• Sonuç bulunamadı

Kırkpınar güreşleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Kırkpınar güreşleri"

Copied!
27
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

E D lR N E Y E D A İR

EDİRNENİN ESKİ ADI

Edirneyi alan I. Murat burasını pek sevmişti. Şehrin o tarihe kadar adı Hadrianopl idi. I. Murat bu adı ¡Edirne’ye çevirmiştir. Edirne’nin şimdiki adı on sekizinci yüzyılda kullanılmağa başlamıştır.

II. BAYEZİDİN SİTESİ

Eski camilerimiz arasında yal­ nız cami olarak yapılanlar olduğu gibi etrafında halka hizmet için ku­ rulmuş müesseselerle bir mahalleyi andıranlar da vardır. İstanbulda Fatih, Bayezid, Süleymaniye, Yeni Cami, Sultanahmet böyle olduğu gi­ bi Edirne’de de II. Bayezid ve Se­ limiye camileri böyledir. Edirnedeki II. Bayezid sitesinin vakfiyesinde camiin ve yanındaki tesislerin me­ murlarıyla maaşları da

gösterilmiş-Buna göre:

Cami memurları 82 Medrese » 23 İmaret » 41 Darüşşifa » 21 dir hepsi 167 ye baliğ olmaktadır.

ÇİÇEKLİ CAMİLER

Edirnedeki Eskicamiin olsun, Üçşerefelinin olsun eskiden bahçe­ leri varmış... Baharda ve yaz ayla­ rında açık tutulan pencerelerden ca­ milerin içine gül ve çiçek kokuları geldiği gibi, bahçelerden koparılan çiçekler de namaz vakitleri saflar arasına konarak camiin havası lâtif çiçek kokularıyla dolarmış.

EDİRNEDE TÜRK SANATLAR»

II. Murad zamanında Edirnede Türk sanatları pek ilerde idi. O za­ man en güzel halılar, en güzel ki­ limler, «Velense» denilen yün bat­ taniyeler, «Boğasi» denilen minder örtüleri, «Beledi» denilen nakışlı pamuk kumaşlar, çarşaflar, iç ça­ maşırları dokunurdu. En güzel si­ lâhlar, mis sabunları, en güzel şe­ kerlemeler orada yapılırdı. Edirne- nin gül yağları ve gülsuları Vene­ dikli ve Cenovalı tacirler tarafından Akdeniz pazarlarına gönderilirdi. Evliya Çelebi, Bedestenin 60 gece bekçisi olduğunu, buradaki tüccarla­ rın dolaplarında nice Mısır hâzine­ leri değerindeki elmas ve mücevher­ lerin gözleri kamaştırdığını, Lady Montegü de Bedesten’de mücevherli eğerler, sırmalı Koşumlar gördüğü­ nü yazmışdır.

BİZ VE BAŞKALARI

Türkler I. Murad zamanında Edirneyi muhasara ettikleri zaman, şehir dışında bulunan bağ ve bah­ çelerden yemiş kopardıkça parasını ağaç ve kütüklerin dibine bırakacak kadar hakseverlik göstermişlerdir. Fakat Edirne sonraları yabancı iş­ gallerine düştükçe ancak yağma görmüştür.

ü'ÇŞEREFELİ CAMİİN MİNARE­

LERİ

Edirnenin zinetlerinden biri o- lan Üçşerefeli Camii II. Muradın ö- zenerek yaptırdığı bir camidir. Mi­ marî bakımından klâsik devre yak­ laşan bir âbidedir. Bunun minare­ lerinden iki ve üç şerefeli olanların içinde minareye çıkan yollar şerefe sayısına göre ayrı ayrıdır ve müez­ zinler birbirlerini görmeden mina­ reye çıkarlar. Dört minareden üç- şerefelisi o tarihe kadar benzeri ya­ pılamamış olduğundan camie za­ manla adını vermiştir. Bu minare aynı zamanda dünyanın en yüksek minaresi olarak tanılır.

EDİRNE’DE DÖKÜLEN BÜYÜK

TOP

Fatih İstanbul’u zaptetmeğe ha­ zırlanıyordu. Macar Urban’ın dök­ tüğü büyük top Edirne Sarayında Cihannüma Kasrı önüne getirilmiş, doldurulup ateşlenmiştir. Barut du­ manları bütün şehri istilâ etmiş ve topun patlamasından kırılmadık cam kalmamıştı. Topun gürültüsü ise otuz mil mesafeden duyulmuştu. Topun güllesi bir mil uzakta iki ku­ laç derinliğinde toprağa saplanmıştı. İstanbul surlarını döğecek top bu toptu. İstanbul önlerine ancak iki ayda getirilebilmişti.

60 YIL ÖNCEKİ TREN TARİFESİ

60 yıl önce İstanbuldan Edirneye şimendifer yolcu tarifesi şöyle idi:

I. Mevki 215.50 Krş. II. Mevki 159.50 Krş. III. Mevki 103.75 Krş.

2Dnrr” ’irrrrTm1

EDİRNE ÇARŞISI XVII. yüzyılın ortasında Edir­ ne’ye uğrayan Evliya Çelebinin Se­ yahatnamesinde yazdığına göre E- dirne Çarşısında 6.700 dükkân var­ mış. Ayrıca Bedestende, Ali Paşa Çarşısında, Selimiyenin altındaki A- rasta çarşısında yüzlerce dükkân bu­ lunuyormuş!

EDİRNE’NİN HEDİYESİ

Edirne şairlerinden biri, İstan­ bul’un büyüklerinden birine hediye olarak ayva göndermiş ve şu be­ yitleri yazmış:

Edirne gibi bir şehr-i- dilâra Bulunmaz gerçi âlem içre amma, Ehalisi fakir oldukları için Hedayası olur elbette ayva...

Bu beyitler Edirnenin fakirleş­ meğe başladığı zamana aittir.

BÜYÜK TÜRK

Edirne’de Saruca Camii mezar­ lığında idam edilmiş olan iki Türk vezirinin başları vardır: İkisi de Belgratta idam edilen bu vezirlerden biri AvrupalIların Büyük Türk de­ dikleri Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, İkincisi de Budin Valisi Me­ lek İbrahim Paşa’dır.

Merzifonlu, Köprülü Mehmed Paşa’nın samimî dostu ve kardeşliği Sipahi Oruç beyin oğlu idi. Babası şehid düşünce Köprülü, Merzifonlu- yu dört yaşında yanına alıp kendi oğlu Fazıl Ahmet Paşa ile birlikte yetiştirdi. Fazıl Ahmet Paşa’nın 15 seneye yakın bir zaman süren sad­ razamlığı sırasında onun muavini durumunda Rikâp kaymakamlığı yaptı. Fazıl Ahmed Paşa ölünce ye­ rine Sadrazam tâyin edildi.

İşte bu âlim ve kıymetli vezir 1683 de Viyanayı muhasara edip mağlup olarak ricat edince Köprülü ailesinin düşmanları Padişah Avcı Sultan Mehmede onu kötüleyerek Belgratta idâm ettirdiler (1684). Merzifonlunun başı Edirne Sarayına gönderildi. Orada İbret Taşında üç gün kaldıktan sonra gömüldü.

Budin Valisi Melek İbrahim Paşa da iki yıl sonra aynı akibete uğradı.

Bu iki vezirin mezar taşlarının pek perişan olduğunu 1938 de E- dirneye geldiği sırada gören Nuri Demirağ, başlarını oldukları yerden çıkarttırmış, mezarlığın ortasında hazırlattığı yere gömdürerek eski taşlarını da diktirdikten sonro etra­ fına bir parmaklık çevirtmiştir.

EDİRNENİN TAPULARI OZAN Konferansı sırasında idi. Edirneyi istemek için ağız ara­ yan hasım taraf Başdelegesine İngi­ liz Heyeti Başdelegesi Hariciye Na­ zırı Lord. Curson, Edirne üzerinde hak iddia edilmesine tahammül ede- miyeceğini söyleyerek şunu ilâve et­ mişti:

— Çünkü Türklerin orada yüz­ lerce âbidesi var. Bu âbideler, on­ ları oraya dikenlerin ferağ kabul et­ mez tapularıdır!»

SİNAN’IN SANATI

Türk âbidelerini garp âlemine en iyi tanıtan büyük Türk Dostu Prof. Albert Gabriel, Sinan'ın sanatı için şunları söyler:

Bizans mimarlarının, inşa et­ tikleri âbidelerin dış tenasübü ile hiçbir zaman meşgul olmadıkları aşikârdır. Bu hususta Türk mimar­ ları ve bu arada Sinan, onlara mut­ lak bir şekilde üstünlük göstermiş­ lerdir. Bilhassa Sinan’da ibdâ ettiği eserlerin karakteristik vasfı olan eh­ ram tesirini yaratmak için hacim­ lerin mâkul bir şekilde taksimi ve binanın hey’eti umumiyesinden âbi­ devî bir tesir elde etmek endişesi devamlı olarak görülür. Merkezî kubbe binaya hâkimdir, tâli kubbe­ ler mütevâzin kitleler şeklinde yu­ kardan aşağıya birbiri üstünde otur­ tulmuştur. Göklere tırmanan ince minareler, bu karışık münhaniler mecmuası arasında onların yayvan­ lığı ve keskinlikten mahrum hatla­ rını cesur şakulleriyle tashih eder­ ler.

Süleymaniye ve Seimiye’nin A- yasofya’ya benzer hiçbir tarafı yok­ tur. Bunlar, garbın Rönesans dev­ rinin büyük eserleri gibi, bugünün mimarisinin temâyüllerini daha o zaman ifade eden âbidelerdir.

AHIR YAPILAN SARAY ODASI

Güzelliği dillere destan olan E- dirne Sarayı, bahtsızlığın en büyü­ ğüne uğramıştır. 1829 da Rus ordu­ larının soyup soğana çevirmesinden sonra iki tamir gören, fakat 1878 deki ikinci Rus istilâsından sonra tamir edilemiven koskoca saray, 30-40 senede mahvolmuş, kalan bi­ nalardan Fatih devrinin Arz odası evvelâ cephanelik, sonra da ahır ya­ pılmıştır!

(3)
(4)

İ f Türk hudut kulesinden Bulgar ufuklarını «özleyen kahraman Mehmetçik..

£ P İ J ? A I E

Yazan: Faruk F E N İ K

#

Foto H ilm i Ş A H E N K

G

ÜNEŞİN Tunca ile Meriçe, bir kan damlası gibi düştüğü kıp­ kırmızı bir lodos akşamı hudut karakollarında dolaştık. Bizi bek- liyenlerin parıldayan süngülerinin gölgesi altında güneşin karşı top­ raklarda kayboluşunu seyredip, Meh medin düşman arazisinde bir kıpır- danışı arayan afacan gözlerinin sih­ rine takıldık...

Koca Osmanlı imparatorluğuna ikinci payitahtı olmuş bir ord~, merkezinin en ön hatlarında fedai­ ler grupunun ilk Mehmetleriyle ah­ baplık ettik.

Hudut!...

Düşüncesi bile insana ürperti ve­ ren bu sihirli kelime, Edirnede o ka­ dar kanıksanmış, o kadar ruha ve kafaya dolmuş ki, «hudut» deyince; «Nedir ki!» diyorlar. «Burada her ev bir hudut karakoludur!»

Hakikaten öyle...

Edirne, düşmanın bağrına sap­ lanmış bir hudut karakoludur. Hem öyle bir hudut karakolu ki, girinti­ leri, çıkıntıları ile birçok yerlerde düşmanın koynuna uzanmış, perva­ sız ve fütursuz mışıl mışıl uyuyor. Birçok yerlerde ise gözünü dört aç­ mış, velfecr okuyor...

Bu şehri Edirne, bildiğimiz şehir­

lerin bambaşkasıdır. Talih bize yâr oldu... Birçok defalar hudut kara­ kollarında sabahlamak fırsatına eriş­ tik.

Şimale doğru uzanan bütün hu­ dut kulübeleri birkaç Mehmetçiği ile bizi misafir etti.

