• Sonuç bulunamadı

HZ. PEYGAMBER E TÂBİ OLANLAR

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "HZ. PEYGAMBER E TÂBİ OLANLAR"

Copied!
23
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

2. HAFTA

HZ. PEYGAMBER’E TÂBİ OLANLAR

Yüce Allah (cc) insanı en güzel biçimde yaratmış1 ve onu şerefli kılmıştır.2 Bu durum, insana verilen değeri ve atfedilen önemi ortaya koymaktadır. Buna mukabil insandan beklenen, sözü edilen güzel yaratılışa ve kendisine lütfedilen değere uygun kulluk yapmaktır.

İnsanoğlunun Yüce Allah’a karşı kulluğunu nasıl gerçekleştireceğinin kural ve kaideleri, Allah (cc) tarafından vahiy meleği Cebrail aracılığıyla Hz. Peygamber’e (s) indirilen, onun da insanlık ailesine tebliğ ettiği Kur’ân-ı Kerim’de yer almaktadır. Bu çerçevede Kur’ân’ın bir beşer olarak nasıl okunması, anlaşılması ve evrensel ilkelerinin hayata aktarılması gerektiği, uygulamalı bir biçimde bizzat Hz.

Peygamber (s) tarafından insanlara öğretilmiştir. Hz. Peygamber’in sünneti olarak bilinen bu uygulamalar, esasında İslâm dininin inanç ve ibadet esaslarını kusursuz biçimde yerine getirme konusunda Müslümanlar için bir nimet; dinî ve sosyal hayatta insanlara kolaylık sağlayan bir berekettir.

Bu doğrultuda Kur’ân-Sünnet bütünlüğü içerisinde bir hayat yaşamak, takvâya uygun bir kulluk için tüm insanlardan, özellikle bütün Müslümanlardan beklenen bir görevdir.

Yüce Allah’a (cc) karşı sorumluluğunu yerine getiren ve O’nun âyetleri konusunda duyarlılık gösteren muttakî insanın asıl hedefi, Allah’ın (cc) sevgisini ve rızasını kazanmak; böylece dünya ve ahiret mutluluğunu yakalamaktır. Kur’ân’da belirtildiğine göre Allah’ın (cc) sevgisi Hz. Peygamber’e (s) tâbi olma şartına, Allah’ın rızası da O’nun âyetlerine karşı duyarlı davranma, bu âyetler istikametinde O’nun emir ve yasaklarına riayet etme ve böylelikle O’ndan razı olma kuralına bağlanmıştır.3 Bu noktada Yüce Allah’ın (cc) sevgisini kazanmak için Hz. Peygamber’e (s) tâbi olmak, ona itaat etmek bir Müslüman açısından büyük önem arz etmektedir. Zira Allah’ın Rasûlü’nde her insan için, özellikle de Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikretmek isteyenler için muhteşem bir örnek vardır.4 O’nun insanlık ailesine örnekliği yüce bir ahlâk üzeredir5 ve bu yüce ahlâk insanların dünya hayatına yön vermeyi başardığında, artık o kimse Allah’ın (cc) sevgi ve rızasını kazanmaya çok yakındır demektir. Çünkü Hz. Peygamber’de (s) var olan güzel ahlâk, kişinin hem dini hem de sosyal hayatını yani tüm dünya yaşamını kuşatan, onu yanlış tutum ve davranışlardan alıkoyan ve insana sürekli doğruyu, güzel olanı, Yüce Allah’ın memnun kalacağı işleri telkin eden eşsiz bir değer ve erdemdir.

Sözün özü: Yüce Allah’ın (cc) sevgisi, bireyin Hz. Peygamber’e (s) tâbi olmasında, onun Kur’ân’ı okuma, anlama ve evrensel mesajlarını hayata aktarma biçimini yani Allah Rasûlü’nün örnek hayatını kendisine rehber edinmesindedir. Zira “(Ey Peygamber!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayandır; çok merhamet edendir. De ki:

Allah’a ve Rasûl’e itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz (bilin ki) Allah kâfirleri sevmez.”6 âyetlerinde bu hakikate açık bir vurgu söz konusudur.

1. Kavramsal Çerçeve

Bu başlık altında, Yüce Allah’ı (cc) sevenlerin, Hz. Peygamber’e (s) tâbi olması ve Allah’a ve Rasûlü’ne itaat etmesi zorunluluğuna vurgu yapan Âl-i ‘Imrân sûresi 31-32. âyetlerde zikredilen muhabbet, ittibâ‘, mağfiret, günah ve ita‘at kavramlarını incelemek istiyoruz.

1 Tîn 95/4.

2 İsrâ’ 17/70.

3 Fecr 89/27-30.

4 Ahzâb 33/21.

5 Kalem 68/4.

6 Âl-i ‘Imrân 3/31-32.

(2)

1.1. Muhabbet Kavramı

Türkçe’de “insanı bir şeye veya bir kimseye karşı yakın ilgi ve bağlılık göstermeye yönelten duygu”7 manasına gelen sevgi kavramı Arapça’da hubb ve vüdd kelimeleriyle ifade edilmektedir. H-b-b (ب-ب-ح) kök harflerinden türeyen bir isim olan muhabbet de sevginin sosyalleşmiş halidir.8 Hubb, “sevgi”9 anlamına gelmektedir, doğuştan var olan bir duygudur10 ve buğzun zıddıdır. V-d-d (د-د-و) kök harflerinden türetilen vüdd, “seveni kendinden geçirecek derecede coşkulu sevgi,11 istek,12 sonradan elde edilen sevgi13” demektir. Vüdd düzeyindeki sevginin sosyalleşmiş hali ise meveddettir.14 Muhabbet ise “kişinin iyi ve güzel olduğuna inandığı şeyi istemesi,15 bireyin güzel görünen ve uyum gösteren şeylere karşı eğilimli olması16” manalarına gelmektedir.17

Sosyal ahlâkın özünü oluşturan sevgi, “düşmanı dosta çeviren, düşmanlık ve kin derelerini kurutan güçlü bir duygudur. Sevgi duygusu hem aktif hem de pasif niteliklidir; bu duygu hem seven hem de sevilen boyutlara sahiptir.” “Tahılın tanesi, kalbin içinde pıhtılaşmış kan” anlamlarına da gelen sevgi kelimesi yeşerip büyümeye müsait bir tohum gibidir ve bireyleri kalbin içi ile birbirine bağlayan yüksek bir güce sahiptir. Nasıl ki tohum bitkinin özü olup toprağa atılınca yeşeriyorsa, insanın özü olan sevgi de gönüller arasında yeşerip büyüdükçe kardeşlik, birlik ve beraberlik içerisinde yaşayan bir toplum meydana gelecektir. Zira bireysel ve toplumsal mutluluk ağacının kökü, gönüllerdeki sevgi tohumundadır. İnsanın saldırganlık içgüdüsünü terbiye eden en güçlü otoritelerden birisi olan gönüllerdeki sevgi tohumunu tahrip edenler, insanı ve toplumu vahşileştirmekte, insanî ve ahlâkî değerlerden uzaklaştırmaktadırlar.18

Kişi, Yüce Allah’ın kendisini sevmesini elbette çok ister. Ancak bu sevgiye ulaşmanın Allah’a ve Rasûlü’ne itaat etmek,19 Hz. Peygamber’e tâbi olmak,20 Yüce Allah’ın ilâhî mesajıyla emrettiği ya da yasakladığı hükümlerden razı olmak, onların gereklerini yapmak ve böylece Rabb’ini razı edip salih kullar ve cennetlikler arasına girmek21 gibi bazı şartları vardır.

İman ve iradenin merkezinde sevgi ve muhabbet vardır.22 Bu çerçevede Hz. İbrâhîm’in (s) dile getirdiği, “Ben batanları sevmem.”23 ifadesi, imanla sevgi ve muhabbetin ne denli iç içe olduğunu göstermektedir.

Kur’ân muhabbeti dinî hayatın temeli olarak zikretmektedir. Bu kapsamda Kur’ân’da, “Onu (bebek Musâ’yı) sandığın içine koy ve denize (Nil’e) bırak ki deniz onu kıyıya atsın da kendisini, hem bana hem de ona düşman olan birisi (Firavun) alsın. Sana da ey Mûsâ! Sevilesin ve gözetimimde yetiştirilesin diye

7 Şükrü Halûk Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, 11. Baskı (Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2011), 2081.

8 Bayraktar Bayraklı, Kur’ân Ahlâkı (İstanbul: Bayraklı Yayınları, 2011), 217.

9 Ebu’l-Kâsım Huseyin b. Muhammed Râğıb el-Isfehânî, “Hbb”, el-Müfradât fî ğarîbi’l-Kur’ân (Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife, ts.), 214-215; Ebu’l-Fadl Cemalüddîn Muhammed b. Mükerrem el-İfrîkî el-Mısrî İbn Manzûr, “Hbb”, Lisânü’l-‘Arab (Beyrut: Dâr Sâdır, 2003), 4: 6-9.

10 Bayraklı, Kur’ân Ahlâkı, 216.

11 Ebu’l-Kāsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed ez-Zemahşerî, el-Keşşâf ‘an ḥaḳāıḳı’t-tenzîl ve ‘uyûni’l-eḳāvîl fî vucûhi’t-te’vîl (Beyrut: Dâru’l- Kütübi’l-‘Ilmiyye, 1995), 2: 1470.

