• Sonuç bulunamadı

Leishmaniasis, Leishmania cinsine ait parazitik kamçılı protozoonların neden olduğu,

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Leishmaniasis, Leishmania cinsine ait parazitik kamçılı protozoonların neden olduğu,"

Copied!
133
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1. GİRİŞ

Phlebotominae kum sinekleri; Diptera takımı, Psychodidae ailesi içerisinde sınıflandırılan hematofaj canlılardır. Kum sineği (sand fly) ismi genel morfolojik özelliklerine göre belirlenmiş en yaygın kullanılan tanım olmasına karşın, ülkemizin çeşitli bölgelerinde farklı isimlerle (tatarcık, yakarca, küpdüşen, mucuk, çeti sineği, yapyakan) anılmaktadırlar (Erel, 1973; Doğan, 1981; Yaman, 1999). Kum sineklerinin kan emen dişi bireyleri Leishmania (Kinetoplastida: Trypanasomatidae) cinsine bağlı protozoon parazitlerin bilinen tek vektörleridir (Killick-Kendrick, 1990). Kum sinekleri Leishmania parazitlerinin yanı sıra, kum sineği ateşi (sandfly fever), üç gün ateşi veya papatasi ateşi (three day fever veya papatasi fever) olarak bilinen hastalıklara sebep olan phlebovirüs grubunda yer alan virüslerin ve özellikle Amerika kıtasında bartonellosis’e neden olan Bartonella baciliformis bakterisinin vektörlüğünü yapmaktadırlar. Parazitlere, virüslere ve bakterilere vektörlük etmelerinden dolayı, kum sinekleri hem halk sağlığı hem de veteriner hekimlik açısından medikal önem arz etmektedirler (Çetin ve Özbel, 2017).

Kum sinekleri, Yeni Dünya (Lutzomyia, Brumptomyia ve Warileya) ve Eski Dünya (Phlebotomus, Sergentomyia ve Chinius) olmak üzere 6 adet cins altında incelenmekte ve günümüze kadar 988 türü tespit edilmiştir. Dünya genelinde leishmaniasis vektörlüğü kanıtlanmış 70 kadar kum sineği türünün olduğu bildirilmektedir. Ülkemizde Phlebotomus cinsinin altında Phlebotomus, Adlerius, Larroussius, Paraphlebotomus, Transphlebotomus alt cinslerine ait 24 ve Sergentomyia cinsine dahil dört tür bulunmaktadır (Çetin ve Özbel, 2017).

Bu türlerin dağılımları günümüze kadar taşıdıkları hastalıkların dağılımları ölçüsünde ele alınmış ve özellikle leishmaniasisin vektörlüğü açısından önemli olan kum sineği türlerinin Akdeniz, Ege, Doğu ve Güneydoğu Anadolu ve Marmara bölgelerinde yaygın olduğu bildirilmiştir (Daldal ve Özbel, 1997).

Leishmaniasis, Leishmania cinsine ait parazitik kamçılı protozoonların neden olduğu,

tedavi edilmediğinde insanlar için ölümcül olabilen visceral leishmaniasis (VL, İç organ

leishmaniasisi), kendiliğinden iyileşebilen kutanöz leishmaniasis (CL, KL deri leishmaniasisi)

ve hem deri hem mukozaları tutan mukokutanöz leishmaniasis (MCL, MKL) şeklinde farklı

formları olan bir enfeksiyondur (Daldal ve Özbel, 1997). Ayrıca doğada köpek başta olmak

üzere tilki, kemirgen gibi diğer hayvan türlerinin de Leishmania parazitlerine rezervuarlık

yaptığı bilinmektedir. Köpeklerde görülen bu hastalığa “KanL (Kanin leishmaniasis)” adı

verilmektedir. Yakın zamanda kedilerin de rezervuar olarak rol alabileceği çeşitli moleküler

(2)

çalışmalarla gösterilmiş olup, kedilerde ki hastalık tablosu da “Feline leishmaniasis” olarak isimlendirilmiştir. Türkiye’nin coğrafi konumu itibariyle Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bulunması ve farklı ekolojik-iklimsel özellikler göstermesi nedeniyle leishmaniasisin epidemiyolojisinde önemli bir rolü bulunmaktadır (Ok, 2002; Alten, 2003). Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve birçok kurumun kabul ettiği başlıca vektör kökenli hastalıklar arasında bulunan leishmaniasisin, tüm Dünya’da direk ya da dolaylı olarak 350 milyon insanı tehdit ettiği belirtilmektedir. Ayrıca 12 milyon insanın enfekte olduğu ve her yıl 1,5 milyon yeni kutanöz leishmaniasis, 500 bin visceral leishmaniasis olgusunun kayıtlara geçtiği bildirilmektedir (WHO, 2010).

Kum sinekleri ile ilgili yapılan çalışmalarda, Türkiye’de 28 farklı (24 adet Phlebotomus, 4 adet Sergentomyia) kum sineği türü bulunduğu, bazı türlerin Leishmania türleri için kanıtlanmış vektör oldukları, Avrupa’da en zengin kum sineği faunasının Türkiye’de olduğu bildirilmiştir (Özbel, 1995; Ertabaklar ve ark 2001; Ok ve ark, 2002;

Özensoy Töz, 2002; Özbel ve Özensoy, 2008 Karakülah et al. 2016, Çetin ve Özbel, 2017).

Adana ve Osmaniye’nin kuzeydoğusundaki köylerde ve Kuşadası’nda gerçekleştirilen bir diğer çalışmada Phlebotomus tobbi’nin, L. infantum’un vektörü olduğu kanıtlanmış ve etken tür genotiplendirilmiştir. (Svobodova et al. 2009; Rogers et al. 2014; Özbel et al. 2016). Daha önce yapılan epidemiyolojik çalışmalarda da Türkiye’deki KL etkeni L. tropica’nın olası vektörlerinin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde P. sergenti, batıda ise P. similis olduğu bildirilmiştir (Özbel ve Özensoy, 2008).

Leishmaniasisin endemik olduğu bölgelerde, Phlebotomus türlerinin, vektörlüklerinin, popülasyon dinamiklerinin, çevreye ait ekolojik verilerin bilinmesi ve epidemiyolojik sürecin anlaşılması kontrol stratejilerinin geliştirilmesi açısından önem taşımaktadır (Yaman, 1999).

Bu tez çalışmasında; leishmaniasis yönünden endemik olduğu bilinen Muğla ili ve ilçelerine ait kum sineği faunasının belirlenmesi, türlerin popülasyon yoğunluğunun ve tür çeşitliliğinin analiz edilmesi, iklimsel ve ekolojik faktörleri gözlemleyerek popülasyonlara ait mevsimlere bağlı aktivitelerinin ortaya konulması amaçlanmıştır. Ayrıca yakalanan kum sineği örneklerinde moleküler yöntemler kullanılarak, olası/kesin vektör türleri belirlemek için Leishmania parazitlerinin varlığının araştırılması hedeflenmiştir.

Belirtilen hedeflerin yanında Türkiye’nin kum sineği (Phlebotomus ve Sergentomyia)

faunasının belirlenmesine katkı sağlanması ve ortaya çıkan verilerin Leishmania paraziti

üzerine yapılacak başka çalışmalara faydalı olacağı öngörülmektedir. Ayrıca bu tez

çalışmasında “Tek Tıp, Tek Sağlık” konsepti çerçevesinde koruyucu hekimliğin gereği olarak

bölge halkının, ilgili sağlık birimlerinin ve yetkili idari-mülki amirliklerin bilgilendirilmesi ile

(3)

hastalığın farkındalığının artırılması amaçlanmıştır. Öte yandan ülkemizde vektör kaynaklı

hastalıklara karşı yapılan mücadelede kontrol programlarının geliştirilmesi ve potansiyel

risklerin değerlendirilmesine katkıda bulunacağı düşünülmektedir.

(4)

2. GENEL BİLGİLER

2.1. Tarihçe

Kum sineklerinin tanımlamasını ilk defa 1691 yılında Roma’da Philippo Bonanni yapmıştır. İlk Phlebotomus türü olan Bibio papatasi (Phlebotomus papatasi) 1786 yılında Scopoli tarafından tanımlanmıştır (Theodor, 1948; Perfil’ev, 1968). Rondani 1840’da, dünyanın tüm bölgelerinde bulunan kum sineklerini Flebotomus cinsi altında toplamıştır.

Loew isimli araştırıcı tarafından bu isim 1845 yılında Phlebotomus olarak değiştirilmiştir (Rispail ve Legér, 1998).

İtalyan araştırmacı Grassi tarafından 1907 yılında yapılan çalışmada erkek ve dişi bireylerin tarifleri yapılarak, gelişme safhaları hakkında bilgiler verilmiştir. İngiliz entomolog Robert Newsteadt 1911 yılında yaptığı çalışmada çok sayıda tür tanımı yaparak, Phlebotomus minutus Rondani’yi tekrar tanımlamış ve bu türe ait erkekler ile dişilerin morfolojileri hakkında bilgi vermiştir (Perfil’év, 1968). Larrousse, Phlebotomus üzerine yaptığı monografi çalışması ile bu alandaki ilk çalışmalarını 1921 yılında gerçekleştirerek bu dönem çalışmalarını özetlemiştir. Araştırmacı, tüm dünya üzerinde bulunan kum sineklerini tarif ederek coğrafi dağılımları hakkında sonuçları ve tür tayin anahtarlarını ortaya koymuştur (Perfil’év, 1968). Kum sineği çalışmalarında anatomilerinin de incelendiği dönem 1926 yılında başlamıştır. Adler ve Theodor 1926 yılında yayınladıkları makaleleri ile kum sineği sistematiği için dönüm noktası oluşturmuşlardır, yaptıkları çalışmada spermateka, farinks ve sibarial dişlerin taksonomik önemini belirterek bu alanda yapılacak olan çalışmaların hız kazanmasını sağlamışlardır. Aynı araştırmacılar farinksin bazal kısmının dişi ve erkek bireylerde karakteristik bir armatür oluşturduğunu belirterek, bu yapının dişilerin tanımlanmasında faydalı olabileceğini bildirmişlerdir (Theodor, 1948; Perfil’év, 1968; Lewis, 1978).

