• Sonuç bulunamadı

PSİKİYATRİ POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN HASTALARDA SOSYODEMOGRAFİK ÖZELLİKLER VE YAŞAM OLAYLARININ TANI VE CİNSİYET GRUPLARI AÇISINDAN İNCELENMESİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "PSİKİYATRİ POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN HASTALARDA SOSYODEMOGRAFİK ÖZELLİKLER VE YAŞAM OLAYLARININ TANI VE CİNSİYET GRUPLARI AÇISINDAN İNCELENMESİ"

Copied!
137
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYAL ANTROPOLOJİ ANABİLİM DALI

PSİKİYATRİ POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN HASTALARDA SOSYODEMOGRAFİK ÖZELLİKLER VE YAŞAM

OLAYLARININ TANI VE CİNSİYET GRUPLARI AÇISINDAN İNCELENMESİ

DOKTORA TEZİ

DOÇ. DR. SİBEL ÖRSEL

Ankara-2008

(2)

T.C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYAL ANTROPOLOJİ ANABİLİM DALI

PSİKİYATRİ POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN HASTALARDA SOSYODEMOGRAFİK ÖZELLİKLER VE YAŞAM OLAYLARININ

TANI VE CİNSİYET GRUPLARI AÇISINDAN İNCELENMESİ

DOKTORA TEZİ

DOÇ. DR. SİBEL ÖRSEL

TEZ DANIŞMANI PROF. DR. ZAFER İLBARS

Ankara-2008

(3)

PSİKİYATRİ POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN HASTALARDA SOSYODEMOGRAFİK ÖZELLİKLER VE YAŞAM OLAYLARININ

TANI VE CİNSİYET GRUPLARI AÇISINDAN İNCELENMESİ

DOKTORA TEZİ

Doç. Dr. Sibel Örsel

Tez Danışmanı : Prof Dr Zafer İlbars

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

... ...

... ...

... ...

... ...

... ...

... ...

Tez Sınavı Tarihi ...

(4)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim.(……/……/200…)

Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı

………

İmzası

………

(5)

TEŞEKKÜR

Doktora, Yüksek lisans ve tez çalışmaları sırasında bizi “kültür”

kavramıyla tanıştıran PROF. DR. ZAFER İLBARS’a ve Sosyal Antropoloji Bölümü’ ne;

Psikiyatri eğitimim ve doktora çalışmalarım sırasında ilgi ve desteğini esirgemeyen, özellikle psikiyatriyle ilgili alanlarda doktora çalışmalarının önemini vurgulayan hocam Doç Dr. Haluk Özbay, PhD.’e;

Tez çalışmalarım sırasında yardımlarını esirgemeyen psikiyatri kliniği çalışanlarına;

Sabırla beni destekleyen sevgili eşim ve kızıma,

teşekkür ederim….

Doç. Dr. Sibel Örsel

(6)

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ... 10

BÖLÜM I: GİRİŞ ... 11

1.1 ARAŞTIRMANIN KONUSU ... 11

1.2 ARAŞTIRMANIN AMACI ... 14

1.3 VARSAYIMLAR ... 15

1.4. ARAŞTIRMANIN EVRENİ ... 17

1.4.1. SB Ankara Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi Hakkında Genel Bilgiler ... 17

1.5. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ ... 18

1.5.1. Çalışmaya alma ölçütleri: ... 19

1.5.2. Çalışmadan dışlama ölçütleri: ... 19

1.5.3. Veri Toplama Tekniği ... 21

1.5.3.1. Sosyo-demografik bilgi formu ... 21

1.5.3.2. SCID-I (DSM-III-R Eksen I bozuklukları için yapılandırılmış klinik görüşme) ... 23

1.5.3.3. Psikiyatrik Epidemiyoloji Araştırma Görüşmesi-Yaşam Olayları Ölçeği ... 23

1.5.3.4. Çok Boyutlu Sosyal Destek ve Algılama Ölçeği ... 24

1.5.3.5. Hamilton Depresyon Ölçeği ... 24

1.5.3.6. Hamilton Anksiyete Ölçeği ... 24

1.5.4. İstatistiksel Değerlendirme ... 25

1.5.5. Kapsam ve Sınırlılıklar ... 25

BÖLÜM II: KAVRAMSAL ÇERÇEVE ... 26

2.1. SOSYAL ANTROPOLOJIDE SAĞLIK ANTROPOLOJISIVE KÜLTÜREL PSIKIYATRI ... 26

2.1.1. Sağlık Antropolojisi ... 27

2.1.2. Sağlık Antropolojisi ve Psikoloji (Psikolojik Antropoloji) ... 28

2.1.3. Sağlık Antropolojisinde Rahatsızlık-Hastalık Kavramları ... 31

2.1.4. Psikolojik Sorunlardaki Kültürel Nedensellik ... 32

2.2. SOSYAL ANTROPOLOJIVE KÜLTÜREL PSIKIYATRI ... 33

2.3. RUHSAL HASTALIKLARVE KÜLTÜREL ÖZELLIKLERI ... 37

2.3.1. Depresyon ve Kültürel Özellikler ... 39

2.3.2. Anksiyete Bozuklukları ve Kültürel Özellikler ... 42

2.3.3. Somatoform Bozukluklar ve Kültürel Özellikler ... 43

2.3.4. Şizofreni ve Benzeri Durumlarda Kültürel Özellikler ... 45

2.4. PSIKIYATRIK BOZUKLUKLARIN ETIYOLOJISI İLE İLGILI KURAMLAR ... 48

2.4.1. Psikoanalitik Kuram ... 48

2.4.2. Davranışçı Kuram ... 51

2.4.3. Bilişsel Kuram ... 52

... 53

2.4.4. Varoluşçu Kuram ... 53

2.4.5. Kişilik Özellikleri ... 53

2.4.6. Çevresel Etkenler ... 54

2.4.7. Biyolojik Etkenler ... 54

2.4.8. Genetik ... 55

2.4.9. Davranışsal ve Sosyal Öğrenme Kuramları ... 56

2.4.10. Psikopatolojide Gelişimsel Hipotez ... 58

2.4.10.1 Kişilik ve Kimlik Gelişiminde Kültürlenme Süreçleri ... 58

2.4.10.2 Gelişimsel Hipotez ve Psikopatoloji ... 59

2.5. SOSYAL ANTROPOLOJIVE TOPLUMSAL CINSIYET ... 60

2.5.1. Cinsiyet ve Ruh Sağlığı ... 62

(7)

2.6 SAĞLIK ANTROPOLOJISIVE STRES ... 66

2.6.1. Stresin Kültürel Yönleri ... 66

2.6.2. Psikososyal Etkenler: Çevresel Stresin (Yaşam Olaylarının) Ruhsal Bozukluklardaki Rolü ... 67

2.6.2.1. Kronik stres, depresyon ve bağışıklık sistemi ... 68

2.6.2.2. Stres ve Diğer Psikiyatrik Bozukluklar ... 70

2.6.3. Psikososyal Stres Etkenleri: Şiddet ... 73

2.6.3.1. Ev içi şiddetin mental sağlık üzerindeki sonuçları ... 74

2.7. SAĞLIK ANTROPOLOJISI AÇISINDAN SOSYAL AĞVE SOSYAL DESTEK KAVRAMI . . 77

2.7.1 Sosyal Destek Kavramı ve Gelişimi ... 77

2.7.2 Algılanan Sosyal Destek ve Ölçümü ... 80

2.7.3. Sosyal Destekle Ruh Sağlığı Arasındaki İlişki ... 82

BÖLÜM III: ALANA İLİŞKİN BULGULAR ... 85

3.1. ARAŞTIRMA ALANINDA SAPTANAN SOSYODEMOGRAFIK ÖZELLIKLER ... 85

3.1.1. Medeni durum ... 85

3.1.2. Eğitim durumu ... 88

3.1.3. Meslek ... 89

3.1.4. Aile Tipi ... 91

3.1.5. Doğum yeri ... 93

3.1.6. Yerleşim yeri ... 93

3.1.7. Ailesinin yaşadığı yer ... 94

3.1.8. Anne-babanın eğitim ve meslek durumu ... 95

3.1.9. Göç ... 96

3.1.10. Ebeveyn ölümü ve /veya ayrılığı ... 97

3.1.11. Sosyoekonomik düzey ... 98

3.1.12. Ailedeki psikiyatrik hastalık öyküsü ... 98

3.1.13. Madde Kullanım Bozukları ... 100

3.1.14. Ailede Şiddet Varlığı ... 100

3.2. Yaşam Olayları ve Stres Faktörü ... 102

3.3. Sosyal Destek ... 110

3.3.1. Sosyal Destek Ve Diğer Değişkenlerle İlişkisi ... 113

BÖLÜM IV: SONUÇ VE DEĞERLENDİRME ... 114

4.1. SONUÇVE DEĞERLENDIRME ... 114

4.2. Öneriler ... 117

KAYNAKLAR ... 122

EKLER ... 130

(8)

