• Sonuç bulunamadı

KUR AN-SÜNNET İLİŞKİSİ VE BÜTÜNLÜĞÜ Dr. Yusuf ACAR

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "KUR AN-SÜNNET İLİŞKİSİ VE BÜTÜNLÜĞÜ Dr. Yusuf ACAR"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KUR’AN-SÜNNET İLİŞKİSİ VE BÜTÜNLÜĞÜ

Dr. Yusuf ACAR

Hamd Allah’a, Salat ve Selâm Allah’ın Rasülü’ne, Onun seçkin arkadaşlarına, ehl-i beytine ve izinde yürüyenlere olsun.

İlâhî dinlerin en temel niteliklerinden birisi olan vahiy ve Peygamberlik müessesesi birlikteliği, et ve tırnak, tohum ve toprak kadar birbirine bağımlıdır. Bu gerçeğin en açık ifadesi, semâvi dinlerin tarihinde Peygambersiz bir “Kitab”ın gönderilmemiş olmasıdır.

Dolayısıyla ister Mûsevîlik ve Hristiyanlık olsun, isterse İslâm olsun İlahi Kitap’ları, Peygamberlerin aracılığına başvurmadan anlamaya çalışmak ya da vahiysiz bir Peygamber telakkisi oluşturmak yanlış bir “din” anlayışının ortaya çıkmasına sebep olur.

Müslümanlar, Kur’an ile muhatap olduğu ve Hz. Muhammed’i Allah’ın elçisi olarak tanıdığı günden beri Kur’an ve Sünnet ikilisini hep birlikte anagelmişler ve İslâm Dîni’nin iki temel kaynağı olarak kabul etmişlerdir. Amelî ve îtîkâdi alanlarda İslâm tarihi boyunca pek çok mezhep ya da ekollerin ortaya çıkış sebebi ise, Kur’an ve Sünnet’i farklı anlama ve yorumlama metotlarıdır. Zira Kur’an–Sünnet ilişkisinin varlığı, bütünlüğü, birlikteliği ve vazgeçilmezliği şer’in, aklın ve mantığın zorunlu gereğidir.1 İşte bu tebliğde Kur’an – Sünnet birlikteliğinin öncelikle Kur’an’daki temelleri ele alınacak, daha sonra da İslâm’ın bu iki kaynağı üzerinde oluşan bazı yanlış tasavvurlara dikkat çekilecektir.

Hz. Peygamber’i ve Kur’anı birbirinden bağımsız olarak mütaala etmek ve anlamaya çalışmak her şeyden önce Kur’an’a aykırıdır. Zira O’nun sünnetinin ortaya koyduğu modelin temel dayanağı bizzat Kur’an’dır. Başka bir ifadeyle sünnet, meşrûiyetini Kur’an’dan almaktadır. Hz. Peygamber’in inanç, düşünce, davranış ve hedeflerine yön veren ve belirleyen Kur’an’dan başka bir şey değildir.2 Bu itibarla sünnet’i, “hayata aktarılmış bir Kur’an, Kur’an’ın yaşanmış bir tefsiri, islâm’ın pratik ve örnek bir uygulaması”3 şeklinde nitelendirmek yanlış olmasa gerekir. Hz. Peygamber de, tefsir olunmuş bir Kur’an ve tecessüm etmiş bir islâm idi. Daha açık bir ifadeyle Hz. Peygamber, Kur’an’ın ete–kemiğe bürünmüş şeklidir.4

Kur’an-ı Kerim’de, Kur’an–Sünnet ilişkisini ve bütünlüğünü ortaya koyan yüzlerce ayet vardır. Bunlardan hepsini tek tek okumak yerine kategorik bir çerçevede ele almanın daha uygun olacağı kanaatindeyiz.5

I.Hz. Peygamber’e itaat etmeyi, O’na karşı çıkmamayı ve O’nun hükümlerine boyun eğmeyi bildiren ayetler, Kur’an ve Sünnetin birbirinden ayrılmayacağını ortaya koymaktadır. Bu konuda yüzlerce ayet vardır, bir kaçı şöyledir.6