12 Isfehânî, “Vdd”, 860; İbn Manzûr, “Vdd”, 15: 177-178.

13 Bayraklı, Kur’ân Ahlâkı, 218.

14 Bayraklı, Kur’ân Ahlâkı, 218.

15 İbn Manzûr, “Hbb”, 4: 8; Isfehânî, “Hbb”, 214-215.

16 Ebu’l-Ferac ‘Abdurrahmân b. ‘Ali İbnu’l-Cevzî, Zemmu’l-hevâ’, nşr. Ahmed Abdüsselâm ‘Atâ (Beyrut: Dâru’l-Cîl, 1987), 233, 241, 243-244.

17 Muhabbet kavramı hakkında geniş bilgi için bk. Süleyman Uludağ, “Muhabbet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2005), 30: 386-388; İlhan Kutluer, “Muhabbet”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2005), 30: 388- 389.

18 Bayraklı, Kur’ân Ahlâkı, 216-217.

19 Âl-i ‘Imrân 3/32.

20 Âl-i ‘Imrân 3/31.

21 Fecr 89/27-30.

22 Bayraklı, Kur’ân Ahlâkı, 217.

23 En‘âm 6/76.

(3)

tarafımdan bir sevgi bırakmıştım.”24 ifadeleri yer almaktadır. Bu âyette zikredilen muhabbet, küçük bir bebek olan Mûsâ’yı düşmanının sarayında büyüten, daha sonra da Firavun’un25 zulüm ve işkenceye dayalı despot sisteminin sonunu getiren sevgidir.

Sonradan kazanılan ve seveni kendinden geçirecek düzeydeki coşkulu sevgiyi ifade eden vüdd düzeyine ulaşmak, “İman edip sâlih amellerde bulunanlara gelince, Rahmân onlar için bir sevgi yaratacaktır”26 âyetinde belirtildiği üzere, iman etmek ve bu imanın gereği olan sâlih amelleri işlemekle mümkündür. Ayrıca bu âyetten şu sonuçları çıkarmak da mümkündür:

i. Sevginin kaynağı Yüce Allah’tır.

ii. Yüce Allah, sonradan elde edilecek veya sonradan yaratacağı sevginin şartlarını, iman etmek ve sâlih amel işlemek şeklinde belirlemiştir.

iii. İman ile sâlih amel, sevgiye dönüşüp insanla Yüce Allah’ı, insanlarla insanları kaynaştırıp yakınlaştırmakta, kin ve düşmanlıkları yok etmektedir.27

İnsanlar tarafından sevilmeye en layık olan Yüce Allah’tır.28 Yüce Allah’ı (cc) sevmenin ve O’nun sevgisini kazanmanın en önemli şartı da -yukarıda da belirtildiği üzere- Hz. Peygamber’e (s) tâbi olmak ve onun yolunu izlemektir.29 Unutmamak gerekir ki kul Rabb’ini sevdiği gibi Rabb’i de kulunu sever.30 Bu doğrultuda insanın Yüce Allah’ı sevmesi, O’na saygı gösterip itaat etmesi, âyetlerine karşı duyarlılık göstermesi, iman edip salih amel işlemesi, O’na karşı sorumluluklarının bilincinde olması ve O’nun rızasını istemesidir. Yüce Allah’ın kullarını sevmesi ise, onları koruması, ödüllendirmesi, övmesi ve kendilerinden razı olmasıdır.31

Hiçbir sevgi, Allah (cc) sevgisinden üstün olamaz. Allah sevgisine denk tutulan sevgi, insanı şirke götürebilir. Bu hakikat, Kur’ân’da şu şekilde dile getirilmektedir: “Bazı insanlar, Allah’tan başkalarını Allah’a denk tanrılar edinirler. Onları Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür. Keşke zalimler, azabı gördüklerinde anlayacakları gibi bütün kuvvetin Allah’a ait ve Allah’ın azabının da çok şiddetli olduğunu önceden anlayabilselerdi.”32 Bu âyetten, sevgi duygusunun zemininin kaygan olduğu ve insanların bu konuda çok dikkatli davranması gerektiği sonucunu çıkarmak mümkündür.

İnsanın neye ne kadar değer vermesi gerektiğinin ölüçüsünü bilmesi elzemdir. Aksi takdirde ölçüsüz sevgi ve muhabbet, kişinin fâsık olmasına ve böylece dünya ve ahirette kaybetmesine neden olabilir. Hangi sevginin insanı fâsıklığa götüreceği Kur’ân’da şöyle ifade edilmektedir: “De ki: Şayet babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah, fâsıklar topluluğunu asla hidayete erdirmez.”33 Bu âyette Yüce Allah, adeta sevilen objeye göre sevginin dozunu ayarlamakta, bu doğrultuda bireyin sosyal ve ekonomik çevresini oluşturan sekiz değerden söz ederek, mü’minlerin bu değerleri Allah, Peygamber ve O’nun yolunda mücadeleden daha sevgili tutmamalarını, aksi takdirde

24 Tâhâ 20/39.

25 Firavun, Eski Mısır’daki yöneticilere verilen bir unvandır. Hz. Mûsâ (s) dönemindeki Firavun’un adı ise, II. Ramses’tir. Bkz. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, sad. İsmail Karaçam v.dğr. (İstanbul: Azim Dağıtım, 1992) 1: 293-294; Süleyman Ateş, Kur’ân’da Peygamberler Tarihi (İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 2004), 162; Mustafa Kara, Bireysel ve Toplumsal Açıdan Kur’ân Kıssaları (Samsun: Üniversite Yayınları, 2018), 36-38.

26 Meryem 19/96.

27 Bayraklı, Kur’ân Ahlâkı, 218-219.

28 Bakara 2/165.

29 Âl-i ‘Imrân 3/31.

30 Mâide 5/54.

31 Zemahşerî, Keşşâf, 1: 211.

32 Bakara 2/165.

33 Tevbe 9/24.

(4)

şirke girmiş olacaklarını beyan etmektedir.34 Bu uyarının, insanın sevgi beslediği objelerle konumunu yeniden gözden geçirmesi noktasında yol gösterici bir nitelik taşıdığı aşikârdır.

Sevgi ve muhabbet, tevhîd için, kardeşlik için, birlik ve beraberlik için son derece önemli toplumsal birer değerdir. Bu hakikati Hz. Peygamber (s) şöyle dile getirmektedir: “Amellerin en üstünü Allah için sevmektir.”35 “Sevdiğini Allah için sevmek, yerdiğini Allah için yermek imandandır.”36 “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.”37 “Sizden biriniz, kendisi için sevip istediğini kardeşi için de sevip istemedikçe, gerçekten iman etmiş olmaz.”38 Bu hadîsler, toplumsal kardeşliğin, birlik ve beraberliğin tesis edilmesi adına sevginin önemini vurgulaması bakımından son derece manidardır. Zira İslâm’ın kuşatıcı sevgi anlayışını toplumsal düzeyde hâkim kılmadıkça, tevhîdin öngördüğü kardeşliği, birlik ve beraberliği sağlamak mümkün olamayacaktır. Zira insan sevgi ve muhabbete su ve hava kadar muhtaçtır.

1.2. İttibâ‘ Kavramı

Sözlükte “uymak, arkasını takip etmek, ardınca gitmek, itaat etmek”39 anlamlarına gelen (ع-ب-ت) t-b-‘a kök harflerinden türetilen ittibâ‘ “Mü’minlerin, Yüce Allah’a itaat etmesi, O’nun âyetlerine ve dolayısıyla dosdoğru yoluna Hz. Peygamber’in örnek hayatında kendini gösterdiği şekliyle uyması, tâbi olması, ümmetin Hz. Peygamber’i takip etmesi”40 demektir. Aynı zamanda fıkhî bir terim olan ittibâ‘,

“cemaatle kılanan namazlarda cemaatin imamı takip etmesi ve onun yaptığı fiillerin aynısını yapması”41 manasına gelmektedir.

Müslümanlar açısından Yüce Allah’ın (cc) dosdoğru yoluna ve O’nun âyetlerine tâbi olmak ve Hz.

Peygamber’e (s) ittibâ‘ etmek son derce önemlidir. Konuyla ilgili olarak Kur’ân’da Yüce Allah’ın sevgisini kazanmanın ve günahlardan kurtulmanın temel şartı olarak Hz. Peygamber’e ittibâ‘ etmek zikredilmiş;42 Hz. Peygamber (s) de Müslümanların Kur’ân ve Sünnet’e tâbi oldukları sürece Yüce Allah’ın dosdoğru yolundan sapmayacaklarını bildirmiştir.43

İslâm dini Yüce Allah’ın (cc), Hz. Peygamber’in (s), ulu’l-emrin ve âlimlerin emirlerine ittibâ‘

etmeye büyük önem atfederken,44 Allah’a (cc) isyan ve günah konusunda herhangi bir kimseye ittiba‘

etmeyi yasaklamaktadır.45

Hz. Peygamber (s), “Kim güzel bir âdet başlatırsa kendisine hem o âdetin hem de ona tâbi olup onunla amel eden kimselerin sevabı kadar sevap yazılır. Kim de kötü bir âdet başlatırsa o kimseye hem o amelin hem de kendisine tâbi olup onunla amel eden kimselerin günahı kadar günah yüklenir.”46 ifadeleriyle, insanlara yol gösterip rehberlik edecek tutum ve davranışların Yüce Allah’ın emirlerine, Hz.

Peygamber’in örnek hayatına ve İslâm’ın örf ve adetlerine uygun olması gerektiğini salık vermektedir.

34 Bayraklı, Kur’ân Ahlâkı, 219-221.

35 Neseî, “Sünnet”, 21.

36 Buhârî, “Îmân”, 1.

37 Müslim, “Îmân”, 94; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 13.

38 Buhârî, “Îmân”, 7; Müslim, “Îmân”, 71, 72.

39 Ebû Mansûr Muhammed b. Ahmed el-Ezherî, “Tb‘a”, Mu‘cemü tehzîbu’l-lüğa (Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife, 2001), 1: 425-427; Ebû Nasr İsmail b. Hammâd Cevherî, “Tb‘a”, es-Sıhâh fi’l-lüğa ve’l-‘ulûm (Beyrut: Dâru’l-Hadârati’l-‘Arabiyye, 1974), 1: 135-136; Isfehânî, “Tb‘a”, 162-163;

İbn Manzûr, “Tb‘a”, 2: 210-213.

40 Ezherî, “Tb‘a”, 1: 425-427; Cevherî, “Tb‘a”, 1: 135-136; Isfehânî, “Tb‘a”, 162-163; İbn Manzûr, “Tb‘a”, 2: 210-213.

41 Fahrettin Atar, “İttibâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2016), EK-1: 679 (679-681).

42 Âl-i ‘Imrân 3/31.

43 Mâlik b. Enes, Muvatta‘, “Kader”, 3.

44 Müslim, “İmâre”, 8.

45 Buhârî, “Ahkâm”, 4; Müslim, “İmâre”, 38-39.

46 Müslim, “‘Ilm”, 15; Tirmizî, “‘Ilm”, 15; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4: 361.

(5)

1.3. Mağfiret Kavramı

Sözlükte “örtmek, gizlemek, saklamak, hata veya kusuru açığa vurmayıp bağışlamak, affetmek”47 anlamlarına gelen (ر-ف-غ) ğ-f-r kök harflerinden türetilmiş olan mağfiret “Yüce Allah’ın, kulunun günahını örtmesi, kusurunu bağışlaması ve onu azap görmekten koruması”48 demektir. Aynı kökten türetilen istiğfâr ise “bireyin geçmişte işlemiş olduğu günah, kusur ve hatalarını bağışlaması için Yüce Allah’tan istekte bulunması”49 manasına gelmektedir.

Kişinin işlediği günah ve hatalardan dolayı Yüce Allah’tan bağışlanma talebinin samimiyeti, bu talebin sadece sözlü olarak değil, fiili bir durum arz etmesine bağlıdır. Aksi takdirde istiğfâr insanı Yüce Allah’a karşı yalancı durumuna düşürür.50

Kuşkusuz bilinçli bir birey, ideal insan olmak için yoğun bir gayretin içerisindedir. Ancak onun bu gayreti ideal insan olması adına yeterli gelmeyebilir ve o kişi hayatında hem Yüce Allah’a hem de O’nun yarattığı varlıklara karşı yanlış davranışlarda bulunmuş olabilir. Bu noktada Yüce Allah’a ve yaratılmışlara karşı herhangi bir yanlışının olmadığını iddia eden bir bireyle karşılaşmak veya böyle birinin mevcudiyetini düşünmek kabul edilebilir bir şey değildir. Dolayısıyla en büyük saygıya lâyık olan Yüce Allah’ın (cc) kendisine karşı işlenen hatalar sebebiyle kulunu affetmesi, birey için ciddi bir motivasyon oluşturmakta, onun hayata bağlanmasını sağlamakta, ahiret hayatı konusunda ümitsizliğe kapılmasını önlemekte ve insanı olumlu bir psikolojik hale sevketmektedir. Bu kapsamdaki âyetlerden, affediciliğin geniş kapsamlı ilâhî bir vasıf olduğu anlaşılmaktadır.51 Bununla birlikte hata ve günahların bağışlanmasının, insanlara Allah katında yüksek derecelerin verilmesinin ve tükenmez rızık ikram edilmesinin inançlı insanlarda bulunması gereken tereddütsüz iman etme, bu imana uygun tutum ve davranışlar (sâlih amel) sergileme, Yüce Allah’ın adı anıldığında yürekleri titreme, Allah’ın âyetleri okunduğunda imanları artma, sedece Yüce Allah’a dayanıp güvenme, namazı dosdoğru kılma, kendilerine rızık olarak verilenlerden Allah yolunda harcama gibi52 bazı niteliklere bağlı olduğu da Kur’ânî gerçekliklerdir.

1.4. Günah Kavramı

Farsça bir sözcük olan ve sözlükte “suç”53 anlamına gelen günah, dinî bir terim olarak “ilâhî emir ve yasaklara aykırı tutum ve davranışlarda bulunma, doğrudan ayrılıp hataya yönelme”54 demektir.

Günah, “meşruiyetini Yüce Allah'ın varlığından alan her şeye saldırma ve gayr-ı meşru olma keyfiyetini yine Allah'tan alan her şeyi yapmadır. Bir başka ifade ile günah, Yüce Allah’ın yap dediklerini yapmamak, yapma dediklerini yapmaktır.”55

Günah, bazılarına göre sadece seküler ahlâkla sınırlı bir kavram iken, çoğunluk günahın dinî bir mahiyet arz ettiğini ve mistik manasıyla ruhun mükemmele doğru gelişimini engelleyen ya da geciktiren bir davranış olduğunu kabul etmektedir.56 Ayrıca bütün dinî inanışlarda günah anlayışı söz konusudur.

Bunun sebebi, kutsallığına inanılan tabiatüstü varlık ya da varlıkların din müessesinin temel unsurları arasında sayılmasıdır.57

47 Isfehânî, “Ğfr”, 609.

48 Isfehânî, “Ğfr”, 609.

49 Isfehânî, “Ğfr”, 609.

50 Isfehânî, “Ğfr”, 609.

51 Adil Bebek, “Mağfiret”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2003), 27: 314 (313-314).

52 Enfâl 8/2-4.

53 Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, 1003-1004.

54 Isfehânî, “Cnh”, 206-207; İbn Manzûr, “Cnh”, 3: 212-213; Akalın v.dğr., Türkçe Sözlük, 1003.

55 Sadık Kılıç, Kur’ân’da Günah Kavramı (Konya: Hibaş Yayınları, 1984), 32-33.

56 Laurence William Grensted, Psychology and God (London: yy., 1936), 130; Ali Köse, “Günah”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1996), 14: 285 (285-286).

57 Farklı dinî inanışlardaki günah anlayışı hakkında geniş bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “Günah”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1996), 14: 278-282; Osman Cilacı, “İlâhî Dinler Açısından Günah Kavramı”, Diyanet Dergisi 24/4 (1988), 41-49.

(6)

Kur’ân-ı Kerîm’de günah kavramının farklı boyutlarını ortaya koymak üzere حاَنُج cünâh, مْثِا ism, بْنَذ zenb, ر ْزِو vizr, بوُح hûb, ة َريِبَك/رِئاَبَك kebîra/kebâir, مَمَل lemem, رَكْنُم münker, أَطَخ/ةَئي ِطَخ hata’/hatîe, ةَش ِحاَف/ءاَشْحَف fâhişe/fahşâ’, تْقَم makt, قْسِف fısk, ثيِبَخ habîs, سْج ِر rics, ةَئِ يَس seyyie, ناَيْغُط tuğyân, ُظمْل zulm, روُجُف fucûr ve ناَيْصِع/ةَي ِصْعَم ‘ısyân/ma‘sıyet kelimeleri kullanılmaktadır.58 Bu bağlamda حاَنُج cünâh “bireyi haktan saptıran fiil veya davranış”,59 مْثِا ism “işleyene ceza gerektiren, kişiyi hayır ve sevaptan alıkoyan fiil veya bundan doğan sorumluluk”,60 بْنَذ zenb “gayr-ı meşrû iş, sonu kötü olan fiil”,61 ر ْزِو vizr “dinî mükellefiyet kaynaklı mânevî yük ve sorumluluk”,62 بوُح hûb “açık ve büyük günah”,63 ةَريِبَك/رِئاَبَك kebîra/kebâir “İslâm’da yasaklandığı konusunda kesin delil bulunan ve hakkında dünyevî ve uhrevî ceza öngörülen tutum ve davranışlar”,64 مَمَل lemem “ufak tefek kusurlar”,65 رَكْنُم münker “Yüce Allah’ın razı olmadığı, İslâm’ın çirkin, kötü, günah ve haram şeklinde tanımladığı davranışlar”,66 أَطَخ hata’ “bireyin hoş karşılanmayan bir şeyi isteyerek yapması, yapılması güzel olan bir fiili gerçekleştirmek isterken, arzulanandan başka bir şeyi yapması67 veya yapılması hoş olmayan bir şeyi gerçekleştirmek isterken, tesadüfen tersini yapması”,68 ةَئيِطَخ hatîe “kasten ve bilerek işlenen günah”,69 ةَشِحاَف/ءاَشْحَف fâhişe/fahşâ’

