• Sonuç bulunamadı

Son Osmanlı veliahdi ve son Halife:Abdülmecid Efendi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Son Osmanlı veliahdi ve son Halife:Abdülmecid Efendi"

Copied!
24
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

r

50n Osmanlı Veliahdi ve son Halife:

ABDÜLMEC

EFENDİ

Midhat Sertoğiu

Sultan Abdülaziz Han'ın oğlu olan Ab-

dülmecid

Efendi, Saltanat'ın Türkiye Büyük M illet Meclisi tarafından kaldırıl­ ması ve sonuncu Osmanlı Padişahı Sultan V I. Mehmed Vahideddin Han'ın Türkiye'yi terketmesi üzerine, yalnız Ha­ life olarak kabul edilmiş ve pek özendi­ ği Padişahlık hevesini gerçekleştireme­ miş, bunu da bir türlü hazmedememiş olduğunu zaman zaman açığa vurmuş­ tur. Biz yazımızda, kendisinin Şehzade­ lik ve Halifelik dönemlerini. Halifeliğin kaldırılması üzerine yurd dışına çıkarıl­ ması ve bundan sonraki hayatıyla ölü­ mü hakkında, okuyucularımıza en sağ­ lam kaynaklara dayanan bilgileri, ente­ resan fotoğraflarla birlikte vereceğiz.

A

BDÜLMECİD Efendi. Sultan Abdülaziz Han'ın oğlu olup, 29 Mayıs 1868 Cuma günü doğmuştur. Kendisi, babasının ikinci oğ­ lu idi. Abdülaziz’in ilk oğlu Yusuf İzzeddin Efendi. 1857 yılında, yâni babası henüz Pa­ dişah olmadan dünyaya geldiği için doğumu resmen ilân edilmemiş ve ancak Sultan Ab­ dülaziz Han 1861 yılında Osmanlı tahtına çı­ kınca Padişahın oğlu ve Şehzade olarak ka­ bul edilip durum açıklanmıştır. Abdülmecid Efendi ise, babası Padişah bulunduğu sırada doğmuştur.

Abdülmecid Efendi’nin bir gün Osmanlı tah­

tına çıkması, hattâ Veliahd olması cok uzak bir ihtimaldi. Çünkü, babasından sonra sal­ tanat, Amcası Sultan Abdülmecid Han'ın oğul­ larına geçiyordu. Bunun için Sultan Abdül­ aziz Han tahttan indirildiği zaman:

— Saltanat, Abdülmecid hânedanına mü­ barek olsun!

Demişti. Nitekim, onun altı oğlundan dör­ dü, yani Sultan V. Murad, II. Abdülhamid, V. Mehmed Reşad ve VI. Mehmed Vahideddin Hanlar Padişah olmuşlardır. Ayrıca, 36 yaşın­ da tahta çıkan Sultan V. Murad'ın 93 gün son­ ra hal'edilerek kısa zamanda devreden çıka­ cağı, Sultan II. Abdülhamid’in de tahttan in­ dirileceği, Sultan V. Mehmed Reşad'ın salta­ nat süresinin, vefatı dolayısiyle sadece 8 yıl süreceği, nihayet ağabeyisi Veliahd Yusuf iz­ zeddin Efendi’nin 1 Şubat 1916 tarihinde in­ tihar edip bu sıfatın Mehmed Vahideddin E- fendi'ye geçmesiyle kendisinin ikinci Veliahd ve onun tahta çıkışıyle de birinci Veliahd ola­ cağı hesaplanamazdı. VI. Mehmed Vahided­ din Han, 1926 yılında öldüğüne göre, Osmanlı saltanatı devam etmiş olsaydı, Abdülmecid Efendi bu tarihte Padişah olacak ve ölüm tarihi olan 1944 yılına kadar, yani on sekiz yıl bu mevkide kalacaktı. Buna karşılık, salta­ natın ilgası ve Sultan VI. Mehmed Vahideddin Han'ın Türkiye'yi terk etmesi üzerine 19 Ka­ sım 1922 tarihinde yalnız Halife olabilmiş ve 3 Mart 1924 tarihinde Halifeliğin kaldırılma- siyle bu sıfatı da resmen kaybetmiştir. Bu­ nunla beraber, her ikisi ömürlerinin sonuna kadar «Halifen bulunduklarını iddiada devam etmişler ve aslında o sırada sahip bulunma­ dıkları bu ünvandan vazgeçtiklerini ikrar et­ meme karşılığında - ileride izah edeceğimiz gibi - cidden büyük ve aynı derecede mânâ­ sız fedakârlıklara katlanmışlardır.

(2)

Abdüimecid Efendi Veliahd iken

YAZDIRDIĞI NOTLAR

Abdüimecid Efendi, yakınlarına daima hâtı­ ralarını yazacağını söyleyip durduğu halde, bunu yapmamıştır. Yalnız Şehzâdellğlnds. Es- vabc başısı İsmail Bey’e ( 1 ) şu notları yaz­ dırmış bulunmaktadır:

«Pederim Abdülaziz Han hazretlerinin sal­ tanat devresinde ve henüz dört yaşında oldu­ ğum halde askerlik mesleğine girdim. Evve­ lâ Halil Paşa, ikinci olarak Belçika'da tahsil görmüş bulunan Said Paşa ve Beyoğlu kış­ lası kumandanı, aynı zamanda Avrupa'da tah­ sil görmüş bulunan Hüseyin Paşaların neza­ retleri altında spor ve ata binme tahsillerini gördüm. Afcdülhcmid devrinde, Abdülaziz za­ manında o’duğu gibi spor âlemleri, yani bini­ cilik unutulmuş gibiydi, işte bu devirde en iyi ata binen ve daha doğrusu yalnız ata bi­ nen Csmanlılar içinde İstanbul'da üç kişi sa­ yılabilir. Şerif Ali Haydar Bey (2). Bu zât A- rap usulünde biner. İkincisi ben (3), ücüncü- sö Ha'ld Paşa ( i ) dır. Askerler müstesna ol­ mak üzere gençler arasında ata binmek, atla hüner göstermek biz üç kişiye mahsustu. Mek­ tepten (Şehzadeler Mektebi) fırsat buldukça daima av ile meşgul olurdum. Pederim gayet kuvvetli olduğundan spor oyunlarını Sîveır, pehlivan güreşlerine çok rağbet eder ve

ev-lâdlarının da gayet kuvvetli olmalar.na iting edilmesini ferman ederdi. Bu suretle, evlâd- larının arasında en kuvvetlilerinden biri de bendim. Gençliğimde bütün akranlarımdan üs­ tün kuvvetteydim. Yüz kilodan fazla olan İn- sanları tek kolum üzerinde tutabilirdim. Son­ raları tesadüfi olarak bulduğum bir Avustur­ yalI zabitten eskrim öğrendim. Birçok da esk­ rim yaptım. At bütün hıziyle giderken üzerin­ den istediğim şeyi tabanca ile vururdum. Tü­ fek kurşunu ile otuz kırk adım mesafeden bir iki hata ile isim yazabilirdim. Denizde yüz­ meyi pek severdim. Şimdi bindiğim kır atı vahşi derecede bulduğum halde binip terbi­ ye ettim.

Pederim bütün evlâdlarını sevdiği halde en çok büyük birader Yusuf İzzeddin Efendi’nin üzerinde dururdu. Bunun da sebebi rahmetli Büyük Valide (5) idi. Peder, bizi sevdiği za­ man daima ona göstermemiye çalışırdı. Bir gece Pederim beni huzuruna istedi. Gittim. Elimden tuttu; Do'mabahçe sarayının Harem dairesinden Mâbeyn kısmına geçerken mer­ diven dönemecinde büyük valideye rast gel­ dik:

— Ne o? Yine koltuğunun altında bir şey­ ler var. Ne oluyor?

Dedi. Pederim ise:

— Bir şey yok Valideciğim!

Demekle beraber beni hırkasının altına saklamıştı. Bunu da böylece geçiştirdik. Mâ- beyne geldiğimizde odanın penceresini aç­ tırdı. Lâpa lapa kar yağıyordu. Titriyordum. Pederim ise hiç fütur etmeden nöbetçi asker­ lere bakıyordu. Bir aralık,

— Haydi Mecid, Mâbeynci Fahri Bey’e git ds nöbetçi askerlerimizin benim tarafımdan hatırlarını sor... Üşüyorlar mı? Şu ihsanımı da verip gel!

Emrini verdi. Benim titrediğimi görünce de: — Ne titriyorsun Mecid?.. Denizin kenarın­ da bekliyen askerler de insandır. Haydi baka­ lım...

Demesi üzerine titreyerek gidip emirlerini yerine getirdim.»

(1 ) E sk i B elediye .Müzesi M ü d ü rü m e rh u m İsm ail B aykal.

(2 ) E sk i Mekke* Şerifi Ali H a y d a r P aşa.

