• Sonuç bulunamadı

ĐKĐNCĐ DAĐRE AYSU-TÜRKĐYE DAVASI. (Başvuru no /07) KARAR STRAZBURG 13. Mart 2012

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ĐKĐNCĐ DAĐRE AYSU-TÜRKĐYE DAVASI. (Başvuru no /07) KARAR STRAZBURG 13. Mart 2012"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ĐKĐNCĐ DAĐRE AYSU-TÜRKĐYE DAVASI

(Başvuru no. 44021/07)

KARAR STRAZBURG 13

Mart 2012

Đşbu karar Sözleşmenin 44§2 maddesinde belirlenen koşullara uygun olarak kesinleşecektir. Şekli düzeltmelere tabi olabilir.

_________________________________________________________________________________________

© T.C. Adalet Bakanlığı, 2012. Bu gayrıresmi çeviri, Adalet Bakanlığı, Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, İnsan Hakları Daire Başkanlığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme’yi bağlamamaktadır. Bu çeviri, davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması koşulu ile Adalet Bakanlığı, Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, İnsan Hakları Daire Başkanlığı’na atıfta bulunmak suretiyle ticari olmayan amaçlarla alıntılanabilir.

(2)

Aysu - Türkiye davasında,

Daire halinde toplanan Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi (Đkinci Daire) aşağıdakilerden oluşmaktadır:

Françoise Tulkens, Başkan, Danuté Jociené, Dragoljub Popovic, András Sajó, Işıl Karakaş, Guido Raimondi,

Paulo Pinto de Albuquerque, yargıçlar,

and Françoise Elens-Passos, Daire Yazı Đşleri Müdür Yardımcısı, 14 Şubat 2012 tarihinde gizli olarak müzakere edilmiş olup, Aynı tarihte kabul edilmiş olan aşağıdaki kararı bildirir: USUL

1. Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan 44021/07 başvuru no'lu davanın nedeni, TC vatandaşı, Bay Yunus Aysu'nun ("başvuran") Avrupa Đnsan Hakları Mahkemesi'ne 20 Eylül 2007 tarihinde Đnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına Đlişkin Sözleşme'nin ("Sözleşme") 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.

2. Başvuran Diyarbakır'da görev yapan avukat Bay M. Özbekli tarafından temsil edilmiştir. Türkiye Hükümeti ("Hükümet") kendi görevlileri tarafından temsil edilmiştir

3. 7 Eylül 2010 tarihinde Đkinci Daire Başkanı başvuruyu Hükümet'e tebliğ etmeye karar vermiştir. Aynı zamanda başvurunun kabul edilebilirliği ve esası yönünden hükmetmeye karar verilmiştir (Madde 29§1).

OLAYLAR

I. DAVANIN KOŞULLARI

4. Başvuran 1975 yılında doğmuştur ve Diyarbakır Cezaevi'nde hükümlü olarak hapis yatmaktadır.

5. 20 Ekim 2000 tarihinde Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü, Hizbullah adlı silahlı yasa dışı örgüte üyelik şüphesiyle aranan başvuranı tutuklamak amacıyla bir operasyon başlatmıştır. Tutuklama raporuna göre başvuran direnmiş, ateş açmış ve bir polis memurunu öldürmüştür. Diğer polis memurları başvuranı etkisiz hale getirmek ve yakalamak amacıyla zor kullanmışlardır.

6. Başvuran daha sonra tıbbi muayene için Diyarbakır Devlet Hastanesi'ne götürülmüştür. Doktorlar kol ve omuzlarının röntgenini istemiştir. Tıbbi rapora göre, başvuranın kırığı bulunmamakta, ancak başının arka tarafında 2 cm'lik bir kesik bulunmaktaydı. Ayrıca başvuranın alnında, boynunda, sol kulağının yanında ve sağ kolunda ezikler, el ve parmaklarında ezik ve sıyrıklar, her iki dirseğinde ezikler, göğüs ve dizlerinde çizikler bulunduğu belirtilmiştir.

(3)

8. Sonrasında başvuran sorgulama için Diyarbakır Emniyet Müdürlüğüne götürülmüştür. Başvurana göre, polis gözetimi altında bulunduğu sürede, başvuran kötü muameleye maruz kalmıştır. Đddiaya göre soyulmuş, testisleri sıkılmıştır. Aynı zamanda hortumla su sıkılmış, silahın dipçiğiyle vurulmuş, elektrik şoklarına maruz bırakılmış ve kollarından asılmıştır. Başvuran ayrıca polis memurlarının ellerinde sigara söndürdüklerini belirtmiştir.

9. 28 Ekim 2000 tarihinde, başvuran hastaneye götürülmüş ve kendisine yumuşak doku enfeksiyonu teşhisi konulmuştur.

10.Sonrasında, 30 Ekim 2000 tarihinde başvuran bir klinikte de muayene edilmiştir. Başvuranın sırtında 2x2 cm ölçüsünde hiperemi, dizlerinde yara kabukları, her iki omzunda yaralar ve başında 1x2 cm ölçüsünde dikişli yara bulunduğu belirtilmiştir.

10. Aynı gün, başvuran sırasıyla cumhuriyet savcısı ve nöbetçi hakim tarafından dinlenmiştir. Nöbetçi hakim nezdinde, gözaltında bulunduğu süre boyunca dövüldüğü konusunda şikayette bulunmuştur.