Yeni teşhis metotları 1926 yılından itibaren tür sayısının hızlı bir şekilde artmasını

sağlamıştır. Theodor (1948; 1958), Lewis (1967), Perfil’év (1968) ve daha birçok araştırıcı

(Nadim ve Javadian, 1976; Lewis ve Buttiker, 1980; Lane, 1986a; 1986b) konu ile ilgili

detaylı çalışmalar yapmışlardır (Yaman, 1999).

(5)

2.2. Kum Sineklerinin Sınıflandırılması ve Türkiye’deki Dağılımı

Insecta sınıfı, Diptera takımı, Nematocera alt takımında yer alan kum sinekleri, Psychodidae ailesi içinde bulunan Phlebotominae alt ailesinde ki 6 cins altında incelenmekte ve tüm dünyada 988 farklı türü olduğu tahmin edilmektedir (Erel, 1973; Yaman, 1999, Çetin ve Özbel, 2017). Phlebotominae’nin sınıflandırılması şu şekildedir (Lane, 1993; Daldal ve Özbel, 1997);

Phylum : Arthropoda Subphylum : Antennata Classis : Insecta Subclassis : Pterygota

Ordo : Diptera

Subordo : Nematocera Familya : Psychodidae Subfamilya : Phlebotominae

Phlebotominae alt ailesi Eski Dünya olarak adlandırılan Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında Phlebotomus, Sergentomyia ve Chinius ve Yeni Dünya olarak isimlendirilen Amerika kıtasında da Lutzomyia, Brumptomyia ve Warileya olmak üzere toplam 6 cinsi içermektedir. Bu cinslerin altında da vektör olan türlerin bilinmesi açısından önemli alt cinsler bulunmaktadır. Türkiye’de kum sinekleri üzerine günümüze kadar yapılan çalışmalarda 5 alt cins içinde 24 farklı Phlebotomus türü ve Sergentomyia cinsine ait 4 türün varlığı bildirilmiştir. Türkiye’de bulunan kum sinekleri Phlebotomus, Adlerius, Larroussius, Paraphlebotomus, Transphlebotomus alt cinslerine ait türler ile birlikte Sergentomyia cinsine ait türleri kapsamaktadır (Tablo 1.) (Aransay ve ark, 2000; Çetin ve Özbel, 2017).

Türkiye’de Phlebotomus alt cinsi içinde sadece Phlebotomus papatasi türü

bulunmaktadır. Kutanöz leishmaniasis’in kanıtlanmış vektörü olan P. papatasi bütün coğrafi

bölgelerimizde yoğun olarak bulunmaktadır. Ayrıca bu türün Türkiye’de görülen Toscana

Virus (TOSV) vakalarında da potansiyel vektör olduğu düşünülmektedir (Özbel, 2013).

(6)

Tablo 1. Türkiye’de günümüze kadar saptanan kum sineği türleri (Çetin ve Özbel, 2017).

(7)

Adlerius alt cinsini ülkemizde P. halepensis, P. simici, P. brevis, P. balcanicus ve P. kyrenia olmak üzere 5 tür temsil etmektedir.

Ülkemizde Paraphlebotomus alt cinsi altında P. sergenti, P. alexandri, P. similis, P. caucasicus, P. jacusieli türleri bulunmaktadır. Bu türlerden P. sergenti’nin varlığı ülkemizin tüm coğrafi bölgelerinde tespit edilmiş olup, altcinsin en geniş yayılıma sahip olduğu rapor edilmiştir. Bu türün özellikle ülkemizde Güneydoğu Anadolu bölgesinde antroponotik kutanöz leishmaniasis’in etkeni olan L.tropica’ya vektörlük yaptığı bilinmektedir (Ok, 2002; Demir ve Karakuş, 2015). Ayrıca P. similis türünün de özellikle Türkiye’nin batı bölgelerinde L.tropica’nın olası vektörü olduğu düşünülmektedir (WHO, 2010).

Larroussius alt cinsi ise P. neglectus/syriacus, P. major, P. tobbi, P. kandelakii, P. perfiliewi, P. transcaucasicus, P. burneyi, P. galileaus türleri temsil etmektedir.

Larrouussius alt cinsine ait tüm türler L. infantum’un olası vektörleridir. Bu alt cins içinde yer alan P.neglectus ve P.syriacus türlerinin morfolojik olarak ayrımlarının güçlüğünden dolayı bazı çalışmalarda aynı tür adı altında P.neglectus/syriacus olarak, bazı çalışmalarda ise ayrı ayrı kullanılmaktadır. Ülkemizde şimdiye kadar sadece P. tobbi türünün L. infantum’un kesin vektörü olduğu 2009 yılında Osmaniye’de yapılan bir çalışma ile ortaya konulmuştur (Aransay ve ark, 2000; Svobodova ve ark, 2009).

Ülkemizde bulunan Transphlebotomus alt cinsini P. mascitti, P. anatolicus ve P. killicki, P. economidesi temsil etmektedir ayrıca Sergentomyia cinsini de; S. antennata, S. minuta, S. theodori, S. dentata temsil etmektedir (Kasap ve ark, 2015; Çetin ve Özbel, 2017).

2.3. Kum Sineklerinin Morfolojisi

2.3.1. Ergin

Phlebotominae alt ailesindeki kum sineklerinin boyları nadiren 3 mm’yi aşmakta, ve beyazdan siyaha kadar değişik renk tonlarında olabilmektedirler. Vücutlarının tüylü olması, uzun bacak ve ağız parçalarına sahip olması ve dinlenme halinde iken kanatların vücuda dik,

“V” harfi şeklindeki (Şekil 1.) tutuşları ile kolaylıkla tanınmaktadırlar. Kum sinekleri,

sivrisineklerden farklı olarak konağa sessiz şekilde hücum ederler (Killick-Kendrick, 1999).

(8)

Şekil 1. Phlebotomus papatasi dış görünüş, A: Erkek, B: Dişi (Perfilev, 1968’den)

Kum sineği türlerinin tanımlanmasında bazı morfolojik özellikler değerlendirilir. Baş özellikle sibarium, farinks ve antenler taksanomik açıdan çok önemlidir. Sibarial ve faringeal dişlerin sayısı, büyüklüğü ve yerleşimi cinsleri ayırt etmede kullanılmaktadır (Lane, 1993).

Başta gözler, hortum, bir çift anten (16 segmentli) ve bir çift de uzun maksiller palp bulunmaktadır. Yuvarlak, iri ve bileşik olan gözlerde ocellus bulunmamaktadır (Şekil 2.) (Erel, 1973; Merdivenci, 1981; Daldal ve Özbel, 1997).

Yedi parçadan oluşan hortum delici-emici tiptedir. Boyutları taksanomik önem taşıyan labrum (üst dudak) geniştir ve öne doğru incelerek gelir. Labium ise kısa ve düzdür, ucunda yumuşak ve geniş iki tane labellum bulunur. Mandibul (alt çene) iki tane olup uç kısmında testere dişleri gibi sıralanmış dişler bulunmaktadır. Kan emmeyen erkek kum sineklerinde mandibül ve maksillalar bulunmamaktadır (Daldal ve Özbel, 1997). Dişilerde maksilla (üst çene) iki tanedir ve mandibüllere göre daha kalındır. Emici yapılar olarak hipofarinks ve epifarinks bulunmaktadır. Epifarinks; geriye doğru kendi üstüne kıvrılarak bir kanal oluşturmakta ve serbest olan uca doğru sivri bir çıkıntı ile sonlanmaktadır. Hipofarinks ise kenarları ince orta kısmı kalın olup epifarinksin kıvrılarak oluşturduğu kanalı kapatmaktadır.

Orta kısmındaki kalın olan bölgeden tükrük bezi geçmektedir (Daldal ve Özbel, 1997). Beş segmentli olan palplerin üzeri kıl ve pullarla örtülüdür (Erel, 1973). Palplerin ilk segmenti diğer segmentlere göre oldukça küçük olup, diğer segmentlerin büyüklükleri türlere göre farklılık gösterebilmektedir. Palp segmentlerinin büyüklük sırasına göre ifade edildiği formüle

‘palp formülü’ adı verilmektedir (Lewis, 1973; Daldal ve Özbel, 1997). Palp formülü Arap

sayıları ile (1-5) ile simgelenen palp segmentlerinin uzunluklarını temel alır.

(9)

Şekil 2. Kum sineğinin baş bölümleri, sibarium ve farinks büyütülerek ( Daldal ve Özbel, 1997; Theodor, 1958’den değiştirilerek)

Bu formülde sayılar artan segment uzunluklarına göre sıralanır, eşit uzunluktaki segmentler parantez içine alınarak belirtilirler. Antenlerde gözler arasına yerleşmiş ve 16 segmentten meydana gelmişlerdir. İlk segment yuvarlanmış kareye benzerken, antenin ikinci segmenti yuvarlak, diğer tüm segmentler lobut biçimindedir (Şekil 3.). Üçüncü segmentin uzunluğu (A3) taksonomik olarak önem taşır. Birbirine yakın türlerde üçüncü segmentin uzunluğu ile epifarinksin uzunluğu karşılaştırılabilir (Erel, 1973; Lewis, 1973; Daldal ve Özbel, 1997).

Şekil 3. Kum sineklerinde anten yapısı (Artemiev ve Neronov, 1984)

Antenin 3’ten 15’e kadar olan segmentlerinde askoid adı verilen bir ya da iki adet kıl bulunmaktadır. Reseptör görevi gören bu kıllar, segmentlerin birbirine bağlandığı kalınlaşmadan hemen sonra gelen kısımdan bükülerek çıkmakta ve anten segmentine paralel olarak devam etmektedir (Şekil 3.). Askoidlerin sayısı ve uzunluğu türlere göre değişiklik gösterir (Erel, 1973; Lewis, 1973; Daldal ve Özbel, 1997).

