17 H A Z İR A N 1965 Y E N İ İSTAN B U L SAYFA: 5
Necip Fazıl Kisakürek
Nazım Hikmel'i
anlatıyor
I “Biribirine zıt iki cereyan,,
Moskova bu adamı
bir sigara kâğıdı
kadar küçük bir
pusla şeklinde
eline almış ve
o türlü
doldurmuştu.
= Firar ettikten sonra diğer memleketlerdeki Komünistlerle buluştu. Mısır’da bulunduğu «ıradaki fotoğrafı. = =
1'Ustası kadar namuslu olam adı, 1
=E Şiirini Komünist İhtilâlinin büyük şairi (M aya-
== kovski) den devşirmişti. Muhtevâda sadece
=5 (Mayakovski), şeklinde de yine onun yoliyle
= (Kübist) lere ve (D ad a) Fara çalan bir edâ...
T E F R İK A NO: 11
— Böylece, biri iç, öbürü dış di. — yarların bağlısı, biri telkin, ö-— bürü tebliğ yolunda, biri ney, — öbürü davul çalan iki sanat. Üs— kâr tipi, bir zamanlar Bahriye E5 Mektebinde olduğu gibi, şimdi EE de Bâbıâlide karşılaşmış olu- ^ E Torlardı.
— Ter zamanda Nâzım ve ben,
birbirine zıt iki cereyanın şe fi halinde sivrildik ve eski hâ tıralardan gelen bir nevi bi- dik tavrı içinde sonuna kadar birbirimize aykırı kaldık.
Rusya’dan dönen Nâzım’m eskisiyle hiçbir benzerliği kal mamıştı. Küçük bir kurcalama da hemen bönlüğü meydana çı
kan eski yan ahmak tip, şim di üstüne bir açıkgözlük (Ze kâ değil) ve küstahlık galva nizi çekilmiş olarak, tam bir Moskova "Dar-üs-sınâa” sı ma mulü halinde ortaya dikilmiş bulunuyordu. Dikkatli bir göz, yarım milimetrelik bir galva niz tabakası altında yatan bu ahmağı hemen tanıyabi lirdi. Fakat hali ve edâsı, to nu ve şivesi, herkese dehâ ça pında
görünüyordu-Moskova bu adamı, bir si gara kâğıdı kadar küçük bir pusla şeklinde eline almış ve o türlü doldurmuştu ki, orada
tek sıfırlık kayda bile yer kal mamıştı. Bütün dünyayı, kâi natı insanı, cemiyeti, tarihi, il. mİ, fikri, dibine kadar ölçmüş, biçmiş, kadrolaştırmış, kadast- rolaştırmış ve geride hiçbir şey kalmadığına hükmetmiş bir emniyet, budalalıkta şâhe- ser bir itminan içindeydi. Tek nefs şüphesi, tek ruh mura kabesi, tek "acaba?” suali, tek ’’kimbilir?” istifhamına i- çinde yer kalmamıştı. Ne ça lımlı bir merkep olmuştu o..
Şiirini Komünist İhtilâlinin büyük şairi (Mayakovski) den devşirmişti. Muhtevâda sadece
(M ayakovski), şekilde de yine onun yoliyle (Kübist) lere ve (Dada) lara çalan bir eda.. Kem muhteva, hem de şekil bakımından ustasına tâbi bir şiir hüviyeti- Böyleyken, her taklitçi gibi, tâbiliğini köke kadar götürememiş; ve sonun da kanlı bir nefs muhasebesi, ne düşüp Komünizma İnkılâbı na inanamadığı için beynine bir kurşun sıkarak ölen usta, sımn arkasından gidememişti. O derece sadık ve namuslu o- lamamıştı.
İşi. gücü. Fransızların (pro- sede) kelimesiyle belirttikleri
fıııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııu
ezberleme hile tertiplerinden i baretti. Masum veya gafil bur- juaları şaşırtmak, çenelerini düşürmek, köhne alışkanlıkla rı tepetaklak ederek gözlere görünmek.. Meselâ bir salona bellibaşlı kılıklar ve edep ta- vırlariyle giren insanlara kar şılık, başında bir kasket ve üs tünde sadece bir mayo, boy göstermeyi düşünün!.. İşte Nâ zım, şiirinde, hayatında, tesir avcılığında, şöhret paısacıiığın da yalnız bu hokkabaz (prose- de) lerine bağlı, üstelik inan, mış olarak bağlı bir tipti.
Taklit olduğunu bildirdiğim şiiri üzerindeki teşhisimi de biraz genişletmek ve taklit ye rine "tesir altında kalma’’ tâ birini kullanmak isterim. Nâ. zım, Komünizma doktrinlerine ve (prosede) lerine inanmış bir adam olduğu kadar, ilha mını başkalarından aldığı şi - irierinde de yine ona inanmış, bağlanmış, hattâ onu öz bün yesinde kaynaştırmış ve ken disine mal etmiş bir şairdi. Bunda da bir hünere, ustalığa, hassasiyet kumaşına, kısmı bir şahsiyete erebilmişti. Fakat ne de olsa, bir hudutla kayıt lıydı; büyük çapta asliyet ve şahsiyet hududu... Nâzım, sa natının içyüzü bir tarafa, kop yacılıkta, çıkartma kâğıdı usû llyie kopya ettiği blr dünyayı oanlandırma dâvasında usta lığı İnkâr kabul etmez bir tip ti ve tamamiyle istidatsız ol duğu iç dünya harikasına ya bancı kaldıkça, muhteşem bir davulcu olmaktan ileriye geç mesine imkân yoktu.
Sanatının içyüzüne, keyfiyet ölçüsüne gelince, (Bergson)’un tâbiriyle Batı entelektüelinin İntiharından başka bir şey ol mayan ve kâinatı tavla zarı kadar küçültüp ablaklaştıran bir karanlık ve yokluk rejimi nln sun’i ve zoraki (ra p s o d i si...
Nâzım ’ın şiir okuyuşundaki tesir de, yine aynı (Prosede) esnaflığından geliyordu. Şi
irinin öz keyfiyetinden değil de, okunuş tarzından gelen et kİ.. Şu hiç sevmediğim “ etki’’ tâbirinin yeri burası olsa ge rek- Bellibaşlı harfleri çat latarak, heceler üzerinde, yer li yersiz, durarak, kelimeleri lâstik gibi gererek, vahşi bir romantizma şivesiyle okunan ve AksaraylI daktilo Pembe hanım veya Büyükadalı ter zi Bayan Ayten tiplerini hay ran bırakan şiirler..
Ben N âzım H ikm et, — Rakımülhuruf, şşş
İşbu hususta,
Düşmana, dosta, = =
Çekip yürekten,
Günde beş nöbet, EEE
Y u f üstün» yuf...
Bize ve kullandığımız âlet- — lere bakışı:
Bana baki — Hey, avanak! — Elinden o z ıriltıy ı btraksar — na!
'(Devam ı v a r) = 3
K ızıl Nazım’m 1930 yılında çıkardığı kitabın kapağı.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi