• Sonuç bulunamadı

Edebiyat ile Tıbbın Buluştuğu Nokta: Anlatısal Tıp

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Edebiyat ile Tıbbın Buluştuğu Nokta: Anlatısal Tıp"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ANLATISAL TIP

Bahar Dervişcemaloğlu

*

THE MEETING POINT OF LITERATURE AND MEDICINE: NARRATIVE MEDICINE

ÖZ: Edebiyatın, anlatıbilimin, beşerî bilimlerin ve tıbbın buluşma ve birleşme noktası olarak nitelendirilebilecek “anlatısal tıp”, son yıllarda bilim dünyasında oldukça rağbet gören bir alan haline gelmiştir. Bu makalede, sırasıyla “hasta ile doktor arasındaki ilişkinin anlatısal tıp bağlamında yeniden düzenlenmesi”, “anlatısal tıbbın kapsamı ve alanları (hastalık anlatıları, hastalıkla ilgili anlatılar, klinik bir araç olarak anlatı)”, “yazı yazmanın sağlığa faydaları”, “travma ve anlatı” ve “sağlık hizmetlerinde öykü anlatma tekniğinin kullanılması” üzerinde durulacaktır. Son bölümde ise Türkiye’de anlatısal tıbbın kurulması ve geliştiril-mesiyle ilgili bazı öneriler sunulacaktır.

Anahtar Kelimeler: anlatı, tıp, hastalık anlatıları, anlatısal tıp.

ABSTRACT: As a meeting and confluence point of literature, narratology, hu-manities and medicine, “narrative medicine” has become a popular topic of academic interest in recent years. In this paper “restructuring communication between patients and physicians within the context of narrative medicine”, “the scope and fields of narrative medicine (illness narratives, narratives about il-lness, narrative as a clinical tool)”, “health benefits of writing”, “trauma and narrative” and “the use of storytelling in health care settings” will be discussed respectively. Some suggestions on how to establish and develop narrative medi-cine in Turkey will be offered in conclusion.

Key Words: narrative, medicine, illness narratives, narrative medicine

Yeni Türk Edebiyatı Dergisi, Sayı 6, Ekim 2012, s. 101-116 * Yrd. Doç. Dr., Ege Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü.

(2)

...

Giriş

1960’lı yılların sonunda başlı başına bir disiplin olarak ortaya çıkan “anlatıbi-lim” (narratology), “klasik” olarak adlandırılan (1966-1980 arası) ilk döneminde edebî anlatılarla sınırlı kalmıştır. Ancak 1980-1990 yılları arasında ortaya çıkan ve günümüzde de etkisini hâlâ sürdüren klasik-sonrası dönemde, anlatıbilimin kapsa-mı, edebî anlatının ötesine geçerek genişlemiş, disiplinlerarası bir nitelik kazan-maya başlamış ve anlatıbilimsel yaklaşım; dilbilim, bilişsel psikoloji, kültür tarihi, felsefe, ilahiyat, eğitim, iletişim, sanat tarihi, sinema, tıp gibi birçok alana uygulan-maya başlamıştır.1 Bu gelişmelere paralel olarak, anlatının; tıbba, hastalığa ve sağ-lığa ilişkin biçimleri ve işlevleriyle ilgili araştırmalar, 1980’lerin başından itibaren hızlı bir artış göstermiştir. Bu araştırmaların gelişimi, hem teorik bakış açıları hem de metot açısından büyük bir çeşitlilik arz etmesiyle dikkat çekmiştir. Üstelik genel olarak “anlatı ve tıp” şeklinde adlandırabileceğimiz bu saha, sadece tıbbî ortamlar-daki anlatıları içermekle kalmamış, klinik olmayan gündelik ortamlarortamlar-daki anlatıları da bünyesine dahil etmiştir.2

Anlatısal tıbbın temelinde, sosyal ve beşerî bilimleri temel alarak çalışmalarını yapılandıran araştırmacıların, belli bir hastalıktan dolayı acı çeken insanların gün-lük hayatlarının nasıl etkilendiğini ve içinde bulundukları durumu “içerden” nasıl gördüklerini anlamak için büyük bir istek duymaları yatmaktadır. Esasında, bu tarz bir yaklaşım, hastalığı, sağlık kurumunun yaptığı tanıma göre değerlendiren anla-yışın tam tersidir. Aşağıda da değineceğimiz gibi Mishler, bu çatışmayı, “yaşam dünyasının sesi” ile “tıbbın sesi” arasındaki mücadele şeklinde açıklar. Tıbbî müla-katlar esnasında “yaşam dünyasının sesi”ni bastırmaya yönelik bir eğilim vardır ve dolayısıyla hastaların, problemlerini kendi istedikleri tarzda ortaya koymaları, katı bir biçimde sınırlanmaya çalışılır. Son yıllarda bu durum tersine dönmüş, “yaşam dünyasının sesi”ni daha ayrıntılı biçimde inceleme eğilimi ortaya çıkmıştır.

Anlatı; hasta insanlar, onların yakınları ve bakım sektöründe görev yapan pro-fesyoneller açısından, dar kapsamlı biyomedikal bakış açısında dikkate alınmayan 1 Ayrıntı için bk. Meister, Jan Christophe, “Narratology”, Handbook of Narratology, Huhn Peter –

Pier John – Schmid Wolf – Schonert Jörg (Ed.), Walter de Gruyter, 2009, ss. 329-351; Nunning, Birgit ve Ansgar Neumann, An Introduction to the Study of Narrative Fiction, Klett Lerntraining GmbH, 2008, ss. 144-159; Meuter, Norbert, “Narration in Various Disciplines”, Huhn, Peter, John Pier, Wolf Schmid ve Jörg Schonert (Ed.), Handbook of Narratology, Walter de Gruyter, 2009; 242-263.

2 Hydén, Lars-Christer, “Medicine and Narrative”, David Herman, Marie-Laure Ryan, Manfred Jahn

(3)

vakalara, tecrübelere ve sonuçlara dikkat çekme imkanı sunmaktadır. Biyomedikal düşünce, hastalıkların, genel olarak geçerli olan hastalık teorilerine sığdırılabileceği ya da uyabileceği inancına dayanır. Dolayısıyla hastalıkların nedenini ve teşhisini, biyomedikal açıdan yapılmış tanımlar çerçevesinde belirlerler. Anlatıların kullanımı, söz konusu bireyin ve çektiği acının, günlük yaşamı ve yaşam öyküsü çerçevesinde kavranmasına dayanır ve kişi, çektiği acı ve hastalık arasındaki ilişki üzerine inşa edilir.3