(2)

“Deki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Zira Allah bağışlayandır ve esirgeyendir. Deki : Allah’a ve peygamber’e itaat edin. Eğer dönerlerse bilsinler ki, Allah kafirleri asla sevmez.” (Âlu İmran 3/31,32)

“Kim Allah’a ve Rasülü’ne itaat ederse, Allah onu, altından ırmaklar akan cennetlere sokar, orada ebedi kalırlar. İşte büyük kazanç da budur. Kim de Allah’a ve Peygamberine karşı gelir, O’nun sınırlarını ihlal/tecavüz ederse Allah onu ebedi kalacağı bir ateşe sokar.”(en-Nisa 4/13-14)

“Kim de kendisine doğru yol belli olduktan sonra Peygamber’e karşı gelir ve mü’minlerin yolundan başka bir yola giderse, onu gittiği yolda bırakırız ve cehenneme sokarız.” (en-Nisa 4/115)

“Kim Rasûle itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” (en-Nisa 4/80)

“Deki: Allah’a itaat edin, Peygamber itaat edin... Eğer O’na itaat ederseniz doğru yolu bulursunuz.” (en- Nûr 24/54)

“Biz hiçbir Peygamber’i, Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir maksatla göndermedik.” (en-Nisa 4/64)

“Aralarında hükmetmesi için allah’a ve Rasûlüne çağrıldıklarında mü’minlerin cevabı, ‘ İşittik ve İtaat ettik’ sözünden başka bir şey olmaz.” (en-Nur 24/51)

“Allah ve Rasûlü bir konuda hüküm verdiği zaman, artık mü’min bir erkeğin veya mü’min bir kadının bir seçim yapma hakkı yoktur. Zira kim Allh’a ve Rasûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (el-Ahzab 33/36)

“Aslâ! Rabbinin hakkı için, onlar aralarındaki anlaşmazlığa düştükleri konularda seni hakem yapıp, sonra da içlerinden hiçbir hoşnutsuzluk duymadan senin verdiğin hükme boyun eğip tam anlamıyla teslim olmadıkca iman etmiş olmazlar.” (en-Nisa 4/65)

Bütün bu gruptaki âyetlerin içeriğini şöyle özetlemek mümkündür; mü’minler Allah’a ve Rasûlüne itaat etmeye, Peygamber’e karşı gelmekten sakınmaya ve uzlaşamadıkları konuda Hz. Peygamberin hükmüne boyun eğmeye çağrılmaktadırlar. Allah’a itaat, Kur’an’ın emir ve yasaklarına itaattir. Rasûlüne itaat ise, sağlığında bizzat kendisine, O’nun emir ve talimatlarına; vefâtından sonra da sünnetine itaat anlamındadır. Bu âyetler, Rasûl’e itaatin Allah’a itaatin bir gereği, eskilerin tabiriyle lâzım-ı gayri mufârıkı olduğunu ifade eder.

Allah’ı sevmenin ve günahların bağışlanmasının yolu, Peygamber’e ittibâ/uymaktan geçer.7

-2-

(3)

II. Kur’an ve Sünnet’in bir bütün olduğunu bildiren âyetlerden bir grubu da, bizzat Allah tarafından Hz. Peygamber’e Kur’ân-ı açıklama görev ve yetkisinin verildiğini ifade eden âyetlerdir;

“Biz her Peygamberi mutlaka kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (kendilerine indirileni) açıklasın.” (İbrahim 14/4)

“Sana da bu zikri Kur’an-ı indirdik ki, kendilerine indirileni insanlara açıklasın, ta ki düşünüp öğüt alsınlar.” en Nahl 16/44)

İster Türkçe’de, ister Arapça’da, isterse diğer dillerde olsun “açıklama”nın yalnızca bir metni okumak ve nakletmek olduğunu söylemek, gerçek dışı bir iddia olur. Zira açıklamak, Kur’an’da olmayan ilave birtakım bilgileri gerektirir. Hz. Peygamber’in Kur’ân-ı açıklaması, bir kelimeyi açıklamak şeklinde olabileceği gibi–ki bu nadirdir-uygulamaya ilişkin bir takım kapalı yönleri bulunan ayetlerle ilgili de olabilir.8

Zira Kur’an âyetleri iki kısımdır; açıklanmaya ihtiyaç duymayacak kadar açık–seçik gerçeklerle ilgili olup, geçmiş milletlerin ve peygamberlerin öğüt nitelikli haberleri, Cennet- Cehenneme ilişkin nimetler ve azaplar gibi konuları içine alır. İkinci kısım âyetler ise, İslâm’ın emirleri ve yasakları, islâm hukukunun temel hükümleri, emir ve yasaklarının hikmetleri ve benzeri konuları ihtiva eder.9 İşte Kur’ân’ın mücmel ayetlerini açıklamak, bazı genel hükümlerini tahsis etmek, ibadetlerin uygulamasını göstermek gibi görevler Hz.

Peygamber’e yüklenmiştir.10

Örneğin namazın kılınış şekli ve vakitleri, zekatın miktarı ve zamanı, haccın zamanı ve yapılış şekli, evlilik ve evlenilmesi yasak olanlar, helal ve haram olan yiyeceklerin belirlenmesi gibi konuların hiç biri Kur’an’da detaylandırılmamış ve bütün bu ve benzeri dini hükümlerin pratiğe aktarılması görevini Hz. Peygamber yerine getirmiştir. Dolayısıyla sünnet olmadan Kur’ân’ın anlaşılması ve hayata aktarılması mümkün değildir.

Mesela Kur’an’da namazların vakitlerinin belirlendiği ifade edilmesine rağmen (4- Nisa Suresi - 103) sadece üç vakit namaz geçer: Sabah Namazı (11 - Hud Suresi - 114, 24 - Nur Suresi - 58), Akşam Namazı (11 - Hud Suresi - 114, 24 - Nur Suresi - 58, 17 - İsra Suresi - 78) ve Orta Namazını (2 - Bakara Suresi - 238) farz kılmıştır. Ayrıca tüm inananlara, erkek - kadın ayrımı yapmaksızın, Cuma Namazını (62 - Cuma Suresi - 9-11) farz kılmıştır.

Namazın beş vakit kılınması, şartları, farzları, sünnetleri, yani kılınış şekli ise tamamen

(4)

III.Hz. Peygamber’in helal ve haram koyma yetkisine sahip olduğunu bildiren âyetler de Kur’an ve sünnetin birlikte değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır:

“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve âhiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Rasûlünün haram kıldığını haram olarak kabul etmeyen ve hak dini din edinmeyenlerle, ezilip büzülerek kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (et-Tevbe 9/29)

“Onlar ki, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı bulunan O Ümmi Peygamber’e uyarlar. O Peygamber kendilerine iyiliği emreder, kötü ve çirkinden onları meneder; güzel ve temiz şeyleri onlara helal kılar ve pis /çirkin şeyleri de haram kılar...” (el- A’kâf 7/157)

-3-

Her iki âyet de helal ve haram koyma konusunda yetkili merciin yalnızca Allah ve Rasûlü olduğu ifade edilmektedir. Nitekim Hz. Peygamber, Kur’an-ı pratize ederken uygulamada ortaya çıkan bazı problemleri çözmek için Kur’an’da hükmü bulunmayan bir takım konularda, helal ve haram koyma yetkisini kullanarak hükümler vermiştir.

Mesela ölü hayvan etinin Kur’an’da haram kılınmış olmasına rağmen11, deniz hayvanların bu hükmün dışında olduğunu belirtmiş ve “ Denizin suyu temiz, ölüsü de helaldir.”12

