rini ana hatlarıyla inceleyebilmek için üç bilim adamını ve onların be-
nimsediği üç epistemolojik sistemi seçtik: Bunlar XI-XVI. yüzyıllar ara- sında yaşamış olan ve İslam düşünce tarihinde derin iz bırakan Gazzali,
meşhur Mukaddime'nin müellifi XN. yüzyılın tanınmış sosyologu ve ta- rihçi~i İbn Haldı'.'ı.n ve XVI. yüzyılın en önde gelen Osmanlı filimlerinden ansiklopedist Taşköprizade'dir.
"[Şeriatta vahyedilen dini inançları] burhan yoluyla ispatlamaya ça-
lışan ve inancın düşmanı olarak görülen felsefecilerin yaptığının aksi- ne, bunu feİsefenin gerçek vazifesi sayan"44 Gazzali (1058-1111) İhya'-i
Ulfımi'd-dzn adlı eserinde bilgiyi iki ana gruba ayırmıştır. Bunlar akli ilimler (el-ulı'.'ı.mü'l-akliyye) ve din bilimleridir (el-ulı'.'ı.mü'ş-şer'iyye ve'd- diniyye). Birinci gruptaki bilimleri akıl yoluyla kavramak mümkündür.
Bunlar ya insanda yarablıştan tabii (zaruriye) olarak mevcuttur veya
çalışma ve tahsil neticesinde (muktesebe) kazanılabilecek niteliktedir.
Akli ilimler topluma fayda sağlıyor ise (tıp ve cebir gibi) övgüye değer
16 JOLJR,\!AL OF ACADE.'v\IC STUDIES
bulunmuş, eğer fayda sağlamıyor ise (büyü, tılsımlar konusunda bilgi edinmek gibi) yergiyle karşılanmıştır. Böylece akli ilimler kendi içinde iki guruba ayrılmışlardır. Din bilimlerine ise şu bilimler dahildir: Usfilü'l-
fıklı (fıkıh metodolojisi), fiiıı'.lü'l-fıklı (fıkhın .hükümleri), başlangıç ma- hiyetindeki bilimler veya mukaddimat (bu bilimlere dil, gramer ve yazı
dahildi), son olarak mütemminıat yani Kur'an-ı Kerim ve kıraati, tefsir ve usulü'l-fıkh. Gazzfili bu kategoriye, toplum için vazgeçilmez olduğuna inandığı kelam ilmini de dahil etmiştir. Burada dikkate değer bir husus, Gazzfill'nin geometri ve aritmetik, mantık, ilfilıiyat ve tabii ilimleri de kapsayan felsefeyi de bu kategoriye dahil etmesidir. Gazzfill'ye göre akli ilimler ve din bilimleri arasında bir zıtlık mevcut değildir, zira bunlar birbirini tamamlamaktadır. Gazzfili'nin sınıflandırmasında akl1 bilimler
gıdalarla, din bilimleri ise ilaçlarla mukayese edilmiş ve her ikisinin de
insanın hayatta kalması için vazgeçilmez olduğu belirtilmiştir.
Gazzfill gibi İbn Haldı1n da (1332-1406) beşeri bilimleri iki katego- riye ayırmaktadır. İlk kategori akl1 bilimleri, ikinci kategori ise nakli bi- limleri kapsamaktadır. İbn Haldı1n'a göre, ilk kategoride yer alan tabii veya felsefi bilimlerde akıl, düşünce veya sorgulama bir algılama mele- kesi olarak işler. Bu kategori herhangi bir din, topluluk veya ırka mah- sus olmayıp, medeniyetin başlangıcından itibaren gelmiş geçmiş bütün
akıl sahibi insanlara aittir. Akli bilimler olarak adlandırılan bilimler . şunlardır: Mantık, tabii bilimler, matematik, metafizik.
Daha önce eskilerin bilimleri (ulfunü'l-ev3.il) veya yabancı bilimler
(ulfunü'l-dfilıile) olarak nitelendirilen bilimler, tabii bilimlerin veya felse- feyle ilgili bilimlerin bir parÇası olarak akli bilimlerle ''bütünleşmiştir." Bu ''bütünleşme" İslam düşünce tarihinde bir başka gelişme safhasını teşkil et- mektedir. Bütün milletler akli bilimlerden nasibini alsa da, İslam ümmeti İbn Haldı1n'un pozitif ilimler (el-ulfunü'l-vaz'iyye) olarak da adlandırdığı nakli ilimlere dayanan ve akli olanın ötesine giden bir bilgi ile donatılmış
tır. Bu bilginin kaynağı "ilfilıl vahiy" ve ''kanun koyucu peygamber", temel- leri ise Kur'an ve Sünnet olup, aklın bu temellerde hiçbir rolü yoktur.
İbn Haldı1n'un sınıflandırmasına göre din bilimleri ve edebi sanat- lar, nakli bilimler olarak adlandırılan ikinci kategorinin bir parçasıdır.
Bu durum yeni bir bilim anlayışını aksettirmektedir. Bu sınıflandırma,
sadece bilimlerin farklı şubelerinin bir gruplandırmasını ifade etmek- le kalmayıp, bunun ötesinde kaynağı ne olursa olsun insanın bilgisinin
tamanıının bütüncü bir epistemolojik anlayışın bir parçası olarak di- ğer İsl3.m bilimlerle birlikte yer aldığı bir sistemi ifade eder. Osmanlı filimleri, İbn Haldun tarafından yapılan bilimlerin bu ikili sınıflandır
masıın bütün yönleriyle kabul etmişlerdir. Bu sistemin yayılmasıyla,
"aldi" ve "nakli" ya da "akliyyat" ve "nakliyat" terimlerine Osmanlı litera- türünde sık sık rastlanmıştır.
AKADEMİK ARAŞTIR,'v\ALAR DERGİSİ 17