1. Hasta ile Doktor Arasındaki İlişkinin Anlatısal Tıp Bağlamında

Yeniden Düzenlenmesi

1970’li yıllardan itibaren hasta ile doktor arasındaki iletişim, tıp fakültelerinin programlarında önemli bir yer tutmaya başlamış ve bir anlamda klinik görev, yeni bir çerçeveye oturtulmuş; doktorların, hastaların anlattıkları öyküleri dikkate alma-sı beklenmiştir. Ancak burada şöyle bir soru akla gelebilir: “Tıp dünyaalma-sı, hasta ile doktor arasındaki iletişimin önemini ancak 1970’lerden sonra mı anlayabildi?”. Bu sorunun cevabını bulmak için çok eskilere gitmemiz gerekiyor. Nitekim tıbbın baba-sı sayılan Hipokrat, öğrencilerine, hastalara nababa-sıl soru sormaları, nababa-sıl yaklaşmaları gerektiğiyle ilgili dersler veriyordu; dolayısıyla o zamanlar hastalarla iletişim kurma mahareti tıp eğitiminde ve uygulamasında son derece önemliydi. Ancak bu durum, tıbbın profesyonelleşmesi ve tıp teknolojisindeki gelişmelerle birlikte tersine döndü. Günümüzde ise yine eskiye yani kaynağı Hipokrat’a dayanan insanî anlayışa dö-nüldüğünü, dünyadaki birçok tıp fakültesine “edebiyat ve tıp”, “tıpta insan bilimle-ri”, “etkili tıbbî görüşmenin esasları”, “etkili iletişim becerilebilimle-ri”, “anlatısal tıp” gibi derslerin konduğunu görmekteyiz.4 Böylece teknolojinin hakim olduğu modern tıpta, hastalığın duygusal, toplumsal ve kültürel yönlerinin de dikkate alınması amaçlan-maktadır. Bu bağlamda, belirli bir söylem dahilinde anlatılan hastalık anlatılarının, doktor tarafından dikkatli bir biçimde analiz edilmesi gerekmektedir. Ayrıca tıbbî görüşmenin, hasta ile doktor arasındaki karşılıklı konuşmalarla ilerlediği düşünüldü-ğünde, doktorun, tıbbî görüşme ve soru sorma tekniklerini iyi bilmesi gerektiği mu-hakkaktır.5 İşte bütün bu meselelerle ilgili 1970’lerden itibaren ivme kazanan araş-tırmaların, günümüzde zirveye çıktığı, bu meselenin farklı yönleriyle ilgili birçok kitap ve makalenin yayınlandığı hatta özel olarak bu konu üzerine yayın yapan der-3 Hydén, age., s. 293.

4 Ayrıntı için bk. Clark, Jack ve Elliot Mishler, “Attending Patient’s Stories: Reframing the Clinical

Task”, Sociology of Health and Illness, Vol. 14, no. 3, 1992, ss. 344-372.

(4)

gilerin ortaya çıktığı görülmektedir.6 Anlatısal tıpla ilgili dikkat çekici bir gelişme de, Amerika’da bulunan Columbia Üniversitesi’nde 2009 yılında başlatılan “Anlatısal Tıp” başlıklı yüksek lisans programıdır.7 Ancak bunun öncesinde, yine Amerika’daki birçok üniversitede ve Kanada, İngiltere, Avusturalya gibi gelişmiş ülkelerdeki tıp eğitiminde “tıpta insan bilimleri” konulu derslerin verildiğini, hatta konuyla ilgili araştırma merkezlerinin kurulduğunu vurgulamak gerekir.

Genel olarak hasta ile doktor arasındaki görüşmede, Elliot Mishler’in terimle-riyle ifade edersek “tıbbın sesi” ile “yaşam dünyasının sesi” birbiterimle-riyle çatışır.8 Dola-yısıyla doğru ve insanî bir ilişki kurulmadığı takdirde, hastalığın tam olarak tedavisi pek mümkün olmaz. Bu durumda hastalar eksik tedaviyle evlerine gider, doktorlar da genellikle gerekeni yaptıklarını düşünerek bu durumdan mesuliyet duymazlar. Bu noktada doktorların işinin çok zor olduğunu vurgulamak gerekir, zira doktorlar, has-taların hayatına ancak hastalık tehdidi ya da hastalık söz konusu olduğunda dahil olurlar. İnsanların normal çizgide ilerleyen hayat anlatılarını bir anda alt üst eden bu durum, doktor tarafından iyi tahlil edilmelidir. Kendini son derece karmaşık bir anlatı durumunun içinde bulan doktor, durumun içerden bakıldığında neye benzediğini ta-savvur etmek zorundadır. Bu tata-savvurun yanı sıra, hastanın anlattıklarını da dikkatli bir biçimde dinlemeli ve seri bir biçimde durumu tahlil edebilmelidir. İşte bu noktada anlatısal tıbbın önemi ortaya çıkmaktadır. Şayet doktor, üniversitede bu hünerleri kazanamamışsa yani hastanın anlattığı anlatıyı yorumlama becerisinden yoksunsa, hastanın yaşamında gerçekten neler olduğunu anlayamaz, yani kısacası organların ötesine geçemez.9 Bu durumda, yukarıda bahsettiğimiz gibi “tıbbın sesi” ile “yaşam dünyasının sesi” birbiriyle uzlaşamaz ve bu durum hastanın aleyhine sonuçlar doğu-rabilir.

Anlatısal tıbbın kurucularından olan iç hastalıkları uzmanı ve anlatıbilimci Rita Charon, yukarıda bahsettiğimiz konunun ciddiyetini kendi yaşadığı bir tecrübeden hareketle şöyle anlatıyor:

6 Bu dergilerden bazıları şunlardır: Literature and Medicine, Sociology of Health and Illness, Teaching

and Learning in Medicine, Journal of Evaluation in Clinical Practice, Medical Humanities Review, Health: An Interdisciplinary Journal for the Social Study of Health, Illness and Medicine, Social Sci-ence and Medicine, The Journal of Supportive Oncology, Communication and Medicine vb.

7 Söz konusu programla ilgili detaylı bilgi ve seminer videoları için bk. http://www.narrativemedicine.

org/index.html

8 Harvard Üniversitesi’nde “Sosyal Psikoloji” profesörü olarak görev yapan Elliot Mishler’in tıp

söyle-mi ve tıbbî görüşmelerle ilgili ufuk açıcı çalışması için bk. Mishler, Elliot, The Discourse of Medicine:

Dialectics of Medical Interviews, Norwood, NJ: Ablex Publishing, 1984.

9 Charon, Rita, “The Novelization of the Body, or, How Medicine and Stories Need One Another”,

(5)

“Genç bir adam, aylardır kendisini rahatsız eden ağrı şikayetleriyle bana geldi. Benden önce muhtemelen dört-beş doktora görünmüştü ve genç adamın söylediğine göre bütün bu doktorlar onun gayet sağlıklı olduğunu, kan tahlillerinin ve diğer tahlillerinin normal olduğunu söylemişti. Ancak bu sözler işe yaramamıştı. Doktorlardan biri ona allerji teda-visi uygulamaya başlamış ve durum daha kötüye gitmişti. Bir başka doktor da anksiyete tedavisinde ruh halini dengelemek için kullanılan bir ilaca başlatmıştı.

