• Sonuç bulunamadı

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN IN MERSİN 1. OLAĞAN İL KONGRESİ KONUŞMASI. Sivil toplum kuruluşlarımızın ve meslek örgütlerimizin değerli temsilcileri,

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN IN MERSİN 1. OLAĞAN İL KONGRESİ KONUŞMASI. Sivil toplum kuruluşlarımızın ve meslek örgütlerimizin değerli temsilcileri,"

Copied!
18
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

GENEL BAŞKANIMIZ ALİ BABACAN’IN MERSİN 1. OLAĞAN İL KONGRESİ KONUŞMASI

Değerli yol arkadaşlarım, Kıymetli misafirler,

Siyasi partilerin değerli temsilcileri,

Sivil toplum kuruluşlarımızın ve meslek örgütlerimizin değerli temsilcileri, Kıymetli muhtarlarımız,

Basınımızın kıymetli temsilcileri,

Hepinizi saygıyla selamlıyor, Mersin il teşkilatımızın birinci olağan kongresine hoş geldiniz diyorum.

*****

Bugün Türk’üyle, Yörük’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla daha burada sayamayacağım pek çok kesimiyle bir arada yaşamın simgesi olan, bu çok kültürlü şehrimizde, Mersin’imizde olmaktan dolayı büyük mutluluk duyuyorum.

Bugün, demokrasi ve atılım bayrağımızı, Akdeniz’in kıyısından, Toroslar’ın zirvesine ulaştıracak çok değerli bir adım atıyoruz.

Bu vesileyle,

Tarsus’u, Torosları, Yenişehir’i, Akdeniz’i, Mezitli’yi, Erdemli’yi, Silifke’yi, Anamur’u, Mut’u,

Bozyazı’yı, Gülnar’ı, Aydıncık’ı ve Çamlıyayla’yı muhabbetle selamlıyorum.

*****

Değerli arkadaşlar,

(2)

Partimiz kurulduktan sonra benim Mersin’e ilk gelişim Mart ayındaydı.

Erdemli’nin, Silifke’nin ve Tarsus’un kongrelerini yaptık.

Arkasından haziran ayında yine buradaydık. Tarım eylem planımızın lansmanının Mersin ayağını gerçekleştirmek üzere geldik.

Bugün partimizin kuruluşundan sonra Mersin’e benim üçüncü gelişim. Bugün de çok şükür Mersin il kongremizi bu güzel salonda, bu coşkulu salonda gerçekleştiriyoruz.

Ülkemizde kurumların çöktüğü, ortak aklın rafa kaldırıldığı, keyfi yönetim anlayışının egemen olduğu bir dönemden geçiyoruz.

Ne yazık ki, şu anda çok ciddi bir demokratik gerileme sürecindeyiz.

Yönetenlerin yanlış hesapları ve güvenilmez politikaları yüzünden, halkımız sürekli bedel üstüne bedel ödüyor.

Mevcut iktidar, ülkemizi öyle bir kısır döngüye hapsetti ki; iç politikada kutuplaşmadan, dış politikada ise kavgadan medet umar hale geldi.

Artık bir başarı üretemeyince artık Türkiye’nin yarınları için bir hedef bir umut sunamayınca siyaseti karşıtlıklar üzerinden düşmanlıklar üzerinden ötekileştirme ve kutuplaştırma üzerinden yapan bir iktidar var şu anda.

Kendi bir şey üretemeyince artık vatandaşlarımıza bu ülkenin yarınlarıyla ilgili bir umut veremeyince vatandaşlarımızı şöyle ya da böyle daha kötüsüyle korkutarak desteğini devam ettirmeye çalışan bir iktidar var.

Biliyorsunuz, ben ülkemizin ilk Avrupa Birliği Bakanıyım. İlk AB başmüzakerecisiydim.

Daha sonra da bu ülkenin Dışişleri Bakanı olma gururunu yaşadım.

Her iki görevimi de 2009 yılına kadar alnımın akıyla yürüttüm ve emaneti teslim ettim.

Türkiye’nin o en başarılı, en itibarlı yıllarında bir ülkenin itibarının nasıl sonuç aldığını, itibarlı ve güvenilir bir ülke olmanın sadece bölgesine değil dünyada nasıl ses getirdiğini bizzat yaşadım.

(3)

Kazanımlarımız ortada. Ülkemizin itibarını nasıl güçlendirdiğimiz malum. O dönem dünyadaki konumumuz kayıtlarda...

Yıl 2008. Türkiye yıllar sonra BM Güvenlik Konseyi üyeliğine aday oldu. BM kuruldu kurulalı Türkiye güvenlik konseyine sadece bir ülkeyle koltuğu paylaşmak üzerine ve bir yıllığına seçilmişti.