Gözaltındaki ifadelerinin içeriğini de yalanlamıştır. Davaya bakan hakimin emri üzerine, başvurucu tutuklanmıştır.

11. 9 Kasım 2000 tarihinde Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi'ndeki cumhuriyet savcısı başvuran aleyhine bir iddianame hazırlamıştır. Eski Ceza Kanunu'nun 146. maddesi uyarınca, savcı başvuranı silahlı yasa dışı örgüte üye olmak ve Devletin anayasal düzenini yıkıcı eylemlere katılmakla suçlamıştır.

12. 30 Kasım 2000 tarihinde, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi nezdindeki ilk duruşmada, avukat tarafından temsil edilen başvuran, gözaltında bulunduğu süre boyunca kötü muameleye maruz kaldığını belirtmiştir. Ayrıca polis memurlarının sağ elinde sigara söndürdüğünü iddia etmiştir. Hakimler tutanaklarında başvuranın sağ elinde beş tane mor yara bulunduğunu belirtmiştir. Duruşma sonunda, mahkeme Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı'nın başvuranın kötü muamele iddialarından haberdar edilmesi gerektiğine karar vermiştir. Mahkeme ayrıca başvuran avukatının cumhuriyet savcısına ayrı bir şikayette bulunmayı istemesi durumunda, tutanakların onaylı kopyalarının başvuruya eklenmesi gerektiğini belirtmiştir.

13. Sonraki duruşmalarda, iddia edilen suçun mahiyeti ve kanıt durumu sebebiyle mahkeme başvuranı serbest bırakmayı reddetmiştir. Başvuran savunmalarında, gözaltında bulunduğu sürede kötü muameleye maruz kaldığını tekrar tekrar dile getirmiştir.

14. 5190 sayılı Kanunla, Haziran 2004'te Devlet Güvenlik Mahkemeleri kaldırılmıştır. Sonrasında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi yargılamayı devralmıştır.

15. 28 Şubat 2008 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi kararını açıklamıştır. Başvuranı suçlu bulmuş ve müebbet hapis cezasına çarptırmıştır.

16. Başvuran temyize gitmiştir. 27 Mayıs 2010 tarihinde Yargıtay ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır.

17. Bu esnada, 7 Haziran 2007 tarihinde başvuran Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı'na dilekçe vermiştir ve gözaltında tutulduğu sürede kötü muameleye maruz kaldığını belirtmiştir. Yerel makamların, iddialarını araştırma yönünde hiçbir eylemde bulunmadığı konusunda şikayette bulunmuştur.

(4)

19. 13 Eylül 2007 tarihinde Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı başvuranın ifadesini almıştır. Başvuran gözaltında bulunduğu sürede işkenceye maruz kaldığını ve aleyhindeki suçlamaları itiraf etmesi için baskı uygulandığını açıklamıştır. Savcının konuyu araştırması talebinde bulunmuştur.

20. 30 Aralık 2008 tarihinde Cumhuriyet Savcısı, Adli Tıp Kurumu'ndan başvuranın iddialarına ilişkin bir rapor hazırlamasını talep etmiştir.

21. 6 Ş ubat 2009 tarihinde Adli Tıp Kurumu uzmanları başvuranı muayene etmiştir. Başvuran muayene sırasında, kendisine tazyikli su sıkıldığını, kollarından asıldığını, elektrik şoklarına maruz bırakıldığını belirtmiştir. Ayrıca testislerinin sıkıldığını ve elinde sigara söndürüldüğünü ileri sürmüştür. Uzmanlar sırasıyla 20, 28 ve 30 Ekim 2000 tarihli tıbbi raporları incelemiştir. Ayrıca başvuranın tutuklama sırasında polislere direndiğini belirten 20 Ekim 2000 tarihli tutuklama raporu da uzmanlara temin edilmiştir.

22. 6 Mart 2009 tarihinde Adli Tıp Kurumu üç tıbbi raporda belirtildiği gibi, başvuranın vücudundaki zedelenmelerin tutuklama sırasında polislere direnmesi sırasında düşmesi sonucu ortaya çıkmış olabileceğini veya sert bir cismin çarpmasından kaynaklanabileceğini bildirmiştir. Sonuç olarak uzmanlar bu zedelenmelerin nasıl ortaya çıktığını belirlemenin imkansız olduğu kanısına varmıştır. 30 Kasım 2000 tarihindeki duruşmada hakimler tarafından görülen eziklere ilişkin olarak uzmanlar, bu izlerin hiçbir tıbbi raporda belirtilmemesi nedeniyle konu hakkında tıbbi bir görüş belirtmenin mümkün olmadığını belirtmiştir.

23. Soruşturması süresince, Cumhuriyet Savcısı başvuranın polis sorgusunda bulunan ve olay nedeniyle suçlanan polis memurlarının ifadesini almıştır. Polislerin tümü başvuranın kötü muameleye maruz kaldığını yalanlamıştır. Başvuranın yasa dışı örgütün eylemleri hakkında bilgi vermesi dolayısıyla Hizbullah üyeleri tarafından kınanacağı korkusuyla yanlış iddialarda bulunduğunu iddia etmişlerdir.

24. 7 Nisan 2009 tarihinde başvuranın iddialarını temelden yoksun bulan Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı, olay hakkında takipsizlik kararı vermiştir. Başvuranın vücudunda görülen izlerin, tutuklanması sırasında polise direnirken oluştuğunu belirtmiştir.

25. Akabinde, 26 Haziran 2009 tarihinde başvuranın itirazı Siverek Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedilmiştir.