Ben bu genç adamın şikayetlerini dinlerken, onun vücudunda tıpkı ağa benzeyen bir olaylar sistemi, bir güçler ağı olduğunu hayal ettim. Organik olarak birbiriyle ilişkisiz gibi görünen belirtiler –parmak uçlarında duyu kaybı, gövdeye dokunulduğu zaman or-taya çıkan aşırı duyarlılık, boğazdaki kaşınma hissi, boynun arka tarafındaki sarsıntı, köprücük kemiğinin oyuğunda hissedilen keskin ağrı, hızlı kilo kaybı, görmede sapmala-rın meydana gelmesi– esasında bir bütün arz edebilirdi ya da en azından bunlasapmala-rın altında yatan bir bütünlük olduğu şeklinde yorumlanabilirdi. Genç adamın vücudu sadece kendi vücudu değildi; bana göre bu genç adam, sanki vücudu, yabancı bir güç tarafından ele geçirilmiş gibi hissediyordu. Benim bu fikrime o da katıldı, hatta hoşuna gitti ve “Bunu nasıl bildin?” dedi. Sonra bir yerde “Vücudum, içtiğim her şeyi derhal dışarı atıyor” dedi. Bu cümleyi birkaç kez tekrar etmesini istedim. Aslında söylemek istediği şey, mesela su içtiğinde derhal idrara çıkmak zorunda kalmasıydı. Bu bana sembolik bir şey gibi gel-di. Ona, vücudunun kendini metal bir boru haline dönüşmüş gibi hissettiğini söyledim. Yüzü aydınlandı ve “Evet” dedi. Ona, metal bir boru haline dönüşmediği zamanlarda vü-cudunun neler hissettiğini sordum. El hareketleriyle ve biraz da sözcüklerin yardımıyla, çok zengin, canlı ve yoğun birşeyler betimlemedi. Bu betimlemeden edindiğim izlenim, vücudunun metal gibi suyu doğrudan dışarı atmak yerine, onu içine çeken, emen, bere-ketli bir toprağa dönüştüğüydü. Eskiden kendini bir bahçe gibi hisseden bedeni, şimdi metal bir boruya dönüşmüştü.

Bu genç adamın özel hayatıyla ilgili de bir şeyler öğrendim. Yukarıda bahsettiğim be-lirtiler, onun yüksek lisansını bitirmesine ve duygusal bir ilişkiye başlamasına engel ol-muştu. Bu genç adamın hastalık öyküsünü dinlerken –bunun içinde fiziksel ya da duy-gusal stresle tetiklenen migren ağrıları ve ailesinin geçmişindeki psikiyatrik hastalıklar da vardı– bu rahatsız edici belirtileri hem fiziksel hem de duygusal boyutlarını dikkate alarak bir çerçeveye yerleştirmeye çalıştım.... Sonuçta genç adam migren teşhisi, buna uygun bir reçete ve altı hafta sonrasına kontrol için verilen randevuyla muayenehanem-den ayrıldı.... Bu muayene sonrasında bir doktor olarak işimi iyi yaptığımı, aldığım iç hastalıkları eğitimini iyi şekilde kullandığımı, bu genç adamın sıkıntılarını ve anlatmaya çalıştıklarını gerek dil gerekse anlatıbilimle ilgili bildiklerimi devreye sokarak anlayabil-diğimi düşünüyorum.”10

Görüldüğü gibi hastalığı sadece biyolojik, fiziksel, psikolojik, psikiyatrik ya da aile öyküsüne dayalı bir çerçeve dahilinde teşhis etmek çoğu zaman yeterli ola-mamaktadır, dolayısıyla bu çerçevelere bir de “anlatıbilimsel” çerçeve eklemek ge-rekmektedir. Nitekim Rita Charon gerek yukarıdaki örnekte gerekse konuyla ilgili yayınladığı birçok kitapta başarısının sırrını, biyolojik çerçeveyle anlatıbilimsel çer-çeveyi birleştirmesiyle açıklamaktadır.11

10 Charon, agm., ss. 38-39.

(6)

2. Anlatısal Tıbbın Kapsamı ve Alanları

Anlatısal tıp bağlamında, araştırmacıların ilgi alanları ve konuları açısından üç farklı çalışma alanından bahsetmek mümkündür: Hastalık anlatıları şeklinde adlan-dırılabilecek birinci alanda, anlatı, hastalar tarafından hastalıklarını ve çektikleri acı-yı biyografik bağlamda ve aynı zamanda da hastalığın hasara uğrattığı kimliklerin yeniden yapılandırılması bağlamında dile getirme vasıtası olarak kullanılmaktadır. Hastalıkla ilgili anlatılar şeklinde adlandırılabilecek ikinci alanda, anlatı, öncelikle sağlık uzmanlarının kendi aralarında tıbbî bilgileri formülleştirme ve aktarma vasıta-sı olarak kullanılmaktadır. Anlatının klinik bir araç olarak incelendiği üçüncü alanda ise, anlatılar, klinik ortamlarda, hastalığı müzakere etmek, hastanın hastalık anlatıları üzerinde çalışmak için bir vasıta, ayrıca değişen tıbbî uygulamalar için de bir vasıta olarak kullanılmaktadır.12

Hastalık anlatıları, dar anlamda, hasta insanların, kendi hastalıklarıyla ve bu-nun yaşamları üzerindeki etkisiyle ilgili anlatıları içerir. Bu anlatılar, aynı zamanda, hasta yakınlarının, hastalığın hasta ile olan ilişkilerini ve kendi yaşamlarını nasıl et-kilediğiyle ilgili anlatıları da içerir. Bu anlamda, hastalık anlatıları, aile bireylerinin, arkadaşların ve mestektaşların günlük konuşmaları, sohbetleriyle ilişkilidir. Hastalık anlatıları, yazılı olarak biyografik ve otobiyografik anlatımlar olarak da karşımıza çıkabilir. Hem sözlü hem de yazılı hastalık anlatıları, bireyin hayatını ve koşullarını değiştiren olayları ve tecrübeleri yapılandırmasına ve dile getirmesine yardım eder.

Hastalıkla ilgili anlatılar, doktorlar ve hemşireler gibi tıp personelinin karşılaş-tıkları hasta insanlar ve onların hastalıklarıyla ilgili anlatkarşılaş-tıkları yazılı ve sözlü anlatı-ları içerir. Hastalıkla ilgili anlatıanlatı-ların birçok değişik işlevi olabilir. Mesela bunlardan bir tanesi, klinikle ilgili ders kitaplarında anlatılmayan klinik tecrübeleri özetlemek ve aktarmaktır; bir diğeri de hastalığın, hastanın bütün yaşamını nasıl etkilediğini anlatmak ya da bir hata yapıldığında tıp personelinin hastalarla nasıl ilgilendiğini tar-tışmaktır. Hastalıkla ilgili anlatılar aynı zamanda, farklı ekiplerde görev yapan bakım profesyonelleri arasındaki iletişimde de önemli bir rol oynar.

the Stories of Illness, Oxford University Press, New York 2006; Charon, Rita, Calculating the

Contri-butions of Humanities to Medial Practice-Motives, Methods, and Metrics, Academic Medicine, 2010, 85, ss. 935-7; Charon, Rita, The polis of a discursive narrative medicine, Journal of Applied

Commu-nication Research, 2009, 37, ss. 196-201; Charon, Rita, “The Narrative Road to Empathy”, Empathy and the Practice of Medicine: Beyond Pills and the Scalpel, ed. Howard Spiro vd., ss. 147-59, New

Haven: Yale University Press, 1993; Charon, Rita, “The Internist’s Reading: Doctors at the Heart of the Novel” Annals of Internal Medicine, 121, 1994, ss. 390-91; Charon, Rita, “Medical Interpretation: Implications of Literary Theory of Narrative for Clinical Work”, Journal of Narrative and Life

His-tory, 3, 1993, ss. 79-97; Charon, Rita, Narrative medicine as witness for the self-telling body, Journal of Applied Communication Research, 2009, 37, ss. 118-131.