Ağaçlıklar arasından göğe doğru fırlayan bu kulübelerde Mehmetle beraber karavanaya kaşık sallayıp, tehlikenin göbeğinde tehlikelere kah­ kahalarla güldük...

Hudut karakolları bambaşka bir âlem oluyor.

Ölümün eşiğinde insanlar ölümü daha, çok kanıksıyorlar...

Gecenin karanlığı artık hiç te kor­ kunç gelmiyor. Sükûtu yırtan bir kurşun sesi bile, insana çok defa fe­ rahlık veriyor.

* • *

Fakat, ya o başını göklere kaldır­ mış güneşi sızdırmayan ormanlara ne dersiniz?

Her gövdenin arkasına bir düş­ man gizleyebilen, her gövdenin ar­ kasında bir dost kurtarabilen o devâ­ sâ ağaçlar...

İşte asıl buralardaki hudut kara­ kolları birer âlem.— Karakış bastır­ dığı zaman, 6 aylık nevalesile kar­ lara gömülen; ay yıldızlı bayraktan

(5)

Edimcye on sekiz kilometre mesafede bulunan Tiirk - Bulgar hudut karakolları karşı karşıya.. Arada sırada çıkan ufak hâdise­ lere rağmen şimdi orada tam bir

sükûnet var!..

başka sevgilisi olmıyan bu hudut nöbetçileri.... İnsan, hudutta olduğunu bu yalnızlığın içine gömüldüğü zaman daha iyi anlıyor.

Hudutta dost yok....

Buralarda rüzgâr bile düşman...

Uğultusu, hışırtısı ve önüne katıp sürükle­ diği çalısı çırpısı ile, her an vatanın bağrına sız­ mak isteyenlerin koluna girmiş bir acaip yabancı gibi daima dikkat, daima ürperti ile hudut ka­ rakollarında kol gezer....

Şüphe!...

Hudut karakollarında rüzgârdan bile şüphe­ lenilir....

Karanlık, rüzgâr, sis; fırtına hudut karakol­ larının amansız düşmanlarıdır.

Nasıl kurt, dumanlı havadan hoşlanırsa, düşman da böyle anları kollar....

Onun için teyakkuz, hudut karakollarının tek parolasıdır.

Burada «yasak» dan başka tek kelime konuşul­ maz...

«Yasak!...»

’’ 5' . I

Hu

! ? «

Girmek yasak, çıkmak yasak.

Hudut karakollarının kendilerine göre bir hu­ susiyetleri var. Kimisinde maskot, kimisinde kö­ pek...

Koca kocabaşlar, Mucurnular...

Hudut karakollarımızın vefakâr dostları: Hu­ dut köpekleri...

Onlar bambaşka birer âlem!...

Gündüzleri horul horul uyuyorlar. Huduttaki dört muhafızdan başka, insan yüzü görmemişler.

Güneş ışığında zincir zincir üstüne bağlılar. Ama gece, her birisi birer ejderha kesiliyor... Bi­ zim topraklara birisi girecek olsa, kokusundan his­ sedip, ensesinden yakalayıp getirecekler...

Hudutlarımızın ilk nöbetçüeri bunlar... Hudut karakollarının kendilerine hâs bir ya­ şayış şekilleri de var...

Buralarda hızlı sesle konuşulmuyor.. Gürül gürül ateş yakılmıyor.

Tehlike ile kucak kucağa yaşıyan insanlar gi­ bi, burada da bir sessizlik var...

Ve işte asıl, bu sessizlik insanı ürpertiyor... Hudut şehri Edirne...

Bir zamanlar 200 bin nüfusu olan bu koca şehir bugün belki de bunun için bu kadar ıssız ve belki de bunun için bu kadar sessiz!...

(6)

★ Bazı akşamlar, Meriç köprüsünden Edirnenin seyrine doyum olmaz, o kadar güzel, o kadar güzeldir ki...

KAHRAMAN EDİRNE

600 FETİH YILINDA

L â y e m u t A n ıtla rı, M u h te ş e m

T a b ia tı, M is a fir p e r v e r liğ i v e

te m iz liğ i ile y e p y e n i v e m a ­

m u r b ir ş e h ir o la c a k !

Yazan : S ü reyya E R G Ü N

K

endimizi bildik bileli yüreğimi­ zin Edirnenin, Türklüğün bu mukaddes tarih ve sanat mabedinin çöküntüleriyle sızladığını hatırlarız.

Bizim nesil, zaman olmuş, bu kahraman ve tarihî şehrin kaybiyle inlemiş ve yasını tutmuştur. Zaman olmuş, ona tekrar kavuşup bağrına basarken felâketlerinin, uğradığı mu­ sibetlerin acı ve sızılarını kalbinin en derin köşesinde duymuştur.

Parlak geçmişinin bergüzarların- dan birçoğunu bizlerden çok önce kaybetmiş olan Edirne, bizim nesli­ mizin gözleri önünde de her gün bit az daha çökmüş, Balkan harbin­ den önce çocuk yaşta birkaç yıl görmek nasibine eriştiğimiz canlı, hareketli manzarasını kaybetmiş, da­ ralmış, küçülmüş ve âdeta ıssızlaş- rruştır.

Dün, koskoca bir mahallede müş­ terek bir hayatın merkezi olan bazı camileri, şimdi tarlalar ortasında metıûk kalmış görüp de yüreğimizin burkulmaması, evleri seyrelmiş ve bodurlaşmış, kör topal ayakta kala­ bilmiş mahallelere bakıp ta kendileri

yok olan birçok eski mahalleleri ha- tırlıyarak içinizin sızlamaması müm­ kün mü? Düne kadar bu, böyleydi. Ne zaman Edirneye dair söz açıl­ sa devasız bir derdin hastasından bahsedilir gibi hep ümitsiz sözler duymağa alışan kulaklarımız bu de­ fa ümitli ve sevinçli sözler dinledi

ve ne zaman Edirneye gittiysek çö­ ken aziz bir varlığın kasvetli man- zarasiyle yeise kapılan gözlerimiz şimdi her tarafında kalkınma alâ­ metleri görülen bir şehrin manzara- siyle karşılaştı.