TABLOLAR DİZİNİ

TABLO 1. DSM-IV PSİKİYATRİ TANI ÖLÇÜTLERİNE GÖRE DAĞILIM...21 TABLO 2. TANI GRUPLARINDA MEDENİ DURUMLARIN CİNSİYETE GÖRE KARŞILAŞTIRILMASI ...87 TABLO 3. TANI GRUPLARININ EĞİTİM DURUMU AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI...89 TABLO 4. TANI GRUPLARININ MESLEK DURUMU AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI...91 TABLO 9. TANI GRUPLARININ ÇOCUKKEN YAŞANAN AYRILIK VE GÖÇ AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI...97 TABLO 10. TANI GRUPLARININ AİLEDE PSİKİYATRİK HASTALIK VARLIĞI AÇISINDAN KARŞILAŞTIRILMASI...99 TABLO 11. YAŞAM OLAYLARI VE STRES FAKTÖRÜ...104 TABLO 12. PEAGÖ- YO, HAMİLTON ANKSİYETE ÖLÇEĞİ, HAMİLTON DEPREYON ÖLÇEĞİ, ÇOK BOYUTLU ALGILANAN SOSYAL DESTEK DÜZEYİ ÖLÇEĞİ VE ALT BOYUTLARININ KARŞILAŞTIRILMASI ...109 TABLO 13. PEAGÖ- YO, HAMİLTON ANKSİYETE ÖLÇEĞİ, HAMİLTON DEPREYON ÖLÇEĞİ, ÇOK BOYUTLU ALGILANAN SOSYAL DESTEK DÜZEYİ ÖLÇEĞİ VE ALT BOYUTLARININ KARŞILAŞTIRILMASI (T-TESTİ SONUÇLARI)...110 TABLO 14. PEAGÖ- YO ÖLÇEĞİNDE YER ALAN “HASTALIKLA İLGİSİNİN ÖZNEL DEĞERLENDİRİLMESİ” AÇISINDAN CİNSİYET GRUPLARININ KARŞILAŞTIRILMASI...111 TABLO 15. PEAGÖ- YO ÖLÇEĞİNDE YER ALAN “HASTALIKLA İLGİSİNİN ÖZNEL DEĞERLENDİRİLMESİ” AÇISINDAN TANI GRUPLARININ KARŞILAŞTIRILMASI...112 TABLO 16. PEAGÖ- YO, HAMİLTON ANKSİYETE ÖLÇEĞİ, HAMİLTON DEPREYON ÖLÇEĞİ, ÇOK BOYUTLU ALGILANAN SOSYAL DESTEK DÜZEYİ ÖLÇEĞİ VE ALT BOYUTLARININ KARŞILAŞTIRILMASI (BAĞINTI ANALİZİ)...113

(9)

KISALTMALAR

Duygudurum bozukluğu DDB

Bipolar Duygudurum Bozukluğu BPD Yaygın Anksiyete Bozukluğu YAB

Panik Bozukluk PB

Sosyal Fobi SF

Travma Sonrası Stres Bozukluğu TSSB Obsesif Kompulsif Bozukluk OKB Pre-menstrüel disforik bozukluk PMDB

Psikiyatrik bozukluklar için için yapılandırılmış klinik görüşme SCID Psikiyatrik bozuklukların tanı ölçütlerinin yer aldığı sınıflandırma sistemi (Diagnostic and statistical manual of mental disorders) DSM Yaşam Olayları Ölçeği (Psikiyatrik Epidemiyoloji Araştırma Görüşmesi-

Yaşam Olayları Ölçeği) PEAGÖ-YO

(10)

ÖNSÖZ

Ruhsal bozuklukların etyolojisi kesin olarak bilinmemekle birlikte bu konuda birçok varsayım ve kuram öne sürülmüş, alanda yapılan birçok araştırmayla desteklenmiştir. Günümüzdeki tanımlama şekline göre anksiyete ve duygudurum bozuklukları heterojen bir hasta grubunu etkilemektedir.

Bu nedenle klinikte birbirinden farklı tablolar, ortaya çıkaran ya da sürdüren farklı etkenler gözlenmektedir. Risk etkenleri konusunda yapılan çalışmalarda da ortak bulgular saptanmakla birlikte farklılıklar göze çarpmaktadır. Bu durum tedavi yaklaşımlarına olduğu kadar etyolojiyle ilgili varsayımlara da yansımakta, farklı görüşler yer almaktadır. Birçok toplum ve kültürde yaygınlık oranlarının benzer olması ama cinsiyetle ilgili farklılığın korunması beni araştırma yapmaya yönlendiren bulgulardan biri olmuştur.

Tez çalışmasında, Ankara’da daha çok hızlı kentleşmenin yaşandığı ve göç alan semtlerinden gelen hastaların başvurduğu hastanemiz psikiyatri polikliniğine başvuran hastaların özellikle cinsiyet ve diğer kültürel etkenlerin katkısı açısından değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

Doç Dr Sibel Örsel

(11)

BÖLÜM I: GİRİŞ

1.1 ARAŞTIRMANIN KONUSU

Psikiyatri alanında yapılan epidemiyolojik çalışmalarda, depresyon ve anksiyete bozuklukları başta olmak üzere bazı psikiyatrik bozuklukların kadınlarda daha sık gözlendiği saptanmıştır. Madde kullanım bozuklukları gibi rahatsızlıklar ise erkeklerde sıklıkla gözlenirken, şizofreni her iki cinsiyet grubunda benzer oranlarda saptanmaktadır. Bunun yanı sıra tedaviye başvurmaları, tedavinin düzenli uygulanması, kişinin evlilik, iş gibi sosyal yaşamının etkilenmesi ve çevre desteği de cinsiyete göre farklılıklar gösterebilmektedir.

Kadınlarda erkeklere göre daha yüksek oranda görülen bu bozukluklar, her ırk ya da kültür için yaklaşık olarak aynı oranda görülmektedir. Örneğin, depresyon için tüm toplumlarda kadın/erkek oranı yaklaşık olarak ikidir. Irk, kültür ve çevre gibi koşulların değişmesine karşın kadın/erkek oranının değişmemesi, bu bulgunun salt kültüre bağlanamayacağını, başka etkenlerin de rolünün olduğunu düşündürmektedir. Bu etkenler arasında kişiye ait olan kişilik özellikleri, bilişsel yapı, öğrenme ile ilgili olan değişkenler ve sosyo- ekonomik düzey, ailede benzer ruhsal bozuklukların olması gibi genetik özellikler, hormonal değişiklikler başta olmak üzere biyolojik değişkenler sayılabilir. Görüldüğü gibi psikiyatride ruhsal bozukluklarla ilgili etiyolojik ve

(12)

epidemiyolojik çalışmalarda ele alınan çok çeşitli değişken vardır. Bu değişkenlerden biri de cinsiyettir.

Çalışmalarda araştırılan etkenlerin bir bölümü nedensel etken, bir bölümü var olan patolojiyi ortaya çıkaran ya da risk etkeni olarak nitelendirilmektedir. Ancak bunların sınırlarını birbirinden ayırmak mümkün değildir. Örneğin, yaşam olayları ve çevresel stres, olaylarla başa çıkma yöntemi (ör. öğrenilmiş çaresizlik), hastalık öncesi kişilik gibi bireye ait özellikler depresif ve anksiyete bozukluklarında risk etkenleri olabildiği gibi olası etiyolojik etkenler arasında da yer almaktadır. Ruhsal-toplumsal etkenler başlığında yer alan bu etkenler aile yaşamı ve ilişkileri, toplumsallaşma, cinsiyet rolleri ve kültürel özelliklerle ilgilidir.

Cinsiyet ruhsal bozuklar için risk etkenleri arasında kabul edilir.

Psikiyatrik bozukluklardaki cinsiyet oran farklılıklarının çocuk yetiştirme biçimleri, toplumsal beklentiler, baskı veya şiddet varlığı, ilişkiler, kişilik özellikleri, öğrenme ile yakından ilgili olduğu varsayımlar arasındadır.

Fizyolojik ve hormonal özellikler dikkate alındığında kadınlara özgü bazı bozukluklar için belirleyici olabilmektedir. Örneğin, premenstruel disforik bozukluk (adet görme süresinde olan ruhsal değişiklikler), doğum sonrası olan ruhsal bozukluklar, gebelik veya doğum sonu hüznü, menopoz sonrası olan disfori gibi durumlar kadınlara özgüdür.

Son yıllarda sağlık, sosyal psikoloji, klinik psikoloji, psikiyatri gibi birçok alanda yapılan çalışmalarda sosyal destek ve psikopatoloji arasındaki ilişkiler epidemiyolojik araştırmalarla ortaya konmuş, sosyal destek ile sağlık arasında olumlu ilişki olduğu bildirilmiştir. Günümüze kadar sosyal destek ile

(13)

sağlık arasındaki ilişkiyi, hem tampon hem de doğrudan etki modeline göre açıklayan iki temel görüş olduğu görülmektedir. Bunlardan birincisinde, sosyal destek ile sağlık arasında doğrudan ya da temel bir ilişkinin olduğu; ikincisinde ise, sosyal desteğin en önemli işlevinin stres verici yaşam olaylarının yarattığı olumsuz psikolojik etkileri azaltarak ya da dengeleyerek tampon görevi gördüğü savunulmaktadır.