(3 ) V I. M chm ed V ahideddiıı H a n , A b d ü im ecid E- fe n d i'n in H alife o lu p şe h ird e a tla d o la ştığ ın ı du y u n ­ ca, o n u n k ü ç ü k te n b e ri ve a y a k la rı k ıs a o ld u ğ u n ­ d an v ü cu t y a p ısın ın a ta b in m ey e e lv e rişli b u lu n m a ­ d ığ ın ı ve b u yüzden b ira z a ta b in se d ü ş tü ğ ü n ü söy­ lem iş ve şe h ird e bu şek ild e g ezerk en b ir kazaya uğ­ ra m a k ih tim a lin d e n b a h s e tm iş tir. K en d isi ise çok iyi a ta b in m e k le ta n ın m ış tı.

(4) E n işte si ve N âzım a S u lta n ın zevci. D erviş Pa* şaz â d c.

(3)

mm:

Abdülmecid Efendi, babası Sultan Abdül- aziz Han'ın intihar etmeyip öldürülmüş bulun­ duğuna kesin şekilde inanır ve Midhat ve Rüşdü Paşa ile diğer bazı kimselerin bu suç­ la yargılanıp mahkûmiyete uğramalarını bu­ na en büyük delil sayardı. Onu bu düşünce­ sinden vazgeçirmeye imkân yoktu.

Şehzadeliğinde son derece muntazam ya­ şardı. Amcasının oğlu Mehmed Vahideddin E- fcndi'ye göre daha alafranga ve biraz da hop­ paca idi. Fransızcayı iyi öğrenmişti. Biraz da Almanca bilirdi. Sabahları haremden çıkınca öğle vaktine kadar bahçede gezinir, tam on ikide yemek yer, biraz dinlenir, sonra hava güzelse masasını dışarıda kurdurup çalışır, değilse selâmlık dairesinde meşgul olurdu. Yemeklerini pek sevdiği kızı Dürrişehvâr Sul­ tan ve onun annesi Şehsuvar Sultan'la birlik­ te yer, Almanya'da tahsilde olan oğlu Ömer Faruk Efendi İstanbul'da bulunduğu sırada o da yemeklere katılırdı. Çarşamba günleri re­ sim yaptığı için kimseyi kabul etmez, cuma günleri değişik camilere cuma namazı kılmak üzere gider, diğer günler de beş vakit na­ mazını ihmal etmezdi. Esasen beş vakit na­ maz kılmak, Osmanlı sarayında sonuna ka­ dar devam etmiş olan bir an’aneydi. ABDÜLMECİD VE

VAHİDEDDİN EFENDİLER

Abdülmecid Efendi, Vahideddin Efendi’yi hiç sevmezdi. Sultan II. Abdülhamid Han za­ manında Abdülmecid Efendi Paris’de çıkan «Temps» gazetesini getirtip okurdu. Halbuki, o istibdâd idaresi devrinde böyle şeyler ya­ saktı. Gazeteleri kayınbiraderi Zeki Bey pos- tahaneden gizlice alıp getirtirdi. Vahideddin Efendi bir gün Abdülmecid Efendi’ye okumak üzere bu gazetelerden kendisine vermesini ri­ ca etmiş, o da bu isteği yerine getirmiş. Va­ hideddin Efendi durumu hemen Hünkâra ha­ ber verip gazete nüshalarını da teslim etmiş. Bunun üzerine Sultan II. Abdülhamid Han, Abdülmecid Efendi’yi çağırtarak gazeteleri gösterip serzenişte bulunmuş ve bunun te­ kerrür etmemesini istemiş. Bu arada Zeki Bey de bu işe vasıta olduğundan sürgüne gönde­ rilmiş. Bu olay, iki biraderzâdenin arasını iyi­ ce açmış ve bu hal - bilhassa araya Halife­ lik meselesinin girmesiyle daha da şiddetle­ nerek- sonuna kadar devam etmiştir. Öyle ki, meselâ Sultan VI. Mehmed Vahideddin ^ Han ömrünün sonlarında ve yurt dışında San ^ - Remo’da bulunduğu sırada çok acı bir se- ■ falete düştüğü halde, hali vakti yerinde olup çZ Seçim sıkıntısı bulunmayan Abdülmecid E- fendi, kendisine hiç bir yardımda bulunmak istememiş ve bulunmamıştır. Sultan VI. Meh­

med Vahideddin Han tac ve tahtından ayrıl­ mış olduğu için artık bir Padişah olmadığını ister istemez kabul ediyor, ancak Halifelik sıfatından asla vazgeçmiyordu. Bu yüzden, merhum Refi Cevad Ulunay’ın hâtıralarında anlattığı gibi, mali sıkıntısı son haddi buldu­ ğu sırada, İtalya Kralı olup 1900 yılında İs­ tanbul’u ziyaret ettiği sırada kendisine mih­ mandarlık etmek dolayısiyle tanıştığı Victor Emmanuel, Başyaveri General Giuzeppo Lav- ri'yi gönderip -araba giderleri dahil - bütün masrafları kendisine ait olmak üzere Zombar- do veya Floransa civarındaki şatoların birin­ de yahut Venedik veya Napoli’de bir sarayda misafiri olarak ikametini teklif ettiği zaman «Bütün Müslümanların ruhanî reisi» sıfatiyle halen «Peygamber postunda» oturduğunu, tac ve tahtından uzak düşmekle beraber Halifelik sıfatı henüz kendisinde mevcud bulunduğun­ dan bütün bunların kendi dininden olmayan bir zâtın bu teklifini kabulüne engel olduğu­ nu bildirip özür dilemişti. Onun sözlerini Ge­ neral Lavri'ye tercüm edecek olan eski kur­ may Albay Tahir Bey, bu sözler karşısında afallayıp kalmış, hatta onu bu düşüncesin­ den vaz geçirmek için:

i p r ■ iv.--.

Abdülmecid Efendi Halife olduktan sonra Sultan III. Selim Han kılığında.

(4)

— Efendim, bugün iyi kötü sayenizde yaşı­ yoruz, fakat hazıra dağlar dayanmaz. Bunun yarını da var...

Şeklinde diller dökmüşse de, eski Padişah: — Ne yapalım Tahir Bey, soğan ekmek ye­ riz...

Diye kesip atmıştı.

VAHİDEDDİN'İN YERİNE VELİAHD OLM AYI RED EDİŞİ

Yusuf izzeddin Efendi intihar edince, Veli­ ahdı i k makamını usulen ondan sonra Osman- oğullarının en yaşlısı bulunan Vahideddin E- fendi'nin alması lâzımdı. Lâkin aradan uzun­ ca bir süre geçtiği halde durum bir türlü ilân edilmedi. Bunun sebebi ise, o sırada iktidar­ da bulunan Ittihad ve Terakki Partisi'nin ken­ disine itimadı olmayışı ve şahsını hiç sevme- yişiydi. Halbuki bu s rada Veliahdlik maka­ mı cok önem kazanmış bulunuyordu. Sultan V. Mehmed Han 72 yaşına ulaşmış olup, üs­ telik s hhati pek iyi değildi Bunun için yeni Velıahdin kısa süre sonra Padişah olarak Os­ manlI tahtına oturması pek muhtemeldi. Bu yüzden şahsiyeti çok önemliydi ve mevcud iktidar, bağdaşamayacağı bir kimseyi Padi­ şah olarak görmeyi istemezdi.

işte, bütün bunlardan dolayı İttihad ve Te­ rakki Partisi, bir ara Vahideddin Efendi’nin yerine Abdülmecid Efendi'yi Veliahd ilân et­ meyi düşündü. Ama buna, her şeyden ve herkesden evvel Abdülmecid Efendi'nln razı olması gerekiyordu. Bunun üzerine Dahiliye Nâzın Talât Paşa bir gün Şehzadeyi ziyaret etmek istedi -ve önceden haber verdikten sonra - geldi. Abdülmecid, onu büyük bir ne­ zaketle kabul etmişti. Hal ve hatır sorulduk­ tan sonra Talât Bey meseleyi açarak Parti­ nin kendisine olan saygı ve itimadından si- tayişkâr sözlerle uzun uzun bahsetti, sonra da boşalan veliahdlik makamı için onu nam­ zet gördüklerini, kabul ettiği takdirde Vahi­ deddin Efendi'yi bir tarafa bırakıp kendi ve- liahd'iğini ilân edeceklerini söyledi.

Abdülmecid- aslâ beklemediği böyle bir tek­ lif karşısında oldukça şaşırdı. «Yeni bir du­ rum» için acele karar verecek yaradılışta da değildi. Bununla beraber, ilk olarak:

— Buna Zât-ı Şahane ne derler? Diye sordu. Talât Paşa:

— O ciheti düşünmeyiniz ve bize bırakınız. Karşılığını verdi. Abdülmecid, amcası Sul­ tan V. Mehmed Reşad Han'ın ittihadcılar e- linde bir oyuncak olduğunu ve onların her arzusunu yerine getireceğini bilirdi; ama, mevcud bir an'anenin bozulmasına gönülden razı olmıyacağını da bilirdi. Bunun için, hâ- nedanının yüzyıllardır sürüp gelen bir

an'o-m t

nesini kendisinin bozamayacağını ileri süre­ rek teklifi red etti. Halbuki kabul etmiş olsay­ dı iki yıl ve bir ay sonra Osmanlı tahtına çık­ mış olacaktı.

