• Sonuç bulunamadı

101 yıl önce İstanbul

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "101 yıl önce İstanbul"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Edirne - İstanbul

Demiryolu’nun

en aşağı 50

kilometrelik

kısmı yersiz

ve faydasız iır

a

Yıl 1873.. turistik gezi ve yayın yaşantısı, çağının Fransa’sında da, kendi koşulları içinde, doğal çabalarını sürdürmektedir. O sı­ ra, orijinal bir gezi yapmayı tasarlamakta olan Théodore Cahu adında bir Fransız yazar - turist’i de, düş gücünün de katkısının yanısıra planladığı «Doğu Gezisi» için, İstanbul’u (belki de gör­ dükten sonra) temel konu olarak ele almıştır.

Gerçekten de o çağ düzeyinde İstanbul. Batı anlamında bir ma­ sal çekiciliğiyle düş kurmuş kişiler için ideal bir son duraktır!..

işte, Théodore Cahu da, yalnız İzlenimlerim kâğıda vazınakla kalmamış, olağanüstü çizgi gücüyle 160 desen de İstanbul’u cilt­ ler dolusu bir anlatım uzunluğuna eşit ve albümünün 82 savlatın bölümünü bize ayırarak, cidden görülmeğe değer güzel gravürler­ le bezediği bir ölmez vapıt meydana getirmiş!.

Bu gezi notlarının tümünü Cumhuriyet gazetesinin siz sayın okuyucularına sunuyoruz. Çünkü gezginci - vazar gerçekten 100 yıl öncesinin özellikle Başkenti İstanbul içi yaşantısına değinen dikkate değer özelliklerini belgeleyen bir notlar dizisi verivor

Bu arada, belki yüzyıl öncesi Fransız uili devimlerini ve bazı yer adlarını çözümlemede yanlışlarımız olmuşsa azız okurlarımı- zuı bizi bağışlayacaklarını umarız.

TURGUT ETİNGÜ Kısa bir süre öncesine kadar,

İstanbul’a, karayolundan gezi

hem uzun zaman alır, hem de

İnsanı yorardı. Böylesine bir yol­ culuk ancak yazın yapılabilirdi!. Bunun da nedeni, Bulgaristan’da

ve kesinlikle Sırbistan’ın büyü­

cek bir bölgesinde demiryolu nu- lunmuyordu!. Kışın ise bu ülke­ lerde, bir metre boyunda kar ve eksi 20 derece soğuk yapardı, üs­ telik aşağı-yukarı 400 Km. lik bir uzağı kızakla aşmak ve böylece Balkanları geçmek gerektiğinden, bu ise ancak gözü pek kişiler için çekiciydi!..

Buna karşılık, yaz aylarında da İstanbul'un sıcağı çok bunaltıcı­ dır. Oraya denizyolu ile gitmek, hiç olmazsa bu denli bir yolcu­ luğun önemli bir bölümü için dü­ şünülebilir. Fakat, bu da deniz­ den korkan bir çok turistin cesa­ retini kırmaktadır.

Bu açıdan bakıldıkta üç yol or­

taya çıkıyor: Birincisi Viyana’

dan; Bükreş - Varna, oradan da deniz yoluyla İstanbul’a erişmek.. Bunun da sakıncalı yönü, Kara­ deniz’in çoğu kez fırtınalı ve çok dalgalı oluşudur. İkinci ise; İtal­ ya’yı geçmek ve Brindizi'den bir

gemiye binerek: Korlü, Korent,

Atina ve Pire’ye varmak... Üçün- cüsü ise: Marsilya'dan başlaya­ rak, Napoli ve Pire’den, İzmir’e

uğrayarak, İstanbul’a varmak..

Böylece yedi gün sürecek bir yol culuğu göze almanız gereklidir

Bugün için, ister yaz, İster kış

olsun, İstanbul’a rahat gidebil

menin en pratik yolu «Doğu Eks­ p resin e binmektir. Böylece yol­ culuk süresi de Uç güne düşer!..

Yol boyunca Nancy, Strasbourg, Stuttgart, Münih, Viyana, Buda­

peşte, Belgrat, Sophya, Filibe ve Edirne’ye gelinebilir...

Paris’ten, İstanbul’a trenle gi­ decek olursanız, izleyeceğiniz yol bu olabilir. Sonradan dönüş yolu nu da nasıl olsa kısaca anlataca­ ğız.

Pasaportunuzu «Türkiye Mü­

hürdar lığı» (Geçiş izni veren ma­ kam ) ’na vize ettirmeyi unutma­ mak gerekir. Bu işlem çok işe ya ramazsa da yine de yapılmalıdır.

Ve şimdi artık yola düzüldük demektir.

Düdük sesi

Bir düdük sesi yankılanır ku­ laklarınızda! Bu, son bir ayruık işareti: Paris’in Batı garı boyun­ ca, şenlik günlerini hatırlatan bir ışıklanma ile mavi, yeşil, kırmızı beyaz renkli fenerlerin önünden

hızla geçmektesiniz. Ancak bir

göz atımı fırsatım bulabilirsiniz: Paris, kaçarcasına bizden uzak­ laşıyor veya biz Paris'ten..

Türkiye için ilk göz durağınız

«Edirne» şehri olur. Özellikle,

kentin tarihsel yapıtların içinde Selimiye Camii, bütün dünyada, İslâmlık adına yapılmış anıtla­ rın belki de en güzelidir. Dört

minaresi, büyük bir atılım ve ce saretin ifadesidir. Sarısiz kubbe leri, insanın gözlerine gurur yan sıtıyor! Yapının tüm görünüşü azamet vericidir... Caminin içini gezmek isteyen kim olursa ol­ sun, ilkin ayakkabıları çıkartılır ve deriden yapılmış, işlemeli a- ğır kapı perdesi kaldırıldıktan sonra, içeri alınır.

tç duvarlar, yukarıdan aşağıya gerçekten çok zarif yapılmış ve el sanatının en güzel örnekleri

çiniler, yine elyazması Kur’an

ayetleriyle bezenmiştir. Tabanın tümü dua halıları ve' hasırlarla .döşşlidiî;. H er, kubbenip. altında ve sütunlar arasında kristal avi

zeler ve yağ kandilleri, kollu

şamdanlar sallanmaktadır. Ancak, kullanılan zengin mal zeme hariç tutulursa, camilerin içi diğer mezheplerin sanat zen ginliklerinin hiçbirine sahip de ğildir.