Sosyal antropoloji açısından baktığımızda, kişinin kültürel değerlerinin strese karşı koruyucu olduğu kadar stresi ortaya çıkarabildiğini görüyoruz. Her toplumda kişi belirlenen, kabul gören amaçlara ulaşmaya çalışır, prestij olarak sunulan değerleri elde etmeye çabalar, kabul gören davranışları gösterir. Bir başka deyişle başarı-başarısızlık, itibar görme-utanma, iyi-kötü davranış kültürlere göre değişir. Hahn ve Kleinmen’ın belirtiği gibi “inanç iyileştirir de öldürür de..”. Bunun örnekleri olarak vudu ölümleri ve plasebo etki verilmektedir (Helman, 1984; Becker ve Kleinman, 2000; İlbars 1994).

Sağlık antropolojisi ve psikiyatrinin kesişim noktasında bulunan stres, strese verilen yanıtı belirleyen etkenler bu çalışmanın ana konusunu oluşturmaktadır. Stres ve yaşam olayları bazı çalışmalarda cinsiyet, çoğunda ise cinsiyetten bağımsız bir risk etkeni olarak karşımıza çıkmaktadır. Stres modelinde verilen patolojik yanıtı belirleyen etkenler olarak bireyin kişilik özellikleri, fiziksel özellikleri, çevre desteği ve kültürel özgeçmişin belirleyici olduğu vurgulanmaktadır. Çalışmamızda bu değişkenlerle psikopatoloji arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır.

(14)

1.2 ARAŞTIRMANIN AMACI

Bu çalışmada rahatsızlıkları nedeniyle psikiyatri polikliniğine başvuran hastalarda, sosyodemografik özellikler, aile, arkadaş ve bunların dışındaki bir kişiden (özel bir insandan) algıladıkları çok yönlü sosyal destek düzeyleri, yaşam olayları ve bu olaylarla ilgili algıladıkları stres düzeyi ve rahatsızlıklarıyla ilgili yorumlarının saptanması; anksiyete ve depresyon belirti şiddetleri, cinsiyet gruplarının bu değişkenler açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır.

Psikopatolojinin ortaya çıkmasında ve sürmesinde stres verici yaşam olaylarının ve algılanan sosyal destek varlığının rolünün araştırılması amaçlanmaktadır. Bu genel amaca bağlı olarak araştırmanın ayrıntılı amaçları aşağıda yer almaktadır:

18- 70 yaş arasındaki psikiyatrik yardım alan hastaların;

a) Demografik özellikler açısından karşılaştırılması,

b) Psikiyatri uzmanı tarafından tespit edilen psikiyatrik bozuklukların cinsiyete göre dağılımı

d) Tedavi değişkenleri açısından cinsiyet gruplarının karşılaştırılması

e) Yakınmalarının başladığı sırada bir yaşam olayının olması, etkilenme düzeyleri ve hastalıkla ilgisinin öznel değerlendirilmesi

f) Sosyal destek varlığı açısından tanı ve cinsiyet gruplarının karşılaştırılması

(15)

1.3 VARSAYIMLAR

Ruhsal bozuklukların nedensel zemini bilinmemektedir. DSM-IV de dahil kliniğe dayanan mevcut tanısal sistemler tarafından tanımlanan hasta grubunun heterojenitesi biyolojik veya psikososyal bir nedeni ortaya çıkarma girişimini etkilemektedir (Farabaugh, 2004).

Etyolojik etkenler biyolojik, genetik ve psikososyal etkenler şeklinde yapay olarak üçe ayrılabilir. Bu üç alanın kendi aralarındaki etkileşimi nedeniyle bu ayrım yapaydır. Örneğin, psikososyal etkenler ve genetik etkenler biyolojik etkenleri etkilemektedir; belli bir biyolojik yapı bir ırkta ya da bölgede ortaya çıkabilir veya biyolojik ve genetik etkenler bir kimsenin psikososyal etkenlere yanıtını etkileyebilir (Ünal, 2000).

Ruhsal bozuklukların etyolojisiyle ilgili kuramların başında psikopatalojik kuramlar yer almaktadır. Kısaca göz atarsak, depresyonu anlama girişimlerinde Sigmund Freud, nesne kaybı ve melankoli arasında bir ilişki olduğunu, kaybedilen nesneyle özdeşim nedeniyle depresyondaki hastanın öfkesinin içe yönlendirildiğini ileri sürdü. Davranışçı kuram ise depresyonu

“öğrenilmiş çaresizlik” modeliyle açıklar. Bu görüşe göre depresyon çocukluktan beri karşılaşılan acılı uyaranlardan kaçmayı, kurtulmayı bilememe ve çaresiz kalma sonucu ortaya çıkan depresif duygudurumun bir sonucudur.

Bilişsel kurama göre ruhsal hastalıkların temelinde düşüncenin yanlış yönlendirilmesi vardır. Düşüncenin çarpıtılması ve yanlış düşünce şemaları ile bozuk davranışlar ve duygudurumla ilgili hastalıklar ortaya çıkmaktadır.

Nedensel etkenler yanında ortaya çıkarıcı özelliklerden kişilik özellikleri olarak anksiyete bozukluklarında, sosyal anksiyete, eleştirilmeye aşırı duyarlılık,

(16)

bağımlılık, histeri, enerji yitimi, duygusal olgunlaşamama, utangaçlık, suçlululuk, çekingenlik, gerginlik, uyarılabilirlik ve içe dönüklük sayılmaktadır. Depresyonda ise içe dönüklük, kendine güvensizlik, girişken olamama, sosyal beceride yetersizlik, bağımlılık ve kötümserlik bildirilmiştir (Öztürk, 2002; Sadock, 2005: 1559 vd).

Biyolojik nedensel etkenlere bakıldığında, nöroendokrin eksenler olan adrenal, tiroid ve büyüme hormonu eksenleriyle ilgili olanlar duygudurum bozukluklarında özellikle yer almaktadır (Southwick, 2005 ).

Depresyon ve anksiyete bozukluklarında yaşam olaylarının etkisini araştıran çalışmalarda anksiyetede daha çok gelecekle ilgili tehdit ve tehlike;

depresyonda ise kayıpla ilgili yaşam olaylarının olduğunu bildirmiştir.

Bozukluk öncesi sıklıkla görülen yaşam olaylarının “eş ölümü” ve “kayıp ve tehdit” unsurlarını bir arada bulunduranlar olduğu saptanmıştır. Bazı anksiyete bozukluğu türleri ve depresyonun, aynı genetik yatkınlığa sahip bireylerde çevresel etkenlerin katkısı ile farklı dışavurumlarla ortaya çıktığı öne sürülmektedir (Öncü, 1999; Helman 1984; Kirmayer 2006).

Etnografik araştırmalar ve olgu betimlemeleri, psikiyatrik bozukluklarda cinsiyet boyutunda ortaya çıkan epidemiyolojik kümelenişin toplumsal bağlamına ışık tutmuştur. Kümelenmelerin aldığı başlıca biçimler travma sonrası stres bozukluğu, çözülme (dissosiyatif) bozuklukları, depresyon, sosyopati ve iç çatışmalar, ev içi şiddet, kent ortamındaki şiddet, madde istismarı ve ailenin bozulması gibi toplumsal sorunlarla büyük ölçüde bağlantılı olan ruhsal sorunlardır (Good, 2002: 286-304.).

(17)

Kadınlarla ilgili olarak ekonomik zorluklar, çocuk ölümü, yoksulluk ve psikolojik sıkıntı arasındaki bağlantılar da birçok antropolojik incelemeyle belgelenmiş bulunmaktadır ve yakın zamanda Brezilya, Meksika ve Pakistan’da gerçekleştirilen çalışmalar da bunun örnekleridir (Sayar, 2002).

1.4. ARAŞTIRMANIN EVRENİ

Çalışmaya Ankara Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi Etlik Psikiyatri Polikliniğine 01.06.2006 ile 01.07.2007 tarihleri arasında ardışık olarak başvuran, başvuru sırasında dışlama ölçütlerini karşılayan ve çalışmaya katılmayı, testlerin yanıtlanması için zaman ayırmayı kabul eden yaşları 18- 70 arasında değişen, 68 erkek ve 115 kadın olmak üzere toplam 183 hasta alınmıştır.

1.4.1. SB Ankara Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi Hakkında Genel Bilgiler

SB Ankara Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi, 1964 yılında Ankara İşçi Sigortalar Hastanesi olarak çalışmaya başlamıştır. Psikiyatri Bölümü 1970 yılında kurulmuş, 1972 yılında 30 yatak kapasiteli olan servisi çalışmaya başlamıştır. Bugün hastanede toplam 961 yatak kapasitesi olan 32 bölüm bulunmaktadır. 1997 yılından beri Etlik bölgesindeki poliklinik binasında ayaktan başvuru ve tedavi, Dışkapı’daki binasında yataklı tedavi yapılmaktadır. Eğitim ve araştırma hastanesi olması nedeniyle asistan eğitimi

(18)

verilmektedir. Ankara’dan ve taşradan gelen hastalar başvurmaktadır. Sosyal Sigortalar Kurumu -çoğunlukta olmak üzere-, Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve yeşil kart kapsamında olan kişiler ve birinci derece yakınları ya da ücretli olarak isteyenler başvurabilmektedir.

