• Sonuç bulunamadı

3. SAYININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "3. SAYININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ."

Copied!
284
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)YENİ TÜRK EDEBİYATI HAKEMLİ ALTI AYLIK İNCELEME DERGİSİ. MODERN TURKISH LITERATURE A BIANNUAL PEER REVIEWED JOURNAL OF RESEARCH. 3 MART 2011. ISSN: 1309-565X. YENİ TÜRK EDEBİYATI.

(2) Hakemli Altı Aylık İnceleme Dergisi Modern Turkish Literature Sayı: 3, Mart 2011 ISSN: 1309-565X Yayım Danışmanı. Hakem Kurulu. İÇİNDEKİLER Prof. Dr. İnci Enginün Yayın Kurulu Prof. Dr. Yavuz Akpınar Prof. Dr. Fazıl Gökçek Prof. Dr. Osman Gündüz Prof. Dr. Şuayip Karakaş Prof. Dr. Abdullah Uçman Prof. Dr. Alev Sınar Uğurlu Yayın Koordinatörü Dr. Sabahattin Çağın Sahibi ve Yazı İşleri Md. Dergâh Yayınları A. Ş. adına Asım Onur Erverdi Yazı İşleri Suna Demirer Zeynep Yörük e-posta bilgi@dergahyayinlari.com Yazışma Adresi Klodfarer Caddesi Altan İşhanı Nu.: 3/20 34112 Sultanahmet / İstanbul Tel: (212) 518 95 78 (3 hat) Faks: (212) 518 95 81 Satış, Abone Ana Basım Yayın Molla Fenari Sokak Yıldız Han Nu.: 28 - 34110 Cağaloğlu / İstanbul Tel: (212) 526 99 41 (3 hat) Faks: (212) 519 04 21 Yurtiçi öğretim üyesi ve öğrenciler için abonelik bedeli Yıllık 2 sayı, 26 TL Yurtdışı abonelik bedeli Yıllık 2 sayı, 35 ABD Doları Kurumlar abonelik bedeli Yıllık 2 sayı, 60 TL Abonelik için hesap numarası Ziraat Bankası (Cağaloğlu Şubesi) IBAN: TR 91 0001 0008 8929 0448 1950 01 Posta Çeki Hesabı: 6115869. Prof. Dr. HASAN AKAY Prof. Dr. YAVUZ AKPINAR Prof. Dr. ŞERİF AKTAŞ Prof. Dr. M. FATİH ANDI Prof. Dr. HÜLYA ARGUNŞAH Prof. Dr. NURULLAH ÇETİN Prof. Dr. İSMAİL ÇETİŞLİ Prof. Dr. RECEP DUYMAZ Prof. Dr. İNCİ ENGİNÜN Prof. Dr. BİLGE ERCİLASUN Prof. Dr. NÜKET ESEN Prof. Dr. FAZIL GÖKÇEK Prof. Dr. OSMAN GÜNDÜZ Prof. Dr. ÖMER FARUK HUYUGÜZEL Prof. Dr. ŞUAYİP KARAKAŞ Prof. Dr. TURAN KARATAŞ Prof. Dr. EMEL KEFELİ Prof. Dr. ZEYNEP KERMAN Prof. Dr. EMİNE GÜRSOY NASKALİ Prof. Dr. BEKİR NEBİYEV Prof. Dr. ORHAN OKAY Prof. Dr. MUSTAFA ÖZBALCI Prof. Dr. NAZIM HİKMET POLAT Prof. Dr. MEHMET TEKİN Prof. Dr. ABDULLAH UÇMAN Prof. Dr. SEMA UĞURCAN Prof. Dr. ALEV SINAR UĞURLU Baskı Ana Basın Yayın Gıda İnş. Tic. A. Ş. Beysan San. Sitesi Birlik Cad. Yayıncılar Birliği Sit. Nu.: 32 Kapı Nu.: 4G Yakuplu – Büyükçekmece / İstanbul Tel: (212) 422 79 29. Cilt Güven Mücellit & Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti. Devekaldırımı Cad. Gelincik Sok. Güven İşhanı No: 6 Mahmutbey – Bağcılar / İstanbul.

(3) İNCELEME-ARAŞTIRMA FAZIL GÖKÇEK Tanzimat Dönemi Türk Romanı İçin Bir Çerçeve Denemesi 7 Ö. FARUK HUYUGÜZEL İzmir’in Uzun Süre Yayımlanmış İstikrarlı Bir Gazetesi: Ahenk 23 GİZEM AKYOL 1923-1950 Arası Türk Romanında Osmanlı Toplumu 37 ŞERİFE ÇAĞIN Nurullah Ataç’ın Gözünden “Üstad” Ahmet Haşim 71 SULTAN SARI Neyzen Tevfik’in Hayatı Üzerine Bir İnceleme 91 AYŞE AKSU Misyoner Raporlarına Göre 19. Yüzyılda Anadolu’da Türkçenin Konumu 119 YAVUZ AKPINAR 1905’e Kadar Rusya Türklerinde Matbaalar ve Matbuat: 2 141 NAZIM MURADOV Azerbaycan-Türkiye İlişkileri Açısından Hüseyinzade Ali Turan ve Ahmed Raik 167. BELGELER Faruk Nafiz Çamlıbel’den Şükûfe Nihal’e Mektuplar Zeynep Kerman 201 Hüseyinzade Ali Bey Arşivi’ndeki Ali Haydar Mithat’a Ait Mektuplar (Ali Haydar Mithat’ın Hatıraları Işığında) Halef Nas 221.

(4) KİTAPLAR Metin Neşrinde İki Gayretli Meslektaş: Erdoğan Erbay ve Ali Utku İnci Enginün 241 Osmanlı Romanının İmkânları Üzerine Fazıl Gökçek 247 Ali Kemal: Bir Muhalifin Hikâyesi Şerife Çağın 260 Komik Edebi Türler - Parodi, Satir ve İroni Ece Serrican 266 Yeni Türk Edebiyatı’nda “İstanbul Adaları” Serap Aslan 272 “Kayıp Zamanın İzinde” Ahmet Hamdi Tanpınar H. Harika Durgun 277. YENİ TÜRK EDEBİYATI DERGİSİNİN YAYIN İLKELERİ 283.

(5) 8. İNCELEME - ARAŞTIRMA.

(6) 6.

(7) TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK ROMANI İÇİN BİR ÇERÇEVE DENEMESİ Fazıl Gökçek* ESSAY ON THE FRAME OF TURKISH NOVEL IN TANZIMAT REFORM ERA ABSTRACT In this issue we tried to give brief information about the development of short story/novel genre from the first examples written in 1870’s to 1900. This containment is due to the fact that this period of thirty years is the time that Ahmet Mithat Efendi, the first representative of this genre had realized his writing activity; and the beginning of the century is considered as the beginning of a new period starting with the publishing of Aşk-ı Memnu (The Forbidden Love). We tried to include the characteristics of the works in short story/novel genre between 1870-1900 in terms of their content and wording techniques, and the chronological development process of the genre. Key­words: Short Story, Novel, Tanzimat Reform Era Novel, Ahmet Mithat Efendi. ÖZET Bu yazıda 1870’li yıllardan itibaren kaleme alınan ilk örneklerden 1900 yılına kadar hikâye/roman türünün gösterdiği gelişme özetlenmeye çalışılmıştır. Bu türün ilk temsilcisi olan Ahmet Mithat Efendi’nin yazı faaliyetinin bu otuz yıla yayılmış olması ve yüzyıl başında yayımlanan Aşk-ı­Mem­nu ile yeni bir dönemin başladığı kabul edildiği için böyle bir sınırlamaya gidilmiştir. 1870-1900 yılları arasında hikâye/roman türünde verilen eserlerin muhteva ve anlatım teknikleri bakımından gösterdikleri özellikler ve türün gelişim süreci kronolojik olarak ortaya konulmaya çalışılmıştır. Anah­tar­Ke­li­me­ler: Hikâye, Roman, Tanzimat Romanı, Ahmet Mithat Efendi. ... *. Prof. Dr., Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Ye­ni­Türk­Ede­bi­ya­tı­Der­gi­si,­Sa­yı­3,­Mart 2011,­s.­7-22.