Uzun ve monoton

Edirne - İstanbul yolu uzun ve monotondur. Demiryolu, yolu

uzatmaktan başka bir İşe yar» maksızın geniş ve sürekli kavis ler çizer. En aşağı 50 Km.’lik

demiryolu yersiz ve faydasız­

dır. Çünkü bu bitmeyen kavis­ ler, ne bir nehir, ne de bir dağ dan kurtulma amacını gütmek­ tedir! Görünen alanlar düz, bü­ yük akar sulardan veya bir en­ gelden arınmış durumdadır. Ban liyö trenleri düzensizdir. Yolcu­

ların tümü hazır olunca hare­

ket eder ve gidilecek yere, an­ cak varabildiği saatte yolcusunu da indirir! Her istasyonda, as- Rerlötu rastlanır. Bu zavallılar* o kadar perişan, yamalı ve yır­ tık elbiseleriyle' öylesifıe yokluk * içindedirler ki, görenlere sade­ ce üzüntü verirler. Evvelce kır mızı renkte olduğu anlaşılan bir kaç kulak (Giysinin iki parça­ sını bir birine bağlayanVIa süs lü, gri kaputlarının her yanı de lik deşik ve yamalıdır. Anlatıla

mıyacak kadar renk aykırılığı

gösteren pantolonları eriyip bit­ miş; iç mintanlarının dışarı sark

masına yol açmış! Toz toprak

içindeki tozlukları, değişik bi­

çimdeki patlaklıklannı örterleri Yalnız silâhlan göz alıcı bakım dadir. En azından 30-40 fişekle dolu ve göğüslerine çapraz asıl­ mış fişeklikleri ile bu yiğit gö­ rünüşlü askerler, bakanlara bir korku havası verir. Bunların müş terek tek yanları Fesleridir...

Onüç saat süren 320 Km.’lik

bir yol boyunca, istasyonlara

ender rastlanır 1 Bunlar da: Ba

baeski, Kuleliburgaz (Lülebur­

gaz), Pavloköy, Çorlu, Çerkez­

köy (ki, burada bir büfe vardır), Küçükçekmece ve bir kaç küçük istasyon daha...

Temiz bir şey yok

Yolculuk süresince temiz bir*

şey bulamazsınız! Bu nedenle,

yola çıkarken yanınıza boı erzak

almanız gerekir. Yol boyunca

rastlanan bazı İlçeler birer yok sulluk örneğidir! Kesme toprak veya ağaçlardan yapma kulübele rin çatılarının rüzgârlara daya­ nabilmesi için kocaman taşlar­ dan yararlanmışlar...

Buraların insanları, dış görü­

nüşleri bakımından bizim düş­

lerimize giren ürkütücü tiplerdir. Oysa gerçekte iyi yürekli ve ce­ sur kimselerdir.

Bütün bunlara, yolculuktan ö- türü değinmek zorunda kaldık.

Ve işte, üzerinde martı bulut­ larının uçuşup oynaştığı Marma­

ra denizinin ilk mavilikleri...

Demiryolu denize yaklaşıyor,

sanki onu yalıyorl Hızla daldığı­

mız karşı yönde.sanki gecenin

perdesi inmekte: ışıklar gözükü­

yor! İşte, Rusların oradan İs­

tanbul’u seyrettikleri ye onlar

için son duraklama noktası sayı­

lan San-Stefano (Yeşilköy). A*

sonra, sur dışı mahallelere giri­

yoruz. Trenimiz, uzunca bir za­

man daha, demiryolu boyunca

sıralanmış evlerin arasından ge­ çerek, <*arda duruyor—

Y A R I N :

(2)

Theodore CAHU

101 YIL ÖNCE ISTANBUL

“ Sakın ola ki

idari

işlerinizi

dürüstlük

yolundan

halletmeye

kalkmayın,,

OTELİNİZE GİTMEK İÇİN BİR ARABA

TUTUNUZ. FAKAT SONRADAN SO­

YULMAMAK ¡ÇiN PAZARLIK ETME­

Yİ UNUTMAYINIZ,

B

Konstantinopol, ya da daha

doğru bir deyişle Istanbuldayız.. İlk önce size önemli bir öğüt vereyim: Sakın oh. ki idari işle­ rinizi düzen ve dürüstlük yolun­ dan halletmeye kalkmayın!. Bol bahşiş verin, bu bir takım sıkıntı ve engellerden arınmanızı sağla­ yacak en iktisadi, geçerli yoldur.

Gümrük görevlisinin avucuna

birkaç kuruş sıkıştırdınız mı,

bütün formaliteler tamamdır.

Ayni tutum pasaport İçin de ge- çerlidir.

Garın kapısında bir sürü ha­

mal ve komisyoncu insanı sağır eden bağrışmalarıyla, bavullarını­ zı taşımak için zorla elinizden almaya kalkarlar. Sakın olaki ba­

vullarınızı bırakmayınız. Gerçi

bunlar mert ve namuslu insan­

lardır. Ancak bu kalabalık ve

kargaşada bir valiz, ya da bir

çanta kaybolabilir-. Bu bir ça­

lınma değil, sadece karışmadan meydana gelen kayıptır.

Otelinize gitmek için bir ara­ ba tutunuz. Fakat sonradan so­ yulmamak için, pazarlık etmeyi ihmal etmeyiniz.

Akşam yemeğini takiben dışarı çıkmayınız. Büyük bir düş kırık­ lığına uğrarsınız! Çünkü geceleri İstanbul’da görülmeye değer bir şey yoktur. Rüyanızda tasarladı­ ğınız Dogu’yu görmenizi dileyin. Bu daha iyidir. Ertesi günün gü­

neşi sizi güzel hayallerin ger­

çekliğinde yüzdürecektir: Çünkü siz artık Doğu’dasımz!..

Doğu!... Bu sihirli kelime özel­ likle İstanbul’u tanımlamak için kullanıldığında, insanda hemen, düşte sevilen ve gerçekte de sev­ mek istenen bir yeryüzü cenne­

ti, bir periler âlemi düşüncesi

uyanır...

Dantel gibi

Leylâk ve gtiller arasındaki

köşkler, mis kokulu mimoza ve sakız ağaçlarıyla kaplı tepelerle çevrili Boğazın mavi dalgaları, güneşin ışınlarında harelenir... Dantel gibi (iki ya da üçlü) şe­

refeleriyle zarif, alımlı minare­

ler; ışık noktalarıyla işlenmiş

gökkubbeye yükselir...

Çarpan kuş kanatları gibi kü­ rekleriyle, kâh derin denizin yü­ zeyini okşayaraktan, kâh saray balkonları altından bir martı gi­ bi süzerek giden kayıkları izleye bilirsiniz!..

Avrupa, Asya, Afrika’nın çeşit 11 yerlerinden gelmiş, değişik tip li, gözalıcı renklerde giysileriyle hayret verici bir kalabalığın ge­ çişini de seyredebiliriz. Anlaşılma sı güç bir dil karışımını işitebiliriz.