Psikiyatri Kliniği her iki binada hizmet vermektedir. Yataklı bölüm (40 yatak), 14-24 yaş arası gençlerin başvurduğu gençlik bölümü, psikoloji değerlendirme ünitesi ve toplam 6 poliklinikten oluşmaktadır. On iki psikiyatri uzmanı, dört psikolog, psikiyatri eğitimi alan yirmi iki asistan doktor, altı hemşire, altı sağlık görevlisi çalışmaktadır. Bunların dışında aile hekimleri, diğer bölümlerden rotasyona gelen doktorlar, altıncı sınıf öğrencileri (intern), sosyal hizmet uzmanı ve psikoloji bölümü öğrencileri staja gelmektedir.

Polikliniklerde uzman doktorlar, psikiyatri ve aile hekimliği asistanları, intern, sekreter ve sağlık görevlisi çalışmaktadır. Etlik polikliniğine ve gençlik bölümlerine başvuran hastalar (test uygulanması için uygun yer olması nedeniyle) çalışmaya alınmıştır.

1.5. ARAŞTIRMANIN YÖNTEMİ

Çalışmaya Ankara Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi Etlik Psikiyatri Polikliniğine 01.06.2006 ile 01.07.2007 tarihleri arasında ardışık olarak başvuran, 12417 hastadan, başvuru sırasında dışlama ölçütlerini karşılayan ve çalışmaya katılmayı, testlerin yanıtlanması için zaman ayırmayı kabul eden yaşları 18- 70 arasında değişen, 68 erkek ve 115 kadın olmak üzere toplam 183 hasta alınmıştır.

(19)

Değerlendirmede tanı ve ek tanılar belirlenmiş, çalışmaya alınan hastalarla, anket aracılığıyla kaydedilen sosyo-demografik veriler üzerinde görüşülmüştür. Hasta grubu oluşturulurken aşağıda listelenen çalışmaya alma ve dışlama ölçütlerine göre değerlendirilmiştir.

1.5.1. Çalışmaya alma ölçütleri:

• DSM IV tanısı olan hastalar

• 18- 70 yaş arası olanlar

• Kendisi ve en az bir yakınından bilgilendirilmiş olur alınanlar

• Çalışmada yer alan anket ve ölçekleri yanıtlamak ve psikiyatrik değerlendirme sonrası yapılacak görüşme için zaman ayırmayı kabul etme

1.5.2. Çalışmadan dışlama ölçütleri:

Mental Retardasyonu olanlar

Okuma – yazması olmayanlar

18 yaşından küçük ve 70 yaşından büyük olanlar

Genel tıbbi duruma bağlı psikiyatrik bozukluğu bulunanlar çalışmaya alınmamıştır.

(20)

Polikliniklere başvuranlar çalışmaya alınma ölçütlerini karşılayıp karşılamadığının anlaşılabilmesi için öncelikle poliklinik psikiyatr uzmanı tarafından değerlendirilmiştir. Hastadan ve en az bir yakınından bilgilendirilmiş olur alınmıştır. Hastaların ilk başvurularında klinik durumlarını değerlendirmek için DSM IV’ e göre yapılandırılmış olan SCID-I Ölçeği kullanılmıştır. Depresyon ve anksiyete belirti şiddeti için Hamilton Depresyon ve Anksiyete Ölçekleri verilmiştir. Hastalara çalışmaya alındıktan sonra özgeçmiş, soygeçmiş bilgileri ve sosyodemografik özelliklerini içeren bilgi formları doldurulmuştur. Bilgi formunda yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim durumu, meslek, yerleşim yeri ve yapılan değişikler, ailede ruhsal hastalık öyküsü, gelir düzeyi, sigara ve alkol kullanımı, fiziksel hastalıklar, ailede şiddet varlığı gibi konular yer almaktadır. Bilgi formundan sonra stresli yaşam olaylarının ve kişinin bu olayla ilgili öznel değerlendirmesinin yer aldığı Yaşam Olayları Ölçeği (Psikiyatrik Epidemiyoloji Araştırma Görüşmesi- Yaşam Olayları Ölçeği) ve sosyal destek değerlendirmesi için de Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği uygulanarak görüşme yapılmıştır.

Araştırma örnekleminin tanı dağılımı aşağıda verilmiştir:

(21)

Tablo 1. DSM-IV Psikiyatri tanı ölçütlerine göre dağılım.

Tanılar Cinsiyet (n / %) Toplam

Erkek Kadın

Major depresyon 15

%8,2

28

%15,3

43

%23,5 Bipolar Duygudurum Bozukluğu 6

%3.3 4

%2,2 10

%5,5

Şizofreni 13

%7.1 18

%9,8 31

%7.1 Madde kullanım bozuklukları 5

%2,7 0

%0,0

5

%2,7

Anksiyete bozukluk. 28

%15,3

57

%31,1

85

%46,4

Diğer 1

%,5

8

%4,4 9 %4,9

Toplam 68

%37,2

115

%62,8

183

%100,0

1.5.3. Veri Toplama Tekniği

1.5.3.1. Sosyo-demografik bilgi formu

Bu formda, çalışmaya katılanların sosyo-demografik özellikleri, ailesel özellikleri, kişinin özgeçmişiyle ve hastalıkla ilgili konularda sorular yer almaktadır.

Hastayla görüşme sırasında üzerinde durulan konular:

1. Ailenin sosyal, kültürel, ekonomik durumu 2. Anne-babanın şimdiki durumu

3. Anne-babanın sağlıkları, geçirilen hastalıklar, sürekli ilaç kullanımı olup olmadığı, sağlık hizmetlerine hangi sıklıkla başvurdukları

4. Ailede ruhsal hastalık öyküsü 5. Ailede ve hastada sabıka varlığı

(22)

6. Yerleşim yeri,

a) Ankara’da yaşama süreleri,

7) Kendilerini ve/veya ailelerinin aylık geliri, 8) Anne- babalarının sağ olup olmaması,

9) 0- 6 yaş arasında temel bakım verenin kim olduğu 10) Anne-babalarının birlikte yaşayıp yaşamaması, 11) Ailelerinin kimlerden oluştuğu (aile yapısı),

12) Kardeşe sahip olup olmaması ve sahip olduğu kardeş sayısı, 13) Kardeşler arasındaki doğum sırası,

14) Anne-babalarının eğitim durumu, 15) Anne-babalarının çalışıp çalışmaması,

16) Anne-babalarının alkol kullanıp kullanmaması, 17) Ailelerinde sert tartışma ve kavga varlığı, 18) Eğitim durumları

19) Okulda sınıfta kalmaları,

20). Hastanın doğum ve gelişim öyküsü

21). Hastanın yaşamında göç varlığı, varsa ne zaman olduğu

22). Çocukluk sırasında yaşadığı önemli olaylar- ebeveyn ayrılığı, travma, fiziksel şiddet varlığı- Türkçeye uyarlaması Prof. Dr. Vedat Şar tarafından yapılan “Çocukluk Çağı Travmaları Soru Listesi” aracılığıyla değerlendirme yapılmıştır (Bernstein, 1994).

23). Hastanın eğitimi 24). İş yaşamı

(23)

25). Hastanın geçirdiği kazalar, alışkanlıkları (sigara, alkol gibi madde kullanımı)

26). Hastanın ilaç kullanma öyküsü, geçirdiği hastalıklar 27). Tıbbi değerlendirme

28). Psikiyatrik değerlendirme

1.5.3.2. SCID-I (DSM-III-R Eksen I bozuklukları için yapılandırılmış klinik görüşme)

SCID-I, Spitzer ve arkadaşları tarafından, DSM IV Eksen I tanıları için geliştirilen yapılandırılmış bir klinik görüşme ölçeğidir. Yapılandırılmış görüşme, tanısal değerlendirmenin standart bir biçimde uygulanmasını sağlayarak tanının güvenilirliğinin ve DSM-IV tanı ölçütlerinin taranmasına olanak sağlar. SCID-I’in Türkiye için uyarlama ve güvenirlik çalışmaları Çorapçıoğlu ve arkadaşları (1999) tarafından yapılmıştır.

