• Sonuç bulunamadı

XIV. Ulusal Vasküler Cerrahi Kongresi Poster Bildirileri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "XIV. Ulusal Vasküler Cerrahi Kongresi Poster Bildirileri"

Copied!
45
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

XIV. Ulusal Vasküler Cerrahi Kongresi

(15-19 Mayıs 2009, Bodrum)

(2)
(3)

P 001

22 YAŞINDA EHLER-DANLOS SENDROMLU HASTADA, KRONİK TİP B AORT DİSEKSİYONUNUN ENDOVASKÜLER ONARIMI: OLGU SUNUMU Z. Torlak, O. Goksel, B. Goktas, U. Alpagut, E. Tireli, E. Dayioglu

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi AD, İstanbul

Ehler-Danlos sendromu Tip IV gibi anlamlı genetik hastalıklara sebep ol-maktadır. Burada, daha önceden tanısı koyulmamış, Ehler-danlos ve Tip B Aort diseksiyon nedeniyle endovasküler stent -greft ile tedavi edilen 22 yaşında kadın hasta bildirildi. Hasta, sırt ağrısı ve kontrol altına alınama-yan tansiyon şikâyeti ile başvurdu, yapılan tetkiklerde rüptüre olmamış, Tip B aort diseksiyonu tespit edildi. Hasta, self-expandable 26x 26x 150 mm Talent Endoluminal Stent-Graft (World Medical Manufacturing, Sun-rise, Fla) ile tedavi edildi.Postoperatif dönemde hastada epidural kateter etrafında kaçak nedeniyle serebrospinal hipotansiyon gelişti ve sıvı rep-lasmanı ile tedavi edildi. Kollajen doku hastalıklarında başarılı endovas-küler yaklaşımlar ile ilgili yayınlar anlamlı şekilde artmaktadır. Fakat uzun dönem takipleri ile ilgili daha fazla yayın gerekmektedir.

P 002

TRAVMATİK ARTERİYOVENÖZ FİSTÜL (AVF):

YARALANMADAN 16 YIL SONRA ENDOVASKÜLER ONARIM A. Kocaay, H. Uncu, U. Bengisun

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi AD, Ankara

Amaç: Post-travmatik AVF’lerin tamirinde açık cerrahi girişimlerin

yük-sek morbidite oranları sebebiyle endovasküler tedaviler yaygınlaşmakta-dır. Burada, ateşli silah yaralanmasından 16 yıl sonra hipertansiyon sebebiyle başvuran ve endovasküler yöntemle tamir edilen yüksek debili femoral AVF olgusu sunulmaktadır. Olgu: Altmış yaşındaki erkek hastanın öyküsünde, 16 yıl önce sağ diz üstünden ateşli silahla yaralandığı, baş-vurduğu hastanede tedavisinin yapıldığı ve taburcu edildiği öğrenilmiştir. Sonraki yıllarda ortaya çıkan hipertansiyon sebebiyle antihipertansif tedavisi düzenlenmiş, günümüze kadar çeşitli hastanelerde ilaçları değiş-tirilerek hipertansiyonu kontrol altında tutulmaya çalışılmıştır. Hipertan-siyon nedeniyle hastanemize başvurduğunda yapılan fizik muayenesinde sağ kasıkta çok güçlü femoral arter nabzı ile uyluk ön yüzde belirgin thrill alınması üzerine, kliniğimize sevk edilmiştir. Hastanın tarafımızdan yapı-lan fizik muayenesinde adduktor kanal seviyesinde femoral AVF olduğu tespit edildi. Bilgisayarlı tomografi anjiyografi çektirilerek fistülün yeri, boyutları, fistülün proksimal ve distal kesimlerindeki sağlam arterlerin çapları ölçüldü. Ameliyathaneye alınan hastanın spinal anestezi eşliğinde açık yöntemle sağ yüzeyel femoral arteri askıya alınıp 6F introduser yer-leştirilerek anjiyografi çekildi. Kılavuz tel yerleştirilip roadmap ile AVF işaretlendikten sonra 22/20 mm polyester stent-graft yerleştirilip kon-trol anjiyografi çekildi, fistülün proksimal ağzının tam kapanmadığı ve buradan kaçış olduğu izlendi. Ardından proksimale bir adet stent-graft daha yerleştirilerek balon anjiyoplasti yapıldı. Kaçağın olmadığı ve fistü-lün başarılı bir şekilde kapandığı görülerek işlem sonlandırıldı. Hasta pos-toperatif üçüncü gün taburcu edildi. Sonuç: Post-travmatik AVF’lerin yaralanmadan yıllar sonra hiç umulmadık bir şikâyet ile ortaya çıkabile-ceği hatırlanmalıdır. Son yıllarda uygulanması hızla artan ve açık cerrahi-ler ile karşılaştırıldıklarında hastaya çeşitli avantajlar sağlayan endovasküler girişimlerin, AVF onarımları için de oldukça iyi bir seçenek olduğu kanısındayız.

P 003

AKTİF BEHÇET HASTALIĞI VE AİLEVİ AKDENİZ ATEŞİ OLAN BİR HASTADA ABDOMİNAL AORTA ANEVRİZMASININ ENDOVASKÜLER TEDAVİSİ İ. Coşkun*, O. Demirtürk*, H. Tünel*, U. Özkan**, M. Güvener*

*Başkent Üniversitesi Adana Uygulama ve Araştırma Merkezi Kalp- Damar Cerrahisi Bölümü,

**Başkent Üniversitesi Adana Uygulama ve Araştırma Merkezi Girişimsel Radyoloji Bölümü, Adana

Amaç: Behçet hastalığı, yineleyen oral, genital ülserler, üveit ve cilt

lez-yonlarıyla karakterize bir hastalıktır. Vasküler komplikasyonların %10-15’i arteriyel komplikasyonlar olup genellikle anevrizmalardır. Tedavilerinde standart yaklaşım cerrahidir. Behçet hastalarında sonuçları tahmin edile-memektedir çünkü ameliyat sonrası yineleme sıklığı yüksektir. Günümüz-de Behçet hastalarındaki aortik ve arteriyel anevrizma tedavisinGünümüz-de stent greft yerleştirilmesi alternatif tedavidir. Olgu: Yirmi dokuz yaşında erkek hasta, 1 yıldır Behçet ve 16 yıldır Ailevi Akdeniz Ateşi nedeniyle izlenir-ken 6 ay önce şiddetli karın, sırt ağrısı şikâyetiyle başvurdu. Tetkiklerde infrarenal abdominal aortada anevrizma saptandı. Anevrizma çapı 8.5 cm idi. Bu dönemde CRP (4.77 mg/L) ve sedimentasyon hızı (45 mm/saat) idi. Behçet hastalığının aktif döneminde olduğu düşünülerek izleme alın-dı. Ancak anevrizma çapının hızla arttığı (10 cm) saptanalın-dı. Sedimentas-yon ve CRP yüksekti. Endovasküler tedavi planlandı. Gore Excluder® stent greft yerleştirildi. Kontrol aortografide yerleşimi iyiydi. Üçüncü gün sorun-suz taburcu edildi. Sonuç: Behçet hastalığı ve Ailevi Akdeniz Ateşi koin-sidental olarak mevcuttu. Cerrahi sonrası rekürrens, psödoanevrizma oluşum oranı %50’yi aşmaktadır, ancak endovasküler girişimlerinden son-ra komplikasyon oson-ranları liteson-ratüre göre %20’yi geçmediğinden hastamız-da endovasküler girişim tercih edilmiştir. Endovasküler girişimlerin cerrahiye göre tercih edilebilecek seçenekler olduğu literatürde kabul görmektedir. Aktif hastalıkta cerrahi rekürrens oranı yüksek, endovaskü-ler girişimin mortalitesi düşük olduğundan hastamızda endovasküendovaskü-ler giri-şim tercih edilmiştir.

P 004

OLGU SUNUMU: KRONİK MEZENTER İSKEMİDE AORTOMEZENTERİK VE AORTOHEPATİK BYPASS

V. Genç, Ş. Ersöz, S. Hazinedaroğlu

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi AD, Ankara

Mezenter iskemi (intestinal anjina), intestinal hipoperfüzyondan kaynak-lanan karın ağrısı olarak tanımlanır. Karın ağrısının ender, ancak önemli bir nedenidir. Şikâyetler karın ağrısı kilo kaybı ve sitofobidir. Tanı BT anjiyog-rafi, MR anjiyografi ve dupleks ultrasonografi ile konabilir. Altın standart konvansiyonel anjiyografidir. Tedavide cerrahi bypass ve endovasküler an-jiyoplastisi yapılabilir. Tedavi edilmediğinde bağırsaklarda gangrene ve ölüme kadar gidebilen ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Kırk iki yaşın-da hasta, postprandial, son 2 günde şiddetlenen, karın ağrısı şikâyetiyle başvurdu. BT ve MR anjiyografide süperior mezenterik arterin (SMA) ori-fisten itibaren 3.5 cm.lik segmentinde trombüs vardı, sağ hepatik arter ve trunkus çöliakus trombozeydi. Sağ ileal segmentte tıkanıklık ve ileal anslarda duvar kalınlaşması vardı. Aortada, çöliak trunkustan SMA orifisi-ne uzanan aterom plağı saptandı. Ameliyatta ince bağırsak dolaşımının azaldığı, 15 cm’lik ileal segmentte iskemik nekroz ve kapalı perforasyon olduğu görüldü. Greft enfeksiyonu riski nedeniyle iki aşamalı operasyon düşünüldüyse de bağırsaktaki kritik iskemi nedeniyle revaskülarizasyon-dan kaçınmak uygun görülmedi. 16/8 mm PTFE pantolon greftin proksi-mal ucu infrarenal aortaya anastomoz edildi. Greftin bir bacağı ana hepatik artere, diğer bacağıda SMA’ya anastomoz edildi. Bypass’dan son-ra 15 cm.lik ileal ansın halen iskemik idi ve rezeksiyon-uçuca anastomoz yapıldı. Birinic gün yapılan BT anjiyografide greft açıklığı görüldükten sonra hasta DMA heparin ile takip edildi. Postoperatif 2. günde kumadi-nize edilerek taburcu edildi. 6 ay sonra yapılan BTanjiyografi ile greft açıklığı dokümente edildi. Literatürde kronik mezenter iskemi nedeniyle eş zamanlı aortomezenterik + aortohepatik bypass’a rastlanamamıştır. Endovasküler girişimler teknoloji ile paralel gelişim gösterse de bu tür komplike olgularda cerrahi tedavi hâlâ tartışmasızdır. Uzun dönem sonuç-ları açısından cerrahi bypass yapılan hastasonuç-ların greft açıklıksonuç-ları, endovas-küler girişimlere nazaran daha iyidir.

(4)

P 005

1.5 YAŞINDA ÇOCUK NEFROTİK SENDROMLU OLGUDA AKUT FEMORAL TROMBOEMBOLİ

A. Şaşmazel, F. Büyükbayrak, M. Aksüt, H. Erdem, O. Buğra, K. Boyacıoğlu, O. Onk, R. Zeybek

Kartal, Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kalp Damar Cerrahisi Kliniği, İstanbul

Bir buçuk yaşında nefrotik sendromlu steroid kullanan, antitrombin 3 ek-sikliği olan hastada sol bacağında oluşan akut tromboemboli olgusunu ne-deniyle 2 defa embolektomi ve son embelektomi sonrasıda doku plazminojen aktivatör (tPA)’ü intraarteriyal olarak kullandık. Dış merkez-de nefrotik sendrom tanısıyla izlenen, steroid tedavisi gören 1.5 yaşında erkek çocuk hastada, serviste izlenirken fark edilen sol bacağında yakla-şık 5 saat önce başlayan iskemik değişiklikler ile (siyanoz, motor hareket kaybı, ayak bileğinde kontraktür) hastanemiz başvurdu. Olgunun hastanın sol bacağında diz üstü bölgeye kadar belirgin renk değişikliği, siyanoz, soğuma, ayak bileğinde sertleşme, hareket kusuru fark edildi. Femoral arter nabzı da dahil hastanın sol bacağında popliteal ve distal bölgede el-le nabız alınamamaktaydı ve Doppel-ler iel-le de akım yoktu. Arteriyal veya venöz herhangi bir invaziv girişimde bulunulmamıştı. Hastanın kliniğinin ilerlemesi ve ayak bileğinde kontraktür gelişmesi nedeniyle son çare olarak embolektomiye karar verildi ve genel anestezi altında femoral em-bolektomi operasyonu uygulandı. Ana femoral artere arteriotomi yapıldı-ğında arter lümeninin tamamen tromboze olduğu gözlendi, embolektomi yapıldı; heparin ve iliomedin tedavisi uygulandı, siyanoz geriledi,ayak bi-leğinde bulunan kontraktür düzeldi. Distal yatakta Doppler ile bifazik akım oluştu, daha sonra nefrotik sendrom ile takip edildiği merkeze geri giden hasta 1 gün sonra aynı klinik tabloyla tekrar hastanemize başvurdu. Tekrar operasyona alındı, eksplorasyonda ana femoral arterin tromboze olduğu gözlendi tekrar embolektomi uygulandı ve embolektomi sonrası femoral arter içine 10 dakika ara ile üç kez 0.1 mg/kg dozunda tPA uygu-landı. Sonuç: Nefrotik sendrom temel olarak proteinüri, hipoalbüminemi, ödem ve hiperlipidemi ile izleyen progresif bir hastalıktır. Koagülasyon kaskadında çeşitli anormallilkler gözlenebilir. Venöz ve arteriyal trombo-embolik olaylar nadir de olsa görülebilir ve bu durumlar ciddi morbidite ve mortalite sebebidir. Nefrotik sendromlu çocuk hastalarda ekstremite iskemisi derhal değerlendirilmeli ve medikal tedaviden fayda görmüyor-sa cerrahi uygulanmalıdır. tPA cerrahi sırasında veya sonrasında uygulan-ması alternatif bir seçenek olarak düşünülebilir.

P 006

TORAKOTOMİ İLE SAĞ ATRYİUMA KALICI DİYALİZ KATETERİ YERLEŞTİRİLMESİ

R. Yaman, S. Türker, N. Eyüboğlu, C. Özkara

Özel Çorlu Şifa Hastanesi, Çorlu

Otuz sekiz yaşında kronik böbrek yetmezlikli kadın hasta, fistüllerinin ça-lışmaması nedeniyle diyalize giremediği için polikliniğimize başvurdu. Hastaya daha önce açılan 8 fistül, 4 greft ve 4 kalıcı diyaliz kateteri iş-lemden kısa bir süre sonra tıkanmıştı. Hastaya 5. kalıcı diyaliz kateteri ta-kılmaya çalışılırken rüptür olduğu ve torakotomi ile tamir edildiği öğrenildi. Bunun üzerine periton diyalizi yapılmasına karar verilen hasta daha önce geçirdiği batın ameliyatı nedeniyle diyalize girememişti. Has-ta derin asidozla polikliniğimize başvurdu. Boyunda ve ellerde ödem ol-ması nedeniyle vena kava süperior sendromu düşünülen hastaya MR venografi yapıldı. Venografide tüm vena kavanın ileri derecede trombüs-le tıkandığı görüldü. Hasta yatırılarak streptokinaz, heparin ve warfarin tedavisine başlandı. Dört gün sonra çekilen MR venografide tıkanıklıkta azalma gözlenmedi. Genel durumu bozulan hasta operasyona alındı. Sağ torakotomi ile kalıcı diyaliz katateri sağ atriyuma yerleştirildi. Operas-yon sonrasında etkili bir şekilde diyaliz yapılabilen hastanın genel duru-mu hızla düzeldi.

P 007

ALT EKSTREMİTE ARTERİYOVENÖZ MALFORMASYONUNDA CERRAHİ TEDAVİ

A. Özcan*, O. Işıklı*, E. Gürses**, İ. Gökşin*, B. Yağcı***, R. Aslan****

*Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp ve Damar Cerrahisi AD, **Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon AD, ***Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji AD, Denizli,

****Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp ve Damar Cerrahisi AD, Eskişehir

Amaç: Beş yıldır kladikasyo tariflleyen ve genellikle bacak ağrıları olan

hastanın sol alt ekstremitesinde bulunan arteriyovenöz (AV) malformas-yonuna uyguladığımız cerrahi tedavi olgusunu sunmayı amaçladık.

Olgu: Yirmi üç yaşında kadın, 5 yıl önce perifer bir hastanede sol alt

eks-tremite varis operasyonu geçirmiş. Doppler ultrasonografisinde sol kom-mon femoral arter, yüzeyel ve derin femoral arter proksimalinde yüksek debili AV fistül komponentleri saptanmış. Konvansiyonel anjiyografisinde (DSA) AV malformasyon tanısı konulmuş ve 2 kez embolizasyon yapılmış. Hastanın şikâyetlerinin ve thrilin devam etmesi nedeni ile cerrahi tedavi uygulandı (Resim 1, 2). Operasyon genel anestezi altında yapıldı. İnguinal bölgeden başlanarak kommon femoral arter ve safen ven eksplore edildi. SFA’dan kaynaklanan besleyici arterlerin safen vene fistülize olduğu ve safen vende anevrizmatik dilatasyona neden olduğu saptandı (Resim 3). Kesi Hunter kanalı boyunca diz üstü popliteal artere kadar uzatıldı. SFA’-nın bütün besleyici dalları bağlandı (Resim 4). Safen ve derin femoral ven-de thril kayboldu. Dilate ve anevrizmatik safen ven eksize edildi.

Resim 1. Süperfisiyal femoral arter-den kaynaklanan besleyici arterler vasıtası ile dolan anormal arteri-yovenöz vasküler yapılar.

Resim 2. Safen ven ileri derecede dilate olup, erken dolum göstermek-tedir.

Resim 3. Anevrizmatik safen ven.

(5)

P 008

ÜST EKSTREMİTE BEURGER’Lİ HASTADA STELLAT GANGLİON BLOKAJI Z. Uluşan*, S. Değerli**, H. Bektaş***, E. Ünlü****

*Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği, **Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi Anestezi ve Reanimasyon Kliniği, ***Keçiören Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji Kliniği,

****Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Kliniği, Ankara

Amaç: Beurger (Tromboangitis Obliterans), sigaraya karşı aşırı

duyarlılı-ğın neden olduğu küçük ve orta çaplı arter, ven ve sinirleri tutan segmen-tal inflamatuar bir hassegmen-talıktır. Aterosklerotik hassegmen-talara göre daha erken yaşta ortaya çıkması ve amputasyona gitmesi diğer farklı bir özelliğidir. Biz sol üst ekstremitede ağrı ve parmak uçlarında morarma şikâyeti ile kli-niğimize başvuran hastada semptomları azaltmayı ve dolaşımı düzenleme-yi amaçladık. Olgu: Bir gündür sol kolda ağrı soğukluk ve 2., 3. ve 4. parmak uçlarında morarma şikâyeti ile kliniğimize başvuran 43 yaşında erkek hastada fizik muayenede distal nabızlar alınmıyor el ve kol soğuk idi. Yapılan Doppler USG’de unlar ve radial akım gözlenmedi. Acil DSA’da sol Brachial arter orta kesimde tıkalı olup kolletreller ile distal doluş göz-lendi. Hastaya 20 µg/mL/ 8 saatte iloprost başlandı. Tedavinin ikinci gü-nünde kol ısındı ancak ağrı devam etti. EMG yapılarak sempatik sistem baz voltajları elde edildi. %0.25 bupivakain ile stellat ganglion blokajı uy-gulandı. Girişim sonrası pitozis gelişti, 1 saat içinde tekrar EMG yapılarak voltaj değişikliği gözlendi. Sonuç: Beurger’li hastalarda üst ekstremite tutulumu yaklaşık %22 oranındadır. Radial ve unlar arter tutulumu bunun %20’si kadarı iken Brachial arter %1.5-2 kadardır. Beurger’li hastalarda revaskülarizasyom mümkün olamadığı için sempatektomiler hem ağrı kon-trolü hem de vazodilatasyon etkileri ile hâlâ ilk sıradaki tedavi yaklaşım protokolüdür. Cerrahi sempatektomiler invaziv girişim olup, stellat gang-lion blokajının hastaya önce geçici olarak uygulanması ve EMG kontrolü ile yanıtın saptanması ile kalıcı blokaj planlanması invaziv cerrahi girişimle-re gögirişimle-re hatırlanması gegirişimle-reken bir seçenek olması gegirişimle-rektiği düşüncesinde-yim.

P 009

RADİO-SEFALİK A-V FİSTÜLLERDE ARTERYEL DİLATASYON TEKNİKLERİ-NİN OPERASYON BAŞARISI VE FİSTÜL AÇIKLIĞI ÜZERİNE ETKİLERİ M. Kösem, M. Ünal, N. Çağlar

Özel Doğan Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Merkezi, İstanbul

Giriş: Hemodiyaliz hastalarında en çok tercih edilen A-V fistül el

bileğin-de yapılan radio-sefalik fistüllerdir. Bu fistüllerin oluşturulması daha ko-lay, kullanımı daha konforlu ve komplikasyonları daha azdır. Buna rağmen çalışan ve kullanılabilir bir radio-sefalik A-V fistül oluşturmakta düşük ba-şarı oranları başlıca sorun olarak görülmektedir. Metot: Haziran 2005 ve 2008 tarihleri arasında aynı kalp ve damar cerrahı tarafından 682 hasta-ya 714 arteriyo-venöz fistül oluşturuldu. Bu fistüllerin 203 tanesi radio-sefalik A-V fistül idi. Operasyon öncesi hastalar fizik muayene ve renkli Doppler ultrasonografi ile değerlendirildi. Hastalarda arter ve venöz ya-pı ayrıntılı olarak incelendi. Hastalarda “side-to-side” anastomoz tekni-ği kullanıldı. Anastomoz sonrası yeterli “thrill” oluşmayan hastalarda arteriyel buji ve Fogarty embolektomi katateri ile arteriyel dilatasyon uy-gulandı. Takiben anastomoz ven distali bağlanarak “end-to-side” hale ge-tirildi. Bulgular: Operasyon sırasında 1 hastada radial arterde perforasyon gelişti. Erken dönem 1 hastada kanama revizyonu ve 2 hastada erken tromboz sebebiyle trombektomi uygulandı. Hastaların orta dönem takip-lerinde 1 ayda %98, 6 ayda %95, 1 yılda %92 açıklık oranları elde edildi.