Belediye dairesinde, dostumuz ve eski arkadaşımız Rıza Ataktürkü,

Belediye reisi mevkiinde görünce çok sevindik. Bize anlattıklarından ise daha çok sevinç duyduk. Bir iki gün evvel Ankaradan dönmüş; be­ lediyenin tasavvurlarını anlatarak vaitler almış olacak ki bu seyahat­ ten pek memnun görünüyordu.

—- Edirne ne halde? Diye soru­ yoruz.

— Edirnenin hususî vasiyetini bi­ lirsiniz. Edirne eski Edirne değil. Karaağaç mahallesinde belediye hu­ dudu, devletin komşumuz Yunanis- tanla olan hududiyle ayni çizgiyi ta­ kip ediyor. Böyle bir şehirde bele­ diye, sadece normal şehir hizmetle­ rini görerek iyi neticeler alamaz. Be­ lediyenin şehrin İktisadî yaşayışını geliştirebildiği nisbette muvaffak ola­ bileceği tabiidir.

Sözün Edirnenin uzun zamanlar­ dır hasretini çektiği kalkınma mev­ zuuna geldiğini görünce dostumuzu daha açık konuşmağa davet ettik:

— Evet, ne düşünüyorsunuz? — Şehrin cumhuriyetten sonraki hayatı, onun kaderinin hangi

(7)

E

dirnenin ilk yerlileri "Iraklar­ dır. Milâttan üç, hattâ dört bin yıl evvel, Orta Asyadan buralara gelen Traklar, Edirnenin bulunduğu yerde Odrissiye adlı bir şehir kurmuşlardır. Bunların Türk ırkına mensup oldukları tarih tet­ kiklerinden anlaşılmaktadır, yerleş­ tikleri toprak parçasına da Trakya adı verilmiştir. Trakya, zaman za­ man şimalden İskitlerin, garpten Tor ların, Atillânın, Romalıların, Şark­ tan İranlIların işgaline maruz kal­ mıştır. MakedonyalIların, Romalı­ ların eline geçmiş, uzun seneler Bi­ zans beldesi olarak idare edilmiştir. Edirne, Murad Hüdavendigâr za­ manında 1361 yılında Lâlâ Şahin paşa ve Hacı İl bey kumandasındaki kuvvetler tarafından kuşatılmış, bu kuvvetler Rumlara şiddetli bir dar­ be indirmeğe ve şehri zapta muvaf­ fak olmuşlardır. Murat I Edirnenin zaptını müteakip payitahtı Bursadan Edirneye nakletmiştir. Lala Şahin Paşa ve Çandarlı Kara Halil gibi kumandanlar civardaki şehirleri zap- tederken Murat I de Edirnede ca­ miler, medreseler, hamamlar, çeş­ meler ve saraylar inşa ettirmekle meşguldü. Bu binalar Kale içi adını verdikleri kısımda yapılmakta idi.

Murat I Edirneden sık sık

Bursa-Sııp Kralı, kaçmaya başladı. Niha­ yet meşhur Kosova muharebesinde mağlûp ve perişan edildi ve yaralı olarak Ttirklerin eline esir düştü (1389). Büyük zafer sonunda Koso­ va ovası Sırp ve Bulgar cesetleriyle dolmuştu. Murat I. harp meydanını dolaşırken yığınlarla yatan insan cesetleri arasından bir Sırplı fırladı. Miloş namındaki bu yaralı Sırp ne­ feri Murat beyi bir hançerle ansızın şehit etti (1389). Âşık Paşazade ta­ rihinde bu şehadet vakası şu suret-' le izah ediliyor:

«Miloş Kobele» derlerdi, bir kâ­ fir vardı. Şapkasını eline almış, Mu­ rat Hâna doğru yürüdü. Gaziler kar­ şıladı:

— Gidin ben el öpmeğe ve hem beşarete geldim. Dedi.

Gaziler fariğ oldular. Hemen göndereni çevirdi, Murat Hânı san­ cıdı. Tiz Hânın üzerine çadır tut­ tular. Vakide Lâsoğlunu, oğlu ile tutmuşlardı. Murat Hânın öldüğünü görünce dedi ki:

— Hey... Bizim işimiz bitmiş ney- delim... Ve hemen onu dahi oğlu ile it gibi tepelediler.»

Murat I yaralandıktan iki saat sonra vefat etmiş ve cesedi Bursa- ya nakledilmiştir. Edirnenin zaptını

(Devamı 26 ncı sayfada)

ya geçiyor ve Osman oğullarının A- nadoluda ve Rıımelide gelişmesini çekemiyen diğer beylerle mücadele ediyordu! Onun en büyük düşmanı Karaman oğulları idi. Murat I Ka­ raman oğullariyle uğraşırken, Ru- melide Sırplar yine ayaklanmışlar, Sırp Kralı Lazar, Bulgar Kralı Şiş­ man ile birleşerek Türkler üzerine yürümek teşebbüsünde bulunmuşlar­ dı. Sırpların bu teşebbüsünü haber alınca düşman orduları daha birleş­

meden evvel Sadrâzam Ali Paşa sü­ ratle Bulgarların üzerine yürüdü ve onları şiddetli bir mağlûbiyete uğra­ tarak Tirnova ve Şıımnu’yu ele ge­ çirdi. Bulgar Kralı Niğbolu civarın­ da bir kere daha talihini tecrübeye kalkıştıysa da yine mağlûp oldu ve esir edildi.

Diğer taraftan Timurtaş paşa da Murad Hüdavendigâr ile Sırplar üzerine yürümüştü. Bulgarların mağ­ lûbiyetinden sonra cesareti kırılan

-A: 1878 de Rus muahedesinin imzalandığı evin bahçesinde fıskiye..

* On sekizinci asırda güzel evlerle süslenen Edirne sokaklarından biri (Eski bir gravürden)

EDİRNENİN TARİHİ

(8)

O e l i m i u t V a m i

^ Edirnenin muhteşem ziyneti: SELİMİYE.