1.5.3.3. Psikiyatrik Epidemiyoloji Araştırma Görüşmesi-Yaşam Olayları Ölçeği

Stresli yaşam olaylarının (evlilik, iş, ekonomik durumlardaki değişiklikler veya çeşitli kişilerin ölümü gibi) kapsamlı değerlendirilmesi için geliştirilen bir ölçektir. Ölçekte günlük hayatta meydana gelen bilindik olayların bir listesi bulunmaktadır. Son altı ay içerisinde yaşadıkları olayların ne kadar sıkıntı verici olduğunu 1’den 7’ye kadar puanlayarak işaretlemeleri istenmektedir. Bazı olaylar çok sıkıntı vermeyebilir (1 veya 2 ile puanlama), bazıları orta derecede sıkıntı verebilir (3 ile 5 arasında olabilir), bazıları ise

(24)

aşırı sıkıntı veren olaylar olabilir (6 veya 7 puan) şeklinde bir dereceleme sunulmaktadır. Ölçeğin sonunda ek iki soruyla genel bir değerlendirme yapması (1-7 arası puan) ve hastalığıyla ilgili olup olmadığını belirtmesi istenmektedir (Dohrenwend, 1978).

1.5.3.4. Çok Boyutlu Sosyal Destek ve Algılama Ölçeği

Çok Boyutlu Sosyal Destek Algılama ölçeği 12 maddeden oluşmaktadır. Her biri dört maddeden oluşan desteğin kaynağına ilişkin üç grubu içerir. Bunlar aile, arkadaş ve özel bir insandır. Her madde 7- aralıklı bir ölçek kullanılarak derecelendirilmiştir. Bu çalışmada her alt ölçekteki dört maddenin puanlarının toplanmasıyla altölçek puanları, bunların toplanmasıyla ölçek puanı elde edilmiştir. Elde edilen puanın yüksek olması algılanan sosyal desteğin yüksek olduğunu ifade etmektedir (Eker, 2001).

1.5.3.5. Hamilton Depresyon Ölçeği

Hamilton tarafından 1960 yılında geliştirilen bu ölçeğin 1996 yılında Akdemir ve ark. tarafından Türkçeye uyarlaması, geçerlik ve güvenirlik çalışması yapılmıştır. 17 madde vardır. Ölçekte değerlendirilen her bir belirti için 0 (yok) ile 4 (çok şiddetli) arasında puan verilir (Akdemir ve ark, 2001).

1.5.3.6. Hamilton Anksiyete Ölçeği

Hamilton tarafından 1959 yılında geliştirilen bu ölçeğin 1998 yılında Yazıcı ve arkadaşları tarafından Türkçeye uyarlaması, geçerlik ve güvenirlik

(25)

çalışması yapılmıştır. Ölçekte değerlendirilen her bir belirti için 0 (yok) ile 4 (çok şiddetli) arasında puan verilir (Yazıcıoğlu ve ark, 1998).

1.5.4. İstatistiksel Değerlendirme

Elde edilen tüm veriler sayısal şekilde kodlanıp SPSS 13.0 (Statistical Program for Social Sciences release 13.0 standard version) programı ile değerlendirildi. Veriler değerlendirilirken gruplar arası sosyodemografik özelliklerin değerlendirilmesinde sayısal verilerde bağımsız gruplar arası student t-testi, kategorik değerler için ki-kare testi; ikiden fazla grupların karşılaştırılmasında tek yönlü ANOVA testi ve bağıntı analizleri uygulandı.

Anlamlılık düzeyi 0,05 olarak alındı.

1.5.5. Kapsam ve Sınırlılıklar

Çalışmaya Ankara Yıldırım Beyazıt Eğitim Araştırma Hastanesi Etlik Psikiyatri Polikliniğine 01.06.2006 ile 01.07.2007 tarihleri arasında ardışık olarak başvuran çalışmaya alınma ölçütlerini karşılayan yaşları 18-70 arasında değişen toplam 183 hasta alınmıştır.

Kavramsal çerçevede yer alan ruhsal bozuklukların ortaya çıkmasıyla ilgili genetik ve biyolojik alandaki kuramlar zaman ve maddi olanaklar nedeniyle ele alınmayacaktır.

(26)

BÖLÜM II: KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2.1. Sosyal Antropolojide Sağlık Antropolojisi ve Kültürel Psikiyatri

Latince kelime anlamıyla “insan bilim” olarak verilebilecek olan antropoloji bilimi, insanla ilgili olan tüm alanların araştırılmasını ve bütüncül bir bakış açısını içermektedir (Helman, 1984: 7-23). Sosyal antropolojide merkezde insan yaşamının sosyal boyutları yer alır. İnsan sosyal bir varlıktır, düzeni ve devamını sağlayan gruplar şeklinde organize olur. Grubun bir üyesi olarak deneyimlediği yaşantılarla kendisini ve dünyayı algılar. Bu bakış açısıyla kültür, insanın sosyal, politik ve ekonomik organizasyonunu sağlama yolu olarak değerlendirilebilir. Kültürel antropolojide ise kültürü oluşturan semboller, düşünceler ve anlamlar üzerinde odaklanılır; sosyal organizasyon bunların ifade edilme biçimidir. Helman bu iki farklı bakış açısının birbirini tamamladığını, birinde sosyal organizasyonun nasıl olduğu ve diğerinde insanın yaşadığı yerin bakış açısıyla dünyayı algılaması konusunda bilgi verdiğini belirtmektedir. Sonuç olarak insan gruplarıyla çalışılırken hem topluluğa hem de kültürel özelliklere bakılmalıdır (Bughra ve Bui, 2007).

İnsanla ilgili her şey olarak tanımlanabilecek olan kültürü kişi, enkültürasyon süreci sonunda (insanın yaşadığı toplumun kültürel değerlerini edinme süreci) edinir. Toplumlarda birden fazla kültür olduğu, sosyal sınıflar,

(27)

toplumda birden fazla kültürel süreç olduğu vurgulanmaktadır. Antropolojinin ilk yıllarında küçük ölçekli topluluklar çoğunlukla inceleme alanındayken bugün bir hastane, okul ya da bir topluluk araştırma konusu olabilmektedir.

Yöntem olarak “katılımcı gözlemci” kadar sosyoloji ve psikolojinin görüşme ve ölçme yöntemleri de kullanılabilmektedir (Haviland ve ark, 2008: 51-98).

Antropolojide fiziksel antropoloji, arkeoloji, linguistik ve kültürel antropoloji olarak dört ana dal yer almaktadır. Sağlık antropolojisi ve psikolojik antropoloji ise sosyal antropolojinin önemli çalışma alanlarındandır.

Sağlık antropolojisinde insan davranışının sosyokültürel boyutları kadar biyolojik sistemlerin etkisi de dikkate alınmakta ve biyokültürel bir sistem incelenmektedir. Sağlık ve hastalık davranışları ve inançlarındaki etkileri odak noktasıdır (Kottak, 2002: 3-22).

2.1.1. Sağlık Antropolojisi

Sağlık antropolojisi farklı kültürlerde ve sosyal gruplardaki hastalık- sağlık ilişkisi, tedavi biçimleri ve hastalık nedenlerine yapılan atıflar, tedavi biçimleri ve tedavi edicinin (healer) toplumdaki yeri üzerine yapılan çalışmaları kapsamaktadır. Sağlık antropolojisi hastalıkların sosyokültürel bağlamına ve anlamlarına odaklanır. Sağlık ve hastalık kavramları kültürler arasında farklılık göstermektedir. Toplumlar ve etnik gruplar arasında hastalıkların sıklığı, belirtiler ve ifade edilme biçimleri arasında farklılıklar vardır. Benzer farklılıklar sağlık sistemleri ve sağaltım biçimleri arasında da gözlenmektedir. Sosyal antropolojinin bu alanı biyolojik ve kültürel yönleriyle

(28)

birlikte kuramsal ve uygulamalı bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin doğum kontrol yöntemleri, doğum öncesi ve sonrası anne ve bebeğin izlenmesi, beslenme yöntemleri gibi alanlarda olan uygulamaların yerel kültüre uyması konusunda kamusal sağlık programlarında kültürel yorumcular olarak çalışmaktadırlar (Kottak, 2002: 3-22). Yine ülkemizde sık rastlanan yerel sağlık uygulamalarından biri de ruhsal rahatsızlıkları olanların öncelikle din adamlarına başvurmalarıdır. Sağlık antropolojisi ve sosyal bilimlerin alanına giren bir diğer konu yemek alışkanlıkları ve bununla bağlantılı olarak obezite, diyet davranışları ve psikiyatrik bir rahatsızlık olan yeme bozukluklarıdır. Bu alan biyomedikal modellerde olmayan, vücut ağırlığı üzerindeki kültürel etkiler hakkında bakış açılarını sunmaktadır. Bunlar kültürel (modernizasyon bir grubun kilo ile ilgili değerlerini nasıl değiştirebilir), sosyal (bir grubun sosyal rolleri ve kilo beklentileri) ve psikolojik (grubun davranışlarında ve kilo ile ilgili davranışlarındaki değişiklikler) kuramları içermektedir (Kottak, 2002;

Feldman, 1988; Emiroğlu, 1988).

2.1.2. Sağlık Antropolojisi ve Psikoloji (Psikolojik Antropoloji)

Psikolojik antropoloji alanı ise “psikolojinin kavram ve yöntemlerini sistematik olarak kullanan, amacı birey ve sosyokültürel fenomen arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışan antropolojik araştırmalar” olarak tanımlanmaktadır (Bock, 2004). Kültür ve kişilik çalışmaları bu alanda sık çalışılan konulardır.