Sonuç: Radio-sefalik A-V fistül operasyonlarında arteriyel dilatasyon

tek-niklerinin uygulanması başarısızlık oranlarını düşürür ve fistüllerde açık-lık oranını artırır.

P 010

KRİTİK BACAK İSKEMİSİ OLAN BİR OLGUDA PROSTOSİKLİN ANALOĞU VE SİLOSTAZOL İLE İSKEMİK ÜLSER TEDAVİSİ

Ö. Sayın*, M. Cantürk**, A. Kulaber***, C. Fırat****

*Yozgat Devlet Hastanesi, Kalp Damar Cerrahisi Kliniği, **Yozgat Devlet Hastanesi, Anestezi ve Reanimasyon Kliniği, ***Yozgat Devlet Hastanesi,

****Yozgat Devlet Hastanesi , Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Kliniği, Yozgat

Amaç: Kritik bacak iskemisi; istirahat ağrısı, iskemik ülser oluşumu,

ayak-ta iyileşmeyen yaralar ve gangren ile kendini gösteren bir ayak-tablodur. Cer-rahi veya girişimsel tedavilerin etkili olmadığı, revaskülarizasyonun imkânsız olduğu ciddi periferik tıkayıcı arter hastalarında ekstremite am-putasyonları kaçınılmaz sondur. Çeşitli farmakolojik ajanlar ve tedavi stra-tejileri ile iskemik ülser tedavisi yapılabilmekte, amputasyon seviyeleri daha distale çekilebilmektedir. Olgu: Elli bir yaşında erkek hasta, sağ ayak topuk üzerinden posterior tibial sahaya uzanım gösteren 10 x 20 cm bo-yutlarında iyileşmeyen yara ve istirahat ağrısı şikâyeti ile polikliniğimize başvurdu. Başka bir merkezde daha önce 7 kez aortoperiferik tıkayıcı ar-ter hastalığı tanısıyla opere olan ve son olarak medikal tedavi önerilen hastaya amputasyon da önerilmişti. Kliniğimize yatırılan hastaya ağrının giderilmesi için popliteal bölgeden sempatik blokaj amacıyla kateter ta-kıldı ve ilomedin infüzyonu 1-1.5 ng/kg/dk dozunda 6 saat olarak başlan-dı. Plastik cerrahi tarafından sağ bacaktaki yara ilomedin infüzyon tedavisinin 3. gün debride edilerek split deri grefti ile kapatıldı. İnfüzyon tedavisine 10 gün daha devam edilen hasta, Pletal tablet 100 mg 2 x 1 başlanarak taburcu edildi. Sonuç: Üçüncü ve altıncı ayın sonuda kontrol-lerde hastanın istirahat ağrısının tamamen kaybolduğu, yaranın tam ola-rak iyileştiği ve ek yara çıkmadığı görüldü. Amputasyon riski taşıyan ve cerrahi girişi ya da anjiyoplastinin mümkün olmadığı kritik bacak iskemi-si olgularında ilomedin infüzyon tedaviiskemi-si sonrası Pletal ile tatmin edici sonuçlar alınabilir.

P 011

ABDOMİNAL AORT ANEVRİZMASINDA ENDOVASKÜLER TEDAVİ SONRASI GELİŞEN TİP 3 ENDOLEAK’İN ENDOVASKÜLER YÖNTEMLE TEDAVİSİ Ş. Yavuz*, M. Kanko*, H. Ağırbaş*, M. Kılıç*,

Ö. Barış*, E. Öner*, H. Akman*, E. Çiftçi**, T. Berki*

*Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp ve Damar Cerrahisi AD, **Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji AD, Kocaeli

Amaç: Aort anevrizmalarının endovasküler yöntemle tedavisi minimal

in-vaziv oluşu ve hastanede kalış süresinin kısalığı nedeniyle yurdumuzda da giderek yaygınlaşmaktadır. Bu çalışmada abdominal aort anevrizmasında endovasküler tedavi sonrası nadir gelişen Tip 3 endoleak’in endovasküler stent-greft yöntemi ile tedavisini sunuyoruz. Olgu: Yetmiş altı yaşında er-kek hasta, Ağustos 2007 tarihinde infrarenal düzeyli en geniş yerinde 7.5 cm çapa ulaşan iliak arterlere uzanım gösteren abdominal aort anevriz-ması tanısı ile hastaya endovasküler Y stent-greft implantasyonu uygu-landı. Bir yıl şikâyeti olmayan son 3 ay içinde başlayan bel ağrısı ve halsizlik şikâyeti ile yapılan batın BT ve anjiyografi ileTip 3 endoleak ta-nısı saptanarak endovasküler stent-greft ile tedavi edilmek üzere inter-ne edildi. Hastaya lokal ainter-nestezi altında sağ femoral arter eksplorasyonu sonrası Tip 3 endoleak’i endovasküler stent-greft implantasyonu ile te-davi edildi, kontrol anjiyografide endoleak gözlenmedi. Sonuç: Abdomi-nal aort anevrizmalarının endovasküler yöntemle tedavisi komplike hastalarda dahi düşük morbidite ve mortalite ile uygulanabilmektedir. Nadir görülen endoleak komplikasyonları endovasküler stent-greftle ba-şarı ile tedavi edilebilmektedir. Bu tedavi yönteminin güvenilirliği, etkin-liği ve dayanıklılığının belirlenmesi için yeni çalışmalara ve uzun dönem sonuçlarına ihtiyaç vardır.

(6)

P 012

HİPERHİDROZİSTE TORAKOSKOPİK SEMPATEKTOMİ SONUÇLARIMIZ B. Akbulut*, C. Gebitekin**

*Kütahya Devlet Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği, Kütahya **Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi AD, Bursa

Amaç: Aksiller ve palmar hiperhidrozis, her yaşta görülebilen, ellerde

ve/veya koltuk altında aşırı terlemeyle karakterli, insan yaşamını olum-suz etkileyen bir hastalıktır. Tanı, daha çok hastanın öyküsünden ve ter-lemenin gözlenmesiyle konur. Tedavisi genellikle zordur ve çeşitli yöntemler uygulanmaktadır. Tedavi seçenekleri olarak, topikal ve siste-mik ajanlar, iyontoferezis, botulinum toksin enjeksiyonları, cerrahi, kimyasal ve radyofrekans ile yapılabilen sempatektomi sayılabilir.

Metot: Son bir yıl içinde Kütahya Devlet Hastanesi Kalp ve Damar

Cerra-hisi Kliniğine müracaat eden ileri düzeyde aksiller ve/veya palmar ter-lemesi olan hastalar çalışmaya dahil edildi. Bütün hastaların demografik özellikleri kaydedildi ve hastalar postoperatif komplikasyonlar açısından takip edildi. Bulgular: Bir yıl içinde toplam 7 hasta opere edildi. Hasta-lar ortalama 21.14 ± 2.79 yaşındaydı ve erkek/kadın oranı 4/3 idi. Bedan kitle indeksi 24.98 ± 1.61 olarak hesaplanmıştır. Beş hastada aksiller ve palmar, bir hastada izole palmar ve bir hastada izole aksiller hiperidro-zis vardı. Dört (%57.1) hasta sigara kullanıcısıydı. Aksiller ve palmar hi-perhidrozis olan 5 hastaya T2-T4, izole aksiller hihi-perhidrozis olana T3-T4 ve izole palmar hiperhidrozis olana T2-T3 sempatektomi yapılmıştır. Ameliyat 5. ve 4. interkostal aralıktan girilen bir kamera portu ve bir en-doskopik el aleti (hook ve grasper) kullanılarak gerçekleştirilmiştir. İki hastaya postoperatif pnömotoraks nedeniyle (ikisi de sigara kullanıcısı) göğüs tüpü takılmıştır, üç hastada ileri müdahale gerektirmeyen cilt al-tı amfizem gelişmiştir. Bir hastada kompanzatuar terleme olmuştur, an-cak birkaç hafta sonra geçmiştir. Hidrotoraks, bradikardi, arrest, Horner sendromu veya nüks gibi komplikasyonlar gözlenmedi. Sonuç: Torakosko-pik sempatektomi gerek kozmetik sonucun iyi olması gerekse işlem son-rası hastaların terleme şikâyetlerinin geçmesi nedeniyle uygulanabilir bir yöntemdir.

P 013

KANSER HASTALARINDA SANTRAL VENÖZ PORT UYGULAMALARI C. Narin, E. Ege, R. Önoğlu, A. Sarıgül, M. Yeniterzi

Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Kalp ve Damar Cerrahisi AD, Konya

Amaç: Santral venöz port kateterler, kanser hastalarının tedavisinde

ka-bul görmüş yöntemlerdir. Bu hastalardaki, port sistem tecrübemiz ve saptanan komplikasyonlar tartışılmıştır. Metot: Ocak 2006 ile Ekim 2007 tarihleri arasında kliniğimizde 27 kanser hastası santral venöz port uy-gulamalarımız açısından değerlendirilmiştir. Hastaların 3’ü erkek, di-ğerleri kadındır. Yaş ortalaması 51.3 ± 11.2 yıldı. Yirmi bir hastada sağ, 5 hastada sol subklavyen vene ve radyoterapiye bağlı göğüs ön duvarın-da ileri derecede yapışıklık gelişen bir hastaduvarın-da ise sol juguler vene port yerleştirilmiştir. İşlem sonrası hastalarda port sisteminin pozisyonu di-rekt grafi ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Tüm hastalara venöz erişim sorunu nedeniyle port yerleştirilmiştir. En sık meme kanseri hastalarına port yerleştirilmiştir. Hastalar ortalama 21.1 ± 5.4 ay takip edilmişler-dir. Sağ subklavyen vene port yerleştirilen meme kanserli bir hastada sağ üst ekstremitede derin ven trombozu gelişmiştir. Port ihtiyacı kal-mayan bir meme kanserli hastadan ise port çıkarılmıştır. Dört hasta kan-sere bağlı gelişen sorunlar nedeniyle kaybedilmiştir. Sonuç: Port yerleştirilmesi, kanserli hastalarda venöz erişim yolu ihtiyacını karşıla-mak amacıyla, tecrübeli ellerde düşük komplikasyon oranlarıyla tercih edilen bir yöntemdir. Port sistemleri günlük onkoloji pratiğinde güven-le kullanılabilir.

