• Sonuç bulunamadı

Örneğin faciası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Örneğin faciası"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

,

/^3

rf

2 6 ^

“ÖRNEĞİN FÂCÎASI”

H İKM ET İLAYDIN

Başlığı Nihad Sâmi Banarlı’nın bir yazısından aldım1. Vaktiyle Nurul­ lah Ataç, meselâ yerine örneğin yazmağa başlamıştı. Zamanla bunu kullanan­ lar çoğaldı. Bugün yazılarda görüyoruz, konuşmalarda, resmî demeçlerde duyuyoruz. Demek ki sözcüğü beğenenler var.

Biz, Türkçenin yenileşmesi, yenileşmemesi konusunda bazı çevrelerce sembol haiine getirilen2 bu sözcük üzerine bir şey söylemeyeceğiz. Tutarsa tutar. Belki ileride dilin bir kesiminde bu kullanılır, meselâ da öyle değil midir? Halk, onun yerine daha çok sözün gelişi, söz gelişi, söz temsili, sözüm... der; gösteri düşkünü okumuşların, ikide bir “yani, meselâ” demelerine ta­ kılır. Karagöz, kibar kişilerle veya bilgiç Hacivat’la konuşurken, kimi za­ man, alay olsun diye meselâ’yi bozar, semelâ yapar3...

I

Sayın Banarlı konuyu öfkelice inceliyor. Onun verdiği bilgilere göre, bir eleştiricisi, yakın yüzyılların sözlüklerinde örnek sözcüğünü görmüş. Eski bir sözlükte de Farsça nümûdâr karşılığı olarak bu sözcüğe rastladığını, metnin fotoğrafını çektiğini yazmış; aradan yıllar geçtiği halde sözlük­ lerden de, fotoğraftan da haber çıkmamış4.

Yazar, artık örnek üzerinde değil de, bundan türetildiği söylenilen ör­ neğin üzerinde durulmasını öneriyor. Onun görüşüyle, Ermenice orinag’dan alınan örnek Türkçeleşmiştir. Ancak, Arapçadan gelip çok daha önce dili­ mize yerleşen meselâ’mn yerine Ermenice kökenli örneğin’i (yine yazara göre Ermeni dilinde de aynı anlama gelen benzer söylenişli orinag-imn’i)

koyma-1 Nihad Sâmi Banarlı, Türkçenin Sırları, İstanbul koyma-1972, “örneğin Fâciası”, s. koyma-148-koyma-154.

2 Bir zamanlar uyak sorunu da “abes-muktabes” sözcükleri üzerinde tartışılmıştı.

1 Cevdet Kudret, Karagöz, III. cilt, Ankara 1970, s. 289, 328-329.

* Sayın Dizdaroğlu’nun uyarısıyle öğrendim: Bu eleştirici, rahmetli dost Haydar Ediskun’

muş. Ediskun, iki yazısında {Türk Dili, haziran ve aralık 1966), örnek sözcüğüne bazı eski kitaplarda rastladığını bildiriyor. Bunlardan dört tanesi bizim kaynaklarımız arasında da geçecektir (Burhan çevirisi, Şeyh Süleyman Efendi, Redhouse ve Radloff sözlükleri). Senglâh’la ilgili notu Ediskun’dan alıyoruz. Yazıda anılan XVI. yüzyıl yazması hakkında şimdilik bir şey söyleyemeyeceğiz.

örnek sözcüğü üzerinde Ediskun’un vardığı sonuç, kesin olmamak kaydıyle, ikinci yazıda şöyle

kısaltılmıştır:

or- > or-an > or-an-(a)k > ornak > örnek

Baştaki “or-”, bugün de kullandığımız oran’ın kökü sayılmıştır.

ilk yazıda, “nümûdâr” ve “örnek” sözcüklerinin, yazma nüshadan çekilmiş klişesi de bulun­ maktadır.

(2)

246 “ ÖRNEĞİN FACİASI”

mız, “her bakımdan sakat, gaafilâne bir harekettir” , dilimize yeni bir Er­ menice sözcüğün katıldığını fark etmemektir5 *.

Bununla birlikte, yazar daha çok örnek'ten söz ediyor. Bu sözcüğün

“ Gök-Türk Kitabeleri'nde, Eski Uygur metinlerinde, Oğuz Kağan Destanı'nda”

ve “KutadgU Bilik, Atebetü'l-Hakaayık, Dîvân-ı Hikmet" gibi ilk İslâmî Türk edebiyatı ürünlerinde bulunmadığını kaydettikten sonra diyor ki:

Örnek kelimesi, Dîvânü Lûgaati-t-Türk’de y o k t u r . (XI. astr)

İbnü Mühennâ Lügati’nde y o k t u r . (XIV. asır)

Kitâbü’l-tdrâk li-Lisânü' l-Etrâk’ de? y o k t u r . (XIV. asır)

E l Kavântnü'l Külliye’de y o k t u r . (XV. asır)

Hâsılı, bu asırlarda yazılan h i ç b i r s ö z l ü k t e y o k t u r .

Örnek kelimesi, eski Türk dili ve edebiyatı metinlerinde ö y l e s i n e y o k t u r kı bizzat Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan “ Tanıklanyle Tarama Sözlüğü, 1-4 de de

y o k t u r .

“ Tanıklanyle Tarama Sözlüğü, 14. yüzyıldan günümüze kadar, Türkiye Türkçesiylc yazılmış eserlerdeki Türkçe sözlerin sözlüğüdür.” diyen Dil Kurumu, bugüne kadar Türk Halk edebiyatından, tekke edebiyatından ve Dîvan edebiyâtından taradığı 160 eserde, b i r d e f â c ı k o l s u n , örnek kelimesine r a s t l a m a m ı ş t ı r . Böylece bu kelime:

Dede Korkut Kitabı’nda y o k t u r .

Yûnus Emre Divânı’ndn y o k t u r .

Karaca Oğlan, Kâtibi, Kuloğlu, Kul Mustafa, Âşık, Emrah, Derdlt v.b. gibi, sazşâirlerinin şiirlerinde de y o k t u r .

X III. asırdan X IX . aşıra kadar h i ç b i r Divan şâirinin eserinde, hâsılı bu asırlar içinde yazılan tam 160 kitabın taranışında bu kelimeye t e s â d ü f e d i l m e m i ş t i r .

Şimdi, b u n e b i ç i m T ü r k ç e k e l i m e d i r ki Türk halk şâirleri gibi, tekke şâirleri ve Dîvan şâirleri de tam bir sözbirliği hâlinde bu kelimeyi h i ç k u l l a n ­ m a m ı ş l a r d ı r .

Yazar, cevabı kendisi veriyor:

Çünkü ( . . . ) Bu kelime ( . . . ) ş u s o n a s ı r l a r d a t ü r k ç e l e ş m i ş , fakat uzun

müddet edebiyâta giremiyecek kadar s ö n ü k v e m a h a l l î kalmış ve şu son asırlarda önce sözlüklerde sonra edebiyat dilinde g ö r ü n m e ğ e b a ş l a m ı ş t ı r .

Sözcüğün Ermeniceden geldiğine ilk önce Büyük Türk Lügati yazarı Hüseyin Kâzım Bey dikkat etmiş7. Banarlı, onu doğrulayarak, orinag m, 1821, 1825, 1875-79, 1905 yıllarında basılmış dört Ermenice-tngilizce söz­ lükteki karşılıklarını, türevlerini sayıyor8 9.

“Fâcia” diye başlayan yazı, şu melodram cümleleriyle özetlenmiş gibidiı:

5 örnek ve örneğin’le ilgili öbür tahminler için bkz.

Haşan Eren, “Türk Dilinin Étymologique Sözlüğünden Örnekler , XI. Türk Dil Kurultayında Okunan Bilimsel Bildiriler, Ankara 1968, s. 11-12.

A. Dilâçar, “O rta Îranca-Türkçe ilişkileri” , aynı kitap, s. 157-158. 9 “...li-Lisâni’l...” olacak.

7 Hüseyin Kâzım Kadri, Büyük Türk Lügati, I. cilt, İstanbul 192/, s. s n .

H. K. Kadri, örnek sözcüğünün Ermeniceden geldiğini, Bedros Kerestecıyan ın 1912 de Lon­ dra’da basılan eserindeki (.Dictionnaire étymologique de la Langue turque) görüşe dayanarak ileri sürmek­ tedir. Nitekim oradaki “örnek” maddesini, başka birçok maddeler gibi, Ermen.ce-Fransızca asliyle kitabına almıştır. , . , .. , .

(3)

( . . . ) orinag kelimesini örnek yapıp hazmeden, Türk halkının dehâsıdır. Aynı kelimeden yapıldığı iddiâ edilen ç i r k i n ve y ı k ı c ı örneğin “sözcüğü ise uydurmacıların gayr-ı meşrû bir çocuğudur. B u n u n i ç i n ç i r k i n , b u n u n i ç i n a n o r m a l v e b u n u n i ç i n y a r a t ı l ı ş g a r i b e s i d i r (!).

*

Asıl söyleyeceklerimize geçmeden, Sayın Banarlı’nm yazısındaki bazı noktaların açıklığa kavuşturulmasını gerekli buluyoruz:

a) örnek1 2 3 4 * * * * in Ermeniceden alındığını yazan Büyük Türk Lügati’nin ilk cildi 1927’de yayımlandı. Ermenice-Ingilizce sözlükler de 1821-1905 yılları arasında yayımlanmış. Demek ki sözcüğün geçmişiyle ilgili bilgilerimiz, yazıya göre, X IX . yüzyılın başlarından öteye gitmiyor.

b) Sözcük, “şu son asırlarda” Türkçeleşmiş, uzun süre sönük ve mahallî kalmış, sonra sözlüklere, daha sonra “edebiyat diline” geçmiş. İyi ama şu “son asırlar” nerede başlar, nerede biter? Yazarın, X IX . yüzyıl divan, tekke ve halk şairlerinde bile örnek e rastlanmadığından kesinlikle söz ettiğine bakılırsa, bu sözcük, o sıralarda ya henüz sönük ve mahallî dönemini yaşa­ maktadır, ya da bu dönemi aşıp sözlüklere geçmiştir, dolayısıyle “edebiyat diline geçme” dönemini beklemektedir. Cümleyi böyle yorumlayabiliyoruz.

c) Sözcüğün mahallîliği de yazıda aydınlatılmamıştır. Mahallîdir de hangi mahallin ağzında kullanılmıştır, burası belli değildir.

ç) Yazarın saydığı eski metinlerde (Orhun yazıdan, Oğuz Destanı, Ku- tad-gu Bilik, Atebetü’ l-Hakâyık, Dîvân-ı Hikmet, Dede Korkut Kitabı, Tunus Di­ vanı, öbür halk, tekke, divan şairlerinin eserleri...) örnek geçmeyebilir de... Ancak bu, sözcüğün Türkçede bulunmadığı anlamına gelmez. Çünkü o eserlerin hiç biri sözlük değildir. O eserleri hazırlayanlar, sadece konularının gerektirdiği kişisel vokabüleri kullanmışlardır. Bir yazar, eğer sözlük yapmı­ yorsa, dilin tüm malzemesini eserinde toplama kaygısına düşmez.