“livâtâ, zina ve şirk gibi itidal düzeyini aşırı şekilde aşan, son derece çirkin ve müstehcen söz ve davranışlardan meydana gelen günah”,70 تْقَم makt “nefretle karşılanan günah”,71 قْسِف fısk “dinin koyduğu sınırları terk etmek”,72 ثيِبَخ habîs “inançsızlık, cinsel suçlar, yetim malı yemek gibi günahlarla birlikte insanın tabiatı gereği nefret ettiği kan, leş, domuz eti gibi bizzat murdar olan şeylerin yanında, hükmen murdar olan riba, rüşvet vb. suçlar nedeniyle oluşan günah”,73 س ْجِر rics “içki, kumar, dikili taşlar, fal okları, kan, leş, domuz eti, ikiyüzlü kafirler ve putların bizatihi kendisi gibi maddi pislikler yanında, namusa halel getirecek cinsel suçlar, öfke, azap ve imansızlık gibi mecâzî pisliklerden meydana gelen günah”,74 ةَئِ يَس seyyie “bilerek ve isteyerek işlenen günah”,75 ناَيْغُط tuğyân “Yüce Allah’a ve Hz. Peygamber’e saygısızlık yapmak, haddi aşmak, azgınlıkta bulunmak, insanları Yüce Allah’ın dosdoğru yolundan çıkarmak”,76 مْلُظ zulm “insanlara karşı adâletsizlik, haksızlık ve işkence gibi olumsuz tutum ve davranışlarda bulunmak, Yüce Allah’a karşı görev ve sorumluluklarını inkâr eden söz, fiil ve davranışlar gerçekleştirmek, Allah’a şirk koşmak”,77روُجُف fucûr “iman, ibadet, itaat ve takvâdan uzak yaşamak”78 ve ناَيْصِع/ةَي ِصْعَم ‘ısyân/ma‘sıyet “Yüce Allah’ın ve Hz. Peygamber’in emir ve yasaklarına itaat etmemek şeklinde ortaya çıkan günah”79 demektir.

58 Bk. Muhammed Fuâd ‘Abdu’l-Bâkī, “Cnh”, el-Mu‘cemü’l-müfehras li elfâẓı’l-Ḳur’âni’l-Ḳerîm (Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2001), 218-219; “Esm”, 15-16; “Znb”, 339; “Vzr”, 840; “Hvb”, 270; “Kbr”, 693-695; “Lmm”, 752; “Nkr”, 811; “Hte”, 288; “Fhş”, 624; “Mkt”, 768; “Fsk”, 630-631;

“Hbs”, 277; “Rcs”, 369; “Sve”, 452-455; “Tğv”, 524-525; “Zlm”, 533-539; “Fcr”, 624; “‘Asy”, 569.

59 Ezherî, “Cnh”, 1: 665-667; Cevherî, “Cnh”, 1: 212-213; Ebu’l-Huseyn Ahmed b. Zekeriyye İbn Fâris, “Cnh”, Mu‘cemü mekâyîsi’l-lüğa (Beyrut:

Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabî, 2001), 209; Isfehânî, “Cnh”, 206-207; İbn Manzûr, “Cnh”, 3: 212-213.

60 Ezherî, “Esm”, 1: 121-122; Cevherî, “Esm”, 1: 9; İbn Fâris, “Esm”, 45; Isfehânî, “Esm”, 63-64; İbn Manzûr, “Esm”, 1: 56-57.

61 Cevherî, “Znb”, 1: 444; İbn Fâris, “Znb”, 369; Isfehânî, “Znb”, 331; İbn Manzûr, “Znb”, 6: 45-48.

62 Ezherî, “Vzr”, 4: 3883-3884; Cevherî, “Vzr”, 2: 684; İbn Fâris, “Vzr”, 1052; Isfehânî, “Vzr”, 867-868; İbn Manzûr, “Vzr”, 15: 202-203.

63 Cevherî, “Hvb”, 1: 311; Isfehânî, “Hvb”, 261; İbn Manzûr, “Hvb”, 4: 257-259.

64 Ezherî, “Kbr”, 4: 3090-3093; Cevherî, “Kbr”, 2: 371; Isfehânî, “Kbr”, 695-698; İbn Manzûr, “Kbr”, 13: 10-13; Yaşar Nuri Öztürk, İslam’da Büyük Günahlar (İstanbul: Yeni Boyut Yayınlan, 1998), 34-35; Adil Bebek, “Kebîre”, “Günah”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2002), 25: 163; Celal Yıldırım, Büyük Günahlar (Konya: Uysal Kitabevi, 1992), 4-6.

65 Cevherî, “Lmm”, 2: 456; Isfehânî, “Lmm”, 746; İbn Manzûr, “Lmm”, 13: 235-238.

66 Ezherî, “Nkr”, 4: 3660-3661; Cevherî, “Nkr”, 2: 609; Isfehânî, “Nkr”, 823-824; İbn Manzûr, “Nkr”, 14: 352-353.

67 “Her kim bir mü’mini yanlışlıkla öldürürse,…” (Nisâ’ 4/92) âyeti bu anlamdadır.

68 Ezherî, “Hte”, 1: 1052; Cevherî, “Hte”, 1: 353; Isfehânî, “Hte”, 287-288; İbn Manzûr, “Hte”, 5: 96-97.

69 Ezherî, “Hte”, 1: 1052; Cevherî, “Hte”, 1: 353; Isfehânî, “Hte”, 287-288; İbn Manzûr, “Hte”, 5: 96-97.

70 Cevherî, “Fhş”, 2: 225-226; Isfehânî, “Fhş”, 626-627; İbn Manzûr, “Fhş”, 11: 134-135.

71 Cevherî, “Mkt”, 2: 506; Isfehânî, “Mkt”, 772; İbn Manzûr, “Mkt”, 14: 106.

72 Cevherî, “Fsk”, 2: 242; Isfehânî, “Fsk”, 636-637; İbn Manzûr, “Fsk”, 11: 181-182.

73 Ezherî, “Hbs”, 1: 973-975; Cevherî, “Hbs”, 1: 326-327; Isfehânî, “Hbs”, 272-273; İbn Manzûr, “Hbs”, 5: 8-9.

74 Ezherî, “Rcs”, 2: 1367; Cevherî, “Rcs”, 1: 466; Isfehânî, “Rcs”, 342; İbn Manzûr, “Rcs”, 6: 106-107.

75 Isfehânî, “Sve”, 441-442; İbn Manzûr, “Sve”, 7: 291-293.

76 Ezherî, “Tğy”, 3: 2196-2197; Cevherî, “Tğy”, 2: 42; İbn Fâris, “Tğy”, 595; Isfehânî, “Tğy”, 520-521; İbn Manzûr, “Tğy”, 9: 123-124.

77 Ezherî, “Zlm”, 3: 2248-2252; Cevherî, “Zlm”, 2: 67; İbn Fâris, “Zlm”, 617-618; Isfehânî, “Zlm”, 537-539; İbn Manzûr, “Zlm”, 9: 191-195.

78 Ezherî, “Fcr”, 2: 2743-2744; Cevherî, “Fcr”, 2: 224-225; İbn Fâris, “Fcr”, 807; Isfehânî, “Fcr”, 625-626; İbn Manzûr, “Fcr”, 11: 130-132.

79 Cevherî, “‘Asy”, 2: 124; Isfehânî, “‘Asy”, 570; İbn Manzûr, “‘Asy”, 10: 178-181.

(7)

Kur’ân-ı Kerîm’de günah kavramını ifade etmek için kullanılan kelimeler dikkate alındığında, bu kelimelere “Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı davranma, bütüne ters düşme, bütünden ayrılma ve uzaklaşma, kaos, aydınlığı terk edip karanlıkta kalma, kötü ve çirkine mağlup olma” gibi keyfiyetlerin hakim olduğunu görmekteyiz. Yine bu kelimelerin her biri insanlar tarafından işlenen her bir günahın ve yapılan her bir hatanın sebebini, psikolojik alt yapısını, mantığını ya da günah veya hatanın arka planında yer alan asıl niyeti açıklamakta, yani hata ve günahın niteliğini izhar etmektedir.80

İnsanı günaha sevkeden faktörleri şu şekilde sıralamak mümkündür:

i. İnsan yapısının günah işlemeye meyilli olması.81 Kur’ân’a göre insan yapısında bulunan kötülüklerin kaynağı nefstir. Çünkü insandaki nefs (nefs-i emmâre), insana sürekli kötülüğü emretmekte82 ve kişiyi etkisi altına alan bir güç olarak onu günaha sevketmek için sürekli kendisine fısıldamakta ve telkinde bulunmaktadır.83

ii. İnsandaki ölümsüzlük inancı. Bu kapsamda insanı günaha sevkeden en önemli etken ölümsüz bir dünya hayatı anlayışı ve âhirete dair hiçbir düşünce ve kaygıya sahip olmama rehavetidir.84 Kendini bu rehavete kaptıran birey, hayat sadece bu dünyadan ibaretmiş gibi pervasızca hareket etme arzusuna dalar ve hayvanî istekleri tatmin etme duygusunun baskısıyla günaha kolayca kayabilir.85 İnsanın bu olumsuz eğilimli nefsine karşı Kur’ân, onun yapılan ya da yapılacak olan yanlışlardan ötürü pişmanlık duyan, kendini kınayan (levvâme)86 ve huzuru Allah rızasında arayan ve bulan (mutmainne)87 nefslere ulaşmasını salık vermektedir ki bu anlayışa sahip nefsler, insanı yanlış işlere, tutum ve davranışlara karşı dizginler, onu terbiye eder, eğitir ve sürekli iyilik yapmaya yönlendirir.