Yazan :

Tahsin Ö z

B

İR vakitler devlet merkezi olan Edirne’nin kalblerimizde daima büyük bir yeri oldu­ ğu şüphesizdir. Mamafih tabiî güzel­ likleri, tarihî varlığı ayrı birer âlem olan Edirne, mimarî eserlerimiz yö­ nünden de bir hazinedir. Bu eserler, âdeta bir sanat tarihi tatbikatı için hazırlanmış bir enstitü kadar krono­ lojik ve çeşitlidir.

Devletin en karışık bir devresinde 1403 senesinde Emir Süleyman Çe­ lebi tarafından temeli atılan Eski ca­ miin, inşaatı Musa Çelebi zamanın­ da devam etmiş ve nihayet Çelebi Sultan Mehmet devrinde 1413 yılın­ da tamamlanabilmiştir ki bu binada, mimarimizin farklı hatveleri belirir.

Sultan Murat II tarafından 1438- 1447 yıllarında yaptırılan muhteşem Üçşerefeli camii ise, artık Türk mi­ marisinde ideal cami plânına geçişte bir müjdecidir. Edirne’de daha nice eserler var, saymakla biter mi? He­ le Tunca kenarına kurulan İkinci Bayezit külliyesi, ileride ele alaca­ ğımız emsalsiz bir manzumedir. Ay­ ni devrin kıymetli bir yadigârı da İs- tanbuldaki Bayezit camiasıdır. Fa­ kat ne hazindir ki bu manzumenin kıymetli bir unsuru olan Bayezit ha­ mamı, son günlerde Patrona Halil hamamı diye tezyif edilmeğe yelteni­ liyor. Bunun yegâne sebebi cehildir, memleketin şaheserlerini tanımamak­ tır.

İşte Selçuklular zamanından iti­ baren Türk mimarisi daima ileri adımlar atmış ve istihaleler geçirerek Konya, Bursa, Edirne ve İstanbul gibi merkezlerde birçok eserler ver­ miş, olgunlaşmış ve milletlerarası yüce asil çehresini almıştır.

Sinan hassa mimarı olunca, Kanu­ nî Sultan Süleyman, genç şehzadesi Mehmedin ölümü dolayısiyle Şehza­ de külliyesinin yapılmasını bu genç mimara vermiştir ki hem Sinan için ve hem de mimarimiz için geniş bir ufuk açılmıştır. Sinan bu nefîs man­ zumeyi çıraklık eseri addediyor.

Sinan, bir müddet sonra dünya mimarî şaheserleri arasında bulunan Süleymaniye külliyesini vücuda geti­

riyor. Ve bunu kalfalık eseri olarak gösteriyor. Çünkü daha neler verile­ bileceğine kanaat getirmiştir. İşte bu imarı ile saraylar, kâşaneler, köprü­ ler, hanlar ve hamamlardan başka seksen cami, dört yüz mescit kuran büyük sanatkâr, nihayet Edirne Se­ limiye camiini yapıyor. Artık usta- 1 k eserini verdiğini belirtiyor.

Hakikaten koca Sinan sonsuz tec­ rübeleriyle de o derece kemale eri­ yor ki, en büyük mimarî problemler, sıkletler, mukavemet kuvvetleri diye bir mesele kalmıyor. Bilgisi kadar güveni de son haddini buluyor. Fa­ kat bu hususta Türk milletinin de Si- nanın da büyük bir talihi var. Çünkü devletin itilâ devridir, refah içinde

(9)

★ Selimiye'nin nefis çinilerle süslü bir kösesi

binlerce mimarî eser yapılıyor, nice nice sanatkârlar ve sanatlar kemale eriyor. Diğer taraftan, Mimar Sinana da uzun ömür nasip oluyor.

İşte Koca Sinan uzun ve mesut bir sanat hayatı yaşıyor. Mevzuu- muz olan Selimiyenin inşası için Sultan Selim II tarafından tekmil ta­ lepleri yerine getirilmek suretiyle va­ zifelendiriliyor. Camiin kapı kitabe­ sinden de anlaşılacağı veçhile bina­ ya (976) 1569 senesinde başlanıyor, mimarımız 78 yaşındadır. Manzume (982; 1578 de tamam oluyor. Sinan da 84 yaşım tamamlamıştır. Ne bah­ tiyarlıktır ki daha senelerce yaşıyor. Maamafih o devirde yüce sanat eser­ lerine olduğu kadar sanatkâra da kıymet verildiğinden bu seksenlik zat bir köşeye atılmıyor, sanat de­ hâsından ve tecrübesinden memleket faydalanıyor. Hattâ (Pesendidei ci­ han, mimarı bi akran Sinan Ağa) di­ ye tevkir olunuyor.

Işıe bu görüş ve anlayış sayesin­ dedir ki, zinde ve genç beyinli ihti- var Sinan, dünya mimarisinde tek kubbe ile örtülü yapı sisteminin en yüksek derecesine varıyor. Bu muaz­ zam tek kubbe semaya alabildiğine cesaretle yükselirken etrafına muha­ faza melekleri gibi narin vücutlu ve dünyanın en yüksek dört minaresi yapılıyor. (1)

Semalara yükselen bu kubbe, Av­ rupa katedralları ile de mukayese edilemez. Çünkü bunlar iki kubbe­ den mürekkep olup dış kubbe vazife görmemekte, yalnız binanın haricî azametini temin etmektedir. Halbuki Türk klâsik mimarisinde her unsu­ run vazifesi görmesi de meşrut ol­ duğundan böyle sun’î vasıtalara ve maskelere teşebbüs edilmemiştir. Ni­ tekim Sinanın kubbe sistemi için

v

Prof. Tavut (eski konstrüksiyon do­ nukluğunu gidermiş. Kubbeyi içeri­ den ve dışarıdan sanatkârane bir un­ sur haline getirmiş, bütün binanın konstrüktif kısımları, pıoporsiyonlu olarak bağlanmıştır. Buna baktıkça Romanın ve İstanbul Bizans kubbe mimarlarının sade birer mühendis olduğu görülüyor) demektedir. El­ hasıl bir takım ecnebi âlimlerin de işaret ettikleri veçhile Selimiye, me­ kân tesiri, büyüklük, topluluk ve ışık yönünden yer yüzündeki bütün yapı­ lardan üstündür. Selimiyedeki yapı kudreti de, geçen sene Edirnede vukubulan zelzele dolayısiyle ayrıca

dikkati çekti. Bir takım mimarları­ mızın da belirttiği gibi Prof. Verzo- ni de bu muazzam kubbenin o ka­ dar narin ve hafif yerleştirildiğini ve bu maharet sayesinde korkunç bâdi- ıeyi atladığını heyecanla takdirle ne güzel izah ediyordu. Yine bu sırada bir heyet halinde kubbe iç kasnağın­ daki etüdler yapıldığı sırada karşı­ dan karşıya söylenilen sözlerin işitil­ mesi, şada aksi hususundaki yüce kudreti belirtiyordu.