HUKUK

I. SÖZLEŞME'NĐN 3. MADDESĐNĐN ĐHLAL EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐASI

25. Başvuran, Diyarbakır Emniyet Merkezi'nde gözaltında tutulduğu sırada kötü muameleye maruz kaldığını iddia etmiştir. Ayrıca şikayetinin etkin bir şekilde incelenmediği konusunda şikayette bulunmuştur. Bu bağlamda, başvuran Sözleşme'nin 3. ve 13. Maddelerine istinat etmiştir.

26. Hükümet iddialara itiraz etmiştir.

27. Mahkeme bu şikayetlerin yalnızca aşağıda belirtilen 3. Madde açısından incelenmesi gerektiği kanaatindedir:

"Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz."

(5)

1. Kabul edilebilirlik

28. Hükümet Mahkeme'den başvurunun altı aylık süre sınırına itaatsizliğine ilişkin kısmını iptal etmesini istemiştir. Bu bağlamda Hükümet, başvuranın gözaltı süresinin bittiği 30 Ekim 2000 ile başvuranın cumhuriyet savcısına şikayette bulunduğu 7 Haziran 2007 tarihleri arasında geçen süre zarfının uzunluğuna Mahkeme'nin dikkatini çekmiştir.

29. Mahkeme başvuranın cumhuriyet savcısına, kötü muamele iddialarına ilişkin ayrı bir şikayette bulunmadan önce yedi yıldan fazla beklediğini belirtmektedir. Ancak, şikayeti takiben, Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı tarafından bir soruşturma başlatılmış ve davasının esasları savcılık ve Siverek Ağır Ceza Mahkemesi tarafından incelenmiştir. Sonuç olarak başvuranın kötü muamele iddialarına ilişkin nihai karar 26 Haziran 2009 tarihinde Siverek Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilmiştir. Başvuru 20 Eylül 2007 tarihinde yapıldığı için, Hükümet'in altı aylık süre sınırına ilişkin itirazı kabul edilememektedir.

30. Mahkeme başvurunun bu kısmının, Sözleşme'nin 35 § 3 maddesi çerçevesinde açıkça dayanaktan yoksun olmadığını belirtmektedir. Ayrıca, diğer koşullar bakımından da kabul edilemezliğe ilişkin herhangi bir noktanın olmadığını belirtmektedir. Bu açıdan, kabul edilebilir olduğu bildirilmelidir.

2. Esas bakımından

(a) 3. maddenin esası bakımından

31. Mahkeme kötü muamele iddialarının uygun kanıtlarla desteklenmesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Bu kanıtları değerlendirirken Mahkeme, "makul şüphenin ötesinde" kanıt standardını uygulamaktadır (bkz Talat Tepe- Türkiye no. 31247/96, § 48, 21 Aralık 2004). Ancak böylesi bir kanıt yeterince güçlü, açık ve anlamlı çıkarımların veya çürütülemeyen benzer karinelerin varlığıyla ortaya konabilir (bkz. Labita-îtalya [GC], no. 26772/95, § 121, AĐHM 2000- IV). Söz konusu olayların tamamının veya büyük bir kısmının yetkililerin bilgisi dâhilinde gerçekleşmesi durumunda, denetimleri altındaki şahısların durumunda olduğu gibi, ortaya çıkan yaralanmaların bu esnada gerçekleştiğine dair güçlü karinelerin varlığı kabul edilecektir (bkz.

gerekli değişikliklerle, Maslova ve Nalbandov - Rusya, no. 839/02, § 99, 24 Ocak 2008).

32. Mahkeme, yetkililerin denetimi altına alınan bir şahsa ilişkin, şahsın davranışları nedeniyle zorunlu olmamasına rağmen uygulanan fiziki güç kullanımının, insanlık onurunu zedelediğini ve ilke olarak Sözleşmenin 3. Maddesinde belirtilen hakkı ihlal ettiğini vurgulamaktadır. (bkz. gerekli değişikliklerle, Ribitsch- Avusturya, 4 Aralık 1995, § 38, Seri A no. 336). Esasında, böyle bir durumda ispat yükümlülüğü, makbul ve ikna edici bir açıklama yapmak üzere kamu makamlarına yüklenmiştir (bkz. yukarıda alıntılanan Ribitsch, § 34, ve Salman-Türkiye [GC], no. 21986/93, § 100, AĐHM 2000-VII). Özellikle, gözaltında meydana gelen yaralanmalara ilişkin olarak, hükümet görevlileri tarafından uygulanan kaba gücün derecesinin orantılı olduğuna gösterir ve kanıtlar nitelikte ikna edici veya güvenilir argümanlar ortaya koymakla yükümlüdür (bkz. gerekli değişikliklerle, Rehbock - Slovenya, no. 29462/95, § 76, AĐHM 2000-XIl).

33. Mevcut davada, Mahkeme öncelikle başvuranın tutuklama sırasında polislere direndiğinin, ateş açtığının ve dolayısıyla bir polis memurunu öldürdüğünün tartışmasız olduğunu vurgulamaktadır. Bu bağlamda, Mahkeme 20 Ekim 2000 tarihli tıbbi raporda belirtilen yaralanmaların (bkz paragraf

(6)

6) tutuklama sırasında baş vuran ve polis memurları arasında gerçekleş en fiziksel kavganın sonucu olduğunu gözlemlemektedir. 6 Mart 2009 tarihli Adli Tıp Kurumu raporunda, sırasıyla 20 ve 30 Ekim 2000 tarihli raporlarda belirtilen başvuranın vücudundaki zedelenmelerin polis memurlarına direnirken ortaya çıkmış olabileceği belirtilmiştir (bkz. yukarıda paragraf 21). Ayrıca dava dosyasında, görevleri esnasında başvuranın direnişiyle karşı karşıya kaldıklarında, polis memurlarının aşırı güç kullandıklarına dair bir iddia veya bulgu bulunmamaktadır.