(8) 8. FAZIK GÖKÇEK. Yazının başlığında “Tanzimat romanı” ifadesini kullanmakla birlikte, amacımızın ilk Türkçe hikâye/roman örneklerinin ortaya çıktığı 1870’li yıllardan itibaren, bu ilk örneklerin yazarı Ahmet Mithat Efendi’nin son romanına kadar yaklaşık otuz yıllık sürede Türk romanının nasıl bir seyir izlediğini ana hatlarıyla anlatmak olduğunu, dolayısıyla çerçeveyi biraz daha geniş tuttuğumuzu baştan belirtelim. Gerçi Ahmet Mithat Efendi’nin son romanı 1911’de yayımlanmıştır, dolayısıyla bu süre kırk yıla kadar çıkmaktadır. Fakat yüzyıl başından sonraki on yıl içerisinde Ahmet Mithat Efendi’nin yayın faaliyeti görmezlikten gelinecek kadar azdır. Öte yandan 1900 yılında yayımlanan Aşk-ı Mem­nu’nun bir dönüm noktası sayılabileceği düşüncesiyle çerçeveyi bu şekilde belirlemeyi uygun bulduk. Yine belirtilmesi gereken bir diğer husus, bu yazıda modern veya Avrupaî romanın söz konusu edileceğidir. Bu türün ortaya çıkış ve gelişim sürecinde yerli anlatı biçimlerinin de belirleyici bir payının olduğu inkâr edilemez elbette. Fakat bu durum, romanın toplumumuzun Batılılaşma sürecinde ve Batı edebiyatının etkisiyle ortaya çıkmış yeni bir tür olduğu gerçeğini değiştirmez. Yerli anlatı biçimlerinin bu türün oluşumuna katkısı konusunda bazı çalışmalarda ayrıntılı bilgi verilmiştir.1 Biz bu yazıda Ahmet Mithat Efendi ile başlayan ve uzun yıllar büyük ölçüde onun belirlediği bir çizgide ilerleyen Türk romanının içerik ve anlatım özellikleri bakımından bir tasvirini yapmaya çalışacağız. Bu tasvirde kronoloji esas alınacak, böylece yıldan yıla Türk romanının nasıl bir gelişim gösterdiği ortaya konulmaya çalışılacaktır. Ahmet Mithat Efendi’nin Le­ta­if-i­Ri­va­yat­serisinden çıkan eserleriyle başlayan hikâye/roman2 türü; esaret, evlilik ve aile, yanlış Batılılaşma gibi belli başlı birkaç tema etrafında gelişmiştir. Le­ta­if-i­Ri­va­yat’ın ilk cüzünün ikinci hikâyesi olarak 1870 yılında yayımlanan Esa­ret, Osmanlı toplumunda resmen yasaklanmış olmakla birlikte yaşanan bir olgu olmaya devam eden kölelik meselesini ele alır. Bu konuyu ilk olarak ele alan bu hikâyede [Parlatır, 1992: 49], evlilik kurumuna ilişkin geleneklerin eleştirisi de yan tema olarak işlenmiştir [Tanpınar, 2006: 417]. Tanzimat dönemi Türk romanında esaretin yanı sıra evlilik kurumuna ilişkin geleneksel tutumların eleştirisi, aynı yıl yine Le­ta­if-i­Ri­va­yat serisinden yayımlanan ikinci cüzde Genç­lik ve Te­eh­hül­adlı hikâyelerde de karşımıza çıkar. İlkinde komik, ikincisinde trajik bir hikâye çerçevesinde ele alınan bu konu, gerek Ahmet Mithat Efendi’nin ve gerekse diğer romancılarımızın ileriki yıllarda da en çok üzerinde durduğu meselelerdendir. 1. 2. Bu konuda Mustafa Nihat Özön’ün (Özön, 1985) Pertev Naili Boratav’ın (Boratav, 1988) ve son olarak İnci Enginün’ün kitaplarında (Enginün, 2006) ayrıntılı bilgi bulunmaktadır. Enginün’ün kitabında ayrıca, Osmanlı Rum ve Ermenilerinin Türkçe ile meydana getirdikleri edebiyat ürünleri hakkında da bilgi verilmiştir. Batı edebiyatından alınan roman türünün adlandırılması konusunda başlangıçta bir belirsizlik vardır; “hikâye” ve “roman” terimleri birarada ve aralarında fark gözetilmeksizin birbirinin yerine kullanılmıştır. On on beş sayfalık bir hikâyeye roman denilebildiği gibi beş altı yüz sayfalık bir romandan hikâye olarak söz edildiği de görülür. Hikâye-roman ayrımı ancak Servet-i Fünun döneminden sonra belirginlik kazanmıştır..

(9) TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK ROMANI İÇİN BİR ÇERÇEVE DENEMESİ. 9. Daha sonra Ta­aş­şuk-ı­Ta­lat­ve­Fit­nat’ın da temel meselesini teşkil edecek olan bu hikâyelerde, görücü usulü ile evlenmenin yanlışlığı üzerinde durulur. Bilindiği gibi bu konu Türk edebiyatında ilk olarak Şinasi’nin Şa­ir­Ev­len­me­si’nde işlenmiştir. Le­ta­if-i­Ri­va­yat’ın bu ilk cüzlerindeki hikâyelerde anlatım bir çerçeve içerisine yerleştirilmiş asıl hikâye şeklinde düzenlenmiştir. İlk hikâyede yazar-anlatıcıya ait bir cümleden sonra söz birinci şahıs anlatıcıya bırakılmış, fakat hikâyenin sonunda yazar-anlatıcıya dönülmemiştir. Yazar anlatıcının sözünü emanet ettiği birinci şahıs anlatıcının –ki bu aynı zamanda hikâye kişisidir– hikâyenin sonunda okuyucuya hitap etmesi ve anlattığı olaydan kıssadan hisse çıkarılmasını istemesi ancak yazarın acemiliği ile açıklanabilir. İkinci hikâyede de yöntem aynıdır; ilk cümleden sonra birinci şahıs anlatıcı kendi hikâyesini anlatır. Te­eh­hül’de ise önce bir iki sayfada yazaranlatıcı tarafından hikâye kahramanı tanıtıldıktan sonra, yine birinci şahıs anlatım yöntemi ile devam edilmiş, fakat bu kez hikâyenin sonundaki toparlayıcı ve sonuç çıkarıcı birkaç cümleyle yazar-anlatıcı yöntemine dönülmüştür. Ayrıca hikâye kişisi ile sevgilisinin mektuplarına da yer verilmiştir ki mektup, Ahmet Mithat Efendi’nin Fel­se­fe-i­Ze­nan’da da kullanacağı bir anlatım yöntemidir. Le­ta­if-i­Ri­va­yat’ın üçüncü cüzü olarak yayımlanan Fel­se­fe-i­Ze­nan­(1870), yine bir tarafıyla görücü usulüyle evliliğin eleştirisi olmakla birlikte, bir çeşit erkek düşmanlığını veya erkek egemen toplum eleştirisini zamanına göre çok cesur bir yaklaşımla ele almasıyla dikkati çeker. Hikâye kişilerinden Fazıla Hanım’ın, içinde bulunduğu toplumun kadına bakışını sorgulaması ve kadının adeta bir esir muamelesi gördüğünü ileri sürmesi, hikâyenin yazıldığı tarih göz önünde bulundurulduğunda bir kadından beklenmeyecek bir tavırdır. Fazıla Hanım’ın yanı sıra onun yetiştirdiği Zekiye ve özellikle de Akile Hanım’ın “hürriyet”, “hürriyet-i şahsiye”, “hürriyet-i asliye”, “hürriyet-i tamme”, “sevda-yı hürriyet” gibi kavramları kadının bireysel özgürlüğü bağlamında sıklıkla kullanmaları bu hikâyeyi daha da ilginç kılmaktadır. Eleştirmediği, bilakis onaylar göründüğü bu “feminist” bakış açısını Ahmet Mithat Efendi’nin nasıl kazandığına dair bir bilgiye sahip değiliz. Yıllar sonra, son romanı Jön Türk’te feminizm meselesine değinecek, fakat bu kez bu düşünceyi romanın kahramanı Ayşe Ceylan’ın ahlaki düşüşüne yol açan bir çeşit sapkınlık olarak olumsuz bir bağlamda ele alacaktır. Ahmet Mithat Efendi’nin, toplumun erkek egemen yapısına itirazlarına diğer romanlarında da rastlamak mümkündür, fakat onun bunların hiçbirinde Fel­se­fe-i­Ze­nan’daki kadar –deyim yerindeyse– “marjinal” bir tutum aldığını görmeyiz. Dolayısıyla bu uzun hikâye Ahmet Mithat Efendi’nin eserleri içerisinde bu bakımdan ayrı ve önemli bir yere sahiptir. Ancak bu hikâyedeki yaklaşımın ileriki yıllarda diğer yazarlar tarafından da izlendiğini veya geliştirildiğini söyleyemeyiz. Esa­ret­ve Te­eh­hül’de yer verilen mektup bu hikâyede de görülür. Hatta hikâyenin önemli bir kısmı Zekiye ve Akile’nin birbirlerine yazdığı mektuplar aracılığıyla anlatılmıştır. Dolayısıyla bu hikâye, mektubun bir anlatım yöntemi olarak kullanılışının ilk örneği sayılabilir..

(10) 10. FAZIK GÖKÇEK. Le­ta­if-i­Ri­va­yat’ın 1870’te yayımlanan dördüncü cüzündeki Mih­net­ke­şan­hikâyesi, Ahmet Mithat Efendi’nin yaklaşık on yıl sonra çok daha geniş bir çerçevede işleyeceği fuhuş konusunu ele almakta, yazara göre Batılılaşma ile birlikte artış gösteren bu toplumsal ve ahlaki soruna dikkat çekmektedir. Aynı yıl Le­ta­if-i­Ri­va­yat’ın beşinci cüzü olarak basılan Fir­kat­ise, kısmen otobiyografik bir mahiyet taşıması dolayısıyla dikkati çeker. 1871 yılında, Ahmet Mithat Efendi’nin, Tanpınar’ın ilk tarihî romanımız olarak nitelediği [Tanpınar, 2006: 263] Ye­ni­çe­ri­ler’i yayımlanır. Gerçekten de bu eser, hacmi, kalabalık sayılabilecek kişi kadrosu ve konusunu geniş bir çerçevede ele alışıyla bir roman olarak değerlendirilebilir. Öte yandan, Yeniçeri Ocağı’nın lağvedilmesinden önceki bir zamanı zemin olarak kullanması ve anlattığı olayı o dönemde canlandırmasıyla bir tarihî roman sayılabilir. Yazarın Yeniçeri Ocağı’na ilişkin bakışı da –ki bu Osmanlı Devleti’nin resmî bakışıdır– görülmekle birlikte, esasında bu bir macera romanıdır. 1872 yılında, bazı edebiyat tarihleri ve Türk romanına dair kitapların ilk romanımız olarak kabul ettikleri Ta­aş­şuk-ı­Ta­lat­ve­Fit­nat (Şemsettin Sami) yayımlanmıştır. Berna Moran’ın isabetle belirttiği gibi [Moran, 1983: 23-37] “âşık hikâyelerinin yapısına göre kurulmuş” ve konusunu basit bir çerçevede ele alan bu romanda, Ahmet Mithat Efendi’nin Te­eh­hül­hikâyesindeki gibi, evlenecek kişilerin rızası alınmadan görücü usulü ile evlendirmenin doğurduğu bir trajedi anlatılmıştır. Robert P. Finn’in altını çizdiği [Finn, 1984: 20], kadının erkekler tarafından alınır satılır bir meta olduğu fikrinin dile getirilmiş olması önemli olmakla birlikte, bu konuda Fel­se­fe-i­ Ze­nan’daki gibi bütüncül ve felsefî bir tutarlılık yoktur. Romanda Ayşe Kadın’ın hikâyesi dolayısıyla esaret konusu da ikincil bir tema olarak görülür. 1872 yılından başlayarak cüz cüz yayımlanan ve 1874’te tamamlanan Mü­sa­me­ret­na­me, geleneksel hikâye ile modern hikâye arasında, her ikisine ait özellikleri de taşıyan anlatılardandır. On hikâyeden oluşacak şekilde tasarlandığı halde [Çağın, 2003: 9-20], yazarının hastalığı sebebiyle [İleri, 2009] yedi hikâyede tamamlanan eser, farklı kişilerin kendi başlarından geçen veya duydukları “sergüzeşt”leri anlatmaları şeklinde kurgulanmıştır. Çerçeve hikâye, bir grup arkadaşın uzun kış gecelerinde vakit geçirmek için biraraya gelerek hikâyeler anlatmalarıdır. Bu çerçevenin içerisine diğer hikâyeler yerleştirilmiştir. Eser bu yapısıyla Doğu edebiyatından meşhur Bin Bir­Ge­ce­Hi­kâ­ye­le­ri’ni ve Batı edebiyatından da Bocaccio’nun De­ca­me­ron Hi­kâ­ye­le­ri’ni hatırlatır. 1873’te Le­ta­if-i­Ri­va­yat’ın sekizinci cüzü olarak çıkan ve bir aşk macerasının anlatıldığı Ölüm­Al­lah’ın­Em­ri’nde konudan ziyade anlatım tekniği önemlidir. Geleneksel kronolojik sıra ile olayları anlatma yönteminin tersine vakayı sondan başa doğru kurgulayan yazar, bir yandan da bu kurguyu nasıl gerçekleştirdiğini anlatır. Bu yönüyle günümüzde postmodern romanın çok önemsediği “üstkurmaca” yönteminin uygulandığı bir hikâyedir.3.

