İSLÂM
MEDENİY ETİ VE
TÜRKLER
TÜRKLERİN İSLAM MEDENİYETİNDEKİ YERİ
Türklerin İslâmiyet'e Girişi ve Bu Dönemdeki Bilimsel Etkinlikler
Türkler, 10. yüzyıldan itibaren İslâmiyet'i benimsediler.
Belki bütün İslâm Dünyası'nı hâkimiyetleri altına alamadılar ama hâkim oldukları dönemlerde ve memleketlerde, gerek
açmış oldukları bilim ve öğretim kurumları ve gerekse yetiştirmiş oldukları bilim adamları aracılığıyla bilimin
gelişimine çok önemli hizmetlerde bulundular.
TÜRKLERİN İSLAM
• Türk kültürünün bağlı olduğu medeniyet İslâm medeniyetidir.
• Türk milletinin son bin yılı aşkın tarihi,
A. Türk kültürünü oluşturan büyük eserlerin ilham kaynağının ve
B.Türk toplumunun sosyolojik temelinin İslâm medeniyeti olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
TÜRKLERİN İSLAM
MEDENİYETİNDEKİ YERİ
• İslâmiyeti kabulünden bu yana Türk milletinin ruhu İslâm’ın her zaman temel ilkeleri ile
şekillenmiştir.
• İslâm’ın ve onun verdiği enerji ve ilhamla, Türkler arasında çok değerli kültür ögeleri topluma yerleşmiştir
• Yüksek düzeyli çalışmalar yapılmış
• Çeşitli sahalarda ürünler ortaya konulmuştur.
İSLAM MEDENİYETİ VE TÜRKLER
• İslâmiyeti kabulünden bu yana,
A. Türkler arasında bilimin gelişmesi,
B. Toplumsal huzurun ve istikrarın sağlanması, C. kişiliğin gelişip olgunlaşması,
D. Muazzam sanat eserlerinin meydana getirilmesi İslâm medeniyetinin bilincinde olunması sayesinde gerçekleşmiştir.
KARAHANLILAR
840-1211 yılları arasında Mâverâünnehir ve Doğu
Türkistan'a egemen olan Karahanlılar, 940'a doğru İslâmı benimsediler. Arapça olarak İslâm Peygamberi Hazret-i
Muhammed'e vahiy edilmiş olan KURAN-I KERİM'İ okuyabilmek ve diğer Müslümanlarla medenî ilişkiler kurabilmek için süratle Arapça öğrenmeye başladılar.
Türkler İslâm uygarlığının oluşturmuş olduğu birikimi öğrendikten sonra, bilimin çeşitli alanlarında eserler
vermeye başladılar. Kaşgarlı Mahmud'un DİVÂNU
LUGÂTİ'T-TÜRK'ü, Yusuf Has Hâcib'in KUTADGU BİLİG'i ve Edib Ahmed Yüknekî'nin ATEBETÜ'L-HAKÂYIK'ı bu
dönemde Türkçe olarak yazıldı.
DİVÂNU LUGÂTİ'T-TÜRK, Araplara Türkçe öğretmek ve Türkçe'nin Arapça kadar zengin bir dil olduğunu
kanıtlamak maksadıyla yazılmıştı. Türklerin
yaşadıkları bölgelere, Türk tarihine, edebiyatına,
müziğine, gelenek ve
göreneklerine ilişkin önemli
KUTADGU BİLİG, her iki Dünya'da da mutluluğa kavuşmak için gidilmesi gereken yolu göstermek maksadıyla yazılmıştı. Yusuf Has Hâcib'e göre;
“Öteki Dünya'yı kazanmak için bu Dünya'dan el etek çekerek yalnızca ibadetle vakit geçirmek doğru değildir.”
“Çünkü böyle bir insanın ne kendisine ne de toplumuna bir yararı vardır.”
“Oysa başkalarına yararlı olmayanlar ölülere benzer.”
“Bir insanın erdemi, ancak başka insanlar arasındayken belli olur.”
“Asıl din yolu, kötüleri iyileştirmek, cefaya karşı vefa göstermek ve yanlışları bağışlamaktan geçer.”
“İnsanlara hizmet etmek suretiyle faydalı olmak, bir kimseyi, hem bu Dünya'da hem de öteki Dünya'da mutlu kılacaktır.”
Edib Ahmed Yüknekî'ye göre, bizi mutluluğa ulaştıran şey bilgidir. Öyleyse yalnızca bilgili insanlarla dost
olunmalı, bilgisiz insanlardansa uzak durulmalıdır.