Kültür ve kişilik çalışmalarında sırasıyla biçimlenişçi, temel ve tipik kişilik, ulusal karakter ve kültürlerarası kişilik yaklaşımları yer almaktadır. İlkel

(29)

zihniyet ve insan doğası da erken dönem antropolojisinde sıklıkla ele alınan konulardır ve Rivers’in ilkel algı incelemeleri ile Levy-Bruhl’un mantık öncesi düşünce üzerine olan kurgulamaları gibi önemli çalışmalar yapılmıştır.

Freud’un 1910’da “kültür sorunu” üzerine olan yazıları, bu konudaki düşünceleri biraraya getirerek ileri düzey araştırmalara olanak sağlamıştır.

S Freud, psikanalitik teorinin oluşturulması; hipnotizma, psikiyatrik hastalıklar ve ilaç tedavisine dair ilk çalışmalarıyla psikoloji, nöroloji ve psikiyatri alanında önemli gelişmeler sağlanmıştır. Bugün Freud’un düşüncelerinde kabul edilmeyen ya da karşı çıkılan noktalar olmakla birlikte, 1920’den beri psikolojik antropoloji alanında çalışan pek çok kişi bu düşüncelerden esinlenmiştir. Freud’un kuramı, bireysel gelişim şeması ile davranışı etkileyen “zihinsel organlar (id, ego, superego)” dan oluşan hipotetik bir zihin modeli üzerine kurulmuştur ve bu zihinsel süreçler dinamiktir. Bu kuram aracılığıyla çocuk ve yetişkin, normal ve akıl hastası, ilkel ve uygara ait davranış ve düşünüşler, sağduyu psikolojisinden uzaklaştırılmış olarak genel ilkelerle açıklanabilmiştir.

Freud, bireyin davranışlarını ve nevrozu açıklamak için kullandığı kuramı kültür ve toplum için de kullanmıştır. Ernest Jones, Erich Fromm ve Erik Erikson gibi psikanalistler kültürel konularla ilgilendikleri gibi, Geoffrey Gorer, Clyde Kluckhohn, William Caudill ve Robert Levine gibi antropologlar da psikanaliz eğitimi almış ve psikanalizden geçmişlerdi. Bock (2004), Yeni- Fredcu psikolojinin Freud’un cinsel kuramlarından kaçınarak daha ego yönelimli olan kuramlara yöneldiğini, kültür ve kişilik ekolundan olan antropologların da bu kuramlara daha yakın olduğunu belirtmektedir. Freud’un

(30)

kuramının tartışmalı olmakla birlikte çürütülemediğini, içgüdülerin ispatsız kabulünün nesnel araştırmalara meydan okuduğunu belirtmektedir. Fakat Freud ve ilk izleyenleri “ilkellerin” çocuksu ve yaban tutkuları olduğuna dair 19 yy fikirlerini paylaşarak kültürel çeşitliliğini ele almadılar. Freud’un çalışmalarındaki en önemli noktalar, hepimizde olan ilkel itileri “primitive urges” tanımlaması, mitolojinin altında yatan düşünce biçiminin hala geçerli olduğunu, dini ve siyasal kurumlarla ilgili olarak başarılara ait yanılsama ve nevrotik gereksinimleri (sublimasyon) vurgulamasıdır.

Sağlık antropolojisinde ele alınan bir diğer önemli konu da stres ve hastalıklarla olan ilişkisidir. 1800’lere kadar ruhsal bozukluklar beden sıvılarındaki dengesizliklere, ruhani ya da olağanüstü güçlere, ahlaki ya da bedensel yetersizliklere atfedilirdi. Ruhsal hastalıkların görünümünün yaşam şartlarından daha da geniş olarak toplumsal etmenlerden etkilendiğini belirten varsayımlarla biyolojik modelin birleşmesi sonucunda bugün geçerliliğini koruyan biyopsikososyal model geliştirilmiştir (Helman, 1984: 167-181). Bu modelde bireylerin strese karşı tepkisi birtakım iç etmenler (örneğin genetik yatkınlık, premorbid kişilik) ve dış etmenler (örneğin sosyal destek) tarafından belirlendiği kabul edildi. Bu model stresli yaşam olaylarının alevlendiren ya da başlatan özelliklerini ve ruhsal hastalıkların potansiyel olarak oluşumunu modifiye eden farklı destek ağlarını, bireysel mizaçla ilgili ve deneyimsel, potansiyel yatkınlık (ya da çabuk iyileşme gücü) özelliklerini birleştirmektedir (Dimsdale, 2007).

(31)

2.1.3. Sağlık Antropolojisinde Rahatsızlık-Hastalık Kavramları

Hastalıkların toplumlardaki yaygınlığı farklılık göstermekte ve rahatsızlıklar farklı kültürlerde farklı görünümlerde olabilmektedir. Hastalık ve sağlıkla ilgili kavramlar zaman ve toplumlara göre değişiklik göstermiştir.

Foster ve Anderson (Kottak, 2002: 551), toplumların hastalıkların tanı, nedensellik ve sınıflandırma konusunda başvurdukları kişiselci, doğacı, duygusalcı olarak belirlenen üç temel kuramın yer aldığı “hastalık kuramı sistemleri” olduğunu belirtmişlerdir. Kişiselci hastalık kuramları hastalıkların nedenine büyücü, cadı ya da ata ruhları gibi genellikle kötücül atıflarda bulunmaktadır. Doğacı kuram ise kişisel nedenler dışında bilimsel olarak gösterilen ya da bilimsel verilere dayanan hipotezlerle açıklamaya çalışır, batı tıbbi gibi. Doğacı etno-sistemler ise beden sıvılarındaki dengesizlik ya da yiyecek gibi çevre koşullarına bağlamaktadır. Duygusalcı hastalık kuramları ise duygusal deneyimlere önem verir; Latin Amerikalılardaki “susto, (kaygı ya da korku sonucu)”, Madagaskarlıların “ruh yitimi” gibi.

Hastalık etik ya da bilimsel olarak tanımlanan sağlığı kaybetme durumu iken, rahatsızlık bireyin hissettiği emik sağlıksızlık durumudur. Sağlık- sağlıksızlık algıları, hastalık ve rahatsızlığın tanımlanması, sağaltım yolları, sağlık sistemleri kültürlere göre değişmektedir. Uygulamalı bir alan olan sağlık antropolojisi de yerel kültür ve sağlık sistemleri arasındaki bağı sağlayan disiplinlerden biridir (Helman, 1984; Kottak, 2002).

(32)

2.1.4. Psikolojik Sorunlardaki Kültürel Nedensellik

Kültürlerin kendine özgü “rahatsız olma” nedenini açıklama ve tedavi yöntemleri vardır. Bu durum ruhsal rahatsızlıklarda fiziksel olanlardan farklı olarak ruhsal rahatsızlıkların nedensel atıflarında kişinin davranışları, sosyal çevre, doğa ve doğaüstü güçleri görmekteyiz. Batılı kültürlerde psikolojik etkenler, yaşam olayları ve en büyük etken olarak stres rahatsızlık nedeni olarak gösterilmektedir. Doğu ya da batılı olmayan kültürlerde ise sıklıkla ruhun etki altında kalması, dini tabuların ihlal edilmesi, cinler, kutsal güçlerin cezalandırması gibi nedensel etkenler öne çıkmaktadır (Kirmayer, 2000:141- 168).

Kültür psikolojik rahatsızlıklardaki nedensel atıflar kadar sıkıntının dile getirilmesini ve içeriğini de etkilemektedir. Bulunulan kültüre göre anormal davranış tanımı kişinin davranışları, konuşma biçimi ve içeriği, giyimi, hijyeni gibi konuların tamamı ya da ağırlıklı olarak bir bölümünü kapsayabilmektedir.

Örneğin, Batılı toplumlarda depresyonun daha mental ve psikolojik etkileri vurgulanırken, doğu toplumlarında daha çok halsizlik gibi bedensel belirtileri vurgulanmaktadır. Bazı yerlerde anormal davranış olarak çıplak koşmak, giysileri yırtma tanımlanırken, diğer toplumlarda çevreye uygun olmayan davranış ve konuşmalar daha önde gelen belirti olabilmektedir (Littlewood, 1997).

(33)

2.2. Sosyal Antropoloji ve Kültürel Psikiyatri

Ruhsal bozukluklarda hastalık sürecinin çalışılmasında hastanın kültürel ve etnik yapısının önemi ilk olarak Ruhsal Bozukluklar İçin Tanı ve İstatistik El Kitabı’nın gözden geçirilmiş dördüncü bakısında kabul edilmiştir.

DSM-IV-TR ye göre “bireyin kültürel referans sisteminin ayrıntılarından habersiz olan bir hekim, bireyin kültürüne özgü davranış, inanç veya deneyimlerdeki normal değişimleri hatalı bir şekilde psikopatoloji olarak değerlendirebilir” (Mezzich, 1997). Diğer yandan bu değerlendirmeyi, hastanın kültürel yapısı kadar hekimin kültürel yapısının da etkilediği belirtilmektedir.