buyurmuştur. Yine Kur’ân’daki söz konusu yasağa rağmen tamamen donmuş kan olan ciğer ve dalağın helal olduğunu salık vermiştir.13 Bunlardan başka Kur’an’da geçmeyen katır, eşek, aslan, kaplan, fil, kurt, maymun ve köpek gibi hayvanlarla kartal, atmaca, şahin ve doğan gibi yırtıcı kuşların etlerinin haram olduğunu da yine Hz. Peygamber bildirmiştir.14 Altın ve ipeğin erkeklere haram olduğunu15,nesep ile nikahı haram olanların süt yoluyla da haram olacağı prensibini16, bir kadının halası, teyzesi ve yeğeni üzerine nikahlanamayacağını17, hep sünnetten öğreniyoruz.18 Bütün bu alanlarda Hz. Peygamber’in verdiği hükümler, Kur’an’ın genel ilkelerine dayalı ve onunla tam bir uyum halindedir. Yoksa Hz. Peygamber mücerret kanaati ve görüşü ile dinde helal–haram ihdâs etmez.

IV. Hz. Peygamber’i Müslümanlara örnek olarak gösteren ve izlenmesi talimatını veren şu âyetler aslında tek başına Kur’an–Sünnet birlikteliğini anlatmaya kâfidir:

“Andolsun ki, Allah’ın Peygamberinde sizin için, Allah’ı ve ahireti arzu eden ve Allah’ı çok anan kimseler için güzel bir örnek vardır.” (el-Ahzab 33/21)

“İşte böylece sizin dengeli bir toplum olmanızı istedik ki, insanlığa örnek ve model olasınız ve Peygamber de size örnek ve model olsun.” (el- Bakara 2/143)

(5)

Kur’ân bu âyetlerle Hz. Peygambere, vahyin inşâ etmek istediği insan tipinin “model”

olma misyonunu yüklemektedir. Bu itibarla müslümanlar için Hz. Peygamber, şahsiyeti Kur’an tarafından inşa edilmiş bir “prototip”tir. Dolayısıyla Hz. Muhammed’in örnekliği ve sünneti anlaşılmadan Kur’an’ın anlaşılması mümkün değildir. Zira İslâm’ın teorik kaynağı Kur’an ise, Pratik kaynağı da Hz. Peygamberdir. Bu ikisini birbirinden ayırmak hakikat ile hayatı birbirinden ayırmak demektir. Halbuki Allah: “Onlar ki, Allah’a verdikleri sözü bozarlar, Allah’ın birleştirilmesini emrettiğini birbirinden ayırıp koparırlar ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. İşte bunlardır hüsrana uğrayanlar.”19 buyurarak, Kur’an’da birlikte zikredilen Allah–Peygamber birlikteliğinin bozulmamasını vurgulamaktadır.

Peygamber, Kur’ân-ı Allah’dan alıp hayata dönüştüren ilk muhataptır. Bu itibarla Hz.

Peygamberle Kur’an’ın arası açılması demek, aslında Kur’ân’ı hayata bağlayan ana damarın koparılması demektir. İşte bu damarın kesilmesi, tam anlamıyla bir inanç kaosuna ve ayetin ifadesiyle fesada yol açar. Bu fesat neticesinde de, birlik ve beraberliğin, hürriyetin ve huzurun kaynağı olan din, ayrılık ve kavganın, tartışma ve huzursuzluğun, kaosun bizzat kaynağı haline gelir.20

Kur’an–Sünnet bütünlüğü, et ile tırnak kadar, tohum ile toprak kadar doğal ve iç içedir. Zira bize Kur’an-ı Hz. Peygamber, Hz. Peygamber’i de Kur’an öğretmektedir.

Fakat bu bütünlük, hicretin ilk yüzyıllarından itibaren İslam tarihi boyunca ortaya çıkan aşırı grup ya da ekoller tarafından zaman zaman bozulmaya çalışılmıştır. İfrat ve Tefritten kaynaklanan bu çabaları iki madde halinde özetlemek mümkündür:

a-Sünnetin reddi ya da daraltılması ve Kur’an ile yetinilmesi düşüncesi:

Sünneti reddeden ve “Kur’an bize yeterlidir” diyerek Hz. Peygamber’i devre dışı bırakan düşüncenin kökenleri, hicretin ilk yüzyıllarına kadar dayanmaktadır.21 İslâm’ın kaynaklarını rasyonalist bir eğilimle sadece Kur’ân’a indirgeyen Hâricileri, 19. Yüzyılda Hindistan alt kıtasında ortaya çıkan Hind Kur’aniyyün ekolu izlemiştir. “Kur’an yalnızca Kur’an” sloganıyla kısa zamanda yüzbinleri etkileyen Hind Kur’ancılık akımı, kendilerine özgü “sünnetsiz ve peygambersiz namaz” yöntemini geliştirmeye kalkışmış, fakat namaz konusunda girdiği krizden çıkamayarak yükseldiği hızla düşüşe geçmiştir. Oryantalistlerin pozitivist ve rasyonalist Peygamber tasavvurunun etkisiyle filizlenip yeşeren Hind Kur’aniyyun mektebi, müslüman halk kitleleri tarafından itibara alınmamış ve yalnızca ilginç bir tecrübe olarak kalmıştır.

Hz. Peygamber’i “Vahiy postacısı” olarak görüp, Kur’ân’ı bir “ara kablosu”

hüviyetiyle ilettikten sonra mü’minlerin hayatından yavaşça geri çekilen bir Peygamber

(6)

Modernleşmek veya muasır toplumlar seviyesine ulaşmak adına İslam dünyasında gerçekleştirilmeye çalışılan değişim; önce on dört asırlık İslâmî kültürün “gelenek” diye reddedilmesi, sonra da sünnet üzerinde “akıl-Kur’an” ile ayıklamaya gidilmesi ve nihayet

“tarihsellik” tezi ile de Kur’ân’da ayıklama yapılarak kaynak sorgulaması tarzında gelişmiştir.

Oysa Müslümanların gerek bilimde gerekse teknikte geri kalmasının sebeplerinin, kaynak sorgulamasında değil, İslâmî bilginin oluşturulamaması (ya da bilginin islâmileştirilememesi)22 ve dini metinlerin ihtiyaca göre yeniden yorumlanamamasında aramanın daha doğru olacağı kanaatindeyiz.

b- Taklit derecesinde geleneğe bağlanmak ve peygamber’i aşırı yüceltmek düşüncesi:

Hz. Muhammed’i tanıtan en objektif, en orijinal ve en sahih kaynak şübhesiz Kur’an’dır.23 Kur’ana göre Hz. Muhammed, her şeyden önce bir beşerdir. Ama sıradan bir insan değil, bir insanın olabileceği kadar mükemmel bir insandır.24 Bu yüzden de “Sen muhteşem bir ahlak üzeresin” 25 buyurularak insanlara örnek/numune-i ittisal olarak gösterilmiştir.26 Dolayısıyla adım başı mucize gösteren ve her adımını vahiyle atan bir Peygamber anlayışı Kur’an’a aykırıdır. Zira Kur’an’ın Allah’ı ya da melekleri değil de Peygamberi örnek göstermesinin nedeni; insanların yalnızca kendileriyle aynı kategoride olan varlıkları örnek alabilecekleri gerçeğidir.

Hz. Peygamber’i örnek almak, O’nu taklit etmek ve O’na şeklen benzemeye çalışmak değil; Hz. Peygamber’in yaptığını, yaptığı amacı gerçekleştirmek için yapmaktır.27 Yani O’nun örnek alınması, üretebilecek ahlâkî davranışların yeniden üretilmesi demektir. Tersi, O’nu tüketmek olur. Gazzali’nin ifadesiyle bir hükümdara saygı göstermek, onun oturup kalktığı gibi oturup kalkmak değil, onun buyruk ve ilkelerine uymakla mümkün olur.28 Dolayısıyla Hz. Peygamberî örnek almak demek, Rasûlüllah yemeği yerde elleriyle yediği için böyle yapmak, kabağı sevdiği için sevmek, cübbe ve sarıkla dolaşmak vb. değildir.29 O’nu örnek almak, ekonomiden siyasete, sosyal hayattan ahlaka varıncaya kadar beşer hayatının bütün alanlarında Rasûlüllahın ortaya koyduğu ilke ve prensiplere sarılmak ve hayatı O’nun gibi algılamakla gerçekleşir.