P 014

TİP 1 AORT DİSEKSİYONUNUN ÇOK NADİR GÖRÜLEN KLİNİK PREZENTASYONU

O. Bayserke, U. Filizcan, R. Tosun, H. Aydoğan, E. Kurç, Ç. Düzyol, A. Var, E. Eren

Dr. Siyami Ersek Hastanesi, İstanbul

Amaç: Aort diseksiyonları çok nadir olarak ön planda parapleji ile

karşı-mıza çıkar. Literatürde oran %3 olarak belirtilmekte olup, bu konuda ol-gu sunumlarından başka, seri vakalar içeren bilimsel yayınlar çok nadirdir. Biz de 65 yaşında tipik göğüs ağrısı ve eş zamanlı parapleji ile acil servi-simize başvuran kadın hastamızı sunmak istiyoruz. Olgu: Altmış beş yaşın-da kadın, beden kitle indeksi> %30 olan hasta yaklaşık 4 saatlik göğüs ağrısı ve alt ekstremitede motor kayıp ile acil servisimize başvurdu. Bilin-ci açık tansiyon arteriyel: 170/90 mmHg ve sağ sol kol arası basınç farkı yok, nabız 86/dk, solunum sayısı 22/dk olarak saptandı. Periferik tüm na-bazanları palpalb idi. Her iki alt ekstremitede duyu ve motor kayıp mev-cuttu. Kontrastlı torakoabdominal tomografi sonucu asendan aortadan başlayan ve sağ ana iliyak artere kadar ilerleyen Tip 1 orta diseksiyonu saptanan hastanın ekokardiyografisinde hafif aort kapak yetmezliği, ejek-siyon frakejek-siyonu: %60 olarak saptandı. Yoğun bakıma alınan hastaya BOS kateteri uygulanarak drenaj sağlandı, hasta acil durumlarda operasyona alındı. Suprakoroner aort replasmanı sandviç tekniği ile uygulandı. Posto-peratif 3. gün ekstübe edildi, postoPosto-peratif 7. gün paraplejisi geriledi ve postoperatif 16. gün taburcu edildi. Sonuç: Aortik diseksiyonları genlikle tipik göğüs ve sırt ağrısı ile prezente olurlar. Parapleji bu tür durumlarda oldukça nadir rastlanan ancak öngörülebilen bir komplikasyondur. Disek-siyon sonucu spinal kord iskemisi nedeni ile ortaya çıkan miyelopati ge-çici veya kalıcı paraplejiye neden olabilir. Ayrıca parapleji cerrahi prosedür sonrası da ortaya çıkabilir. Bu tür durumlarda BOS drenajı prog-nostik açıdan önem kazanmaktadır. BOS basıncının 10 mmHg düzeyinde tutulması nörodefisit iyileşmesinde anlamlı olarak değerlendirilmekedir. Sonuç olarak tipik ağrısı olsun ya da olmasın akut gelişen paraplejilerde aortik diseksiyonların da ayırıcı tanıda akılda tutulması gerekmektedir.

P 015

PERİFERİK ARTER BYPASS CERRAHİSİNDE GREFT SEÇİMİ VE ERKEN DÖNEM SONUÇLARIMIZ

H. Deniz, K. Korkmaz, H. Gedik

Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi, Kırıkkale

Periferik arteriyal dolaşım bozukluğu özellikle yaşam kalitesini olumsuz etkileyen önemli bir morbidite nedenidir. Cerrahi bypass şansı olan has-talarda en önemli problem greft patensinin uzun dönem sağlanmasıdır. Bu çalışma merkezimizde yapılan periferik bypass klinik sonuçlarımızı yansıtmaktadır. Metot: Çalışmaya Ağustos 2007- Ocak 2008 tarihleri ara-sında kliniğimizde periferik arter bypass cerrahisi uygulanan 58 hasta alın-mıştır. Hastaların ortalama yaşı 57 ± 10’dur ve %86 (n= 50)’sı erkek, %14 (n= 8)’ü kadındır. Hastalardan 14’üne aorto-bifemoral bypass, 32 hasta-ya femoro-popliteal bypass, 4’üne femoro-femoral kros over bypass, 4’üne ilio-femoro-popliteal bypass, 3’üne aksillo-bifemoral bypass ve 1 hastaya aorto-unilateral bypass uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya alı-nan hastalardan aksillo-bifemoral bypass yapılan bir vakada 5. ayda, fe-moro-popliteal bypass yapılan bir vaka da ise 9. ayda greft oklüzyonu tespit edildi. PTFE greft kullanılan her iki vakada da tıkanıklığın vasküler distal yatağın iyi olmaması nedeniyle oluştuğu kanaatindeyiz. Sonuç: Kli-niğimizde gerçekleştirilen periferik bypass vakalarını değerlendirdiğimiz zaman otojen safen greftinin özellikle femoro-popliteal bypass uygula-malarında ideal olduğu kullanılamadığı durumlarda ise PTFE greftlerin uy-gun olacağını düşünmekteyiz.

(7)

P 016

HEMODİYALİZ AMAÇLI ARTERİYOVENÖZ FİSTÜL ANEVRİZMALARINDA GREFT İNTERPOZİSYONU

Z. Pulathan, G. Altun, F. Sağlam, K. Limandal, Y. Çakıroğlu, D. Hemşinli

Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp Damar Cerrahisi AD, Trabzon

Amaç: Kronik hemodiyaliz hastalarında fistül fonksiyonelliğini etkileyen

ve morbiditeyi artıran sebeplerden biri de girişim bölgelerinde gelişen gerçek veya yalancı anevrizmalardır. Tüm fistüllerde yaklaşık %7 oranın-da görülür. En önemli komplikasyonları kanama ve trombozdur. İki durum-da durum-da vasküler erişim yolu akut olarak kullanılamaz hale gelir ve acil girişim ihtiyacı gösterir. Acil girişim olarak genellikle uygulanan işlemler; ligasyon, tromboze segmentin çıkarılması ve yeni bir fistül oluşturulma-sıdır. Biz burada anevrizmatik segmenti eksize ederek araya greft inter-pozisyonu yapıp fistül fonksiyonelliğini devam ettirdiğimiz olguları sunmayı amaçladık. Metot: Ocak 2004-2009 tarihleri arasında toplam 17 hastada 18 anevrizmatik fistüle rezeksiyon ve greft interpozisyonu yapıl-dı. On bir erkek, 6 kadın, yaş ortalaması 44, anevrizmatik fistül 5.3’üncü girişimdi. Bütün olgularda preoperatif Doppler, fistülogram, BT fistülog-ram gibi afferent ve efferent damarları gösteren incelemeler yapıldı. En-feksiyon olmadığı teyit edildi. Olgularda aksiler blok veya sedasyon destekli lokal anestezi kullanıldı.Tüm olgularda 6 mm ePTFE kullanıldı. Olguların 9’u nativ damar (4 transpoze bazilik ven, 5 brakiyosefalik) ve 9’u eski AV Loop (6 brakiyoaksiller, 3 ön kol brakiyosefalik) idi.

Bulgular: Erken dönemde tüm olgularda fonksiyonellik devam ettirildi.

Kanama nedeniyle 2 revizyon yapıldı, takiple düzelen 1 seroma, 2 hema-tom gelişti.Takiplerde enfeksiyon nedeniyle çıkarılan bir greft dışında 1. ayda tüm fistüller fonksiyoneldi (% 94). İki olguya uzun dönem takiple-rinde proksimal vene anjiyoplasti yapıldı. Bir olguda 3 yıl sonra anevriz-matik olan diğer AV loop segmentine interpozisyon yapıldı.Takip süresi 4-65 ay olup ortalama 38 aydır.On iki aylık kümülatif fonksiyonellik oranı %83’tür. Sonuç: Anevrizmatik fistül segmentleri tromboz ve kanama yö-nünden yakın takip edilmeli, elektif şartlarda tedavi edilmeli ve ligasyo-na karar vermeden önce greft interpozisyonu açısından değerlendiril-melidirler.

P 017

CERRAHİ TEDAVİ UYGULANAN TAKAYASU ARTERİTİNDE

MEDİKAL TEDAVİ İLE ANJİYOGRAFİK İYİLEŞME SONRASI GREFT TROMBOZU G. Kumtepe, M. Biçer, A. Yolgösteren, D. Saba

Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp-Damar Cerrahisi AD, Bursa Aorta ve ana dallarını etkileyen etiyolojisi bilinmeyen takayasu arteriti, granülomatöz periarteritis ile karakterize sistemik inflamatuar bir hasta-lıktır. Çoğunlukla stenoz-oklüzyon nadir olarak anevrizma formasyonu oluşturabileceği gibi, her ikisi birlikte de bulunabilir. Genç kadınlar olgu-ların büyük kısmını oluşturur. Halsizlik ve ateş gibi sistemik bulguolgu-ların ya-nında baş ağrısı, senkop, hemipleji, hipertansiyon ve ekstremite ağrısı gibi tuttuğu yere uyan bulgularla seyreder. Olguların büyük kısmında me-dikal tedavi ile remisyon sağlanabilsede bazı olgularda cerrahi tedavi ge-rekmektedir. Takayasu tanısıyla medikal tedavi ile takip edilen ve sol kolda uyuşukluk, ağrı ve görme bozukluğu olan 28 yaşında kadın olguya ar-kus aortagrafi yapıldı. Sol kommon karotid arterde %90 darlık ve sol subk-lavyen arterde oklüzyon saptandı. Olguya PTFE greft ile çıkan aorta-sol kommon karotid arter-sol brakiyal artere bypass yapıldı. Medikal tedavi-ye devam edildi. Dört yıl sonra sol kolda şikâtedavi-yetleri tekrarlayan olguya ya-pılan anjiyografide greftlerin tıkalı olduğu görüldü. Olguda ilginç olarak sol kommon karotid arterdeki %90 darlığın %40 oranında gerilediği görül-dü. Olguya düşük doz steroid tedavisine devam edildi. Yedi yıl sonra ya-pılan anjiyografide de ilerleme olmadığı görüldü. Bu nadir görülen hastalıkta olguların büyük bölümünde hastalığın ilerlemesi medikal teda-vi ile önlenmektedir. Fakat bazı olgularda önemli arterlerdeki hayatı teh-dit edici stenoz-oklüzyon mevcudiyetinde cerrahi tedavi gerekmektedir. Cerrahi uygulansa bile medikal tedaviye devam edilmelidir.

P 018

ALTI YILLIK SÜREDE KLİNİĞİMİZDEKİ ARTERİYOVENÖZ FİSTÜL OPERASYONU SONRASI CERRAHİ MÜDAHALE GEREKTİREN ERKEN VE GEÇ KOMPLİKASYONLAR

H. Başel*, Ü. Aydın*, H. Akbayrak**, A. Hazar***, H. Ekim****

*Van Yüksek İhtisas Hastanesi, Kalp-Damar Cerrahisi Kliniği, Van **Özel Malatya Müjde Hastanesi, Malatya,

***Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi, Şanlıurfa,

****Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp-Damar Cerrahisi AD, Van

Amaç: Kronik böbrek yetmezliği olan hastalar hemodiyaliz işlemi için

dü-şük komplikasyon oranına sahip ve uzun süre açık kalabilen kalıcı arteri-yovenöz (AV) fistüllere ihtiyaç duyarlar. Bizim bu çalışmadaki amacımız, AV operasyonları sonrası erken ve geç dönemde cerrahi revizyon gerekti-ren komplikasyonları belirlemektir. Metot: Çalışmaya toplam 1043 fistül operasyonunda revizyon gereken 322 hasta alındı. Van Yüksek İhtisas Has-tanesinde 2003-2009 yılları arasında tek cerrah tarafından AV fistül ope-rasyonu uygulanan ve erken dönem (ilk 24 saat) AV fistül komplikasyonu nedeni ile revizyon uygulanan grup 1 hastalar; daha sonra aynı klinikte 2003-2009 yılları arası geç dönem komplikasyon ile başvuran ve revizyon uygulanan grup 2 dahil edildi. Bulgular: Grup 1; 190 hastadan oluşuyor-du. Hastaların 120’sinde tromboz, 60’ında kanama, 10’unda hematom ne-deni ile revizyon operasyonu uygulandı. Grup 2’de ise; toplam 132 hastaya revizyon operasyonu uygulandı. Anevrizma nedeni ile 45 hastaya, stenoz nedeni ile 32 hastaya, tromboz nedeni ile 20 hastaya, yüksek debi nede-ni ile12 hastaya, periferik iskemi ve steeling nedenede-ni ile 13 hastaya, enfek-siyon ve kanama nedeni ile de 10 hastaya müdahale edilmiştir.