Şurasını da gözden uzak tutmayalım ki eski edebiyatımızda bir kısım sözcükler zamanla azalmış, bunların yerlerini yabancı karşılıkları almıştır. Halk edebiyatımızda bile böyle olmuştur. Yakın zamanlara kadar aydınlar dilinde örnek, genellikle “nümûne” idi, “misâl’’di. örnek kişi, bizim çocuklu­ ğumuzda “nümûne-i imtisal” di9...

d) Yazıda anılan ve bazıları daha çok gramer niteliğinde olan eski söz­ lükler (Dîvânü Lügat, İbnü Mühenrıâ, El-îdrâk, El-Kavânînü’l-Külliyye), çağdaş

1. Paschal Aucher, Dictionary Armenian-English, Venice. 1821; 2. John Brand, A Dictionary Armenian and English, Venice 1825;

3. Matthias Bedrossian, Mew Dictionary Armenian and English, Venice 1875-79; 4. Z. D. S. Papazian, A Practical Dictionary Armenian-English, Istanbul 1905.

orinag sözcüğünün yazıda sayılan karşılıkları: “misâl, model, orijinal, kopye, fikir, gölge, ha­ yal, resim, desen, plân, şekil, usûl, yol, nevi, nümûne vb.”

9 Memleketimizde basımevi kurulması için verilen fetvada şu cümleler geçer: “ ( . . . ) Zeyd, ‘Lügat ve mantık ve hey’et ve bunların emsâli ulûm-i âliyede {âlet ilimlerinde) te’lîf olunan kitâb-larm hurûf ve kelimâtınm sûretlerini birer kalıba nakş edüb evrâk üzerine basma ile ( . . . ) misllerini

tahsil ederim’ dese ( . . . ) zemân-ı kalîlde bilâ-meşakka nüsah-i kesîre hâsıla olub...” (1141 Hicret yılında basılan Vankulu sözlüğünün başında. Bkz. Prof. Fahir Iz, Eski Türk Edebiyatında Nesir, I. cilt, İstanbul 1964, s. 61). Buradaki sûret, misi ve nüsah (nüshalar)’dan herhangi birinin yerine, söz­ lüklerdeki çeşitli anlamlarından biriyle, örnek kullanılabilir.

(4)

248 “ ÖRNEĞİN FÂCİaSI”

anlayışımızla düzenlenmemişlerdir. Bu bakımdan dil haznemizin tümünü vermezler. Sözgelişi İbnü Mühennâ’da. madde başı olabilecek sözcük toplamı (gramer açıklamalarındaki sayılı örnekler bir yana) 2.400’ e ancak yakla­ şırken, ondan üç yüzyıl önce yazılan Dîvân1 da 7.000 kadar madde buluruz. Eski sözlüklerimizin en genişi bu olmakla birlikte, Kâşgarlı, yine de az kul­ lanılan sözcükleri kitabına almadığını bildirmektedir.

e) Türk Dil Kurumu’nun Tarama Sözlüğü’ne gelince: Bunların dört ciltlik ilk dizisi10 için elden geçirilen 160 eser, yazarın da bildiği gibi, eski kültür ve dil ürünlerimizin hepsi demek değildir. Hatta altı ciltlik yeni dizi11, 227 eserin taranmasından elde edilmişken, yine de eksiktir. O kitaplar, belli bir çerçevede kaldıklarından, geçmişteki dil varlığımızın bütününü yan­ sıtmazlar.

f) Bir de şu var: Bu sözlüklere, Türkiye Türkçesinin ya bugün kulla­ nılmayan, ya da sesçe, anlamca az çok değişikliğe uğrayan sözleri alınmış­ tır. Dört ciltlik dizinin önsözlerinden birinde, “Madde başlan, şimdi kul­ lanılmayan veya yaygın olmayan sözlerdir. Aralarında şimdi kullanılanlar davardır, ancak bunlar bugünkü anlamlarından ayrı anlam bildirenlerdir.” denmektedir12. Çağdaş özellikleriyle “nümune” karşılığı örnek sözcüğünü orada aramamız bizi yanıltabilir13.

g) Uygurca metinler için de aynı şeyleri düşünebiliriz. Henüz hepsinin okunmadığını da sözlerimize eklemeliyiz.

ğ) örnek sözcüğünün Ermeniceden geldiğini yazan Büyük Türk Lügati ise, kanımızca, güvenilir bir kaynak olamaz. O kitapta, Kazan ve Çağatay lehçelerindeki ürnek ve örnek doğrudan bu lehçelerin malı (= Türkçe) olarak nitelenirken, biraz aşağıda, aynı sözcüklerin Batı lehçesindeki şekli Erme­ nice asıllı sayılmaktadır. Bu çelişki, yazarın örnek maddesinde dahi tutarlı bir yargıya varamadığını göstermektedir14.

II

Şimdi sözcüğün dilimizdeki durumunu kısaca gözden geçirelim: A

Aşağıdaki kaynakların çoğu ev kitaplıklarında da bulunabilir. Bunlar, az farkla, zaman bakımından, Banarh’nm saydığı Ermenice-Ingilizce söz­ lüklerin paralelinde yer alan eserlerdir. Hiç birinde örnek, yabancı kökenli diye gösterilmez15:

10 TDK, Tamklanyle Tarama Sözlüğü, I-IV . ciltler, Ankara 1943-1957. 11 TDK, Tarama Sözlüğü, I-V I. ciltler, Ankara 1963-1972. ,J TDK, Tamklanyle Tarama Sözlüğü, IV. cilt, s. III. 13 Yazımızın II. bölümünde 24. maddeye bkz. 11 H. K. Kadri, agy., s. 371.

(5)

i . İlk baskısı ı8 3 i’de, ikinci baskısı ı843’te yapılan Fransızca-Türkçe Bianchi sözlüğünde maddelerden biri şöyledir16:

ECHANTILLON, [ . . . ] eurnek [örnek], t [Türkçe]; [ . . . ] numounè [numune], p [Farsça].