Kur’an ve Sünnet ikisi birlikte İslâm’ı oluştururlar. Birisi teorik, diğeri de pratik açıdan dinin kaynağı durumundadır. Bundan dolayı İslâm’ı yalnızca Kur’ân’a indirgeyerek Kur’an İslâm’ı demek, ya da Hz. Peygamber’e indirgeyerek dinin adını Muhammedîlik olarak adlandırmak yanlıştır. Hele hele Kur’ân’ın verdiği İslam ismini, belirli bir kültüre, medeniyete veya zümreye nisbet ederek Arap İslâm’ı, Türk İslâm’ı, Japon İslâm’ı, Euro İslamı gibi adlarla değiştirmek apaçık bir tahriftir.

(7)

Hz. Peygamber, Kur’ân’ın hayata geçirilmiş şeklidir. Yani ete kemiğe bürünen, yaşayan Kur’an. Hz. Âişe’nin ifadesiyle “Bütün davranışları Kur’an” olan Hz. Muhammed’i ve sünneti kabul etmek, Mûsa Carullah’ın deyimiyle “Kur’an-ı bizden daha iyi bilene tâbi olmaktır.” Kur’an-ı en iyi bilenlerin başında da Rasûl’ü Kerim (s.a.v.) gelmektedir.30 Sonuç itibariyle Kur’an ve Sünnet bir bütündür. Birisi İslâm’ın teorik, diğeri de pratik kaynağıdır.

Sünneti Kur’an’dan kopararak İslâm’ı yalnızca Kur’ân’a indirgemek, İslâm’ın hayat damarlarını koparmak demektir. Peygamberi geleneği yok edilmiş bir İslâm’ın ise, geleceği inşa iddiası ve dünya medeniyetine yapacak katkısı kalmamış demektir.

Dipnotlar

1- Küçük,Raşid, “Kur’an-Sünnet İlişkisi ve Birlikteliği”, Sünnetin Dindeki Yeri

Sempozyumu, Ensar Yayınları, İstanbul 1997, s.125,126 2- Kırbaşoğlu, Hayri, İslam Düşüncesinde Sünnet, Ankara 1996, II. Yayım, s.96

3- Karadavi, Yusuf, Keyfe neteamelü ala’s-Sünneti’n-Nebiyye , Mısır 1990, II.Yayım, s.23 4- Karadavi, a.g.e. , s.23, 24

5- Klasik ve modern dönemlerde, İslam’da Sünnetin kaynak olduğunu göstermek ve Kur’an Sünnet bütünlüğünü temellendirmek için başvurulan âyetlerin tasnifinin yapıldığı pek çok Yazılmıştır. Mesela Bkz. eş-Şafiî, er-Risâle ( Cimâu’l-ilm bölümü) ; Sıbâî, Mustafa, es- Sünne ve Mekânetüha fi’t-Teşri’i’l-İalâmi; Muhammed Ebû Şöhbe, Dıfâ’un-ani’s-Sünne;

Abdülğani Abdulhâlık, Hucciyyetü’s-Sünne; Husayn Bahş , el-Kur’âniyyûn ve Şubuhâtu- Hum Havle’s-Sünne; Kırbaşoğlu, Hayri, Kur’ân’a Göre Sünnetin Konumu (Basılmamış Tebliğ); Güngör, Mevlüt, Kur’ân’ın Hz. Peygamber’in Sünnetine Verdiği Değer ( Sünnetin Dindeki Yeri Sempozyumu) ; ve Fıkıh Usulü eserlerinin “Şer’i Delillerden Sünnet”

Bölümleri.