(11) TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK ROMANI İÇİN BİR ÇERÇEVE DENEMESİ. 11. 1874 yılında Ahmet Mithat Efendi’nin iki romanı yayımlanmıştır: Ha­san­Mel­lah­Ya­hut­Sır­İçin­de­Es­rar ve Dün­ya­ya­İkin­ci­Ge­liş­Ya­hut­İs­tan­bul’da­Ne­ler­Ol­muş. Yazarın önsözünde belirttiğine göre, Alexandre Dumas’nın Mon­te­Cris­to­romanına öykünerek kaleme aldığı Ha­san­ Mel­lah’ın, esasında macera romanı oluşu dışında Dumas’ın eserine benzerliği yoktur.4 Okuyucunun gösterdiği rağbet üzerine yazarın bir yıl sonra Zeyl-i­Ha­san­Mel­lah adıyla devamını da kaleme alacağı bu roman, hacim bakımından daha önceki hiçbir romanla karşılaştırılamayacak kadar büyük boyuttadır. Bu hacmine paralel olarak Cezayir, Fas ve İspanya’da geçen karmaşık ve iç içe geçmiş birçok olayın merkezî bir olay etrafında toplanmasından meydana gelen yapısıyla Türk romanında bir gelişmeyi ifade eder. Ancak bunun dışında anlatım tekniği bakımından getirdiği bir yenilik yoktur. Dün­ya­ya­İkin­ci­Ge­liş­de bir macera romanıdır. Yeniçeriliğin lağvedilmesinden önceki bir tarihi zemin olarak kullanan yazar, Ye­ni­çe­ri­ler­ romanındaki gibi aşk ve macerayı öne çıkarmıştır. Ha­san­Mel­lah­kadar olmasa da, karmaşık olay örgüsüne sahip bir romandır. 1875 yılını yine Ahmet Mithat Efendi’nin eserleri doldurur; üç romanı ve Ka­rı Ko­ca­Ma­sa­lı­adlı ilginç “anlatı”sı bu yıl yayımlanmıştır. Romanlardan ilki (Hü­se­yin Fel­lah), yine konusu tarihte geçen bir macera romanıdır. İstanbul’da bir anne kızın şahit olduğu esrarengiz bir vakayla başlayan hikâye Cezayir’e uzanır ve Cezayir dayılarının da katıldığı karmaşık bir olaylar zinciri içerisinde, Şehlevend ile Ömer’in aşkı ve iki gencin Şehlevend’in babasının intikamını alışı anlatılır. Yer­yü­zün­de­Bir­Me­lek, birarada büyüyen ve birbirini seven Şefik’le Raziye’nin yaşadıklarının anlatıldığı bir aşk romanıdır. Şefik’in tıp tahsili için Paris’e gitmesi üzerine Raziye’nin başka birisi ile evlendirilmesi, Şefik’in dönüşünden sonra ikisi arasındaki ilişkinin “kardeşçe” devamı, Raziye’nin, Şefik’e âşık olan bir kadının düzenlediği entrikalar yüzünden kocası tarafından boşanması ve Şefik’in Vidin’e sürgüne gönderilmesi, yaşadıkları bütün zorluklara rağmen Raziye’nin namusunu koruması, Şefik’in de cezası sona erip dönmesiyle iki aşığın kavuşmasının anlatıldığı romanın asıl önemli tarafı, yazarın uyguladığı ilginç anlatım yöntemidir. Ahmet Mithat Efendi bu romanda, olup biteni hiçbir müdahalede bulunmadan seyreden ve bu seyre okuyucuyu da katan bir anlatıcı tipi kurgulamıştır. Bir kış gecesinin tasviri ile başlayan roman, anlatıcının okuyucuya, karlı bir sokakta bir kişinin bir uçtan diğerine sürekli gidip geldiğini haber vermesiyle devam eder. Anlatıcı, bu kişinin niçin orada olduğunu ve bu soğukta ne yaptığını bilmemektedir. Okuyucunun, bu kişinin nasıl birine benzediğine dair merakına da cevap veremez: “Nasıl adam mı dediniz? Orasını kim bilir? Kim fark eder? İsterseniz şekil ve kıyafetini haber verelim. Bakalım siz ta3 4. Bu hikâyenin ayrıntılı bir tahlili yapılmış ve anlatım tekniği bakımından önemi belirtilmiştir [Çağın, 2001: 185-190]. Söz konusu iki romanın ayrıntılı bir karşılaştırması yapılmıştır [Gökçek, 2007: 481-490]..

(12) 12. FAZIK GÖKÇEK. nıyabilir misiniz: Başında kardan bir fes! Arkasında kardan palto! Kaşları kardan, bıyıkları kardan! Öyle ya ortada kardan başka bir şey hüküm sürmeyen bir gecenin insanı dahi yine kardan başka ne olabilir?” Anlatıcı ve okuyucu bu adamın kim veya nasıl biri olabileceğine dair aralarında konuşurlar, fakat söyledikleri tahminden öteye gitmez, ancak onlar “biraz daha sabredecek olursa” belki kim olduğunu anlayabileceklerdir [Ahmet Mithat Efendi 2000a: 6]. Anlatıcı, yine okuyucuyla birlikte, bu kişinin bir evin önünde duraklaması ve yukarıdan biriyle konuşmaya başlaması üzerine dikkat kesilir; bunların konuşmalarını dinleyerek durumu anlamaya çalışır. Birbirlerine hitaplarından, aşağıdakinin adının Şefik ve yukarıdakinin de Raziye olduğunu öğrenir ve bu bilgiyi okuyucuyla paylaşır. Yukarıda bulunan ve bir kadın olduğu anlaşılan kişinin davranışları da tam olarak görülememektedir; öyle ki Raziye’nin “mumu söndürdükten sonra cumbanın içine kadar girip oturduğu, bu sıklet ve sadmeye mahsus olarak cumbada görülen ihtizazdan” üşüdüğü ise “zangır zangır” titremesi ve “dişlerinin birbirine çarpmasından ve sedasının dahi titreyen bir adam sesi olmasından” anlaşılabilmiştir (s. 7). Anlatıcı ve okuyucu, aralarında bu kişilere dair konuşur ve çeşitli tahminlerde bulunmaya çalışırken, bu iki kişinin birbiriyle konuşmaya başlaması üzerine anlatıcı, okuyucuyu sessiz olması konusunda uyarır: “Hişt! Susalım! Şefik ile Raziye söyleşmeye başladılar. Onları dinleyelim” (s. 8). Buradaki anlatıcı, aynı zamanda “hikâyenin muharriri”dir, fakat bu “muharrir” istediği gibi olaylara müdahale edememekte, ne oluyorsa ancak onu anlatabilmektedir: Şefik ve Raziye arasındaki suret-i cereyanını yukarıki bapta tafsil eylediğimiz muhavereyi, ihtimal ki karilerimizin en çoğu arzularına muvafık bulmamışlardır. Doğrusu istenirse itiraf ederiz ki hikâyenin muharriri yine kendimiz olduğumuz hâlde biz dahi suret-i cereyan-ı hâli arzumuza muvafık bulamadık (s. 17).. Yazarın kurguladığı bu anlatıcı, okuyucuyla birlikte olan biteni izleyen ve ancak okuyucu kadar bilgi sahibi olan biridir. Ahmet Mithat Efendi’nin romanlarında anlatıcının konumu, üzerinde çalışılması gereken ilginç konulardan biridir. Bu romanda Ahmet Mithat Efendi bu yöntemi ilk üç “bap”tan sonra sürdürmemiş, dördüncü “bap”tan itibaren her şeyi bilen anlatıcı tarafından olaylar anlatılmaya ve kişiler hakkında bilgi verilmeye başlanmıştır. Fakat ilk bölümlerinde kurguladığı anlatıcı tipiyle bir bakıma daha sonra Mü­şa­he­dat romanında kullanacağı yeni anlatım tekniğine bir çeşit hazırlık yapmıştır. Fe­la­tun­Bey­ile­Ra­kım­Efen­di, Batılılaşma ile birlikte Osmanlı toplumunda başlayan değişimin doğurduğu yeni bir problemi ele alan bir romandır. Romanda kişileştirilen Felatun Bey, Tanzimat’tan sonra ortaya çıkan tembel, mirasyedi ve cahil Batı özentisi tipi temsil eder. Onun temsil ettiği değerler sistemini yazar “alafranga” kavramıyla özetler. Bu tipin bir diğer özelliği de “şık” olmasıdır ve daha sonra gerek Ahmet Mithat Efendi’nin başka romanlarında (özellikle Vah romanında) ve gerekse diğer yazarlarımızın eserlerinde örneklerini görürüz. “Şık” kavramı, daha sonra üze-.