2. Türkçe-Fransızca sözlüğü 1867’de yayımlanan Mallouf’a göre de örnek Türkçedir. Kitabında buna “modèle, échantillon” anlamları veril­ miştir17.

3. Dilimizle ilgili ilk eserini 1855’te yayımlayan Redhouse m tanınmış Türkçe-îngilizce sözlüğünde (Birinci baskısı 1890’da yapılmıştır.), örnek Türkçe olarak (“T ” kısaltması ile) gösterilir ve şöyle açıklanır18:

I. A specimen, a sample. 2. A dessign. [örnek] almak, To take exemple, [örnek] çı­ karmak, To take a copy.

Yazarın, dilimizdeki yabancı sözcükleri toplayan Lugât-ı Osmaniyye adlı eserinde de örnek madde başı değildir, “enmûzec, nümûdâr, nemûzec, nümûne” maddelerinin karşılıkları verilirken kullanılmıştır19.

4. Ahmed Vefik Paşa, örnek sözcüğünü, Lehce-i OsmânVsinin Türkçe sözcükler bölümünde, “nümûne, nüsha, nîreng, nümûdâr, misâl, menend, güne” diye açıklar, {nüsha, yazıdan söz ederken kullandığımız “suret, kopya” karşılığıdır; bugün daha çok örnek diyoruz, nîreng, “taslak” ; menend, ben­ zer” ; güne, “gibi, gibisine” anlammadır.) Sözcük, eserin “enmûzec” madde­ sinde de karşılık olarak geçer20.

5. Ebüzziyâ Tevfik, aynı kanıdadır21.

6. Şemseddin Sami’nin Kâmûs-i TürkV sinde örnek Türkçedir22.

7. Salâhı, Kâmûs-i Osmânî'sinde, örnek sözcüğünü madde başı yapmaz, “nümûne, nümûdâr, nümûzec” maddelerini açıklarken kullanır23.

8. Muallim Nâcî de aynı görüştedir24. 9. Ali Seydî’de de sözcük yine Türkçedir25 *.

18 Bianchi, Dictionnaire Français-Turc, 2. basım, I. cilt, Paris 1843, s. 555.

17 M. Mallouf, Dictionnaire Turc-Français, I. cilt, Paris 1867, s. 141. Aynı kamda olan Zenker’i, eserine pek güvenilmediği için, burada hatırlatmakla yetiniyoruz (Dictionnaire Turc-Arabe-Persan,

Leipzig 1866).

18 J . W. Redhouse, Türkçeden İngilizceye Lügat Kitabı (A Turkish and English Lexicon), Istanbul 1921, s. 248.

19 Aynı yazar, Kitâb-ı Müntehabât-ı Lugât-i Osmâniyye ,Istanbul 1280, s. 47, 210. 20 A. Vefik Paşa, Lehce-i Osmânt, 2. basım, Istanbul 1889, s. 140, 899.

21 Ebüzziyâ Tevfik, Lugat-i Ebüzziyâ (Tamamlanmamış), Istanbul 1890, s. 213. 22 Şemseddin Sami, Kâmûs-i Türki, Istanbul 1899, s. 200.

25 M. Salâhı, Kâmûs-i Osmânt, 4. bölüm, Istanbul 1906, s. 611. 24 Lugat-i Ffdci, “enmûzec, meşk, nümûne” maddeleri.

25 Ali Şeydi, Resimli Kâmûs-i Osmânt, Istanbul 1909-1914; “enmûzec, örnek, meşk, nümûne” maddeleri.

(6)

250 •ÖRNEĞİN FACİASI”

i o. Diran Kelekyan, ilk baskısı ı g n ’de yapılan Türkçe-Fransızca sözlüğünde, yabancı asıllı sözcükleri dikkatle belirttiği halde, örnekti Türkçe olarak gösterir, kendi dili olan Ermenice’deki orinag’dan söz etmez26.

Görüldüğü gibi, aralarında yabancıların ve bir Ermeni yurttaşın bulun­ duğu on tane güvenilir sözlük yazarı, aşağı yukarı bir yüzyıl süresince, örnek’i Türkçe olarak nitelemişler, öyle sunmuşlar, öyle kullanmışlardır. Bu birle­ şimin de, hiç değilse, düşündürücü bir yönü olmalıdır.

B

Sözcük, öteden beri dış Türk ülkelerinde de bilinmektedir:

ı ı . Mîrzâ Muhammed Mehdi Hân, 1759/60’ta tamamlanan ve Senglâh adiyle tanınan Çağatayca-Farsça sözlüğünde örnekti “timsâl” (resim) karşılığı olarak göstermektedir27.

12. ŞeyhSüleymân Efendi’nin 1880/81’de basılan Çağatayca-Osman- lıca sözlüğünde şu maddeyi okuyoruz28:

örnek: Nümûne, örnek [Türkiye Türkçesindeki imlâsı ile], nüsha, misâl, suret, resim,

kılık.

13. Radloff’un tanınmış Türk lehçeleri sözlüğünde bu sözcüğün Os­ manlI ve Kırgız lehçelerinde kullanıldığı yazılıdır29.

14. Profesör Haşan Eren’in bir yazısında, sözcüğün “nümune, misal, model” anlamlarıyle şu lehçelerde bulunduğu belirtilmiştir: Kırgızcada (örnök), Kazakçada {örnek), Başkurtçada {ürnek), Nogaycada {örnek)30.

15. A. Dilâçar’ın bir yazısında da, “biçki kalıbı, desen, model, misal, nümune, ölçü” karşılığı olarak şunlar sayılmaktadır: Kırım Osmanlıcasında örnek, Azerî Türkçesinde örnek, Kazan Türkçesinde ürnek31.