iii. İnsana hâkim olan bazı bağımlılıklar. Bilindiği üzere insan zayıf yaratılmıştır.88 Bu nedenle o hassas bir psikolojik yapıya sahiptir. İnsandaki bu hassas yapı, onda nefsanî arzulara, (özellikle de) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük gibi89 bazı fizyolojik ve psikolojik bağımlılıkların bulunmasını da beraberinde getirmektedir. İşte bu durum, insanı günah işlemeye yönlendiren önemli faktörler arasında sayılmaktadır.

iv. Dünya hayatının cazibesi. Geçici dünya hayatı, iyi bir İslâm terbiyesinden mahrum kalan, nefs itibariyle zayıf olan ve akıl, irade ve vicdanını Kur’ân ve Sünnet’le buluşturamayan insanlara çok cazip gelmekte ve onları aldatmaktadır.90 Bu da kişinin günaha dalmasına sebep olmaktadır.

v. Toplumdaki kötü örneklerin varlılığı ve fazlalığı. İnsan akıl, irade ve vicdan gibi çok önemli nimetlerle donatılmış bir varlıktır. Ondan beklenen ise bu nimetleri bireysel olarak ve yerli yerinde kullanmasıdır. Zira her kişi kendi yaptığından sorumludur;91 hiç kimse bir başkasının sorumluluğunu üstlenemez; üstlenmek de istemez.92 Bu sorumluluktan kaçan ve başkalarının telkinleriyle dünya hayatını sürdürmeye çalışan bazı kişiler, tâbi oldukları kötü niyetli insanların ve toplumdaki örneklerin etkisiyle

80 Bu konuda geniş bilgi için bk. Öztürk, İslam’da Büyük Günahlar, 20; Adil Bebek, “Günah”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul:

TDV Yayınları, 1996), 14: 282-284; Harman, “Günah”, 14: 278-282; Mustafa Şentürk, “Kitab-ı Mukaddes ve Kur'an-ı Kerim’e Göre İlk Günah ve Kadın”, İslâmî Araştırmalar Dergisi 22/1, (2011), 32-43; Muhammet Yılmaz, “Kur’ân’da Büyük Günah Kavramı”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 15/2, (2011), 256-257 (255-276).

81 Şems 91/8.

82 Yûsuf 12/53.

83 Kâf 50/16; Necm 53/23.

84 Bakara 2/94-96.

85 Bebek, “Günah”, 14: 283.

86 Kıyâme 75/2.

87 Fecr 89/27-30.

88 Nisâ’ 4/28.

89 Âl-i ‘Imrân 3/14.

90 Âl-i ‘Imrân 3/185; Yûnus 10/23; Ra‘d 13/26.

91 Müddesssir 74/38.

92 En‘âm 6/164; İsrâ’ 17/15; Fâtır 35/18; Zümer 39/7; Necm 53/38.

(8)

bilerek ya da bilemeyerek günah işleyebilmektedirler. Hâlbuki İslâm, yeryüzündeki çoğunluklara uymak yerine93 Kur’ân’ı rehber edinmeyi, Hz. Peygamber’i (s) örnek almayı, akıl ve iradesini Yüce Allah’ın (cc) âyetleri istikametinde kullanmayı salık vermektedir.

vi. Şeytanın tahrikleri. Şeytan insanın apaçık düşmanıdır. O ve avanesinin amacı, Müslümanın manevî yücelişine karşı mücadele etmek ve insanı olabildiğince günah işlemeye yönlendirmektir.94 Bu korkunç bir tuzaktır ve bu tuzak, insanın günah işlemesine sebep olan önemli etkenler arasındadır.

İslâm’da günahlar niteliklerine göre “büyük günah” ve “küçük günah” olmak üzere95 ikiye ayrılmakla birlikte Kur’ân’da hangi günahların büyük, hangilerinin küçük kabul edildiği noktasında bir detaya yer verilmemektedir. Ancak şu kadar var ki Kur’ân’da kesin olarak yasaklanan, işleyene dünya ve ahirette ceza gerektiren günahları büyük günahlar kategorisinde değerlendirmek mümkündür. Büyük günahlar dışında kalan günahlar ise küçük günahlar olarak nitelendirilmektedir. Buradaki ayırımı belirleyecek olan ve asıl aydınlatılması gereken husus, Kur’ân’da hangi fiillerin büyük günahı, hangilerinin de küçük günahı ifade etmek için kullanıldığı meselesidir.96 Bu bağlamda hem Yüce Allah’ın hakkını çiğneyen hem de insanın şeref ve haysiyetini hiçe sayan şirkin en büyük günah olduğunda şüphe yoktur.97 Allah’tan başkasına kulluk etmek,98 faiz alıp vermek,99 zina yapmak,100 içki içmek,101 kumar oynamak,102 puta tapmak,103 fal oklarına ve falcıya itibar etmek,104 yetim malı yemek,105 yeryüzünde fitne çıkarmak,106 sihir yapmak,107 ana-babaya iyi davranmamak, asi olmak,108 Yüce Allah’ın âyetlerini yalanlamak, onlardan yüz çevirmek, farz veya haram şeklinde nitelenen ilâhî buyrukları ihlâl etmek,109 açlık ve fakirlik korkusuyla çocukları öldürmek,110 açık ya da gizli olarak kötülük yapmak,111 haksız yere cana kıymak,112 ölçü ve tartıda haksızlık yapmak,113 âdil olmamak,114 verdiği sözde durmamak115 gibi tutum ve davranışlar da büyük günahlardandır. Hz. Peygamber (s) de şirk, büyü, adam öldürme, ribâ, yetim malı yeme, savaştan kaçma ve iffetli kadına zina isnadında bulunmanın büyük günahlardan olduğunu belirtmiştir.116

Bireyler tarafından işlenen günahlara karşılık Yüce Allah’ın (cc) affediciliği, O’nun sonsuz rahmet ve merhameti ve böylesi kişiler için daima açık bulunan tevbe kapısı, insanları ümitsizlikten kurtaran ve onların günahlardan arınıp iyi bir kul olmaları adına bir çıkış yolu bulmalarına yardımcı olan bir nimet, bir fırsattır. Aksi takdirde günahkâr olduğunu bilen ve kendisini yoğun bir şekilde günahkârlık hissine

93 En‘âm 6/116; Furkân 25/27-29.

94 A‘râf 7/22; Yûsuf 12/5; İsrâ’ 17/53; Fâtır 35/6.

95 Nisâ’ 4/31; Kehf 18/49; Şûrâ 42/37; Necm 53/32.

96 Müstansır Mir, Kur’ânî Terimler ve Kavramlar Sözlüğü, trc. Murat Çiftkaya (İstanbul: İnkılab Yayınları, 1996), 38; Mehmet Canbulat,

“Günah”, Dinî Kavramlar Sözlüğü (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2006), 204-205; Yılmaz, “Kur’ân’da Büyük Günah Kavramı”, 258-263.

97 Nisâ’ 4/48, 116; Mâide 5/72; En‘âm 6/151; Kehf 18/16, 110; Hacc 22/31; Lukmân 31/13.

98 Nisâ’ 4/36; A‘râf 7/59, 65, 73, 85; Hûd 11/50, 61, 84; İsrâ’ 17/23; Zümer 39/2; v.dğr.

99 Bakara 2/275-279; Âl-i ‘Imrân 3/130.

100 İsrâ’ 17/32.

101 Bakara 2/219; Mâide 5/90.

102 Bakara 2/219; Mâide 5/90.

103 Mâide 5/90.

104 Mâide 5/90.

105 Nisâ’ 4/2, 10; İsrâ’ 17/34.

106 Bakara 2/191, 217; En‘âm 6/152; Enfâl 8/73.

107 Bakara 2/102; Yûnus 10/77.

108 En‘âm 6/151; İsrâ’ 17/23-24.

109 Bakara 2/114; En‘âm 6/21, 93, 144, 153, 157; A‘râf 7/37; Yûnus 10/17; Hûd 11/18; Kehf 18/15, 57; ‘Ankebût 29/68; Secde 32/22; Zümer 39/32; Saff 61/7.