(13) TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK ROMANI İÇİN BİR ÇERÇEVE DENEMESİ. 13. rinde duracağımız üzere, Hüseyin Rahmi’nin bir romanının da adı olmuştur. Ahmet Mithat Efendi’nin alafranga Felatun Bey’in karşısına çıkardığı tip Rakım Efendi’dir ve o adının da işaret ettiği üzere tam bir hesap adamıdır. Çalışkan, dürüst, ahlâklı, yerli değerlerini kaybetmeden Batı’nın olumlu taraflarını benimseyen bu tip de sonraki yıllarda romancılarımız tarafından işlenecektir. Fe­la­tun­Bey­ile­Ra­kım­Efen­di, alafrangalık problemini ele alan ilk roman olarak, Ahmet Mithat Efendi’nin, kendisinden sonra gelen romancıları en çok etkileyen eserlerinden biridir. 1875 yılında yayımlanan Ka­rı­Ko­ca­Ma­sa­lı, Ahmet Mithat Efendi’nin, zamanında çok önemsenmemiş eserlerinden biridir. Oysa hikâye, roman veya günümüzde daha çok tercih edilen kavramla “anlatı”nın mahiyetini; onun bir “oyun” oluşunu ve “gerçek dışı”lığını gösteren son derece ilginç bir metindir. Bugün çok revaçta olan postmodern anlatının hemen bütün unsurlarını içeren bu metin, bu özelliği sebebiyle günümüz eleştirmenleri tarafından dikkate değer bulunmuştur. Nüket Esen tarafından orijinal diliyle ve günümüz Türkçesiyle iki şekilde yayımlanan [Esen, 1999] eserin Jale Parla tarafından postmodern anlatı bağlamında kısa bir yorumu yapılmış, Ahmet Mithat Efendi’nin bu anlatıda okuru nasıl kurguladığı incelenmiş [Demirkıran 2006: 73-83], yine postmodernlik bakımından Hilmi Yavuz’un Feh­mi­K.’nın­Aca­yip Se­rü­ven­le­ri­adlı anlatısıyla karşılaştırılmıştır [Gökçek, 2008a: 266-275].Okuyucu ile karşılıklı konuşma biçiminde gelişen metinde yazar anlatıcı, başta anlatmayı vaat ettiği hikâyeyi, sürekli konu dışına çıktığı için bir türlü anlatamaz. Böylece metnin sonuna gelindiğinde, ortada anlatılmış bir hikâye olmamakla birlikte yine de sayfalarca sürmüş olan bir “anlatı” gerçekleşmiş olur. Böylece yazar, bugün postmodern eleştirinin çok önemsediği, aslında hiçbir anlatının tamamlanmadığı biçimindeki görüşe uygun bir eser yaratmış olmaktadır. Sonuç olarak, Ka­rı­Ko­ca­Ma­sa­lı, hikâye/roman aracılığıyla okuyucuyu eğitmeyi yazarın bir görevi kabul eden Ahmet Mithat Efendi’nin, anlatmanın zevkini de ihmal etmediğini, hatta çok önemsediğini çarpıcı bir şekilde ortaya koyan bir eserdir. 1876’da Ahmet Mithat Efendi’nin Le­ta­if-i­Ri­va­yat külliyatının dokuzuncu cüzünde iki hikâye yayımlanmıştır: Bir­Ger­çek­Hi­kâ­ye ve Bir­Fit­ne­kâr. Bunlardan, bir Türk genci ile bir Rum kızı arasındaki aşkın anlatıldığı ilk hikâye, yazarın hikâye ve romanda “gerçekçilik” konusundaki düşüncelerini yansıtması sebebiyle önemlidir. Yazarının, konusu Paris’te geçen ve Paris’i görmeden yazabildiği için övündüğü [Ahmet Mithat Efendi 1890] Pa­ris’te­Bir­Türk, roman tekniği bakımından başarısız bir eserdir. Pa­ris’te­Bir­Türk’le aynı tarihte yayımlanan İn­ti­bah, bütün kusurlarına rağmen, Türk edebiyatında şiirin yanında hâlâ “ikinci sınıf” bir edebî tür olarak telakki edilen romanın itibarı bakımından önemlidir; çünkü Namık Kemal gibi, edebî ve fikrî bakımdan herkesin bir deha olarak kabul ettiği bir yazarın kaleminden çıkmıştır. Bir aşk ve intikam hikâyesi olan İn­ti­bah’ta, Namık Kemal’in ahlakçılığı kurguyu belirlemiştir. Onun roman anlayışı bakımından Ahmet Mithat Efendi’den ayrılan en.

(14) 14. FAZIK GÖKÇEK. önemli tarafı, karakterlerin psikolojilerini yansıtmaya çalışmış olmasıdır. Roman anlayışı bakımından realizmi benimser görünse de “bu realizm romantiklerin gerçeklik anlayışından öteye geçmez” [Enginün, 2006: 231]. 1880’de yayımlayacağı Cez­mi ise roman türünün değer ölçütleri ile yaklaşıldığında üzerinde durulmaya değmeyecek son derece başarısız bir romandır. Namık Kemal’in Türk romanına katkısı söz konusu olduğunda bunun İn­ti­bah’la sınırlı olduğunu kabul etmek gerekir. 1877 yılı yine Ahmet Mithat Efendi’nin eserleriyle doludur. Biri yarım kalmış üç romanı ile Le­ta­if-i­Ri­va­yat’ın onuncu cüzündeki iki hikâye bu tarihte yayımlanmıştır. Romanlardan Çen­gi­Ya­hut­Da­niş­Çe­le­bi­kendisinin önsözde belirttiği üzere son derece serbest bir Don­Ki­şot uyarlamasıdır. Cervantes’in kahramanının, şövalye romanları okuyarak akıl sağlığını yitirmesine benzer bir şekilde Ahmet Mithat Efendi’nin Daniş Çelebi’si de, Doğu’ya özgü cin peri hikâyeleri ile aklî muvazenesini bozar. Ahmet Mithat Efendi’nin aynı isimle bir de tiyatro eseri vardır. Romanın ilk bölümü ile tiyatro eserinin konusu aynıdır. Roman ilk bölümden sonra Doğu hikâyelerinin parodisi olmaktan çıkarak ciddi ve ağırbaşlı bir Ahmet Mithat romanı şeklinde devam eder [Gökçek, 2006: 9-20]. Bu yıl yayımlanan diğer roman Sü­ley­man­Mus­li’dir. Bugün de yazarların ilgisini çekmeye devam eden Hasan Sabbah ve Haşhaşin teşkilatının da karıştırıldığı bir macera romanıdır. Kaf­kas­romanı ise gazetede tefrika edilirken sakıncalı bulunarak yayını durdurulmuştur. Bu yarım kalan haliyle kitap olarak basılan romanın, Rusya’da hafiye teşkilatının çok güçlü olduğu şeklindeki bazı ifadelerin II. Abdülhamit yönetimini rahatsız etmesi yüzünden yayımının durdurulduğu tahmin edilmektedir [Enginün, 2006: 227]. Le­ta­if-i­Ri­va­yat’ın onuncu cüzü olarak yayımlanan hikâyelerden Na­sip, “takdirin tedbir ile tağyiri mümkün olamayacağı” düşüncesini ispatlamak için kaleme alınmış, yazarın “Fransa şuarasından birisinin tertip eylemiş olduğu fıkradan iktibas” ettiğini belirttiği bir hikâyedir. Konu, kurgu ve anlatım bakımından dikkate değer bir özelliği yoktur. İkinci hikâye (Be­kâr­lık­Sul­tan­lık­mı­De­din?) önemlidir. Bu hikâyede, yazarın Fe­la­tun­Bey­ile ilk örneğini verdiği alafranga tipin yeni bir örneğiyle karşılaşırız: Süruri Efendi. Uzun yıllar Anadolu’da memuriyet hayatı sürdükten sonra emekli olup biriktirdiği parayla İstanbul’a gelen, Beyoğlu’na yerleşerek alafranga bir hayat yaşamaya başlayan Süruri Efendi, Felatun Bey’den farklı olarak hesabını kitabını bilen, ayağını yorganına göre uzatan bir adamdır. Nitekim başlangıçta bekâr ve alafranga yaşamaya karar verdiği halde yaşadıklarından sonra bunun bir çıkmaz yol olduğunu anlamış ve servetini tüketmeden önce aklını başına almıştır. O, Felatun Bey’den farklı olarak mirasyedi de değildir; harcadığı servet kendi birikimidir. Ahmet Mithat Efendi’nin bu hikâyesi, alafrangalık bağlamında önemlidir; romanımızda alafrangalık konusunun tarihçesi içerisinde Felatun Bey, Senai, Bihruz Bey gibi tiplerin arasına Süruri Efendi’yi de dâhil etmek gerekir. Bu hikâye, yazar-anlatıcı ile okur ilişkisinin düzenlenişi bakımından da ilginçtir. Hikâye boyunca okur, yazar anlatıcıya eşlik eder; Süruri Efendi’nin davranışları konusunda yorum yapar, yazar-anlatıcıyla birlikte hareket eder, hatta zaman zaman onunla çatışır, kısacası sürekli anlatının içindedir. Anlatıcı-okur.