İşte milletlerarası bir varlık olan Selimiye manzumesi için, eskiden Sarıbayır ve Kavak meydanı deni­ len Yıldırım Bayezit sarayının bu­ lunduğu müstesna mevkiin intihabı, Türk mimarlarının şehircilik yönün­ den de yüce kudretlerini gösterir ki, hakikaten Selimiye bugün Edirne- nin bir tacıdır.

Selimiye camimin bina Nâzın Mehmet Paşadır. İnşaata başlandığı sırada hükümdara sunduğu takrir, cidden dikkate lâyıktır. Bu arize (Bi­ nayı şerif için helâl malınızdan 20 bin flori gönderilmesi) mealindedir. Sultan Selim II de «Bahçeler hasılâ- tıııdan gönderesiz» yolunda emir veriyor.

Selimiye külliyesinin müştemilâtı, Dar-ül-stibyan, Dar-ül-hadis, Dar-ül- kura ve medresedir ki bunlar hâlen müze ve kitaplık halindedir. Bu man­ zumeye Sultan Murat III zamanında mimar Davut Ağa eliyle arasta ilâ­ ve edilmiştir.

Camiin geniş dış avlusu, arazi me­ yillerine göre kısmen sözü geçen bi­ nalarla muhattır. Esas plân müsta- til şekildedir. Ön kısımdaki iç av­ lunun üç kapısı vardır. Bu avlu, 16 sütuna müstenit 18 kubbe ile örtülü olup 5 büyük kubbe son cemaat ye­ rini teşkil etmektedir. Avlunun or­ tasında mermerden nefis bir şadır­ van bulunmaktadır. Camiin iç avlu­ ya olan kapısından başka sağ ve

sol cephelerinde ikişer kapısı daha vardır. Camiin içiçe sahası (2475) metre karedir. Kubbe yüksekliği (43,28) olup kutru 31,28 metre­ dir. (2). Bu muazzam kubbe sekiz pâyeye istinat etmekte olup bu pa­ yeler payanda kemerlerine kadar yaklaştırılarak geniş ve azametli bir mekân kazanılmış ve siklet de pâye, kemer ve duvarlara intikal ve tevzi edilmiştir.

Bina, haricen dört kademe halin­ de müvazeneli ve nisbetli olarak yükselmekte bütün lüzumlu unsur­ lar bir araya toplanmış ve hepsi bir­ den bir tam olmuştur. Yapıda, yeri­ ne göre çeşitli ve renkli taşlar kul­ lanılmış olup en ufak detaylarda bi­ le büyük bir itina ve incelik göze çarpmaktadır. Bu sebeptendir ki Se- limiyeyi bir gören mutlaka bir çok defalar görmek ister ve hakikaten her gidişinde yeni incelikler, güzel­ likler görür ve bulur. Mamafih Sü- leymaniye ile mukayese edilirse kal­ falık denilen bu muhteşem eserde, Selimiyede görülmiyen azametli ve sade unsurların bulunduğunu söyle­ mek lâzımdır.

Mimar Sinan, Selimiyede minare­ leri camiin dört köşesine getirmiş ve eserini âdeta bir çerçeve içine almış­ tır. Minareler üçer şerefeli olup cümle kapısı yanındakiler üçer ayrı yolludur. Filhakika böyle çifte yollu minare eski camide ve Üçşerefelide de varsa da Selimiye minareleri na­ rin ve çok mevzundur. Minarelerin

(Devamı 26 ncı sayfada) (1) Bu minareler (70,80) boyun­ dadır. Delhideki minare bundan yük­ sek ise de Hint minareleri kule şek­ linde olduğundan mukayese edilme­ si doğru ohııasa gerek.

(2) Değerli mimar Sedat Çetinta- şın incelemelerine nazaran.

(10)

: ■

v-

-EDİRNE KALKINIYOR

k

Sayın E dirne V alisi Emin Akıncı, Edirnenin s ü r a tle in k işa f

ettiğ in i ve kalkınm akta olduğunu m ü jdeliyor.. Y ıllardanberi

ihmal edilen hu g ü zel hudud şeh rim izin her tarafın da hum­

malı bir fa a liy e t g ö ze çarpm aktadır.

Yazan: A . Cemal E R K S A N

senesinde Edirneye ilk gidi­ l e 4 9 Simde bu güzel şehri o ka­ dar bakımsız ve harap bir halde bulmuştum ki, adım başında muhteşem bir âbide ve muazzam bir tarih yadigârı ile karşılaşmasam, kendimi tozlu ve bakımsız bir kasa­ bada sanacaktım. O zaman, tarihle­ rin ve eski seyyahların tasvir ettik­ leri Edirneyi, Tunca kıyılarına sıra­ lanan güzel yalıları, dükkânlarında dünyanın en kıymetli eşyası bulu­ nan çarşıları, adedi yüzlere yaklaşan sarayları ve konaklariyle, dillere des­ tan olan güzel Edirneyi beyhude ye­ re Eiamış durmuştum. Geçen asır­ ların en büyük şehri Edirne, Koca Sınanın şaheserini bağrına basan gü­ zelim Edirne, böyle metruk bir hal­ de mı bırakılacaktı? Bu hazin, bu yüı ekler sızlatan manzaraya taham­ mül eüılir miydi?