Sonuç: Kronik böbrek hastalarında fistül açıklığını artıracak stratejiler

geliştirilmesi AV fistülden diyalize giriş süresini uzatabilir. Bu da hasta morbiditesi ve mortalitesini azaltacaktır.

P 019

HEMODİYALİZ AMACIYLA VENA KAVA İNFERİORUN CERRAHİ YOLLA KATETERİZASYONU

T. Ege*, S. Gürkan**, A. Çolak***, C. Arar***, S. Ünal*, E. Duran*

*Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp ve Damar Cerrahisi AD, Edirne **Samsun Mehmet Aydın Devlet Hastanesi, Samsun

***Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon AD, Edirne

Amaç: Uzun dönem hemodiyaliz uygulanan hastalarda tekrarlayan

vaskü-ler girişimvaskü-ler son dönem girişim sorunlarına neden olmaktadır. Santral ve-nöz kateter girişimleri bu venlerin trombozuna neden olabilmektedir. Gelişen venöz tromboz o ekstremitedeki fistülün yetersiz kalmasına ne-den olurken yeni bir santral venöz kateter takılma olasılığını da ortadan kaldırmaktadır. Biz kliniğimizde son dönem girişim problemleri yaşanan iki olguda vena kava inferiora cerrahi olarak hemodiyaliz kateteri yerleştir-dik. Olgu 1: Dört yıldır hemodiyaliz uygulanan 51 yaşında, erkek hastanın son dönemde tüm santral venlerde tromboz saptanması üzerine hemodi-yaliz gerçekleştirilemedi. Bu olguda sağ lomber transvers insizyonla VCI’-ya hemodiVCI’-yaliz kateteri yerleştirildi. Dört ay sonra kateterin oklüde olması üzerine kateter çekilerek, sol lomber transvers insizyonla VCI’ya yeni bir kateter yerleştirildi. Hasta 2 ay sonra pnömoni nedeniyle kaybe-dildi. Olgu 2: Yedi yıldır hemodiyaliz uygulanan 64 yaşında, erkek hasta-da diyaliz uygulanamaması üzerine kliniğimize yönlendirildi. Yapılan incelemede tüm santral venlerinin tromboze olduğu görüldü. Sağ lomber lateral insizyonla VCI’ya hemodiyaliz kateteri yerleştirildi. İki aydır başa-rıyla hemodiyaliz işlemi uygulanmaktadır. Sonuç: Hemodiyaliz programın-da olup diyaliz uygulanamayan olgular kısa sürede kaybedilmektedir. Bu nedenle diyaliz yapılabilmesi için her türlü teknik denenmektedir. Paras-ternal, translomber, transrenal, transhepatik hatta intrakardiyak yollar-la hemodiyalizin sürdürülmesi amaçyollar-lanmaktadır. Translomber yolyollar-la vena kava inferiorun kateterizasyonu perkütan olarak yapılabilmektedir. Üni-temizde henüz bu imkânlar kurulamadığı için iki olguda da cerrahi yolla VCI kateterizasyonunu uyguladık. Hastaların işlemden kısa süre sonra di-yalize alınabilmesi nedeniyle hastaların durumunda belirgin iyileşme göz-lendi. Sonuç olarak, klasik kateterizasyon işlemlerinin yetersiz kaldığı durumlarda cerrahi olarak VCI kateterizasyonu hayat kurtarıcı alternatif bir yol olarak göz önünde bulundurulmalıdır.

(8)

P 020

SPLENİK ARTER ANEVRİZMASINA LAPAROSKOPİK YAKLAŞIM: VAKA SUNUMU

N. Çolak*, Ö. Sürgit**, M. Alpay*, Ö. Çakır*

*Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyovasküler Cerrahi AD, **Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi AD, Ankara

Splenik arter, infrarenal abdominal aort anevrizmaları içinde abdominal aorta ve iliak arterlerden sonra en sık görülen üçüncü sıradaki anevrizma bölgesidir ve visseral arter anevrizmalarında ise en sık görülen anevrizma-lardır. Nadir görülmekle birlikte yüksek mortalite oranları nedeniyle kli-nik olarak önemli bir vasküler hastalıktır. Bu bildiride; bilgisayarlı tomografi ile tanısı konmuş ve laparoskopik yaklaşımla anevrizma rezek-siyonu ve splenektomi yapılmış olan 62 yaşında erkek bir hastanın vaka su-numu yapılmıştır. Seçilmiş hastalarda laparoskopik yaklaşımın bu hastalık grubu için uygun bir yaklaşım olabileceğini düşünmekteyiz. Olgu: altmış iki yaşında erkek hasta hastanemize karın ağrısı ve abdominal distansiyon şikâyetleri ile başvurmuştu. Hikâyesinde sigara kullanımı mevcuttu (20 adet/gün), alkol kullanımı, pankreatik hastalık, geçirilmiş operasyon, travma hikâyesi yoktu. Yapılan Doppler USG’de Splenik arterde pulsatil akım bulunan bir anevrizmal genişleme tespit edildi. Bilgisarlı tomografi ile yapılan görüntülemede yaklaşık 3.0/1.7 cm çapında Splenik arter anevrizması rapor edildi. Hastaya gerekli bilgilendirme yapılarak, onamı alındıktan sonra laparoskopik yaklaşım planlandı. Laparoskopik olarak ge-nişlemiş anevrizmal splenik arter segmenti rezeke edildi ve splenektomi uygulandı. Postoperatif problemsiz seyreden hasta postoperatif 3. günün-de taburcu edildi. Postoperatif 8. ayında olan hastanın takipleringünün-de günün-de herhangi bir patoloji tespit edilmedi. Sonuç: Visseral arter anevrizmala-rı nadir görülmekle birlikte hayatı tehdit eden sonuçlaanevrizmala-rı nedeniyle olduk-ça önemli vasküler patolojilerdir. Splenik arter anevrizmaları da visseral arter anevrizmalarının yaklaşık olarak %60’ını teşkil eder. Genellikle asemptomatik seyreder, ancak hastaların %20’sinde semptom verebilir. Rüptür oranı farklı yayınlarda %3 ile %9.6 arasında bildirilmiştir. Rüptür ol-madan cerrahi olarak tedavi edilen hastalarda mortalite oranı %0.5 iken, rüptüre anevrizması olan hastalarda bu oran %25’lere çıkmaktadır.Splenik arter anevrizmalarının tedavisi cerrahidir. Splenik arterdeki anevrizmal bölgenin lokasyonu cerrahi girişimin prosedürünü belirler. Splenik arterin distal kısmının anevrizmasında standart tedavi splenektomi ile birlikte anevrizmektomidir. Bizim hastamızda da aynı anevrizma yerleşimi anev-rizma yerleşimi bulunmaktaydı ve laparoskopik olarak bu standart prose-dür uygulandı.

P 021

ABDOMİNAL AORT ANEVRİZMALARINDA BASİT BİR KAN KORUMA YÖNTEMİ

İ. Hastaoğlu, A. Uçak, K. İnan, V. Temizkan, B. Onan, A. Güllü, A. Yılmaz

İstanbul GATA, Kalp ve Damar Cerrahi Bölümü, İstanbul

Amaç: Sadece kardiyovasküler operasyonlarda değil her türlü

operasyon-da allojenik kan kullanımı artmış mortalite ve morbiditeyle birliktedir. Kan kullanımını azaltmak için değişik teknikler geliştirilmiştir.Özellikle büyük hacimli abdominal anevrizmalarda uyguladığımız kan koruma yön-temini sunuyoruz. Olgu: Altmış sekiz yaşında infrarenal abdominal aort anevrizması olan erkek hastanın anevrizma kesesi silindir kabul edilerek P.r².h formülüyle içinde yaklaşık 350 cc kan olduğu hesaplandı. Kan kay-bını engellemek amacıyla operasyonda heparin uygulamasını takiben kross klempler konulduktan sonra anevrizma kesesinden 14 G iğne (Hayat,TR) ve 50 cc.lik enjektörle (Hayat,TR) 7 defa ponksiyon yapılarak yaklaşık 350 cc kan sistemik dolaşıma kazandırıldı. Operasyonda hiç kan ürünü kulla-nılmadı. Postoperatif sorunsuz takip edilen hasta 7. gün şifayla taburcu edildi. Sonuç: Bu işlem yapılırken mümkünse ponksiyon plak olmayan te-miz bir alandan yapılmalı ve iğnenin lümende olduğundan emin olunma-lıdır. İğnenin anevrizma duvarındaki bir plağı yırtması ve kolesterol içeriğinin lümendeki kana karışması kolesterol kristallerinin sistemik do-laşıma geçmesine yol açabilir. Bu yöntemin kan ürünü ihtiyacını azaltma-da özellikle büyük anevrizmalı olgularazaltma-da maliyeti artırmaazaltma-dan güvenle kullanılabileceğini düşünüyoruz.

P 022

TAKAYASU ARTERİTLİ BİR OLGUDA UYGULANAN BAŞARILI TORASİK AORTA- TERMİNAL AORTA BYPASS AMELİYATI H. Akay, E. Aslım, S. Özçobanoğlu, A. Ecevit, A. Hatipoğlu

Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp ve Damar Cerrahisi AD, Ankara

Amaç: Takayasu arteriti, genellikle 40 yaş altı kadın hastalarda görülen,

aort ve ana dallarını (subklavyen arter-kollara giden) tutan sebebi tam olarak bilinmeyen bir vaskülit tablosudur. Bu olgu sunumundaki amaç Ta-kayasu arteriti olan bir hastada uygulanan başarılı torasik aorta terminal abdominal aorta bypass ameliyatını irdelemektir. Olgu: Otuz iki yaşında kronik böbrek yetmezliği olan ve her iki subklavyen arterde total oklüz-yon, abdominal aorta kronik dönemde total oklüzyon olan hastaya yapı-lan tetkikler ve klinik öykü neticesinde tip II Takayasu arteriti tanısı konuldu. Renal transplantasyon adayı olan hastada aynı zamanda kladi-kasyo şikâyeti de mevcuttu. Antikladikladi-kasyon ajanlar ile medikal tedavi başlanan hastaya renal transplantasyon yapılacağı için elektif şartlarda inen aorta- terminal aorta bypass ameliyatı planlandı. Sol posterolateral torakotomi ile inen aortaya ve paramedian insizyonla retroperitoneal ola-rak terminal aortaya ulaşıldı. Bypass 8 mm PTFE spiralli greft ile yapıldı. Ameliat süresi 190 dakika idi. Kontrol anjiyografisinde greft çalıştığı ve distale akım sağlandığı görüldü. Ameliyat sonrası dönemi sorunsuz geçen hasta, postoperatif 7. günde iyi durumda taburcu edildi. Steroid tedavi-si ameliyat sonrası başlanılan hasta, postoperatif 2. ay kontrolünde de iyi durumda ve kladikasyosu tamamen kaybolmuş haliyle renal transplantas-yonu beklemektedir. Sonuç: Takayasu arteritinde ameliyat endikasyonla-rı sınırlıdır. Olgumuzda ameliyat endikasyonu kladikasyo şikâyetinden çok hastanın renal transplantasyon yapılabilmesi için patent iliak arterlere ihtiyaç duyması idi. Bu durumda gerekli olgularda tip II Takayasu arterit-li hastalarda torasik aorta- terminal aorta bypass amearterit-liyatı güvenle yapı-labilir.