İşte., beyaz baş örtülerinin al­ tında kıvılcımlar saçan ateş göz­ lü güzel çerkes kadınları, o a-

henkli ve lir sesi gibi titreyen

Türk diliyle, tatlı kuş cıvıltıları­ nı andırır şekilde gevezelik edi­ yorlar.

İşte., ancak uzaktan seyredebi leceğiniz, Tanrıçalar, esrarlı sul­ tanlar; estetiğin mermere geçmiş en nefis örnekleriyle bezeli çeşme lerin yanında, büyük, ulu çam­ ların altında gül reçellerini lezzet le yiyorlar. Bu sırada, Yenice ve­

ya (Latakieh) dumanları şafak

vaktindeki sis gibi, çevrelerinde yükseliyor...

Doğu; ufukta, kendi kırmızılığı içinde tam erime kertesine gelmiş bir güneş demektir!.. Bu güneş, sı caklık verici ışınlarıyle, tüm kub beleri ışığa boğar!. Çinlilerinki gi bi, dantelli çatıları fistolar. Üs­ küdar evlerinin pencere camların­ da yangınlar meydana geürir. Al tından oklarını, gök mavisi Boğa zın derin sularına saplar ve bü­ yük yapıların zirvesindeki ayyıl- dızları parlatır!...

Doğu

Doğu; bu kelime aynı zamanda parlak bir gökyüzünde, durgun ge çelerin şehvetli yarı aydınlığında ve yaradılmış şeylerin korku ol­ duğu kadar, saygı duyurucu görü nüşüyle gezen bir «Ay» demek­ tir!.. Bu biraz da, Karadeniz’den, Marmara’nın uyuyan kıyı sakin­

lerine, o suların hızlı akışında

dallarının yüzdüğü gül ağaçları­ nın kokularıyla yüklü akşam rüz­ gârının serinliğidir!...

Evet, Doğu bunların tümüdür. Daha doğrusu durmadan yenile­ nen, çoğalan, başkalaşan bir şiir­ dir, görülen ve yaşanan bir şiir!. O, insan ruhunu anlaşılmaz bir tatlı gevşekliğe daldıran dayanıl­ maz bir çekim gücüdür!...

Evet, yeni gelen turist, İstanbul dan yolcu için görüntü budur. İs­ tanbul, bir periler âlemidir!...

Fakat kulislerine daldığımız za man acaba neler göreceğiz?

İnsan, İstanbul’da her şeyi gör­ melidir. Geçmişi yeniden yaşamalı dır. Turiste, izleyeceği yolu önce den saptama çok zordur. Bir elçi­

lik tercümanı gerekir. Günde 7|

franka en iyileri bulunabilir.

■' "önfcelikle 'memleketin bozuk

parasından edinelim. Bunun için Sarraf adı verilen, Yahudi para

değiştiricilerine başvuralım. A-

vuçlarını dolduran gümüş para­ ları şıkırdatan sarraflara hemen her kapıda rastlamak mümkün­ dür.

Eğer 15 gün ayırmış iseniz, bu İstanbul’u iyice görmek için çok değildir. Çünkü, dönen ve «Hu..» çeken dervişleri ziyaret İçin özel günler vardır. Ayrıca bâzı gezi­ lerin gerektireceği aydınlık, gü­ zel günler ister. Bulgurlu (Çam­ lıca) tepesini gezmek için gerek­ tiği gibi...

Herşeyden önce, dana ilk gü­ nü en geç sabahın dokuzuna doğ ru Beyoğlu’nu, İstanbul yakası­ na bağlayan tek geçit yeri. Ga­ lata Köprüsü’ne gitmek gerekir. Dubalar sırtında duran bu ah­ şap yapıt üstünde turist. Doğu­ nun bütün tiplerinin geçit resmi ni seyretmek için orada saatlerce

kalabilir. Asya batısının, Doğu

Avrupa ucunun ve Afrika kuze­

yinin bütün uluslarına mensup

kişileri bir arada etüt etmek çok kolaydır...

Galata Köprüsüne gelmeden

önce, kapısında, küçük tahta ba­ samakların (sahanlık olacak) üs­ tünde tünemişçesine, hiç kımıl­ damadan nöbet tutan askerlerin cıurduğu Topçuluk Bakanlığı ö- nünden geçiyoruz.

Köprünün girişi büyük bir ka­

labalık tarafından tutulmuştur.

Daracık meydanda çeşitli şeyle­ rin satıcıları durmuş, bağırarak- tan malını satıyor! Başıboş ât­ lar.. kafasını bacaklarının arası­

na sıkıştırıp uyuyan köpekler..

müşteri bekleyen yük arabaları, eskice faytonların tümü bu mey danda bir araya gelmiş...

Köprüye para

İnsanlar her an burada çarpı­ şabilir. Birden boşalan bir kala­

balığın. şaşırtıcı bir dolaşması

var ortalıkta. Giriş yerinde ve

ayakta duran, uzun beyaz göm­ lekli, başlan kırmızı fesli, giriş ücreti alıcılara ikişer para ver­ diniz mi, köprüye girebilirsiniz... O zaman... Oh! O zaman., in­

sanın yanında kaba bir elçilik

tercümanı değil fakaı kibar ve son derece bilgili bir dost olma­ lıdır. Binlerce şaşkınlık konusu yaratan, beyinde binlerce acaib seru uyandıran canlılığı, renkle­ rin parlaklığını, giysi ve tiplerin sonsuza varan çeşitini anlatmaya hiçbir güç yeterli değildir...

Bakınız: Geleneksel giysilerini giymiş Ingilizden tutun, en ilkel kıyafeti taşıyan Afrikalıya kadar, bütün bir dünya halkı sanki bu­ radan geçiyor... Fesler kalaba­

lığı arasında tek tük rastlanan

birkaç fötr şapkalı, bu al gelin­ cik tarlasında siyah noktalar mey dana getiriyorlar! Salamura zey­ tini renginde Çinliler; patlak du­ dakları, kıvırcık saçlarıyle siya­

hın en güzeli zenciler: kemik,

tahta, ya da bakırdan yapılmış

kırmızı veya kara taneli tespihle rmi çekerekten yürüyen Rumlar. Kırmızı, yeşil, mavi, sarı ferace­ li sadece gözlerini dışarıda bira kan, ince ipekli tüldeh başörtü­ leri, ayaklarında kısa ökçeli ter­ likleri ve beyazlığı lekesiz olma­ yan çoraplarıyle işte kadınlar...

Parmakları kınalıdır Bazılan

kollarına bile kına vakarlar...