(7)

Hastalık anlatılarının klinik bir araç olarak kullanılması, özellikle beyni hasar görmüş hastalarla ya da ciddi ruhsal bozuklukları olan hastalara psikoterapi yapar-ken, doktor ve hasta arasındaki klinik görüşmede anlatılardan faydalanmak üzerine odaklanır.

2.1 Hastalık Anlatıları

Hastalıklar, özellikle de kronik olanlar (tabii akut olanlar da), vücudun işlevselli-ğinin ya da belli bir parçasının hasar görmesinden, bazen de ameliyatla tamamen alın-masından dolayı, bireyin alışılagelmiş gündelik hayatını tehdit eder. Bu değişiklikler, hem vücudun görünen, dış kısmıyla hem de çıplak gözle görülemeyen iç kısımlarıyla ilgili olabilir. Hastalıklar aynı zamanda belirti göstermeden (latent) de ilerleyebilir ve işlevsel bir değişimin habercisi olabilir. Bütün bunlar fiziksel değişimlere sebep olur ve hastalıklar, gündelik hayatı tehdit eden figürler olarak kendini gösterir. Bunlar genellikle süregiden hayat sürecine davetsiz giren bir yabancı olarak algılanırlar.13

Sosyolog Arthur Frank, Batı dünyasında, halk sağlığı hizmetinin ve tedavisinin 20. yüzyılın büyük bir bölümünde biyomedikal merkezli uygulamanın hakimiyetinde kaldığını vurgulamakta ve bu uygulamanın, hastanın kendi hastalığının anlatısını yi-tirmesine ve sadece hastalığı “taşıyan” ya da hastalığa “evsahipliği” yapan biri olarak görülmesine yol açığını belirtmektedir. Burada hastanın hastalığının niteliğinin ve başlangıcının anlaşılması için gerekli olan anlatının, tıp sistemiyle karşılaşınca değe-rini yitirdiği görülmektedir. Frank, 20. yüzyılın sonlarından itibaren Batı dünyasın-daki hasta insanların, kendi hastalıklarını yönetme konusunda daha fazla fırsata sahip olmaya başladıklarını vurgulamaktadır. Artık tıp sisteminin ve uzmanlarının hasta-lıklarımıza ve nihayetinde de vücudumuza hükmetmelerine müsaade etmek zorunda değiliz. Frank, bu gelişmenin en açık sonuçlarından birinin, hastalık anlatılarına karşı yeniden bir ilgi duyulmaya başlanması olduğunu söyler, çünkü anlatı, kendi hastalık-larımızı anlamak ve anlaşılır kılmak için kullandığımız gündelik bir bilgi biçimidir.14

Hastalığın ve vakanın anlatılaştırılma (narrativisation) süreci, hastalıkla ilgili olguların ve belirtilerin yaşam dünyası bağlamında dillendirildiği bir anlam yaratma yöntemidir. Bu, hem aile, arkadaşlar ya da araştırmacılara anlatılan sözlü anlatılar için hem de özellikle aynı hastalıktan acı çeken insanların okuması için yazılan ki-tap uzunluğundaki yazılı anlatılar için geçerlidir. Hasta olan insanlar, öykülerinin dokusunu, hastalıklarının tahmin edilen sebepleri, problemlerin boyutu ve kapsamı, kişisel ve toplumsal neticeleri gibi unsurlarla örerler. Böylece, “Neden başıma bu gel-13 Hydén, age., s. 294.

14 Ayrıntı için bk. Frank, Arthur, The Wounded Storyteller: Body, Illness and Ethics, University of

(8)

di?”, “İleriye dönük neler yapabilirim?” gibi soruların cevaplarını aramaya girişirler ve bazen de cevabı bulurlar. Ayrıca hastalar, kendi öykülerini sosyal ortamlarda pay-laştıkça, hastalıklarıyla ilgili çeşitli öneriler ve yeni yorumlar yapılır, böylece öykü daha karmaşık hâle gelir, bazen de değişir. Üstelik kamuya açıklanmış olur; böyle-ce hastaların anlatıları, hastalıklarının bireysel ve kültürel anlamlarının tartışıldığı ve görüşüldüğü, sorunlarla baş ederken sadece tıbbî çerçeveye dayanmayan çözüm yolları da sunan sosyal bir söylemin içine dahil olur. Ayrıca klinik bakım ve tedavi esnasındaki nesnel süreçlerde yitirilen bireyselliği yeniden kurmayı sağlar.15

Birçok hastalık, hayatımızda daha önce yaşadıklarımızla alakasız gibi görüne-bilir ve neticede de bizim süreklilik ve tutarlılıkla ilgili anlayışımızı altüst eder, bir “biyografik parçalanma/bozulma” yaratır. Böylece hastalığın başlangıcında ve has-talık esnasında kişinin kendisiyle ilgili ahlakî sorular sorma ve bunlara cevap bulma eğilimi ortaya çıkar. Hastalık anlatıları, hem yeni bir biyografik bağlam oluşturma hem de hastalığın yol açtığı bozulmayı yeni bir öykü çizgisine yerleştirme fırsatı, böylece de hastalığın anlamıyla ilgili sorulara cevaplar sunar. Bu “anlatı vasıtasıyla yeniden inşa etme” sürecinde, anlatılar, hem hastalık olayını hem de bunu çevreleyen (bunun çevresinde gelişen) yaşam olaylarını kapsayan bir bağlam sağlar ve böylece birbiriyle bağlantılı bir silsile yaratır.16

Frank, hastanın kendisi, vücudu, hastalığı ve gelecekten beklentileri arasındaki ilişkileri ortaya koymak için üç öykü teması sunar; bunlara “onarma”, “karmaşa” ve “arayış” anlatıları der. Bu üç çeşit öykü temasının tamamı, hastaların hastalık an-latılarında değişen düzeyde ve birbirleriyle muhtelif ilişkiler çerçevesinde görülür. Onarma anlatıları, hastalığı, vücudun geçici ve sınırlı bir zaman dilimi içerisinde bozulması ve acı çekmesi olarak tanımlar. Hastalığa yakalanan kişi, hastalıktan önce-kiyle aynı kişidir ve hastalık geçtiğinde ya da gerilediğinde hastalık önceki durumuna dönmeyi umar. Aslında, hasta olmak, hasta insanın kişiliğini değiştirmez. Buna kar-şın, karmaşa anlatıları, hayatı tamamen alt üst olmuş biçimde betimler; kişi hastalığa batmıştır, karmaşa hüküm sürmektedir, belirtilerin vahameti kestirilememektedir, ge-lecek belirsizdir. Sonuncu öykü teması olan arayış anlatısı, hastalıktan dolayı deği-şikliğe uğramış benlik duygusunu ifade eder. Hasta olmak, yeni bir kimliğe doğru bir seyahat başlatır. Kendi dönüşümlerine şahitlik eden bu insanlar, özellikle acı çeken diğer hastalara aktarabilecekleri değerli bir şeyler öğrendiklerine inanırlar.17

Hastalıkla ilgili kitap uzunluğundaki kişisel öyküler, 1950 yılına kadar pek yay-gın değildir. Ancak 1950’li yıllarla birlikte, kişinin hastalıktan dolayı ne gibi sıkıntı-15 Hydén, age., s. 294.