Kültürel formülasyonun hastanın kültürel kimliği, hastalığın kültürel açıklaması, psikososyal çevreyle ilgili kültürel faktörler, hasta ve hekim arasındaki ilişkinin kültürel elementleri, tanı ve bakım için genel kültürel değerlendirme unsurlarını içermelidir (Kleinman A, 2000; Mezzich, 1997).

Psikiyatrik bulguların ve bozuklukların yaygınlığında kültürel farklılıklar bildirilmiştir. Ayrıca, psikiyatrik bulguların görünümü konusunda da kültürel farklılıklar bulunmaktadır. Örneğin akut psikotik ataklar ve şiddetle seyreden amok (Malezya); davranışlarıyla başkalarını utandırma korkusu Taijin kyofusho (Japonya); yorgunluk, halsizlik, ağrı, uyku ve konsantrasyon bozukluklarıyla seyreden nevrasteni (Çin); beden imajı, yeme bozukluğu olan anoreksiya nervosa (Batılı toplumlar çoğunlukla) gibi bölge ya da kültüre özgü farklı sıklıkta ruhsal bozukluklar bulunmaktadır (Kirmayer, 2006).

Bedensel yakınmalarla ruhsal sıkıntının ifade edilmesi bütün kültürlerde yaygın olmakla birlikte bazı özel formları belirli kültürlerde gözlenmektedir.

Sıkıntının bu tarzda, daha az sofistike bir biçimde ifade edildiği yönündeki

(34)

kanının, 20 yy da batı kültüründe sıkıntı ifadesinin psikolojik kavramlarla ifadesinin daha çok tercih etmesi nedeniyle ortaya çıktığı ileri sürülmektedir (Kirmayer, 1998). Bedenselleştirmenin (somatizasyon) azınlık gruplarında ya da daha alt sosyo-kültürel gruplarda görüldüğü savının hatalı ve ırkçı bir tutum olarak yorumlanmaktadır (Grujr, 1997).

Ruhsal bozuklukların stigma olarak görüldüğü veya sağlık hizmetlerinin kolaylıkla elde edilemediği durumlarda ruhsal yakınmalar bedensel belirtilerle ifade edilebilir. Bugün gelişmiş birkaç ülke dışında, acil veya şiddetli durumlar olmadan psikiyatri hizmetlerine ulaşabilme ve tedaviyi sürdürme olanakları kısıtlıdır. Benzer olarak duygusal dışavurumun kültürel olarak az kullanıldığı yerlerde sosyal desteğin sağlanabilmesi için başvurulan bir yöntem olabilir. Örneğin doğum sonrası depresyon veya hüzünlenme (post- partum blues) ağlama, moral bozukluğu gibi belirtilerle seyreder. Fiji’ de bu tabloda ağrının önde olduğu post-partum somatik bir tablo ortaya çıkmakta ve fiziksel ya da ruhsal olarak zorlanan anneye sosyal destek sağlanmaktadır.

Sıkıntının bu tarzda ifade edilmesinin moral bir yanı da olabilir.

Hoşnutsuzlukları dile getirmenin hoş karşılanmadığı sosyal ve politik ortamlarda ortaya çıkabilir (metaphor for social disharmony). Buna bir örnek olarak Çin Kültür Devrimi’ nden sonra nevrasteni olgularında artış olmuş ve hastalar yakınmalarının nedeni olarak bu olayı göstermişlerdir (Kleinman, 2002; Ünal, 1999; Kirmayer, 1998).

Epidemiyolojik ya da klinik bakış açısını etnografik bir perspektifle tamamladığımızda, psikolojik acının mutlaka “depresyon” ya da “kaygı” olarak değil, yerel biçimlere (“sinir bozukluğu”, “nöbet”,”iç daralması” ve kötü

(35)

ruhların istilası”) bürünerek de gerçekleşebildiğini görüyoruz. Güney ve Kuzey Amerika’da, Akdeniz bölgesinde, Afrika ve Asya’da, Ortadoğu toplumlarında sıkıntının yerel ifade ediliş tarzı olarak karşımıza çıkmaktadır ve kadınlarda daha fazla gözlenmektedir. “Sinir bozukluğu” şikayetlerinin toplumsal ve kültürel anlamlarına dikkat edildiğinde, bunun çoğu zaman aile ve topluluklardaki iktidar çatışmalarına, istismara ve baskıya işaret ettiği ortaya çıkar. Somali, İran, Malezya gibi çok farklı ortamlardan ve iç çatışmalardan, toplumsal kargaşadan kaçıp ABD’de yaşamaya başlamış Orta Amerikalı göçmenlerde bu türde bulgular saptanmaktadır (Grujr, 1997; Anadolu Psikiyatri Günleri, 1998).

Psikiyatri ve kültür arasındaki ilişkinin incelenmesi hem kültür kavramının tanımlanmasındaki çok çeşitlilik, hem de psikiyatrinin tarihsel gelişiminde sınıflandırma sistemlerinin oluşturulabilmesi için bireyler, gruplar, toplumlar arasındaki farklılıklardan çok benzer yanların vurgulanması, araştırma sonuçlarının bu şekilde yorumlanması nedeniyle güçtür.

Kros-kültürel çalışmaların büyük bir bölümü ekzotik bölgelerdeki sağaltım yöntemleri, kültüre bağlı sendromlar üzerine yapılmıştır. 1970’lerden sonra kronik medikal hastalıklar, yeti kaybı ve halk sağlığı üzerine çalışmalar göze çarpmaktadır. Bununla birlikte psikiyatride nörobiyoloji alanındaki gelişmeler mental hastalıkların beyine lokalize olmasına ve tüm insanlar için evrensel bir teori oluşturulması konusundaki çabalara neden olmuştur.

Antropoloji ve psikiyatri arasındaki tarihsel bağlantının, antropolog olan M.

Mead ve R. Benedict’ in kişilik ve kültür konusundaki çalışmalara öncülük etmesiyle arttığı görülmektedir. Fransız sosyolog, Emile Durkheim’ in intihar

(36)

konusundaki çalışmaları; bir diğer sosyolog, G.H. Mead’ in dilin sosyal kullanımından yola çıkarak “kendilik süreçleri” konusunda yaptığı çalışmalar da önemli gelişmelere neden olmuştur (Güvenç, 1996; Saran, 1995 ).

Psikiyatrik bozuklukların kros-kültürel araştırmalarında ortaya çıkan teorik ve metodolojik problemlerden sonra antropolojik yöntemlerin kullanılmasına ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır. Bu konuda eleştirilen çalışmalardan biri, somatoform bozukluklar konusunda WHO tarafından yapılan kültürlerarası epidemiyolojik araştırmadır. Bu araştırmada somatizasyonun Latin Amerika ülkelerinde daha fazla oranda görüldüğü şeklindeki sonuç üzerinedir. 14 ülkedeki merkezlerde standardize edilmiş görüşme yöntemleriyle yapılan bu çalışmayı eleştiren Villasenor ve Waitzkin, aynı grupta yeniden çalışarak dil problemi ve sağlık sistemlerinin farklılığı nedeniyle yanlı bir sonuç elde edildiğini belirtmektedirler (Sharpe, 1992;

Fabrega, 1990).

Bugün psikiyatride kabul gören görüş, mental bozukluklarda altta yatan biyolojik sürece kültürel farklılıkların eklenerek hastalıkların yerel görünümlerine katkıda bulunduğu şeklindedir. Sonuç olarak antropoloji ve psikiyatri alanında ortak çalışmalar yapılması önemli katkılar sağlayacaktır.

Farklı sosyo-kültürel ortamlarda olan hastalıkların dökümünün sağlanması, farklı kültür ve etnik gruplardaki klinik verilerin hastalığın formüle edilmesine katkıda bulunması, hastalığın sosyal seyri ve sonuçları konusunda yardımcı olacaktır (Kirmayer, 2001).

(37)

2.3. Ruhsal Hastalıklar ve Kültürel Özellikleri

Depresyon, şizofereni, anksiyete bozuklukları gibi major ruhsal hastalıklar her yerde görülebilmekle birlikte toplumlar arasında önemli farklılıklar gözlenebilmektedir. Bununla birlikte araştırmaların yöntem sorunları, değişen tanı ölçütleri sonuçların yorumlanmasını güçleştirmektedir.

Örneğin Çin’ de 1981’ den sonra depresyonun daha çok bildirilmeye başlandığı, Tayvan’ da yapılan bir çalışmada son 15 yılda depresyon görülme sıklığında artış olduğu belirtilmektedir. Bu veriler, depresyonun sosyal risk faktörleriyle birlikte arttığı anlamına gelebileceği gibi psikiyatrinin uygulanma biçimindeki değişiklikleri de yansıttığı şeklinde yorumlanabilir. Hastalıkların görülme yaygınlığındaki değişiklikleri kolayca yorumlayabilmek zordur. Bu duruma sosyal, kültürel ve profesyonel alanlar gibi birçok sürecin katkısı olabilir. Ayrıca kültürlere göre depresyon görülme sıklığının mı yoksa depresyonun görülme şeklinin mi değiştiği sorusunu da yanıtlamak güçtür.