İşte geçen hafta Edirne yolunda hep bunları düşünüyordum. Fakat bu seter içimde bir rahatlık vardı. Edirneyi değişik bir çehre ile göre­ ceğimi, daha ferah ve bakımlı bu­ lacağımı umuyordum. Belki de bu nikbinlik, üzerinden kaydığımız as­ faltın temiz, kusursuz çöküntüsüz oluşundan ileri geliyordu. Bir şehre bozuk olmıyan yollardan temiz ve yüze gülen caddelerden girişin ne de­ rin ve psikolojik bir mânası bulun­ duğunu siz de takdir edersiniz.

Edirneye İstanbul asfaltından gi­ rerken, tâ uzaklardan göze ilk çar­ pan âbide, Selimiye camiidir. Şeh­ rin en yüksek noktasına kurulan Se­ limiye, sanki dört minareli değil de iki minarelidir. Koca Sinan, bu dört narin ve uzun minareyi, boyu boyu­ na, şerefesi şerefesine intibak etti­ rilmek suretiyle iki minare gibi gös- teımek sihirbazlığını da göstermiş.. Aı.cak şehre girerken, minarelerin

birbirinden ayrıldığını ve dörtleşti- ğini farkedebiliyorsunuz. Fakat he­ men şıınu da ilâve edeyim ki, Is- tanbulda Süleymaniye camiinin önü­ ne dikilen kocaman çirkin bina, şu Nebatat Enstitüsü, Sinanm bu muh­ teşem eserini nasıl gölgelemişse, Edirnenin Selimiyesi önüne dikilen koca Memleket Hastahanesi de Se- lımiyeyi, Süleymaniyeden daha az çirkin olmamak üzere gölgelemiş...

Acaba koca Edirnede Memleket Hastahanesi kurmak için daha mü­ nasip bir yer bulunamamış mı diye düşünüyor insan..

/ ★

Size güzel bir haber vereyim. Edirne kalkmıyor ve güzelleşiyor... Daha doğrusu kalkınacak ve güzel­ leşecek..

Şehir içinde gezdiğimiz ve dolaş­ tığımız yerlerde biz bu intibaa ulaş­ tık. Sayın Edirne Valisi Emin Akıncı da bize bu müjdeyi veriyor:

— Dört sene evvelisine kadar yı­ kılmakta olan bu havali şimdi ta- mamiyle kalkınmakta ve her taraf imar olunmaktadır...

Diyor ve ilâve ediyor:

— Şehrin her tarafında, hattâ ka­ sabalarda ve köylerde, bu'kalkınma- n<n canlı izlerine tesadüf edeceksi­ niz. Hudut üzerindeki köylerde dahi vatandaşın hissettiği huzur ve em­ niyet şayanı memnuniyettir. İki ya­ bancı hudut üzerindeki köylerimiz­ de evvelce her nedense bir çekin­ genlik varken şimdi buralarda öyle evler yapılmaya başlamıştır ki bun­ ların güzelliğine, şaşmamak ve im­ renmemek kabil değildir.

— Bu köylerin Edirneye olan uzaklıkları ne kadardır?

— On sekiz kilometre.,.! Diyebi­ lirim ki bu sahada ve diğer çevre­ lerde ekilmiyen yer kalmamıştır. Bir buçuk sene evveline kadar traktör adedi 1013 iken bugün 1250 ye ba-İ f Meriç köprüsü başında Belediye Gazinosu

(11)

Üğ clmuştur. Bir taraftan ziraatın makineleşmesi, diğer taraftan hükü­ metin buğday alım politikası, halkı canla başla çalışmaya sevketmiştir. Şimdi köylü her tarafı ekmekte, ve ekecek saha aramaktadır.

— Köylü sade buğday mı yetiş­ tiriyor?

— Hayır.. Edirne çiftçi memleke­ tidir ve çeşitli ziraat yapılmaktadır. Meselâ sebze, pancar, ayçiçeği, sü- pihre tohumu mühim miktarda ye­ tişti! ilir. Son senelerde pamuk ve çeltik ziraatine de başlanmıştır ki bundan da pek hayırlı neticeler bek­ lenmektedir.

— Şehirliler ve memurlar da çift­ çiler gibi bu kalkınmadan faydala­ nabiliyorlar mı?

Sayın vali Emin Akıncı, bu suali cevaplandırmak için geçen sene Edirnenin geçirdiği zelzele felâketi­ ni ele alarak söze başladı:

— Geçen sene haziranın on altın­ cı günü şehrin içi ile 10 - 15 kilo­ metre çevresinde şiddetli bir zelzele hissedildi. Tunca vâdisinden İstan­ bul caddesi istikametindeki mihver üzerine tesadüf eden binalarda ol­ dukça mühim tahribat yaptı. Bun­ dan şehir halkı ve resmî binalar çok zarar gördü. Derhal Edirneyi ziya­ ret eden sayın Celâl Bayar, Vakıflar Umum Müdürü ile Emlâk ve Kredi Bankası umum müdürünü beraber- leıiııde getirmişleırdi. Zarar gören ecdat eserleriyle halka ait olan bi­ naları yakından tetkik ettiler. Ve üç senelik bir programla Edirnenin imarını temin içitı faaliyete geçtiler. O zamandan beri resmî binalarla halka ait olanların hemen hepsi ta­ mir edilmiştir. Bu vesile ile Kızıla- yın gösterdiği 800 - 900 bin liralık yardım da zelzeleden zarar göreni halkımızın yüzünü güldürmüştür.

— Bu zelzeleden Selimiye camii gibi diğer eski eserler de büyük za­ rarlar gördü mü?

— Vakıflar Umum Müdürlüğü ciddî teşebbüslere girişerek bu hu­ susta incelemelerde bulundu. Seli- miyenin kubbesinde çatlaklar görül­ dü ve derhal iç kısımdan çelik iske­ leler kurularak keşifler yapıldı. Memnuniyetle görüldü ki bu çat-' laklar bundan evvelki büyük zelzele­ de (Hicrî 1160) vukua gelmiştir. O zaman kubbenin sıvanması suretiyle: kapanmak istenen bu çatlaklar bu: zelzelede tekrar meydana çıkıncı, şimdi kubbenin esaslı surette tami' rine başlanmıştır. Bu münasebetle Muradiye camii de yeniden tamir görmektedir.