MEŞRUTİYETTEN SONRA

Meşrutiyet idaresinin kurulup Sultan V. Mehmed Reşad'ın Osmanlı tahtına çıkışın­ dan sonra ve istibdad idaresinin sona erme­ siyle birlikte, bütün memleket gibi, Osmanlı hânedanı mensupları da geniş bir nefes al­ mışlar ve âdeta mahpus olarak yaşamaktan kurtulmuşlardı. Bunlar arasında Abdülmecid Efendi de vardı. Kendisi henüz veliahd bulun­ madığı ve resmi bir sıfatı da olmadığı halde bir süre sonra geniş bir aydınlar muhiti edin­ di. Meşhur edip ve şairler, bilhassa ressam­ lar yakın dostiarı oldular. Bir keresinde Şa­ ir Abdülhak Hâmld'i evinde ziyaret etmiş ve kendisiyle uzun uzun görüşmüştü. Onun «Fintzn» adlı manzum tiyatro eserinin o za­ manlar Dârülbedayi denilen şehir

(5)

daki ilk temsilinde hazır bulunmuş, hattâ bu münasebetle Bağlarbaşı’ndaki köşkünde Ab- dülhak Hâmid şerefine bir de ziyafet vermiş­ ti. Ziyafetten sonra kızı Dürrişehvar Sultan, altından yapılmış «Finten» yazılı kravat İğne­ lerini davetlilere dağıtmıştı.

Ressamlar içinde İbrahim Çallı, Namık is- ' mail, Feyhaman Duran, Sami Boyar ve Şev­ ket Dağ çok sevdiği ve beğendiği arkadaşla- , rıydı. Onlara teşrifat kaidelerinin dışında ar-

kadaşça davranır, onların da öyle yapmala­

rını

ister, çoğu zaman birlikte yemek yerdi. O sırada erkek kardeşi Seyfeddin Efendi ^ hayatta idi. Yine İsmail Baykal’ın nakline gö- re gerek onun ve gerekse intihar eden ağa- | ' beyisi Yusuf izzeddin Efendi’nin oğulları

Mah-mud Şevket ve Abdülaziz Efendilerle Salâhad- ' din Efendi'nin tahsilleriyle daima ve en az kendi çocuklarınınki ile olduğu kadar ilgile­ nirdi. Ana bir kızkardeşi Nâzıma Sultan, ev­ velce de işaret ettiğimiz gibi. Derviş Paşazâ- de Halid Paşa ile evlenmişti. Anne ayrı kız kardsşlerinden Sâliha Sultan Ahmed Paşa ile, Emine Sultan ise eski Dahiliye Nâzırı Şe­ rif Paşa ile evlendirilmişlerdi.

Abdülmecid Efendi musikiye, bilhassa batı musikisine meraklıydı. Güzel viyola çalardı. Şehsuvar Sultan keman, ikinci hanımı Hay- runnisa Hanım viyolonsel, kalfalardan Ofelya piyano ve Firûze kontrbas çalmakta usta ol­ duklarından böylece küçük bir orkestra mey­ dana getirir ve çoğu akşam yemeklerinden sonra güzel parçalar çalarlar, bazen de Mâ- beyn halkı salonda toplanıp paravana arka­ sından dinlerlerdi.

VELİAHD OLUŞU

3 Temmuz 1918 günü Abdülmecid Efendi hastalığı artmış olan Padişahı ziyarete git­ mişti. Köşke döndükten bir süre sonra saray­ dan telefonla Hünkârın vefatı bildirildi. O ge­ ce de Mâbeyn Başkâtibi Ali Fuad (Türkgel- di) imzasiyle alınan bir telgraf, Abdülmecid Efendi’ye Sultan V. Mehmed Reşad Han’ın vefat edip Sultan VI. Mehmed Vahideddin’in Osmanlı tahtına oturduğunu resmen haber veriyor ve kendisi ertesi günü yapılacak bi­ at ve daha sonraki cenaze törenlerinde bü­ yük üniformasını giymiş ve nişanlarını tak­ mış olarak bulunmak üzere saat onda Top- kapı sarayına davet ediliyordu.

Böylece, Abdülmecid Efendi, Veliahdlik ma­ kamına yükselmiş oluyordu; ancak kendisi­ nin son veliahd olacağı da aklına gelmezdi. Sultan VI. Mehmed Vahideddin Han ile ara­ ları açık olduğundan onun tahta çıkışiyle ça­ resiz bazı sürtüşmeler meydana geldiyse de, Abdülmecid Efendi daima geri çekilerek me­ selelerin büyümesine engel olmuştur.

Bir süre sonra Osmanlı Devleti, orduları her cephede dört yıl muzafferane savaştığı halde müttefikleri yenilgiyi kabul ettikleri için o da barış istemek zorunda kaldı. Bunun üze­ rine 30 Ekim 1918 tarihinde bir milletin idam hükmü ağırlığında olan Mondros mütarekesi imzalandı. Ancak, Türk milleti bunu kabul et­ mediği için her yerde milli mukavemet hare­ ketleri başladı. Bunlar, organize edilip tek elden idare edilmedikçe fazla faydalı olamaz­ lar ve memleketi bir kurtuluşa ulaştıramaz- lardı. Ordulara terhis ve silâh teslimi emri gelmiş, ancak başta Kâzım Karabekir Paşa’ nın kumandanı bulunduğu merkezi Erzurum olan 15 inci kolordu olmak üzere, vatanın içinde bulunduğu tehlikeyi sezen birçok as­ kerî birlikler bu emre uymamışlardı. Yani. Türk vatanının parçalanıp Türk milletinin yok olmasını önleyecek yeni bir mücadelenin baş­ laması için bütün şartlar hazırdı; eksik olan bu işin başına geçip onu zafere ulaştıracak büyük bir önderdi. Beri yandan itilâf devlet­ leri İstanbul hükümetini sıkıştırarak Anado­ lu’daki orduların bir an evvel terhis edilip silâh teslimlerinin tamamlanmasını ve millî mukavemet hareketlerinin sona erdirilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasını istiyorlardı. Hükümet bunun üzerine, isteği yerine getire­ cek ordu müfettişlikleri ihdas etti. Bunlardan birine tayin edilen Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal Paşa ise. millî mücadeleyi or­ ganize etmek ve başarıya ulaştırmak için esa­ sen Anadolu’ya geçmiye can atıyordu; üste­ lik de bu emeli hakikat haline getirebilecek tek kimseydi. Bu maksatla 19 Mayıs 1919 gü­ nü Samsun'dan Anadolu topraklarına ayak bastığı anda, Türk'ün bahtı da değişmiş bu­ lunuyordu.

ABDÜLMECİD EFENDİ VE M İLLÎ MÜCADELE

Onun 23 Temmuz ve 4 Eylül 1919 tarihle­ rinde Erzurum ve Sivas kongrelerini toplayıp millî mücadelenin esaslarını millî iradeye da­ yanarak tesbit ve bunun hedefi olan millî mi- sakı ilân etmesine rağmen, İstanbul hükümeti kendisini hâlâ bir âsî telâkki ediyordu. Bu yüzden rütbe ve nişanlarının alınmasına ve idam edilmesine irade çıkmıştı.

Abdülmecid Efendi, Sultan VI. Mehmed Va­ hideddin Han'ın icraatını beğenmiyor, hattâ yakınlarına dert yanıp şiddetle tenkid ediyor­ du; bununla beraber ilk zamanlarda millî mü­ cadeleye de inanmamıştı. Buna sebep, belki de durumu hiç bilmemesiydi. Bir gün kayın­ biraderi Zeki Bey’e:

— Haberin var mı? Mustafa Kemal Paşa dağa çıkmış, İsyan etmiş...

(6)

Abdülmecid Efendi'ye Halifeliği tebliğ edilirken.

Dedi. Bunu ona, bir gün evvel ziyaretine gitmiş olduğu Hünkâr söylemişti. Kendisine Sivas kongresi kararları anlatıld ysa da:

— Bir avuç adamla ne başarabilir? Deyip duruyordu. Bunun üzerine Sivas kongresi kararlarının basılı bir nüshası kendi­ sine verildi. Bunu dikkatle okuduktan sonra hakikatin. Padişahın anlattığı gibi olmadığını sezdi ve Türkiye için tek ümidin millî müca­ delenin zafere ulaşmasında bulunduğuna inan­ maya başladı. Anadolu'dan iyi haberler gel­ dikçe seviniyor, aksi olunca üzülüyordu.

Abdülhamid Efendi’nin yaverleri arasında bulunan Üsteğmen Yümnü Bey (Merhum Or­ general Yümnü Üresin) Anadolu ile irtibat ha­ lindeydi. Üstelik Mustafa Kemal Paşa'nın za­ feri kazanıp memleketi kurtaracağına sars I- maz bir imanla inanıyordu. Anadolu'ya aid haberler Veliahde onun vasıtasiyle ulaşmak­ taydı.

İsmail Baykal, hatıralarında diyor ki: «1920 yılı bahar aylarındayız. Bir gün köş­ kün bahçrsinde dolaşıyoruz. Her zaman oldu­ ğu gibi söz milli mücadeleye İntikal etti. Bir aralık:

— Efendimiz, Anadolu'ya geçseniz nasıl o- lur? ded'ğimde Veliahd:

— isterlerse şimdi giderim! deyivermişti.

İyi bir seyir alan vaziyeti Yaver Yümnü Bey'e açtım. Mec:d Efendi «Giderim» demekle be­ raber, Mustafa Kemal Paşa, Celâleddin Arif ve Bekir Sami Beylerden davet mektubunu da ileri sürüyordu.»

Bu sırada garip bir hâdise cereyan etti. Bir­ birlerini hiç sevmeyen Padişah ile Veliahd dü­ nür oldular. Yani, Abdülmecid Efendi'nin oğ­ lu Ömer Faruk Efendi ile Hünkârın kızı Sa- biha Sultan evlendiler. Sayın Seniha Sami Moralı'nın bana anlattığına göre, bunun se­ bebi iki gencin birbirlerine delice âşık olma­ larıymış. Hattâ Sultan VI. Mchmed Vahided- din Han daha veliahd iken birlikte Almanya seyahatine gittikleri zaman yakından tanıyıp takdir ettiği Mustafa Kemal Paşa’ya kızını vermeyi düşünmüş ve bunu kendisine his de ettirmişse de Sobiha Sultan'ın gözü Ömer Faruk Efendi'den başkasını görmediğinden bu iş tahakkuk edememiş. Yine Sayın S. S. Mo­ rali, Sabiha Sultan'ın bu izdivaç sonunda hiç mes'ud olmod ğını. kendisini çok hırpalayan Ömer Faruk Efendi'ye vardığına pişman oldu­ ğunu bu satırların yazarına anlatmıştır. ANADOLU'YA GEÇME MESELESİ

Bu sırada yüzbaşılığa yükselmiş bulunan Yümnü Bey de Anadolu'ya geçerek milli mü­

(7)

cadeleye fiilen katılmış bulunuyordu. Bunun- lfl beraber, arada görevli olarak gizlice İs- tanbul'a geldiği oluyordu. Bu gelişlerin birin- (j3 Abdülmecid Efendi’nin istediği her üç da- „et mektubunu da getirdi. Ancak, iş ciddiye binince Abdülmecid Efendi yan çizmeye baş­ ladı- Bir türlü karar veremiyor, en cok da ken­ esi Veliahd bulunduğu için sadece Padişah olabilmek maksadiyle bu işe kalkıştığının sa­ pılmasını istemediğini söylüyordu. Bu arada, meseleyi Ömer Faruk Efendi'ye açtı. O da, karısına bundan bahsetti. Sabiha Sultan, du­ rumu hemen babasına haber verince, Padişa­ hın emriyle o sırada bulunduğu Dolmabahçe sarayı veliahd dairesinde askeri abluka al­ tına alınarak dışarısı ile bütün alâkası kesildi. Halbuki kısa süre önce Sabiha Sultan'ın Ni­ şantaşı’ndaki konağında Yümnü Bey’le Veli- ahdin enişteleri Damad Halid ve Damad Şerif Paşaların hazır bulunduğu gizli bir toplantı­ da Abdülmecid Efendi meseleyi açmış, an- cak iki damad Paşa şiddetle karşı çıkarak onu Anadolu'ya geçmekten ktsin şekilde vaz- geçirmişlerdl.

Veliahdin bu şekilde dairesinde ablukası 28 gün sürdükten sonra, 2 Ekim 1320 tarihinde sona erdi.

Bu arada şunu da kaydetmek gerekir ki, Ömer Faruk Efendi Anadolu'ya geçmek için ciddî şekilde karar vermiş, hattâ yola çık­ mışsa da T.B.M. Meclisi hükümeti tarafından «mahzurlu» görülüp inebolu’dan geri döndü­ rülmüştür.

Sadrıâzâm Avlonyalı Ferid Paş'-'nın oğlu

eski Mısır Kapıkethüdası Celâleddin (Vlora) Paşa ise hatıralarında, yurt dışına çıkarıldık­ tan sonra görüştüklerinde Abdülmecid Efen- di'nin kendisine şunları söylediğini kaydeder:

«Arkamızdan neler işitmedik. Yok biz hâin İmişiz, biz millî mücadele ile asla ilgilenme­ mişiz, biz düşmanla işbirliği etmişiz. Bütün bunların aslı esası yok... Vahideddin de et­ rafındakilere maalesef uydu. Ona bazı şey­ ler söylenebilir. Bana gelince, Allah da bilir. Peygamber de yarın şefaat edecektir. Oğlum Öm:r Faruk'u Anadolu’ya gönderdim. Mak­ sadım İstanbul’dan kaçıp Anadolu'ya gelmek. İslâm mücahidlerinin başına geçmek ve bü­ tün âlem-i İslâmî ayağa kaldırmaktı. Ama, ne yapayım ki, oğlumu İnebolu'dan çevirdiler. Teklifimi red ettiler. O zaman bize İstanbul' da işin sonuna kadar oturmak düştü. Milli zaferden bir çocuk gibi sevindik. Mustafa Ke­ mal'i kucaklamak, hatta kızımı ona vermek bile istedim. Fakat, kimse bunu anlamak is­ temedi. Mustafa Kemal Paşa'nın, Refet Pa- şa'ya:

— Ben Enver Paşa olmak istemem! dedi­ ğini söylediler, amma biz kendisini Enver Pa­ şa yapmak istememiştik.»

Abdülmecid Efendi'nin bu sözlerine rağ­ men, kendisine Anadolu’ya geçmek için bü­ tün imkânların hazırlandığını, ancak buna ev­ velâ heves etmişken sonra tereddüde düştü­ ğünü ve nihayet Halid ve Şerif Paşalar,n şid­ detle karşı çıkmaları üzerine bundan vaz­ geçtiği muhakkaktır.

(Arkası var)

(8)

Son Gsmanlı Veliahdi ve Son Halife:

Türkiye Büyük M illet Meclisi'nin 18 Kasım 1922 tarihli kararıy­ la, Abdülmecid Efendi Halifelik makamına seçilmişti. Fakat olay­ lar hızla gelişecek ve 3 M art 1924 tarihinde çıkarılan bir kanun­ la, Halife de, diğer Hanedan mensupları da yurt dışı edileceklerdir.

--- Midhat S e rto ğ lu ---

r

-JY İ İLLİ Mücadele zaferle nihayete erip Türk , f l ordu!arı, Atatürk’ün tabiriyle, müstevli düşmanı «vatanın harim-i ismetinde» boğarak artıklarını süngüleriyle İzmir rıhtımlarında de­ nize döktükten sonra bunu tescil eden ilk resmî belge olmak üzere Mudanya mütareke­ si imzalandı. Bunun bir maddesine göre Re- fet Paşa, T. B. M. Meclisi hükümetinin fev­ kalâde komiseri ve temsilcisi olarak 19 E- kim 1922 günü İstanbul’a geldi. T.B.M. Meclisi ise. 1 Kasım 1922 günü saltanatın ilgas na ka­ rar verdi. 4 Kasım günü ise son OsmanlI Sad- rıâzâmı Tevfik Paşa istifa etti. Ertesi günü Refet Paşa müsteşarları toplâyıp her türlü faa’iyetlerini durdurmalarını emretti. Böylece İstanbul hükümetine fiilen son vermiş ve ida­ reyi Anadolu millî hükümeti adına ele almış oldu. Sultan VI. Mehmed Vahideddin Han ise hâlâ bir Padişah gibi davranıyordu. Nitekim durumu kendisine haber veren ve saltanatla hilâfetin T. B. M. Meclisi karariyle birbirin­ den ayrılıp saltanatın ilga edilmiş olduğunu bildiren Refet Paşa’ya:

— Paşa, hânsdanımızın en âciz bir ferdi­ nin bile saltanatsız bir hilâfeti kabul etmi- yeceğinden emin olabilirsiniz!

Demişti. Bunun için de 10 Kasım günü es­

kisi gibi Cuma selâmlığına çıktı, lâkin 16-17 Kasım gecesi ingilizlere sığınarak Malaya zırhlisiyle İstanbul’dan ve Türkiye’den kaçtı. Kendisinde yalnız Halifelik sıfatı kalmıştı; bu olay üzerine T. B. M. Meclisi onu iıalifelik- ten. de ıskat etti.

Atatürk «NUTUK» da diyor ki:

«Meclisçe yeni bir halife seçilmeden ev­ vel, seçilecek kimsenin de Padişahlık sevda ve dâvasına kapılarak herhangi bir yabancı devlete sığınması ihtimalini ortadan kaldır­ mak lâzımdı. Bunun için İstanbul’da bulunan memurumuz Refet Paşa’ya, Abdülmecid E- fendi ile görüşerek ve hattâ elinden T.B.M. Meclisi’nin halifelik ve saltanat hakkında al­ dığı kararı (yani bunları birbirinden ayırdığı­ nı) tamamen kabul ettiğine dair bir de sened alarak göndermesini yazdım. Bu yazdıkların' yapılmıştır.»

18 Kasım günü Refet Paşa’ya gönderilen şifreli bir telgrafla, Abdülmecid Efendi’nin «Halife-i Müslimin» ünvanını kullanacağı v8 buna başka bir sıfat ve kelime İlâve etmiye* ceği, İslâm dünyasına açıklanmak üzere hd* zırlayacağı bir beyannameyi evvelâ hüküm®" tin görüp tasvib edeceği, bundan T. B. M- Meclisi’nin kendisini halifeliğe seçtiği için

(9)

0-çıkça memnuniyet beyanında bulunacağı, Va- dideddin'in hareketini ayrıntılı şekilde tatbik edeceği. Anayasanın onuncu maddesine ka­ dar olan maddelerin kapsamı ve önemlileri aynen zikredilerek Türkiye devletinin ve B. M. Meclisi'nin ve hükümetinin mahiyeti ile idare usulünün Türkiye halkı ve bütün İslâm âlemi için en faydalı ve uygun olduğunun be­ lirtileceği, ayrıca milli hükümetin geçen hiz­ metlerinden takdirkâr bir dil ile bahsedeceği, bunlar dışında siyasî sayılabilecek hiç bir fikrin ileri sürülmiyeceği bildirildi.

tin yegâne ve hakikî mümessillerinden kuru­ lu T. B. M. Meclisi’nin 1 Kasım 1922 tarihinde ittifakla kabul ettiği mucip sebepler ve esas­ lar içinde yüksek meclisçe 18 Kasım 1922 ta­ rihli oturumda halifeliğe seçilmiş olduğu bil­ dirildi.

Rcfet Paşa bu telgrafa aynı gün cevap ve­ rerek Abdülmecid Efendi'nin «Halife-i Müs- lîmin» ünvaniyle birlikte «Hâdimül - Hare- m:yn» ünvan m da kullanmayı, yayınlanacak beyannamede Vahideddin hakkında bir şey söylemek hususunda mâzur görülmesini, bu

Abdülmecid Efendi, Halife olduktan sonra beyaz at sırtında Topkapı Sarayı ziyaretinden ¿önerken.

ABDÜLMECİD EFENDİ'NİN YANLIŞ TUTUMU

Ertesi 19 Kasım 1922 günü ise Abdülmecid Efendi’ye T. B. M. Meclisi reisi sıfatiyle A- tatürk tarafından açık bir telgraf çekilerek, Türkiye devletinin hâkimiyetini kayıdsız ve şartsız milletin uhdesinde saklı tutan Ana­ yasa uyarınca yürütme kudreti ve yasama yetkisi kendisinde toplanmış bulunan

mille-beyannamenin İstanbul gazetelerinde Arab- casiyle birlikte yayınlanmasını istediğini, Cu­ ma selâmlıklarında Fatih’inkine benzer bir sarık sarmasını uygun bulduğunu bildiriyor­ du.

Abdülmecid, aslında Halife seçilmeyi büyük bir eevinç ve heyecanla karşılamış olmakla beraber, dört yıl süren Veliahdlikten sonra, Padişahlık ve buna bağlı olan ordu ve do­ nanma başkumandanlığı sıfatlarını elde

(10)

ede-msmiş vc hiç bir yetkisi buiunmıyan bir ru­ hanî reis haline gelmiş olması neşesini az çok kaçırıyordu. Hele, kıyafet meselesine pek önem veriyordu. Bunun için başında Sultan III. Selim Han'ın kavuğu, sırtında bir hil’at, belinde mücevherli hançerle kır bir atın sır­ tında dolaşmasına izin verilmesini istekleri­ ne eklemekten kendisini alamadı.

Ancak, bu husus Ankara'ca derhal ve ke­ sinlikle red edildi ve kendisine redingot veya istanbulin giyebileceği, askeri üniforma da­ hil başka hiç bir kıyafetin bahis konusu ola- mıyacağı, «Hadmül-Haremeyn» unvanını ise kullanabileceği, Vahideddin’in adını anma­ makla beraber, onun devrindeki idarenin memleketi ne hale getirdiğinin anlatılması gerektiği bildirildi.

Abdülmecid Efendi, 20 Kasım 1922 Pazar­ tesi günü ilk tebrikleri Dolmabahçe sarayın­ da öze! şeki'de kabul etti. Ancak bu sırada sanki bir Fadişahmış gibi davranmaktan ve:

— Nasıl çalışacağımı göreceksiniz! Gibi sözler sarfeîmskten kendisini alama­ mıştı. Refet Paşa aynı gün Atatürk'e şifre ile yeni Halifenin, verilen talimata aykırı olarak «Kaüfe-i Resuluüah Hcdîm-i Haremsyn-i Ge- rifeyn Abdü'mecid bin Abdülaziz Han» imza­ sını kuilar.d ğını, beyannamenin altına yazıldı­ ğı yer olarak «İstanbul» değil «Darül-hilâfetii -alîyye = Yüksek halifelik yeri» diye kayde­ dildiğini bildirdi. Halife aynı zamanda seçil­ mesi dolay.siyle vermesi gerekli cevabı Ata­ türk'ün şahsına gönderiyordu.

Atatürk, Refet Paşa'ya, Abdülmecid Efen- di'ye bu gibi şeylerden kesin şekilde ve der­ hal vazgeçip kaçınmasının ve cevabı kendi şahsına deği.l T. B. M. Meclisi başkanl ğına göndermesinin, evvelce kararlaştırılan talima­ tın dışına hiç bir suretle çıkmamasının gerek­ tiğinin hatırlatılmasını bildirdi.

Abdülmecid, bütün bu ihtarlara rağmen, 24 Kasım'da Topkapı sarayında Ankara hükü­ meti temsilcilerinin de hazır bulunduğu bir «biat» töreni düzenleyip sonra kutsal ema­ netleri teslim alırken, sırtına redingot giymiş olmakla beraber, boynuna Osmanlı hâneda- n na mahsus Âl-i Osman ve göğsüne muras- sâ Osmanî nişanlarını takıp arkasına «Avni- ye» denilen kukuleteli askerî kaputu giymek­ ten kendisini alamamıştı.

Sultan II. Abdülhamid Han’ın en büyük oğlu olup halife seçimi sırasında mecliste kendi­ sine de üç oy verilen Mehmed Selim Efendi, öbür hanedan mensuplariyle birlikte Türki­ ye'yi terk ettikten sonra Beyrut civarındaki Cünye adlı sayfiyede yerleşmiş ve ömrünün sonuna kadar burada yaşamıştır. Bir ara Cünye ye giden Rıza Tevfik ile görüşürken

kendisine şunları söylemiş olduğunu, onda naklen merhum Refi Cevad Ulunay'dan din­ lemiştim:

— Abdülmecid Efendi'nin meclisçe halife, ilğe seciliğini duyunca kendisini ziyarete gi- d p bunu kcbu! etmemesini rica ederek aksi halde pek kısa bir ikbal devresinden sonra t ah d-ddın’den beter b:r akıbete uğryccağmı söyledim. Bana hak verir gibi göründüyse de sonra kabul etti ve tahmin ettiğim gibi ikbali uzun sürmedi.

Mehmed Selim Efendi, saltanattan ayrılmış elan halifeliğin, Osmanoğulları’ndan biri ta­ rafından kabulüne karşı olduğu için bu söz­ leri söylemişti.

VAHİDEDDİN'İN TEPKİSİ

Bu sırada eski ve son Osmanlı Padişahı Mehmsd Vahideddin Malta'da bulunuyor, an­ cak kendisini tac ve tahtından uzak düşmüş bir Padişah olmakla beraber hâlâ bütün Müs­ lümanların halifesi ad ediyor ve bilhassa bu ikinci ünvan üzerinde titizlik ve hassasiyetle duruyordu. Daha sonra yeni kurulan Hicaz devletinin Kraiı Şerif Hüseyin, onun bu ün- vandan kendi lehine olarak feragat etmesi iç.n büyük fedakârlıkları gerektiren teşebbüs­ lere girişecek, ancak yurdundan sürülmüş, ortada kalmış, ağır malî sık ntılara düşmüş olduğu halde Mehmed Vahideddin buna ya­ naşmayarak misafir bulunduğu Hicaz'dan apar topar ayrılacak, yeni Mısır Kralı Fuad' ;n da bu yoldaki arzularına iltifat etmiyecekti.

Mehmed Vahideddin, bunun için Abdüime-. cid Efendi’nin Halife seçildiğini duyunca şoke olmuş ve:

— Mecid Efendi eninde sonunda muradı­ na erdi...

Demişti. Tarık Mümtaz Göztepe ise: — Mecid Efendi nihayet muradına erdi. Yavuz'un zümrüdlü tahtına oturmak kolay a- ma, o kahramanın pabucu bile olmak haddi değil. Zavallıya bir imam postu gönderdiler, o hâlâ tecâhül-i ârifaneden gelerek ve cüb­ besini sürükl yerek tahta oturmaya yelteni­ yor. Tevekkeli birader cennetmekân (6) bu zavallı amcazadeden bahsederken «Benim için hânedanı çok sıkıyor dediklerini bilirim. Emin olun ki bunların baskısını biraz gevşet- s:m hallerine kepekler güler. Hele o Abdüla- ziz zâdeler...» diye yanıp yakıimazdı. Çocuk­ luğundan beri tiyatroculuğa özenen Mecid Efendi'nin başına Hazret-i Fatih’in kavuğunu dolayıp resim çektirdiğini haber alan Sultan Hamid, bu Şehzadenin aklî muvazenesinden

(6) S u lta n I I . A b d ü lh am id H an.

