• Sonuç bulunamadı

AKSİYON. Sinema Emek ister

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "AKSİYON. Sinema Emek ister"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Sinema ‘Emek’ ister

Beyoğlu’nun yıllara meydan okuyan seyirlik mekânı Emek Sineması, geçen ekim ayında perdelerini kapattı. Ama görünen o ki kimse Emek’siz bir sinema ya da sinemasız bir Emek görmek istemiyor.

‘Sevgi emek ister” ifadesi ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ filmini seyrettiğimiz yıllardan (1977) beri dilimizin anlamlı ve sevilen cümleleri arasına girdi.

Kurduğumuz ilişkilerde özellikle umduğumuzu bulamadığımız ya da vefasızlık gördüğümüz anlarda bu cümleye başvuruyoruz. Şimdilerde ismiyle müsemma bir karşılık, yani vefa göremediğini düşünen Emek Sineması’nın kapanmasıyla bu cümle farklı bir şekilde söylenir oldu: “Emek, sevgi ister.” Zira ‘emek’

kelimesinin Türk milleti ve sineması için anlamı ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’da saklı değil sadece. Yolu beyazperdenin içinden, hatta önünden geçen herkesin aşina olduğu bir mekân, Yeşilçam Sokağı’nın vazgeçilmezi Emek Sineması var ki, âdeta kadim yapısıyla o da sinemaya emek vermenin ne demek olduğunu gösteriyordu. Ta ki, Ekim 2009’da tartışmalı bir şekilde kapanana kadar. Elbette mevcut durumdan en çok etkilenen isim sinemanın son işletmecisi Süheyla Kurtuluş. Başlarda sinema işine zorla girmesine rağmen sonradan Emek’i kendi evi gibi hissettiğini söylüyor Kurtuluş. Kapanmasından duyduğu hüznün

ölçülebilir yanı yok: “Babam (Orhan Kurtuluş) bize ‘Burası, size bıraktığım güzel bir miras’ derdi hep. Ama sonradan bu hâle gelmesi çok acı oldu.”

Burçak Evren’in Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi’nde geçen ifadelerine göre sinema mekânında önceleri Pera’nın tek buz pateni sahası ‘Skating Place’

vardı. Hatta paten sahasının kimi bölümlerinde o dönem bile film gösterimleri yapılıyordu. Yeşilçam Sokağı’nın vazgeçilmezi Emek Sineması’nın sinema olarak açılışı 1924 yılına rastlıyor. Önceleri sinema perdesinin iki yanında yer alan melek figürleri yüzünden ‘Melek Sineması’ adı verilen bir mekânken Emekli Sandığı tarafından satın alındıktan sonra şimdiki adını alıyor.

Sinemanın ilk sahibi, İpek ve Sümer sinemaları da kendilerine ait olan A. Saltiel ve H. Artidi. 1945-1958 yılları arasında İpekçi kardeşlerin işletmeciliğini yaptığı sinema daha sonra sanatçı Melike Demirağ’ın babası Turgut Demirağ

tarafından yönetilir. 1975’ten kapıları kapandığı son güne kadar da

işletmeciliğini İsmet Kurtuluş ve yeğeni Süheyla Kurtuluş yapar. Öyle ki İsmet Bey, vefat etmeden önce sektöre harcadığı yıllara mukabil 2003 yılında Sinema Yazarları Derneği (SİYAD)’nin verdiği ‘sinema emek ödülü’nün de sahibi olur.