16 Hydén, Lars-Christer, “Illness and Narrative”, Sociology of Health and Illness, 19, 1997, s. 56. 17 Ayrıntı için bk. Frank, Arthur, The Wounded Storyteller: Body, Illness and Ethics, University of

(9)

lar çektiğini betimleyen kitapların sayısında bir artış olmuştur. Bu kitaplar, hastalık sürecini, tedavi biçimini, tedavinin geleneksel tıbba mı yoksa alternatif tıbba göre mi yapıldığını ve nihayetinde de kişinin iyileşmesini ya da vefatını betimliyordu. Birçok durumda kitabın yazarı, hasta olan kişiydi ve ölene kadar yazıyordu. Diğer durum-larda, hastaya yakın olan kişiler, hastadan kalan parçaları toplayıp bir öykü oluşturu-yordu. Hastalık tecrübesi, tedavisi ve ölümle ilgili biyografiler ya da otobiyografiler, “patografi” ve “otopatografi” olarak isimlendirilmiştir.18

Hawkins, karşılaştırmalı edebiyat araştırmalarına dayanan bir yaklaşımı yazılı hastalık anlatılara uygulayarak, patografilerin genellikle tekrar eden bazı istiarelere (metaphor) ve mitlere dayandığını iddia etmiştir. Modern patografide dört özel isti-arenin sıkça görüldüğüne dikkat çekmiştir: Mücadele, yolculuk, yeniden doğuş ve sağlıklı zihin. Hawkins’in analizi, yazarların, kendi hayatlarını ve hastalık tecrübe-lerini kültürel olarak kabul edilebilir biçimlerde yeniden düzenlemek için yerleşmiş türlerden (genre) ve anlatı stratejilerinden nasıl faydalanabilecekleri üzerinde dur-maktadır. İşte bu tip istiareler, hasta insanın hem hastalıkla ilgili tecrübesini hem de hastalıkla ve tedaviyle olan ilişkisini düzenlemeye yardımcı olmaktadır.19

Hawkins’in ele aldığı belli başlı istiarelerden biri olan “yeniden doğuş” miti, birçok açıdan Frank’ın “arayış” anlatısıyla paralellik taşımaktadır. Yeniden doğuşta esas olan şey, hastalık vesilesiyle kişinin bir dönüşüm geçirmesidir; hasta, çok ciddi sorunlar yaşar, acı çeker ancak bunları sağ salim atlatır, yenilenmiş bir insan olarak ortaya çıkar. Hawkins’e göre bu anlatılar tipik olarak üç bölüm şeklinde düzenlenir. Birinci bölüm, hastalığın başlangıcından önceki zamanı içerir, çoğunlukla geçmi-şe dönülür ve o zamanki yaşam tarzı sağlıksız olarak görülür. Bu, ikinci bölümün de sebebidir; hastalık ve bunu müteakiben kriz dönemi başlar, ölüm-kalım arasında gidip gelinir. Nihayetinde de üçüncü bölüm karşımıza çıkar: Yeniden doğma ya da yenilenme, krizin çözülmesi, dünyaya daha farklı bir gözle bakarak yeni bir hayata başlamak. Hawkins’e göre bu anlatı türleri, –tıpkı bir günahkârın Tanrı’yla yüzyüze karşılaştıktan sonra eski hayatından pişmanlık duyup tövbe ederek Tanrı korkusuyla dolu yeni bir hayata başladığı– geleneksel din değiştirme (religious conversion) öy-külerinin yerini tutmaktadır.20

18 Hydén, Lars-Christer, “Medicine and Narrative”, David Herman, Marie-Laure Ryan, Manfred Jahn

(Ed.), Routledge Encyclopedia of Narrative Theory, Routledge, 2008, s. 295.

19 Hydén, age., s. 295.

20 Hawkins’in konuyla ilgili verdiği diğer örnekler için bk. Hawkins, Anne, Reconstructing Illness:

(10)

2.2 Hastalıkla İlgili Anlatılar

Birtakım araştırmacılar ve klinisyenler, anlatının tıp için –özellikle de değişik kaynaklardan bilgi toplayarak bu bilgileri birleştirip bütünleştiren ve klinik bilgiyi nakleden tıp doktorları için– çok önemli bir vasıta olduğunu öne sürmüştür. Anlatı, tıptaki klinik vaka sunumuna oldukça uygun bir biçimdir; nitekim 19. yüzyılın so-nundan beri bu yönde kullanılmaktadır. Mesela Freud, karşılaştığı vakaları roman ve öykülere benzer biçimde düzenlemek konusunda çok maharetliyli; belki de bu yüzden onun vaka incelemeleri bu kadar rahat anlaşılabilmiş ve geniş kitlelerce okunmuştur. Bu geleneğin modern savunucularından biri de çeşitli nörolojik travmalar ve sorunlar yaşayan hastalarla ilgili kitaplar yazan Oliver Sacks’tır. Sacks’ın anlatı biçimindeki vaka sunumları, okuyucunun, dünyayı hasta insanın perspektifinden görmesine ve travmayla yaşamanın nasıl bir şey olduğunu anlamasına olanak sağlamaktadır. Her ne kadar Sacks, “dışardan” ziyade “içerden” bir perspektifle nakletmeye çalışsa da, edebî vaka sunumu çoğunlukla tıbbî bir bakış açısına dayanmaktadır yani hastanın perpektifini sunmaya çalışan tıp doktorunun sesi hakimdir.21

Klinik tıp, esasında münferit hastalık vakalarının teşhisi ve tedavisiyle ilgili yorumlamaya dayalı bir uygulama olarak anlaşılabilir. Soyut ve bilimsel olan tıbbî bilginin hastanın anlayabileceği şekilde tercüme edilmesi ve hem hastaya hem de diğer sağlık çalışanlarına nakledilmesi gerekmektedir. Tıp doktorları, hasta vizitele-rinde, vakalarla ilgili konferanslarda, tıbbî çizelgelerde vb. tecrübelerini ve bilgilerini hem meslektaşlarına hem de öğrencilerine takdim ederken özellikle anlatı biçimlerini vasıta olarak kullanırlar. Anlatılar, vaka sunumlarında, hem kişiyi hastalığa götüren şartları hem de hastanın sorununu ya da hastalığının mahiyetini, bu konuda neler yapıldığını ve yapılacağını betimlemek için kullanılır.

Hastalıkla ilgili anlatıların bir başka çeşidini de hastalarla ilgili anekdotlar ve özellikle de sıradışı hastalık belirtileri ve süreçleriyle ilgili örnekler oluşturur. Kon-feranslarda ya da toplantılarda hastalarla ilgili meseleleri anlatı biçiminde anlatmak, hastalıkla ilgili bilinen genel çerçeve dahilindeki özel vakaların, sıradışı ve nevi şah-sına münhasır özelliklerini vurgulamaya imkân tanır. Bu anlatı stratejisi, hastaların tedavisine daha pratik ve etkili bir yaklaşımı mümkün kılmaktadır.22

21 Hydén, age., s. 295.

22 Tıbbî anekdotlar ve tıbbî bilginin anlatısal yapısıyla ilgili kapsamlı bir çalışma için bk. Hunter,

Kath-ryn, Doctor’s Stories: The Narrative Structure of Medical Knowledge, Princeton University Press, 1991.