“İnsan, bilgisi sayesinde öldükten sonra da yaşamaya devam eder.” Oysa bilgisiz insan, yaşarken ölmüş gibidir.
Ne tanınır ne de ismi bilinir. Bilgiden ancak bilgili insan anlar, tadını ancak o tadabilir. Bilgi, malı olmayanlar için bitmeyen bir hazine ve soyu olmayanlar için tükenmeyen
bir soydur.
Yaratan Tanrı bile, ancak bilgi ile bilinir. Bilgisizlikten hayır gören var mıdır? Öyleyse yaşarken bıkmadan ve
usanmadan bilgi peşinden koşmak gerekir.
GAZNELİLER
GAZNELİ MAHMUD 963-1186 yılları arasında
Horasan, Afganistan ve Kuzey Hindistan'da hüküm süren Gazneliler, Sebük Tegin'in oğlu Mahmud'un hükümdarlığı döneminde en parlak günlerini yaşadı.
Gazneli Mahmud, çeşitli uluslara mensup Müslüman sanatçı ve bilginleri devletinin başkenti olan Gazne şehrinde bir araya getirdi.
Bir yanda büyük Acem şâiri Firdevsî'nin ŞÂHNÂME'si (1010) diğer yanda Ortaçağ'ın en büyük bilginlerinden birisi olan Birûnî'nin matematik ve astronomi bilimlerine ilişkin çalışmaları, Türk yönetiminin sağlamış olduğu olanaklar içinde düşünüldü ve yazıldı.
SELÇUKLULAR
1038-1194 tarihleri arasında hüküm süren ve en güçlü oldukları dönemde Harezm, Horasan, İran, Irak ve Suriye'ye egemen olan Selçuklu Türkleri, bütün Müslümanları aynı bayrak altında toplamaya çalışmışlar ve bu yöndeki girişimleri ile sadece Ortaçağ İslâm tarihi üzerinde değil, Ortaçağ Hıristiyan tarihi üzerinde de çok etkili olmuşlardı.
Alp Arslan, Bizans imparatoru IV. Diogenes'in komutası altındaki Bizans ordusu'nu 1071 yılında Malazgirt'te bozguna uğratarak Anadolu topraklarını
Türklere açtı ve Selçuklu ailesinden Süleyman Şah, 1075'te Anadolu Selçuklu Devleti'ni kurdu.
Böylece Müslüman Türkler, ilk defa Hıristiyan orduları ve Hıristiyan medeniyeti ile yüz yüze gelmiş
oluyorlardı. Bundan sonraki Hıristiyan Müslüman çatışmaları, çoğu zaman Hıristiyan topluluklarla Türkler arasında cereyan edecek ve kısa bir müddet
içinde Türkler İslâm medeniyetinin koruyucuları konumuna yükseleceklerdi.
11. yüzyılın son çeyreğinde, İslâm Dünyası'nın yaklaşık dörtte üçü I. Melikşah'ın sarayından idare
ediliyordu.
BİLİMSEL KURUMLAR MEDRESELER
Yüksek eğitim ve öğretim kurumları olan medreseler, ilk defa Selçuklu sultanı Alp Arslan‘ın baş veziri Nizâmü‘l-Mülk tarafından kuruldu.
“Bir gün Sultan Alp Arslan, baş veziri Nizâmü‘l-Mülk ile Nîşâbûr'da dolaşırken, bir caminin kapısında üstleri başları perişan vaziyette bir takım gençler
görür ve orada ne aradıklarını sorar. Nizâmü‘l- Mülk de "Bunlar insanların en şereflileri olup, dünya zevkleri olmayan ilim taliplileridir." deyince,
Alp Arslan bunlar için bir yurt inşa edilmesini ve giderlerini karşılayacak kadar para verilmesini
emreder. “
Medreseler süratle yayılır ve sultanlar, vezirler, beyler ve hatunlar medrese inşa ettirmek için adeta birbirleriyle yarışır. Kısa bir süre içinde Bağdat başta olmak üzere tüm İslâm kentleri medreselerle donatılır.
4 yıllık eğitim ve öğretim veren Nizamiye medreseleri, vakıf kurumlarıydı yani varlığını zenginlerin
vakfettikleri taşınır ve taşınmazlardan elde edilen gelirlerle sürdürüyordu.
İçinde bulunan dersliklerinde, kütüphanelerinde, yatakhanelerinde ve yemekhanelerinde öğrencilerin her
türlü ihtiyacı karşılanmaktaydı.