Bir derviş

Şu gerimizden gelen bir der-

viş’tir. Başında, sarık kozalak

şeklinde, gri keçeden yapma ve ortalık yerden yükselen bir kü- lâh var. Sırtında, sütlü kahve

renginde bir kaftan taşıyor.

Sağ kolunun altında, burjuva­

lar gibi şemsiye tutuyor ve kar­

şılaştığı iki katolik rahibe ile

hiçbir şekilde ilgilenmiyor!..

Göze çarpan daha başkaları

da var. örn eğ in : hadım edilmiş haremağaları; yüklerinin altın­

da yarı ezilmiş hamallar; ayı

oynatıcıları; meyva ve kozhel- vası satıcıları; bir subay, ya da bir paşa (ata binm iş); ikişer sis

ka at tarafından çekilen ağır

yük arabaları ve çingene çar­

dağına benzeyen kötü kiralık a-

rabalar... Bunlara benzemeyen

bazı arabalar da geçer. Yanı

başlarında yarısı sivil veya ya­

rısı asker olan iki, ya da üç

yaya kişinin eşliğinde, azamet­

le geçerler köprünün ortalık

yerinden. Böylesine görünüşlü

bir arabanın içindeki ya bir Ba­ kan, ya saygıya değer yaşlı bir kimse, ya da yüksek bir görev­ lidir.

Fildişi kakmalı silâhlarıyla

Circassien’lcr Çingeneler, Mek­

ke’den dönen hacılara da rastla­ yabilirsiniz bu Köprü üzerinde.

Bunlar oldukça kalabalıktır.

Feslerinin çevresinde yeşil tür­ ban var. Yahudiler ve yine Ya- hudiler, giysileri hep aynı mo­ del!...

Bu canlı ve değişik ortamda, sürekli gidiş • gelişin tekrarlan­ dığı çeşit içinde çolaklar, topal­

lar guatrlılar, yüzleri çıbanla

kaplı, vücutları yara bere için­ de insanların meydana getirdi­

ği bir dilenci sürüsü çok kez,

merhamet duygularınızı uyan­

dırmak için terbiyesizce kolu­ nuzdan çekerler...

Yüzlerce kayık su üstünde

kayıyor; kürekçisinin bir kez

kürek çekişi, kayığın hızla vol almasına yetiyor. Büyük gemi­ lerin direklerindeki yelken ip­

leri gıcırdıyor; hareket halin-

deki vapurların buharlı düdük­ leri ötüyor...

Köprü üzerinde saatlerce kal­ dıktan sonra -ki bu çok değil­ dir ve her gün oraya aynı he­ vesle ve zevkle gelinebilir- Ga­ lata Kulesi’ne çıkmak gerekir.

Galata Kulesi; kaba, yuvar,

lak. güzellikten yoksun, zevksiz,

süssüz, dibi yıkıntılarla dolu,

tepesinde bir çeşit fener bulu­

nan ve hiç çekinmeden çevre­

sindeki yıkık evlerle harabe sı­ nıfına katılacak bir yapıdır.

Basamakları yarı yarıya çürü­ müş ve duvarları kertenkelelerle doludur I Katlarının bir çoğunda döşemeler çürümüştür. Fakat yu­ karıya çıkınca, günü ön dört pen­ ceresinden gören ve tepedeki ka­ fes içinde görevli tulumbacı eri­

nin, sincap gibi içinde durma­

dan döndüğü yuvarlak yerin pen­ cerelerinden dışarısı... Evet, dı­ şarısı size, duvardaki böcekleri, yamalı ve yırtık elbiselilerin çok luğunu, sokakların pisliğini, evle­

rin dış görünüşündeki sefaleti

unutturur. Artık düşünülmez; çün kü bunların tümü kaybolmuştur. Kıymetli taşlardan tacı ve periler alayı ile düş âleminde alev alev yanan bir masal Istanbulunu in­ san yeniden bulur. Bu eşsiz gö­ rüntünün zevkine eksiksiz vara­ bilmek İçin, hiçblrşeyin girdisine çıktısına bakmadan ve hayranlık dolu gözleri kısa düşüncelerin pe­ şinde rastgele gezintisine bırak­ mak gereklidir...

Boğaziçi’nde yaşantı yoğun ve hareketlidir. Altın Boynuz (Haliç) da bir yarı dinlenme durumu var dır. Gürültü bize kadar güçlük­ le yükselir. Prens Adaları ikinci planda kalmakla beraber yine de çok net şekilde gözle görülebi­ lir. Oysa aynı yönde, eteklerinde Türkiyenin eski Başkenti Bursa’ mn yeraldığı, tepesi karlarla kap­ lı Uludağ (Olympe) hayal meyal seçilir. Buna karşılık hemen ya- nıbaşınızda, Boğazdan esen rüz­ gârlarla serinleyen Bulgurlutepe- si (Çamlıca) Eski Saray’a, insa­ nın aklına hayalet ve bir çok U- züntülü hikâye getiren şimdi boş

bırakılmış Çerağan ve Dolma-

bahçe saraylarına bekçilik eder

gibi...

(3)

Kasaplar mallarını

bağırarak satıyor

Biraz aşağı İnince, kendimizi

uzaktan Batılı bir kent benzeri

Beyoğlu’ (Pera)’nun büyük bir

bölümünü meydana getiren dar racık sokaklarda bulduğumuzda bu kez, garip bir duygunun etki­ sinde kalırız. Gerçi burada, güzel ve taştan yapılmış evlerle, mağa­ zaların sıralanarak süslediği bir kaç büyük cadde vardır. Fakat genellikle, dar sokaklardaki ah­ şap evler, bir birlerini ezmek is­

tercesine üst üste yığılmış du­

rumdadır. Dar ve küçük olan bu evlerin birinci katlan cumba şek linde sokağa doğru çıkışı meyda­ na getirerek, zemin katın üstün­ de uzanırlar. Hemen hemen bü­ tün pencereler, yarılarına kadar tahtadan yapılmış enli kafeslerle kaplıdır. Bu evler sanki mucize bir denge, ya da yanyana daya­ nışmaları sayesinde ayakta durur görünürler!. Bazı çok eski evle­ rin, ayrık tahtaları boyunca man­ tarlar bereketli bir görünüşle bi­ terler. Çatılar delik deşiktir! Her yerde pislik ve yokluk vardır. Ka­ pıların önlerinde yer yer çamur

birikintileri bir göz alışkanlığı

yaratır. Ayrıca hiç kimsenin sü­

pürmediği ve içinde başıboş

dolaşan köpeklerin beslendiği çe­ şitli süprüntülerin kokup çürü­

yerek sıhhate zararlı bir du­

rum yarattığı dikkati çekeri...

men kulak diplerinden kesilmiş koyun başları asılı olduğu halde sokak aralarında dolaşır dururlar...