(11)

Abdülmecid Efendi, saltanat arabasında Refet Paşa (arkası dönük) ile.

endişeye düşerek Şeyh Zâfir Efendi'ye (7) o- kutturu'mas nı ve tesbihdsn geçirilmEsmi ira­ de etmiş, Şeyh Efendi de buna nefes kâr et­ meyeceğini, Şehzadeye araz olan hiffet hali­ nin baba mirası olduğunu söylemiştir.

Dediğini «Sultan Vahideddin Gurbet Cehen­ neminde» adlı eserinde nakleder.

Mehmed Vahideddin kısa zaman sonra Ab­ dülmecid Efendi'yi alaya almaya başlomış. o- nun ilk selâmlık törenine sırtında Avniye ile kır bir ata binip gitmesini gülünç bulmuştu. Ancak, 26 Kasım 1922 tarihli «Vakit» gazete­ sinde Abdülmecid Efendi'nin kendi hakkında: — O hâin yalnız vatanımıza hiyanet etme­ di, hanedanımızın şerefiyle de oynanıştır. Ar­ tık vatandan da, hânedanımızın sicilinden de koğulan bu adamdan bahsetmeyelim. Yazık kİ benim babam bu adamın amcasıydı.

Şeklinde çıkan beyanatı Mehmed Vahided- din'l âdeta can evinden vurmuş, pek ağır şe­ kilde sarsmıştır.

İşin garibi evvelce Ankara hükümetinin is­ teğine rağmen Mehmed Vahideddin hakkında onun saltanat devri hakkında da aleyhde bir beyanat vermeyi red eden ve başkasının fcötü hareketlerini bahis konusu etmek sure­

tiyle de olsu ou gibi beyanatm meslek ve seciyesine ağır geleceğini ileri süren Abdül­ mecid Efendi, aradan sadece altı gün geç­ tikten sonra bu beyanatı kendiliğinden ver­ miştir.

HALİFELİĞİN KALDIRILIŞI

Memlekette hâlâ saltanat tarafdarı olanlar vardı ve bu hülyayı, Halife Abdülmecid Efen­ di'nin şahsında devam ettirmek istiyorlardı. Bunların başında ise Şebinkarahisarı meb'u- su Hoca Şükrü Efendi bulunuyor ve «Halife meclisin, meclis halifsnindir» gibi bir para­ doks ile, Atatürk'ün dediği gibi, T. B. M. Mec- lisi’ni Halifenin bir dayanışma heyeti ve Ha­ lifeyi meclisin ve dolayısiyle devletin reisi gi­ bi göstermek ve kabul ettirmek istiyorlardı. Bunlar «Hilâfet, aynı hükümettir. Halifeliğin haklarını ve vazifelerini iptal etmek hiç kim­ senin, hiç bir meclisin elinde değildir» dâva­ sını ortaya atmışlardı. Ayrıca millî hüküme­ tin İstanbul mümessili Refet Paşa’nın da Ha­ lifeye «pek sâdık ve bağlı» olduğuna dair bazı alâmetler mevcuddu.

(7 ) E r tu ğ r u l Ş âzelî te k k e s i şey h i o la n S u lta n V. A b d ü lh a m id H a h o n a m e n s u p tu .

(12)

Lozan barış andlaşmasınm imzalanmasiyle Millî Misak sınırları içinde hür ve müstakil yeni bir Türk Devletinin varlığı milletlerarası aiar.da da tescil edildikten sonra, 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilân olunarak Tür­ kiye'nin ilk Cumhurbaşkanlığına millî müca­ deleyi idare edip zafere ulaştıran istiklâl or­ duları başkumandanı Gazi Mustafa Kemal Pa­ şa seçildi. Böylece, Atatürk'ün ifadesiyle, T. B. M. Meclisi hükümetinin kuruluşundan beri esasen fiilen mevcud bulunan Cumhuriyet re­ jimi, resmen de ilân edilmiş oldu. Bu rejim­ de ise pek tabii olarak Halifelik müessssesinin ve Padişahlık özentisinden bir türlü vazgeçe­ meyen bir Halifenin yeri yoktu.

Halifeliğin artık bir fonksiyonu da kalma­ mıştı. Aslında OsmanlI Devleti kudretli olduk­ ça bu müessesenin bir değeri düşünülebilir­ di; fakat o zayıflayınca bu değer ortadan kalk­ mıştı. Nitekim büyük edib Süleyman Nazif'in Kcstamcnu Valisi bulunduğu sırada Ebüzzi- ya Tevfik Bey'e yazdığı 29 Nisan 1911 tarihli msktupda şu satırları okuyoruz:

«Hi'afot, bizim için daima bir yük olmuş ve dört csırdan beri millî şevketimizle besle­ me durmuştur. Yalnız Emevîler ve Abbasîler

değil, ilk dört Halife bile, halifeliğin mânevi kuvvetinden ziyade, silâhın maddî kudreti sa­ yesinde kendilerine itaat edilmesini sağladı­ lar. Dikkat edilmiyor mu ki, 1877’de Hilâfet merkezini saran Moskof ordusunun binlerce askeri Müs’ümandı ve bunlar, Arafat dağın- da nes I aşk ile şevk ile tekbir getirirlerse, Ş'pka balkanında da öyle vecd ve heyecan dolu olarak kurşun attılar.»

Bundan başka Birinci Dünya Savaşı sıra- s nda aynı zamanda Halife olan Osmanlı Pq-

d şahı ad na ilân edilip bütün İslâm âlemine duyurulan «Cihâd-ı Ekber» tam bir fiyasko ile netleslendiktsn başka, çeşitli milletlere mensup Müsiümanlar Halifeye karşı onun düşmanlariyle işbirliği yapmış, onların ordu­ larında veya ordularının yanında Halife or­ dularına karşı canla başla savaşm şiardı. Şu ha.do, bu faydasız ve lüzumsuz müesseseyl devam ettirmenin ve Atatürk'ün tâbiriyle «Her tün ufukdan saltanat güneşinin doğmasına duacı bir hânedan ile mensuplarının» Türki­ ye Cumhuriyeti sınırları içinde barındırılması- nın art k imkânı yoktu.

Cumhuriyetin ilânından bir hafta kadar son­ ra gazetelerde Halife’nin istifa edeceğine

(13)

da-. haberler çıkmaya başladıda-. Asinda yapaca- 'r e(] doğru iş bu iken, Abdüîmecid Efendi

ikan dedikoduları derhal yalanladı. Türkiye'

j6 bir Cumhurbaşkanlığı mevkii ve bir Cum- tnırbaşkaaı msvcud iken ayr.ca bir Halifelik makamının ve bir Halifenin bulunmaması ge­ rektiği11' hâlâ ne düşünmek ve ne de anlamak istiyordu. Tabiî, bu arada teşvikçileri de var-

¿1 Meselâ İstanbul Barosu Başkanı olup Cum- huriyst değil, meşrutî bir idare tarafdarı ol­ duğu bilinen Lûtfi Fikri Bey, Tan n gazetesi- nin 10 Kas m 1923 tarihli nüshas nda yayın­ ladığa bir açlk mskîuP!a Halifeden istifa et­ memesini istedi. Necmsddin Sadı^ Bey buna cevap verince, basında bir münakaşa kapısı açıldı. Kısa süre sonra İngiltere s’cm Co- miyeti ad na Ağa Han ile Hindii Müslüman bilgin Seyyid Emir Ali'nin Türkiye Cumhuri­ yeti Başbakanı .smet Paşa'ya gönderdikleri 24 Kasım 1023 tarihli mektubun tercemesi ga­ zetelerde yayınlandı. Bunda Hciıfeiiğin mu­ hafazası ve hatta nüfuzunun kuvvetlendiril­ mesi Halifenin de şeref ve nüfuzunun arttı­ rılması gerektiği ileri sürülmekteydi. Türkiye Cumhur,y. ti Başbakanına buyie bir mektup göndermek, en azından nasıl büyük bir küs­

tahı ksa. onun bu münakaşalar sırasında ya- y.nianması da o derece hatâlıydı. İş buraya varınca T. B. M. Mec'isi tarafından Cebelibe­ reket (Eski Adana vilâyetinin dört sancağın­ dan en doğuda bulunanı) milletvekili Top­ çu İhsan Bey başkanlığında bir istiklâl Mah­ kemesi kuru'arak İstanbul'a gönderildi. Bu mahkeme Hüseyin Cahid, Ebuzziya Velid. Ah- med Cevdet ve Lûtfi Fikri Beyleri yargıladı. Eunların ilk üçü beraat ettilerse de Lûtfi Fik­ ri Bey beş yıl hepse mahkûm edildi, ancak bu ceza T. B. M. Meclîsi tarafından kald rıîdı. 3 öylece de, Halifelik meselesi etrafındaki mü­ nakaşalar sona erdi.

işte bütün bunlar 3 Mart 1924 tarih ve 431 ua/1 kanunun ç.karılmasına yol açmıştır. Bu kanuna göre Halife hal'ediliyor, Halifelik ilga c vuruyor, Csmanlı hanedanının bütün âzâsı- n:n, damcdlar dahil, Türkiye Cumhuriyeti sı- n rîarı içir.de oturmaları yasaklanıyordu. Bun­ ların Türk vatandaşlığı hakları da kaldırılı­ yor vs Türkiye'yi terk etmek için kendilerine en çok on güniük bir süre tanınıyordu. Bu­ ruda kalan maiiar nı bir yıl içinde tasfiye ede­ cek.sr, şahs' mallarının dışında kalan eski saltanat ve hilâfet makamına aid bütün

(14)

şTiır vs taşınmaz mallar aslında hakikî sa­ hibi olan millete geçecekti.