İsmet Kurtuluş, Orhan Kurtuluş ve kızı Süheyla Kurtuluş uzun yıllar aile şirketleri olan Akün Film ile sadece Emek’i işletmekle kalmaz. Aynı zamanda yurt

(2)

dışından önemli filmlerin ithalini gerçekleştirir. Hatta bu filmlerin ilk

gösterimlerinde sinemanın önünden İstiklal’e kadar o dönemin klasiği hâline gelmiş uzun kuyruklar oluşur. Bu tarz filmlerden akla ilk gelen İrlandalı Kız’dır. İlk olarak Turgut Demirağ’dan bu filmin gösterimi için sekiz haftalığına sinemayı kiralayan Orhan Kurtuluş, daha sonra işletmeciliği devralmaya karar verir. Aynı zamanda Maltepe Yazlık, Yel Değirmeni, Özen, Bağlarbaşı, Çiftlik, Kızıltoprak, Kent ve Atlantik sinemalarını işleten ailenin Türkiye’ye getirdiği önemli yapımlar içinde ‘7 Kardeşe 7 Gelin’ ve 1952-53 sinema sezonunda gişe rekoru kıran

‘Rüzgâr Gibi Geçti’ filmleri de yer alır. Filmlerin o dönemki ilk gösterimi tabii ki 875 kişilik devasa salonuyla Emek Sineması’nda yapılır. Zira bir filmin galasının yapılabileceği daha şahane bir mekân yoktur. Gösterime girecek film, Emek’in sahnesinin üzerinde duran beyaz perdeye yansır. Zaten bir tek Emek gibi yıllanmış sinemalarda vardır, filmlerin âdeta yaşayan bir sanatçı gibi sahneye çıkma hadisesi. Böylelikle kendileri gelemese de filmleriyle yüzlerce oyuncu ve yönetmen geçmiştir Emek’in sahnesinden. Ayrıca İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV)’nın düzenlediği İstanbul Uluslararası Film Festivali’nin açılış ve

kapanışına ev sahipliği yapan o devasa sinemaya, sanatçılar bizzat gelip, seyircilerin arasına iştirak etmişlerdir.

Emek’i farklı kılan sadece sahnesi değildir. Daha da önemlisi pek çok insan, ilk sinema deneyimini burada edinmiş, beyazperdenin büyüsüne burada

kapılmıştır. Bu yüzden ‘ilkler unutulmaz’ prensibince herkesin kafasında bir emek portresi mevcuttur. Yer göstericilerinin özel kıyafetinden tutun hiç değişmeyen gişe görevlilerine kadar kendine has bir dokusu ve kokusu vardır bu mekânın. Bugün Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın bile ifade ettiği gibi talebelik yıllarında Emek’te film seyretmek pek çok kişi için bir ödüldür.

Fakat şartlar değişmekte, teknoloji ilerlemekte ve maalesef rekabet şartları Emek’in aleyhine gelişmektedir.

Kurtuluş ailesinin kendi film şirketleri ile getirdiği filmlerin gösterimi önce Emek’te yapılıp daha sonra diğer sinemalara dağıtıldığı için o dönemde seyirci avantajı sağlayabilmektedir. Fakat yıllar geçip farklı tarzda film şirketleri de ithalat ve dağıtıma başlayınca Emek’in avantajlı durumu ortadan kalkar. Artık onlarca sinema aynı anda filmi gösterime sokar. Hâl böyle olunca daha önce övünülen 875 kişilik devasa salon doldurulamadığı için bir dezavantaja

dönüşür. Dağıtımcı firmalar, filmlerin diğer sinemalardaki gibi Emek’te de sekiz hafta oynatılmasını talep edince ekonomik olarak zarar dönemi başlar.

Süheyla Kurtuluş’un ifadesiyle sinemanın kapısını açmak günlük 1500 TL’ye mal olmaktadır. Üstelik artık alışveriş merkezlerinin konforlu ve teknolojik imkânlarla donatılmış salonları ortaya çıkmıştır. Emek kadar tarihî dokuya sahip olamasalar da bu durum özellikle gençlerin klimasız bir salon yerine, klimanın yanında yatan ve sallanan koltuklu bir mekânı tercih etmelerine mâni olamaz.