Yorulmadan gezi

İstanbul içinde bütün geziler yo rulmadan yapılabilir. Binek ara­ balarından başka, her köşe başın­ da, bakımlı küçük atlar da kira­ lanabilir. Narin yapılı, nazlı ve paralı bayanlar, bizim de ataları­ mızdan işittiğimiz şekilde, taşıyı cıların sırtlarında giden iskemle (Tahtırevan) üzerinde gezebilir­ ler! Bu bineklere kışın daha çok başvurulur. Ücreti çok değildir. Fakat yine de pazarlık gereklidir.

Büyük caddelerde tramvay bu­ lunur ve hattâ Galata’dan, Bey- oğlu’na inip - çıkmak için bir de tünel vardır...

Gezilecek camilerin sayısı çok­ tur. Bununla beraber yarım dü- züneyi ziyaret etmek yeterlidir.

En önemlileri: Ayasofya, Sultan

Beyazit, Valide Sultan, Eyyub

(Bu kutsal camide, Sultanlar, Pey gamberin kılıcım kuşanırlar ve bu caminin içine elçiler dahil, hiç bir yabancı kabul edilemez), son­ ra Süleymaniye camii gelir, ls- tanbulun en iyi yerinde ve en muhteşem camii olarak ün yap­ mıştır. Bunların yanı sıra Mah- mutpaşa ve altı minaresi bulunan tek cami Sultanahmet gelir.

Her camide, içeri girmek için

genellikle yarım mecidiye ödenir. Bu pratik usûl, evvelce zorunlu olan ferman’m yerine geçmiş ve bekçinin ödünç verdiği bir çift kaba terlik sayesinde sîzleri ayak kabı çıkarma zahmetinden de kur tarmıştır...

Camilerin önleri akıl almaz sa

yıda güvercin sürüleriyle istilâ

edilmiştir. Islâm ziyaretçiler, bu­ ralarda mekân tutmuş kılıksız bir takım açıkgözlerden, para karşı­ lığı aldıkları mısır veya darı gibi kuş yemlerini bu güvercinlere a- tarlar. İnançlarına göre, bu dav­ ranışları sevap kazandırırmış!.. Be nim anladığıma ve gördüğüme gö re, bu güzelim camilerin çevrele ri de, şehrin tüm sokakları gibi, bu kez güvercin pisliklerinden ge çilmez haldedir. Bu besleme israfı ile ilgili olarak bazı yazarların bildirdiğine göre, çok miktarda tohumu böylece heba etmekle, gü veremler her yıl Türkiye’ye yüz milyona mal olmaktadır!.. Doğru­

su ya bir kuisal kuş için bu kada rı da çok!. Üstelik bir efsaneye ba kıtırsa, güvercin lanetlenmiş, u- ğursuz bir yaratıktır!.. Bu duru­ ma göre her iki düşünce:

Güvercin kutsaldır — 50.000.000 Fr.

Güvercin uğursuzdur — 50.000.000 Fr.

Sonuç olarak: İster kutsal, is­

ter uğursuz sayılsın bu kentin

güvercinleri, yavrularıyla birlik­ te mutlu yaşantılarını sürdürü­ yorlar...

Köpekler

Fakat bu müslümanların bir

ters tutumlarına, yine bu şehrin sokakları içinde sık sık rastlaya­ bilirsiniz. Güvercinin pisliğinden

ve Türklere maliyetinden yana,

özet halinde de olsa yeterli bir

kanı verdik sanırım. Ama ya kö­

peklere ne buyrulur?... Onların

da güvercinler kadar olmasa bi­ le, yine de bir çok yavrulariyle köşe başlarını tuttuklarını görür­ sünüz. Halleri perişan, pis; çelim siz ve üstelik açtırlar!... Bunlar soyca hem Kurt’a, hem de Tilki'- ye çekmişlerdir!.

TUrkler hiç bir zaman bu hay­ vanlara kötü davranmazlar. Ama

hiç bir zaman da güvercinlere

gösterdikleri ilginin dörtte birini bile bunlara gösterdiklerine rast­ layamazsınız. Bu binlerce köpek,

kaklarda bulduklarıyla yaşarlar!. Her birinin, dışına asla çıkmadık­ ları birer mahalleleri vardır. Ge­ ce olunca, köpeklerin ulumaları­ na; Güneşin batışından, doğuşu­ na kadar ellerindeki ağır sopala­ rı. kaldırım taşlarına sürekli vu- raraktan dolaşan bekçilerin gü­ rültüleri eklenir...

Camileri ziyarete giderken, yol boyunca anıtlara rastlanır. Böy­ lece, Süleymaniye Camiinden çı­

kınca, avlunun öteki yüzünde

Muhteşem Süleyman’ın, Hürrem Sultanın (Roxelane), ve daha bir çok sultan ile prensesin mezarla­ rını görmek mümkündür. Bura­ dan az ötede SERASKERLİK adı

verilen HARBİYE NEZARETİ-

nin avlusuna geçilir. Burada kar­

şınıza çıkan kule (Beyazıt Ku­

lesi) yangınları gözetleme mer­

kezi olarak l'ullanılır. Daha son­ ra, büyük DİVANYOLU caddesi­ ni izleyerek Yanmış sütün (Çem-

berlitaşl’ın önünden TÜRBE’ye

varılır. Olağanüstü güzel ve gös­

terişli olan bu yaptntn İçinde

Devrimci Sultan Mahmut’un me­ zarı bulunmaktadır. Oğlu Sultan Aziz 1867 Sergisi için Fransa’ya gelmişti.

Y A R I N :

Boğaziçi Kıyıları

Ve bu evlerde, bu sokaklar­ da; ezilmiş, sıkışmış, fakat az

hareket eden bir topluluk ya­

şar. Uyuşukluk,, davranışlardan

uzak durmak, bunların doğal

yaşantılarıdır. Yoldan, İnsana

üzüntü verici şekilde giyinmiş kimseler geçer. Erkeklerin giy­ sileri aşağı yukarı çağdaş se­

viyededir. Kadınlar ise, YAŞ­

MAK adı verilen, Hintlilerinki-

ne benzer dikişsiz, sanki baş­

tan topuklara kadar geçiril­

miş, gülünç bir kıyafete bürün­ müşlerdir!...