(15) TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK ROMANI İÇİN BİR ÇERÇEVE DENEMESİ. 15. ilişkisinin çok başarılı bir şekilde bir çeşit iç anlatı olarak okunması mümkündür ve hikâye bu yönüyle üzerinde durulmayı hak etmektedir. Ahmet Mithat Efendi’nin 1881 yılında basılan Kar­na­val­ve He­nüz­On­Ye­di­Ya­şın­da­adlı eserleri, konusu çok milletli Osmanlı yapısı içerisindeki Ermeni ve Rum cemaatleri arasında geçen romanlardır. Ahmet Mithat Efendi, geniş Osmanlı coğrafyasındaki çeşitli din ve etnisitelere mensup kişilere romanlarında sıklıkla yer vermiş bir yazardır.5 Bu iki romandaki olaylar ise bütünüyle bu cemaate mensup kişiler arasında geçmektedir. Kar­na­val­ ve He­nüz­ On­ Ye­di­ Ya­şın­da­ romanlarının önemli bir özelliği de, bu romanlarda alafrangalığın gayrimüslimler üzerinden de bir sorunsal olarak işlenmiş olmasıdır [Gökçek, 2010a]. 1882 yılında yine Ahmet Mithat Efendi’nin romanları vardır. Onun Dür­da­ne Ha­nım, Vah­ ve Aca­ib-i­ Âlem­ adlı romanları bu tarihte yayımlanmıştır. Bunlardan Dür­da­ne­Ha­nım bir yönüyle kadın meselesini de ele alan bir macera romanıdır. Erkeklerin toplumdaki yerine ve gücüne imrenen Ulviye Hanım’ın, kendisinde sıra dışı bir fiziksel güç olduğunu fark edince kılık değiştirerek Acem Ali Bey adıyla erkeklerin dünyasına girer ve bu kimliğiyle yaşadığı sıra dışı olayları anlatır. Bir yalıda tek başına yaşayan zengin, iyi eğitim almış, Arapça ve Farsçadan başka İngilizce de bilen bir genç kadın olarak tanıtılan Ulviye Hanım’ın, erkeklerin dünyasında kadın bakışını temsil edişi bu romanı ilgi çekici hale getirmektedir. Öte yandan Ulviye Hanım’ın, komşu yalıda yaşayan ve Mergup Bey adında bir “şık”la gizli bir ilişkisi olduğunu öğrendiği Dürdane Hanım’a yardım etmesiyle, hem kadın meselesinin başka bir yönü hem de Mergup Bey’in “şık”lığı üzerinden alafrangalık konusu ikinci bir tema olarak romana dâhil olur. Ahmet Mithat Efendi’nin gerçeklik-roman ilişkisi üzerine düşüncelerini de bulduğumuz romanda, farklı anlatıcı tiplerinin birarada kullanıldığı da görülmektedir [Esen, 2006: 68-71]. Aynı yıl yayımlanan Vah­romanı da kadın ve kadının toplumdaki yeri meselesiyle ilgilidir. Son derece güzel ve her bakımdan kendisini iyi yetiştirmiş bir kadının (Ferdane Hanım), çirkin ve kıskanç bir kocanın adeta esiri gibi yaşamak zorunda kalması, toplum hayatına biraz katılmaya çalıştığında ise kendisine bir “şık”ın musallat olması ile yaşadığı felaket boyutunda olayların anlatıldığı bir romandır. Romanın en ilginç tarafı, daha sonra Hüseyin Rahmi’nin romanına ismini verecek “şık” tipinin adeta tarifini vermesi ve ayrıntılı bir tasvirini yapmasıdır. Bu tipin karşısında yazarın “birlikte takdimden asla vazgeçemediği” [Enginün, 2006: 203] bir olumlu erkek tipi de bulunmaktadır ve romanın sonunda kocası ölen Ferdane Hanım onunla evlenir. Aca­yib-i­Alem, Ahmet Mithat Efendi’nin Jules Verne’e öykünerek kaleme aldığı bir seyahat romanıdır. “Bugün vapur yapmaya kalkış[an], yarın balon ile havaya çıkmaya çalış[an]” [Ahmet Mithat Efendi, 2000b: 3] Suphi Bey’in, arkadaşı Hicabî ile gerçekleştirdikleri “fennî” seyahat ve bu seyahatte karşılaştıkları ilgi çekici olaylar anlatılır. 5. Yazarın hikâye ve romanları bu bakımdan ayrıntılı olarak incelenmiştir [Gökçek, 2006b]..

(16) 16. FAZIK GÖKÇEK. 1884 yılında yayımlanan Es­rar-ı­Ci­na­yat­ile Ahmet Mithat Efendi ilk polisiye romanın örneğini verir. Edebiyatımızda çok fazla gelişme imkânı bulamayan bu türün aslında Es­rar-ı­Ci­na­yat’la çok da kötü bir başlangıç yapmadığı söylenebilir. Polisiye romanın hemen bütün unsurları bu romanda vardır: Esrarengiz bir cinayet, bu cinayeti soruşturan zeki ve güçlüklerden yılmayan bir dedektif, cinayetin aydınlatılmasında rol alan basın, suçlulara yardımcı olan üst düzey devlet adamları, olayın aydınlanmasına engel olmak için cinsel cazibesinden yararlanılan kadınlar, aşk, kıskançlık… Ancak belki uzun uzadıya tartışılması gereken sebeplerle romancılarımız polisiyeye fazla rağbet etmemiştir. Ahmet Mithat Efendi bu türü daha sonra denemediği gibi diğer romancılarımız da bu türde dikkate değer eserler vermemişlerdir. Bugüne kadar da roman türü içinde polisiyenin önemli bir yer edinebildiği söylenemez. Ahmet Mithat Efendi, 1885 yılında Le­ta­if-i­Ri­va­yat’ın dört cüzünü daha neşreder: Bah­ti­yar­lık, Cin­li­Han, Obur, Bir­Töv­be­kâr.­Bunlardan Bah­ti­yar­lık­roman tarihimiz içerisinde iki bakımdan önemlidir. Birinci olarak bu roman, genellikle edebiyat tarihlerimizde Nabizade Nazım’ın Ka­ra­bi­bik’i gösterilse de, ilk köy romanıdır [Okay, 1990: 110-115]; romanın iki kahramanından birinin (Şinasi) hayatının önemli bir kısmı bir köyde ve köylüler arasında geçer. İkinci olarak bu romanda yazar, alafranga tipin Felatun Bey’e göre daha gelişmiş bir örneğini çıkarır karşımıza. Senai, kurnazlığıyla, sadece kendisine değil çevresine de zarar vermesiyle Felatun Bey’e göre daha olumsuz bir tiptir. Felatun Bey romanın sonunda yaptıklarından pişman olurken Senai tam tersine kendisine miras kalan serveti tükettikten sonra dolandırıcılıkla yeni bir servet edinip Avrupa’ya kaçar. Ayrıca Batılı hayat tarzına ilişkin davranış kalıpları Senai’de Felatun Bey’deki gibi iğreti durmaz. Onun da Felatun Bey gibi gülünç tarafları vardır, fakat o aynı zamanda iticidir de. Senai, Berna Moran’ın üzerinde durduğu [Moran, 1983: 219-226] “aptal, cahil ve gülünç” ilk alafrangalarla “okumuş, zeki ve tehlikeli” alafrangalar arasında, Süruri Efendi’ye göre biraz daha sonrakilere yaklaşmış bir geçiş dönemi alafrangasıdır. Bah­ti­yar­lık’la aynı yıl yayımlanan Hay­ret, kurgusuyla polisiyeye de yaklaşan bir macera romanıdır. İstanbul Büyükada’da başlayan olaylar, Avrupa ülkeleri ve Amerika’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyaya yayılmış, geriye dönüşlerle zaman da genişlemiştir. İnci Enginün’ün belirttiği gibi, macera romanları Ahmet Mithat Efendi’ye “mekânda veya zamanda uzağa kaçış” ve “sosyal, hatta siyasî konularda görüşlerini daha rahat açıklama fırsatını verdiği gibi, bir çeşit masal dünyası oluşturmasını da sağlar” [Enginün, 2006: 219]. Roman türünde Ahmet Mithat Efendi’den sonra en fazla ürün veren yazarlardan biri olan Mehmet Celal’in, romandan ziyade uzun hikâye olarak adlandırılabilecek ilk verimleri 1886 yılında yayımlanmıştır. Sonraki yıllarda irili ufaklı pek çok hikâye ve romana imza atacak olan Mehmet Celal, her iki türde de dikkate değer bir varlık gösterememiştir. Buna karşılık Türk romanında büyük bir değişimi gerçekleştirecek olan Halit Ziya’nın ilk romanı olan Se­fi­le de 1886 yılında kaleme alınmıştır. İz-.

(17) TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK ROMANI İÇİN BİR ÇERÇEVE DENEMESİ. 17. mir’de Hiz­met­ gazetesinde tefrika edilen, yayım izni alınamadığı için kitap olarak basılamayan bu roman, realist tekniklerin acemice de olsa bilinçli olarak uygulanmaya çalışıldığı ilk eserdir.6 Halit Ziya’nın Bir­İz­di­va­cın­Ta­rih-i­Mu­aşa­ka­sı­ve Bir­Muh­tı­ra­nın­Son­Yap­rak­la­rı­adlı uzun hikâyeleri de 1888 yılında basılacaktır. Hiz­met’te yayımladığı diğer hikâyeleri ve Ne­mi­de, Bir­Ölü­nün­Def­te­ri, Fer­di­ve­Şü­re­kâ­sı­romanlarıyla 1896 yılına kadar İzmir’de oldukça tanınan ve İstanbul matbuatında da adından söz ettiren Halit Ziya, bu tarihte İstanbul’a gidecek ve Servet-i Fünun topluluğuna katılacaktır. Realist romanın yetkin örneklerini İstanbul’da verecek olan Halit Ziya’nın İzmir devresinde yazdığı romanlarla bir bakıma uzun bir hazırlık devresi geçirdiği söylenebilir. Bazı kusurları bulunmakla birlikte Ne­mi­de, Fer­di­ve­Şü­re­kâ­sı ve özellikle de Bir­Ölü­nün­Def­te­ri, realist üslubun dikkate değer örnekleridir. Bir taraftan Leta­if-i­Ri­va­yat­serisini sürdüren Ahmet Mithat Efendi diğer taraftan hemen her yıl bir ya da birkaç roman da yayımlamaktadır. Bunlar içerisinde 1888’de basılan Ar­na­vut­lar­ Sol­yot­lar­ Ahmet Mithat Efendi’nin, Osmanlıcılık ideolojisi içerisinde değerlendirilebilecek düşüncelerini dile getirdiği romanlarından biridir. Olayların etnik olarak Arnavut olduğu halde sonradan Rumlaşan Solyot halkıyla Müslüman-Arnavutlar arasında geçtiği bu romanda, bir aşk hikâyesinin arka planında Balkanlar ’daki çok milletli ve çok dinli yapının doğurduğu sorunlar işlenmekte ve çözüm olarak Osmanlı Devleti’nin “fikirce ittihat” politikasının devamı önerilmektedir. Yazara göre Osmanlı Devleti’nin fethettiği yerlerdeki halkların dinlerine ve kültürlerine müdahale etmemesi sayesinde bu bölgede farklı kavim ve dinlere mensup halklar yüzyıllar boyunca barış içerisinde yaşamışlardır. Bugün Batılı devletlerin bu halkları kışkırtması barışın bozulmasına yol açmıştır. Dolayısıyla çözüm bu müdahalelere kapılmamak ve Osmanlı birliğini muhafaza etmekle gerçekleşecektir. Yazar benzer tezleri daha sonra Gö­nül­lü­romanında da dile getirecektir. 1889 yılında romancılar kadrosuna iki yazar daha katılmıştır: Şık­romanıyla Hüseyin Rahmi ve Ser­gü­zeşt’le Sami Paşazade Sezai. Ahmet Mithat Efendi’nin Felatun Bey ile ilk örneğini verdiği ve sonra diğer romanlarındaki bazı örneklerle geliştirdiği alafranga tipin belki biraz daha gülünç tarafı öne çıkan bir benzerini, Hüseyin Rahmi Şık­ romanında Şatırzade Şöhret Bey’in şahsında kişileştirmiştir. Hüseyin Rahmi’ye yazarlık yolunu açan, yazdıklarını gazetesinde yayımlayarak onu teşvik eden Ahmet Mithat Efendi’dir. Hüseyin Rahmi, Ahmet Mithat Efendi’nin izindedir, fakat onun başlattığı çizgiyi geliştirmek bir yana aynı başarıyı bile gösterememiştir. Özellikle bu ilk romanı basit ve acemice bir Ahmet Mithat taklididir. Buna karşılık Sami Paşazade Sezai, bu romanında nispeten türün başlangıç sorunlarını aşmış bir kalem olarak çıkar karşımıza. Gerçi realist üslupta kaleme almaya çalıştığı bu romanında, Sezai’nin de acemilikleri vardır; özellikle realist akım içerisinde hoş görülmeyecek kadar yazarın araya girişleri, roman kişileri hakkında yorumlar yapması ro6. Romanın bu bakımdan ayrıntılı bir incelemesi yapılmıştır [Huyugüzel, 1984: 185-202]..