Farklı kültürel ortamlarda belirtilerin patolojik olarak nitelenip fark edilebilmesi de değişmektedir. Dünyanın çeşitli toplumlarında şizofreni görülme sıklığı benzer oranlarda bildirilirken, paranoid tipin endüstrileşmiş toplumlarda, katatonik ve hızlı başlangıçlı olanların ise gelişmekte olan ülkelerde daha sık olduğu belirtilmektedir. Hastalığın seyri ve sonuçlarında da benzer farklılıklar söz konusudur. Şizofreni prognozu gelişmemiş toplumlarda daha iyi durumdadır (Lin, 1988; Kleinman A, 2000; Kleinman J, 2000).

Anksiyete ve duygudurum bozuklukları genel toplumda en sık görülen psikiyatrik bozukluklardır ve toplumun yaklaşık %6’sı bozukluk düzeyinde olmayan anksiyete belirtilerinden yakınır. Genel toplumda tüm anksiyete

(38)

bozukluklarının yaygınlığı ortalama %17, duygudurum bozukluklarının yaygınlığı ise %19 dolaylarındadır. Ancak anksiyete bozukluklarının ayrı bir grup hastalık olarak tanımlanması çok yeni bir dönemde, 1990’lı yılların başında olmuştur. Daha önceki dönemlerde, affektif bozukluklar adı altında sınıflandırılan bu iki grup hastalıktan anksiyetede ön plandaki duygunun korku, depresyonda ise üzüntü olduğu kabul edilmiştir (Foot, 2004).

Anksiyete bozuklukları nozolojisi, 1970’li yıllardan bu yana yapılan araştırmalarla giderek arındırılmıştır DSM-III’te “nöroz” başlığı altında yer alan üç anksiyete bozukluğu (fobi, obsesyonel nöroz, panik atakları da içeren anksiyete nörozu) grubu, DSM’nin yeniden gözden geçirilmiş dördüncü basımında (DSM-IV-TR) dokuz tanı grubu altında sınıflandırılmıştır. Toplum çalışmalarında birbirine benzer biçimde anksiyete bozukluklarının hızlarının düşük sosyoekonomik yapı ve düşük eğitim düzeyi olan toplum kesimlerinde daha yüksek olduğu saptanmıştır (Kessler, 2001; Öncü, 1999). ABD Ulusal eştanı çalışmasında anksiyete bozukluğu hızı gelir ve eğitim düzeyi ile ters orantılı bulunmuştur. Belirlenen risk faktörleri; büyük şehirde yaşamak, kötü iş durumu, düşük gelir ve bekar olmaktır. Çeşitli toplum çalışmalarında Afrika kökenli Amerikalılar arasında ansiyete bozukluklarının daha sık görüldüğü bildirilmiştir. Etnik yapı değerlendirilmemiştir, ancak karşı karşıya kalınan stres etmenleriyle açıklanmaya çalışılmaktadır. Depresyonla birlikte fiziksel hastalığın varlığı, ya da bir veya birden çok psikiyatrik eş hastalık bulunması kötü prognoza işaret etmektedir (Dilbaz, 2006; Gülseren, 1996 ).

Depresyon tüm toplumlarda en sık gözlenen ruhsal hastalıktır. Kadınlar için belki %25 kadar yüksek olmak üzere, %15 oranında yaşam boyu görülme

(39)

sıklığı ile Major Depresyon yaygın bir bozukluktur. Major Depresyonun görülme sıklığı %10’a ulaştığı birinci basamak hastalarında ve %15’e ulaştığı tıbbi nedenlerle yatan hastalarda alışılmıştan daha yüksektir. Burada görülen kritik patoloji bir duygulanım, yani mevcut duygusal içeriğin dışa vurulan ifadesinin patolojisi değil; duygudurum, yani bir kişinin sürekli içsel duygusal durumunun patolojisidir. Duygudurum normal, yüksek ya da çökkün olabilir.

Normal kimseler geniş bir aralıkta yer alan duygudurumları yaşarlar ve eşit ölçüde geniş bir duygulanım repertuarına sahiptirler. Az ya da çok duygudurumlarını ve duygulanımlarını kontrol altında tuttuklarını hissederler.

Duygudurum bozuklukları, bu kontrol duygusunun kaybının ve büyük bir sıkıntının öznel olarak yaşanmasıyla belirlenen bir grup klinik durumdur. Bu değişiklikler, hemen daima kişilerarası, toplumsal ve mesleki işlevsellikte bozulmayla sonuçlanır (Frank, 1999).

2.3.1. Depresyon ve Kültürel Özellikler

Ülke ya da kültürden bağımsız neredeyse evrensel bir gözlem, major depresif bozukluğun (MDB) kadınlarda erkeklerden iki kat daha fazla yaygın olmasıdır. Farklılığın nedenleri bilinmemekle birlikte, araştırmalar Batılı ülkelerdeki farklılığın tek başına toplumsal olarak taraf tutan tanısal uygulamalardan ötürü olmadığını açıkça göstermektedir. Farklılığın sebeplerinin hormonal farklılıklar, çocuk doğurmanın etkileri, kadınlar ve erkekler için değişiklik gösteren psikososyal stresörler ve öğrenilmiş

(40)

çaresizliğin davranışsal modelleriyle ilgili olduğu ileri sürülmüştür (Örsel 1997; Cimilli, 2002).

Major Depresyon için ortalama başlangıç yaşı 40 yaş civarıdır;

hastaların %50’sinde başlangıç 20 ve 50 yaşlar arasındadır. Yaygın olmamakla beraber çocukluk veya yaşlılık döneminde başlayabilir. Son zamanlardaki bazı epidemiyolojik veriler (MDB)’un görülme sıklığının 20 yaşından daha genç insanlar arasında artmakta olduğunu ortaya koymaktadır. Eğer bu gözlem doğruysa, bu yaş grubundaki artmış alkol ve madde kullanımıyla bağlantılı olabilir (Gülseren, 1997; Ünal, 2000).

Duygudurum bozukluklarının (DDB) yaygınlığı bir ırktan diğerine farklılık göstermemektedir. Bununla birlikte, klinisyenler kendilerininkinden farklı ırksal ya da kültürel alt yapıları olan hastalarda daha az DDB ve daha fazla şizofreni tanısı koyma eğilimindedirler. Örneğin, beyaz ırktan olan psikiyatristler zencilerde ya da İspanyollarda daha az DDB tanısı koyma eğilimindedirler. Genel olarak, Major Depresyon en sık yakın kişilerarası ilişkileri olmayan ya da boşanmış ya da ayrı yaşayan insanlarda bulunmaktadır.

Tekrarlanmış uzun süreli klinik gözlemlerden biri, stresli yaşam olaylarının DDB’larının ilk epizodlarını daha sonraki epizodlara kıyasla daha fazla öncülük etmesidir. Bu gözlemi açıklamak için önerilen kuramlardan biri, ilk epizota eşlik eden stresin beynin biyolojisinde uzun süren değişikliklerle sonuçlanmasıdır. Bu uzun süren değişiklikler çeşitli nörotransmitterlerin işlevsel durumları ve intranöronal sinyal sistemlerindeki değişikliklerle sonuçlanabilir. Değişiklikler, nöron kaybı ve sinaptik haberleşmelerde aşırı azalmayı bile kapsayabilir. Değişikliklerin net sonucu, dış bir stres etkeninin

Referanslar

Benzer Belgeler

[r]

fosfor infüzyonu yapılan keçilerde rumen içeriği amonyak azo- tu değerleri kontrol hayvanınkinden fazla bulunurken, üç ke- çide de elde edilen rumen içeriği

ABONE OL MATEMATİK AB C İlkokul derslerim kanalıma abone

4 1990 y›l›nda ‹stanbul’da yap›lan bir araflt›rmada hekime bafl- vurmadan reçetesiz ilaç alma oran› düflük sosyo-ekono- mik kültürel konumda olanlarda %56.7,

Üzerinde kitabe ya da herhangi bir süsleme bulunmayan 1 mezar taşının baş ya da ayak şahidesi olduğu anlaşılmamakla birlikte bölgedeki mezar taşı geleneği

Bu çalışmanın amacı Erken Cumhuriyet döneminde küçük bir Anadolu kenti olan Isparta’da ortaya çıkan modern yaşam kurgusunun ve bu kurgunun var olduğu yeni

Ebeveynlerin tanı almış olan çocuklarının sosyo-demografik özelliklerine göre ebeveynlerin son test Beck Depresyon Envanteri puanları arasında istatistiksel olarak

Koyun ham hidatik kist sıvısının SDS-PAGE analizinde moleküler ağırlığı 8 ile 205 kDa arasıda değişen 15 farklı polipeptid bandı tespit edilirken, kısmi purifiye