Kentin, bura sokakları içinde özellikle mallarını bağırarak sa­ tan kasaplar dikkati çeker.. Bun­ ların görünümü, alıngan mideli ki şilerin iştahını kapamaya yeter de artar bile! Bunların gezgincileri, omuzları üzerinde taşıdıkları u- zun, yuvarlak sopalara işkembe­ ler, derisi yüzülmüş, hemen

(4)

he-Theodore CAHU

101 YIL ÖNCE ISTANBUL

Dünyanın en hayranlık

verici gezintisi boğaz

kıyılarında geçer

Ttirbe’nin alt yanlarındaki bir

dar sokak, bizi ünlü BİNBİR-

DİREK sarnıcının bulunduğu

meydanlığa götürür. Binbirdirek

sarnıcı bugün tamamen kuru,

yarısına kadar da toprakla dol­ durulmuştur. Bir çok bölümleri, ipek ipliğini büküp çile yapan bir­ kaç kişinin işgalindedir. Bu mey­ danın biraz ötesinde, bir yanı sur ve iki katlı estetiği bulunmayan

evlerle örtülü Ayasofya Camii

yükselir...

BOĞAZİÇİ KIYILARINDA GEZİ:

Dünyanın en hayranlık verici gezintilerinden biri, hiç kuşku­ suz Boğaziçi kıyılarında geçer. Bu geziyi tamamlayabilmek için bütün bir gün gerekir. Gidişte Avrupa yakasını bitirirken, dö­ nüş için hemen Anadolu yakası na geçmek, pratik bir uygulama olur. Tabii dönüş için, bu kıyı­ larda sefer eden vapurlara bin­ mek şarttır. Özellikle vapurların hareket saatlerini birgün evve­

linden programlamak faydalı

9Jur-.,.- ,

, Vapurunuz ilkin Çıragan Sara yma d.oğru yönelmiş gidecektir. Kıyıdan, yukarılara doğru bakar sanız; som, kagir, dört yüzünde kartal resmi olan geniş bir bina gözünüze çarpacaktır. Burası Al manya Büyük Elçiliği’dir. Onun yanındaki mütevazi görünüşlü, küçük, beyaz villa İtalyan Sefa­ rethanesi...

Kabataş iskelesinden sonra va pur, DOLMABAHÇE meydanı ve sarayının kıyılarını yalayarak ge çer. Sarayın beyaz mermer iske leşinin merdivenleri, sarayın ka pısmdan başlar ve denizde kay­ bolur!... Daha ötede, ünlü kor­ san Barbaros’un mezarının bu­

lunduğu yer, Beşiktaş gelir...

Daha ötede Kuruçeşme: Efspne ye göre, Medee ve Jason, Colc- hide’den dönüşlerinde Kuruçeş­ me’ye yanaşıp karaya çıkmışlar. İşte bu duraklamada Mödee, o- raya çağında çok ün yapmış olan bir defne ağacı dikmiştir.

Biraz daha gidildikten sonra

ünlü AKINTI BURNU’ndan geç mek gerekir. Bu noktada, «Şey

tanın Burnu» diye de anılır.

Gerçekten akıntı bu yönde çok

şiddetlidir BEBEK’İ geçtikten

sonra, buraya dek hiç kesilme­ den gelen ilçe kıyı köşkleri çiz­ gisi, tablosu yapılacak kadar gü zel bir mezarlıkla birden koptu­ ğu görülür. Bu mezarlık, müslü manlarm en kutsal ve saygı de­ ğer olarak belledikleri bir ziya­ ret yeridir. Çünkü burada, Fatih

Sultan Mehmet’in öncülüğünde

Asyadan, Avrupaya ilk geçen Osmanlı şehitleri gömülü bulun­ maktadır.

Göz açısına sığacak her şey, sanki buraya özge bir güneşle

aydınlanınca. tüm ilçeler yer

yer göze hoş gelen harikulade

bir görüntü zincirlenmesi ya­

par. Uzakta yankılanan bu bö­

lümlere tüm şiiriyetini verdik-

mek için sanki doğa bayram

yapmaktadır: HÜNKÂR İSKE­

LESİ, BEYKOZ, KANLICA ve

diğerleri. Fakat yakından bura­

daki evlerin çoğu birer yıkıntı­

dır. Şurada, burada görülen

iki ya da üç köşk, zarif olmak­

tan çok debdebeli, muhteşem

görünüşlüdür. Fakat bu eğlence evlerinin hiçbiri, bizim Norman diya kıyılarını süsleyen sayısız

ŞALE’nin (Küçük köy evi) ne

çeşit oluşuna (değişik tipte), ne de lüksüne sahip değildir. Mısır

Valisi Mehmet Ali tarafından

yaptırılmış yüksek mermer du­ varların, Sultan’ın Asya yakasın daki «Tatlı Sulardaki - Küçük- su» Köşkünün veya Beylerbeyi Sarayı’nın parlak beyazlığı önün

den geçerken, İnsanın aklına

Türkiye’nin halihazırdaki yok-

sulluğu veya görünen evlerinin çıplaklığı gelir de içi burkulur!. Abdülâziz’in doğulu gösterişinin eşsiz bir anlatımı olan Beylerbe­ yi Sarayının göz alıcı lüksü için de, bir süre öncesi Süveyş Ka- nalı’nın açılış töreni arifesinde İmparatoriçe EUGENİE (O jeni) konuk edilmişti. Duvarlar, ayna lar ve taklit duvar kâğıtlarıy­ la oda ve salonları kaplıdır. Şu­ rada burada iki veya üç Sevr

Vazosu boy gösterir. Başkaca

daha bir kaç divan ve koltuklar göz alır. Bir zamanlar altın İşle­

meli, mercan terlik giymiş za­

rif ayakların bastığı döşeme taş larının üstleri şimdi bir toz ta­ bakasıyla kaplıdır.

AVRUPA’NIN TATLI SULARINDA:

Avrupa yakasının Tatlı Sula­ rı. Türkçe adıyla KÂĞITHANE;

ilkbaharda, özellikle mayıs ve

haziran aylarında çok ilgi gören bir gezinti yeridir. Haliç’in Batı bölgesi içinde kalan bu mesire­ liğe, çıplak çayırların arasında, yılan gibi kıvrılarak sessizce a- kan Barbyzes deresinin suladı­ ğı, 3-4 km.’lik bir mesafeyi aşa­ rak varılır.

Padişah Mahmut tarafından,

âşık olduğu bir sultan için yap­ tırdığı söylenen ve yapma şelâ­ leler, harikulade güzellikte bah­

çeleri de Abdülâziz’in eklediği,

kendisinin de sık sık kaldığı sa­

ray neredeyse tamamen çöke­

cek!... Civardaki yıkık camide de askerler konaklamaktadır.

Bu kısa gezi İçinde, Haliç’in

her iki yakasını, Bahriye Neza­

retinin bulunduğu Kasımpaşa-

yı ve yine ona yakın düşen bu­ gün içi tamtakır sayılabilecek

büyük silâh deposunu görme

imkânını buluruz. Bahriye Ne­ zaretine karşı düşen kıyının ha­ kim noktasında, Rumların otur dukları Fener semti gelir.