Kum sineklerinde üzeri sık kıllarla örtülü ve üstten kabarık görünümlü olan

toraksından iki çift kanat ve üç çift bacak çıkmaktadır. Bacaklar tüylü ve uzundur. Torakstan

(10)

çıkan iki çift kanattan, gelişmemiş olan kanatlar halter organına dönüşmekte ve gelişmiş diğer iki kanat ise üzeri kıllarla örtülü, damarlı bir yapıya sahiptir. Dinlenme anında 45˚ açı yaparak yukarı doğru ‘V’ harfi şeklinde durmaktadır. Kanatlar üzerinde birbirine paralel altı damar bulunmaktadır ve bu damarların seyirleri kum sinekleri için karakteristiktir (Erel, 1973;

Daldal ve Özbel, 1997; Yaman, 1999). Kum sineklerinde üzeri kıllarla örtülü ve on segmentten oluşan abdomen bulunmaktadır. Son iki segment genital organları oluşturmaktadır ve tüm segmentler üzerinde demet halinde bulunan kılların dik ya da yatık olması tür teşhisinde kullanılmaktadır (Erel, 1973; Daldal ve Özbel, 1999). Abdomenin dokuzuncu ve onuncu segmenti tür teşhisinde önemlilik arz eden genital organlar olarak farklılaşmışlardır (Özbel ve ark, 1993).

Abdomenin ucu yuvarlak sonlanan (Şekil 4a.) dişilerde dokuzuncu segmentin sterniti kıllı ve çıkıntılıdır. Tergitin üzerinde oval uzantılar halinde iki adet ‘sersi’ bulunmaktadır.

Şekli ve yapısı türlere göre farklılık gösteren ve iki adet olan spermateka ve kanallarının segmentli olup olmaması (Şekil.4b), varsa segment sayısı, segmentlerin ucundaki tüylerin sayı ve durumu, ayrıca iç genital organ olan ve spermatekaya destek olan genital furkanın yapısı dişilerde tür ayrımında kullanılan önemli karakterlerdir (Doğan, 1981; Leger, 1983). Artemiev (1978)’e göre dişi kum sineklerinde tür ayrımında kullanılan genital karakterlerden, spermatekanın şekli, spermatekal kanalların uzunluğu ve şekli, postgenital bölgenin şekli ve furkanın şekli ön plana çıkmaktadır.

Şekil 4. Dişi kum sineğinde genital organın bölümleri; A: Abdomenin arka kısmı, lateral görünüş. T 6-10:

Abdominal tergumlar, C: sersi, SP: Spermateka, F: Furka, ST 8: Sternum 8, B: P.kandelakii türünün spermatekası (Perfil’ev, 1968’den değiştirilerek; Demir, 2010).

Erkekler abdomenin arka kısmında birbirine benzeyen 3 çift çıkıntıya sahiptir ve bu

yapılar tür teşhisinde büyük önem arz etmektedir. Bu çıkıntıların ikisi klasper, ikisi paramer

ve ikisi de surstil olarak isimlendirilen dokuzuncu tergitin uzantılarıdır (Şekil 5.).

(11)

Paramerlerin hemen yanından uzanan ve içinden genital filamentlerin geçtiği iki adet aedeagus vardır. Klasperin vücuda birleşen parçasına koksit (bazal segment), buna bağlı olan yapıya da stilus (terminal segment) adı verilmektedir. Stilusların üzerindeki dikenlerin şekli, sayısı, yerleşimi sistematik yönden önem taşımaktadır. Koksitin iç kısmında bulunan kılların konumu ve sayısı, genital pompanın uzunluğu, aedeagus’un şekli, eğer varsa basal proses’in şekli ve büyüklüğü de tür tayini için önemli morfolojik karakterlerdir (Erel, 1973).

Şekil 5. Erkek kum sineği genital organının yandan görünümü (Daldal ve Özbel, 1997’den değiştirilerek)

Kum sineklerinin sindirim sistemi hortumla başlar, hortumu meydana getiren parçalar bir kanal şeklinde uzayarak klipeus bölgesinin hemen arkasında birleşir ve üçgen şeklinde bir genişleme meydana getirir. Buna ağız boşluğu (sibarium) adı verilir. Bazı cinslerde sibariumda değişik şekillerde görülen bir veya iki sıralı dişlerin oluşturduğu yapıya ‘sibarial armatür’ adı verilir. Sibarial armatürde bulunan dişlerin sayısı, şekli ve dizilişi sistematik yönden önem taşımaktadır. Sibariumun arkasında bulunan, şekil ve büyüklüğü türlere göre değişiklik gösteren farinks, bir boşluğu çevreleyen üç plaktan meydana gelmiştir. Farinksin ön kısmı dar, arka kısmı geniş olup, üzerinde diş, pul, spikül gibi yapılar bulunabilir. Bu yapıların tümü ‘farinks armatürü’ olarak adlandırılmaktadır. Farinksin şekli, farinks armatürünü oluşturan dişlerin büyüklüğü, şekli, dizilişi tür ayrımında önem taşımaktadır (Erel, 1973; Lane, 1993; Yaman, 1999).

Sindirim sistemi farinksten sonra özefagus ile devam eder, bundan sonra gelen mide

bütün karın bölgesini dolduracak kadar geniştir. Mide kısmı Leishmania’ların gelişimini

(12)

tamamladığı yer olması açısından önemlidir. Sindirim sistemi mideden sonra uzun olmayan bir bağırsak, malpigi tüpleri, rektum ve anüsle sonlanır (Erel, 1973; Daldal ve Özbel, 1997).

Diptera dizisine ait diğer üyeler gibi kum sinekleri de holometabol gelişim göstermektedirler. Kum sineklerinin yaşam döngülerinde ergin döneminden başka yumurta, larva ve pupa evreleri bulunmaktadır (Şekil 6.).

Şekil 6. Kum sineği yaşam döngüsündeki evreler (Çetin ve Özbel, 2017).

2.3.2. Yumurta

Kum sineklerinin dişi bireyleri bir gonotrofik döngüde yaklaşık 30- 70 arasında yumurtayı (0,1 mm en- 0,3 mm uzunluk boyutlarında) humus/organik madde bakımından zengin, nemli toprağa bırakırlar ve yumurtladıktan sonra dişiler genellikle ölürler.

Yumurtaları oval şekilde, iki ucu yuvarlak ve açık griden koyu kahverengine kadar değişik renkte olabilmektedir (Resim 1.). Yumurtalar üzerlerinde bulunan özel yapışkan bir madde ile bulundukları yere yapışırlar (Daldal ve Özbel, 1997, Çetin ve Özbel; 2017).

Resim 1. Kum sineği yumurtaları

(13)

2.3.3. Larva

Ortalama 4-20 gün içinde yumurtadan çıkan larvalar, organik besin yönünden zengin her türlü (ağaç kovukları, kökleri, mağaralar, çatlaklar, kemirgen yuvaları, gübreler vb.) habitatta gelişirler (Çetin ve Özbel, 2017). Kum sineği larvalarının gelişmiş bir baş kısmı, çiğneyici tipte ağız yapısı vardır. Larvalar tırtıla benzer şekilli; grimsi beyaz renkte, 4 mm civarında uzunluğa sahiptirler (Resim 2.). Güneş ışığından olumsuz etkilenen larvalar gelişmelerini 6-10 haftada tamamlarlar. 12 segmentli olan olgun larvalar pupa halini almadan önce dört gömlek değiştirir ve 8 mm uzunluğa erişirler. Kum sineği larvalarının tanınmasında kuyruk dikenleri önem taşımaktadır. Birinci evre larvalarda bir çift, diğer üç evredeki larvalarda ise iki çift kuyruk dikeni bulunmaktadır. Duyu organı olarak görev yapan bu oluşumlar, larva bir yere temas ettiğinde sıçrama yapmasını sağlamasının dışında, aşırı yağışlardan dolayı sel durumlarında larvanın yüzmesine yardımcı olur (Kettle, 1995; Daldal ve Özbel, 1997).

Resim 2. Kum sineği larvaları

2.3.4. Pupa

Larva evresinden şekilsel olarak farklı olan pupa evresinin ön kısmı geniş, arka kısmı

ise daha dardır. İlk zamanlar beyaz olan pupa zamanla sarımtrak-gri bir renk alır. Bu evre

ortam şartlarına bağlı olarak 6-13 gün sürer. Pupa gelişmesini tamamladıktan sonra sırt ve ön

kısmında “T” şeklinde açılan yarıktan erişkin kum sinekleri çıkmaktadır (Daldal ve Özbel,

1997).

(14)

2.4. Biyo-ekoloji

Kum sinekleri genelde alçak yerlerde yaşamaktadır. Bazı türler ise yüksek rakımlı yerlerde de yaşayabilmektedirler (Daldal ve Özbel, 1997). Kum sineklerinin dağılımı yükselti, sıcaklık, nem, toprağın fizikokimyasal yapısı, konakların durumu, yağış miktarı gibi faktörlerden etkilenmektedir (Lewis, 1971). Eski Dünya kum sinekleri daha az yağış alan bozkır ve savanlarda, Yeni Dünya sinekleri ise fazla yağışlı bölgelerde yaşarlar (Kettle, 1995).

Çöllerden, yağmur ormanlarına ve ev içi gibi birçok farklı habitatta yaşayabilen kum sineklerinin küçük olmaları ve değişik beslenme alışkanlıklarından dolayı tabiatta yerlerinin belirlenmesi oldukça güçtür. Kum sineklerinin başlıca gereksinimleri nem ve larvalarının beslenebileceği organik atıklardır (Lewis, 1978). Gece vakti aktifleşen kum sinekleri, aktif olmadıkları zaman, rüzgardan ve yağmurdan korunan nispeten serin ve nemli yerlerde saklanırlar (Kettle, 1995; Yaman, 1999). Yerleşim yerine yakın olduklarında üreme ve dinlenme alanlarından çok uzağa gidemezler fakat hava akımı ve rüzgarın etkisi ile çöllerde 1500 m kadar ilerledikleri kaydedilmiştir (Perfil’ev, 1968).

Kum sineklerinin larvaları yaşam için suyun olmadığı fakat nemli, organik birikimin fazla olduğu alanları seçerler. Bu açıdan insan ve hayvan dışkılarının olduğu yerler ve foseptikler, toprağın nemli katmanları gibi alanlar larva ve yumurta evreleri için uygun ortamlardır (Alten ve Çağlar, 1998). Birçok Phlebotomus türü insanların yaşamadığı dış alanlarda (Eksofil), önemli türlerden bazıları da insanların bulunduğu ortamlarda (Endofil) yaşarlar (Daldal ve Özbel, 1997). Dişiler, insanların bulunduğu yerde yaşamayı tercih ederken, erkek kum sinekleri genellikle dinlenme alanlarına yakın bulunurlar. Misgevic (1986) ve arkadaşları Yugoslavya’da yaptıkları çalışmada yerleşim yerlerinden toplanan kum sineklerinin cinsiyet dağılımlarına baktıklarında insan barınaklarında dişilerin, hayvan barınaklarında erkek bireylerin olduğunu bildirmişlerdir.

Toprağın mikroiklimi ile kum sineklerinin bolluğu arasında pozitif bir korelasyon bulunmaktadır. Sıcaklık ve üredikleri toprağın nemi popülasyon dinamiklerini düzenleyen temel parametrelerdir (Mulenda ve Mutuku, 1990). Larva gelişimi ve erişkin aktivitesi 20˚C’

nin altında yok denecek kadar az olduğu için, kum sineklerini yaşam yerlerinde yılda en az bir ayın 20˚C sıcaklığa sahip bölgeler olması gerekmektedir (Budak, 1991). Kum sineği erişkinlerinin soğuğa karşı çok hassas olduğu bildirilmiştir (Kettle, 1995).

Kum sineklerinin ergin hale gelebilmesi için optimum sıcaklık 25-26˚C dir.

Erişkinlerin en aktif olduğu sıcaklıklar 25-28˚C dir (Kettle, 1995; Daldal ve Özbel, 1997).

Kum sineklerinin en önemli özellikleri nemi yüksek olan bölgeleri tercih etmeleridir. Alten ve

(15)

Çağlar (1998) kuru ve nemli geceler arasında sokma aktiviteleri açısından büyük farklar olduğunu ortaya koymuşlardır. Yaşamaları için ihtiyaç duydukları nem oranı türlere göre değişiklik göstermektedir. Örneğin P.papatasi %45-60 rutubette aktif iken, Larroussius alt cinsinde bulunan türler %75-80 nem arasında aktivite göstermektedirler.(Daldal ve Özbel, 1997).

Hava hareketleri de kum sineklerinin aktivitesinde önemli bir yer tutmaktadır. Hafif esintide (1,5-2 m/sn) kum sineklerinin sayısı normalin 3-4 katı azalır. Bundan dolayı bina içi gibi kapalı ortamlardaki aktiviteleri doğal ortamdakinden çok daha uzun olmaktadır (Daldal ve Özbel, 1997).

Suni ışığın başta Adlerius ve Larroussius alt cinsleri olmak üzere kum sineklerinin aktiviteleri üzerine pozitif fototaksi, P.papatasi türüne negatif fototaksi etkisi yaptığı bilinmektedir (Doğan, 1981; Daldal ve Özbel, 1997).

Soğuk bölgelerde kum sinekleri kış dönemini dördüncü dönem larva durumunda gelişimlerini durdurarak geçirmekte, havaların ısınması ile gelişim devam etmekte ve tamamlanmaktadır. Türkiye’de dişi kum sineklerinin Mayıs ayından Kasım ayı ortalarına kadar insanlardan kan emdiği bildirilmiştir (Doğan, 1981; Unat, 1982). Çoğunlukla geceleri aktif olan kum sinekleri, gündüzleri ekolojik ihtiyaçlarına uygun sığınaklarda serin, nemli, loş ve rüzgar almayan yerlerde dinlenmektedirler (WHO, 1971). Dişiler alacakaranlıktan sonra genellikle de geceleri sokma aktivitesi göstermektedirler (Yaman, 1999).

Kum sinekleri kendilerine has özgü sıçrayış ile, kısa aralıklarla kesik kesik, sessiz şekilde uçarlar. Genelde iyi uçucu değildirler. Bir gece içinde konak, sonraki dinlenme yeri ve çiftleşme yerini tayin etmek için sadece birkaç yüz metre uçabilirler (Lane, 1993). Zemine yakın yerlerde uçmayı tercih eden kum sinekleri rahatsız edildiklerinde ya da beslenmek amacıyla yukarı doğru uçarlar. Sık sık konup dinlenerek uçan kum sinekleri 25-30 metre yüksekliğe kadar çıkabilmektedirler (Doğan, 1981; Daldal ve Özbel, 1997).

Dişi kum sinekleri tıpkı sivrisinekler gibi yumurtalarının gelişimi için kan ile

beslenmek zorundadır, genelde geceleri aktif olan kum sinekleri üreyip geliştikleri 50-200

metrelik alanlarda konaklarına saldırarak kan emme davranışı gösterirler (Yaman, 1999; Çetin

ve Özbel, 2017). Ağız yapıları kan emmeye elverişli olmayan erkek kum sinekleri, bitki öz

suları ile beslenirler. Phlebotominae kum sineklerinin kan emme tercihleri, bu sinekler ile

bulaşan hastalıkların epidemiyolojisi için oldukça önemlidir. P.papatasi gibi insanlardan

beslenen bazı türlerin, beslenebilecekleri konak olmadığında, popülasyonlarını sürdürebilmek

için otojenik üremeye (kan emmeden döllenmiş yumurta üretme) başvurdukları bildirilmiştir

(WHO, 1971; WHO; 1990). P.perniciosus gibi bazı türler bir kez kan emdikten sonra

(16)

yumurtlayana kadar kan emmezken, P. papatasi gibi türlerin yumurtlama ile ilişkili olmadan birden fazla kan emdiği ve bu tür davranışında omurgalı konaklar ile Phlebotomus’lar arasındaki ilişkiyi artırarak, bu sinekler ile bulaşan hastalıkların bulaşma olasılığını artırdığı düşünülmektedir (Merdivenci, 1981; WHO, 1984).

Kan dışında şekerle de beslenebilen kum sinekleri, enerjilerinin bir bölümünü şekerden karşılamaktadırlar. Doğadan toplanan kum sineklerinin midesinde en fazla fruktoz’ a rastlanılmıştır (Moore, 1987; Lane, 1993). Leishmania etkenlerinin gelişmesinde ve bulaşmasında şekerlerin önemli rolü olduğu düşünülmektedir (WHO, 1990).

Kum sineklerinin konak tercihleri arasında farklılıklar bulunmaktadır. Phlebotomus ve Lutzomyia cinsine ait türler insan ve memelilerden, Sergentomyia cinsine ait türler ise sürüngenler, amfibiler ve kuşlar üzerinden kan emerler. Bazı Sergentomyia türlerinin de insanlardan kan emdiği bildirilmiştir (WHO, 1971; Lewis, 1973).

Phlebotomus’ların konaklardan emdikleri kanın analizleri immunoelektroforez, ELISA gibi serolojik yöntemler dışında PCR gibi moleküler yöntemler ile saptanabilmektedir (WHO, 1984; Karakuş ve ark, 2016). Sadece insanlardan kan emen kum sinekleri antropofil, sadece memeli hayvanlardan emenler zoofil, hem hayvan hem insanlardan kan emen türler ise zoo-antropofil olarak isimlendirilmektedir. P.papatasi ve P.sergenti türlerinin çok güçlü antropofil olduğu görülmüştür (Killick- Kendrick, 1990). Hem insan hem de hayvanları tercih eden zooantropofil olan kum sineği türleri hastalık etkenlerinin taşınmasında önemli rol oynarlar (Yaman, 1999).

Kum sineklerinin çiftleşme davranışları da türlere göre farklılık gösterebilmektedir, buna göre bazı türler konaktan kan emme esnasında çiftleşme davranışı gösterirken, bazı türler de kan emme işleminden önce çiftleşebilmektedir. Konak hayvanlar kum sinekleri için hem besin kaynağı hem de çiftleşme alanı olarak hizmet sağlarlar (WHO, 1990). Erkekler kan emen dişileri, emmeyenlere göre daha fazla arzulamaktadırlar (Santos ve ark, 1991).

Çiftleşme sırasında erkek ve dişi kum sineği bireyleri birbirlerine sırtlarını dönerek vücutlarının terminal bölgelerini birleştirmek suretiyle 10-15 dakika süren kopulasyon işlemini gerçekleştirirler (Tesh ve Guzman, 1996). Kan emip çiftleşen dişi bireyler kendilerine mikro habitat arayarak, birkaç gün dinlenirler. Kan ile beslenmeden yumurta oluşumuna kadar geçen süre kum sineği türüne, beslenme hızına, çevre şartlarına göre değişebilmektedir (Ward, 1985; Killick- Kendrick, 1999).

Kum sineklerinin yaşam döngüleri ortamda bulunan besin maddesi varlığı ve ortam

sıcaklığına göre değişmektedir. Sıcaklığın artması gelişme süresini değiştirirken, erişkin

bireylerin yaşam sürelerini de etkilemektedir. Embriyonik gelişme normal şartlarda 4-20 gün

(17)

sürerken daha kurak olan dönemlerde bu süre 160 güne kadar uzayabilmektedir. Kum sineklerinin yaşam döngüleri yumurta, dört tane larval dönem, pupa ve erişkin dönemleri kapsamaktadır (Tesh ve Guzman, 1996). Güneş ışığından etkilenen larvalar genellikle gece vakti yumurtadan çıkarlar ve protein bakımından zengin olan katı maddeleri yiyerek beslenirler (Erel, 1973). Uygun şartlar altında larvalar dört hafta içinde pupa safhasına geçerler, inaktif olan bu evre 5-10 gün içinde son bularak ergin birey oluşumu ile son bulur.