34. Mahkeme, baş vuranın polis sorgusu sırasında kötü muameleye maruz kaldığı konusunda şikayette bulunduğunu belirtmektedir. Başvuran üzerine tazyikli su sıkıldığı, kollarından asıldığı ve elektrik şokuna maruz bırakıldığı iddialarında bulunmuştur. Ayrıca testislerinin sıkıldığını ve elinde sigaraların söndürüldüğünü öne sürmüştür. Ancak, bazı unsurlar başvuranın iddialarının gerçekliği konusunda şüphe uyandırmaktadır. Bu bağlamda Mahkeme, başvuranın yerel mahkemeler nezdinde verdiği ifadelerin birbiriyle uyumlu olmamasını dikkat çekici bulmaktadır. Nöbetçi hakime verdiği ifadede başvuran dövüldüğünü öne sürmüş, 30 Kasım 2000 tarihinde yapılan ilk duruşmada elinde sigaralar söndürüldüğünü belirtmiştir. Sonrasında, Cumhuriyet Savcısı'na yazdığı dilekçede detay vermeden, kötü muameleye maruz kaldığını iddia etmiştir. Son olarak, adli tıp uzmanları tarafından muayene edilirken, üzerine tazyikli su sıkıldığını, kollarından asıldığını ve elektrik şokuna maruz bırakıldığını belirtmiştir. Ayrıca testislerinin sıkıldığını ve elinde sigaralar söndürüldüğünü öne sürmüştür (bkz. paragraf 10, 12, 17, 20).

35. Ayrıca Mahkeme, başvuran tarafından anlatıldığı şekildeki maruz kaldığı kötü muamelelerin herhangi birinin, başvuranın vücudunda net izler bırakacağını belirtmektedir. Oysaki, hakimler tarafından gözlemlenen ezikler dışında (bkz yukarıdaki paragraf 12), dava dosyasında yer alan hiçbir tıbbi rapor, başvuranın iddialarını desteklememektedir. Ayrıca dava dosyasında başvuranın başka bir doktorla görüşmeyi talep ettiği veya görüşmesine izin verilmediği hususunda da hiçbir bulgu bulunmamaktadır. Sonuç olarak dava dosyasında, 20 ve 30 Ekim 2000 tarihli raporlardaki bulguların doğruluğunu sorgulayabilecek veya başvuranın iddialarını kanıtlayacak hiçbir kesin kanıt bulunmamaktadır.

36. Mahkeme aynı zamanda başvuranın cumhuriyet savcısına resmi şikayette bulunmadan önce yedi yıl gibi uzun bir süre geçmesini beklediğini de göz önüne almaktadır.

37. Bu ko ş ullar altında, Mahkeme ba ş vuranın Sözle ş me'nin 3. maddesinin aksine bir muameleye maruz kaldığını şüpheye yer bırakmayacak şekilde belirleyememektedir.

38. Sözle ş me'nin esası bakımından 3. Maddenin ihlali söz konusu de ğ ildir. 3.

maddenin usulü bakımından

39. Mahkeme, Sözleşme'nin 3. maddesi uyarınca, kötü muamele iddialarının "tartışmaya açık" ve "makul şüphe uyandırıcı" olması durumunda, yetkililerin bu iddialar hakkında araştırma yapma zorunluluğunu yinelemektedir (bkz. özellikle, Assenov ve Diğerleri-Bulgaristan, 28 Ekim 1998, §§ 101-102, Karar ve Hüküm Raporları 1998- VIII).

40. Mevcut davada, Mahkeme delil yetersizliği sebebiyle, başvurana iddia edildiği şekilde kötü muamelede bulunulduğunun ispatlanamadığını belirtmiştir. Ancak bu durum, daha önceki davalarda kabul edildiği gibi, 3 maddeye ilişkin söz konusu şikayetin soruşturma yapma

(7)

yükümlülüğüne yetecek kadar tartışılabilir olduğu gerçeğini ortaya koymaya engel değildir. (bkz. Böke ve Kandemir - Türkiye no.71912/01, 26968/02 ve 36397/03, § 54, 10 Mart 2009). Mahkeme bu kanıya varırken, 30 Kasım 2000 tarihinde Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi nezdinde yapılan ilk duruşmada, hakimlerin başvuranın sağ elinde beş tane mor yara bulunduğunu görmesini ve bu nedenle Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı'nın başvuranın kötü muamele iddialarından haberdar edilmesi gerektiğine karar vermesini göz önünde bulundurmuştur. Ayrıca bu tarihten önce, 30 Ekim 2000 tarihinde de başvuran cumhuriyet savcısı ve nöbetçi hakim nezdinde, gözaltında kötü muamele gördüğünü belirtmiştir. Bu doğrultuda bir araştırma yapılması gerekmiştir.