O günden 2008’e kadar Türkiye kaç kere aday olmasına rağmen seçilemiyordu. Biz 2008’in ekiminde o seçime girdik. Ekonomik gücümüzün zirvesinde itibarımızın zirvesinde o seçime girdik. Seçim gizli oy.

193 ülkenin temsilcisi bir sandık kuruluyor, oradaki büyükelçiler gizli oylarını yazıyorlar ve sandığa atıyorlar. Seçim yapıldı. Bir baktık tam 151 ülke Türkiye’ye oy vermiş. Oran yüzde 79.

BM’nin o tarih itibarıyla son 10 yılında bu kadar yüksek bir oyu hiçbir ülke alamamıştı.

Afrika’dan Latin Amerika’ya, Asya’dan Pasifik Adaları’na kadar bütün dünyanın gizli oylamadan desteğini aldık. Ve güvenlik konseyine seçildik. 2 yıl güvenlik konseyi üyesi olarak orada oturduk.

Şu andaki hükümetin bir dış politikası falan yok. Hiçbir konuda politika yok.

Bunları bir ekonomi, göç politikası yok.

Dış politika ne demektir, biliyor musunuz?

Diplomasi demektir.

Siyasi diyalog demektir.

İnsanlarla konuşmak demektir. Kavga demek değildir.

Sorunları barışçıl yollarla çözmek demektir.

Düşmanları azaltmak, dostları çoğaltmak demektir.

Dış politika demek, ülkenin uzun vadeli çıkarlarına göre hareket etmek demektir.

(4)

İnsani kaygıları asla bırakmamak demektir.

Anlık heveslerin uğruna koşmamak, vatandaşlarınızın onurunu düşünmek demektir.

Dış politikada başarının yolu itibardan geçer.

Yaşadık biz o itibarlı günleri. Bunun ne anlama geldiğini gördük.

O dönemde Türkiye, itibarlı bir ülkeydi.

Sözü dinlenen, güvenilir ve saygın bir ülkeydi.

Pasaportumuzun değeri vardı.

Yurt dışındaki vatandaşlarımız, gençlerimiz akın akın ülkemize dönüyordu.

Yabancı akademisyenler, Türkiye’de üniversitelerde şöyle 6 aylık bir görev alabilir miyim diye on binlerce kişi başvuruyordu bizim üniversitelerimize. 6 ay ülkemizde yaşamak için.

Avrupalı iş insanları gelip bizden pasaport istiyordu. Sizin Avrupa Birliği pasaportunuz var, ne yapacaksınız bizim pasaportu diyorduk.

“Bizim Avrupa olarak Asya’da, Afrika’da sömürgeci geçmişimiz var.

Bagajımızla gidiyoruz o ülkelere. Ama Türkiye Cumhuriyeti pasaportunu masamın üzerine koyduğumda iş kapıları bize açılıyor” diyorlardı. Bunu yaşadık biz. Avrupalıların bizim pasaportumuzu almak için kuyruğa girdiği dönemleri yaşadık.

Ülkeler arasındaki sorunları çözmek için veya ülkelerin iç gerginliklerini sona erdirmek için, arabuluculuk yaptık. Uzlaştırıcı olduk.

BM dedi ki “Siz bu işi çok iyi yapıyorsunuz biz uluslararası arabuluculuk merkezimizi artık İstanbul’da açmak istiyoruz”. Biz de hay hay dedik. Süreci başlattık. Tabii biz ayrıldıktan sonra işler başka yere gitti o ayrı.

(5)

Çatışma çözümü için, uluslararası toplumdan defalarca davet aldık. Dediler ki biz size güveniyoruz, siz hakkı savunursunuz siz adil hareket ederiniz, siz hukuk içinde kalırsınız dediler. Bunları yaşadık ya.

Ben bunları anlattıkça acaba bu ülke başka bir ülke miydi diye böyle aranızda bakışları farklı olan arkadaşlarımız var.

Değerli arkadaşlarım,

Bu ülke çok büyük bir ülke. Çok güçlü bir ülke. 84 milyon nüfusuyla küçülmüş, daralmış haliyle bile dünyanın en büyük 20 ekonomisinden birisi olan Türkiye, büyük bir ülke.

Bir de şu son döneme bakın…

Allah aşkına, şu olan biten şeyin adına dış politika denir mi?

Son dönemde Türkiye’nin maalesef dış politikası yok. Bir kişinin dürtülerine göre ya da diğer ülkelerdeki şahsi ilişkilerle yürüyen dış ilişkiler seti var.

Sadece bir dış ilişkiler kümesi var.

Ve bu dış ilişkiler seti, ülkemize zarar üstüne zarar getiriyor.

Gerçekten çok yazık. Ülkemizdeki demokratik gerileme, dış politika alanında da bize büyük bedeller ödetti.