Ayrıca Gazâlî gibi, dönemin en büyük hocalarının ve alimlerinin ders verdiği bu kurumlarda, ilmî araştırmaları teşvik maksadıyla 1000 akçeye varan
ödüller de verilmekteydi.
Bugünün üniversiteleri olan bu kurumlarda dinî ilimlere ağırlık verilmiş, aklî ilimler ise dinî ilimlerin
ihtiyacı oranında öğretilmişti.
Büyük Selçuklu Devleti'nin kurulduğu ilk günden beri sürekli olarak varlığını koruyan savaş koşulları,
doğal olarak eğitim ve öğretimin dinî bir temele oturtulmasını gerekli kılıyordu.
Aksi taktirde Batınîlerin ve Hıristiyanların İslâm medeniyetini yıkmaları kaçınılmazdı.
GÖZLEMEVLERİ
Bu dönemde ortaya çıkan gözlemevlerinin çoğu Türkler'in yönetimi altındaki şehirlerde kurulmuştur.
Dönemin ilk gözlemevi Selçuklu Sultanı Celâleddin Melikşâh (1052-1092) tarafından 1075 yılında Ömer
el-Hayyâm'a kurdurulmuş olan İSFAHAN GÖZLEMEVİ'ydi.
Ömer el-Hayyâm, burada yapmış olduğu gözlemlere dayanarak Güneş'in yıllık dolanımına dayanan yeni bir
takvim düzenlemişti. Bugün birçok ülke tarafından kullanılan GREGORYEN TAKVİMİ'nden çok daha
duyarlı olan bu takvim, CELÂLİ TAKVİMİ olarak isimlendirilmişti.
İlhanlı hükümdarı Hülâgu, Merâga'da, dönemin en büyük bilginlerinden biri olan Nasîrüddin el-
Tûsî'ye MERÂGA GÖZLEMEVİNİ kurdurmuştu.
Merâga Gözlemevi, İslâm gözlemevlerinin gelişiminde önemli bir adımı temsil ediyordu.
Çünkü, bu kurum gözlem aletlerinin zenginliği ve gözlemevinde çalışan bilim adamlarının sayısı
ve seçkinliği bakımından, daha önce kurulmuş olan gözlemevlerinden çok ilerideydi.
Gözlem aletleri arasında ekliptiğin ve diğer göksel dairelerin izafi konumlarını gösteren çemberli bir alet, gezegenlerin yüksekliklerini ölçmekte kullanılan duvar kadranı ve gündönümü
noktalarının belirlenmesini sağlayan bir çember de bulunuyordu.
Nasîrüddin el-Tûsî burada yapmış olduğu gözlemlerden derlemiş olduğu bulguları, EZ- ZÎCÜ'L-İLHÂNÎ (İLHAN'IN ZÎCİ) adlı yapıtta toplamıştır. Bu yapıt, uzun bir süre astronomların
elinden düşmemiş ve bir başvuru kitabı olarak kullanılmıştır.
Gazan Han tarafından Tebriz'de başka bir gözlemevi kurdurulmuştur ve astronomi eğitim ve öğretimi
açısından önemli olduğu bilinmektedir.
Uluğ Bey'in, hükümdarlığı sırasında, Semerkand'da kurduğu medrese ve gözlemevi de bilim tarihi açısından oldukça büyük önem taşır. SEMERKAND GÖZLEMEVİ, SEMERKAND MEDRESESİ'ne bağlı
bir araştırma kurumu olarak tasarlanmıştır.
Bu gözlemevi bir tepe üzerinde, 23 metre çapında, 30 metre yüksekliğinde silindir biçiminde bir yapı
olarak inşa edilmiştir.
Bu medrese ve gözlemevinde, Uluğ Bey'le birlikte, Gıyâsüddin Cemşid el-Kâşî, Kadızâde-i Rûmî ve Ali Kuşçu gibi devrin önemli bilim adamları çalışmışlar ve bu çalışmalarının sonuçlarını ZÎC-İ ULUĞ BEY (ULUĞ
BEY ZİCİ) adlı bir eserde toplanmışlardı.
Bu zic, 17. yüzyıla kadar yazılmış olan astronomi kataloglarının en mükemmelidir ve bu yüzyıla kadar
konumsal astronominin temel kitabı olarak kullanılmıştır.
17. yüzyılda Greenwich Gözlemevi'nin kurucusu olan Flamsteed, sabit yıldızlar katalogu hazırlarken Uluğ
Bey'in (1394 - 1449) bu katalogundan da yararlanmıştır.