Buranın tam ortalık yerinde

de kırmızı boyalı, büyük bir ki­ lise ve çevresi. dikkati çekerek: Ünlü Patrikhane sitesi...

HASKÖY adı verilen yer, da­ ha çok bir Yahudi semti olarak tanınır. Burada evlerin tümü, bir biri üzerine tırmanır gibi gözü­

kür. Doğuya has bir anfiteatr

şekli!..

İşte ÜSKÜDAR., ve ona yakın yerde, denizin ortasında bir ada­ cık; üzerinde de bir kule: K IZ- KULESİ... Türklerin de bu kuley le ilgili, duygulandırıcı bir efsa­ neleri var. Burası gerçekten bir

masal köşesi... Adanın arka kıyı­

sı Üsküdar (Scutari), önceleri

adı Chrysopolis idi. Şimdi kayık iarın yanaştığı ahşap dalgakırana çıkınca, geçmişin tarih yaşantısı başlar.

Belki orada, ayni yerde Xenop­

hon, Avrupaya göçmeden önce

onbin kişilik ordusuyla durmuş­ tur. Alcibiade, gemileri İçin is­ kele yaptırmış ve daha sonraları BizanslIlar. MakedonyalI Philip- pe'e karşı, AtinalIlardan aldıkla' rı yardımın hatırasına hürmeten dev gibi üç heykel dikmişlerdir

Civardaki engebeli ovalar, BU

yük Konstantin’in. Licmius’a ka ş, son zaferine tanık olmuştur

Bugün Türklerin malı olan b

semtteki evlerin çoğunluğu ba

kımsız ve yıkıktır Bu yüzde

de sıkıntılı ve monoton bir gör r.üş yaratır. Şimdi bu evlerde o beşbin müslüman oturmaktadır

Bir at veya araba kıralayara! İstanbul’u şahane bir tablo oli rak görmek isteyenlerin gitme

gerekli BULGURLU (Çamlıcf

tepesine kolaylıkla çıkılabilir. I kat, arabaya binmeden önce U' ret için çok iyi anlaşmak ger' kir.

Y A R IN : RUMELİ YAKASIN D A

M ğdöe: Colchlde ülkesin

kral kızıdır. Büyücüdürl. Kene sini bırakan kocasından lntika almak için çocuklarım kendi < leriyle boğmuştur.

Jason: Eson’un oğlu ve büy cü Medöe’nin kocasıdır.

(5)

Gümrükteki guçlugu

kılavuzunuz halleder!

m

Mavi bir «erite benzeyen BO­ Ğ AZ, buradan ötesini Marmara’

nın yeşil ışıltısında bulur.

Marmara’nın ortalık yerinde

dört PRENS ADALARI, birer

dev şeker kurabiyesi gibi görün­ mektedir! Tepesinde kar eksilme yen ULUDAĞ (O LY M PE )’m e- teklerinde kurulmuş olan Bursa kolayca seçilir. Bulgurlu yakın­

larından, MEKKE yolu geçer.

Bu yolu izleyenler Mekkeye onüç günde varırlar...

RUMELİ Y A K A SIN D A : Bulgurlu tepesinden bakıldık­ ta. ufuk hattında Çatalca ilçesi ve beyaz renk görüntüsünde bü­ yük bir dağ görülmektedir K ı­

yıyı takiben giden Rumeli de­

miryolu, Sarayburnundan itiba­

ren gidiş istikametinde izlenebi­ lir. Bu, yjrmibeş fersahtan çok yer tutan bir zincirleme görünüş tür...

Ufku seyrettiğimiz tepenin ya­ kında, tepeye adını verdiren Aziz Bulgurlu’nun mezarı bulunmak­

tadır. Bu mezar dörtyüz yirmi

yılıktır...

Dönüşte, yine önünden geçece­ ğimiz büyük müsliiman mezarlı­

ğından tamamen ayrıntılı olan

Yahudi meşatlığı (mezarlık) da dikkati çekecek özellikler taşı­ maktadır. Bir teperin yamacın­ da bulunan bu Y'ahudi mezarlığı na değişik biçimde büyük, yassı taşlar serpiştirilmiştir. Bu taş­ ların üzerinde ne bir put, ne de bir dinî işaret, ne de bir yazıt

vardır!, öğrendiğimize göre, bu

durum ölüler arasında eşitliği

ifade ediyormuş... BURSA ve ULUDAĞ’DA BİR GEZİNTİ:

İstanbul’da bir süre kaldıktan sonra, Türkiye’nin eski başken­ ti BURSA’yı görememek büyük

kayıptır. Vapur yolculuğu dört

buçuk saati geçmez. Önce SA­

RAY BURNU’nun önünden geçi­ lir. Sonra İZMİT KÖRFEZİ’nin ağzı aşılir ve gemi MUDANYA’-

nın küçük iskelesine rahatlıkla

yanaşır. İstanbul halkının alışkan lıklarma zıt gelecek bir şekilde temiz görünüşlü bu şehirden, 3 veya 4 mecidiyeye -mevsimine gö­ re daha da ucuza- arabayla Bur- sa’ya gidilir. Mudanya’ya 29 Km. uzaklıkta olan BURSA, son de­ rece verimli ve güzel bir ovaya hâkim durumda bulunan bir da­

ğın eteklerinde kurulmuştur.

Kentin gerisinde çıplak kayaları

ve çoğu kez karlarla kaplı zir­

vesiyle ULUDAĞ yükselir. Annibal’in anılarını hatırlatan Bursa şehrinde elliyi aşkın ca­

mi bulunmaktadır. Ve bu dinî

yapıların en önemlisi de ULU-

CAMİ'dir. Bütün Doğu âlemin­

de ün salmış olan banyolar, şeh­ re 3 Km. kadar uzaktadır. Bu­ raları, özellikle yaşlıların çok il­ gi gösterdikleri bir yer kabul e- dilir. Banyoların yolu, hem hoşa

gidecek bir görünüşte, hem de

temiz ve düzgüncedir. Uludağ’a

çıkış kolay ve tehlikesizdir. Te­ peye kadar atların yol alabilece­ ği bir patika vardır. Oraya 5 ve­ ya altı saatte varılabilir. Yanım- az yiyecek bazı şeyler almayı ih­ mal etmeyiniz. Çünkü zirveye çı­ kan yol boyunca, yiyecek birşey bulamazsınız!..

Uludağ’ın zirvesindeki görüntü

insanı büyüler. Açık ve aydın­

lık havalarda Marmara denizi,

İzmit ve Mudanya körfezleri, İs­ tanbul ve Karadeniz tüm görüş açınız içindedir...