Karada yaşamalarına karşın ortam kuruluğuna karşı hassas olan larva ve pupa dönemleri için ortam nemi önem taşımaktadır (Daldal ve Özbel, 1997). Erişkin Phlebotomus’lar ise ortalama iki hafta yaşam süresine sahiptirler (Özbel, 1993). Bir kum sineğinin yumurtadan ergin hale gelmesine kadar olan yaşam döngüsü 40-50 gün arasında değişmektedir (Özbel ve ark, 2013).

2.5. Kum Sineklerinin Medikal Önemleri

Kum sinekleri insan ve hayvanlardan kan emerek enfekte olmakta ve yine kan emme yolu ile diğer konakçıları enfekte etmektedirler (Munstermann ve ark, 2004). Dişi kum sinekleri kan emdikleri yerde “Harara” adı verilen ateşli, yangılı ve alerjik bir dermatitise sebep olurlar (WHO, 1971). Kum sineği cinslerine ait birçok türün dünyanın farklı bölgelerinde farklı hastalık etkenlerinin vektörlüğünü yaptığı gösterilmiştir. Bu hastalıkların başında Leishmania türlerine ait protozoonların neden olduğu leishmaniasis gelmektedir.

Leishmania etkenlerinin dışında dünyanın farklı bölgelerinde “üç gün ateşi (three day fever), kum sineği ateşi (sandfly fever) veya papatasi ateşi (papataci fever) olarak bilinen viral enfeksiyona neden olan phlebovirus adı verilen grupta yer alan virüslerin (Sicilian, Naples, Cyprus, Ankara, Toscana ve 60’dan fazla diğer virüs) yanında, Güney Amerika’da bartonellosis hastalığına neden olan Bartonella baciliformis bakterilerinin vektörlüğünü de yapmaktadırlar. Hem parazit hem virüs hem de bakterilere vektörlük yapmalarından dolayı, kum sinekleri halk sağlığı ve veteriner hekimliği için medikal olarak büyük önem taşımaktadır (Çetin ve Özbel, 2017).

2.5.1. Bartonellosis

Oraya humması adı da verilen hastalığın etkeni Bartonella baciliformis bakterisidir.

Enfekte kum sineğinin sokmasından 16-20 gün sonra baş ağrısı, ateş, lenf yumrularının

şişmesi ile kendini gösteren akut bir hastalık tablosu oluşmaktadır (Ready, 2013). Hastalığı

Peru’da Lutzomyia verrucarum’un, Kolombiya’da ise Lu. columbiana’nın naklettiği

(18)

bildirilmiştir. Bilinen rezervuarı olmayan hastalığın yaşam döngüsüne dair bilgiler oldukça kısıtlıdır (Lane, 1993; Daldal ve Özbel, 1997).

2.5.2. Arbovirüs Enfeksiyonları

Kan emici artropodlar ile yayılan geniş bir virüs grubunu tanımlayan Arbovirus ismi, Artropod-Borne (Artropod kaynaklı) Virus sözcüklerinin birleştirilmesi ile oluşturulmuştur.

Bu grupta yer alan Phenuiviridae familyasında yer alan tatarcık hummasına sebep olan Phlebovirus cinsi yer almaktadır. “Papatasi ateşi” olarak bilinen tatarcık hummasının vektörlüğünü P. papatasi yapmaktadır (Daldal ve Özbel, 1997). P. papatasi’nin bulunmadığı Çin’de hastalıktan sorumlu tutulan olası vektörler P. chinensis veya P.mongolensis’dir (WHO, 1971).

Tatarcık humması, birden ortaya çıkan ve genellikle 3-4 gün boyunca süren yüksek ateş nöbetleri ile karakterize ve düşük mortaliteye sahip bir hastalıktır. Hastalık çeşitli kaynaklarda “papatasi ateşi” ya da klinik görünümünden dolayı 3 gün ateşi hastalığı şeklinde adlandırılmaktadır (Carhan ve ark, 2010). Phlebovirus cinsi içinde Eski Dünyada ortaya çıkan ateşli hastalıklardan sorumlu olan viruslar Sandfly fever Sicilian Virus (SFSV), Sandfly fever Napoli Virus (SFNV) olarak bilinmektedir. Bunlara ek olarak Sandfly fever Cyprus Virus (SFCV) ve Türkiye’de Ege ve Akdeniz kıyılarında salgınlara sebep olan Sandfly fever Turkey Virus (SFTV) gibi viruslarda bulunmaktadır. Klinik olarak hastalığa sebep olan diğer suş ise Sandfly fever Toscana Virus (TOSV) farklı neotropizm nedeni ile endemik ülkelerde sporadik mevsimsel meningoensafalitten sorumlu ajan olarak tanımlanmıştır (Papa ve ark, 2006;Ergunay ve ark, 2014).

2.5.3. Leishmaniasis

Dünya sağlık örgütüne (WHO) göre yedi önemli tropik hastalıktan biri olan, potansiyel olarak ölümcül sonucu bulunan, Okyanusya hariç tüm kıtalarda endemik olarak görülen leishmaniasis, enfekte dişi kum sineklerinin ısırması ile bulaşır (Dantas- Torres, 2007;

Assimina, 2008). Sıtmadan sonra en önemli vektör kaynaklı protozoon hastalığı olan

leishmaniasis, 80’den fazla ülkede 350 milyondan fazla insanı tehdit eden bir hastalıktır. Çok

sayıda kum sineğinin vektör olması ve etkeni taşıyan yüzlerce rezervuarın bulunması bu

enfeksiyonun kontrol altına alınmasını zorlaştırmaktadır (WHO, 2010).

(19)

Vahşi ve evcil karnivorlar, insanlar, rodentler ve diğer memeliler enfeksiyonun doğadaki rezervuarlarıdır. Leishmaniasis hastalık etkenlerini Eski Dünya türlerinden Phlebotomus cinsi kum sinekleri, Yeni Dünya türlerinden Lutzomyia cinsi kum sinekleri nakletmektedirler. Leishmaniasis çeşitli klinik tablolara sebep olabilen, kompleks bir hastalıktır ve enfeksiyonu yaratan parazitin türüne göre hastalık çeşitli tiplerde görülebilir.

Leishmaniasis temel olarak 3 ana formda karşımıza çıkmaktadır:

1- Visseral leishmaniasis (VL, Kala-Azar, Kara hastalık, İç Organlar leishamaniasisi, kara humma)

2- Kutanöz leishmaniasis (Deri leishmaniasis, CL, KL, Şark çıbanı, Halep çıbanı) 3- Mukokutanöz leishmaniasis (MCL)

Daha sonra diffuz (yaygın) kutanöz leishmaniasis (DKL) ve post kala-Azar dermal leishmaniasis formaları da eklenmiştir (Özcel, 2007). Leishmaniasis epidemiyolojik açıdan sadece insandan insana bulaşmayı tarif eden “antroponotik kutanöz leishmaniasis (AKL)”, hayvandan insana bulaşmayı tarif eden “zoonotik kutanöz leishmaniasis (ZKL)”, ve “zoonotik visseral leishmaniasis (ZVL)” olarak da ayrılabilmektedir. Ayrıca doğada rezervuar olarak rol alan köpeklerde meydana gelen hastalık tablosuna “Canine leishmaniasis (KanL)”, kedilerde meydana gelen tabloya da “ Feline leishmaniasis (FL)” adı verilmektedir. Köpeklerde viscero- kutanöz yerleşim gösteren KanL, çoğu köpek popülasyonu klinik bulgu göstermeksizin enfekte durumda bulunabilmektedir (Karakuş, 2019).

2.5.3.1. Taksonomi

Leishmaniasis’e sebep olan zorunlu hücre içi protozoon Leishmania etkenleri morfolojik olarak ayırt edilememekle birlikte izoenzim analizler, monoklonal antikorlar ve moleküler metodlar kullanılarak türlere ayrılmışlardır. Taksonomi tablosunda (Tablo2) verilen türlerin dışında ayrıca soğukkanlı hayvanlarda görülen ve vektörü Sergentomyia cinsine ait kum sinekleri olan Sauroleishmania altcinsi altında bulunan; L. adleri, L. tarentolae, L.

gymnodactli gibi Leishmania türleri de bulunmaktadır (Özcel, 2007).

(20)

Tablo 2. Leishmania türlerinin taksonomisi

Kingdom Protozoa

Subkingdom Protista

Phylum Sarcomastigophora

Sub-phylum Mastigophora

Class Zoomastigophora

Order Kinetoplastida

Familia Trypanasomatidae

Genus Leishmania

Subgenus Leishmania, Viannia, Sauroleishmania Species L. donovani kompleksi (L. donovani,

L. infantum, L. chagasi), L. tropica kompleksi (L. tropica, L. major, L. aethiopica), L. mexicana kompleksi (L. mexicana, L. amozonensis, L. venezuelensis) L. guyanensis, L. panamensis, L. braziliensis

2.5.3.2. Epidemiyoloji

Leishmania cinsine dahil zorunlu hücre içi protozoonların neden olduğu leishmaniasis başta tropik ve subtropik bölgelerde olmak üzere tüm dünyada geniş bir yayılım göstermektedir. Hastalığın yayılışı vektör kum sineklerinin coğrafi dağılımı, bölgenin ekolojik durumu ve parazitin vektörde geçirdiği gelişme koşullarına bağlı olarak değişmektedir (Desjeux, 2001). Hastalığa dünyanın birçok bölgesinde bulunan 20’den fazla Leishmania türü neden olmaktadır (Aronson ve ark, 2017). Çok sayıda potansiyel vektör kum sineğinin bulunması, yaklaşık 100 farklı hayvanın rezervuar konak olması hastalığın kontrolünü güçleştirmektedir (WHO, 2010). İnsanlarda 3 farklı formda görülen leishmaniasisde L.

donovani kompleksi’nin neden olduğu, en tehlikeli form olan iç organlar leishmaniasis’i (VL)

iç organları etkileyerek ölüme götürebilir. Eski Dünyada L. tropica kompleksinin neden

olduğu ülkemizde şark çıbanı olarak bilinen kutanöz leishmaniasis (KL) ise deride ülserli

yaralara sebep olmaktadır. Tedavi edilebilen fakat deride geçmeyen yaralar bırakan bu form

hastalığın en yaygın formudur. Tarım projeleri, sulama sistemleri gibi insan kaynaklı ekolojik

değişiklikler nedeniyle immun olmayan göçmenlerin silvatik leishmaniasis döngüsüne girerek

kutanöz leishmaniasis vakalarını artırdığı bildirilmiştir (Desta ve ark, 2005). Bunun dışında

yoksulluk leishmaniasis riskini birçok yönden artırmaktadır. Kötü ve eski konutlar, yetersiz

sağlık koşulları, kanalizasyon ve atık yönetimi eksikliği gibi faktörler, vektörlerin insanlara ve

(21)

diğer rezervuarlara erişimini fazlalaştırmaktadır (Sutherst ve ark, 2004). Hastalığın epidemiyolojisinde sosyo-ekonomik faktörler önemli rol almaktadır; yetersiz protein, enerji, vitamin A ve çinko ile beslenme enfeksiyonun klinik olarak leishmaniasis olarak ortaya çıkma riskini artırmaktadır. Farelerde yapılan son deneyler bu etkinin lenf yumrusu bariyerinin işlevsel başarısızlığı ve parazitin erken visseralizasyonu kaynaklı olduğunu göstermiştir.