C

Yeniden Batıya dönelim ve biraz daha gerilere gidelim:

16. 1797’de tamamlanan Burhân-ı Kâtı’ çevirisinin üç maddesi şöyle-dir32:

nemûdâr [nümûdâr]: Nümâyân ve mer’î ma’nâsmadır; ve örnek ve şibh ve mânend ve nazır ma’nâsınadır ; ve hüccet ve delil ve burhân ma’nâsına gelir.

28 Diran Kélékian, Kàmûs-i Fransevi (Dictionnaire Turc-Français), yeni basım, İstanbul 1928, s. 194.

27 H. Ediskun, “Orinag, Örnek ve örneğin Hikâyesi”, Türk Dili, sayı 183, aralık 1966. 28 Şeyh Süleymân-ı Buhârî, Lugat-i Çağatay ve Türki-i Osmânt, İstanbul 1880/81, s. 31.

T. D. T. C., Tarama Dergisi, I. cilt, İstanbul 1934, s. 635, “nümune” maddesi; H. Ediskun, a. g. makale. (Radloff’un eseri: Versucheines Wôrterbuchesder Türk-Dialecte, St. Petersburg 1893-1911)

J0 H. Eren, a. g. makale, s. 11. 31 A. Dilâçar, a. g. makale, s. 158.

(7)

nemûne [nümûne]: Nâ-temâm ve nakıs ma’nâsınadır; ve zişt ve çirkin ve ters ve ma’- kûs ve görümlük ve örnek ve misi ve mânend ma’nâlarınadır.

destur: [ . . . ] resm ve kSnûn ve töre ma’nâsınadır; ve örnek ve nümûne ma’nâsına da gelir.

17. Aynı yazarın Kâmûs çevirisindeki maddelerden ikisi de şöyledir33:

el-nemûzec [ . . . ] : “Nemûde” veya “nemûne” muarrebidir [Arapçalaşmışıdır]. Bir nesnenin misâline denir ki örnek ta’bîr olunur, andan ol nesnenin hâli ma’lûm olur. Kezâlik bir nesneden bir mikdâra dahi denir ki anınla da ol nesnenin hâl ve sıfatı müteayyin [belirlen­ miş] olur; meselâ çukanın örneği gibi ki çeşit ve mostura ta’bîr olunur...

el-misâl [ . . . ] : ve bir nesnenin örneğine ve sıfatına denir...

Mütercim Âsım’ın bu satırlarından, sözcüğün, X V III. yüzyıl sonların­ da sözlüklerin Türkçe açıklamalarına girecek kadar tanındığım, öyle sönük ve mahallî kalmadığını anlıyoruz. Kitapların titiz ve gerçekçi çeviricisi, yetiştiği Antep yörelerine özgü (mahallî) sözcükler için “bizim diyarlarda” deyimini kullanmaktadır34.

18. X V III-X IX . yüzyıl divan şairi Enderunlu Vâsıf, tanınmış Mu­ hammeslerinden birinde, kızına öğüt veren bir ananın dilinden, kadın ko­ nuşmalarını taklit ederek şunları söyler35:

Al elden örnek, işle, geçin küt-i lâ-yemût;

Olma sokak süpürgesi, kadın kadıncık ol!

“Ellerden örnek al da işle (veya çalış); kıt kanaat olsa da geçinmeğe bak...” Birinci dizeyi, “Al elden, örnek işle...” diye de okuyabiliriz. Belli ki o çağlarda örnek almak, örnek işlemek deyimleri, özellikle kadınlar arasında yaygındır.

19. 1809’da ölen X V III. yüzyıl şairi Sünbülzâde Vehbî, şiirden ve şairden söz eden ünlü Suhan kasidesinde, Türkçeyi doğru dürüst bilmeden Arapça, Farsça şiir söylemeğe kalkışanları eleştirirken, Acem şiirine deği­ nir36. Onca,

Başka örnekte olur kâle-i zcr-beft-i Acem, Rûmda çıkmaz anın gibi mutallâ-y suhan.

“Sırma işlemeli Acem kumaşı başka örnekte olur. Öyle yaldızlı şiir Anadolu’da çıkmaz.”

başka örnekte deyimi, “başka bir türde” anlamına geliyor. Ama “Örnek, kâle (kumaş), zer-beft (sırma işlemeli), mutallâ (yaldızlı)” tenasüh’’ünden de,

“kumaş-örnek-örgü” ilgisi ortaya çıkıyor.

20. X V III. yüzyılın büyük divan şairi Şeyh Galib (1757-1799)’^ bir gazelinde şu beyti okuyoruz37:

33 Aym yazar, Kâmûs çevirisi, İstanbul 1304, I. cilt, s. 839 ve IV. cilt, s. 84. 34 Sözgelişi bkz. Burhdn çevirisi, s. 569, “magzîn” maddesi.

33 Vâsıf Divanı, 1285 basımı, s. 139.

36 Ziya Paşa, Harâbât, I. cilt, İstanbul 1291, s. 117. 37 Calib Divanı, Bulak basımı, “Gazeller”, s. 113.

(8)

252 ÖRNEĞİN FÂCİASI” Pür-hûnî-i pîrâhen-i Yûsuf’dan al örnek, Hem-reng-i mahabbet görün ihvân arasında.

“Yûsuf’un gömleği kanlar içinde... Bundan örnek al; kardeşler ara­ sında sevginin rengine boyanmış görün.” (Baskıda görün sözcüğü, “görü­ nüz” anlamına gelecek biçimde ve yanlıştır.)

21 . Aym şair, divanındaki hikâyeciklerinden birinde, renkten renge giren (televvün âleminde) bir gezgin dervişi anlatırken,

Bakub her rengden bir örnek almış, Televvünde işi Allah’a kalmış...

diyor38. İki beyitte de “renk-televvün-örnek” sözcüklerinin, nakış’ı hatırla­ tan anlam yakınlıkları dikkati çekiyor.