(18) 18. FAZIK GÖKÇEK. mantiklerden gelen ve devam eden özelliklerdir [Bağcı, 2004: 7-16]. Dolayısıyla Ser­gü­zeşt’i romantizmden realizme, realist özellikleri daha ağır basan bir geçiş dönemi eseri olarak kabul etmek gerekir. 1890 yılında Ahmet Mithat Efendi ve Mehmet Celal’in romanlarından başka Ahmet Rasim ve Nabizade Nazım’ın da birer eseri yayımlanmıştır. Bunlardan Gü­zel Ele­ni­Ahmet Rasim’in mensur şiir üslubuyla kaleme aldığı bir uzun hikâyedir. Eleştirmenlerin uzun hikâye mi roman mı saymak gerektiği konusunda ikircimde kaldıkları Ka­ra­bi­bik, edebiyat tarihine ilişkin kitapların çoğunda köy konusunu işleyen ilk eser olarak zikredilir. Ancak yukarıda belirttiğimiz üzere, bu hüküm verilirken Ahmet Mithat Efendi’nin Bah­ti­yar­lık’ı görmezden gelinmektedir. Nabizade Nazım’ın bu kısa romanın/uzun hikâyenin önsözünde yazdıkları önemlidir ve bir çeşit kısa realizm beyannamesidir. Bu önsöz, yazarın realizmi Ahmet Mithat Efendi’nin aksine doğru anladığını gösterir. Ancak –daha sonra Zeh­ra’da görüleceği üzere– uygulama bakımından o da romantizmin etkisinden tam olarak kurtulabilmiş değildir. 1891 yılının romanda en önemli gelişmesi kuşkusuz Mü­şa­he­dat’ın yayımlanmasıdır. Ahmet Mithat Efendi’nin Nabizade Nazım’la roman, özellikle de romantizm ve realizm/naturalizm konusunda girdiği tartışmanın [Gökçek, 2010b: 235-250] hemen akabinde, “tabiî/natüralist” bir roman örneği olmak üzere kaleme aldığı Mü­şa­he­dat, Türk romanının en ilginç eserlerinden biridir. Önsözünde roman hakkındaki düşüncelerini de anlatan ve özellikle Emile Zola’nın temsil ettiği roman anlayışına niçin karşı çıktığını ifade eden Ahmet Mithat Efendi, romanın “tabiîliğinin medar-ı azamı” [Ahmet Mithat Efendi, 2006: 11-18] olmak üzere yazar sıfatıyla kendisini de romanın kişileri arasında kurgulamıştır. Bu yöntem çok daha sonra Andre Gide’in Kal­pa­zan­lar­romanında görülecektir [Moran, 1983: 58]. Mü­şa­he­dat’ın en önemli taraflarından biri olan, romanın yazılışının romanın konusu haline getirilmesi yöntemini 18. yüzyıl İngiliz romancısı Lawrence Sterne, Thris­tam­ Shandy’de kullanmıştır [Moran, 1983: 58]. Ahmet Mithat Efendi’nin Sterne’i okuduğuna dair bir bilgiye sahip değiliz. Herhangi bir yazardan esinlendiğinde bunu önsözünde belirten Ahmet Mithat’ın Mü­şa­he­dat önsözünde böyle bir bilgi vermemesine bakarak bu benzerliğin tesadüfî olduğunu söyleyebiliriz. Mü­şa­he­dat’ta Ahmet Mithat Efendi’nin uyguladığı bir başka yeni anlatım tekniği de, romanın yazılması eylemine roman kişilerini katmasıdır. Bu yöntem de daha sonra L. Prandello’nun Al­tı­Şa­hıs­Ya­za­rı­nı­Arı­yor­adlı oyununda görülecektir [Moran, 1983: 57-58]. Mü­şa­he­dat’ta Ahmet Mithat Efendi, Yavuz Demir’in belirttiği gibi, natüralist bir roman yazmak isterken farkında olmadan bugün postmodern romanın en önemli özelliği sayabileceğimiz “üstkurmaca” yöntemini uygulamış olur [Demir, 2002: 82-83]. Ahmet Mithat’ın amacı, yukarıda belirttiğimiz üzere, Emile Zola’nın temsil ettiği ve bizde de Halit Ziya, Nabizade Nazım gibi romancıların adeta roman türü için mutlak ve tek üslup olduğunu ileri sürdükleri natüralist tarzda bir romanın gerçekte nasıl olması gerektiğini örneklemektir. Nabizade Nazım’la girdiği tartışma dolayısıyla yazdığı yazılardan, bu tartışmanın.

(19) TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK ROMANI İÇİN BİR ÇERÇEVE DENEMESİ. 19. sonunda yayımladığı kitaptan [Ahmet Mithat Efendi/Esen 1890/2003] ve Mü­şa­he­dat’ın önsözünde yazdıklarından onun realizm ve natüralizmi, romanda anlatılan olayların gerçek hayatta yaşanmış veya yaşanana birebir benzer olması biçiminde anladığını biliyoruz. Bu anlayışa bağlı olarak, Mü­şa­he­dat’ın gerçeklikle ilişkisini sağlamlaştırmak için kendisini yazar olarak roman kişileri arasına kattığını önsözde belirtir. Ayrıca yazdıklarını birtakım kimselerden –ki onlar romanın kişileridir ve anlattıkları kendi başlarından geçmiştir– dinleyerek, bir bakıma “belgeleyerek” aktarma isteği, böylece aynı zamanda romanın nasıl kurgulandığını da anlatmış olması, onun belki farkına varmaksızın roman tekniği bakımından yenilikler yaratmasına yol açmıştır. Ancak bu farkında olmayışı büsbütün tesadüf olarak da anlamamak gerekir. Çünkü birçok romanında görülen farklı anlatım yöntemleri, onun sanatı üzerinde düşünen ve yeniliklere açık bir yazar olduğunun kanıtıdır. Dolayısıyla Mü­şa­he­dat’ın, Ahmet Mithat Efendi’nin yıllardır sürdürdüğü roman sanatında geldiği ustalığın bir sonucu ve göstergesi olduğunu kabul etmek gerekir. 1891 yılında, daha çok fikrî yönü ve hocalığıyla Tanzimat devrinde etkili bir isim olan Mizancı Murat’ın Tur­fan­da­mı­Yok­sa­Tur­fa­mı­adlı romanı da yayımlanmıştır. Yazarın daha çok İslamcılık ve kısmen de Türkçülük ideolojisine yaklaşan fikirlerini dile getirmek için bir araç olarak kullandığı bu eser, roman türü bakımından son derece başarısızdır. Ahmet Rasim’in İlk­Sev­gi, Mehmet Celal’in Mar­ge­rit ve Hâ­lâ­Se­vi­yor­Ya­hut­İf­ti­rak adlı, romandan ziyade hikâye türüne yakın olan eserleri de bu yıl yayımlanmıştır. Hüseyin Cahit’in, henüz 16 yaşındayken Ahmet Mithat Efendi’ye öykünerek kaleme aldığı ve daha sonra kendisinin de hatırlamak istemediği Na­di­de­de bu yıl yayımlanan romanlar arasındadır. 1890’larda, önceki yıllarla karşılaştırıldığında, yayımlanan roman sayısında belirgin bir artış olduğu görülmektedir. Özellikle Mehmet Celal’in bu yıllarda birbiri peşi sıra yayımladığı uzun hikâye ve romanlar dikkati çeker. Çoğu on beş yirmi sayfalık bir uzun hikâyeden ibaret olan bu kitapların bazıları şunlardır: Kü­çük­Ge­lin, El­vah-ı­ Sev­da­ (1892), Mu­hab­bet-i­ Ma­de­ra­ne, Mev’id-i­ Mü­lâ­kat, Kar­lar­ Al­tın­da (1893), Bir­Ka­dı­nın­Ha­ya­tı, Zeh­ra, Ol­ga, Bir­Pe­de­rin­Ser­gü­zeş­ti (1894), Mü­kâ­fat, Dâ­men-âlû­de, Ak­ Saç­lar (1895), Mü­zey­yen (1898), Sol­gun­ Ya­di­gâr­lar, Sa­mi­mi­yet, İs­kam­bil, Se­fid-ser (1899). Servet-i Fünuncularla, özellikle de Hüseyin Cahit’le girdiği polemiklerle de bu yıllarda adını gazete ve dergilerde sıkça gördüğümüz Mehmet Celal’in hikâye ve romanlarının edebiyatımızda kalıcı bir etki bıraktığı söylenemez. Yine bu yıllarda edebiyat sahnesine çıkan ve birkaç romanıyla tanınan Vecihi’yi de sonraki yıllarda unutulacak romancılar arasında sayabiliriz. Onun 1890’lı yılları dolduran yirmi civarında romanından en çok tanınanlar 1895’te yayımlanan Meh­cu­re­ve Mihr-i­Dil ile 1898’de basılan Hik­met’tir. Romantik üslupla kaleme aldığı romanlarında Namık Kemal’in sanatkârane üslubunun etkisi görülür. O da Mehmet Celal gibi roman türünde kalıcı bir etki bırakamayan yazarlardandır..

