• Sonuç bulunamadı

Mızrağın ucu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mızrağın ucu"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

+

AA~ ZoH

T T , CXi O

^ 3 P a z a r 15 Nisan 2001

Ig ^ H a a M illlv e t

müzik

FAZIL SAY

G ulyar.Fazil.Say@ w orldnet.att.net

Mızrağın ucu

-w- Ihan Usmanbaş’ı düşündüm I bugün.

JL

Kendisini çok az tanırım, ama müziğini iyi bilirim. Mütevazı bir insandır. Anlatmaya çalışalım...

Büyük bir besteci İlhan Usmanbaş. (Bunu söyleme cüretini gösteriyorsam, inanın, hakikaten öyle olduğu içindir.) Sadece dünyadaki “Çağdaş Müzik Hareketi”nin Türkiye temsilciliğini yapmış olduğu için değil, zaman zaman, o hareketin de önünde gidebildiği için büyüktür.

Hep, “Ben Avrupa’daki çağdaş müzik hareketlerinin uzaktan bir takipçisiyim” demiştir. Doğru değil, öncülerindendir!

Ama kim kime dum duma! Kaç kişinin haberi var ki Avrupa’daki çağdaş müzik hareketlerinden?

1940’lardan 80’lerin başına kadar süren “Avangardizm”den?

Ligeti? Penderecki? Henze? Berio? Cage? Stockhausen? Kurtag? Takemitsu?

★ ★ ★

Türkiye’deki -sadece çok çok küçük bir azınlığın sevdalısı olduğu- “Çağdaş Müzik” meselelerinde, bir “mızrağın ucu” gibi önde gitti Usmanbaş.

Mütevazılık anlaşılan pek değer görmüyor... Ne kadar acı değil mi?

Bir bestecinin eserleri çalınmazsa, tartışılmazsa, halka anlatılmazsa, basına ve televizyona çıkartılmazsa geriye ne kalır?

Üstelik Usmanbaş dahiyane bir besteci... Büyük bir besteci...

★ ★ ★

Düşündüm bugün... Kimbilir 1950’lerde -daha öğrenciyken-

neler ümit ediyordu? 60’larda? 70’lerde? 80’lerde? Ya şimdi? Ne düşünüyor acaba? Ne aradı, ne buldu?

1950’lerde hayal ettiği 2000 Türkiye’sindeki müzik durumu nasıldı?

Bir ömür geçti aradan, peki şimdi 2050’yi nasıl görüyor acaba?

Dünyada da “epey hasar gören” çağdaş müzik hareketinin geleceği hakkında ne düşünüyor?

★ ★ ★

Onlarca eseriyle ödüller aldı. Dünyanın her yerinde; Polonya’da, Almanya’da, ABD’de. Eserleri çalındı. Hem de en ciddi festivallerde, en ciddi orkestralar tarafından! Bizim

orkestralar da kırk yılın başı çalarlardı, seyirci baydırdı bu müziğe.

Sonra?

Sonrası gelmiyor bu ülkede bir türlü. Sorun orada zaten...

★ ★ ★

Hocam Kamuran Gündemir çok severek çalardı Usmanbaş eserlerini.

TRT için kaydettiği bir piyano eseri de vardır; “ölüm süz Deniz

Taşlarıydı...” Diyorum ya; dürüst insanlar bunlar.

Deniz kıyısında yürürken, hayattan, tarihten, evrensellikten ve de sanattan bahsederken böyle bir “Başlık” doğabiliyor... Ne güzel: “ölümsüz Deniz Taşlarıydı...”

Kendimi de bir yanda suçlu buluyorum. Ben de konserlerimde çalmadım Usmanbaş’ı. Ama görevimdir.

★ ★ ★

Müzik dediğimiz şey, bir balama “tını söylevi”dir. Besteci tınıları yoğuran adamdır. Usmanbaş tını olayını sihirbaz gibi işleyebilen bir duyuşa sahip. Beni düşüncelere iten, bu yazıyı yazdırtan sebep de bu zaten. Eserleri nefis tınlıyor. Enteresan buluşları var. özellikle oda müziği tarzı eserlerinde...

Bazı sesler kulakla duyulmaz, hissedilir. Hissedilen bir şeyin de bangır bangır bağırmasına gerek yoktur zaten. Sessizlikleri besteleyebilmek önemli bir ayrıntıdır. Ne diyelim?

Anlayan anlamıştır ne dediğimizi...

ILHAN USMANBAŞ

"Kimse kendi ülkesinde peygamber değildir"

■ “Kaç kişinin haberi var Avrupa’daki çağdaş müzik hareketinden?”

Tabii bu noktada öyle. Bugünlerde bir anda dünyayla ilişki kurabiliyorsunuz ama kendinizi geliştirmek için gereken şeyler yakınınızdaki insanların girişkenliğine bağlı. Eğer başka yerlerde olsaydık -mesela İlhan Mimaroğlu ve Bülent Arel’in dışarıda plakları çıktı, konserler verdiler, hocalık yaptılar- her çağdaş besteci gibi çağın umut ve umutsuzluklarını yaşardık. Sanatçılar her yerde dünya vatandaşı gibi davranırlar, kendi çevrelerinden destek alamadıklarında başka ülkelere gider, orada çalışırlar. Bakın İspanyol ressamlara hepsi Paris’te çalıştı. HollandalI ressamlar Amerika’ya gittiler. Kimse zaten kendi ülkesinden çok bir şey beklemedi. Fransız Pierre Boulez’in yaptığı gibi ya İngiltere’ye ya Amerika’ya gitti. Ama sonunda Fransa “Aa, bizim bir Boulez’miz var” deyince ülkesine döndü. Kimse kendi ülkesinde peygamber değildir.

■ “Bir bestecinin eserleri çalınmazsa, tartışılmazsa, halka anlatılmazsa, basma, televizyona çıkartılmazsa geriye ne kalır?”

Küçük çevrelerimizin, çaldıklarımızı ciddi şekilde anlaması, kavraması bir sanatçının gelişmesinde çok faydalı. Doğru eleştiri, bestecinin fikrini değiştirebiliyor.Yıllar önce birbirlerini anlamayan hatta reddeden bestecilerin hayatlarını öğreniyoruz. Bütün o savaş ne için ki? Biz yüzyıllar sonra, onları aynı kefeye, yüksek bir konuma getiriyoruz.

■ “Kim bilir 1950’lerde daha öğrenciyken ne ümit ediyordu?”

Aslında konuyu “ümit”le almamak lazım. Sanıyorum ben de, Bülent Arel, Nevit Kodallı gibi bizim kuşaktan arkadaşlarım da bir şeyler yapmayı, dünyaya bir şeyler getirmeyi

düşünüyorduk, ilişkilerimiz pek fazla gelişmediği için umutlarımız da gelişmemişti. Ben 1958’de, Arel de 1959’da Amerika’ya gittik. Nevit Kodallı, Van Gogh Operası’nı yazdı, oynandı. Bütün bunlar bizim kuşağımızın belli bir yere gelebileceğini gösteriyordu zaten. Hatta öyle ki Bülent Arel Amerika’ya gittiği zaman orada Yale

Üniversitesi’nin elektronik merkezini kurdu. Düşünebiliyor musunuz? O zaman hiç planlamadan, hemen yüzmeye başlamıştık.

■ “1960’larda? 70’lerde? 80’lerde?”

Fazıl Say'ın "Mızrağın

Ucu" başlıklı bu

haftaki köşe yazısında

sorduğu ve cevabını

merak ettiği soruları,

İlhan Usmanbaş cevapladı

Bu arada hocalıklar var. Hocalıkta

bildiklerinizi öğretiyor, gençlerle karşılıklı fikir alışverişinde bulunuyorsunuz. Giderek bizim de ilişkilerimiz dünyayla bire bir olmaya başladı. Tabii ülkemiz çağdaş müzikte beklediğimiz kadar gelişemedi. Ama fazla çalınmamış olmamız bazı atılımlarımızı desteklemiş olabilir. Çünkü neredeyse eleştirisiz bir özgürlüğe kavuşmuş olduk.