22 . Sayın Banarlı’nın yazısında adı geçenlerden X V II. yüzyıl saz şairi Karacaoğlan, genç kızların yaştan yaşa değişen davranışlarım anlatırken şu dörtlüğü söylüyor39:

On beşinde yaşar yaşm, Her örnekten bağlar başın. Tenhalarda arar eşin, Tez alışkın tele benzer...

O çağlarda da baş bağlamamn örneklen (türleri, modelleri) var. {tez alışkın tel, saza gerildikten sonra istenilen sese çabuk yatkınlaşan teldir.)

23. Aşağıdaki satırları da, X V I. yüzyılda yazılan Arapça-Türkçe Ahterî sözlüğünden alıyoruz40 41:

el-nümûzec [veya el-nemûzec]: Her nesnenin çaşnısı [tadımlığı] ve örneği ki Fârsîde “nümûne” derler, andan muarrcbdir [Arapçalaştırılmıştır] ve “enmûzec”den muhaffefdir [söylenişi hafifletilmiştir]...

24. Aym yüzyıla ait başka bir belgeden, sözcüğün daha o zamanlarda “edebiyat dili” nde kullanıldığını öğrenmekteyiz: Kilisli Rifat Bilge rah­ metli, Koca Nişancı Tosyalı Mustafa Çelebi tarafından, 1560 yılında, Arap- çadan dilimize çevrilip II. Selim’e sunulan £ ehrü'l-Kelâm41 adlı Yûsuf kıs­ sasında örnek sözcüğüne rastlamış, bu fiş Tarama Sözlüğü’’nün son dizisinde yer almıştır42:

Kıssadan, gel, âkılâ, al örneği, İster isen Hak rızâsın görmeği. 38 Galib Divanı, “ Kasideler” bölümü, s. 118.

îs Müjgân Cumbur, Karacaoğlan, Şiirleri, Ankara 1973, s. 330.

10 Mustafa Ahterî, Ahteri-i Kebîr, İstanbul 1324 basımı, s. 1115. Kitabın yazılış tarihi: Hicrî 952 (M. 1545).

41 Kitap hakkında bilgi için bkz. TDK, Tarama Sözlüğü ciltlerinin başlarındaki alfabe sıralı listeler.

(9)

“Ey akıllı kişi, Tanrı rızasını görmek istersen, gel, (bu okuduğun) foLsvz’dan örnek a l”

Tarama Sözlüğü’’nde, buradaki örnek’t, “kıssadan hisse” formülünün etkisiyle olacak, “hıssa, ibret” anlamları verilmiştir. Bu yorumu, dilimizde çok eski olduğu anlaşılan örnek almak deyimini madde başı yaparak, “ben­ zemeğe çalışmak” (eski: imtisal etmek) diye değiştirmemiz mümkündür ve kanımızca daha uygundur.

25. Tezkire yazarı Haşan Çelebi, Kanunî dönemi (X VI. yüzyıl) şairlerinden Hâverî’nin şu beytini anıyor43:

Sûzen-i âteş-i âhırı feleğe nakşını gör; Sana, ey pîre-zen-i çarh, bu bir örnek olur.

“Ey kocakarıyı andıran felek {çarh), ah ateşinin iğnesi gökyüzüne {feleğe) bir nakış işlemiş, onu gör; bu nakış sana bir örnek olur (buna bak­ tıkça zulmedemezsin).”

Ah ateşinin iğnesiyle gökyüzüne işlenen nakış, parlayan yıldızlardır. Fuzûlî’nin,

Felekler yandı âhımdan, murâdım şem’i yanmaz mı?

dizesindeki hayal, hemen hemen bunun aynıdır. Ayrıca şu tenâsüb dikkate değer: Gökyüzü, iğne ile işlenmiş bir nakış örneğidir-, felek de kadına benze­ tilmiştir.

26. Sözcüğe, bir nüshası özel kitaplığımızda bulunan yazma bir X V . yüzyıl eserinde de rastladık. Miflâhu’l-Luga adlı Farsça-Türkçe sözlüğünü II. Bâyezîd’e (hükümdarlığı: 1481-1512) sunan Amasyalı Edhem oğlu Şeyh Mahmûd’un bu kitabında44, maddelerden biri şöyledir45 *:

nemûdâr ve nemûne: örnek ve misâl. T a’rîb edüb [Arapçalaştırıp] “nemûzec” ve yâ “enmûzec” derler...

Biraz önce Mütercim Âsım’ın eserleri dolayısıyle söylediklerimizi bu­ rada da tekrarlayabiliriz: örnek, daha X V . yüzyılda, açıklayıcı karşılık ni­ teliğiyle sözlüğe geçecek derecede tamnmış ve yayılmış bulunmaktadır.

Bilindiği üzere X V . yüzyıl, Sayın Banarlı’nın saydığı kitaplardan El -Kavânînü’l-Külliyye’nin yazıldığı, Dede Korkut Hikâyeleri’nin belki kâğıda yeni

43 Beyti, Haşan Çelebi tezkiresini baskıya hazırlamakta bulunan dostum İbrahim Kuduk’tan aldım.

44 Bu kitabın bulunduğu mecmuayı vaktiyle bana armağan eden rahmetli bilgin Kemal Çetme’yi saygı ile anıyorum.

45 Kitabın, TDK kitaplığında 6157 sayıda kayıtlı bir nüshası vardır (bkz. TDK, Tarama Söz­

lüğü ciltlerinin başlarındaki alfabe sıralı listeler. Burada yazarın baba adı İbrahim’dir. Doğrusunun,

ünlü sûfînin kısaltılmış adına uygun biçimde, “İbrahim Edhem” olması mümkündür). Ayrıca bkz. TDFG, Tarama Dergisi, İstanbul 1934, s. 57. Burada verilen bilgilere göre, yazmanın şu kitaplık­ larda da birer nüshası bulunmaktadır: Beyazıt Kütüphanesi, nr. 6920; Lâleli Kütüphanesi, nr. 3619. ( “nemûdâr ve nemûne” maddesi kitabın “isimler” bölümündedir.)