(20) 20. FAZIK GÖKÇEK. 1890’lı yıllarda yeni isimlerin katılımıyla hikâye ve roman alanındaki eserlerin sayısı geçmiş yıllara göre önemli bir artış göstermiştir. Bu yazının kapsamı içinde bu yıllarda basılan romanların hepsinden söz etmek mümkün değildir. Bunlar içerisinde, önceki yıllarla kıyaslandığında artık daha az eser veren Ahmet Mithat Efendi’nin 1892 yılında yayımlanan Ah­met­Me­tin­ve­Şir­zat­romanını anmak gerekir. Ahmet Mithat Efendi’nin birçok romanında gördüğümüz Osmanlıcılık fikriyatına yakın duruşuna mukabil bu romanda Türkçü bir yaklaşımla karşılaşırız. Daha önce romanı bu yönüyle inceleyen bir yazı yayımlandığı [Gökçek, 2008b: 41-54] için burada ayrıntısına girmiyoruz. Ahmet Mithat Efendi’nin Hüseyin Rahmi’den sonra elinden tuttuğu ve Türk edebiyatına kazandırdığı bir isim de ilk kadın romancımız Fatma Aliye Hanım’dır. Önce onun Pierre Loti’den çevirdiği Me­ram­romanını gazetesinde “Bir Kadın” imzasıyla tefrika eden Ahmet Mithat Efendi, telif roman yazmak konusunda da onu yüreklendirmiş ve ilk denemesi olan “Hayal” başlıklı romana “Hakikat” başlığıyla ikinci bir bölüm ekleyerek kendisinin ve öğrencisinin imzasını birlikte koyarak Ha­yal­ve Ha­ki­kat­adıyla yayımlamıştır. Ahmet Mithat Efendi gibi bir “üstat” ile kendi adının birarada bir kitabın üzerinde bulunmasının Fatma Aliye Hanım için nasıl bir gurur vesilesi olduğu tahmin edilebilir. Gazetesinde yayımladığı yazılarla da bir kadın romancıyı yadırgayan okur ve eleştirmenlere karşı Fatma Aliye’yi savunan Ahmet Mithat’ın bu desteği semeresini vermiş ve hemen ertesi yıl Fatma Aliye’nin ikinci romanı –bu kez sadece kendi imzasıyla– yayımlanmıştır. Mu­ha­da­rat’ın, üzerinde imza olmasa bir kadın tarafından yazıldığını anlamak neredeyse imkânsızdır. Çünkü bu roman Fatma Aliye’nin Ahmet Mithat Efendi’yi taklit ederek ve dolayısıyla egemen erkek dilini kullanarak kaleme aldığı bir romandır. Roman türüne getirdiği bir katkı olmadığı gibi, Ahmet Mithat Efendi’nin yıllar içerisinde kazandığı ustalıktan da uzaktır. 1890’lı yıllarda yayımlanan ve zikre değer olan romanlardan biri, Nabizade Nazım’ın 1896’da basılan Zeh­ra’sıdır. Ahmet Mithat’ın karşısında Halit Ziya ile birlikte realist/natüralist roman anlayışını temsil eden Nabizade Nazım’ın Halit Ziya ölçüsünde romancı muhayyilesine sahip olmayışı, Zeh­ra’nın, türünün başarılı örneklerinden biri olmasını engellemiştir. Zeh­ra’da yazarın Emile Zola’ya öykündüğü açıktır. Zola gibi, toplumun her kesimine ait yaşantıları bu toplum kesimlerinin dillerini de kullanarak yansıtmaya çalışan yazarın özellikle Suphi’yi tulumbacıların arasına sokması E. Zola’nın romanlarını hatırlatır. Yer yer işlevsiz tasvirlere de rastlanmakla birlikte Zeh­ra’da yazarın her unsuru kişilerin mizaç ve karakterlerini tayin edici etkenler olarak kullanmaya çalıştığı bellidir. Kişilerin kalıtımla getirdiği özellikler, yetiştikleri çevre ve yaşadıkları hayat bir çeşit kader gibi onların sonunu tayin etmektedir. Nabizade Nazım, birtakım kusurlarına rağmen, natüralist roman anlayışının ilkelerini bu yıllarda Halit Ziya ile birlikte uygulayan bir romancıdır..

(21) TANZİMAT DÖNEMİ TÜRK ROMANI İÇİN BİR ÇERÇEVE DENEMESİ. 21. Halit Ziya’nın İstanbul’a geldikten sonra yayımladığı Mai­ve­Si­yah’ı (1897) ve Aşk-ı­Mem­nu’su (1900) ile Mehmet Rauf’un Ey­lül’ü (1900), Türk romanında Servet-i Fünuncuların benimsediği realizmin ilkelerinin tamamen yerleştiğini gösteren romanlardır. Bu yıllarda artık Ahmet Mithat Efendi edebiyat sahnesinden büyük ölçüde çekilmiş, onun tarzını devam ettiren Hüseyin Rahmi gibi yazarlar ise bu tarzı geliştirerek onun bıraktığı noktadan daha ileriye götürememişlerdir. Dolayısıyla Servet-i Fünun yazarlarının, özellikle de Halit Ziya’nın romanlarıyla, bu tür, Tanzimat döneminde Ahmet Mithat Efendi’nin açtığı yolun değil, Namık Kemal’in İn­ti­bah’la başlattığı çizginin öne çıkmasıyla yirminci yüzyıla girmiştir. Roman, yüzyıl başından, özellikle İkinci Meşrutiyet’ten sonra hem muhteva hem de yapı ve teknik bakımından çeşitlilik ve zenginlik kazanarak edebiyatımızda canlılığını sürdürmüştür. KAYNAKLAR Ahmet Mithat Efendi (1890), “Roman ve Romancılık Hakkındaki Mütalaamız”, Ter­cü­man-ı Ha­ki­kat, nr. 3547, 2 Nisan. Ahmet Mithat Efendi (2000a), Yer­yü­zün­de­Bir­Me­lek, (Haz. Nuri Sağlam), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. Ahmet Mithat Efendi (2000b), Acayib-i­Âlem, (Haz. Kâzım Yetiş), Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara. Ahmet Mithat Efendi (2006), “Kariîn ile Hasbihal”, Mü­şa­he­dat (Haz. Özlem Nemutlu), Özgür Yayınları, İstanbul. Ahmet Mithat Efendi (Esen 1890/2003), Ah­bar-ı­Âsâ­ra­Ta­mim-i­En­zar, Tercüman-ı Hakikat Matbaası, İstanbul, 1307/1890 Ah­bar-ı­Asa­ra­Ta­mim-i­En­zar­–­Ede­bi­Eser­le­re­Ge­nel­Bir Ba­kış, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, 168 s. Bağcı, Müberra (2004), “Sergüzeşt Romanı Hakkında”, Sami Paşazade Sezai, Ser­gü­zeşt, Özgür Yayınları, İstanbul. Boratav, Pertev Naili (1988), Halk­Hi­kâ­ye­le­ri­ve­Halk­Hi­kâ­ye­ci­li­ği, Adam Yayınları, İstanbul. Çağın, Sabahattin (2001), “Olay Örgüsü Problematiği Açısından Ahmet Mithat Efendi’nin ‘Ölüm Allah’ın Emri’ Adlı Eseri”, Kay­se­ri­ve­Yö­re­si­Sa­nat­ve­Ede­bi­yat­Bil­gi­Şö­le­ni­–­Bil­di­ri­ler, C. 1, Kayseri. Çağın, Sabahattin (2003), “Müsameretname’ye Dair”, Emin Nihat, Mü­sa­me­ret­na­me, (Haz. Sabahattin Çağın – Fazıl Gökçek), Özgür Yayınları, İstanbul. Demir, Yavuz (2002), Za­man­Za­man­İçin­de­Ro­man­Ro­man­İçin­de:­Mü­şa­he­dat, Dergâh Yayınları, İstanbul. Demirkıran, Kabil (2006), “Karı Koca Masalı’nda Kurgulanan Okur”, Mer­ha­ba­Ey­Mu­har­rir –­ Ah­met­ Mit­hat­ Üze­ri­ne­ Eleş­ti­rel­ Ya­zı­lar (Haz. Erol Köroğlu – Nüket Esen), Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 2006. Enginün, İnci (2006), Ye­ni­Türk­Ede­bi­ya­tı­–­Tan­zi­mat’tan­Cum­hu­ri­yet’e­(1839-1923), Dergâh Yayınları, İstanbul. Esen, Nüket (1999), Ka­rı­Ko­ca­Ma­sa­lı­ve­Ah­met­Mit­hat­Bib­li­yog­raf­ya­sı, Kaf Yayıncılık, İstanbul. Esen, Nüket (2006), “Dürdane Hanım Romanında Anlatım”, Mo­dern­Türk­Ede­bi­ya­tı­Üze­ri­ne Oku­ma­lar, İletişim Yayınları, İstanbul..