■ “Ya şimdi? Ne düşünüyor acaba? Ne aradı, ne buldu?”

istediğim, yapabildiğimin en iyisini yapmak. Küçük de olsa Türkiye’deki sanatçı çevresiyle, şairlerle ressamlarla kurduğum ilişki benim için yeterli. Zaten çok gelişmiş bir ülkede bile yalnızca en yakınlarınızla düşünce alışverişinde bulunuyorsunuz ve bu sizi yaşatmaya yetiyor.

■ “1950’lerde hayal ettiği 2000 Türkiye’sindeki müzik durumu nasddı?”

Sanırım bu Fazıl Say’ın karamsar bir sorusu, iyimser olsa böyle bir şey sormazdı. Ama ben karamsarlık taraftan değilim. Herkes yarattığı bir şeylerin etrafında dolaşıyor. H er gün yazdıklarımızdan şüphe ediyoruz. Bunun sonu da gelmiyor. Fazıl Say bunu hem besteci hem de icracı olarak çok daha iyi bilir. Bir konserinden sonra “Çok çok iyi çaldın Fazıl” dediğimiz zaman “Ama şurasını da böyle çaldım, burası da kötü oldu, hiç memnun değilim” demişti.

■ “Bir ömür geçti arada, peki şimdi 2050’yi nasıl görüyor acaba?”

2050’de dünya hâlâ yerinde duruyorsa gene bir şeyler olacaktır. Kendilerini avutmaya çalışan sanatçılar muhakkak olacak.

■ “Dünyada epeyce “hasar gören” çağdaş müzik hareketinin geleceği hakkında ne düşünüyor?

Çağdaş sanat her zaman olacak tabii ki. Ama gideceği yönleri kestirmek mümkün değil. O yönleri bilseydik zaten o sanat çağdaş olmazdı, geleceğin müziği olmazdı.

Yanılmıyorsam Fazıl’ın “hasar görme” dediği modem sanatın büyük toplumla karşılıklı iletişim içinde olmaması... Ama dünyada hiçbir zaman bu şekilde olmadı. Yani sanatçının ilişkisi önce küçük çevresiyle olmuştur ve orada kalmıştır. Bugün en çok popüler olan eserlerin bile, sevilseler de büyük toplum tarafından tamamen anlaşılmış olabileceğine

inanmıyorum.

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

* 0 0 1 5 2 9 0 4 0 0 0 6 * -h h m

-l i i H t U i t f i m ı t t H tt » » *

Referanslar

Benzer Belgeler

Dünyadaki en yaşlı bitki örtüsüne sahip 25 alandan birisi olan ve bölgedeki önemli bitki ve canlı türlerini bünyesinde bulunduran Artvin Hatila Milli Park ı

Türkiye’ye döndükten sonra, kardeşi orkestra şefi İnci Özdil’le birlikte Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’nın kuruluş çalışmalarında yer alan ve modern müziğe

With its college (medrese), elementary school, pub­ lic kitchen ( imaret), library, horologe room, fountain f o r ablu­ tions, drinking water fountain and tombs, the form

Bununla birlikte ileri teknoloji ve ARGE faaliyetlerinin yoğunlaşacağı İhtisas Endüstri Bölgeleri de dünyada üretim açısından öne çıkan bilgi yoğun üretim

Mobilyalar; an- lambilimsel (semantik) söylem, verilen ismin anlamı ve oluşum süreciyle; söz dizimsel (sentaks) söylem, ismin gramer yapısıyla; göstergebilim (semiyoloji)

Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Prof..

Bu nedenle dergimizin pek çok sayısında olduğu gibi, bu sayısında da; Ege Bölgesi ağırlıklı olmak üzere yerel ölçekli araştırmalar görülebildiği gibi; yakın tarihin

Yazışma Adresi : Dokuz Eylül Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Tınaztepe Yerleşkesi, Buca - 35160 İzmir.. Tel: (0 232) 301 79 28 - 301 79 37