Büyük ve tek salona sahip Emek’te oynayan film sayısı da alışveriş

merkezlerindeki (AVM) sinemalara göre daha azdır. Süheyla Hanım, her ne kadar “AVM’ler de hoşuma gitti. Her şey temiz, medeni bir şekilde içeri giriyorsun, yer göstericiler yok” diye düşünse de nihayetinde “Ama benim

(3)

sinemamın kokusu yok oralarda.” diyor. Bugünlerde kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalan bir diğer mekân Beyoğlu Sinemaları. Müdürü Temel Kerimoğlu verdiği bir röportajda yakın zamanda kapanan Alkazar Sineması’na atıfta bulunarak şu ifadeleri kullanıyor: “Sinemalar dokusu olan yerlerdir. Alışveriş merkezlerinde sürüyle sinema olacak; ama bir Alkazar, bir Emek olamayacak.”

Özellikle son on yılda maddi olarak sıkıntıya giren ve AVM sinemalarıyla

yarışamayan Emek, kimi zaman tek kişilik seanslara şahit olur. Veya günde üç seans iptal edilir. Süheyla Kurtuluş, film dağıtımcılarının bu tarihî sinemaya gereken desteği vermediğini söylüyor.

En parlak dönemini 90-95 yılları arasında yaşar Emek Sineması. 2000’li yıllarda her ne kadar zor günler geçirse, seyirci ve gösterime sokacak film sıkıntısı çekse, çatıya çıkan tinercilere karşı yılda 5-6 milyar harcansa da ‘yolumuza devam edebiliriz’ diye düşünülür. Ama ‘orada bir köy var uzakta, gitmesek de görmesek de…’ mantığı işin rengini değiştirir. Süheyla Kurtuluş’un ifadesiyle 35 senedir sinemanın olduğu sokakta barların haricinde hiçbir ilerleme olmaz. Gün gelir tabela asacak yer bile bulunamaz. Derken, Emek Sineması’nın içinde bulunduğu ve çoğu bölümünün yıllardır atıl bırakıldığı Cercle d’Orient binasının yenilenmesi gündeme gelir. Başta Kültür Bakanlığı ve Beyoğlu Belediyesi olmak üzere Mimarlar Odası, dernekler ve Emekseverler arasında ciddi bir tartışma başlar. Binanın yenilenmesi nasıl olacak ve Emek Sineması olduğu yerde ve şekliyle muhafaza edilebilecek midir? Sokak gösterileri, yürüyüşler, film gösterimleri gerçekleşir protesto amacıyla. Dahası her meslekten insandan binlerce imza toplanır. Süheyla Kurtuluş, gelişmeleri değerlendirirken sitemkâr konuşuyor: “Kör olur badem gözlü olur ya Emek de öyle oldu. O zaman ortaya çıksalardı. Benim ayakta kalabilmem için ne filmci ne de seyirci yardım etti.”

Emek’in kapanması daha önce 80’li yıllarda da gündeme gelmiştir. Sinemanın bulunduğu bina yap-işlet-devret sistemiyle Kamer İnşaat’a verilir. Ardından 5-6 kez açılan tahliye davasına rağmen toplanan sayfalarca imza sayesinde

kapanmaktan kurtulur sinema. O dönemde imzaların yer aldığı anı ve imza defteri hâlâ Süheyla Kurtuluş’ta. Bugün aynen geçmişte olduğu gibi sinemanın kapanması gündeme geldiğinden beri her kesimden kişi ve kuruluş Emek’in açık kalması için destek verse de sonuç değişmez. Ve Süheyla Hanım, tüm gayretlerine rağmen mutsuz sona engel olamaz. Yaklaşık bir yıl önce perdeleri kapatır ve Emek’in kapısına kilit vurulur. Şimdi Emek’in devasa salonunda yaldızlı duvarlar ve havadaki toz bulutu kendi viran filmini çekiyor. Zira Emek’in son durumu hala belirsizliğini koruyor. Şu da bir gerçek ki, Türk sineması bir

‘Emek’ istiyor.