P 023

BRAKİYOSEFALİK FİSTÜLE GİRİŞİM ESNASINDA GELİŞEN VENÖZ DİSEKSİYON

B. Emrecan*, O. Işıklı*, K. Saçkan*, N. Kandemir*, A. Çiftçi**

* Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp-Damar Cerrahisi AD, **Denizli Tıp Diyaliz Merkezi, Denizli

Amaç: Kronik böbrek yetmezliğinde damar erişimi bu hasta grubunun en

önemli konularından biridir. Nativ arteriyovenöz (AV) fistüller birçok avan-taja sahip olmasının yanında ödem, tromboz, hematom venöz hipertan-siyon ve lenf kaçağı gibi bazı komplikasyonları da beraberinde getirmektedir. Venöz diseksiyon ise literatürde birkaç olgu dışında yayın-lanmamıştır. Bu olgu sunumunda diyaliz girişimi esnasında venöz diseksi-yon gelişen olgu sunulmaktadır. Olgu: Kırk sekiz yaşındaki erkek hastada diyaliz girişimi için sağ brakiyosefalik AV fistülüne girişim yapılırken, ani-den sefalik ven hattı boyunca şişme oluşmuştur. Girişim derhal sonlandı-rılmıştır. Yapılan doppler ultrasonografide sefalik vende uzun segment diseksiyon saptanmış, ven duvar kalınlığı 11.2 mm bulunmuştur. Akımın ol-ması ve trilin devam etmesi nedeni ile sefalik vende diseke bölüme giri-şim yapılmaması sağlanarak takibe alınan hastanın 1 ay sonra diseke bölümün tamamen düzeldiği görülmüştür. Tartışma: Literatürde sadece kısıtlı sayıda olgu sunumu mevcut olup, böyle bir komplikasyon geliştiğin-de genellikle antikoagülan tedavi verilmiştir. Ancak bizim olgumuzda akım devam ettiğinden sadece girişim yapılmayarak tedavi sağlanmış ve disek-siyonun tamamen gerilediği gösterilmiştir. Burada önemli olan ayırıcı ta-nıdır. Sonuç: Trombozda erken girişim ve fistülün trombektomi ile akım sağlanması öncelikli iken, diseksiyonda antikoagülan tedavi ve girişimden kaçınılması önceliklidir.

(9)

P 024

TIKAYICI PERİFERİK ARTER HASTALIKLARININ TEDAVİSİNDE STENT UYGULAMALARIMIZ

S. Gürkan, A. Saraç, H. Saltuk

Mehmet Aydın Devlet Hastanesi, Samsun

Amaç: Aterosklerotik tıkayıcı periferik arter hastalığı diffüz ve

multisis-tem tutulumlu bir hastalıktır. Bu hastalardaki cerrahi operasyon riskini azaltmak için minimal invaziv teknikler ve endovasküler girişimler gü-nümüzde yaygınlaşarak artmaktadır. Bu çalışmamızda Samsun Mehmet Aydın Devlet Hastanesi Kalp-Damar Cerrahisi Kliniği’nde gerçekleştir-miş olduğumuz perkütan vasküler girişimlerimizi sunmayı amaçladık.

Metot: Ekim 2008- Mart 2008 tarihleri arasında toplam 18 hastaya 18

adet kobalt krom stent yerleştirilmiştir (Scuba, İtalya). Hastaların tümü erkek ve yaş ortalaması 53’tü. On hastada lezyonlar sağ tarafta, 8 has-tada ise sol tarafta idi. Üç hashas-tada sağ eksternal iliak artere, 7 hashas-tada kommon iliak artere, 2 hastada sol eksternal iliak artere, 8 hastada sol kommon iliak artere stent yerleştirildi. Genellikle 7-8-9 mm çaplarında stentler kullanıldı. Tüm hastalar işlem esnasında heparinize edildi. İş-lem sonrası klopidogrel yükİş-lemesi yapıldı. Hastalar postoperatif klopi-dogrel ve statinle taburcu edildi. Hastaların tümü postoperatif 1. gün taburcu edildi. Bir hastada işlem sırasında distal abdominal aortada lo-kalize diseksiyon meydana geldi işlem sonrası kendiliğinden kapandığı için müdahale edilmedi. Aynı hasta 1. ayda kladikasyo şikâyeti ile tek-rar başvurdu. Tüm hastalarda postoperatif distal nabızları palpabl idi.

Sonuç: Periferik anjiyoplasti işleminin, %90’ın üzerinde erken dönem

açıklık oranları ile seçilmiş vakalarda, düşük mortalite ve morbidite oranları, kısa hastane yatış süreleri ile uygun ve etkili bir yöntem oldu-ğunu düşünmekteyiz.

P 025

30 YAŞ ALTI HASTALARDA VENÖZ TROMBOEMBOLİZM VE GENETİK RİSK FAKTÖRLERİ

N. Çolak, Y. Nazlı, M. Alpay, Ö. Çakır

Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyovasküler Cerrahi AD, Ankara Rudolph Virchow’un meşhur triadını yayınladığı 1856 yılından beri venöz tromboemboliler ile ilgili pek çok araştırma yapılmış ve bilinen risk fak-törlerinin kapsamı oldukça genişlemiştir. Özellikle son yıllarda venöz tromboembolide genetik risk faktörleri oldukça ilgi çekmektedir. Kliniği-mizde de travma, immobilizasyon, geçirilmiş cerrahi operasyonlar, seya-hat, ileri yaş, hamilelik ve puerperium dönemi ve ilaç kullanımı (östrojen ve oral kontraseptifler, heparin) hikâyesi bulunmayan hastalarda genetik inceleme rutin olarak yapılmaktadır. Bu bildiride özellikle 30 yaş altı genç-lerdeki venöz tromboembolilerin genetik araştırma sonuçları incelenmiş-tir. Metot: Bu çalışmada, Aralık 2007-Ocak 2009 tarihleri arasında kliniğimize spontan derin ven trombozu (DVT) tanısı ile başvuran, yaş or-talamaları 21.4 ± 2.6 olan, 30 yaş altı hastalar incelenmiştir. Başvuran hastalar içinde risk faktörleri bulunmayan toplam 9 hastadan 5 (%55.5)’in-de genetik mutasyon tespit edilmiştir. Bu hastalardan 4’ü erkek, 1’i ise ka-dındı. Kadın hastada erken hamilelik döneminde (6 hafta) DVT tanısı konmuş ve hospitalize edilerek tedavisine başlanmış ve bu dönemde ge-netik taraması da yapılmıştı. Erkek hastalardan 2’si ise kardeşti ve birer ay ara ile DVT tanısı ile başvurdular. Bir diğer erkek hastada ise Down dendromu mevcuttu. DVT tanısı tüm hastalarda doppler venöz ultraso-nografi ile konmuştur. Bulgular: Toplam 5 hastanın 2 (%40)’sinde homozi-got “methylenetetrahydrofolate reductase enzyme gen (MTHFR)” mutasyonu mevcuttu, bu her iki erkek hasta kardeşti. Biri erkek, diğeri kadın 2 (%40) hastada heterozigot Faktör V Leiden gen mutasyonu tespit edildi. Down sendromu olan erkek (%20) hastada ise heterozigot Faktör V Leiden gen mutasyonu ve heterozigot MTHFR gen mutasyonu bulundu. Bulgular Tablo 1’de özetlenmiştir. Sonuç: DVT açısından risk faktörleri içerse dahi 30 yaş altı genç hastalarda genetik taramanın hastanın ileri-deki tedavisi ve takibi açısından önemli olduğunu düşünmekteyiz. Bu

has-talarda daha uzun süre antikoagülasyon tedavisi gerekebilmektedir. Ge-netik inceleme hem klinisyenin daha kolay karar verebilmesini sağlamak-ta hem de hassağlamak-tanın tedaviye uyumunda ve doğru yönlendirilmesinde kılavuz rol oynamaktadır.

Tablo 1. Hasta Özellikleri

P 026

ALT EKSTREMİTE LENFÖDEM HASTALARINDA KOMPLEKS BOŞALTICI FİZYOTERAPİ SONUÇLARIMIZ

T. Özalhas*, S. Badem*, A. Kostanoğlu*, B. Göktaş*, S. Türkyılmaz*, E. Dereli**, U. Alpagut*, E. Dayıoğlu*

*İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Kalp Damar Cerrahisi AD, **İstanbul Üniversitesi Fizik Tedavi Ve Rehabilitasyon Yüksek Okulu, İstanbul

Amaç: Lenfödem, dokularda anormal biçimde proteinden zengin sıvı

bi-rikimiyle karakterize kronik ve ilerleyici bir hastalıktır. Bu çalışmada alt ekstremite lenfödem tedavisinde uyguladığımız kompleks boşaltıcı fiz-yoterapinin etkinliğini araştırdık. Metot: Çalışmamıza polikliniğimize başvuran 10 alt ekstremite lenfödem hastası alındı. Sağlamla hasta eks-tremite arasında en az 5 cm ve üzeri fark olan hastalar alındı. Bütün hastaların tedavi öncesi ve tedavi sonrası karşılaştırılmalı olarak eks-tremite çap ölçümleri mezura ile ayak sırtı 10 cm, ayak bileği 20 cm, baldır 30 cm ve uyluk 50c m mesafelerden yapıldı. SF-36 yaşam kalite-si skorlaması ile yaşam kaliteleri kaydedildi. Hastalar iki fazdan oluşan kompleks boşaltıcı fizyoterapi programına alındı. Birinci faz manuel len-fatik drenaj, intermitant pnömatik kompresyon, cilt bakımı, kompres-yon bandajı ve egzersizden oluşmaktadır. Dört hafta süren birinci fazın ardından Faz 2’ye geçildi. Bu programda hastalara evde uygulanmak üzere self drenaj, cilt bakımı, boşaltıcı egzersizlerden oluşan ev prog-ramı eğitimi verildi. Hastaların tümüne rekürrensi önlemek için lenfö-dem bası giysisi önerildi. Tedavi öncesi ve tedavi sonrası çevre ölçümü sonuçlarının karşılaştırılması için ‘Paired Samplest’ testi, SF-36 anket sonuçlarının tedavi öncesi ve sonrası değerlendirilmesi için ‘Wilcoxon Signed Rank’ testi kullanıldı. Sonuç: Hastalarımızın tedavi sonrası ektre-mite çap ölçümleri anlamlı ölçüde azalmıştır. Kullandığımız genel ya-şam kalitesi ölçeği SF-36 sonuçları; fiziksel fonksiyon, fiziksel rol kısıtlılığı, genel sağlık, vitalite, emosyonel rol kısıtlılığı ve mental sağ-lık gruplarında tedavi sonrası değerler tedavi öncesi değerlere göre an-lamlı olarak artış göstermiştir. Ağrı ve sosyal fonksiyon alt değerlerinde de anlamlı olmasa da yine artışa rastlanmıştır. Tartışma: Bu çalışma, kli-niğimizde alt ekstremite lenfödem hastalarına uyguladığımız, kompleks boşaltıcı fizyoterapi programımızın, hastaların hem tedaviye aktif katı-lımını hem de günlük yaşam aktivitelerine devam etmelerini sağlayarak yaşam kalitesini de iyileştirdiğini göstermektedir.