Her şeyi bir kişiye endekslediğinizde o kişinin sabah uyandığındaki moduna göre ülkenin dış politikası şekilleniyor. Böyle bir şey olur mu?

Zalim Sisi’ye dönüyor dostum Sisi demenin hazırlığını yapıyor. Bir gün hac hilal diyor bir gün ülkemizin yeri Avrupa’dadır diyor. Hiçbir tutarlılık yok. O gün işine ne geliyorsa, o gün içine ne doğduysa.

Ya burası küçük bir ada ülkesi değil ki. Bir muz cumhuriyeti değil. Burası koskoca bir cumhuriyet. 84 milyonun yaşadığı bir ülke.

Ülkemizin itibarı gün geçtikçe söndü.

Uluslararası arenada maalesef yalnızlaştık.

(6)

Haklı olduğumuz konularda dahi, bizi destekleyen ülke bulamaz olduk.

Doğu Akdeniz’de başımıza geldi değil mi? ne oldu? “Ben onun elini sıkmam, ben onun masasına oturmam, ben onun katıldığı yemeğe gitmem” dedi.

Zalim Sisi dedi. Sonra bizim aleyhimize baktık Mısır-İsrail, Mısır-Rum, Mısır- Yunanistan Akdeniz’i ikili anlaşmalarla aralarında bölüşmeye başladılar. Ne oldu?

Keskin sirke küpüne zarar. Mavi vatan böyle mi korunur? Eğer doğu Akdeniz’de bizim haklarımız varsa bu haklarımız herkesle kavgalı olarak korunmaz.

Herkesi düşman göstererek herkesi düşman belleyerek bu haklar korunmaz.

Bu haklar uluslararası hukukla korunur. Bu haklar bütün komşularla konuşarak, uzlaşarak, medeni bir şekilde görüşerek korunur.

Şu son haftalarda bakıyoruz, mavi vatan gündemden düştü. Ne oldu acaba?

Bizim gemiler limanlara çekildi. Ne değişti? İnsanın aklına bin türlü şey geliyor.

Acaba bu başa baş toplantılarda bu gizli toplantılarda devlet kayıtlarına alınmayan toplantılarda bir sözler mi verildi diye aklınıza geliyor.

Biden’la görüşüyor baş başa. Not tutulmuyor, devlet kaydına girmiyor.

Putin’le konuşuyor, ülkenin dışişleri bakanı heyette yok. Baş başa.

Üstelik bu görüşmeler diğer ülkelerin mekânlarında yapılıyor. Bizim ülkemizin cumhurbaşkanı tek başına, mekân başka mekân ve bizde kaydı yok. Ben merak ediyorum soruyorum. Mavi vatana ne oldu?

Niye ortalık sessizleşti? Acaba sözler mi verildi birilerine? Bu ülkenin bir vatandaşı olarak soruyorum mavi vatanda hakkı olan bir vatandaş olarak soruyorum.

Bundan üç dört ay önce araştırma gemisi yolluyordunuz, peşinde savaş gemileri yolluyordunuz. Tamam çok gerekirse hakkımızı öyle de korumak olabilir. Asıl hak uluslararası hukuktan kaynaklanan haklardır.

(7)

Biz Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımızı savunmak korumak zorundayız. Bunun yolu kavgayla değil, onu bunu düşmen belleyerek değil medeni bir şekilde konuşarak bu hakkı savunmak zorundayız.

Biliyorsunuz, bunlar vaktiyle “değerli yalnızlık” gibi bir kavram ortaya attılar.

Yalnız olmak çok değerliymiş. Böyle bir tezi dayattılar.

Biz değer meğer görmedik. Bilakis itibarımızın nasıl eridiğini, bu ülkenin uluslararası arenada nasıl güven yitirdiğini gördük.

Peki şimdi hangi noktadalar?

Maalesef, bugünkü iktidar hatalarını görmüyor. Ama ders almayı da bilmiyor.

İnsan hata yapar da ders alır değil mi? Yok.

Dış ilişkilerde, kavgadan başka kullandıkları bir yöntem kalmadı. Nerede bir kavga görseler kollarını sıvayıp yumruk atmaya hazırlanıyorlar. Biz eskiden ne yapardık?

Bir uzlaşmazlık varsa çatışma varsa bir gerginlik varsa konunun taraflarıyla derhal devreye girerdik ve onları uzlaştırmak için konuşarak, diplomasiyle, müzakereyle uzlaştırmak için arabuluculuk yapardık.

İçerideki bu kutuplaştırıcı tutum var ya, ötekileştirme, taraf tutma, aynı dış politikaya da yansıdı. Bir mesele varsa Türkiye mutlaka taraf oluyor. Ülkenin kendi içinde problem var, içi de taraf oluyor. Gidiyor oraya taraf oluyor. Onun üzerinden içeriye siyaset yapmaya çalışıyor.