(10)

254 “ ÖRNEĞİN FACİASI’

geçtiği çağdır. O yüzyılda Şeyhî, Necâtî, Ahmed Paşa, Mevlid. şairi Süley­ man Çelebi yaşamışlardır. Ama yazıda anılan şairlerden birçoğu, Kâtibi, Karacaoğlan, Kuloğlu, Kul Mustafa, Âşık, Emrah, Dertli ve çağdaşları dünyaya henüz gelmemişlerdir...

III

Bu belgeler, bizi, ister istemez bazı sonuçlara götürmektedir:

i . Anlıyoruz ki sözcüğün, her şeyden önce, mahallîliği akla getirme­ yecek bir yaygınlığı var: Dünden bugüne, Anadolu, Çağatay, Azerî, Kırım, Kazak, Kırgız, Başkurt, Nogay, Kazan lehçelerinin konuşulduğu yakın ve uzak bölgelerde onu bulmaktayız. O bölgelerin birçoğu, Ermenicenin azın­ lık dili olarak konuşulduğu Batı bölgesinin etkilerinden uzaktır. Sözgelişi Anadolu Türkçesiyle Kazakça, Kırgızca, Başkurtça gibi lehçeler arasında, yüzyıllar boyunca, kayda değer bir kültür yaklaşımı olmamıştır, örnek söz­ cüğü, eğer Türkçe kökenli değil idiyse, tarihte lastlamadığımız hangi mucize ile, hem de aynı kavramları taşıyarak, birbiriyle hemen hemen ilişkisi bu­ lunmayan bunca ülkelerde ve genişliklerde kullanılagelmiştir?

2. Çağımızdan geriye doğru giden altı yüzyıl içinde (X X . yüzyıldan X V . yüzyıla kadar) izleyebildiğimize göre, örnek'’in, dilimize “şu son asır­ larda” giren, sözlüklere ve edebiyata sonradan geçen bir sözcük olmadığı da anlaşılmaktadır. Sayın Banarlı’nm bomboş gösterdiği beş yüzyıllık bir dö­ nemde, çoğu tamnmış kişiler olmak şartıyle, beş sözlük yazarı (X V -X IX . yüzyıllar), beş yüksek zümre şairi (X V I-X IX . yüzyıllar) ünlü bir halk şairi (X V II. yüzyıl), sözcüğü almışlar, kullanmışlardır. El kitapları dışında yalnızca rastlantılarla ulaştığımız bu derinliğin de, yeni rastlantılarla artabi­ leceğini ummamak için bir sebep yoktur46.

3. Ermeniceden dilimize geçmiş birtakım sözcüklerin bulunması mümkündür47. Türkçenin Ermeniceyi etkilemesi ise, çoğunluk dili olması bakımından, daha mümkün ve tabiîdir. Nitekim Türk kültürünün Ermeni kültürü üzerindeki etkileri, Köprülü Hoca’mn geniş bir yazısında açıklan­ mıştır48. Türkçe söyleyen, Türkler arasında yayılmış bazı Müslüman tari­ katlarına dahi girdikleri şiirlerinden sezilen Ermeni asıllı saz şairlerinin adlannı ve eserlerini tanımaktayız. Dilimizdeki âşık (saz şairi) teriminin, aşug biçiminde Ermeniceye yerleştiği de bilinmektedir49. Bu durumda,

49 Arkadaşım Prof. Fahir Iz, örnek sözcüğüne beş altı divan şairinde rastladığını söyledi. 41 H. Eren, a. g. makale.

48 Köprülüzâde M. Fuad (Fuad Köprülü), “Türk Edebiyatının Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Te’sîrâtı”, Edebiyat Fakültesi Mecmuası, 2. yıl, 1. sayı, İstanbul 1338.

49 Köprülüzâde M. Fuad, adı geçen makale; N. S. Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi İstanbul (1948), s. 222. Y. K. Beyatl ı’nın bir yazısından şu satırları alıyoruz: “Türk medeniyetinin her cüz’ü gibi aşk şiirimizi de alan Ermeni vatandaşlarımız, saz şairlerine aşug diyorlar.” (Edebiyâta

(11)

örnek niçin mutlaka Ermeniceden Türkçeye geçer de, dilimizde daha eski ve alabildiğine yaygın iken, Türkçeden Ermeniceye geçme ihtimali düşünülemez?

*

Yazımızı bitirirken, bazı gözlemlerimizden söz edeceğiz: Elli küsur yıl önce Muğla’da, gergefe veya kasnağa gerilen kumaşlara işlenecek motif­ ler için, terim olarak, örneğini çizme, örneğini çıkarma deyimlerinin kullanıldı­ ğını biliyorum. (Bugün de öyledir.) O yıllarda bunları gençler de, yaşlılar da söylerlerdi. Kasnağın veya gergefin altına tutulan resimli kâğıttan, mo­ tiflerin kopyası bir kalemle ince bir kumaşa çekilir, sonra iğne ile bu örneğin üzerinden gidilerek, nakışlar işlenirdi (örülürdü) . Bölgelerinde öteden beri aynı işlemler için aynı deyimlerin kullanıldığım, Maraşlı bir dostumdan ve Ha- taylı olan eşimden öğrenmiş bulunuyorum. Belki daha birtakım bölgeleri­ mizde durum böyledir. Hüseyin Kâzım Kadri’nin, “örnek” maddesine tanık olarak aldığı ve darbımesel diye nitelediği

Deli kız bir örnek öğrenmiş, tekmil cihâzmı [çeyizini] ondan işlemiş.