Yaş Cinsiyet mutasyonuFV Leiden MTHFR genmutasyonu

Hasta 1 24 E Heterozigot (+)

Hasta 2 21 E Homozigot (+) Kardeş

Hasta 3 19 E Homozigot (+) Kardeş

Hasta 4 22 K Heterozigot (+) Gebelik

Hasta 5 21 E Heterozigot (+) Heterozigot (+) SendromuDown

4-yesillerquark:Layout105.05.200910:11Page109

(10)

P 027

ARTERİYOVENÖZ FİSTÜL OPERASYONLARI SONRASI GÖRÜLEN KOMPLİKASYONLAR VE REVİZYONLARI

S. Türkyılmaz, M. Şahin, S. Badem, O. Göksel, U. Alpagut, E. Tireli, E. Dayıoğlu

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Kalp-Damar Cerrahisi AD, İstanbul

Amaç: Kronik böbrek yetmezliği hastaları, hemodiyaliz işlemi için

yeter-li debide, uzun süre açık olan, düşük kompyeter-likasyon oranına sahip ve ko-lay erişilebilen kalıcı arteriyovenöz (AV) fistüllere ihtiyaç duyarlar. Bu çalışmadaki amacımız, kronik böbrek yetmezlikli hastalar için büyük öne-me sahip AV fistüllerin mortaliteye neden olabilecek düzeyde önemli olan komplikasyonlarını ve cerrahi tedavisini belirlemektir. Metot: Çalışmaya; İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Kalp-Damar Cerrahisi Ana Bi-lim Dalında, 2005-2008 yılları arasında, AV fistül komplikasyonu nedeni ile cerrahi revizyon uygulanan 53 hasta dahil edildi. Bulgular: Toplam 53 hastanın 23 (%43.3)’ünde fistül trombozu, 12 (%22.6)’sinde venöz anevriz-ma, 6 (%11.3)’sında psödoanevrizanevriz-ma, 3 (%5.6)’ünde enfeksiyon, 3 (%5.6)’ünde yetersiz kollateral akıma bağlı distal iskemi, 2 (%3.7)’sinde ödem, 2 (%3.7)’sinde venöz hipertansiyona bağlı venöz ülser, 1 (%1.8)’in-de kardiyak yetmezlik bulguları, 1(%1.8)’in(%1.8)’in-de (%1.8)’in-de venöz anevrizma rüptü-rü sonrası ciddi kanama nedeni ile revizyon uygulandı. Sonuç: Kronik böbrek yetmezlikli hastalarda hemodiyaliz işlemi için büyük öneme sahip AV fistüllerin en sık görülen komplikasyonu, %9.6-40 arasında bildirilen erken ve geç dönem fistül trombozudur. AV fistül komplikasyonları, kro-nik böbrek yetmezlikli hastalarda mortalite ve morbiditeyi ciddi olarak et-kilediğinden, komplikasyon oranını en aza indirecek stratejiler geliştirilmeli ve mevcut komplikasyonlar erken dönemde tedavi edilme-lidir.

P 028

HEMODİYALİZ AMACIYLA AÇTIĞIMIZ ARTERİYOVENÖZ FİSTÜLLERİN ERKEN DÖNEM TAKİP SONUÇLARI

H. İyem, A. Yılmaz, F. Özdemir, F. Ayaz, İ. Zan, M. Eren

Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp ve Damar Cerrahisi AD, Diyarbakır

Amaç: Çalışmamızda hemodiyaliz amaçlı açılan arteriyovenöz (AV)

fistül-lerin yerini, erken dönem sonuçlarını ve postoperatif gelişen komplikas-yonları değerlendirmeyi amaçladık. Metot: Son bir yılda hemodiyaliz amacıyla aynı ekip tarafından 411 AV fistül operasyonu uygulanan 384 has-ta çalışmaya alındı. Cerrahi girişimlerin has-tamamı lokal anestezi altında ya-pıldı. Anastomoz öncesi hem arter hem de vende oluşan spazmlar için metal prob ile mekanik dilatasyon ve yüzeyel papaverin uygulaması yap-tık. Ayrıca venöz akımı yeterli olmayan hastalarda fogarti kateteri ile proksimale doğru dilatasyon yaptık. Hastaların hepsinin, AV fistülden ilk diyalize gireceği süre boyunca takipleri yapıldı. Bulgular: Hastaların %58.5’i erkek, %41.5’i kadın ve yaş ortalamaları 46.2 ± 9.2 (10-72) yıl idi. Hastaların %5.98’ine erken dönemde birden fazla cerrahi girişim yapıldı. Açtığımız AV fistüllerin erken dönem patensini %94.02 olarak tespit ettik. 320 (%83.3) hastaya ilk kez fistül açıldı. Hastaların %25.8’ine “snuff-bo-x”, %64.3’üne “Brescia-Cimino” ve %9.9’una antekübital bölgeden braki-yosefalik ya da brakiyobazilik AV fistül açıldı. Erken tıkanıklık gelişen hastaların %60.8’i kadın, %39.2’si erkekti ve istatistiksel olarak anlamlıy-dı (p< 0.05). Toplam 44 (%11.4) hastada komplikasyon görüldü. Hastala-rın, AV fistül açıldıktan sonra ortalama 4.7 ± 1.8 hafta sonra diyalize girdiğini tespit ettik. Tartışma: Son dönem böbrek yetmezliği olan hasta-ların sadece %11’ine böbrek nakli yapıldığını ve geri kalan hastahasta-ların da hayatlarını iyi düzeyde idame ettirebilmeleri için düzenli ve etkin bir he-modiyalize ihtiyacı olduğunu bildiğimize göre, AV fistül oluştururken ge-rek preoperatif değerlendirmede gege-rekse cerrahi teknik uygulamada maksimum özen gösterilmelidir. Sonuç: Anastomoza başlamadan önce ar-ter ve vene mekanik dilatasyonun uygulanmasının ve vazodilatatör ajan-ların kullanılmasının fistülün erken dönem trombozunu azalttığı kanaatindeyiz.

P 029

TAKAYASU HASTALIĞINA EŞLİK EDEN KORONER ARTER HASTALIĞI VE MİTRAL YETERSİZLİĞİ: OLGU SUNUMU

G. İpek*, D. Göksedef*, S. Ömeroğlu*, E. Engin*, C. Üreyen*, L. Yüceyar**, B. Karadağ***

* İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Kalp ve Damar Cerrahisi AD, **İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,

Anesteziyoloji ve Reanimasyon AD,

***İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Kardiyoloji AD, İstanbul

Amaç: Toplumda görülme sıklığı bir milyonda 1-3 olan Takayasu

hastalı-ğında koroner arter hastalığı ve eşlik eden mitral kapak patolojisi nadir-dir. Bu bildiride koroner arter hastalığı ve mitral kapak patolojisi nedeniyle açık kalp cerrahisi operasyonu uygulanan hastamızın erken dö-nem sonuçlarını incelemek istedik. Metot: On beş yaşında olan kadın has-ta, 9 yıldır Takayasu hastalığı tanısı ile takip altında idi. Sekiz ay önce inferior miyokard infarktüsü tanısı ile koroner yoğun bakım ünitesine ya-tırıldı ve sirkumfleks koroner arterine stent implantasyonu yapıldı. Şikâyetlerinin tekrarlaması üzerine yapılan koroner anjiyografide 2 da-mar koroner hastalığı ve ileri mitral yetersizlik tespit edilmesi üzerine hastaya 2’li koroner arter bypass cerrahisi ve mitral kapak replasmanı operasyonu uygulandı. Bulgular: Hastanın bilateral iliak arter tıkanıklığı mevcut idi. Operasyon öncesinde yapılan Doppler incelemesi sonucunda internal torasik arterin alt ekstremitenin kan getiricisi olduğuna karar ve-rildi. Hastada operasyon sonrasında erken dönem kanama nedeniyle re-vizyon operasyonu uygulandı. Kanama odağı bulunamadı. Operasyon öncesi renal tutulum nedeniyle oral steroid tedavisi alan hastaya, perio-peratif dönemde oral, intravenöz ve tekrar oral olmak üzere steroid des-teği verildi. Enfeksiyon, düşük kalp debisi ve aritmi gibi komplikasyon olmadı. Sonuç: Takayasu hastalığı büyük arterleri tutan bir vaskülittir. Ol-dukça nadir görülen bu hastalıkta koroner arter hastalığı ve eşlik eden mitral kapak yetersizliği sınırlı sayıda olguda rastlanmıştır. Eşlik eden ar-teriyel sistem tutulumları, muhtemel operasyon öncesinde dikkatlice in-celenmelidir. Mitral kapak patolojisinin de eşlik ettiği hastamız literatürde yer alan 2. olgu olup, operasyon ek bir probleme yol açmadan başarı ile uygulanmıştır.

P 030

KAROTİS GLOMUS TÜMÖRLERİNDE CERRAHİ TEDAVİ SONUÇLARIMIZ E. Aliyev, E. Oğuz, F. Ayık, Ç. Engin, D. Amanvermez,

E. Bağırov, K. Cümşüdov, M. Yüksel, T. Çalkavur

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp Damar Cerrhisi AD, İzmir

Amaç: Karotis cisimciği, karotis arter bifurkasyonunda adventisya ve

me-dia tabakaları arasında yerleşmiş, kemoreseptör ve baroreseptörlerden zengin fonksiyonel bir yapıdır. Karotis glomus tümörleri, karotis cisimci-ğindeki paraganglionik hücrelerinden köken alan, yavaş gelişen, benign karakterde tümörlerdir. Bu çalışmada amaç, karotis tümör rezeksiyonla-rının, %5-6 oranda kraniyal sinir yaralanmaları ile birliktelik gösterebildi-ğini cerrahi tecrübelerimiz göstermektedir. Metot: Mayıs 2005- Şubat 2009 tarihleri arasında kliniğimizde 19 karotis glomus tümörlü hasta çalışma-ya alındı. Hastaların 9 (%50)’u kadın, 10 (%50)’u erkekti. Ortalama çalışma-yaş 45 idi. Hastaların hiçbiri daha önce boyun veya karotis arter operasyonu ge-çirmemiş. Kommon karotis arter bifurkasyonuna, internal ve eksternal karotis arter üzerine yapışmış olan tümör kraniyal sinirlere hasar verme-den eksize edilerek çıkarıldı. Hastalardan birine bilateral glomus tümör rezeksiyonu yapıldı. Operasyon sırasında bir hastada karotis arter klem-pajı gerek duyuldu ve bu hastaya greft interpozisyonu yapıldı. Kanama hiçbir hastada görülmedi, postoperatif nörolojik komplikasyon 1 (%5.5) hastada görüldü. Hastanede yatış süresi ortalama 4-5 gündü. Ortalama postoperatif 2-3 gün sonra hastalar taburcu edildi. Çıkarılan tümörlerden birinin çapı 6 x 9 cm, birinin 4 x 6 cm’dir. Ortalama çapı 4 x 3.5 cm’dir. Kraniyal sinir hasarlanmasında, sadece tümör büyüklüğünün önemli bir risk faktörü olduğu belirtilmektedir. Örnekler patolojiye gönderildi. Pato-loji sonucu paraganglioma olarak rapor edildi. Sonuç: Karotis glomus tü-mörlerinde cerrahi tedavi postoperatif düşük nörolojik komplikasyon oranı ile güvenilir şekilde yapılabilir tek alternatif tedavidir.