Arkadaşlar, bir ülkenin askeri gücü çok önemlidir. Bir ülkenin askeri gücü en önemli caydırıcı güçtür.

Caydırıcı ne demek? Güçlü ordunuz olur başkaları yerli yerine oturur, bunların güçlü ordusu var diye. Güçlü ordunun varlığı caydırıcı güçtür.

Ülkenin ekonomik gücü de önemlidir.

Ancak, uluslararası ilişkilerde, en büyük güç, itibarlı olmanın, güvenilir olmanın verdiği güçtür. Biz bunu yaşadık.

(8)

Eğer itibarlıysanız; itibarın gücü, kimi zaman, askeri gücün de ekonomik gücün de sağlayamayacağı başarılar getirir ülkeye.

İtibarlı bir ülke askeri gücünün veya ekonomik gücünün çok daha ötesinde bir etki sahibi olabilir dünyada. Bunun çok örneği var. Biz de bir dönem olduk.

İtibar nasıl kazanılır? Buradan hükümete sesleniyorum. Biz bunları söyledikçe

“Sizden ders alacak değilim” diyor Sayın Erdoğan. Ama derse çok ihtiyaçları var. Onun için tekrar buradan hükümete sesleniyorum.

İtibar, uluslararası hukuka saygılı olmakla kazanılır. Önce hukuk çerçevesinde hareket edeceksiniz.

İtibar, hep doğruyu, hep hakkı konuşmakla sağlanır.

İtibar, iyi bir diplomasi ve iyi bir siyasi diyalogla sağlanır.

İtibar, iyi yönetilen bir ekonomiyle sağlanır.

İtibar, kendi içinde bir hukuk devleti olmakla sağlanır.

Kendi vatandaşına hukuksuzluk yapan, haksızlık, adaletsizlik yapan bir ülke dünyada çıkıp da adaletten bahsedemez. Ciddiye almazlar sizi.

Bakın daha dün açıklanan hukukun üstünlüğü endeksi, uluslararası bir endeksi. Türkiye, bu endekste tam 139 ülke arasında tam 117. sırada. Yazık günah.

Bakın arkadaşlar, bugünkü iktidar, yaptığı yanlışları ve ve kötü yönetiminin sonuçlarını örtmek için neyi kullanıyor?

Kendi iş bilmezliğini, kendi kavgacılığını görmeyelim diye ikide bir “beka meselesi” diyor.

İnsanların gözünü bir beka kelimesiyle boyamaya çalışıyor. Beka deyip her tülü yanlışlığı her türlü hukuksuzluğu adeta dayatmaya çalışıyor.

Oysa, ortada ne var biliyor musunuz: tek kişinin dürtülerine ve şahsi ilişkilerine bağlı yürüyen, hatalarla dolu uluslararası ilişkiler var.

(9)

Dış politikadaki başarısızlıklarının üstünü, kuru hamasetle örtmeye çalışıyorlar.

Arkadaşlar, dış politika hamasetle yürümez. Neyle yürür? İtibarla yürür, itibarla.

İtibarı olmayan bir devlet güçlü olamaz.

Kendisine güvenilmeyen bir devlet, diplomaside etkili olamaz.

Şu son birkaç aydır yaptıklarına bir bakın, ben hicap duyuyorum.

“F35 uçaklarımızı vermediniz, bari F16 verin” diyor. Açıkladılar da oradan öğrendik. 1 milyar 400 milyon da para vermişler. F35 uçağı şu an yok.

“Yok vermezsen o zaman s-400 alırım Rusya’dan” diyor. Bunların hepsi son birkaç ayda.

“S-400 aldım ama merak etmeyin kullanmam” diyor Amerika’ya. “Kapağını açmam yaptırım geliyor depoda tutarım” diyor.

Gidiyor ikinci S-400’ü alacağım diyor, öbür gün Biden’dan randevu gelir mi acaba diye onu bekletmeye başlıyor falan. Çocuk oyuncağı mı bu ya?

İnanın, memleketimizi gülünç duruma düşürüyor. Yazıktır.

Ya arkadaş, böyle sürekli zikzak çizerek itibar kazanılmaz.

Bakın, Afganistan’da ilk önce ne dedi? “Biz Afganistan’da kabil havaalanının savunmasına talibiz” dedi. “Biz orayı korumak istiyoruz” dedi.

Niye? Batının gözüne girme ihtiyacı vardı o günlerde. Peki Kabil Havaalanını kime karşı koruyacak? Taliban’a.

Demek ki Taliban düşman ki, öyle görüyor ki ben Kabil Havaalanını korumak istiyorum diyor.

Aradan iki hafta geçiyor Taliban Afganistan’daki yönetimi ele geçirince “Ben Afganistan’daki kabil havaalanını işletmek istiyorum, buna talibim” diyor.