Ayrıca protein-enerji malnutrisyonu kutanöz leishmaniasis için artmış risk ile ilişkili bulunmuştur (Chappuis ve ark, 2007; Malaria Consortium, 2010).

Bağışık olmayan insanların endemik bölgelere girişi ya da göç gibi insan hareketleri, hastalık salgınlarının ekolojik, sosyo-ekonomik faktörlerin dışında nüfus hareketlerine bağlı olarak da şekillenebileceğini göstermektedir (Desta ve ark, 2005). Bunların dışında leishmaniasis’in dağılımı vektör, parazit ve rezervuar konağı etkileyen mikro-ekolojik koşullara bağlıdır (WHO, 2010).

Leishmaniasis yağış, nem, atmosferik sıcaklık gibi değişikliklerden güçlü şekilde etkilenen, karakteristik bir iklim alanını işgal eden, iklim duyarlı bir hastalıktır (Malaria Consortium, 2010). Küresel ısınmanın ve arazilerin bozulmasının bir dizi mekanizmaları harekete geçirerek leishmaniasisin epidemiyolojisini değiştirmesi beklenmektedir. İlk olarak sıcaklık, yağış, nem değişimlerinin vektör ve rezervuar konakların ekolojisi üzerindeki etkisi ile bunların dağılımlarını değiştirerek hayatta kalma ve popülasyon büyüklüklerine olumsuz yönde tesir etmesi öngörülmektedir (Maltezou ve ark, 2008). Daha sonra iklim koşullarının değişimden dolayı ortaya çıkan kuraklık, kıtlık, sel gibi olumsuz koşullar meydana gelerek insanların yer değiştirmelerine sebep olabileceği ve dolayısıyla hastalığın dağılımını etkileyebileceği düşünülmektedir (Desjeux, 2001; WHO, 2010).

Dünya’da 12-15 milyon arasında insanın Leishmania ile enfekte olduğu ve her yıl 1,5- 2 milyon yeni vakanın ortaya çıktığı bildirilmektedir (Reithinger ve ark, 2007). Eski Dünya’da yıllık insidansı 1-1,5 milyonu bulan KL vakalarının %90’ından fazlası Afganistan, Cezayir, İran, Irak, Suudi Arabistan ve Suriye’de gerçekleşmektedir. Bölgedeki çatışmalar ve iç savaş nedeniyle kutanöz leishmaniasis yakın zamanda daha yaygın hale gelmiştir. Eski Dünya’da KL’den L. tropica, L. major ve L. aethiopica sorumlu tutulmaktadır (Ok, 2002;

Alawieh ve ark, 2014; Özbilgin ve ark, 2016; WHO, 2016). Öte yandan bu hastalıkları

araştırmak için seçilen 25 ülkenin 13’ü (Bangladeş, Çin, Etiyopya, Gürcistan, Hindistan,

Kenya, Nepal, Paraguay, Somali, Güney Sudan, İspanya, Sudan, ve Uganda) yüksek VL, 11

tanesi (Afganistan, Cezayir, Kolombiya, İran, Fas, Pakistan, Peru, Suudi Arabistan, Suriye

Arap Cumhuriyeti, Tunus ve Türkiye) yüksek bir KL insidensine sahiptir. Bu ülkelerin

(22)

dışında Brezilya ise her iki formunda yüksek insidans ile seyrettiği diğer bir ülkedir (WHO, 2016).

Üç kıtanın kesişim bölgesinde yer alan subtropik iklime sahip Türkiye, vektör kaynaklı hastalıkların tehdidi altındadır. 2005 ve 2014 yılları arasında Türkiye'de toplam 14.587 KL ve 207 VL vakası resmi olarak rapor edilmiştir. Türkiye’de yaklaşık 50 milyon insan KL riski altındadır. Yıllık tahmini yeni vaka sayısı yaklaşık 5 bin olup, bunların büyük çoğunluğu Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Hatay, Adana, Osmaniye olmak üzere dokuz endemik ilden bildirilmiştir (Gürel ve ark, 2012). Türkiye’de L. infantum’un etkeni olduğu VL ve kanin leishmaniasis (KanL) Ege, Marmara ile Karadeniz ve Akdeniz bölgelerinin batısında görülmektedir. L. tropica’nın neden olduğu antroponotik KL ise Ege, Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz Bölgelerinde görülmektedir L. tropica’nın neden olduğu kutanöz leishmaniasis (KL) ile L. infantum’un neden olduğu visceral leishmaniasis (VL) Türkiye’de önemli bir halk sağlığı problemidir (Votypka ve ark, 2012). Özellikle kutanöz leishmaniasis Güneydoğu Anadolu bölgesinde yüzyıllardır endemik olarak seyretmekte iken geçtiğimiz yıllarda endemik odakların yayıldığını gösteren İç ve Batı Anadolu’daki bazı illerden gelen yeni vakalar bildirilmektedir (Özbel ve ark, 2011). Son yapılan çalışmalarda VL öyküsü olmayan KL’li hastalarda L. infantum’un varlığı bildirilmiştir. Ayrıca hem İran hem Türkiye’de KL öyküsü olmayan VL olgularında L. tropica’nın varlığına dair çalışmalar bulunmaktadır (Alborzi ve ark, 2006; Töz ve ark, 2009; 2013). Koltaş ve arkadaşları (2014) yaptıkları çalışmada Türkiye’nin güneyinde KL vakalarında L. major, VL vakalarında ise L. donovani izole ettiklerini bildirmişlerdir. Töz ve arkadaşları (2013) ise 92 tane VL tanısı konulmuş insan ve köpek örneğinin %7’ sini L. tropica kaynaklı olduğunu bildirmişlerdir.

Visceral leishmaniasis vakaları ise özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerinde görülmektedir. Ege

bölgesinde yapılan bir çalışmada Bakırcı (2016) ve arkadaşları konvansiyonel PCR ile 191

köpekte %5,23 oranında Leishmania spp. pozitifliği saptamışlardır. Etken diğer Akdeniz

ülkelerinde olduğu gibi Leishmania infantum MON-1’dir. Afrika ve Asya kıtalarındaki VL

endemik ülkelerde saptanan etken L. donovani ise ülkemizde ilk olarak 2014 yılında doğu

kesimlerinde 19 Türk hastadan bildirilmiştir (Koltaş ve ark, 2014). Suriye’deki iç savaş

nedeniyle Türkiye’ye alınan 3 milyon göçmen ülkenin özellikle Güney ve Güneydoğu

Anadolu bölgesine kurulan kamplara yerleştirilmiştir. 2009- 2015 yılları arasında real-time

PCR ve semi-nested PCR kullanılarak yapılan epidemiyolojik bir çalışmada leishmaniasis

yönünden pozitif 263 hastanın %66,15’inin Türk, %33,46’sının Suriyeli, %0,38’nin Afgan

olduğu tespit edilmiştir. Ülkeler arasındaki sorunların ve savaşların ülke içi hastalık

epidemiyolojilerine olan etkiyi gösteren bu çalışmada hastalardan L. tropica ve L. infantum

(23)

etken olarak izole edilmiştir (Özkeklikçi ve ark, 2017). Ayrıca hastalık insidansının artması nedeni ile Türkiye'deki yerel sağlık birimleri hem KL hem de VL'nin endemik olduğu güney komşu ülke olan Suriye'den gelen 3 milyondan fazla göçmen için bulaşıcı hastalıkları kapsayan bazı halk sağlığı kontrol ölçümlerini de yapmaktadır (Özbilgin ve ark, 2016).

Ülkemizde gerek KL gerekse VL hastalıklarına yol Leishmania etkenlerine vektörlük eden/edebilecek kum sineklerinin varlığı pek çok çalışma ile ortaya konmuştur. Türkiye’de L. tropica, L. major, L. infantum enfeksiyonları için P. sergenti, P. papatasi ve P. tobbi türü kum sinekleri vektörlükle suçlanmaktadırlar. Çin’de L. donovani’nin doğal vektörü olan P. alexandri ise Türkiye’de baskın tür olmasa da birçok bölgede tespit edilmiştir (Simsek ve ark, 2007; WHO, 2010;2016; Özbilgin ve ark, 2017).