Sinema yazarları: Bizi karşılıksız besledi

Sinema salonlarının en vefalı müdavimleri şüphesiz sinema yazarlarıdır.

Gelecekteki işlerinin bir alamet-i farikası olarak genç ve çocukluk döneminde

(4)

de hepsi o görkemli salonlara misafir olmuştur. Biz de Emek Sineması’nda çok sayıda film izleyerek oraya emek veren sinema yazarlarına bu mekânla ilgili anılarını, hissiyatlarını sorduk. Âdeta bam tellerine basılmış gibi hepsi farklı bir hikâye anlattı.

Fırat Yücel: Emek Sineması’nın kişisel tarihimde çok büyük yeri var. Babam Erkan Yücel, beyazperdenin ve ekranın yasaklarla karartıldığı bir dönemde bazı önemli film ve dizilerde rol almıştı. Yorgun Savaşçı yakıldı. Hakkâri’de Bir

Mevsim (1983) yıllarca yasaklı kaldı. Yasağın kalkmasının ardından filmin galası Emek Sineması’nda yapılmıştı, ben 6 yaşındaydım o zaman, babamı yeni

kaybetmiştik. Annemle galaya gidişimizi hatırlıyorum. Babamı sinemada ilk o zaman, Emek’in büyük perdesinde izlemiştim. Yasağın kalktığını görmeye ömrü yetmeyen babam ise kendi filmini hiç izleyemedi. Yıllar sonra bir sinema yazarı olarak festivallerde sayısız film izledim Emek’te. Nisan 2008’de, yine çok özel bir gösterim vardı benim için; 12 Eylül darbesinden sonra yasaklanmış, negatifleri kaybolmuş Bereketli Topraklar Üzerinde (1979) yenilenmiş kopyasıyla İstanbul Film Festivali’nde gösteriliyor, Emek Sineması’nın perdesine yansıyordu.

Babamı başka sinemalarda da izledim, DVD’lerde, TV ve bilgisayar

ekranlarında gördüm. Hiçbiri Emek Sineması’nın perdesindeki ‘Kaçakçı Halit’ ve

‘İflahsızın Yusuf’ kadar canlı değil hafızamda. Bugün hâlâ sinemanın yasaklanmadığı bir Türkiye’nin hayalini kurabiliyorsam bu Emek Sineması sayesindedir.

Murat Özer: Emek’le ilgili anılarım o kadar çok ki, bunlar arasından birini seçip öne çıkarmam son derece güç. Ama birkaç SİYAD ödül törenine ev sahipliği yapan mekânın o gecelerde bir başka göründüğünü belirtmem gerek. Daha gerilere gidersek... Sinema Günleri’nde tanıdığım dostlarımdan Uğur Vardan’la (her ikimiz de sinema yazarı değildik o sıralar) yaptığımız keyifli sinema

sohbetlerinin çıkış noktası da Emek’ti, Uğur’la biraz da ‘skor yarışı’na girerdik o zamanlar (ve ben kazanırdım!). Filmi biraz daha geriye sararsak,

Adapazarı’ndan İstanbul’a üniversite için geldiğim yılların vazgeçilmezlerinden olduğunu söyleyebilirim Emek’in; özellikle yazları yapılan toplu gösterimlerde seyrettiğim filmlerin haddi hesabı yok. Müzikallerden korku filmlerine,

bilimkurgulardan ustaların başyapıtlarına kadar birçok önemli yapımı beyazperdede seyretme şansı verdi bana bu gösterimler... Zaman akıp

giderken Emek hep oradaydı ve hep bir ‘güven’ duygusu verdi bana, yıkılması mümkün olmayan bir ‘kale’ gibiydi benim için. O yıllarca bizi beslerken hiçbir şey istemedi. Şimdiyse onun bize ihtiyacı var ve Emek için elimizden geleni yapmak boynumuzun borcu, insansak eğer!