“Çünkü Taliban’a meşruiyet kazandırmak lazım” diyor.

(10)

Ya 15 gün önce düşman bellediğin kendisine karşı havaalanını savunmak istediklerine 15 gün sonra meşruiyet kazandırmanın derdine düşüyor. Ben hicap duyuyorum ya böyle bir şey olur mu?

Senin düşmanın mı, yoksa meşruiyet kazandırmak istediğin bir dostun mu bunu bir açıkla. Ondan sonra dış politikanı oluştur.

Yok. O gün aklına ne geliyorsa. O gün ne esiyorsa. O gün işine ne geliyorsa.

O gün çevresindekilerin asıl çıkarı hangi tarafaysa. O da var.

Onu hiç göz ardı etmeyin. Dış ilişkilerde olup biten her şeyle ilgili hep aklınızın köşesinde şunu tutun.

Bu işten acaba kimler ne çıkar sağlıyor? İlişkiyi bozmaktan kim çıkar sağlıyor, ilişkiyi düzeltmekten kim çıkar sağlıyor?

Deva gelecek ve ülkemiz tüm dünyada yeniden ayağa kalkacak. Dimdik onurlu bir şekilde yürüyecek. En itibarlı ülke olacak. Hiç endişeniz olmasın.

Böyle zikzaklarla, U dönüşleriyle itibar kazanılmaz.

İtibar, istikrarlı bir dış politikayla kazanılır.

Dosdoğru olmakla kazanılır. Her zaman hakkın, hukukun, doğrunun yanında durmakla itibar kazanılır.

Dostlarınıza güven veren uygulamalarla kazanılır.

Kendi vatandaşına güven vererek, ekonomisini güçlü tutarak itibar kazanır.

Bunlar kendilerine ders, ders. Ders almak istemiyorlar ama biz kopya verelim en azından öğrensinler.

Uluslararası toplumda müttefiklik kurabilen, onları ikna edebilen, hatta iş birliği sağlayan, kendi çıkarları için başkalarını da yanına katabilen ülke ancak itibarlı bir ülkedir.

*****

(11)

Değerli arkadaşlarım,

Hani mevcut iktidar, dış politikada gördüğü her kavgaya girmek için kolları sıvıyor ya.

Biz de kolları sıvadık.

Ama biz kollarımızı ne için sıvadık?

Ülkemizin, uluslararası çevrelerdeki itibarını yeniden en üste hatta eskisinden de daha ileriye taşımak için kolları sıvadık.

Türkiye’yi dış politikada barışın sözcüsü yapacağız.

Düşmanları azaltıp, dostlarımızı çoğaltacağız.

Dış politikayı, birilerinin kişisel bekası uğruna heba etmeyeceğiz.

Günübirlik hesaplarla değil, ülkemizin uzun vadeli çıkarlarına göre hareket edeceğiz.

Türkiye; sadece bir askeri güç değil, bir akıllı güç olacak.

Bakın, ülkelerin güç sınıflandırmasında artık yeni bir tabir var. Akıllı güç. Bu ne demek? Hem ekonomik gücünü hem askeri gücünü hem itibarını hem de o itibardan oluşan sözün gücünü akıllıca kullanabilmek demek.

Ülkemizi tekrar güvenilir ve barışa katkı sunan bir uluslararası aktör yapacağız.

Eğer bunları yapmazsak, ülkemiz daha çok çeker. Bizim Mersin’deki limon üreticilerimiz bu yanlış dış politikanın bedelini öder.

Siz herkesle arayı bozarsanız, ihracat pazarlarında kapı bir açık bir kapalı, yazık değil mi bizim çiftçilerimize, üreticilerimize? Böyle bir şey olur mu?

İstikrar lazım istikrar.

*****

Değerli arkadaşlar,

(12)

İç politikada da barışın, huzurun ve özgürlüklerin sözcüsü yine bizler olacağız.

Biz, tüm hak ve özgürlüklerin garantisi olmak adına yola çıkmış bir hareketiz.

Toplumsal barışımızın üzerine titreyeceğiz.

Türkiye’de yaşayan her bir ferdin, kendisini bu ülkenin haysiyetli ve eşit vatandaşı olarak hissetmesi için ve öyle yaşaması için buradayız.

Daha önce de söyledim. Bir kez daha tekrar etmek istiyorum: Bizler, ülkemizi yepyeni bir toplumsal sözleşmeye davet ediyoruz.

Kurum ve kuralların ayağa kaldırıldığı, özgürlükçü, demokratik ve adil bir Türkiye’yi hep beraber inşa etmek istiyoruz.

Bu kapsamda;

En önemli ilkelerimizden birisinin özgürlükçü laiklik ilkesi olduğunun altını çizmek istiyorum.

Bugün; eski otoriter laiklik anlayışının hiçbir hükmü kalmadı.