(11)

P 031

AKUT ARTERİYEL OKLÜZYONLARDA EMBOLEKTOMİ SONUÇLARIMIZ Ş. Yavuz, M. Kanko, Ç. Acil, Ö. Barış, E. Öner, H. Parlar, M. Kılıç, T. Berki

Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp ve Damar Cerrahisi AD, Kocaeli

Amaç: Çalışmamızın amacı kliniğimize emboliye bağlı akut arteriyel

ok-lüzyon ile başvuran hastaların cerrahi tedavi sonuçlarının retrospektif ola-rak değerlendirilmesidir. Metot: Kliniğimizde Haziran 2006 - Mart 2009 tarihleri arasında, cerrahi tedavi uyguladığımız yaş ortalamaları 65.8 (26-88) olan 23 erkek ve 30 kadın, toplam 53 hasta incelendi. Başvuran tüm hastalara o bölgeye yönelik arteriyel Doppler ultrason yapıldı. Preopera-tif hazırlıkları acil olarak tamamlanıp operasyona alındı. Hastaların 26’sı akut oklüzyondan sonra 12 saat içerisinde kliniğimize başvururken, 27 hasta ise 12 saatten daha geç başvurdu. Oklüzyon bölgesi en fazla femo-ro-popliteal bölge 29 (%54.7) hasta olup, bunu brakiyal 13 (%24.5), aksil-ler tutulum 6 (%11.3) ve iliak bölge tutulumu 3 (%9.5) takip ediyordu. En önemli tıkanıklık nedenini %62.2 (33 hasta) ile kardiyak nedenler oluştur-maktaydı. Bulgular: Embolektomi sonrası 41 hasta şifa ile taburcu edil-di. Başvuru esnasında 31 hastada motor kayıp mecuttu. Bunlardan operasyon sonrası 2 hastada motor kayıp kalıcı oldu. Dört olguya (%7.5) re-embolektomi gerekti. Beş hastada erken dönemde, postoperatif dö-nemde yoğun bakım ünitesinde takip sırasında eksitus gelişti. Bir (%1.8) olguda alt ekstremiteye fasiyotomi yapıldı. Üç (%5.6) olguda alt ekstre-mitede demarkasyon hattı geliştiği için 2’sine dizüstü, 1’ine dizaltı sevi-yede amputasyon yapıldı. Sonuç: Akut arteriyel tıkanıklıklar, yüksek mortalite ve morbiditeyi önlemek için erken tanı ve acil tedavi gerekti-ren ciddi klinik tablodur.

P 032

ALT EKSTREMİTE DAMAR YARALANMALARINDA 10 YILLIK DENEYİMİMİZ

H. Başel*, Ü. Aydın*, Ş. Kapan*, M. Karadağ*, H. Ekim**

*Van Yüksek İhtisas Hastanesi Kalp-Damar Cerrahisi Kliniği,

** Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp-Damar Cerrahisi AD, Van

Amaç: Kliniğimizde alt ekstremite yaralanmaları ile başvuran hastalar

retrospektif olarak incelenmiştir. Metot: Kliniğimizde Mayıs 1999-Ocak 2009 tarihleri arasında başvuran 86 alt ekstremite vasküler yaralanmalı hasta retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Hastanemize başvuran has-taların 71’i direkt ameliyata alındı On beş hasta ise anjiyo çekildikten sonra ameliyata alındı. Hastaların yaş aralığı 8-49, ortalama yaş 35.8 ± 7.6 yıl idi. Çalışmaya 52 erkek, 34 kadın hasta dahil edilmişti. Hastaların 46’sında izole arter yaralanması vardı. Yirmi yedi hastada arter vena ya-ralanması, 13 hastada ise vena yaralanması mevcuttu. Hastaların 14’ün-de problem iyatrojenik, 25’in14’ün-de 14’ün-delici-kesici alet yaralanması, 47’sin14’ün-de ise ateşli silah yaralanması idi. Hastaların 14’ünde beraberinde sinir ya-ralanması da vardı. En fazla yaralanma femoral arter bölgesinde idi. Bu-nu tibial bölge takip etmekte, en az ise popliteal bölge gelmekte idi. Hastaların 9’unda femur, 4’ünde fibula kırığı, 1’inde ise tibia kırığı mev-cuttu. Yirmi dört hastada primer damar tamiri yapıldı, 8 hastada PTFE greft, 54 hastada ise safen greft kullanılarak tamir yapıldı. Sonuç: Üç hasta beraberinde başka problem olduğu için eksitus oldu. Bir hastaya ba-cağında enfeksiyon geliştiği için amputasyon yapıldı. Hastaların hastane-ye geliş süreleri, beraberinde başka problem olup olmaması, yaralanma sebebi ve lokalizasyonu mortalite ve morbidite açısından önemlidir.

P 033

ÜST EKSTREMİTENİN PRİMER DERİN VEN TROMBOZLARI

G. Altun, Z. Pulathan, İ. Koramaz, K. Güven, Y. Çakıroğlu, F. Özcan

Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kalp ve Damar Cerrahisi AD, Trabzon

Amaç: Üst ekstremite derin ven trombozu (ÜEDVT) alt ekstremiteye

gö-re nadir olarak görülen klinik bir durumdur. Tüm DVT olgularının yaklaşık %2-4’ünü oluşturur. Üst ekstremite venlerinde göreceli olarak daha az tromboz gözlenmesinin başlıca nedenleri kol venlerinin daha az yerçeki-mi etkisine maruz kalması, daha az sayıda kapakçıklara sahip olması, da-ha yüksek miktarlarda plazminojen aktivatörü üretilmesi ve fibrinolitik aktivitenin daha yüksek olmasıdır. Bu çalışmanın amacı kliniğimizde tanı ve tedavisi yapılan primer ÜEDVT’li olguların retrospektif olarak incelen-mesi, klinik ve etiyolojik dağılımının saptanmasıdır. Metot: Ocak 2000-2009 tarihleri arasında, KTÜ Tıp Fakültesi Kalp Damar Cerrahisi Kliniğinde, DVT tanısıyla ayaktan veya yatarak takip ve tedavileri yapılan 1562 has-ta dosyasından, 26 primer ÜEDVT’li hashas-ta retrospektif olarak incelendi. Travmatik olgular değerlendirmeye alınmadı. Bulgular: Bu hastaların or-talama yaşları 34 olup, %69’u erkekti. Tüm DVT’lilere göre görülme ora-nı ise %1.66 idi. Hastaların başlıca şikâyetleri el ve kolda şişlik ve omuz bölgesinde ağrıydı. Tüm hastalarda tanı, Doppler ve gerek duyulan has-talarda ise venografi ile konuldu. En sık tutulan venler aksiller ve subk-lavyen venlerdi. Etiyolojik olarak %11.5 hastada Paget-Schrotter Sendromu, %7.5 hastada Lemierre Sendromu, %80 hastada ise hiperko-agülopati tespit edildi. Dört hastaya trombolitik tedavi ve daha sonra diğer hastalar gibi rutin ankoagülan tedavi protokolü uygulandı.

Sonuç: ÜEDVT kliniği ile başvuran hastalarda, en önemli etiyolojik

nede-nin hiperkoagülopati olduğu düşünülerek, bu yönde araştırmalar yapmak gerekir.

P 034

ALT EKSTREMİTE ARTERİYOVENÖZ MALFORMASYONUN CERRAHİ TEDAVİSİ: OLGU SUNUMU

V. Şahin, A. Orhan, M. Acıpayam, M. Şahsıvar, M. Bekmezci, M. Zor, O. Darçın

Konya Eğitim Araştırma Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği, Konya

Amaç: Arteriyovenöz malformasyonlar (AVM) arteriyel ve venöz sistemler

arasındaki anormal bağlantılardır. Femoral arter ve dallarından kaynakla-nan AVM’ler doğumsal veya edinseldirler. Edinsellerin en önemli kısmını travmalar ve özellikle delici-kesici alet yaralanmalarında gelişen arter-ven ilişkisi oluşturmaktadır. Tedavi edilmedikleri takdirde yol açtıkları yüksek debi nedeniyle kalp yetmezliğine nedenolabilirler. Olgu:Yirmi yedi yaşında erkek hasta sol bacağının arka yüzünde ağrı ve şişlik şikâye-tiyle başvurdu. Muayenede sol bacakta çap artışı ve kitle üzerinde trill alınması dışında başka bir bulgu saptanmadı. Anjiyografide, a. tibialis pos-teriordan kaynaklanan AVM olduğu saptandı. Cerrahi kararı verildi. Spinal anestezi altında sol bacak posterioruna yapılan longitudinal kesi ile arte-riyovenöz bağlantı yerleri primer bağlanarak eksize edildi. Malforme ol-muş vasküler yapılar total olarak eksize edildi. Trilin kaybolduğu gözlendi. Postoperatif dönemde iskemi şikâyeti olmadı. Sonuç: Vasküler malfor-masyonlarda cerrahi planlama ve tedavi endikasyonları halenciddi bir so-rundur. Tanı için anamnez ve fizik muayene çoğu zaman yeterli olur. Laboratuvar doğrulanması için tomografi veya manyetik rezonans (MR) yeterlidir ancak tedavi planlanan hastalarda anjiyografi veya MR anjiyog-rafi gereklidir. Anjiyoganjiyog-rafi tercih edilecek metottur. Tedavide, basit olgu-larda coil embolizasyon veya perkütan greft-stent yerleştirilmesi tercih edilebilir. Ancak nükslerin önlenmesi ve kalıcı tedavinin sağlanması yö-nünden geniş AVM’li olgularda cerrahi ilk planda düşünülmelidir. Biz de geniş AVM olan hastayı literatürde bahsedildiği gibi başarı ile kapattık.

4-yesillerquark:Layout105.05.200910:11Page111

Referanslar

Benzer Belgeler

Çalışmamızda değerlendirilen 867 hastanın 195’inde yapılan ultrasonografide duvar kalınlığı saptandı. Du- var kalınlığı olan hastaların 7 tanesi adenomyomatozis

Yöntem: Aðustos 1999-Mayýs 2007 tarihleri arasýnda Ýstanbul Üniversitesi Cerrahpaþa Týp Fakültesi Acil Týp Biriminde peptik ülser perforasyonu nedeniyle ameliyat olan 157

[P-397] Abdominal aort anevrizmasında endovasküler tamir uyguladığımız olgu serimizde majör komorbid faktör olarak koroner arter hastalığının, kronik obstrüktif

Tip I akut aort diseksiyonu nedeniyle asendan aort ve arkus aorta replasmam yap1lan 3 olguda operasyonda se- rebral dokuyu korumak, hava ve partikül embolisini ön-

Örneğin bir bypass ameliyatı için Kalp ve Damar Cerrahisi servisinde yatan ve ameliyat edilen bir hastanın, tam da taburcu edilme- si düşünülürken ortaya çıkan

Ülkemizde,  batı  ve  doğu  illeri  arasında  bağırsak  parazit  görülme  sıklığı  açısından  önemli  farklılıklar  saptanabil‐. mektedir.  Bu 

The research paper examines the business executive’s changing role in dealing with several human resource motivation activities and training to adapt changes to

Metot: İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Periferik Damar Cerrahisi Ünitesinde, Eylül 2003 - Aralık 2008 tarihleri arasında