HASTAHANELER
Büyük Selçuklular ile Anadolu Selçukluları dönemlerinde İslâm Dünyası'ndaki geleneksel tıp
anlayışının ve uygulamalarının sürdüğü anlaşılmaktadır.
Türkler, Anadolu'ya yerleştikten sonra, birçok şehirde muhtelif sağlık tesisleri kurmuşlardı.
Bugün bile kalıntılarına rastladığımız bu kurumların en eskilerinden birisi, Mardin'deki EMİNEDDİN DÂRÜ'Ş-ŞİFÂSI, yani Hastanesi'dir. 1108-1109
tarihleri arasında yapıldığı bilinen bu hastane günümüze kadar gelememiştir.
EMİNEDDİN
DÂRÜ'Ş-ŞİFÂSI
GEVHER NESİBE SULTAN DÂRÜ'Ş-ŞİFÂ
Yine bu dönemde yapılmış olan ve bugün de ayakta duran tedavi kurumlarından birisi de,
Kayseri'deki GEVHER NESİBE SULTAN DÂRÜ'Ş-ŞİFÂ'sı ve Medresesi'dir. Adından da
anlaşılacağı üzere, burası sadece bir tedavi kurumu olmayıp, aynı zamanda bir eğitim
kurumudur.
Selçuklular Dönemi'nde Anadolu'da Sivas, Tokat, Çankırı ve Amasya'da da tedavi ve eğitime yönelik hastanelerin kurulduğu görülmektedir.
İSLAM MEDENİYETİ VE
• Bilimde, felsefede, sanatta değerli yenilikler, İslâm medeniyeti içinde ve ışığında
filizlenmiştir.
• İslâm medeniyeti Türk milletine azim aşılamış, kamu bilinci oluşturmuştur.
İSLÂM MEDENİYETİNE DAHİL
OLMAKLA TÜRKLERİN ELDE ETTİĞİ BAZI KAZANIMLAR
• Şehirleşme ve yerleşik hayata geçişin artması ve hızlanması.
• Yerleşik hayat tarzının hızlanmasına paralel olarak İslâm medeniyeti çerçevesinde
kurumlar oluşması.
• İslâmiyeti kabulü ile birlikte yazılı kültüre geçişlerinin hızlanması.
• İslâm medeniyeti ile birlikte Türklerin yerleşim alanlarının Batıya doğru kalıcı bir şekilde
genişlemesi.
• Bu gelişme ile paralel olarak deniz hakimiyetine geçilmesi.
• Batıya gelişin kalıcı oluşu.
TÜRKLERİN İSLÂM
MEDENİYETİNE KATKILARI
• Türkler İslâmiyeti kabul etmelerinden itibaren İslâm medeniyetine siyasî,
a. askerî, b.sosyal,
c. ekonomik alanlarda, d. düşüncede,
e. çeşitli ilim dallarında, f. kurumlarda
g.sanat alanlarında değerli ve önemli katkılarda bulunmuşlardır.
• En büyük katkıları yönetim sahasında ve askerî alanda olmuştur.
• İslâm’ı yayma ve müdafaa hususunda ciddi faaliyetlerde
bulunmuşlardır. İslâm medeniyetinin târihî süreçte karşılaştığı üç büyük ciddi dış saldırı, yani Haçlı seferleri, Moğol istilası ve
Sömürgecilik/Emperyalizm karşısında en önemli direnişin Türkler tarafından gerçekleştirildiği görülmektedir.
TÜRKLERİN İSLÂM
MEDENİYETİNE KATKILARI
• İlimler, İslâmiyeti kabulünden sonra Türkler arasında rağbet görmüştür.
Örnekler: Abbâsîler dönemindeki ilmî gelişmeler esnasında Türk bölgelerinde kabul görmüş ya da aslen Türk sayılan birçok âlim bulunmaktadır.
Dinî ilimler alanında Buhârî, Müslim, Tirmizî, Mâtürîdî ...
Müspet ilimlerde Hârizmî, Fârâbî, İbn Sînâ gibi.
TÜRKLERİN İSLÂM
MEDENİYETİNE KATKILARI
• Türklerin yazılı kültür alanındaki eserleri ve en eski kitapları büyük çapta İslâm’ı kabul
etmelerinden sonra gerçekleşmiştir.
• Kurumların oluşmasına ve sürekliliğine vesile olan şehirleşme/yerleşik hayata geçiş de
öyledir.
• Selçuklularda Tuğrul Bey zamanından itibaren Anadolu dahil İslâm dünyasının her tarafı
camiler, medreseler, kütüphaneler, tıp okulları, hastaneler, rasathaneler, hanlar, hamamlar, imarethaneler, zaviyeler ve kervansaraylarla... doldurulmuştur.