Toplumumuzun üstün feraseti, artık bu eski anlayışı tarihe bir kayıt olarak düştü. Vatandaşlarımız bu sorunu da çözmesini bildi.

Milletimiz, kendisini sığdırmaya çalıştıkları o dar gömlekleri, sağduyusu ile yırtıp attı.

Bizim vatandaşlarımız, din ve vicdan özgürlüğünün tam sağlandığı bir ülkede yaşamak istiyor.

İşte o yüzden biz, DEVA Partisi olarak, bir yaşam tarzının, diğerine parmak sallamadığı bir düzenin öncülüğünü yapacağız.

Vatandaşımız, hangi dine veya mezhebe mensup olursa olsun, inansın veya inanmasın, devletin yaşam tarzına müdahalesinin kesinlikle olmaması gerektiğini düşünüyoruz.

(13)

Bakın arkadaşlar; devleti yönetenlerin, kendi dar bakış açılarını topluma dayatmak veya insanların yaşam tarzını düzenlemek gibi bir görevi olamaz.

Devlet, vatandaşını olduğu gibi kabul etmek zorundadır.

Devlet, millet için vardır. Devlet, insan için vardır.

Devletin temel insan hakları ve özgürlükler açısından görevi, her bir vatandaşının hakkını derhal tanımaktır.

İşte bu nedenle biz “özgürlükçü laiklik” anlayışıyla hareket ediyoruz.

Devletin topluma giydirmeye çalışacağı her gömleğin dar geleceğini biliyoruz.

Herkesin, inanç ve ibadet özgürlüğünü yaşayacağı, hiç kimsenin kendi yaşam tarzı üzerinde, herhangi bir endişe, gölge duymayacağı bir haklar ve özgürlükler sistemi kuracağız.

Endişeli modernmiş, endişeli muhafazakarmış; biz tüm kimliklerin endişelerini silip atacağız.

Ülkemizde tek bir endişeli kişi olmasın diye çalışacağız. Hedefimiz bu.

İnsanlarımızın can güvenliğini, hak güvenliğini ve mal güvenliğini koruyacağız.

Şimdi Mersin’e sormak istiyorum.

Hiç kimsenin, kendisini endişeli hissetmediği bir Türkiye için hazır mısın mersin?

Kimsenin ayrımcılığa uğramadığı, herkesin kendisini birinci sınıf vatandaş hissettiği bir Türkiye için hazır mıyız?

Evet arkadaşlar, hep beraber hazırız.

*****

Değerli arkadaşlar,

(14)

Biz, Mersin’imizin sorunlarını da görüyoruz, biliyoruz, takip ediyoruz.

Mersin il teşkilatımız mersindeki tüm sivil toplum örgütleriyle çok yakın bir temas içinde. Mersin’in nabzını çok iyi tuttuğumuzu düşünüyoruz.

Mersinli çiftçimiz, artan maliyetler karşısında isyan ediyor. Görüyoruz.

Fiyatlar düştüğü için, ürünlerin toplanmadığı limon bahçelerinde limonların dallarında kaldığını görüyoruz.

Plansızlık yüzünden, yanlış bölgelere verilen kredilerin, fiyatlarda dengesizlik oluşturduğunu görüyoruz.

Tarım arazilerinin, yine bir başka plansızlıkla imara açıldığının farkındayız.

Sorun listesi uzun.

Bakın, daha bu kongre salonuna girerken bir üreticimiz dedi ki, üretimde kullandığım ilacın fiyatı geçen sene 480 liraydı, bu sene de 850 lira.

Ama sattığı ürünün fiyatı o kadar artmıyor. Tam tersine bazı ürünlerde geçen seneye göre fiyatı düşmüş durumda.

Artık ekim dönemindeyiz. Çoğu çiftçimiz gübre alamadığından ekim yapmaktan vazgeçiyor ya da gübresiz yapacağım artık tarımı diyor.

Alacak param yok güç yetmiyor diyor. Bazı üreticilerimiz üretimden vazgeçiyor.

Ben korkarım ki, bu 2022 yılı zirai üretimde ve hayvancılıkta üretimin düştüğü, mecburen ithalatın arttığı bir yıl olabilir. Böyle büyük bir risk görüyorum.

Anadolu’nun, Trakya’nın her yerini gezdiğim için, çiftçilerimizle her yerde konuştuğumuz ve çok sayıda çiftçimizden bunu bizzat duyduğum için korkuyorum.

Eğer hükümet bu kafayla giderse tarıma bu kadar ilgisiz kalmaya, hesapsız, kitapsız, plansız, programsız uygulamalarına devam ederse Türkiye’nin daha az üretmesi ve daha çok ithal etmesi mukadder.

(15)

Bir dokunuyorsunuz, bin ah işitiyorsunuz.

Biliyorsunuz, geçtiğimiz haziran ayında, partimizin tarım eylem planını açıkladık.

