Week 11 Comedy
The border-line, however, between comedy and other dramatic forms cannot be sharply defined, as there is much overlapping of technique, and different "kinds" are frequently combined. Even the difference between comedy and Tragedy tends to disappear- as Allardyce Nicoll points out, in their more idealistic forms. HIGH COMEDY and LOW COMEDY may be further apart from each other in nature than are TRAGEDY and some serious comedy. Psychologists have shown the close relation between laughter and tears, and TRAGEDY alike sprang, both in ancient Greece and in medieval Europe, from diverging treatments of ceremonial performances.
Since comedy strives to provoke smiles and laughter, both WIT and HUMOR are utilized. In
general the comic effect arises from a recognition of some incongruity of speech, action, or character revelation. The incongruity may be merely verbal as in the case of a play on words, exaggerated assertion, etc.; or physical, as when stilts are used to make a man's legs seem disproportionately long;
or satirical, as when the effect depends upon the beholder's ability to perceive the. j incongruity between fact and pretense exhibited by a braggart. The range of appeal here is wide, varying from the
crudest effects of LOW COMEDY to the most subtle and idealistic reactions aroused by some HIGH COMEDY. The "kinds" of comedy and, in part, the relation between comedy and TRAGEDY are thus accounted for. As one writer says: "We have seen that comic effects have a common basis in incongruity, contrast; that the
incongruity may lie principally in the realm of events, and we have comic intrigue, or in the realm of appearances, and we have comic character; while usually both these are found in conjunction, but with preponderating emphasis on one or the other, which gives us farce or intrigue comedy on the one
hand and character comedy on the other... Comedy itself varies according to the attitude of the author or recipient, tending, where it becomes judicial, toward satire; where it becomes sympathetic, toward pathos and tragedy."
dramatic forms: tiyatro biçimleri disproportionate: oransız overlapping: örtüşme, çakışma satirical: yergi türünden high comedy: ince komedi beholder: seyirci
low comedy: kaba komedi braggart: palavracı diverging: değişik, ayrı crude: yavan
strive: çaba göstermek intrigue: entrika
incongruity: aykırılık preponderating emphasis: ağırlıklı vurgu verbal: sözel pathos: acıma, acımaklı
Dilbilim çalışmasına girişen kimsenin karşılaştığı temel güçlük, dile nesnel biçimde bakmaya hazır olmaktır. Çünkü dil olduğu gibi kabul ettiğimiz bir-şeydir; çocukluktan başlayarak, pratik bir biçimde, üzerinde çok düşünmeden bildiğimiz birşeydir. Bu yönden çoğu zaman belirtildiği gibi, bilinen şeylere yeni bir biçimde bakmak büyük çaba gerektirir. Dilin nesnel biçimde incelenmesine engel olan yalnızca dili sezgisel, pratik bir biçimde tanımamız da değildir. Dile ilişkin birçok toplumsal ve ulusal önyargılar, okullarda sık sık okutulan geleneksel dilbilgisinin bozuk biçiminden ileri gelen birçok yaygın yanlış anlamalar da vardır. Bir kimsenin bu önyargılardan ve yanlış anlamalardan kendini kurtarması oldukça güçtür, ama bu, atılması hem gerekli, hem de yararlı bir adımdır.
Karşılaştırmalı dilbilim, genel dilbilimin bir dalı olarak, açıklayıcı bir bilimdir. Dillerin değiştiğine ve değişik dillerin değişik ölçülerde birbirleriyle ilişkili olduklarına ilişkin açık gerçeği açıklamaya çalışır.
Dillerin geçirdiği değişimler ve diller arasındaki değişik ölçülerdeki ilişkiler, yeni kanıtların bulunması ve kanıtlara bakmada ya da onları dizgeleştirmede yeni bir yöntemin benimsenmesi sonucu yeniden ele alınması gereken öteki bilimsel varsayımlar gibi, varsayımlar açısından açıklanabilir. Hint-Avrupa varsayımları bu iki nedenle sürekli değiştirilmiştir.
'Evrim' terimini bugün 19. yüzyıl bilginlerinden oldukça değişik biçimde yorumluyoruz, 'ses yasası', 'yeni kurum' ve 'örnek-seme' gibi terimleri biraz değişik bir biçimde anlayabiliyoruz; bizden
öncekilerden daha açık bir biçimde, dil değişiminin salt zamanın bir fonksiyonu olmadığını, toplum ve
coğrafya koşullarının da bir fonksiyonu olduğunu algılayabiliyoruz ve dillerin kimi koşullarda 'zaman içinde, 'ayrıldıkları' gibi 'bileştiklerini' kabul ediyoruz.