İSTANBUL’A DÖNÜYORUZ:

Verilen bütün bu ayrıntılara

rağmen, İstanbul’un gece yaşan­

tısından hiç söz etmedikse bu,

ufuklarında güneşin kaybolma­

sından sonra şehrin eğlence ha­ yatının da bitmesinden ileri gel­ mektedir!. Sokaklar az ışıklandı­ r m ış tır . Tiyatrolar yoktur. Kon­

serler bile umulanın ve biline­

nin çok ötesinde, bir yadırgama konusudur. Bu bakımdan en iyisi

dinlenmek; ya da düş süresi,

gün boyunca hayranlık duyulan

büyülü dekoru yeniden görebil­

me umududur...

Turist. İstanbul’un büyük pa­ zarım (K apalıçarşı) gezmeyi İh mal etmemelidir. Bu değişik çar

çının anlatımım yapmak zor­

dur. Oraya kılavuzsuz gitmek

imkânsız gibidir, çünkü insan

kaybolabilir.

Ve işte oradan öte beri alacak lara bir öğüt:

Oraya sık sık gitmekten ve hiçbir şey satın almasanız bile bütün beğendiklerinizi incele­ mekten çekinmeyiniz. Beğendiği

nizi son güne dek saklayınız!

Almaya karar verdinizse, dük- kân sahibinin 100 Frank istediği bir mala, sakın 20 Franktan çok vermeyiniz...

Kapalıçarşı’dan çıktıktan son­

ra, sultanların efsanevi sara­

yının gösterişli kapısının bulun duğu (Saray meydanı) alana da gitmek gerekir. Bu Orta Kapı, geçmişin tüm eziyet ve işkence­ lerinin hatırlanabileceği bir yer­

dir orası. İşte, kesik başların

sarkıtıldığı mazgallar, öldürü­ lenlerin, Boğaz sularına atıldı­ ğı «Poternaslar - gizli kapılar.»

Sultanların kardeşlerini bile

hapsettikleri korku verici oda­ lar. Büyük vezirlerin bile baş­

larının üzerinde uçurulduğu

cellât taşı ve cellâtların kanlı

ellerini yıkadıkları Cellât çeşme si; tümü bu meydanın çevresin­ de görülebilir. 1826 da, II. Mah­ mut tarafından Yeniçerileri kal

dırmak için girişilmiş temizlik

hareketinden sonra, çok ünlü

bir haydut başının içinde uzun

süre saklandığı oyuğu taşıyan

yüzyılların dev çııiar ağacı, hep bu meydanı çevreler...

Eski Bizans ve Akropol, bu ­ rada kuruluyordu. Burada Im-

paratoriçe Placide’nin sarayı,

Bizans İmparatorluğunun en

güçlü kişilerinin oturdukları

köşkler ve Arcadius’ün kaplıca­ ları da bu çevre içinde yer alır­ dı. Bugün bütün yaşlı sultan­

lar, son günlerini yalnızlık ve

sessizlik içinde geçirmek için

bu eski Saray’a (Topkapı Sa­ rayı) gelirler. Onlar için bura­

sı, öteki dünyaya geçişin kapı­ sıdır!...

SELÂMLIK...

Selâmlık her cuma günü ya­

pılır bir dini törendir. Sultan

gösterişli bir merasimle cami­

ye gider. Bu törene katılabil­

mek için bir paşanın ya da bir

büyük elçinin davetlisi olmak

şarttır. Şu sıra bu tören Y IL­ DIZ SARAYI’nın hemen yanı-

başında yapılmaktadır. Sultan

bu sarayda kalmaktadır. Genel­ likle de onun yakınındaki Me­

cidiye Camiine gitmeyi uygun

bulur. Tören alayı, peri masal­ larındaki gibi gösterişlidir. Yu­ larını Arnavut seyislerin tuttu­ ğu çok gösterişli atların çek­ tiği gerçekten görülmeye değer bir araba içinde Sultan Cami’ye gelir. Sultanın arabası arkasın­

da, protokola göre Sadrazam,

âyân üyeleri, yüksek komutan­ lar yer alırlar...

TÜRKİYE’ DEN A Y R ILIŞ: Eğer bazı eşyaları satın almış­

çıkarmak için Gümrük Vergisi

vermeniz gereklidir Oysa forma­ liteler uzun sürer En iyisi, kı­ lavuzunuza aldığınız mallar için, sandık başına bir mecidiye öde- menizdirı. O, durumu gümrük­

çülerle ayarları. Siz de üzücü

ve yorucu bir uğraşı içinde za­ man tüketmeden, paradan da ta­ sarruf vaparak çıkış İzninizi al­ mış olursunuz!..

Başkaca bir sakınca yoksa, kal kış saatiniz de gelmiş ise olrkaç dakika sonra geminiz vola çıktı demektir... Yavaş yavaş Beyoğlu.. Üsküdar., sonuç olarak İstanbul şehri git gide gözlerden silinmek tedir... En son minareler; gökkub beyi tutmak için yükselen kris­ tal çubuklar, gözlerin son görüş noktasında bir süre daha kalscak en son, fakat en güzel, en unu­ tulmaz anılar...

— B I T T î _ Çeviren: Turgut ETİNGİ'

İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Oysa başka romanla­ rında aynı şey, bu kadar radikal biçimde söz konusu değil.. - Kimseye anlatamadım

Zaman geçtikçe ve başka tür feminizmleri keşfettikçe Duygu Asena ile feminizme yaklaşımım örtüşmemeye başladıysa da hep onun kadınların bugün

Koca Yaşar, seni elbette çok seven, yere göğe koya­ mayan çok sayıda dostların, milyonlarca okuyucun ve ardında koca bir halk var.. Ama gel gör ki onların

Türkiye'nin AB'ye katılımı ile beraber su kaynakları ve altyap ılarına (Fırat ve Dicle nehir havzaları üzerindeki barajlar ve sulama sistemleri, İsrail ve ona komşu ülkeler

parmak proksimal falanks tabanının radyal yüzünde uzama ile sınırlı bulgular gözlenirken, genin tamamı etkilendiğinde; elde orta falankslarda kısalık, 2.. parmak

Literatürde en sık uygulanan ve önerilen adölesan sağlığını geliştirme programlarının beslenme, egzersiz, hijyen, uyku, alkol, ilaç, sigara kullanımı ve

Alçak bir Il ısu Barajı, Hasankeyf Barajı, Botan Barajı ve Garzan Barajı yapılsa, bunların toplam göl alanı, tek başına büyük Ilısu Barajı’nınkinin % 64’ü kadar

2004'te yasanan bir baska intihar vakasina iliskin durum bu pazartesi Tours sosyal güvenlik isleri mahkemesinde incelenirken, CGT, bir basin açiklamasinda, nükleer santralin