Lansmana Çukurova’da başladık, Mersin’de devam ettik.

İktidarımızın ilk 90 gününde ve ilk 360 gününde yapacaklarımızı sıraladık. Bu ilk defa yapılıyor.

Daha önce hiçbir siyasi parti böyle seçimlerden çok önce bu kadar detaylı bir hazırlık yapıp toplumla paylaşmamıştı.

Ben kaç tane hükümet programının yazımında bulundum. Birkaç tane hükümet programının koordinasyonunu yaptım.

Şu anda bizim hazırlığımız bugüne kadarki hiçbir hükümet programında olmayan detayda bir hazırlık.

Açıkladığımız her şeyin bütçesini hesap ediyoruz. İç tutarlılığını kontrol ediyoruz. Çok büyük emek harcıyoruz. Ve bunu büyük bir sorumluluk hissiyle yapıyoruz.

Aklınıza gelen her alanda detaylı ev ödevi. Ki günü geldiğinde düğmeye basıp hemen uygulayabilmek için. Günü geldiğinde vakit kaybetmemek için. Bu ülkenin kaybedecek tek bir ayı, haftası, günü, saati yok.

İnşallah halkımızın desteğiyle Allah’ın yardımıyla Türkiye’yi yönetme yetkisini üstlendiğimizde elimizdeki her şey hazır olacak. Bütün yol haritası. Gün bir, dakika bir icraata başlayacağız.

İlk 90 dakikada bile çok yapacak işler var. Özellikle özgürlükler konusunda.

İfade özgürlüğü konusunda, basın özgürlüğü konusunda. İlk 90 dakika.

Açıklama meselesi bu. Açıklarsınız ve o andan itibaren ülke derin bir nefes alır.

Ve korkmayın diyeceğiz. Eleştiriden korkmayın. İstediğinizi yazın çizin. Kimse eleştirel bir köşe yazısı yazdığınız için sizi artık işten kovdurtamayacak

(16)

diyeceğiz. Bu kadar basit. Bu ilk 90 dakikanın açıklamasıdır bitti. Bu kadar basit.

Tarımla ilgili devam edeyim. Çok detaylı hazırlığımız var. Sadece kısa kısa başlık vereceğim.

Bu kapsamda;

Havza bazlı üretim ve ürün destekleme sistemine geçeceğiz.

Her bölgemizin suyu, toprağı, iklimi bazı ürünler için daha elverişli bazı ürünler için daha az elverişli.

O bölgede o bölgenin iklimi, suyu, toprağı neye uygunsa en çok verim hangi üründen alınıyorsa biz o ürüne daha fazla destek veririz. Havza bazlı destek bu demek.

Tarımsal destekleme sistemini, çiftçilerimize öngörülebilir ve istikrarlı bir gelir sağlamak amacıyla, basit, açık, anlaşılır ve şeffaf bir şekilde yeniden tasarlayacağız.

Tarım desteklerini, yani çiftçinin üreteceği ürüne vereceğimiz destekleri, üretim yapılan yıl açıklayıp, aynı yıl içinde ödeyeceğiz.

Şu anda ürün alınıyor daha desteğin ne olacağı belli değil. Sen önceden söyle ki desteği çiftçimiz ona göre ne ekeceğine karar versin.

Karanlığa, bir bilinmezliğe ekim yapıyor çiftçimiz. Ürün dönemi geldiği zaman destek açıklanıyor. Destek açıklanıyor bir sene sonra ödeniyor. Olmaz.

Çiftçimizin kullandığı mazot ÖTV’sini çiftçimize aynen iade edeceğiz.

Çiftçimize kullandığı gübrenin yüzde 50’sini yani tam yarısını biz devlet olarak karşılayacağız.

Çiftçilerimizin kredi borçlarını en az 2 yıl faizsiz olarak erteleyeceğiz. Bu süre içerisinde de çarklarını döndürebilmeleri için de ilave imkanlar sağlayacağız.

Tarımsal üretimi büyütmek için, büyükşehirlerde büyük ve atıl alanların kullanılmasını sağlayarak, şehir tarımını geliştireceğiz.

(17)

*****

Değerli arkadaşlar,

Mersin’de, “gençleştirme” adı altında çok fazla ağaç kesimi yapılıyor. Bu sadece mersinde değil kaç ilde gördüm bunu.

Kars Sarıkamış’a gittik. Girdiğim her yer konuştuğumuz herkesin içi yanıyor.

Ormanlarımızı katlediyorlar. Genç genç fidanları kesiyorlar.

Bir yandan ekonomik zorluk ama bir yandan bu ormanlarla ilgili şu son birkaç yılın bu vahşi uygulaması gerçekten vatandaşlarımızın artık canını acıtıyor.