110 En‘âm 6/151; İsrâ’ 17/31.

111 En‘âm 6/151.

112 En‘âm 6/151.

113 En‘âm 6/152; A‘râf 7/85; Hûd 11/84; v.dğr.

114 Nisâ’ 4/135; Mâide 5/8; En‘âm 6/152.

115 En‘âm 6/152.

116 Buhârî, “Vesâyâ”, 23, “Ḥudûd”, 44; Müslim, “Îmân”, 144; Ebû Dâvûd, “Vesâyâ”, 10.

(9)

kaptıran bir kimse, şayet tevbe yolunu tercih etmez ya da tevbesi neticesinde suçluluk duygusunun hafiflediğini hissetmezse psikolojik rahatsızlıklara mâruz kalabilir. “Dinî kaynaklı psikozların temel sebeplerinden birini oluşturan bu hususun, Allah’ın (cc) sevgiden ziyade cezalandırıcı yönünü vurgulayan yanlış dinî eğitimden kaynaklandığı söylenebilir.”117 Hâlbuki İslâm dini, işlenen günahlardan dolayı tevbe kapısının sürekli açık olduğunu ve günahkâr insanın doğrudan Yüce Allah’la irtibat kurmak suretiyle kendisinin bağışlanmasını istemesi gerektiğini ısrarla vurgulamaktadır.118 Zira Yüce Allah tevbeleri çok kabul eden ve merhameti de sınırsız olandır.119 Bu çerçevede Yüce Allah, şirk hariç bütün günahları - dilerse- affedebileceğini dile getirmektedir.120 Bunun yanı sıra Yüce Allah (cc), tevbekârları,121 samimi bir şekilde ibadet ve taatte bulunanları,122 büyük günahlardan kaçınanları, 123 işlediği günahın cezasını dünyada çekenleri124 ve günahı zaruret halinde veya cebir altında işleyenleri125 affedebileceğini bildirilmektedir. Burada affa konu edilen günahlar, cezası uhrevî olanlardır. Beşerî hukukla ilgili günah ve suçların cezası, tevbe edilse dahi haksızlık ya da zarara uğrayan kişi tarafından affedilmedikçe ortadan kalkmaz. Yüce Allah’a itaatsizlikten kaynaklanan günahın cezası da O’ndan başka hiçbir kimse tarafından affedilemez.126 Günahtan sonra işlenen iyi ameller de o günahın olumsuz etkilerini ortadan kaldırmaya yardımcı olur.127 Bütün bunlardan, insanın bilerek ya da bilemeyerek günah işleyebileceği, ancak işlediği günahtan kesinlikle uzaklaşması durumunda -şirk hariç- Yüce Allah tarafından affedilebileceği sonucu çıkmaktadır. İnsanın diğer insanlarla ilişkilerinden kaynaklanan günahların, hak sahibi ile helalleşmedikçe sonuçlarının ortadan kalmayacağı da buradan çıkan başka bir neticedir.

1.5. İta‘at Kavramı

Sözlükte “boyun eğmek, emredileni yerine getirmek, söz dinlemek”128 anlamlarına gelen (ع-و-ط) t-v-‘a kök harflerinden türetilmiş olan ita‘at “Yüce Allah’ın ilâhî buyruklarına, emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak suretiyle riayet etmek, meşru emir ve yasaklara uymak”129 demektir.

İta‘at, şuurlu bir faaliyettir. Nitekim Kur’ân’da “Peygamber, Rabb’inden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: ‘Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.’ Şunu da söylediler: ‘İşittik ve itaat ettik. Ey Rabb’imiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.”130

“Yahudilerden öyleleri var ki (kelimeleri yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları anlamlarından uzaklaştırırlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak ‘İşittik, karşı geldik’, ‘İşit, işitmez olası!’ ‘Râ‘ınâ’

derler. Hâlbuki onlar, ‘İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak’ deselerdi bu kendileri için daha hayırlı olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler.”131

“Allah’ın üzerinizdeki nimetini ve ‘işittik, itaat ettik’ dediğinizde ona verdiğiniz ve sizi kendisiyle bağladığı sağlam sözü hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah göğüslerin özünü (kalplerde olanı)

117 Köse, “Günah”, 14: 286.

118 Bakara 2/54, 160, 279; Âl-i ‘Imrân 3/189; Nisâ’ 4/16, 17, 18, 146; Mâide 5/34, 39, 74; En‘âm 6/54; A‘râf 7/143, 153; Tevbe 9/3, 5, 11, 74, 118, 126; Hûd 11/3, 52, 61, 90, 112; Nahl 16/119; Meryem 19/60; Tâhâ 20/82; Nûr 24/5, 31; Furkân 25/70, 71; Kasas 28/67; Mü’min 40/7;

Ahkâf 46/15; Hucurât 49/11; Tahrîm 66/4, 8; Burûc 85/10.

119 Bakara 2/37, 54, 128, 160, 187; Âl-i ‘Imrân 3/128; Nisâ’ 4/17, 26, 27; Mâide 5/39, 71; Tevbe 9/15, 27, 102, 106, 117, 118; Tâhâ 20/122;

Ahzâb 33/24, 73; Mücâdele 58/13; Müzzemmil 73/20.

120 Nisâ’ 4/48, 116.

121 Mâide 5/39; Tâhâ 20/82; Furkân 25/70-71; v.dğr.

122 Hûd 11/114.

123 Nisâ’ 4/31.

124 Nisâ’ 4/92; Mâide 5/38, 89, 95; Yûnus 10/27; Şûrâ 42/40.

125 Bakara 2/173; Nahl 16/106.

126 Âl-i ‘Imrân 3/129, 135; A‘râf 7/149.

127 Hûd 11/114; Furkân 25/70-71.

128 Cevherî, “Tv‘a”, 2: 53; İbn Fâris, “Tv‘a”, 603-604; Isfehânî, “Tv‘a”, 529-531; İbn Manzûr, “Tv‘a”, 9: 158-160.

129 Cevherî, “Tv‘a”, 2: 53; İbn Fâris, “Tv‘a”, 603-604; Isfehânî, “Tv‘a”, 529-531; İbn Manzûr, “Tv‘a”, 9: 158-160.

130 Bakara 2/285.

131 Nisâ’ 4/46.

(10)

hakkıyla bilendir.”132 “Aralarında hüküm vermek için Allah’a (Kur’an’a) ve Rasûlüne davet edildiklerinde, mü’minlerin söyleyeceği söz ancak, ‘işittik ve iman ettik’ demeleridir. İşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. ﴾Kim Allah’a ve Rasûlüne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’na karşı gelmekten sakınırsa, işte onlar başarıyı elde edenlerin ta kendileridir.”133 buyrulmaktadır. Bu âyetlerde اَنْعَطَا َو اَنْعِمَس semi‘nâ ve eta‘nâ “işittik ve itaat ettik” kelimeleri birlikte kullanılmaktadır. Bu durum, ita‘atin şuursuz bir biçimde değil, Yüce Allah’ın (cc) ve Hz. Peygamber’in (s) çağrısının iyi bir şekilde anlaşılması ve ilâhî mesajın gerçek anlamda kavranması ile mümkün olabileceğini göstermektedir.

İslâm dini Yüce Allah (cc) ve Hz. Peygamber’le (s) birlikte Müslümanların değer yargılarını paylaşan idareciye yani “ulü’l-emr”e ita‘ati de emretmektedir. Bu çerçevede Kur’ân’da “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulü’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Rasûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.”134 ifadeleri yer almaktadır.

İslâm’ın toplumun her kesiminde adâleti tesis etmeyi hedeflemesi ve yöneticilerle yönetilenler arasındaki ilişkilerin Kur’ân ve Sünnet ekseninde cereyan etmesi adına bu âyet oldukça dikkat çekicidir.

Bu doğrultuda, Müslümanların inanç ve değerlerini paylaşan yöneticilere ita‘at, yönetilenlerin sorumluluk alanına giren önemli bir dinî görev olmaktadır.135 Nitekim kendisi de bir idareci olan Hz.

Peygamber (s), Vedâ hutbesinde cennete girebilmek için yerine getirilmesi gereken görevleri “Allah’tan korkmak, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve devlet adamlarına ita‘at etmek” şeklinde özetlemektedir.136 Buna mukabil, Hz. Peygamber’e (s) atfedilen “Allah’a isyan konusunda yaratılmışlara ita‘at edilmez.”137 prensibi, toplumdaki vasfı ne olursa olsun, Yüce Allah’ın âyetlerine duyarlılık göstermeyen, O’nun emir ve yasaklarına riayet etmeyen ve İslâm’a aykırı işlerle bilinen kişilere ita‘ati yasaklamaktadır.

Kur’ân’da “Rabb’in, sadece kendisine kulluk etmenizi ve ana-babanıza iyi davranmanızı emretmiştir. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine sakın ‘öf!’ bile deme; onları azarlama; kendilerine güzel sözler söyle. Onlara sevgiden kaynaklanan alçak gönüllülük kanadını ger ve:

‘Ey Rabb’im! Küçüklüğümde onlar beni nasıl büyüttüyseler, şimdi de sen de onları (öyle) sev (onlara rahmetinle muamele göster)’ diyerek duâ et.”138 buyrularak, sadece Yüce Allah’a kulluk yapmak emredildikten sonra ana-babaya iyi davranmak, -bir anlamda- onlara itaat etmek de emredilmektedir.

Kur’ân’da ana-babaya itaat edilmemesi emredilen tek durum ise, “Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) bana ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonunda dönüşünüz ancak banadır. O zaman size, yapmış olduklarınızı haber veririm.”139 âyetinde de belirtildiği üzere ana-babanın, Müslüman evladını Yüce Allah’a şirk koşmaya ve İslâm’ın dışındaki dinî ya da ideolojik bir anlayışı benimsemeye zorlaması halidir.

Bu kapsamda Yüce Allah’a şirk koşmayı veya gayr-ı İslâmî bir anlayışı emreden ana-babanın dediği kesinlikle yapılmaz; ancak böylesi bir durumda dahi evladın yapması gereken, ebeveyni ile iyi geçinmek ve Yüce Allah’ın dosdoğru yoluna tâbi olan mü’minlerle bir arada bulunmaktır.

Kur’ân bir taraftan ita‘at edilmesi emredilenleri açıklarken, diğer taraftan da ita‘at edilmemesi gerekenleri bildirmektedir. Bu kapsamda Kur’ân’da ita‘at edilmemesi emredilen kişi ya da gruplar şunlardır:

132 Mâide 5/7.

133 Nûr 24/51-52.

134 Nisâ’ 4/59.

135 Ömer Mahir Alper, “İtaat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2001), 23: 444 (444-445).

136 Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5: 251; Tirmizî, “Cum‘a”, 81.

137 Müslim, “İmâre”, 38; İbn Mâce, “Cihâd”, 40.

138 İsrâ’ 17/23-24. Ana-babaya itaati ve onlara iyi davranmayı emreden başka âyetler için bk. Meryem 19/14, 32; Lukmân 31/14.

139 Lukmân 31/15.

(11)

i. Kâfirler ve münâfıklar.140

ii. Kalbi Yüce Allah’ı anmaktan uzak, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimseler.141 iii. Kötü ahlâklılar ve günahkârlar.142

iv. Yüce Allah’ın koyduğu sınırları aşanlar.143

v. Yönetimleri altında bulunan insanları Yüce Allah’ın yolundan uzaklaştıranlar.144

Kur’ân-ı Kerîm, “De ki: ‘Ey Kitab ehli! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah’ın yolunu eğri ve çelişkili göstermeğe yeltenerek inananları Allah’ın yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi döndürüp kâfir yaparlar. Size Allah’ın âyetleri okunup dururken ve Allah’ın Rasûlü de aranızda iken dönüp nasıl inkâr edersiniz? Kim Allah’a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, doğru yola iletilmiştir. Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün.”145 ifadeleriyle, kendilerine ita‘at edilmemesi emredilen kişi ya da gruplara karşı meydana gelebilecek olası bir ita‘ati doğrudan bir inanç meselesi olarak ele almakta ve bu konuda yapılan uyarıları dikkate almayanların Yüce Allah’ın yolundan sapmış olacaklarını bildirmektedir.

2. Kur’ân’daki Kullanımı 2.1. Muhabbet Kavramı

Kur’ân’da “sevgi” anlamında kullanılan kelimeler h-b-b (ب-ب-ح) ve v-d-d (د-د-و) olmak üzere iki kökten türemektedir. Bu bağlamda, h-b-b (ب-ب-ح) kök harflerinden türeyen kelimeler Kur’ân-ı Kerîm’de isim ve fiil formunda 95 yerde geçmektedir.146 Bu kapsamda ني ِرِ ه ط تُمْلا ُّب ِحُي و ني ِبا َّوَّتلا ُّب ِحُي هاللّٰ َّنِا “Muhakkak ki Allah kendisine yönelenleri de sever, temizlenenleri de sever.”147 âyetinde olduğu gibi Kur’ân’da بَّب ح habbebe,148 تْب بْح ا ahbebte,149 ُّبِحُي yuhıbbü,150 ْبِبْحُي yuhbib,151 نوُّبِحُي yuhibbûne,152 اوُّب ِحُت tuhıbbû,153 نوُّب ِحُت tühıbbûne154 ve ُّبِحُا uhıbbü155 fiilleri “sevmek, sevdirmek, güzel göstermek” anlamlarına gelmektedir.

Yine اوُّب ح تْسا istehabbû156 ve نوُّبِح تْس ي yestehıbbûne157 fiilleri “sevip tercih etmek”; بُح hubb “sevgi”,158 ب ح ا ehabb159 ism-i tafdîl kalıbı “en sevgili, daha sevgili”, ُؤٓاَّبِح ا ehıbbâ’160 “sevgililer”, ةَّب ح م mehabbeh161 ise

“sevgi” manasına gelmektedir.

140 Ahzâb 33/48.

141 Kehf 18/28.

142 Kalem 68/10-13.

143 Şûrâ 42/151.

144 Ahzâb 33/64-68.

145 Âl-i ‘Imrân 3/99-102. Bu bağlamda başka âyetler için bk. En‘âm 6/116-117, 121.

146 ‘Abdu’l-Bâkī, “Lbs”, 234-236; Mehmet Okuyan, Çok Anlamlılık Bağlamında Kur’ân Sözlüğü (İstanbul: Düşün Yayınları, 2015), 225-226.

147 Bakara 2/222.

148 Hucurât 49/7.

149 Kasas 28/56; Sâd 38/32.

150 Bakara 2/190, 195, 205, 222, 276; Âl-i ‘Imrân 3/32, 57, 76, 140, 146, 148, 159; Nisâ’ 4/36, 107, 148; Mâide 5/13, 42, 54, 64, 87, 93; En‘âm 6/141; A‘râf 7/31, 55; Enfâl 8/58; Tevbe 9/4, 7, 108; Nahl 16/23; Hacc 22/38; Kasas 28/76, 77; Rûm 30/45; Lokmân 31/18; Şûrâ 42/40;

Hucurât 49/9, 12; Hadîd 57/23; Mücâdele 58/8; Saff 61/4.

151 Âl-i ‘Imrân 3/31.

152 Bakara 2/165; Âl-i ‘Imrân 3/119, 188; Mâide 5/54; Tevbe 9/108; Nûr 24/19; Haşr 59/9; İnsân 76/27.

153 Bakara 2/216.

154 Âl-i ‘Imrân 3/31, 92, 119, 152; A‘râf 7/79; Nûr 24/22; Saff 61/13; Kıyâmet 75/20; Fecr 89/30.

155 En‘âm 6/76.

156 Tevbe 9/23; Nahl 16/107; Fussılet 41/17.

157 İbrâhîm 14/3.

158 Bakara 2/165, 177; Âl-i ‘Imrân 3/14, Yûsuf 12/30; Sâd 38/32; İnsân 76/8; Fecr 89/20; ‘Âdiyât 100/8.

159 Tevbe 9/24; Yûsuf 12/8, 33.

160 Mâide 5/18.

161 Tâhâ 20/39.

(12)

ى ٰوَّنلا و ِ ب حْلا ُقِلا ف هاللّٰ َّنِا “Şüphesiz ki Allah, tohumu ve çekirdeği çatlatandır.”162 Bu ve benzer âyetlerde geçen ب ح/ ب حْلا habb/el-habb163 ve ةَّب ح habbeh164 kelimeleri “tohum, çekirdek, tane” gibi anlamlara gelmektedir. Bu kelimenin “sevmek” ve “ürün” anlamından hareketle şunları söylemek mümkündür:

“Gerçek mahbûb (sevgili) olan Allah’ın mahabbeti (sevgisi) olunca ve O’nun sevgisi tecelli edince habb denen ürünler meydana gelmektedir. Dolayısıyla bütün ürünler O’nun sevgisinin tecellisidir.”165

Kur’ân’da ا هِب ا نْي ت ا ٍل د ْر خ ْنِم ٍةَّب ح لا قْثِم نا ك ْنِا و “(Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adâlet terazisine) getiririz.”166 ُُۜ هاللّٰ ا هِب ِتْا ي ِض ْر ْلْا يِف ْو ا ِتا و ٰمَّسلا يِف ْو ا ٍة رْخ ص ي ِف ْنُك ت ف ٍل د ْر خ ْنِم ٍةَّب ح لا قْثِم ُك ت ْنِا ٓا هَّنِا َّي نُب ا ي

“Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik veya kötülük), bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu, bir kayanın içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu (senin karşına) getirir.”167 âyetlerinde geçen ةَّب ح habbehkelimeleri “en küçük zerre” anlamında kullanılmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’de muhabbet kelimesinin ve aynı kökten türeyen kelimelerin kullanımına baktığımızda, sevginin hem Yüce Allah’a hem insana nisbet edildiği görülmektedir. Bu kapsamda “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihâd ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.”168 âyetinde Yüce Allah ile kulları arasında var olan karşılıklı sevgi dile getirilmektedir.

Kur’ân’da “sevgi” anlamında v-d-d (د-د-و) kök harflerinden türetilen kelimeler ise, 29 yerde geçmektedir.169 Bu çerçevede, اًد م ا ُٓه نْي ب و ا ه نْي ب َّن ا ْو ل ُّد و ت ٍۛء ٓوُس ْنِم ْت لِم ع ا م و ۛا ًر ضْحُم ٍرْي خ ْنِم ْت لِم ع ا م ٍسْف ن ُّلُك ُد ِج ت م ْو ي

ِع ب

ِدا بِعْلاِب ٌف ُُ۫ؤ ر ُ هاللّٰ و ُه سْف ن ُ هاللّٰ ُمُك ُرِ ذ حُي و اًدي “Herkesin iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır bulacağı günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir.”170 âyetindeki ُّد و ت teveddü kelimesi “sevmek, istemek” anlamında kullanılmaktadır. Yine Kur’ân’da geçen َّد و vedde,171 او ُّد و veddû,172 ْتَّد و veddet;173 ُّد و ي yeveddü,174 اوُّد و ي yeveddû,175 نوُّدٓا وُي yüvâddûne;176 ُّد و ت teveddü177 ve نوُّد و ت teveddûne178 fiilleri de aynı anlamlara gelmektedir.