(22) 22. FAZIK GÖKÇEK. Finn, Robert (1984), Türk­Ro­ma­nı­(İlk­Dö­nem­1872-1900), Bilgi Yayınevi, İstanbul. Gökçek, Fazıl (2006a), “Don Kişot’tan Ahmet Mithat Efendi’ye”, Ege­Üni­ver­si­te­si­Türk­Di­li­ve­Ede­bi­ya­tı­Araş­tır­ma­la­rı­Der­gi­si, S. 12, İzmir. Gökçek Fazıl (2006b), Os­man­lı­ Ka­pı­sın­da­ Bü­yü­mek­ –­Ah­met­ Mit­hat­ Efen­di’nin­ Hi­kâ­ye­ ve Ro­man­la­rın­da­Gay­ri­müs­lim­Os­man­lı­lar, İletişim Yayınları, İstanbul. Gökçek, Fazıl (2007), “Monte Cristo Kontu Romanının Ahmet Mithat Efendi’ye Etkisi”, Tun­ca­Kor­tan­ta­mer­İçin, Ege Üniversitesi Yayını, İzmir. Gökçek, Fazıl (2008a), “Bir Postmodern Anlatı Örneği Olarak “Fehmi K.’nın Acayip Serüvenleri”nin “Karı Koca Masalı” ile ilişkisi Üzerine”, Hi­kâ­ye­nin­Bu­gü­nü­Bu­gü­nün­Hi­kâ­ye­si,­80­Son­ra­sı­Türk­Hi­kâ­ye­si­Sem­poz­yu­mu, Ümraniye Belediyesi Yayını, İstanbul. Gökçek, Fazıl (2008b), “Ahmet Mithat Efendi ve Türk Dünyası”, Ege­Üni­ver­si­te­si­Türk­Di­li ve­Ede­bi­ya­tı­Araş­tır­ma­la­rı­Der­gi­si, S. 14, İzmir. Gökçek, Fazıl, (2010a), “Ahmet Mithat Efendi’nin Romanlarında Yerli Gayrimüslimlerin Alafrangalığı Meselesi”, Ye­ni­Türk­Ede­bi­ya­tı, S. 1, Mart 2010, ss. 59-68. Gökçek, Fazıl (2010b), “Romana ve Romancılığa Dair Bir Tartışma”, Ömer­Fa­ruk­Hu­yu­gü­zel’e­Ar­ma­ğan, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir. Huyugüzel, Ömer Faruk (1984), “Halit Ziya’nın Sefile Romanında Realist Teknikler”, Meh­met­Kap­lan’a­Ar­ma­ğan, İstanbul. İleri, Selim (2009), “Müsameretname’nin Bilinmeyen Yazarı”, Za­man Gazetesi Cumartesi Eki, 4 Nisan. Moran, Berna (1983), Türk­Ro­ma­nı­na­Eleş­ti­rel­Bir­Ba­kış, İletişim Yayınları, İstanbul. Okay, Orhan (1990), “Türk Romanına Köy Mevzuunun Girişinde Unutulan Bir İsim: Ahmet Midhat Efendi”, Sa­nat­ve­Ede­bi­yat­Ya­zı­la­rı, Dergâh Yayınları, İstanbul. Özön, Mustafa Nihat (1985), Türk­çe­de­Ro­man, İletişim Yayınları, 2. bs., İstanbul. Parlatır, İsmail (1992), Tan­zi­mat­ Ro­ma­nın­da­ Kö­le­lik, 2. bs., Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara. Tanpınar, Ahmet Hamdi (2006), XIX.­Asır­Türk­Ede­bi­ya­tı­Ta­ri­hi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul..

(23) İZMİR’İN UZUN SÜRE YAYIMLANMIŞ İSTİKRARLI BİR GAZETESİ: AHENK Ö. Faruk Huyugüzel* A CONSISTENT NEWSPAPER OF IZMIR PUBLISHED FOR A LONG TIME: AHENK ABSTRACT In this article we addressed the history of Ahenk newspaper published in Izmir between February 21st 1895 and January 2nd 1930, and Izmir’s role in Turkish language press. Ahenk newspaper is one of the rare newspapers published consistently for a long time in Izmir. The newspaper survived due to the publishing policy which was moderate and in accordance with each government. Ahenk focused on articles and news about agriculture, commerce and Islamic world rather then literature and politics, and made significant contributions in the intellectual and cultural life of Izmir by both articles and news and other books and newspapers printed in their printing-house. Due to these characteristics, the newspaper has frequently been used as reference in researches on Izmir in the past and also at present. Key­words: Press history, Izmir press, Ahenk newspaper, printing-houses. ÖZET Makalede İzmir’de 21 Şubat 1895-2 Ocak 1930 arasında yayımlanan Ahenk gazetesinin tarihi ve İzmir’in Türkçe basını içerisindeki rolü ele alınmıştır. Ahenk gazetesi İzmir’de uzun süre istikrarlı bir şekilde yayınlanmış nadir gazetelerden birisidir. Gazete her dönemde idareyle uyumlu ve ılımlı bir yayın politikası takip etmiş, böylece sık sık kapanmaktan uzak kalabilmiştir. Ahenk, edebiyat ve siyasetten daha çok ziraat, ticaret ve İslâm dünyasıyla ilgili yazı ve haberlere *. Prof. Dr., Doğu Akdeniz Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. Ye­ni­Türk­Ede­bi­ya­tı­Der­gi­si,­Sa­yı­3,­Mart 2011,­s.­23-35.

(24) 24. Ö. FARUK HUYUGÜZEL. ağırlık vermiş, hem yazı ve haberleri yoluyla hem de matbaasında bastığı diğer gazete ve kitaplarla İzmir’in fikir ve kültür hayatına önemli hizmetlerde bulunmuştur. Gazete bu özellikleri dolayısıyla İzmir’le ilgili araştırmalarda sık sık bir belge gibi kullanılmış ve halen de kullanılmaktadır. Anah­tar­Ke­li­me­ler: Basın tarihi, İzmir basını, Ahenk gazetesi, matbaalar. .... Ahenk’in Çıkışı Ahenk gazetesi Sultan II. Abdülhamit döneminde yayın hayatına başlamakla birlikte Meşrutiyet ve Cumhuriyet devirlerinde de yayımlanmış uzun sureli ve istikrarlı bir yayın organı olarak İzmir basınının en dikkate değer gazetelerinden birisidir1. Gazetenin yayın dünyasına çıkışı, tanınmış bilim adamlarından Mahmut Esat Seydişehrî’nin kardeşi Mehmet Necati’nin ve İzmir’in ünlü gazetecilerinden ve Jön Türklerinden Tevfik Nevzat’ın çabalarıyla olmuştur. Ancak gazetenin imtiyazı, çıkışından dokuz yıl önce ve İzmir’in önemli gazetelerinden Hiz­met’le birlikte alınmıştır. Tevfik Nevzat’la birlikte Hiz­met’i çıkaran Halit Ziya’nın Kırk Yıl’ından öğrendiğimize göre imtiyaz, aslında Hiz­met’in çıkmamak üzere kapatılma ihtimaline karşılık bir ihtiyat tedbiri olarak bu gazeteyle birlikte alınmıştı2. Böylece Ahenk, imtiyazının alınışından epey bir süre sonra 21 Şubat 1895 tarihinde yayımlanmaya başlanmış ve 2 Ocak 1930’a kadar yaklaşık otuz beş yıl kısa süreli bir iki kapanış dışında istikrarlı bir şekilde çıkmıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Kataloğu’nda yer alan 20 Muharrem 1304/18 Ekim 1886 tarihli bir belgeye3 göre gazetenin imtiyazı, İzmir’de ikinci sınıf davavekillerinden İzmirli Şerifzade Hakkı Efendi4 adına edebiyat, fen, siyaset ve bölge haberle1. 2 3 4. Ahenk gazetesi hakkındaki ilk inceleme ve değerlendirmeleri İzmir kültür tarihi üzerinde uzun süre çalışan ve değerli eserler yayımlayan Ziya Somar’ın Ya­kın­Çağ­la­rın­Fi­kir­ve­Ede­bi­yat­Ta­ri­hi­miz­de­İz­mir­(İzmir, 1944) ve Bir­Ada­mın­ve­Bir­Şeh­rin­Ta­ri­hi: Tev­fik­Nev­zat,­İz­mir’in­İlk­Fi­kir-Hür­ri­yet­Kur­ba­nı­(İzmir, 1948) adlı kitaplarında buluruz. Ancak gazete hakkında daha derli toplu bir bilgi Zeki Arıkan’ın büyük bir emek ürünü olan İz­mir­Ba­sın­Ta­ri­hi­(1868-1938) adlı çalışmasında (Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir, 2006, s. 46-61, 178-182) yer alır. Ancak bu kitaplarda daha ziyade gazetenin genel yayın politikası, muhtevası ve kültür ve ekonomi tarihimizdeki rolü üzerinde durulmuş, söz gelişi Arıkan’ın çalışmasında gazetenin açtığı “Köy Bakkalları” konulu anket veya yarışmaya oldukça geniş yer verilmiştir. Bu bakımdan biz, burada konuyu biraz farklı bir yönden ele alacak ve Somar ve Arıkan tarafından verilen bilgileri de tamamlayacak şekilde gazetenin bir bütün olarak tarihi, yayın hayatındaki gelişme ve değişmeler ile gazetenin yayıncı ve yazar kadrosu üzerinde duracağız. Daha geniş bilgi için bkz. Ö. Faruk Huyugüzel, “İzmir’in Önemli Bir Edebiyat ve Fikir Gazetesi Hiz­met”, Zey­nep­Ker­man­Ki­ta­bı, İstanbul, 2010, s. 111-112. DH., MKT., Dosya no. 1373, Gömlek no. 13. Ay­dın­Vi­lâ­ye­ti­ne­Mah­sus­Sal­na­me’de (Haz. İbrahim Cavit, sene-i hicrî 1308, Defa 13, Vilâyet Matbaası, 1. C., s. 378) İzmir’de çalışan davavekilleri listesi içerisinde Şerif Efendizade Hakkı Bey adıyla gözüken Hakkı Efendi’nin ikinci sınıf davavekili olduğu bildirilmektedir. Hakkı Efendi hakkında daha geniş bilgi için bkz. Ö. Faruk Huyugüzel, İz­mir­Fi­kir­ve­Sa­nat­Adam­la­rı, Ankara 2000, s. 168-169..

Referanslar

Benzer Belgeler

Yahya Bey’in Şâh u Gedâ mesnevinin çevresel ve olgusal boyutuyla mekân tasvirlerini incelediğimizde ise Şâh u Gedâ mesnevinde yapılan kimi mekân tasvirlerinde salt

Der idi ben gideli kalmamış tehî meydân (Divan s. 39-40) Abdurrahman Paşa’nın hazinedarı Ali Paşa için ramazaniye, şair Rüşdi Efendi’ye “sühan” redifli kaside,

Semboller, sanat ve edebiyatta olduğu gibi teoloji alanında da nesnel, soğuk ve katı bir gerçekliğe dayanan veya en azından onu çağrıştıran bir dil yerine, sezgiye dayalı

According to another finding of the study; the comparison of anger state of the sedentary participants according to sex variable did not reveal any

1996 yılının Kasım ayında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Eski Türk Edebiyatı Anabilim Dalı’na asistan olduğumda başka

Aşağıya alınan diğer beyitte ise Emrî, sevgilinin gül kadar nazik bedenini kötü gözden sa- kınmak için saçını misk ile yazıp tomar olarak boynuna astığını dile

Böylelikle Fuzûlî’den sonra özellikle Vâkıf’a kadar ki dönemde Azerbaycan edebî dili hem sözlü hem de yazılı dil olarak geniş dairede kullanılmış; yazılı

Aynı konuyla ilgi olarak bk.: Cem Dilçin, “Fuzulî’nin Şiirlerinde Söz Tekrarlarına Dayanan Bir Anlatım Özelliği”, Türkoloji Dergisi, AÜDTCF Yay., X.. mısraları