2.5.3.3. Leishmania’nın Yaşam Döngüsü

Leishmania cinsine ait türlerin yaşam döngülerinde memeli konakta bulunan

“amastigot” ve vektör kum sineklerinde görülen “promastigot” olmak üzere iki farklı morfolojik formu bulunmaktadır. Parazit her iki canlı grubunda farklı formlarda bulunmasına rağmen her iki formda ikiye bölünerek çoğalmaktadır. Bölünme kinetoplasttan başlar ve bunu sırasıyla nükleus ve çekirdek bölünmeleri izler. En son hücre zarının da ayrılması ile parazit ikiye bölünerek çoğalmış olur. Leishmania etkenlerinin vektörü olan Phlebotomus ve Lutzomyia kum sinekleri leishmaniasisli bir konaktan kan emerken makrofajlar içinde amastigot formda bulunan etkenleri almaktadırlar. “Peritrofik membran” adı verilen bir yapı ile emilen kan orta midede sarılmakta ve sineğin sindirim enzimleri bu membran içinde salgılanmaktadır. Etkenlerin bir kısmı makrofajların lize olması ile birlikte sindirilmekte ve vücüdun arka kısımlarına doğru ilerlemektedir. Etkenlerin vücüdu uzamakta, kamçı gelişerek enfektif olmayan promastigot forma dönüşerek, bölünüp çoğalmaya başlamaktadırlar. Bu forma “prosiklik” promastigot denilmektedir. Bu fomlar Leishmania’nın türüne göre kum sineklerinin sindirim sisteminin farklı yerlerine yerleşmekte ve gelişme süresince çeşitli morfolojik şekiller görülmektedir. Çoğalmaya devam eden etkenler kum sineğinin midesinde salgıladıkları enzimler ile peritrofik membranın ön tarafını eriterek torasik mideye geçmektedirler. Burada daha uzun, ince bir yapıya kavuşan bu promastigotlara “nektomonad”

adı verilmektedir. Bu formlar besin emilimi sırasında kamçıları ile bağırsak epitel

hücrelerenin mikrovilluslarına tutunmaktadırlar. Burda gelişen forma “haptomonad” adı

verilmektedir. Zamanla bu promastigotlar midenin ön kısmına doğru göç ederek sineğin

özofagus ve farinksdeki kıvrımlara kamçıları aracılığı ile tutunarak lümeni tıkamaktadırlar.

(24)

Zaman zaman bağlandıkları yerden ayrılan uzun ve küçük formlar halinde ağız parçalarına giren etkenler burada daha fazla bölünme gerçekleştirememektedirler. Son konakta enfeksiyonu meydana getiren enfektif olan bu forma ise “metasiklik” promastigot adı verilmektedir. Parazitler sıtmada olduğu gibi tükrük bezine yerleşim göstermemektedirler.

Enfektif metasiklik promastigotları barındıran vektör kum sineği, omurgalı konaktan kan emerken, kan akış yönüne ters olmasına rağmen belli sayıda etkeni (500-1000 promastigot) konağa inoküle etmektedir. Kan emme sırasında salgılanan tükrük salgılarının pıhtılaşmayı önleyici etkisinin yanı sıra, etkenin az sayıda olsa bile omurgalı konağa yerleşerek enfeksiyonun başlamasında önemli rolü olduğu bildirilmiştir (Gillesipie ve ark, 2000). Tükrüğün yapısında pıhtılaşmayı önleyici (apyraz), damar genişletici (prostoglandin E2) ve iltihap giderici (anti-histamin, anti-serotonin) özelliklere sahip biyoaktif komponentler bulunmaktadır (Titus ve Riberio, 1990). Kum sineklerinin tükürüğü, antijen sunma işlemini engelleyerek konağın immün cevabını bozmaktadır. Ayrıca tükürük salgısında Leishmania’nın aktivitesini arttırıcı bir faktör bulunmaktadır. Tükürük salgısının enfeksiyonun oluşmasında temel bir faktör olduğundan hareketle vektör tükürüğüne karşı insanların aşılanmasıyla leishmaniasisin önlenebileceği düşünülmektedir (Titus ve Ribeiro, 1990; WHO, 1990; Budak ve ark, 1991). Deriden vücuda giren promastigotlar ilk saatlerde serum kompleman elemanları tarafından opsonize edilerek vücut savunma sistemleri (makrofaj, monosit, langerhans hücreleri, mononüklear fagosit hücreler) tarafından fagosite edilmektedirler. Fagositozdan sonra parazitin makrofaj içinde canlı kalabilmesi hücrenin kendisi ve parazit ile ilgili çeşitli faktörlerin sonucudur. Örneğin metasiklik formların yüzeylerindeki lipofosfoglikanların yapısı sayesinde sindirim enzimlerinden korundukları bildirilmiştir. Fagosite edilen promastigotlar kamçılarını kaybederek amastigot forma dönüşmektedirler. Etken fagositik vakuol içinde kalarak burada ikiye bölünerek çoğalmaktadır. Enfekte hücre, parazitin sayıca çoğalması ile patlamakta ve içindeki amastigotlar etrafa dağılarak diğer makrofajları enfekte etmektedir. Enfeksiyonun buradan sonraki seyrini Leishmania’nın türü belirlemektedir. Enfeksiyon deride sınırlı kalabilmekte ya da iç organlara doğru enfekte makrofajların kan yoluyla dalak, karaciğer ve kemik iliğine ilerlemesi ile bu organlarda çeşitli patolojilere sebep olmaktadır (Killick-Kendrick, 1999;

Sadlova, 1999; Gillespie ve ark, 2000).

Vektör kum sineklerinin parazite olan hassasiyetinde birçok faktör rol almaktadır.

Sadlova (1999) her vektör kum sineğinin enfekte olmuş kanla beslenmesine rağmen neden

enfekte olmadığını genetik faktörle açıklamaya çalışmıştır. Bununla birlikte parazitin üzerine

kaplayan lipofosfoglikan örtüsünün parazit-vektör özgüllüğünde büyük rol oynadığı

(25)

bilinmektedir. Sineğin mikrovilluslarına lipofosfoglikanlar yardımı ile tutunan promastigotlar, bu yapının değişmesi ile metasiklik form haline gelirler. Sineğin beslenme alışkanlığı da parazitin gelişmesini etkilemektedir. Şekerin Leishmania parazitlerinin sineğin bağırsağında gelişmesine yardımcı olduğuna dair yapılan çalışmalar bulunmaktadır. Yapılan araştırmada sadece kan ile beslenen dişi kum sineklerinin paraziti taşımada başarısız oldukları saptanmıştır (Schlein ve Warburg, 1986). Etken ve vektör arasındaki ilişkiyi belirleyen faktörler arasında en önemlilerinden birisi de peritrofik membrandır. Bu yapı kum sineklerinin vektöriyel kapasitelerini sınırlayıcı özellik göstermektedir (Daldal ve Özbel, 1999). Parazite hassas olmayan vektör türlerde kan sindirimi sırasında membran ile birlikte parazit sindirim artıkları ile birlikte dışarı atılmaktadır (Killick-Kendrick, 1999).

Şekil 7. Leishmania’nın kum sineği ve omurgalıdaki hayat döngüsü (Atlas of Medical Helminthology and

Protozoology’den değiştirilerek)

(26)

Killick- Kendrick (1999), bir sineğin vektörlükle suçlanabilmesi için gerekli şartları şu şekilde sıralamıştır;

1- Kum sineği insan ya da rezervuar konak üzerinden beslenmelidir.

2- Kum sineğinin vücudu, enfekte edici kan sindirilip atıldıktan sonra parazitin gelişmesini desteklemelidir.

3- Vahşi doğadan toplanan kum sineklerinden elde edilen parazitler, hastalardan izole edilenler ile aynı olmalıdır.

4- Sinek kan emme yoluyla paraziti bulaştırabilmelidir.

Pratik olarak bu kriterlerin hepsini gerçekleştirmek zordur. Ayrıca vektöriyel kapasite, vektör-konak oranı, vektörün paraziti enfekte konaktan alabilme olasılığı, enfekte vektörün günlük ısırma oranı, parazitin gelişmesi boyunca sineğin canlı kalabilmesi gibi çeşitli etkenlere bağlı olarak değişebilmektedir (Daldal ve Özbel, 1997). Bir Phlebotomus türünün herhangi bir Leishmania parazitini taşıdığının saptanabilmesi için, daha açık bir deyişle vektör olduğunun saptanabilmesi için Leishmania promastigotlarının sinek içinde tespit edilmesi gerekmektedir. Bunun için yakalanan örneklerin diseksiyon işlemi ile sindirim kanalında promastigotların direkt mikroskobi ile görülmesi ve IFAT, ELISA gibi serolojik yöntemler veya DNA tabanlı tekniklerle desteklenmesi zorunlu hale gelmektedir (Daldal ve Özbel, 1997).

2.5.3.4 Kum sineklerinde Leishmania DNA’sının Saptanması

Leishmaniasis tanısı için geleneksel labarotuvar yöntemleri, farklı Leishmania türlerinin morfolojik benzerliğinden dolayı tür spesifitesinin ayrıştırılabilmesi için yeterli değildir. Günümüzde konvansiyonel PCR, gerçek zamanlı PCR (Real-time PCR) ve sekans analizi, Leishmania türlerinin tespiti ve nicelik değerlerinin ortaya konulmasını sağlayan en hassas ve uygun metotlardır (Stevenson ve ark, 2010; Mohammadiha ve ark, 2013).

Bir kum sineği türünün herhangi bir Leishmania paraziti taşıdığının saptanması için

diseksiyon sonrası direkt mikroskobi, serolojik yöntemler ya da DNA tabanlı testler

uygulanmaktadır. Kum sineklerinde Leishmania promastigotlarına ait DNA’ların

belirlenmesini amaçlayan birçok çalışma bulunmaktadır. Kum sineklerinde Leishmania

enfeksiyonlarını saptamak için değişik duyarlılık ve hassasiyette çok sayıda PCR, nested PCR

ve PCR-RFLP gibi yöntemler uygulanmıştır (Parvizi ve ark, 2008). Bu yöntemlerin uzun

(27)

zaman alması, UV ışık ve agarose’ a ihtiyaç duyulması gibi dezavantajlarının bulunması, gerçek zamanlı PCR (Real-Time PCR) yöntemini aynı anda hem görüntü hem de insan gücü yönünden avantajlı hale getirmiştir. PubMed’ de yapılan taramalarda 2001-2018 yılları arasında Leishmania için uygulanan real-time PCR metodunu kullanan çalışma sayısının 540 olduğu bildirilmiştir (Galluzzi ve ark, 2018). Kum sineklerinde Leishmania etkenlerinin miktarı, türlerinin doğru bir şekilde tespit edilmesi endemik bölgelerde epidemiyolojik olarak farklılıkların ortaya konulması yönünden önem taşımaktadır (Ranasinghea ve ark, 2008).