ِذَّلا َّنِا ُن ٰمْح َّرلا ُمُه ل ُل عْج ي س ِتا حِلاَّصلا اوُلِم ع و اوُن مٰا ني

اًّد ُو “İman edip iyi davranışlarda bulunanlar için Rahmân,

(birbirlerine karşı) bir sevgi yaratacaktır.”179 âyetindeki دُو vüdd kelimesi ile başka âyetlerde zikredilen ةَّد و م/ةَّد و مْلا meveddeh/el-meveddeh180 kelimeleri de “sevgi” demektir.

ِ ب ر َّنِا ِهْي لِا ا ٓوُبوُت َّمُث ْمُكَّب ر او ُرِفْغ تْسا و ِح ر ي

ٌدوُد و ٌمي “Rabb’inizden bağışlanma dileyin; sonra O’na tevbe edin.

Muhakkak ki Rabb’im çok merhametlidir, (mü’minleri) çok sever.”181 âyetindeki دوُد و vedûd kelimesi ile

162 En‘âm 6/95.

163 En‘âm 6/99; Kâf 50/9; Rahmân 55/12; Yâsîn 36/33; Nebe’ 78/15; ‘Abese 80/27.

164 Bakara 2/261; En‘âm 6/59.

165 Okuyan, Kur’ân Sözlüğü, 226.

166 Enbiyâ’ 21/47.

167 Lokmân 31/16.

168 Mâide 5/54.

169 ‘Abdu’l-Bâkī, “Vdd”, 837-838; Okuyan, Kur’ân Sözlüğü, 856-857.

170 Âl-i ‘Imrân 3/30.

171 Bakara 2/109; Nisâ’ 4/102.

172 Âl-i ‘Imrân 3/118; Nisâ’ 4/89; Mümtehıne 60/2; Kalem 68/9.

173 Âl-i ‘Imrân 3/69.

174 Bakara 2/96, 105, 166.

175 Ahzâb 33/20.

176 Mücâdele 58/22.

177 Âl-i ‘Imrân 3/30.

178 Enfâl 8/7.

179 Meryem 19/96.

180 Nisâ’ 4/73; Mâide 5/82; ‘Ankebût 29/25; Rûm 30/21; Şûrâ 42/23; Mümtehıne 60/1, 7.

181 Hûd 11/90.

(13)

ُدوُد وْلا ُروُف غْلا وُه و “O, çok bağışlayandır, çok sevendir.”182 âyetindeki دوُد وْلا el-vedûd sözcüğü Yüce Allah’ın bir sıfatı olarak “sevginin kaynağı, sevginin asıl sahibi” anlamlarına gelmektedir.

Kur’ân’daا ًرْس ن و قوُع ي و ثوُغ ي لْ و اًعا وُس لْ و اًّد و َّن ُر ذ ت لْ و ْمُك ت هِلٰا َّنُر ذ ت لْ اوُلا ق و “Dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Vedd’den, Suvâ‘dan, Yeğûs’tan, Ye‘ûk’tan ve Nesr’den asla vazgeçmeyin!”183 âyetinde geçen د و vedd kelimesi ise “Vedd” putunun ismidir.

Kur’ân’da “sevgi” anlamında kullanılan kelimelerin Yüce Allah’a atfedildiği yerlerdeki âyetlerden hareket ederek şunları söylemek mümkündür: Yüce Allah (cc) Hz. Peygamber’e (s) tâbi olanları,184 takvâ sahiplerini,185 sabırlı davrananları,186 iyileri/işini iyi yapanları,187 günahlarından dolayı samimi bir şekilde tevbe edenleri,188 maddî ve mânevî temizliğe önem verenleri,189 tevekkül edenleri,190 adâletli olanları191 ve Allah yolunda cihâd eden kahramanları192 sevmektedir. Buna karşın Yüce Allah kâfirleri,193 haddi aşanları,194 yeryüzünde fesat çıkaranları,195 günahkârları,196 zâlimleri,197 kibirlenip övünenleri,198 hainleri,199 nankörleri,200 müsrifleri,201 büyüklük taslayanları202 ve şımarıkları203 da sevmemektedir.

Kur’ân’da “sevgi” manasındaki sözcüklerin insana nispet edildiği âyetlerde Allah sevgisi,204 iman sevgisi205 ve mü’minler arasındaki iman kardeşliği sevgisinden206 övgüyle söz edilmektedir. Buna mukabil, insanın dünyaya, mal-mülk ve geçici hazlara aşırı düşkünlüğü,207 hak etmediği halde övülmeyi arzulaması208 ve çirkin olan şeyleri ifşa etmeyi sevmesi209 de eleştirilmektedir.

2.2. İttibâ Kavramı

T-b-‘a (ع-ب-ت) kök harflerinden türeyen kelimeler Kur’ân-ı Kerîm’de 173 defa zikredilmektedir.210 Bu doğrultuda Kur’ân’daki عِب ت tebi‘a,211 اوُعِب ت tebi‘û,212 ع بْت ا etbe‘a,213 اوُع بْت ا etbe‘û,214 ا نْع بْت ا etba‘nâ,215 ع بَّتا

182 Burûc 85/14.

183 Nûh 71/23.

184 Âl-i ‘Imrân 3/31-32.

185 Âl-i ‘Imrân 3/75-76; Tevbe 9/1-4, 7.

186 Âl-i ‘Imrân 3/144-147.

187 Bakara 2/195; Âl-i ‘Imrân 3/134, 148; Mâide 5/13, 93.

188 Bakara 2/222.

189 Bakara 2/222; Tevbe 9/107-708.

190 Âl-i ‘Imrân 3/159.

191 Mâide 5/42.

192 Saff 61/4.

193 Bakara 2/195; Âl-i ‘Imrân 3/14; Hacc 22/38; Rûm 30/45.

194 Bakara 2/190-194; Mâide 5/87; A‘râf 7/55.

195 Mâide 5/64; Kasas 28/77.

196 Nisâ’ 4/107.

197 Âl-i ‘Imrân 3/57, 140; Şûrâ 42/40.

198 Nisâ’ 4/36; Lukmân 31/18; Hadîd 57/23.

199 Nisâ’ 4/107; Enfâl 8/58; Hacc 22/38.

200 Hacc 22/38.

201 En‘âm 6/141; A‘râf 7/31.

202 Nahl 16/23.

203 Kasas 28/76.

204 Bakara 2/165.

205 En‘âm 6/76.

206 Mâide 5/54.

207 Âl-i ‘Imrân 3/14.

208 Nisâ’ 4/36; Lukmân 31/18; Hadîd 57/23.

209 Nisâ’ 4/148.

210 ‘Abdu’l-Bâkī, “Tb‘a”, 183-186; Okuyan, Kur’ân Sözlüğü, 173-177.

211 Bakara 2/38; Âl-i ‘Imrân 3/73; A‘râf 7/18; İbrâhîm 14/36; İsrâ’ 17/63; Sâd 38/85.

212 Bakara 2/145.

213 A‘râf 7/175; Yûnus 10/90; Hıcr 15/18; Kehf 18/85, 89, 92; Tâhâ 20/78; Sâffât 37/10.

214 Şu‘arâ’ 26/60.

215 Mü’minûn 23/44; Kasas 28/42.

Referanslar

Benzer Belgeler

(40/35) Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın ayetleri hakkında mücadele edenler gerek Allah katında, gerekse iman edenler yanında büyük bir

Daha öncede bahsettiğimiz gibi günahın simgesi olarak kullanılan çıplak vücudun görsel -1 de olduğu gibi bu minyatür örnekte de kadın figürü olarak

Tıpkı bunun gibi, Allah kulun durumuna uygun düşen dualarını kabul, uygun düşmeyenleri de, onun için daha yararlı olan bir başka ikramda bulunur ve onun

kuranı kerim ayetleri mp3 indir.silent hill 3 oyun indir eu.adobe photoshop cs4 türkçe dil paketi indir.autocad 2007 32 bit indir tek link.Kuran ı kerim diyanet meali bedava

12 Atik, Bilal, Kral ve Peygamber Olarak Davud (as) ve Süleyman (as) Kıssalarıyla Verilmek İstenen Mesajlar, (Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi, SBE,

‹flte bu çift yönlü özelli¤in gere¤i olarak Kur’an-› Kerim’in iki türlü okunufl flekli vard›r: Bunlardan birincisi, genel olarak zihinsel bir yaklafl›mla

Muhammed ve Evrensel Mesajı (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., 2004); Hüseyin Algül, İslam Tarihi (İstanbul: Emin Yay., 1997)... zarar sadece kendilerine

‘ Sizin hepinizin yaratılmanız da yeniden diriltilmeniz de sadece bir tek kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir; Allah her şeyi işitir, her şeyi