Durum, İstanbul Valisi Haydar ve Polis Mü­ dürü Sadeddin Beyler tarafından Halifeye ha­ ber verildi; ancak on günlük mehilden bah- sediimeyerek kendisinin ve hânedan men- suplariyle damadların Türkiye’yi hemen terk etmeleri gerektiği bildirildi. Bu haber. Abdül- mecid Efendi üzerinde bir şok tesiri hâsıl et­ mişti. Sarayda son Eczacıbaşlık görevinde ve Halifenin de maiyetinde bulunmuş olan Meh- med Bey'in bana anlattığına göre, Abdülme- cid Efendi millî mücadeleye karşı olanlar ara­ sında olmadığı için Türkiye'de Halife olarak kalma ümidini daima muhafaza etmiş, hele Halifelik makam nın tamamen kaldırılacağını asla düşünmemişti. Bir ara Atatürk'ün Halife olmak isteyeceğinden endişe etmiş, daha sonra onun böyle bir niyetinin asla bulunma­ dığını anlayınca kendi mevkiinin devam ede­ ceğini sanmıştı. Bunun için verilen habere inanmak istemedi. Bu olaylar sırasında Sa- deddin Bey’in maiyetinde polis olarak bulu­ nan Razi Yalkın (8), Abdülmecid Efendi’nin kendisine haberi ulaştıran Haydar Bey'e şu karşılığı verdiğini hâtıralarında nakletmiştir: — Nasıl olur? islâmiyeti siyaset vasıtası

olmaktan kurtarmak için Hilâfet makamını

y i ma!:, F s y ra m i'r iji K-dîfssin: memleket dı-

r - o-'mc*' m. Irz md r? Hav;r, hayır Vali Bey. Bayie bir kararın Miilet Meclisi’nd:n çık­ masına bir türlü ihtimal veremiyorum. Hane­ danımdan miras yoluyla intikal eden Salta­ nat makamını, sadece milleti hoşnud ve memnun etmek için terk ve feragate muvafa­ kat ettim. Fakat Hilâfet makamı bütün Müs­ lümanların hanedanına ve dolayısiyle şahsı­ ma bir vediası olduğuna göre Millet Meclisi1 nin bu kararını kabul etmekte mazur oldu­ ğumu hiç vakit geçirmeden Ankara’ya bildir­ iri s nizi, bu karara uymam için boş yere ıs­ rar etmemenizi ve huzurumdan çekilip gitme­ nizi s:ze emir ve ihtar ederim Vali Bey!..

Haydar Bey nezâket ve soğukkanlılıkla mevki ve memuriyetinin bu emri yerine getir­ meye ve ihtara boyun eğmeye müsaid

olma-(8) Y a z ıla rın d a ço ğ u n lu k la «Mim S ıfır» ta k m a a- d ın ı k u lla n m ış olan Râzi Y alk ın , b e n - a d a ş ı m Mit­ h at P e rin ’le b i r l i k t e - 1939 y ılın d a V atan gazetesin­ de m u h a b ir o la ra k ç a lıştığ ım ız zam an i s tih b a r a t şe- fim izd i. H ep im izin hem sevgi ve h em d e saygısını k azan m ış o la n m e rh u m u , b u vesile ile ra h m e tle yad e d erim . B u olayı ise, h â tıra la rın ı y a y ın la m ad a n 12 yıl evvel b a n a şifahen de n a k le tm işti.

(15)

yıp görevinin sadece T. B. M. Meclisi'nin Ha­ nelik makamı ve şahsı hakkında alınan ka- rarı kendisine iletmekten ibaret ve bu kararı uygulamakla mükellef bulunduğu cevabını verdiyse de, Abdülmecid Efendi şiddetle o- nUn sözünü kesip bir Müslüman sıfatiyle Ha­ lifeliği en büyük dini makam olarak tanıma­ ğı, şahsına mutlak şekilde bağlı ve saygılı olması ve bunu bir görev sayması gerektiği­ ni ileri sürdü ve memleketi değil, bulunduk­ ları salonu bile terk etmeyeceğini, kendisini ¿atla fazla rahatsız etmemelerini ısrarla tek­ rarladı.

Haydar Bey, bunun üzerine ileri derecede nezâketi bir tarafa bırakarak daha kat'î bir dil ile, T. B. M. Meclisi’nin Türk milletini tem­ sil ettiğini, bunun için kararlarına onca da kendisince de kesinlikle itaat edilmek gereke­ ceğini söyledi. Ayrıca milli iradenin uygulan­ masındaki sorumluluk karşısında, vazifesini yerine getirmesine engel olmanın faydasız bu­ lunduğunu ve T.B. M. Meclisi kararına itaat, kendisi için de daha doğru olacağından hiç vakit kaybetmeden hemen hareket hazırlığı­ nı yapmasını ilâve etti.

Bu sözler karşısında Abdülmecid Efendi' nin sarsıldığını sezen Polis Müdürü Saded- din Bey ise saatine bakıp kendisine tahsis edilen trenin Sirkeci'den hareketine ancak bir buçuk saat kadar bir vakit kaldığını ileri sü­ rüp:

— Lütfen hazırlansanız da, bizleri sizi ha­ zırlığa ve harekete zorlamak gibi hiç de ar­ zu olunmayan teşebbüslere başvurmak mec­ buriyetinde bırakmamak lûtfunda bulunsanız, hem bizi ve hem de kendinizi boş yere yor- masamz daha münasip olur sanırım, dedi. BENİ SARAYIMDAN ZORLA M! ÇIKARACAKSINIZ?

Abdülmecid Efendi, bu sert ihtara mâruz kalmaktan pek sıkılmıştı. Onu azametle sü­ zerek boğuk bir sesle:

— Beni sarayımdan (!) zorla mı çıkara­ caksınız? diye sordu.

Sadeddin Bey, pervasızca karşılık verdi: — Evet!.. Aldığımız emrin icabı olarak... — Ya, öyle mi?.. Peki, muhalefet ve mu­ kavemet edersem ne olacak?

Abdülmecid Efendi, daha ortalık kararır­ ken sarayın bir çember içine ve saray me­ murlarının hepsinin odalarında göz altına a- lındığını, telgraf dairesinin işgal edilip tele­ fonlara el konulduğunu, yani kendisine artık hiç kimsenin yardım edemeyeceğini bilmedi­ ği için böyle konuşmuştu. Vali ile Polis Mü­

dürü iss son suali cevaplandırmamayı ter­ cih etmişlerdi.

Abdülmecid devam etti:

— Demek zor kullanacağınızı kabul ediyor­ sunuz... O halde işte tekrarlıyorum: Ne Hali­ feliğin kaldırılması, ne de memleketten çıka- r.lmam hakkmdaki kararı kat'î şekilde kabul etmiyorum...

Sonra, kendisini bir koltuğa atarak sözle­ rini tamamladı:

— Ne yaparsanız yapınız!

Haydar Bey’le Sadeddin Bey, her ne olur sa olsun görevlerini yerine getirmek Gzmin- deydiler. Lâkin bunu, zor kullanmadan yap­ mayı tercih ediyorlar ve bunu ancak son ça­ re olarak görüyorlardı. Gerçi kanun on gün­ lük bir süre tanımıştı, ancak merhum Râzi Yalkın’ın bana naklettiğine göre Halife ile hâ- nedan mensuplarını hemen o gece sınır dışı etmek için gizli talimat almışlardı. Bunun ü- zerine aralarında kısaca istişare ederek Ab- düimecid Efendi’yi bu işe mukavemetten vaz geçirecek bir çare düşündüler ve Sadeddin Bey'in teklifi üzerine kendisine durumun An­ kara’ya bir daha sorulup gelecek esvaba gö­ re hareket edeceklerini söyleyip odayı terk ettiler.

Gerekli cevabı hazırlayan Haydar Bey, beş dakika sonra Abdülmecid Efendi'nin huzuruna girdi. Biraz sonra da Sadeddin Bey elinde ha­ zırlanmış olan cevap bulunduğu halde çıka geldi ve bunu yüksek sesle okudu. T. B. M. Meclisi Başkanlığı imzasını taşıyan bu sözde esvapta. Meclis kararının tatbikinde gösteri­ len gevşekliğin büyük sorumluluğu gerektire­ ceği, Abdülmecid Efendi karara arzusuyla uy­ mazsa hakkında zor kullanılarak saraydan çı­ karılıp trene bindirilmesi ve neticenin yarım saate kadar haber verilmesi bildiriliyordu.

Abdülmecid Efendi, bunu dinleyince fena­ lık geçirerek bayıldı. Bu hal on beş dakika kadar sürdükten sonra, kimsenin müdahale­ si olmadan yavaş yavaş kendisine geldi. A- ma artık bütün ümidi ve onunla beraber, bü­ tün mukavemeti de kırılmış, kazaya rıza gös­ terir hale gelmişti. Haydar Bey’e nereye gön­ derileceğini sordu. O da kendisine Trakya sı­ nırına kadar trenle ulaştırılacağını, oradan nereye isterse gidebileceğini söyledi. Bunun üzerine Abdülmecid Efendi'nin eşyalarının ha­ zırlanması için emir verildi.