(11)

2.3 Klinik Bir Araç Olarak Anlatı

Birtakım araştırmacılar, doktorların hastanın durumuyla ilgili daha ayrıntılı bir resim elde etmesini sağlayan bir vasıta olarak hastaların anlattığı hastalık anlatıla-rının önemini vurgulamaktadır. Bu açıdan bakıldığında, tıp doktoru, sadece doğru teşhisi koyabilmek için değil aynı zamanda hasta tarafından kabul edilebilir bir tedavi programı önerebilmek için de hastanın anlatısıyla tanışmalıdır.23

Bununla birlikte anlatı, hasta ve doktor arasındaki görüşmede nötr bir vasıta olarak görülmemelidir. Daha ziyade hastanın hastalığıyla ilgili olarak hangi anlatının baskın olacağını belirlemek için bir çaba söz konusudur. Tipik tıbbî görüşmelerde doktorlar, hastaların hikâyeleştirdiği günlük problemleri ya kulak ardı eder ya da araya girip keser. Doktor tarafından ortaya atılan geleneksel anlatı, belirtilerin arka arkaya sıralandığı ancak hastaların hayatının içinde yer aldığı geniş bağlamdan kopa-rıldığı bir kronolojik tarih biçimindedir. Hastalar, gündelik hayatlarındaki belirtiler-den alıntılar yapıp bunların kişisel ve toplumsal olarak kendilerini nasıl etkilediğine değinerek hastalıklarının olağan durumunu yeniden düzenlerler. Hastaların bağlama dayalı olarak oluşturulmuş bu öyküleri ortaya koyabilmesi için doktorların biraz geri plana çekilip sözü hastalara bırakmaları, daha dikkatli ve duyarlı birer dinleyici ha-line dönüşmeleri ve hastalarını, öykülerini anlatmak konusunda cesaretlendirmeleri gerekmektedir.24

Rita Charon, doktorların hastalarının öykülerini özümseme, yorumlama ve onla-ra karşılık verme yeterliliklerine vurgu yapaonla-rak, “anlatısal tıp”ın geliştirilmesi gerek-tiğini öne sürmüştür. Doktor, hastanın anlatı biçimindeki sorularını duymak ve aynı zamanda da bu soruların kesin cevaplarının çoğunlukla mümkün olmadığını idrak etmek için samimi ve dikkatli bir şekilde dinleme yöntemini öğrenmek zorundadır. Bu tip bir dinleme, doktorun teşhisi koymasına, fiziksel bulguları yorumlamasına ve etkili bir tedavi elde edebilmek için hastayı da işin içine dahil etmesine olanak sağlayacaktır.25

Anlatılaştırma (narrativisation) da tedaviye yönelik klinik çalışmalarda etkin bir bileşen işlevi görebilir. Sağlık uzmanları, birçok bağlamda tedavi ve iyileşme süreç-lerini tutarlı bir “olay örgüsü” şeklinde düzenlemeye çalışırlar. Anlatısal bir bağlama yerleştirildiğinde fiziksel işlev bozuklukları ya da oldukça bıktırıcı olan günlük rehabi-litasyonlar yeni bir anlam kazanabilir ve böylelikle daha katlanılabilir hâle gelebilir.26 23 Hydén, age., s. 296.

24 Hydén, age., s. 296.

25 Charon, Rita, “Narrative Medicine: A Model for Empathy,Reflection, Profession and Trust”, Journal

of American Medical Association, 286, 2001, s.1897.

(12)

Anlatıya dayalı olay örgüleri, psikanalitik diyalog esnasında da etkin bir biçim-de kullanılır. Kimliği ve benlik algısını oluşturmanın vasıtalarından biri biçim-de öyküler anlatmaktır. Psikanalitik görüşme esnasında analiz edilen kişi, kendisini analiz eden kişiye yani psikanaliste kendisiyle ve başkalarıyla ilgili, geçmiş ve şimdiyle ilgili şeyler anlatır. Psikanalist bu öyküleri açımlar, sorgular, yorumlar ve böylece bu öy-küleri psikanalik yönteme uygun şekilde yeniden anlatır. Psikanalitik süreç esnasında psikanalistin yinelemeleri, analiz edilen kişinin öykü anlatmasını etkiler. Bu sayede yeni ve ortaklaşa oluşturulmuş anlatılar ortaya çıkar, analiz edilen kişi âdeta yeniden doğmuş gibi olur.27

3. Yazı Yazmanın Sağlığa Faydaları

İnsanların, duygusal iniş-çıkışlarını kelimelere döktüklerinde, fiziksel ve ruhsal sağlıklarında belirgin bir iyileşme görüldüğü, genel kabul görmüş bir gerçektir. Esa-sında öykü oluşturma eylemi, bireylerin kendi tecrübelerini ve kendilerini anlamala-rını sağlayan doğal bir süreçtir. Psikolog James W. Pennebaker, yaklaşık on beş yıl süren bir laboratuvar deneyiyle bu fikri doğrulamıştır. Pennebaker, bu deney esnasın-da öğrencilerden, yaşadıkları travmatik tecrübelerle ilgili en derin duygu ve düşün-celerini yazmalarını istemiştir. Ortaya çıkan netice, bu travmatik tecrübelerin yazıya aktarılmasının ötesindedir; bu yazı yazma alıştırmaları, öğrencilerin çoğunun hayatı-nı değiştirmiştir. Tecavüz, cinsel taciz, aile içi şiddet, intihar teşebbüsleri, uyuşturucu madde kullanımının yarattığı sorunlar, çeşitli etkenlerden kaynaklanan korkular gibi ortak konuların işlendiği bu öğrenci yazıları, Pennebaker tarafından titiz bir biçimde analiz edilmiş, dikkate değer birçok neticeye varılmıştır. Bu neticelerden biri, öğren-cilerin dönem ödevlerinde baştan savma, son derece zayıf yapılandırılmış bir biçimde ve berbat bir imlayla yazarken, kendi kişisel trajedilerini yazarken son derece güçlü ve etkili bir anlatım kullanmalarıdır. Dolayısıyla, bu çalışmada olduğu gibi fırsat ve-rildiği zaman, katılımcılar hayat tecrübelerini –sezgilerinin de yardımıyla– dikkate değer bir biçimde tutarlı anlatılar halinde, daha az imla ve gramer hatası yaparak ifade edebilmektedir. Burada ilginç olan şey sadece bu anlatılar değildir; yazı yazma alıştırmaları, katılımcıların fiziksel sağlığını da etkilemiştir. Pennebaker’in araştır-masına göre, deney grubundaki öğrencilerin okuldaki sağlık merkezine gitme oranla-rında, kontrol grubundaki öğrencilere kıyasla büyük bir düşüş görülmüştür. Kısacası travmatik tecrübelerle yüzleşmek, öğrencilerin psikolojisinde olumlu etkiler yarattığı gibi, fiziksel sağlıkları üzerinde de olumlu etkiler yaratmıştır.28 Pennebaker’in ça-27 Psikanaliz ve anlatısal tıp konusunda kapsamlı bilgi edinmek için bk. Rudnytsky, Peter L. ve Rita

Charon, Psychoanalysis and Narrative Medicine, State University of New York Press, 2008.