örneği , sözcüğün, işleme (örme) ve model” ilgisiyle, halk arasında, kim bilir ne kadar zamandır, temsillere dahi geçtiğini belirtmektedir. Biraz önce andığımız dizelerinde Enderunlu Vâsıf, Sünbülzâde Vehbî, Şeyh Ga- lıb, yıllarca önce, “kumaş, örnek, renk, işleme” gibi kavramları bir arada düşünmüşlerdir. Hâverî’nin beytindeki “iğne (süzen), nakış, kadın (zen), ömek” topluluğunda bu durum daha belirgindir. Öyleyse örnek sözcüğünün temelinde, tabiîsi bu iken, uzak ve dolambaçlı yorumlara gitmeden, “örme (işleme, nakış)” kavramını niçin aramıyoruz50 51?

*

Fiil köklerine “ -enek” getirilerek yapılmış sözcüklerimiz vardır: gör-enek, es-enek (sarsak, titrek), sağ-anak vb.52 * Dört yüzyıl önce Rûhî’nin

Matbahiarına âç varanlar değenek yer, Derbânları var göz kapuda, el değmekte!

dizelerinde değ-enek (değme aracı) biçiminde geçen sözcük, orta hecesini kaybederek, bugün değ-nek olmuştur54, örnek sözcüğünün de, “örme işinde

50 H. K. Kadri, agy., s. 371.

51 Kaşgarh’da, “saç, sepet gibi şeyleri örme” anlamına “ör-” kökü vardır (B. Atalay, Divanü

Lûgat-it-Türk Tercümesi, I. cilt, Ankara 1939, s. 11, 172, 173).

M Bugü" aynl ekIe yem sözcükler türetilmektedir: gel-enek, ol-anak, seç-enek (alternatif) vb. Bağdatlı Ruhî, Terktb-i bend. ö b ü r örnekler için bkz. TDK, Tarama Sözlüğü, II. cilt, Ankara 1965, s. 1037.

El-Kavânînü'l-Külliyye’de (İstanbul, 1928, s. 59) tekenek okunacak şekilde harekelenmiş bir söz­

cük varsa da, Arapça karşılığına (el-şevk) bakarak, bunun tikeng (diken) olabileceği kanısına vardık. Şuna da işaret edelim: Kimi bölge ağızlarımızda, görenek sözcüğü görünek, gömek diye söy­ lenir (Güneybatı Anadolu, Muğla); sağanak da, aynı bölgede sağnak olmuştur.

(12)

256 ÖRNEĞİN FACİASI”

kullanılan nesne (model)” anlamıyle, ör-enek'ten kısalıp zamanla gelişerek şimdiki biçimine ve anlam genişliğine kavuşmadığım Sayın Banarlı’nın kesinlikleriyle söyleyebilir miyiz?

Gözlemlerimizi pekiştiren yeni bir tanık, Meydan-Larousse ansiklope­ disinin “örnek” maddesidir. Orada da sözcük, “nakış modeli” anlamıyle,

“ör-” kökünden gelme ör-erıek türevine bağlanmış bulunmaktadır55. Sanırız ki doğrusu da budur.

*

Kısacası, sunabildiğimiz belgeler karşısında, örneğin'e kızıp örnek söz­ cüğünü ille de orinag’dan getirmeğe aklımız yatmıyor...

55 Meydan-Larousse, IX. cilt, s. 772.

TERİM HAZIRLAMA KILAVUZU

Emin Özdemir

6 lira

PEKİŞTİRME VE KURALLARI

Prof. Dr. Vecihe Hatiboğlu

4 lira

TÜ RK DİLİ VE ARAŞTIRMALARI YILLIĞI

B E L L E T E N 1972

35 lira

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Dede Korkut üzerine yapılan çalış- malardan sonra Notlar kısmına kadar şu konu başlıkları yer alır: Yazma Eser- lerin Okunma Sorunları, Dede Korkut Metninin Okunma

Böylece Türk kültürünün temel yazılı kaynağı olarak kabul edilen Dede Korkut Kitabı ile ilgili bir sır perde- si daha aralanmış

Yine Dede Korkut'ta Ulaş Oğlu Salur Kazan'ın: Meğer hanım o gece kudretli Oğuzun devleti, Bayındır Hanın güveyisi, Ulaş oğlu Salur Kazan kara kaygılı rüya gördü.

Dede Korkut Kitabı’nın popüler yayınları bağlamında bu dönemde Mustafa Rahmi’nin 1927 yılında Arap harfli Türk alfabesi ile yayımladığı Korkut Ata’nın

İzdatel'stvo Magarif-Vakıt. Kuzey Grubu Türk Lehçelerinde Edatlar. Elazığ: Fırat Üniversitesi. Orhun Yazıtlarının Söz Dizimi. Erzurum: Atatürk

Seciyye, Durma Vur!, Köy, Talˈat Paşa, Enver Paşa 11’li; Kızıl Destan, Asker’le Şâir duraksız olarak II’li; İlâhîler, Vefâ, Çanakkale 8’li; Ahlâk, Tevhîd, Galiçya

Her ne kadar sufi şairi olmasa da bunun izlerini yeterince bulabileceğimiz Nizamiden başlayarak Nesimi, Fuzuli, Şah Kasım Envar, Dede Ömer Ruşeni, İbrahim

Çalışmada ilk olarak tanım kavramının tanımı belirlenmeye çalışılacak ve ardından tek dilli genel sözlükler için sözlük birimi tanımlama yöntemlerinden biri olarak kabul