(Arkası var)

ÖZÜR — G eçen y a zım ızd a , 15. sa y fa n ın b ir i n c i s ü ­ tu n u n d a Y u su f tz z e d d in E f e n d i'n in o ğ u lla rı s a y ılır­ k en , y a n lış lık la S a lâ h a d d in E f e n d i’n in d e a d ı geç­ m iş tir. S a lâ h a d d in E fe n d i ise, S u lta n V. M u ra d H a n 'ın o ğ lu o lu p , b u s ır a d a e sa s e n h a y a tta d eğ ild i. D ü z eltir, ö z ü r d ile riz .

(16)

t j

Son Osmanlı Velıahdi ve Son Halife:

ABDULMECID

EFENDİ

3

/

---

--- — — --- \

Abdülmecid Efendi, yurt dışına sürüldükten sonra verdiği beyanatta,

Halifeliği kaldırma kararını yolsuz bulduğunu ve tanımadığını ifade

etmişti. Kendisini hâlâ Halife sayıyordu. O yüzden de, aşağıda

anlatılacağı gibi, Türkiye dışındaki Hânedan'a ait mal ve mülkler

üzerindeki hakların alınmasına engel olmuş, böylece

sürgündeki Hânedan mensuplarını zaruret içersinde bırakmıştır.

Midhat Sertoğlu

V . --- --- J

A BDÜLMECİD E fe n d i’nin pek sev-

* * g ili kızı D ü rrişeh v ar S u lta n 'a o sı­

ra d a İngilizce öğretm enliği yapan ve o

gece saray d a b u lu n an Sayın S eniha Sa­

m i M orali h â tıra la rın d a diyor ki:

«4 Mart’ta kanun çıktı. Hilâfet ilga

ediliyor. Hânedân âzası hududdan dı­

şarı çıkarılacaktı. Ömer Faruk Efendi’

nin zevcesi Sabiha Sultan benimle dert­

leşti.

Bizi Türk vatandaşlığından ıs­

kat ediyorlar. Halbuki biz, herkesten

ziyade Türk’üz.

Bu sözleri Üçüncü Kadın Efendi'ye

naklettiğim 'gaman:

Ne kadar üzülse yeri var, dedi. Ba­

bası (9) değil mi bu hale sebep olan?

Halife, İsviçre'ye yerleşmeyi düşünü­

yordu. Dürrişehvar Sultan’a teselli olsun

diye orada daha serbest olacağım söy­

ledim. Ağladı ve:

Öyle serbestlik istemem! dedi. O

gün Halife baygınlık geçirdi. Dürrişeh­

var Sultan buna da ayrıca üzüldü. Ye­

mek yedikten sonra odalarımıza çekil­

dik; fakat uyuyamadım. Yukarı katta

koşuşuyorlar, sandıklar sürükleniyor­

du. Kapım vuruldu. Yataktan fırladım,

kapıyı açtım. Dürrişehvar Sultan boy­

numa sarıldı:

Gidiyoruz, dedi. Allahaısmarladık.

Çıktı gitti. Acele giyindim, yukarı çık­

tım. Halife sofada oturmuş, yüksek

sesle Kur’an okuyordu. O gece Kandil­

di. Kapının aralığından bakıyordum.

Kâtibe Hanım:

İlk defa olarak kandil gecesi sa­

rayda Mevlid-i Nebevi okunmadı, de­

di.

Gözümün önünde bir devir

kapanı-(9) Mehmed Vahldeddin.

(17)

Abdüimecid Efendi saltanat kayığında yâver Ekrem Akömer ve Rüştü beylerle.

yordu. Kur’an okunması sona ermişti.

Halife ayağa kalktı. Müze Müdürü Ha­

lil Bey’in portresini henüz bitirmişti,

sehpada duruyordu. Gitti, imzaladı.

Hazinedar Usta, Halife’ye beni gös­

tererek:

Hanımefendi kederimize iştirâk

ediyor, dedi. Halife, B. M. Meclis’inde

Hilâfetin ilgası hakkında konuşmuş

olan amcam Hamdullah Suphi (Tanrı-

över) Bey’e benim vasıtamla şu haberi

gönderdi:

<

Hamdullah Bey’e söyleyin, merâ-

ınına erdi. Osmanlı hânedanı bu mem­

leketten çekiliyor.

Halife, yazı odasında İstanbul Valisi

ve Kumandam ile konuşurken, bizler

yine kapı aralığından dinliyorduk. Va­

li Haydar Bey Hilâfetin ilga edildiğini,

Halife’nin derhal Türkiye toprakları dı­

şına çıkmasına karar verildiğini tebliğ

etti. Şehirden ayrılmak için daha iki

saat vakit vardı. Vali, müteessir olma­

lıydı ki pek yavaş konuşuyordu. Hali­

fe’nin sesi metin ve pürüzsüz işitiliyor­

du.

Sabah yaklaştı. Halife:

Allahaısmarladık, dedi. Ailesi ve

maiyetiyle birlikte çıktı, gitti.»

H aydar Bey'le S adeddin B ey'in sâde­

ce iki saa t m ehil verm elerine rağm en,

hazırlık ancak sab ah a k arşı sona erd i

ve A bdüim ecid E fendi ile oğlu, kızı ve

zevceleri, M âbeynci H üseyin

N akip

Bey, D oktoru S alâhaddin Bey ve H u­

susî K âtibi Salih K erâm et (Nigâr) Bey

a ra b a la rla yola koyuldular. E ski H ali­

fe, a rab asın a binm eden evvel ellerini

aç ara k m illet ve m em leket için dua et­

ti.

(18)

Abdülmecid Efendi beyaz at sırtında Dolmabahçe sarayından çıkarken.

K afile gün a ğ a rırk en E d irn ek a p ısı’

na vardı. O radan hiç d u rm a d a n ve bo­

zuk yollarda oldukça zah m et çekilerek

Ç atalca’ya k ad a r gidildi.

S irk eci’den

h arek et edecek olan Sim plon E kspresi

b u ra d a beklenecekti.

Salih K eram et N igâr h â tıra la rın d a

diyor ki:

«Rumeli Demiryolları şirketinin ora­

daki âmiri meğer bir Musevi vatandaş­

mış. Efendimizin ve ailesi âzâsının din­

lenmelerine elverişli başka bir yer bu­

lunmadığı için üst kattaki dairesini

böyle habersiz gelen yüksek misafirle­

rin istirahatine tahsis etti, çoluk ve ço­

cuğu ile de izaz ve ikrama koyuldu. İç­

ten gelen bu saygı ve sevgi yardımları­

na Efendimiz tarafından takdirle te­

şekkür ettiğimiz zaman da:

Osmanlı hânedanı Türkiye

Muse-vîlerinin velinimetidir. Atalarımız Is­

panya’dan sürüldükleri, kendilerini ko­

ruyacak bir ülke aradıkları zaman on­

ları yok olmaktan kurtardılar, devlet­

lerinin gölgesinde tekrar can, ırz ve

mal emniyetine, din ve dil hürriyetine

kavuşturdular. Onlara bu kara günle­

rinde elimizden gelebildiği kadar hiz­

met etmek, bizim vicdan borcumıızdur.

Dedi ve

gözyaşlarını sildi. Kafilenin

bineceği Simplon Ekspresi ancak ge­

ce yarısına doğru Çatalca’ya geldi. Ya­

taklı vagonun kapısında, Efendimize

Vali Bey büyükçe bir zarf takdim etti

ve iyi yolculuklar diledi. İçinden pa­

saportlarımızla daha küçük bir zarfa

konulmuş İngiliz banknotları çıktı. Bü­

tün pasaportlar sade çıkış için veril­

mişti ve İsviçre Başkonsolosluğunca

vizelenmişti. Bu demekti ki, yurd dışı­

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu arada sormadı­ ğınız önemli bir soruna de­ ğinmek istiyorum: Yurdu­ muzdaki telif hakları soru­ nu bu. Yürürlükteki 30 yıl­ lık telif hakları kanunu

Nitekim bilişim sistemlerine hukuka aykırı erişim (m. 244/1), sistemde yer alan verilere karşı işlenen eylemler (m. 244/4), banka veya kredi kartlarının hukuka

[r]

In the second decade of life, young adults have endless choices, but the decisions they make depend on developing the power of the human brain to learn and reason.. Reyna, a

Morbidly obese patients positive for HBV infection were associated with older age and higher diastolic blood pressure, but not with sex, BMI, liver enzyme, blood lipid, and

膽囊切除手術後護理指導 [ 發表醫師 ] :護理指導 醫師(一般外科) [ 發布日期 ] :2011/3/17 

Adaçayı (Salvia), kekik (Thymus), nane (Mentha) gibi bitkiler besin olarak, koku ve tat verici olarak kullanılıyor.. Bu bitkilerden adaçayları

The influence of ^-radiation on dielectric and electric properties of TlInS2 crystals in the region of incommensurable-commensurable phase transition [8] had