• Düzenli ilk örgün eğitim kurumları
kurulmuştur. Medreseler Karahanlılarla başlamış, Selçuklularla gelişmiştir.
• Medreselerde dinî ilimlerin yanında filoloji,
matematik, astronomi, tıp ve felsefe gibi ilimler de okutulmuştur.
• Medreselerin dışında örgün eğitim-öğretim kurumları giderek her tarafta yaygınlaşmıştır.
• Batılıların “Bilgin Hükümdarlar Devleti” dedikleri
Timurlular devri, Türk medeniyet tarihinin rönesans dönemidir.
• Astronom, hafız ve şair Uluğ Bey, sanat, edebiyat
ve ilim adamı Hüseyin Baykara ve Bâbür fiah, bilgin
Timurlu sultanlarının önde gelenlerindendir.
İSLÂM MEDENİYETİ VE TÜRKLER
• Türk-İslâm tarihinde Fütüvvet, Ahilik, gibi
ekonomik ve sosyal kurumlar tesis edilmiştir.
• Ayrıca Türk-İslâm dünyasında çeşitli alanlarda vakıflar kurulmuş ve gelişmiştir.
• Bir medeniyet, insanlığın muhtaç olduğu kurumların varlığı ile hayatiyetini korur ve sürdürür.
• Sanat alanında da mimârî, çinicilik, ciltçilik, hat, tezhib gibi çeşitli dallarda ilerlemeler
kaydedilmiştir.
İSLÂM MEDENİYETİ VE TÜRKLER: SONUÇ
• Türk milletini diğer medeniyet mensuplarından farklı kılan ait oldukları İslâm medeniyetiyle olan ilişkileridir.
• Türklerin diğer medeniyetler karşısında hâlâ bir gücü varsa, o da İslâm’la olan bağı ve ondan tevarüs ettiği dinamikler/değerlerdir.
İSLÂM MEDENİYETİ VE TÜRKLER: SONUÇ
• Günümüzde de İslâm medeniyeti, tüm Türk dünyası için önem arzetmektedir.
• Bilimde, felsefede, sanatta, hayatın tüm alanlarında yeni açılımlar esasen mensup
olunan uygarlık içinde ve ışığında gelişmelidir.
• Aksi girişimler, kısır yeniliklerden başka bir şey doğurmaz.
• Bu bağlamda, temel sorunların çözümünde İslam medeniyetine ait kavramlar ve tarihsel derinlikten gelen tecrübe gözardı edilmemelidir.
• Ancak bu, diğer medeniyetlere kapalı olmak anlamına da gelmemelidir.
BUNLARI UNUTMA!
TÜRKLERİN İSLAM MEDENİYETİNE KATKILARI
Türkler, müslüman olduktan sonra bilim, sanat, edebiyat ve mimarlık alanlarında kendilerine has bir anlayış geliştirerek İslam medeniyetinin gelişmesine öncülük etmişlerdir.
-Türkler, dini ilimlerin yanında felsefe, astronomi ve tıp gibi alanlarda da çok önemli çalışmalar yapmışlardır.
Bununla İlgili Yazılan Eserler:
1-Kutadgu Bilig:Yusuf Has Hacip
2-Divanü Lugati Türk:Kaşgarlı Mahmut 3-Muhakemetül Lugateyn:Ali Şir Nevai 4-Atabetül Hakayık: E. Ahmet Yükneki -Türkler, İslam inancını sanat
eserlerinde somutlaştırdılar.
-İslam mimarisinin de (Cami,çeşme, han, saray, köprü) gelişmesinde
önemli katkı sağlamışlardır.
7-Uluğ Bey: Astronomi
8-Ali Kuşçu: Matematik, Astronomi.
9-Kınalızade Ali Çelebi: Din Bilimleri, Matematik, Astronomi
TÜRKLERİN BİLİME KATKILARI
-Türkler, medreseler aracılığı ile bilime önemli katkı sağlamıştır. Bunun nedeni ise İslam’ın bilime verdiği önem.
Bu Konuda Hizmet Veren Tarihdeki En Önemli Türk Bilginleri ve Eserleri:
1-Buhari: Sahih-i Buhari (Hadis) 2-Farabi: Erdemli Şehir (Felsefe) 3-İbni Sina:Şifa (Tıp)
4-Biruni: (Astronomi ve matematik) 5-Harezmi(Coğrafya, matematik,Tabiat) 6-Zemahşeri: Edebiyatçı, Kelam ve Kuran yorumcusu.