6- Bkz. Âlü İmran 3/31,32,132; en-Nisâ 4/13,14,59,64,65,80,115 ; el-Mâide 5/92; el-Enfâl 8/1,13,20,24,27,46 ; et-Tevbe 9/63,71,120 ; en-Nur 24/48,51,52,54 ; eş-Şuarâ 26/108,110, 126,131,144,150,163,179 ; el-Ahzâb 33/33,36,66,71 ; Muhammed 47/33; el-Feth 48/17 ; el-Hucurât 49/14; el-Mücâdele 58/9,13; et-Tegabun 64/12

7- Âlu İmran 3/31

8- Kırbaşoğlu, a.g.e., s.209

9- Kırbaşoğlu,a.g.e.,s.214 (Muhammed Tâki Usmani’den naklen)

10- Bu konuda geniş bilgi için bkz.Yıldırım, Suat, Peygamberimizin Kur’an Tefsiri, İstanbul 1983

(8)

12- Ebû Dâvûd, Tahâret, 41; Tirmizi, Tahâret, 52; İbn Mace, Tahâret, 38

13- İbn Mâce, Et’ıme, 31, Sayd,9 ; Ebu Davud,Et’ime,34; Malik, Muvatta, Sıfatü’n-Nebiy,30;

İbn Hanbel, Müsned,II, s.97

14- Müslim, es-Sayd ve’z-Zebâih,3

15- Tirmizi, Libâs,1,2; İbn Mâce, Libas,19

16- Buhari, Şehâdât,7, Nikah, 20,27,117; Müslim, Rada,1,2,9,12; Ebû Dâvûd, Nikah, 6 17- Buhâri, Nikah, 27

18- Sünnetin Müstakil olarak ortaya koyduğu hükümler, haram ve helallerin uzun bir listesi için bkz. İbn Kayyı, İ’lâmu’l-Muvakkı’în, II. s.288, Şâtıbi, el-Muvâfakât, V,23 19- el-Bakara 2/27

20- İslamoğlu,Mustafa, Üç Muhammed,İstanbul 2001,III.Yayım, s.152 21- Kırbaşoğlu, a.g.e., s.164

22- Uyanık, Mevlüt, Bilginin İslâmîleştirilmesi, Ankara 1999 23- İslamoğlu, a.g.e., s.211

24- Kırbaşoğlu, a.g.e., s.333 25- en-Nur 68/4

26- el-Ahzâb 21/33

27- Gazzali, el-Mustasfa, II, s.218; Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, Ankara 1995, s.283

28- Gazzali, a.g.e., II. s.218

29- Karadâvi, el-Cânibu’t-Teşrii fi’s-Sünneti’n-Nebaviyye (Es-Sünneti’n-Nebeviyye ve Menhecuhâ fi Binâi’l-Marifeti’l-Hadâra) Amman 1991, s.984

30- Cârullah, Mûsa Bigiyef, Kitabu’s-Sünne, Çvr. Mehmet Görmez, Ankara 1998, s.17

Referanslar

Benzer Belgeler

Türkçe ilk Kur’an çevirilerinde pänd turur (F.); ol Ķur’ān Ǿibret erür pārsālarġa yaǾnį pend erür (Ar.+F.); ögütlemek (T.); Ķurǿān naśįĥatdur (Ar.);

‹flte bu çift yönlü özelli¤in gere¤i olarak Kur’an-› Kerim’in iki türlü okunufl flekli vard›r: Bunlardan birincisi, genel olarak zihinsel bir yaklafl›mla

Muhammed ve Evrensel Mesajı (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., 2004); Hüseyin Algül, İslam Tarihi (İstanbul: Emin Yay., 1997)... zarar sadece kendilerine

‘ Sizin hepinizin yaratılmanız da yeniden diriltilmeniz de sadece bir tek kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir; Allah her şeyi işitir, her şeyi

Bu açıklamaların geçtiği Bakara 2/3, İslâmoğlu Meali’nde şu şekilde yer almaktadır: “O hidayete erenler ki, idraki aşan hakikatlere bütünüyle iman

"Âhiret Âlemi" denir. Bütün semâvi dinlerde olduğu gibi en son ve en mükemmel din olan İslâm'a 9 göre, meydana geleceği âyet 10 ve bütün ümmetin fikir birliği

Zira en yalın haliyle, “za- manı etkin kullanmaya yönelik bilinçli bir çaba” 64 olarak da ifade edilen zaman yönetimi konusundaki bilinçsizlik, bireyin stres, depresyon gibi

“O’nun katında, kendisine izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” Bu ihtimale göre, putlardan şefaat uman müşriklere bir reddiye vardır ve onlara