(13)

çalış-lışmasının dışında, yazı yazmanın sağlığa faydaları konusunda son yıllarda birçok laboratuvar araştırması yapılmış ve konuya ilgi duyan araştırmacılar açısından ufuk açıcı birçok bulguya varılmıştır.29

4. Travma ve Anlatı

Travmatik tecrübeleri dile dökmenin oldukça zor ve sıkıntılı olduğu bilinen bir gerçektir. Ancak bilim dünyasının “Travmatik tecrübenin dil vasıtasıyla temsili mümkün müdür?”, “Travmayla ilgili anlatılar, söz konusu tecrübenin doğrudan tem-sili olarak görülebilir mi?” gibi sorulara verdiği cevaplar, bu konuda iki farklı görüş olduğunu ortaya koyar. Postmodern görüşü savunan araştırmacılar, travmanın ulaşıl-maz, dolayısıyla dille temsil edilmesinin de imkansız olduğunu savunurken,30 diğer-leri bu görüşe şüpheyle yaklaşır ve mevcut örneklerden hareketle, travmanın kendi dilini yarattığını ve birçok yazarın (bunlar arasında acı savaş tecrübeleri yaşamış olan-lar, soykırımdan sağ kurtulanlar vb. sayılabilir) yaşadıkları travmayla yüzleşmek ve ayakta kalabilmek için sezgisel olarak yazı yazmaya yöneldiklerini vurgular. Gerek travma sonrası stres rahatsızlığıyla ilgili klinik çalışmalar gerekse psikoloji, sosyolo-ji, psikobiyolososyolo-ji, bilişsel bilimler ve meslekî terapi alanlarında yapılan araştırmalar, yaşanan tecrübeyle anlatı arasındaki ilişkinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini göstermektedir. Bazı yazarların, yaşadıkları travmatik tecrübeleri dile dökerken ya-rattıkları belagatlı anlatım, anlatı ve tecrübe arasındaki ilişkiyi, çok daha bütünlüklü bir biçimde değerlendirmeyi de gerekli kılmaktadır.31 Ayrıca anlatısal yapı, zaman, mada, deney grubundaki öğrencilerden hayatlarındaki kişisel travmaları yazmaları istenirken, kontrol grubundaki öğrencilere ise duygusal olmayan, havadan sudan konularla ilgili şeyler yazdırılmıştır. Bu çalışmada kullanılan yöntem ve teknikler, öğrencilerin yaş grupları ve özellikleri, çalışmanın sonuçları, konuyla ilgili yapılan ufuk açıcı analizler vb. konularda ayrıntı için bk. Pennebaker, W. James, “Telling Stories: The Health Benefits of Narrative”, Literature and Medicine, 19, no. 1, Spring 2000, s.3-18.

29 Bu çalışmalardan bazıları şunlardır: Stefanie P. Spera, Eric D. Buhrfeind ve James W. Pennebaker,

“Expressive Writing and Coping with Job Loss”, Academy of Management Journal 37, 1994, ss. 722–33; Bernard Rimé, “Mental Rumination, Social Sharing, and the Recovery from Emotional Ex-posure”, Emotion, Disclosure, and Health, ed. James W. Pennebaker, Washington, D.C.: American Psychological Association, 1995; Keith J. Petrie vd.,“Disclosure of Trauma and Immune Response to Hepatitis B Vaccination Program,” Journal of Consulting and Clinical Psychology 63, 1995, ss. 787–92; Yori Gidron vd., “Written Disclosure in Posttraumatic Stress Disorder: Is It Beneficial for the Patient?”, Journal of Nervous & Mental Disease 184, 1996, ss. 505–7; James W. Pennebaker, Janice K. Kiecolt-Glaser ve Ron Glaser, “Disclosure of Traumas and Immune Function: Health Implications for Psychotherapy,” Journal of Consulting and Clinical Psychology, 56, 1988; ss. 239–45.

30 Bu bağlamda, postmodern ekolün, anlatının yaşanmış tecrübeleri ve yazarın tecrübelerini yansıttığı

fikrini basit ve saf bularak reddettiğini de belirtmek gerekir. Ayrıntı için bk. Robinett, Jane, “The Nar-rative Shape of Traumatic Experience”, Literature and Medicine, 26, no. 2, Fall 2007, s. 290.

31 Robinett, Jane, “The Narrative Shape of Traumatic Experience”, Literature and Medicine, 26, no. 2,

(14)

mantıksal diziliş, anlatısal biçim, anlatı teknikleri vb. açısından oldukça yaratıcı ve zengin kullanımlar sunan travma anlatıları, anlatı analiziyle uğraşan edebiyat araştır-macıları için de oldukça verimli metinler olarak nitelendirilebilir.32

“Travma” ve “anlatı” arasındaki ilişkiyi farklı biçimlerde ifade etmek mümkün-dür. Bazı araştırmacılar bu iki kavramın birbirine zıt olduğunu savunur ve öyküleri, kişilik inşa eden bir çeşit sembolik yapı biçimi olarak, travmayı ise yapının uzağında olmanın ve kişilik tahribatının getirdiği bir etki olarak tanımlarlar. Kaynağı Freud’a kadar götürülebilecek bu yaklaşımlar, çoğunlukla travmanın tekrarlamaya ve gecik-meye dayanan zaman yapısıyla, anlatının çizgisel zaman yapısı arasındaki uyuşmaz-lıklara vurgu yaparlar. Bazı araştırmacılar da, travma ile travma geçiren kişinin anlat-tığı öykülerin çoğunlukla yakın ilişki içinde olduğunu hatta zaman zaman iyileştirici bir etki yarattığını savunmaktadır. Buna göre travmatik bir tecrübe, ani bir öykü an-latma ve kişinin kendi hayat öyküsünü yeniden düzenleme ihtiyacını doğurmaktadır. Nitekim bu da, travma geçirmiş kişinin iyileşme yolunda atacağı ilk adımdır.33

5. Sağlık Hizmetlerinde Öykü Anlatma Tekniğinin Kullanılması

Hiç şüphesiz insanın varoluşundan ve başka insanlarla iletişim kurmaya başla-masından beri öykü ve öykü anlatma vardır. İlkel dönemlere ait duvar resimlerinde anlatılan öyküler bunun en açık kanıtıdır. Daha sonra dilin gelişmesiyle birlikte öykü-ler de gelişmiş ve zenginleşmiştir. İnsanoğlu, öyküöykü-ler vasıtasıyla dünyaya anlam ver-meye çalışmıştır. Bu açıdan bakıldığında öyküler, iletişimin ayrılmaz bir parçasıdır. Hayatın her alanında karşımıza çıkan öyküler, doğru iletişimin hayati önem taşıdığı sağlık sektöründe de problemleri çözebilmek, öğrenmek, teşhis koyabilmek vb. için kullanılan etkili bir vasıtadır.34

Özellikle psikiyatristlerin, 1980’li yıllardan itibaren hastalarının anlatılarını mü-dahale etmeden yayımlamaya başlamaları belki de tıp fakültesinde aldıkları yapay formata bir tepkiydi. Kısa süre sonra bizzat hastalar kendi “gerçek” hastalık anlatı-larını yayımlamaya başladı ve bu anlatılar hem genel okuyucular için hem de sağlık eğitimi alanlar için popüler birer kaynak haline dönüştü. Günümüzde, hastalık anla-32 Konuyla ilgili analiz örnekleri için bk. Rimmon-Kenan, Shlomith. “Narration as Repetition: The Case

of Günter Grass’s Cat and Mouse”, Discourse in Psychoanalysis and Literature, ed. Shlomith Rim-mon-Kenan, New York: Methuen, 1987, ss. 176–187; Goldberg, Amos, “Trauma, Narrative, and Two Forms of Death”, Literature and Medicine, 25, no. 1, Spring 2006, ss.122-141.