Esin Küçüktepepınar: Çocukluğumun taşra sinemalarındaki gibi büfe tezgâhında sıralanan gazoz şişeleri, bilet kuyruğundaki sohbetler, kalabalık festival zamanı daha da sabır kuşanan iyi niyetli elemanları ve elbette bende iz bırakmış kimi filmleriyle Emek sadece bir sinema salonu değil. Sayısız ustanın ağırlandığı İstanbul Film Festivali’ndeki ilk yılımı, mekân ve duygusuyla Emek’te kendimi dünyanın, önemli bir sinema olayının merkezinde hissettiğim o ilk haz anı her şeyden kıymetli. Eskiydi ama köhne değildi, görmüş geçirmişti ama bize

(5)

de kapı açıyordu. Yıllar sonra müthiş hayranlık duyduğum Rus üstat Sokurov’un sunumunu yapmak üzere sahneye çıkarken feci tökezlemiş ama onun

‘çıkmadan düşmek daha iyidir’ kıvamındaki esprisiyle teselli bulmuştum.

Atilla Dorsay: 1949 yılında küçük bir çocukken, ailemin beni Galatasaray Lisesi’nde okutmak için İzmir’den kalkıp İstanbul’a göç ettirmesiyle birlikte İstanbul’a ve onun kültür hayatına başladım. Ve o yıl burada annem, babam, teyzem ve eniştem- hepsi rahmetli oldu - beni alıp Emek Sineması’na

götürdüler. Oynayan film Rüzgâr Gibi Geçti idi. Aslında 1939 yapımı; ama savaş sırasında ve sonrasının yoksulluğu içinde Türkiye’ye getirilememiş, ancak 1949’da gelmiş ve Emek Sineması’nda Türkiye galasını yapmış. Ben daha on yaşında küçük bir çocuktum ve karşımda 3,5 saatlik devasa bir yapım vardı.

Tabii sinema konusunda o zaman bilgim bile yoktu. İlk defa öyle görkemli bir salonda, görkemli bir film seyretmenin anısı beni etkiledi. Herhalde sinema yazarı olmamdaki en önemli olaylardan biri budur. Yıllar sonra 80’li yılların başında Türkiye’de bir sinema bunalımı var, video kasetler yağmur gibi yağıyor, ilk defa özel kanallar yayına başlamış ve herkes eve kapanıp ya video izliyor veyahut yeni özel kanalların cicili bicili programlarını izliyor. Emek Sineması bundan nasibini alıyor, ama birdenbire Allen Parker’ın The Wall (Duvar) adlı filmini gösterime koyuyorlar. Bir rock müzikali. Aynen eski günlerdeki gibi o sokak İstiklal Caddesi’ne kadar taşan bir kalabalıkla doluyor. Ve ben o yıllarda başlamış fotoğrafçılığımla o anın resmini çekiyorum. Emek Sineması birdenbire o yıllarda bize sinemayı yeniden hatırlatan ve onu yeniden gündeme koyan bir sinema oluyor. Sonraki yıllarda İstanbul Festivali 1981-1982 yılından itibaren Emek’te başlıyor. Emek yavaş yavaş bugün 30 yıla yaklaşan festivalin yuvası oluyor. Ve biz her yıl on beş gün dünya sinemasının en parlak, en sanatsal örneklerini izliyoruz ki bunlar arasında bugün hayatta olmayan sanatçılar var.

Mesela Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük replik sanatçısı Mengü Ertel, en büyük seramik ustası Süreyya, elbette Şakir Eczacıbaşı, Elia Kazan gibi artık aramızda olmayan bütün bu insanlar Emek’ten geçiyor. Yaklaşık 10-15 kuşağın

anılarında inanılmaz bir yer ediniyor bu salon. Böylesi Türkiye’nin ve İstanbul’un kültür hayatına kök salmış bir salonu tabii ki savunacağız, yapabildiğimiz sürece onun ayakta kalması için direneceğiz.