Sarıkamış’ta bunları konuşurken gözümüzün önünde böyle büyükçe bir kamyon kesim yapılmış ağaçları götürüyor. Çapları 3,5,10 cm. Bu kadar.

Yazıktır günahtır. Esnaf, sayın başkanım bizim ormanlarımız gidiyor, ciğerlerimiz gidiyor dedi.

Dünyada ham madde fiyatları arttı, temel girdi fiyatları arttı ya. Bu da maalesef daha vahşi bir bakışın önünü açtı. Fiyat yüksek ve çok cazip. Arada kaçak maçak kes götür iyi para kazanıyorlar.

Ama bu işe dur demesi gereken devlet, devlet. Devlet buna göz yummayacak ya. Devlet bunun için var.

Böyle rant, vahşi kapitalizm, bunu dengeleyecek ancak devletin gücüdür. Ama bu rantı sağlayanlar devlet yetkilileriyle uyumlu çalışamaya başladığında işte olan bu ülkeye oluyor.

Bizler; nesiller arası adalet ilkesiyle hareket ediyoruz. Sadece kendi neslimizi değil gelecek nesilleri de düşünmek zorundayız. Çevre konusunda, ormanlarımız konusunda, su kaynaklarımız konusunda.

Tüm canlı ve cansız varlıkların korunması gerektiğini düşünüyoruz.

İşte bu anlayışımızdan hareketle, orman varlıklarımızı korumayı, temel bir öncelik olarak ele aldığımızı da vurgulamak istiyorum.

(18)

Bununla birlikte; ülkemizin en büyük konteyner limanına sahip, ulaştırma ve lojistik sektörü denildiğinde akla ilk gelen öncü şehrimiz mersin’de bir konunun daha altını çizmek istiyorum.

Arkadaşlar, bizler taşımacılık sektörüne önemli yenilikler getireceğiz.

Bir lojistik master planı hazırlayacağız. Bu plan sayesinde; çok araçlı lojistik merkezlerden en üst seviyede faydalanacağız.

Lojistik alanında uzun süredir devam eden, ancak bir türlü sonlandırılamamış çalışmaları, revize edip uygulayacağız.

Liman kapasitesini geliştirerek, liman işletmeciliğini iyileştirerek, deniz taşımacılığında da atılıma imza atacağız.

Gemilerimizin uluslararası standartlara uygunluklarını hassasiyetle takip edecek ve beyaz bayraklı olması için çaba sarf edeceğiz.

Şimdi Mersin’den bir söz duymak istiyorum.

Arkadaşlar, ekonomide, hep beraber, tarihi bir atılım yapmak için hazır mıyız?

Bu milletin refahı için sokak sokak, ev ev, dükkân dükkân çalışmaya hazır mıyız?

Çalışacağız arkadaşlar.

Çünkü biz, Türkiye’nin haysiyetli insanları için buradayız.

Bizim çözüm haritamız belli. Çözümün sözcüsü bizler olacağız.

Ayrışmayacağız, ayrıştırmayacağız. Toplumu kutuplara ayırmayacağız.

Hep beraber Türkiye’nin yaralarını saracağız.

Hepinize çok teşekkür ediyor, Mersin il kongremizin hayırlı olmasını diliyorum.

Referanslar

Benzer Belgeler

Suyun toprakla buluşması gibi tüm Bursa çok şükür artık DEVA, DEVA diyor ve hep beraber bizi bekliyorlar.. Bunu bugünkü saha

Tüm Avrupa ve Türkiye, Türkiye’nin de içinde olduğu Avrupa, çok net ve hızlı adımlarla bu yeni dönemin gereklerini yerine getirmek zorundadır.. Artık hiçbir şey eskisi

Ülkenin kaynağı bollaştığında, kasa dolduğunda bu sosyal yardımlar, sosyal destekler de çok daha yüksek miktarlarda olacaktır.. Çok daha insan onuruna yaraşır miktarlarda

DEVA Partisi olarak bizim asli sorumluluğumuz; ekonomik krizin bir kez daha üstesinden gelerek, milletimizin refahını yeniden yükseltmektir. DEVA Partisi olarak bizim asli

Biz DEVA Partisi olarak, bu ülkenin haysiyetli insanlarına yakışır, müreffeh, eşit, adil, özgür bir ülke inşa etmek için geliyoruz.. Biz

Maraş’ın sürekli göç veren değil, her yıl daha fazla turist çeken bir şehir olması için çabalayacağız. Kısacası

Bizler de DEVA Partisi olarak bir hafta boyunca yurdun her köşesinde eğitim için sahada olacağız.. Okullarda, öğretmenlerimizle, velilerle,

Çünkü aşıyı tedarik edenler, siz de vaka fazla değil, çok daha fazla vakası olan ülkelere önceliği vereceğiz deyince apar topar aka sayısı günlük 15 binden hemen