41. Mahkeme, herhangi bir suretle bir suçun işlenmiş olması şüphesine mahal veren bir durum hakkında bilgilendirilen cumhuriyet savcısının, söz konusu zamanda yürürlükte olan Ceza Muhakemesi Kanunu 153.

maddesi uyarınca, faillerin belirlenmesi için gerekli olan tahkikatları yaparak olayları soruşturmakla yükümlü olduğunu belirtmektedir. Ancak, dava dosyasında yer alan bilgilere göre, cumhuriyet savcısı tarafından dikkatine sunulan kötü muamele iddialarına ilişkin hiçbir işlem yapılmamıştır. Ayrıca, ilk derece mahkemesi nezdinde yaptığı savunma esnasında, başvuran kendisine kötü muamelede bulunulduğunu belirtmiş ancak mahkeme bu iddialara karşılık olarak herhangi bir işlemde bulunmamıştır. Bu bağlamda, Mahkeme, başvuranın Diyarbakır Cumhuriyet Savcısına dilekçe verdiği tarih olan 7 Haziran 2007 tarihinden sonra kötü muamele iddialarına ilişkin olarak soruşturmanın başlatıldığını gözlemlemektedir. Soruşturma aşamasında, Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı, Adli Tıp Kurumu'ndan sağlık raporu düzenlemesini talep etmiştir. Bu rapor, 6 Mart 2009 tarihinde, başvuranın tutuklanmasından sekiz yıl dört ay sonra, düzenlenmiş ve bu raporda başvuranın bedenindeki zedelenmelerin nasıl oluştuğunu tespit etmenin mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır. Yukarıda anlatılanlar ışığında Mahkeme, başvuranın kötü muamele iddiasının gerektiği şekilde soruşturulmadığını ve bu nedenle yapılan soruşturmanın "etkili" olarak adlandırılamayacağını belirtmektedir.

42. Bu olguların tümü dikkate alındığında, Mahkeme yetkililerin başvuranın kötü muamele iddiaları hakkında etkin bir soruşturma yürütemedikleri sonucuna ulaşmıştır. Bu nedenle Sözleşme'nin 3. maddesinin usul yönünden ihlali söz konusudur.

II. SÖZLEŞME'NĐN 5. MADDESĐNĐN ĐHLAL EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐASI

A.Başvuranın polis tarafından gözaltında tutulmasına ilişkin olarak

43. 26 Nisan 2010 tarihli mektubunda başvuran, polis tarafından gözaltında tutulduğu sürenin uzunluğundan şikayetçi olmuş ve Sözleşme'nin 5 §§ 3, 4 ve 5 maddesine atıfta bulunmuştur.

44. Mahkeme, başvuranın gözaltı süresinin, nöbetçi hakimin tutukluluğa hükmettiği tarih olan 30 Ağustos 2000 tarihinde sona erdiğini gözlemlemiştir. Sonuç olarak, başvurunun bu şikayeti, Sözleşme'nin 35 §§ 1 ve 4 maddesi uyarınca altı-aylık süre kuralına uymadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

B. Mahkumiyet öncesi başvuranın tutukluk haline ilişkin olarak

45. Sözleşme'nin 5 § 3 maddesine istinat ederek başvuran hakkındaki yargılama esnasındaki tutukluluk süresinin uzunluğundan şikayetçi olmuştur.

(8)

46. Hükümet, dava dosyasındaki başvuran aleyhine istinat edilen suçların ve kanıtların ciddiyeti dikkate alındığında, ulusal mahkemenin başvurucunun yargılama esnasındaki tutukluluk süresini uzatmak zorunda kaldığını ileri sürmüştür.

47. Mahkeme, her şeyden önce, Sözleşme'nin 35 § 3 maddesi anlamı dahilinde başvurunun bu kısmının açıkça dayanaktan yoksun olmadığı kanaatindedir. Başka gerekçelerle de kabul edilemez olmadığını belirtmektedir. Bu nedenle başvurunun kabul edilebilir olarak beyan edilmesi gerektiğini ifade etmektedir.

48. Mahkeme, başvuranın tutukluluk halinin yakalandığı tarih olan 20 Ekim 2000'de başladığını ve Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararı ile 28 Şubat 2008 tarihinde son bulduğunu gözlemler. Bu doğrultuda, mevcut davada dikkate alınacak süre yedi yıl dört aydır. Bu süre boyunca, ulusal mahkemelerin

"suçun mahiyeti ve kanıt durumu dikkate alındığında" gibi benzer, basmakalıp cümleler kullanarak başvuranın tutukluluk halini sürekli olarak uzatmışlardır.

49. Mahkeme, çoğu zaman, mevcut başvurudakine benzer konulara ilişkin davalarda Sözleşme'nin 5 § 3 maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır (bakınız, Atıcı v. Türkiye, no. 19735/02, 10 Mayıs 2007; Solmaz v.

Türkiye, no. 27561/02, AĐHS 2007-II (özetler); Dereci v. Türkiye, no. 77845/01, 24 Mayıs 2005; ve Taciroğlu v.

Türkiye, no. 25324/02, 2 Şubat 2006). Đbraz edilen tüm materyalleri inceledikten sonra Mahkeme, Hükümet'in mevcut davada Mahkeme'nin önceki tutumundan farklı bir sonuca ulaşmasını sağlayabilecek bir olgu veya sav ileri sürmediği kanaatindedir. Yukarıda anılanlar ışığında, Mahkeme başvuranın tutukluluk süresinin uzunluğunun Sözleşme'nin 5 § 3 maddesini ihlal ettiği sonucuna ulaşmıştır. Bu doğrultuda bu hükmün ihlali söz konusudur.