33 Goldberg, Amos, “Trauma, Narrative, and Two Forms of Death”, Literature and Medicine, 25, no. 1,

Spring 2006, s.122-123.

34 Öykülerin ve öykü anlatmanın hem sağlık sahasındaki hem de eğitimindeki rolüyle ilgili ayrıntı için

bk. Greenhalgh, Trisha ve Anna Collard, Narrative Based Health Care: Sharing Stories (A

(15)

tılarının hem metin ve video formatında hem de internet ortamında sistematik bir şe-kilde kayıt altına alınması ve indekslenmesi söz konusudur. Artık geleneksel çizgide yayın yapan tıp dergileri bile anlatısal tıpla ilgili makalelere yer vermeye başlamıştır. Son zamanlarda yapılan psikolojik araştırmalar da, öyküyü, klinik uzmanlığın yapı taşı olarak tanımlamaktadır.35

Sonuç ve Öneriler

Hasta ile doktor arasındaki iletişimin ve anlatıya dayalı tıbbın fazlasıyla önem-sendiği çağımızda, alanla ilgili yukarıda değindiğimiz gelişmelerin ülkemizde ne ya-zık ki yeteri kadar takip edildiği söylenemez.36 Şüphesiz, Türkiye’de anlatısal tıbbın kurulabilmesi için öncelikle anlatıbilimin kurulması gerekmektedir. Gelişmiş Batı ülkelerinin yanı sıra Çin, Tayvan gibi ülkelerde de önemi fark edilerek kurulmuş olan anlatıbilim merkezlerinin Türkiye’de henüz kurulmamış olması bir eksikliktir. Son yıllarda kapsamı fazlasıyla genişleyen ve disiplinlerarası bir hüviyet kazanan anlatı-bilimin verilerinin edebiyat, psikoloji, sosyoloji, iletişim, felsefe, tarih, yapay zeka araştırmaları, kültür araştırmaları, ilahiyat, tıp, eğitim vb. sahalara uygulanabilmesi için öncelikle yoğun bir araştırma ve tercüme faaliyetinin yürütülmesi, alanla ilgili sağlam bir terminolojinin oluşturulması ve disiplinlerarası anlatıbilim merkezlerinin ya da enstitülerinin kurulması gerekmektedir.

KAYNAKLAR

Charon, Rita, “The Novelization of the Body, or, How Medicine and Stories Need One Anot-her”, Narrative, Vol. 19, No. 1, January 2011.

, “Narrative Medicine: A Model for Empathy,Reflection, Profession and Trust”, Journal of American Medical Association, 286, 2001.

, Narrative Medicine: Honoring the Stories of Illness, Oxford University Press, New York 2006.

Clark, Jack ve Elliott Mishler, “Attending Patient’s Stories: Reframing the Clinical Task”, Sociology of Health and Illness, Vol. 14, no. 3, 1992.

Gareth, Williams, “The Genesis of Chronic Illness: Narrative Re-Construction”, Sociology of

35 Greenhalgh, Trisha ve Anna Collard, Narrative Based Health Care: Sharing Stories (A

Multiprofessi-onal Workbook), BMJ Publishing Group, London 2003, Giriş, s. xi.

36 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev yapmakta olan Dr. Mustafa Volkan Kavas’ın “Ölüm ve

Ölmekte Olan Hastaya Yaklaşım Konusundaki Etik Eğitiminde Anlatısal Uygulamaların Etkililiği” başlıklı doktora tezinden ürettiği “Anlatısallık ve Tıp Etiği Eğitimindeki Yeri” başlıklı makalesinde, ülkemizde bu konuyla ilgili çalışmaların yetersizliği vurgulanmaktadır. Ayrıntı için bk. Kavas, Musta-fa Volkan, “Anlatısallık ve Tıp Etiği Eğitimindeki Yeri”, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası, 64 (2), 2011, ss. 59-73.

(16)

Health and Illness, Vol. 6, no. 2, 1984.

Goldberg, Amos, “Trauma, Narrative, and Two Forms of Death”, Literature and Medicine, 25, no. 1, Spring 2006.

Greenhalgh, Trisha ve Anna Collard, Narrative Based Health Care: Sharing Stories (A Mul-tiprofessional Workbook), BMJ Publishing Group, London 2003.

Hawkins, Anne, Reconstructing Illness: Studies in Pathography, Purdue University Press, 1993.

Herman, David, Marie-Laure Ryan, Manfred Jahn (Ed.), Routledge Encyclopedia of Narrative Theory, Routledge, 2008.

Hydén, Lars-Christer, “Illness and Narrative”, Sociology of Health and Illness, Vol. 19, no. 1, 1997.

, “Medicine and Narrative”, David Herman, Marie-Laure Ryan, Manfred Jahn (Ed.), Routledge Encyclopedia of Narrative Theory, Routledge, 2008.

Kavas, Mustafa Volkan, “Anlatısallık ve Tıp Etiği Eğitimindeki Yeri”, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası, 64 (2), 2011.

Meister, Jan Christophe, “Narratology”, Handbook of Narratology, Huhn Peter – Pier John – Schmid Wolf – Schonert Jörg (Ed.), Walter de Gruyter, 2009.

Meuter, Norbert, “Narration in Various Disciplines”, Huhn, Peter, John Pier, Wolf Schmid ve Jörg Schonert (Ed.), Handbook of Narratology, Walter de Gruyter, 2009.

Nunning, Birgit ve Ansgar Neumann, An Introduction to the Study of Narrative Fiction, Klett Lerntraining GmbH, 2008.

Pennebaker, W. James, “Telling Stories: The Health Benefits of Narrative”, Literature and Medicine, 19, no. 1, Spring 2000.

Robinett, Jane, “The Narrative Shape of Traumatic Experience”, Literature and Medicine, 26, no. 2, Fall 2007.

Referanslar

Benzer Belgeler

sınıf öğrencilerinin “Allah, melek, cennet ve cehennem” gibi soyut kavramları nasıl tasavvur ettiklerini ortaya koymak ve bu kavramların öğrencilerin zihinsel ve

1211 sayılı yasanın kapsamının genişletilmesiyle 1990 sonrası dönemde MB'nın sermaye ve ihtiyatlarının açık piyasa işlemleri bazında önceden beş katına kadar

303, 308 ve 311K’de TMP’nin Fe-K10 üzerine adsorpsiyonun adsorpsiyon izotermleri Antibiyotik kalıntılarının sulu ortamdan uzaklaştırılmasında Fe-K10’nun iyi bir

Yandaki tabloda ikişer tane yazılmış üç basamaklı sayıları bulup farklı renklere boyayın.. ve noktalı

damarından alınan enine kesitte yaprak üst epidermasının altında ve alt epidermasının hemen üzerinde 4-7 sıralı değişken şekilli kollenkima hücreleri

However, when the case is the correlation between students’ attitudes and gender it is not possible to give a long list of references (Oxford & Ehrman, 1992, Ellis, 1994). Studies

Lojistik bir merkez haline gelen limanlarda yükün düşük maliyetlerle, seri biçimde, emniyetli ve kaliteli olarak ulaşım sistemleri arasında aktarılması

Eğer yaşam tarzı ve diyetsel modifikasyonlara, antidiyareik, antispazmo- tik, antidepresan ve safra asidi bağlayıcı ilaçlara yanıt yoksa rifaksimin tedavisi