Cüneyt Cebenoyan: Emek, tabii ki en güzel sinema salonuydu İstanbul’un.

Mimari değeri yüksekti. Ama bunları daha iyi ifade edecek başkaları vardır.

Emek’i güzel yapan insanlarıydı. Müdür Hikmet Abi başta olmak üzere, Emek’te çalışan ve sempatik olmayan birine rastlamadım. Hikmet Abi hep yardımcıydı.

Biletiniz var mı yok mu, paranız var mı yok mu, sizi tanıyor mu tanımıyor mu çok önemli değildi. O gördüğüm kadarıyla herkese yardımcı olmaya çalışan

muhteşem bir sinema müdürüydü. İşini para kazanmak olarak değil, insanlara film izletmek olarak görüyordu belli ki. Sorsanız beni muhtemelen ismen bilmez ama kendisinden festival sırasında çok yer numarası istemiş ve almışımdır. Bu insancıllık, yer göstericiler ve tuvaletteki kolonyacı hanım için de geçerliydi.

Parayı dert ettiklerini görmedim. Verirseniz ne ala, yoksa da ne gam. Emek hem İstanbul gibi dev bir metropolün en görkemli salonuydu hem de çalışan herkesi tanıdığımız mahallemizdeki küçük yazlık açık-hava sinemamız gibiydi. Ama niye

(6)

geçmiş zamanda konuşuyorum ki. Henüz bu mücadele bitmedi.

Teknoloji

YASİN GENÇOĞLU y.gencoglu@aksiyon.com.tr

ÜRÜN

3D kamera gerçek oldu

İlk çıktığı günden bu yana dünya üzerinde büyük bir etki yapan ve dalga dalga etkisi artan 3D, artık kameralara da ulaşmaya başladı. Geçtiğimiz günlerde Panasonic tarafından açıklaması yapılan 3D kameralar, hayatımızda olması muhtemel değişikliklerin ve teknoloji harcamalarının habercisi gibi. Çünkü eğer bir 3D kamera alırsanız bir de 3D televizyon almalısınız. Firma, sabit 3D

kameraların yanında daha önce gelişmiş bir kamera alanlar için de 3D lensler ürettiğini açıkladı.

2010-09-13

Muhabir: ELİF NESİBE ÖZBUDAK

Referanslar

Benzer Belgeler

söylüyor.Belediye’nin Şehir Tiyatroları Müdürlüğü’ne sanatçı alımı için yaptığı duyuruya göre 168 sanatçı ve teknik eleman ihale yoluyla alınacak.. İstenen

İdare Mahkemesi,2010/448 Esas no.lu kararında şöyle dedi: “Dava konusu işlem, uygulanması halinde telafisi güç veya imkansız zararlar doğurabileceğinden, mahallinde keşif ve

Böy - lece gelenekçi Fikret yeni - likçi; yenilikçi Fikret d e v ­ rimci çizgiye ulaşır ve din­ sel-tanrı sal dünya görüşü ye­ rini, insancı -doğacı

Ancak Poulantzas, Lenin’den hareketle yapı- sal belirlenimin yani üretim sürecindeki nesnel sınıfsal konumun bütün boyutla- rıyla (toplumsal işbölümünün siyasi ve

“Haftalık çalışma süresinin haftalık çalışma günlerine farklı şekilde dağıtılması durumunda, o işyerinde haftada 6 gün çalışılıyorsa bir işçi haftada en çok

Şemsettin Sami, Anadili olan Rumca, dan sonra öğrendiği Türkçenin en büyük dilcisi olurken, Türkiyede ilmi temsil e- denler neredeydiler?... Hâlâ

[r]

Bu varsayımdan hareketle intihar, Değişim Rüzgârı adlı yapıttaki hep ailesine, devlete karşı sorumluluklarıyla yaşamış ve böylelikle kişiliğini yitirmiş ana