III. SÖZLEŞME'NĐN 6. MADDESĐNĐN ĐHLAL EDĐLDĐĞĐ ĐDDĐASI

50. Başvuran, Sözleşme'nin 6 § 1 maddesi uyarınca, hakkında yapılan ceza kovuşturmasının makul zamanda sonuçlandırılmamış olmasından dolayı şikayette bulunmuştur.

51. Hükümet, bu iddiaya itiraz etmiştir.

52. Mahkeme, öncelikli olarak, başvurunun bu kısmının Sözleşme'nin 35 § 3 maddesi anlamı dahilinde açıkça dayanaktan yoksun olmadığı kanaatindedir. Mahkeme ayrıca başvurunun bu kısmının, başka gerekçelerden ötürü kabul edilemez olmadığını belirtmektedir. Bu nedenle kabul edilir olarak beyan edilmelidir.

53. Mahkeme, söz konusu yargılama işlemlerinin, başvuranın polis tarafından gözaltında alındığı tarih olan 20 Ekim 2000'de başladığını ve Yargıtay'ın kararı ile 27 Mayıs 2010 tarihinde sona erdiğini belirtmiştir.

Yargılama işlemleri, iki aşamalı yargı mercii nezdinde dokuz yıl yedi ay sürmüştür.

54. Mahkeme, yargılama süresine ilişkin "makul süre" kavramının davanın şartları ışığında davanın karmaşıklığı ve başvuranın ve ilgili yetkililerin tutumuna istinaden değerlendirilmesi gerektiğini tekrar dile getirmektedir (bakınız, diğerlerin yanı sıra, Pelissier ve Sassi v. Fransa, no. 25444/94, §

67, AĐHS 1999-II).

55. Mahkeme, çoğu zaman, mevcut başvurudakine benzer konulara ilişkin davalarda Sözleşme'nin 6 § 1 maddesinin ihlal edildiği sonucuna varmıştır (bakınız, yukarıda geçen Pelissier

(9)

ve Sassi). Đbraz edilen tüm materyalleri inceledikten sonra Mahkeme, Hükümet'in mevcut davada Mahkeme'nin farklı bir sonuca ulaşmasını sağlayabilecek bir olgu veya sav ileri sürmediği kanaatindedir.

Mahkeme, bu nedenle, mevcut davada yargılama süresinin uzunluğunun aşırı olduğu ve "makul süre" şartını karşılamadığına karar vermektedir.

56. Bu doğrultuda Sözleşme'nin 6 § 1 maddesinin ihlali söz konusudur. IV.

SÖZLEŞME'NĐN 41. MADDESĐNĐN UYGULANMASI

57. Başvuran maddi ve manevi tazminat olarak 60,000 Euro talep etmiştir. Mahkeme giderleri ve harcamaları için belirli bir talepte bulunmamıştır.

58. Hükümet, bu talebe itiraz etmiştir.

59. Mahkeme, tespit edilen ihlaller ile talep edilen maddi tazminat arasında herhangi bir illiyet bağı olduğunu düşünmemektedir; bu nedenle bu talebi reddeder. Ancak, manevi tazminat açısından, hakkaniyet temelinde hükmederek, başvurana 19,500 Euro ödenmesine karar verir.

60. Mahkeme, gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası'nın kısa vadeli kredilere uyguladığı marjinal faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranın uygun olduğuna karar verir.

ĐŞBU GEREKÇELERLE MAHKEME

1. Oybirliğiyle, başvuranın polis tarafından gözaltında tutulma süresinin uzunluğuna ilişkin şikayetin kabul edilemez olduğunu beyan eder

2. Çoğunlukla, başvuranın kötü muameleye maruz kalmasına ilişkin şikayetin kabul edilebilir olduğunu beyan eder

3. Oybirliğiyle, Sözleşme'nin 3. maddesinin esas yönünden ihlal edilmediğine karar verir 4. 2'ye karşı 5 oy ile, Sözleşme'nin 3. maddesinin usul yönünden ihlal edildiğine karar verir

5. Oybirliğiyle, başvuranın tutukluluğunun uzunluğu açısından Sözleşme'nin 5 § 3 maddesinin ihlal edildiğine karar verir.

6. Oybirliğiyle, Sözleşme'nin 6 § 1 maddesinin ihlal edildiğine karar verir 7. 2'ye karşı 5 oy ile,

(a) AĐHS'nin 44 § 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, döviz kuru üzerinden Türk Lirasına çevrilmek üzere Davalı Devlet tarafından başvurana manevi tazminat olarak 19,500 (on dokuz bin beş yüz euro) Euro'nun miktara yansıtılabilecek her türlü vergilerle birlikte ödenmesine;

(b) Yukarıda bahsedilen üç aylık sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, yukarıda bahsedilen miktara, Avrupa Merkez Bankası'nın kısa vadeli kredilere uyguladığı marjinal faiz oranına üç puan eklemek suretiyle elde edilecek oranda basit faizin uygulanmasına karar verir;

8. Oybirliğiyle, başvuranın adil tazmine ilişkin diğer taleplerini reddeder.

(10)

Đşbu karar Đngilizce olarak hazırlanmış ve AĐHM Đçtüzüğü'nün 77 §§ 2 ve 3. maddesine uygun olarak 13 Mart 2012 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.