Yapılan çalışmaların birbiri ile karşılaştırılabilmesi için araştırmacılar uygulanan moleküler metotları standardize etmek için çalışmalar yaparak, farklı klinik şekillerde izleyen leishmaniasis enfeksiyonlarında parazitin tür tayini için internal transcribed spacer (ITS1) gen bölgesini hedefleyen universal bir PCR yöntemi tanımlamışlardır. Nükleer DNA’da SSU ve LSU rRNA genleri arasında kalan kodlanmayan bölgenin (ITS) Leishmania türlerini ayırabilecek derecede değişken olduğu bildirilmiştir. ITS1 bölgesinin 0,2 paraziti dahi algılayabilecek hassasiyette olduğu bildirilmiştir (El Tai ve ark, 2000).

Yeni Dünya kum sineği Lutzomyia cinsi kum sineklerinde Leishmania enfeksiyonu internal transcribed spacer I (ITS1) ribozomal bölgeleri ve small subunit (SSU) gen bölgeleri PCR yöntemi uygulanarak taranmış ve pozitif örnekler bulunmuştur (Saraiva ve ark, 2017).

Bir başka çalışmada ITS 1 bölgesi amplifiye edilmiş ve PCR metodu uygulanarak Leishmania

DNA’sının varlığı moleküler olarak gösterilmiştir (Dokhan ve ark, 2018). İran’da yapılan bir

çalışmada P. papatasi türü kum sineklerinde L. major ilk kez tespit edilirken, ITS ribozomal

gen bölgesinin nested PCR uygulaması ile kinetoplastik DNA’nın minicircle bölgesini

çoğaltan semi-nested PCR uygulamasının sonuçları da karşılaştırılmıştır (Svobodova ve ark,

2006). Karakuş ve arkadaşları (2016) kDNA bölgesini çoğaltan konvansiyonel PCR metodu

ile Leishmania yönünden pozitif buldukları Phlebotomus ve Sergentomyia havuzlarına ITS1

Real-time PCR yöntemi uygulayarak tür düzeyinde teşhis yapmışlardır. Yine İran’da

P. papatasi ve P. sergenti türlerinin ITS1 PCR-RFLP analizleri sonucunda kutanöz

leishmaniasis etkeni olan L. major ve L. tropica’yı taşıdıklarını ortaya koymuşlardır (Oshaghi

ve ark, 2010). Özbel ve arkadaşlarının (2016) Ege bölgesinde yaptıkları çalışmada

Leishmania tür spesifik ITS-1 Real-Time PCR yöntemini kullanarak P. tobbi içeren kum

sineği havuzunda L. infantum DNA’sı saptamışlardır. Yine aynı çalışmada S. dentata türünü

içeren kum sineği havuzu da Leishmania genus primerleri ile yapılan konvansiyonel PCR ile

Leishmania pozitif bulunmuş fakat tür düzeyinde teşhisi yapılamamıştır.

(28)

3. GEREÇ VE YÖNTEM

3.1. Çalışma Bölgesinin Coğrafi ve İklimsel Özellikleri

Türkiye’nin güneybatı ucunda yer alan Muğla, kuzeyde Aydın, doğuda Antalya, kuzeydoğuda Burdur ve Denizli, güneyde Akdeniz, batıda ise Ege denizi ile çevrilidir.

Toplam uzunluğu 1479 km olan sahil uzunluğu ile en uzun sahil şeridine sahip ildir. Akdeniz iklimi etkisinde kalan Menteşe Yöresi’nde dağlar denize paralel uzanmaktadır. İlin çeşitli bölgelerinde 800 m’ ye kadar olan kısımda “Asıl Akdeniz iklimi”, daha yüksek kısımlarda ise

“Dağlık Akdeniz iklimi” görülmektedir. Maksimum-minimum sıcaklık değerleri, nem değerleri, yağış miktarı ve hakim rüzgar yönleri bölgeye göre değişmekle birlikte, metrekareye 1000 mm’den fazla yağış alan Muğla, Türkiye’nin en zengin orman alanına sahip ilidir. 2017 yılı sonu verilerine göre Muğla’nın nüfusu 938.751 kişidir. İlin yüzölçümü 12.654 km

2

’dir. 2018 yılı verilerine göre 13 ilçe ve belediye ile 565 mahalle bulunmaktadır.

Türkiye’de arıcılığın merkezi olan il, tarımsal ürünlerin çeşitliliği ile dikkat çekmektedir. İlçelerde narenciye tarımı, zeytincilik yoğun olarak yapılmaktadır. Ayrıca bölgede endemik olarak bulunan “Günlük (sığla) Ağacından” elde edilen sığla yağı parfümeri ve eczacılıkta kullanılmaktadır. İlin maden yatakları gelişmiştir. Bölgede linyit rezervi bakımından zengin olan Yatağan ve Fethiye’de bulunan krom yatakları önemli endüstri ürünleridir (Wikipedia, Erişim Tarihi: 19.07.18).

Tablo 3. Muğla iline ait sıcaklık verileri (1950-2015) (mgm.gov.tr’den alınmıştır. Erişim Tarihi: 19.07.18).

(29)

3.2 Çalışma Materyali

Çalışmanın materyalini Muğla iline ait 5 ilçeye bağlı 6 köyünden toplanan kum sineği türleri oluşturmaktadır. Çalışmanın devam ettiği boyunca Haziran 2016 ile Haziran 2017 arasında her ay düzenli olarak kum sineklerini toplamak için ışıklı ve yağlı kağıt tuzaklar kurulmuş ve toplamda 2093 kum sineği örneği (Phlebotomus ve Sergentomyia) toplanmıştır.

Çalışma alanında kum sineği örneklemesi yapılacak olan bölge ve köyler; eldeki maddi olanaklar çerçevesinde Sağlık Bakanlığı’na ait hastanelerde leishmaniasis tanısı konulan vatandaşların kayıt sırasında beyan ettikleri adreslere göre belirlenmiştir. Belirlenen köylerin GPS verileri alınarak koordinatları ve yükseklik bilgileri kaydedilmiştir. Ayrıca belirlenen lokalitelere ait iklimsel ve ekolojik veriler ile, tuzak kurulan evlerin çevresinde bulunan bitki örtüsü, evde bulunan/beslenen hayvan türleri, evin ya da hayvan barınağının yapımında kullanılan malzemeler (kerpiç, beton, tahta vb.) gibi bilgilerde kayıt altına alınmıştır. Sıcaklık ve nem değerlerini kaydetmek için veri kaydediciler (data logger, HOBO) yerleştirilmiş ve her 4 saatte bir olmak üzere yıl boyunca örnekleme yapılacak olan köylerde iklimsel verileri kaydetmesi sağlanmıştır. Kaydedilen veriler her ay yapılan çalışmalar sırasında bilgisayar ortamına aktarılmıştır.

Çalışmanın başında Muğla ili ve ilçelerinde bulunan 9 ilçeden 12 farklı köy örnek toplanması için belirlenmiştir. Ancak çalışmanın ilerleyen aylarında 6 köyde çeşitli sebeplerden dolayı (tuzaklama kurulacak hayvan barınağı- ahır/ahıl bulunmaması, kum sineği örneği bulunmaması vb.) örnek toplamaya devam edilememiştir. Örneklemelerin gerçekleştirilebildiği lokalitelerin koordinat ve yükseklikleri tablo 4, şekil 8 ve 9’da belirtilmiştir.

Tablo 4. Örnekleme yapılan lokalitelerin yükseklik ve koordinat bilgileri

Lokalite Yükseklik

(m)

Enlem Boylam

Milas- Kırcağız 71 37°20.40'N 27˚47.50'E

Yatağan- Şahinler 416 37°19.49'N 28°05.07'E

Yatağan- Akgedik 424 37°16.24'N 28°12.40'E

Menteşe- Merkez 670 37˚13.10N 28˚19.28E

Datça- Sındı 353 36°42.47N 27˚31.25E

Dalaman- Kayadibi 273 36˚48.44N 28˚55.49E

(30)

Object 3

Şekil 8. Örnekleme yapılan lokalitelerin deniz seviyesinden yükseklikleri (m)

Şekil 9. Muğla il haritası ve tuzaklama yapılan köyler (ArcGIS, Esri)

Muğla

Referanslar

Benzer Belgeler

Bulgular: Ülkemizde KL etkeni olan ve iki kez meglumin antimonat tedavisine rağmen klinik ve paraziter iyileşme göstermeyen hasta lezyonlarından elde edilen dirençli

Bizde KL şüphesiyle laboratuvarımıza tanı amacıyla gönderilen hastamızdan aldığımız örneğin Giemsa ile boyalı preparatlarında yapılan mikroskobik incelemesinde

Bu çalışmamız coğrafyamızda önemli bir sağlık problemi nedeni olan ülkemizdeki hastalardan elde edilmiş Leishmania türlerinin (Leishmania tropica, Leishmania infatum,

238 gebeye epidural analjezi yönte- mi uygulamış, bupivakain, ropivakain ve levobupi- vakainin eşit konsantrasyonlarının duysal ve motor blok oluşumu ile gerçekleşen

Bu çalışmada 2013 yılı Haziran ayında İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi’ne başvuran, Suriye’den İzmir’e göç eden,

Parazitin oldukça basit bir yaşam döngüsüne sahip olması, özellikle KL’de gözlenen hastalığın resolüsyonunu takiben re-enfeksiyona direnç sağlanması ve

Porter’a (1990) göre verimlilik rekabetçiliği etkileyen en önemli değişkenlerden birisidir ve şube başına kâr, şube başına aktif gibi değişkenler

Hastanın Giemsa ile boyanmış kemik iliği yaymasında leishmania amastigotlarının görülmesi ve Leishmania IgG ELISA ve Formol Gel testinin pozitif olmasıyla visceral