Françoise Elens - Passos Françoise Tulkens Yazı Đşleri Müdür Yardımcısı Başkan

Sözleşme'nin 45 § 2 maddesi ve Mahkeme Đçtüzüğü'nün 74 § 2 maddesi uyarınca, Yargıç Joiené ve Yargıç Sajo'nun müşterek kısmi muhalefet şerhi işbu karara eklenmiştir.

YARGIÇ JOCĐENE VE YARGIÇ SAJO'NUN MÜŞTEREK KISMĐ MUHALEFET ŞERHĐ

Bu davada, başvuranın tutukluluğunun uzunluğu açısından Sözleşme'nin 5 § 3 maddesinin ihlalinin ve 6 § 1 maddesinin ihlalinin tespit edilmesine ilişkin olarak çoğunlukla birlikte oy verdik.

Buna karşın, çoğunluğun Sözleşme'nin 3. Maddesi uyarınca yapılan şikayetin kabul edilebilir olduğu ve bu maddenin usul yönünden ihlal edildiği görüşünü paylaşmıyoruz. Bize göre, başvuranın 3. Maddeye istinat ederek yaptığı şikayetin, Sözleşme'nin 35 § 1 maddesinde belirtildiği şekilde altı aylık süre sınırı ile uyumlu olmadığı gerekçesiyle reddedilmeliydi.

Başvuran, Diyarbakır Emniyet Merkezi'nde polis tarafından gözaltında tutulurken kendisine kötü muamelede bulunulduğunu ve şikayetinin etkin şekilde soruşturulmadığını iddia etmiştir. Bu bağlamda, başvuran Sözleşme'nin 3 ve 13. maddelerine istinat etmiştir.

Kararın 28. paragrafında belirtildiği üzere, Hükümet, Mahkeme'nin dikkatini başvuranın gözaltı süresinin sona erdiği tarih olan 30 Ekim 2000 ile başvuranın cumhuriyet savcısına şikayette bulunduğu tarih olan 7 Haziran 2007 arasında geçen sürenin uzunluğuna çekerek, Mahkeme'den başvurunun bu bölümünü altı aylık süre kuralı ile uyumlu olmadığı gerekçesiyle reddetmesini talep etmiştir.

Altı ay kuralının amacının yasal istikrarı teşvik etmek (bakınız De Wilde, Ooms ve Versyp v. Belçika, 18 Haziran 1971, § 50, Seri A no.12) ve Sözleşme uyarınca sorun yaratan davaların makul süre içerisinde ele alınmasını sağlamak olduğunu belirtmek isteriz. Altı aylık süre, Sözleşme'nin organları tarafından yapılan denetimin zamana bağlı sınırlarını belirler ve hem bireylere hem de Devlet yetkililerine bu tür bir denetimin yapılmasının artık mümkün olmayacağı süreyi bildirir (bakınız, diğerlerinin yanı sıra, Walker v. Birleşik Krallık, no. 34979/97, AĐHS 2000-I). Ayrıca, bu altı aylık süre sınırı, ilgili yetkililerin ve diğer kişilerin uzun süre boyunca belirsizlik durumunda kalmasını önlemelidir (bakınız Bulut ve Yavuz v. Türkiye, no. 73065/01, 28 Mayıs 2002; îçöz v. Türkiye, no. 54919/00, 9 Ocak 2003; ve Kenar v. Türkiye, no. 67215/01, 1 Aralık 2005).

Yerleşik içtihada göre, hukuk yolunun mevcut olmaması veya bu hukuk yollarının etkili olmadıklarına karar verilmesi halinde, altı aylık süre sınırı, kural olarak, şikayet edilen eylem tarihinden itibaren (bakınız Hazar ve Diğerleri v. Türkiye, no. 62566/00 ve diğerleri, 10 Ocak 2002) veya bu eylemin veya başvuran üstündeki etkisinin veya zararının öğrenildiği tarihten itibaren

(11)

başlamaktadır (bakınız Dennis ve Diğerleri v. Birleşik Krallık, no. 76573/01, 2 Temmuz 2002). Başvuranın ilk olarak iç hukuk yolundan yararlandığı ve sadece daha sonraki aşamada bu hukuk yolunu etkisiz hale getiren koşullardan haberdar olduğu veya haberdar olması gerektiği istisnai davalarda, özel hususlar uygulanabilir.

Böyle bir durumda, altı aylık süreç, başvuranın bu koşullardan haberdar olduğu veya haberdar olması gerektiği zamandan başlayarak hesaplanabilir (bakınız Bayram ve Yıldırım v. Türkiye, no. 38587/97, AĐHS 2002-III).

Mevcut davada, başvuranın kötü muamele iddialarının kendisi polis tarafından gözaltında tutulurken, Ekim 2000 tarihinde gerçekleştiğini gözlemlemekteyiz. Dava dosyasından, başvuranın şikayetini Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi önündeki duruşması esnasında ulusal mercilerin dikkatine sunduğu açıktır. 30 Kasım 2000 tarihinde yapılan ilk duruşma esnasında, Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi hakimlerinin başvuranın sağ elinde bazı sıyrıklar gördüğünü de dikkate alıyoruz. Duruşmayı yapan mahkeme daha sonra Cumhuriyet Savcılığı'na başvuranın kendisine kötü muamelede bulunulduğu iddiasının bildirilmesi gerektiğine karar vermiştir. Ayrıca, duruşmada hazır bulunan başvuran avukatı, cumhuriyet savcısına ayrı bir şikayette bulunmak istemesi halinde, başvurusuna duruşma tutanağının tasdikli suretini eklemesi hususunda bilgilendirilmiştir.

Bu bağlamda herhangi bir suretle bir suçun işlenmiş olması şüphesine mahal veren bir durum hakkında bilgilendirilen cumhuriyet savcısının, söz konusu zamanda yürürlükte olan Ceza Muhakemesi Kanunu 153.

maddesi uyarınca, faillerin belirlenmesi için gerekli olan tahkikatları yaparak olayları soruşturmakla yükümlü olduğunu belirtmek isteriz. Ancak, dava dosyasındaki bilgilere göre, dikkatine sunulan kötü muamele iddialarına ilişkin olarak cumhuriyet savcısı tarafından hiçbir işlem yapılmamıştır. Ayrıca, yargılamayı yürüten mahkeme önündeki savunmasında, başvuran kendisine kötü muamelede bulunulduğunu belirtmesine rağmen, mahkeme bu iddialara ilişkin olarak harekete geçmemiştir.

Başvuranın, kendisinin kötü muamele iddialarına ilişkin yürütülen kovuşturmanın sonucuna karşılık olarak neden gerekli özen göstermediğine ve sadece 7 Haziran 2007 tarihinde, şikayette bulunduğu olaylardan yedi yıl sonra, cumhuriyet savcısına şikayette bulunduğuna ilişkin herhangi bir bilgi temin etmemiş olmasını da dikkate alıyoruz. Ulusal mahkeme dava işlemleri boyunca bir avukat tarafından temsil edilen başvuranın o zamanda, iddia edilen olaylardan yedi yıldan daha fazla süre sonra, iddiaları doğrultusunda yürütülen soruşturmanın iddia edilen etkisizliğinden aşama aşama haberdar edilmiş olması gerektiği kanaatindeyiz.

Aslında, bu durum başvuranın, 20 Eylül 2007 tarihinde Mahkeme'ye yaptığı başvurusunda, Sözleşme'nin 13.

maddesi uyarınca, polis tarafından gözaltında tutulurken maruz kaldığını iddia ettiği kötü muameleye yönelik yürütülmesi gereken etkin bir soruşturma olmaması gerekçesiyle şikayetçi olması ile desteklenmektedir.

Savcının bu aşamada soruşturma başlatmasına ve 13 Eylül 2007 tarihinde başvuranın ifadesini almış olmasına rağmen, Siverek Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararı ile 26 Haziran 2009 tarihinde sona eren bu soruşturmanın mevcut davanın koşullarında altı aylık süreyi kesintiye uğrattığı veya yeniden başlattığı kanaatinde değiliz. Şikayet edilen eylemlerden sonra geçmiş olan yedi yıllık sürecin, 2007 yılında dava koşullarında artık mümkün olmaması gereken Mahkeme denetiminin zamana bağlı sınırlarını açık şekilde belirttiği düşüncesindeyiz.

Bu nedenle, bize göre, başvurunun bu bölümü, başvuranın 3. madde şikayetlerine ilişkin olarak ulusal düzeyde etkin bir hukuk yolu olmadığından haberdar olmasından veya haberdar edilmiş

(12)

olmasından altı aydan daha fazla süre sonra yapılmıştır. Bu nedenle başvurunun bu bölümü, Sözleşme'nin 35

§§ 1 ve 4. maddesi uyarınca reddedilmelidir.

Son olarak, Sözleşme'nin 41. maddesi uyarınca manevi tazminata ilişkin olarak, davanın koşullarında, başvuranın 3. madde kapsamındaki şikayetleri altı-aylık süre kuralı ile uyumlu olmadığı için kendisine daha az miktarda tazminat verilmesi gerektiği düşüncesindeyiz.

Referanslar

Benzer Belgeler

AĠHM, taĢınmazın değerinin m 2 baĢına 1,50 TRL (0,86 Avro (EUR)) olarak belirlenmesinden önce Asliye Hukuk Mahkemesi’nin baĢvuranın iddialarını reddetme

Belirli olmayan bir tarihte, 4483 No’lu Kanun uyarınca (Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerin Yargılanması Hakkında Kanun), Ümraniye Cumhuriyet Savcısı dosyayı

AĐHM, Hükümet tarafından sunulan soruşturma dosyasını inceledikten sonra, Mehmet Özdemir’in kaybolmasıyla ilgili olarak Cumhuriyet Savcısı’nın yapmış

AĐHM ayrıca, başvuranlar Aşur Seçkin’in de kaybolduğuna dair iddiada bulunmuş olsa da, dava dosyasındaki belgeye göre, aslında Derecik askeri üssünde

Somut olayda, AĐHM, Hükümet’in Lütfi Volkan’ı kendi eylemlerine karşı kişiyi koruma sorumluluğuna ilişkin olarak, ölüme neden olan koşullar, toplanan deliller

Aslında, belirtilen tutarsızlıklar ve özellikle olay yerinde bulunan yabancının aracın arakasında bulunan iki kişinin gölgesini belli belirsizce gördüğünü

Başvuranların yasal temsilcisi, yedinci başvuran olan Bay Memduh Đlhan’ın 26 Nisan 2009 tarihinde vefat ettiğini Mahkeme’ye 1 Mart 2012 tarihinde bildirmiş ve

Başvuran, AĐHS’nin 6/3 (c) ve (e) maddesine dayanarak, okuma yazmasının olmaması ve Türkçesinin yeterli olmaması nedeniyle, polis, savcı ve soruşturma