Bir taraftan Evkaf Umum Mü düılüğü eski eserlerin onarılması ileı meşgul olurken Emlâk Kredi Ban­ kası da bir şube açarak evlerini ta­ mir ettirmek ve yeniden ev yaptır­ mak istiyenlere geniş imkânlar ve- krediler sağlamaktadır. Bankanın yardımı sayesinde epeyce inşaat baş­ lamıştır.

— Çimento darlığı sizin de işle­ rinizi aksatmıyor mu?

— Hayır, hükümet Edirnenin ya ralarını sarabilmesi için bol m iktar­ da çimento tahsis etti. Şimdi her- talebi bol bol karşılamaktayız. Us­

ta ve inşaat amelesi kıtlığı da Şark vilâyetlerinden celbedilen işçiler va- sıtasiyle bertaraf edilmiştir. Şimdi şehrin içinde ve dışında hummalı bir inşaat faaliyeti devam etmektedir. Fakat şehir çok dağınık olduğu için Edirnedeki kalkınma çok geniş bir sahaya yayılmış bulunuyor.

Bu arada şehirlinin ve memurla­ rın birçok imkânlardan faydalana­ rak bir ev sahibi olmaya çalıştıkla­ rını da memnuniyetle görmekteyiz.

Sayın Vali Emin Akıncı, ferah­ lık veren sözlerine şunları da ilâve ediyor:

— Şehrin göbeğinden Kapıkuleye doğru geniş bir asfalt yol açılıyor ki bu yol tamamlanınca Edirnenin çeh­ resi tamamen değişmiş olacaktır. Yakında noksanları tamamlanarak açılacak olan beş yüz yataklı mem­ leket hastahanesi de Edirnenin bü­ yük bir ihtiyacını karşılayacaktır.

— Sarayiçi pek perişan bir halde değil mi?

— Fatihe ait sarayların metrûkâ- tı iki üç taştan ibaret kalmıştır di­ yebilirim. Bizim arzumuz bu metrû- kâtı kurtarmaktır. Balkan harbi şe­ hitlerinin de mezarlarını tanzim et­ mek ve zaptırapt altına almak az­ mindeyiz. Şehre girerken görülen mezarlıkların perişan halini düzene ¡koyarak giriş manzarasını güzelleş­ tirmek emelindeyiz. Elimizdeki üç senelik programla bu çeşitli imar iş­ lerini yoluna koyacağımız muhak­ kaktır.

-— Kasımın 25 inci günü Edir- nenin kurtuluş günüdür. Her sene ¡bugünü nasıl kutlarsınız?

— Kurtuluş gününü şehrimiz, en ¡heyecanlı günlerinden birini yaşar. Yapılan merasime katılmak üzere yurdun her tarafından heyetler iş­ tirak eder. Bu sene yalnız İstanbul Üniversitesi gençlerinden 250 kişilik bir heyet merasime iştirak etmek üzere müracaatta bulundular. Fakat yerimiz olmadığı için gençliğin bu .asil heyecanım tamamiyle karşılaya­ madık. Ancak 70 - 80 kişilik bir da­ vet yapabildik. Onların da bir kısmı 'otellere, bir kısmı evlere taksim (edilmek suretiyle istirahatleri temine (Çalışılacaktır.

— Edirnenin turizm bakımından "kslkınması düşünülüyor mu?

— Turistik bakımdan Edirnenin İstanbula bağlanması en çok üstün­ de durduğumuz meselelerden biri­ dir. Hususî lüks otobüslerle daimî turistik seferler ihdası Edirnenin yü­ zünü ağartacak bir hâdisedir. An­ cak buraya gelecek turistleri şimdi­ lik hiç bir suretle ağırlayacak du­ rumda değiliz. Belediyenin yaptır­ maya karar verdiği 22 odalı ve 22 ; yataklı turistik otel bu sahada ilk :adım olacaktır.

Sayın Vali Emin Akıncıya verdi­ ği izahattan dolayı teşekkür ederek vilâyet binasından çıkarken zihnim hep Edirnenin ileride büyük bir imar hamlesi gördüğü ve tekrar kalabalık bir şehir haline gelebildiği takdirde kazanabileceği sevimli çehreyi dü­ şünmekle meşguldü.

(12)

E D İ R N E DARÜŞŞİFASI

Türk Mimarlığının bir incisi olan Edirne Darüşşifası, geçen Yüzyılın sonunda Avrupa’nın bir kaç şehrinin hastahanelerine örnek olmuştur. Dünya Mimarlarını hayran bırakan bu sanat eseri bugün çökmektedir. Abidelerimiz arasında en kıymetlile­

rinden biri olan bu eseri kurtarmak için çok acele etmeliyiz!...

D r. Osman Ş e v k i U L U D

/ Ğ

İç Bayezit külliyesinden bir görünü;.

E

DİRNE’ye gidip de Darüşşifa binasını ziyaret etmemiş olan­ lar medenî tarihimizin en muhteşem anıtını görmek zevkini ta­ damamışlardır. Tunca kenarındaki camii ile, tâbhanesi, imareti, hama­ mı medresesile büyük bir mamure teşkil eden II. Bayezidin eserleri ara­ sında, Darüşşifa binası, güzellik ve sanat sevenleri saatlarca düşündüre­ cek derecede kuvvetli ve kıymetli bir eserdir. Delâlet ettiği medeniyet şu­ besi bakımından olduğu gibi temsil ettiği güzel sanat yönünden de değe­ ri büyüktür.

II. Bayezidin mâmuresi Edir- nede Tunca ötesinde bulunduğu için

tetkikçilerin gözlerinden kaçmıştır. Birçok hanlar, hamamlar, kârvansa- raylar, ve Sultanselim, hele Üçşere- feli ile doymuş ve çeşitli bir güzellik koleksiyonu karşısında serhoş olmuş bulunanlar, kendilerini başka bir zevk ile sermest edecek olan Darüş- şifayı gözden kaçırmışlardır. Evliya Çelebi, bize sevdiğimiz seyahatname­ sini bırakmamış olsaydı, tarih kitap­ larımızdan bunun yerini bulamıya- caktık.

Edirne Darüşşifasma iki kapı­ dan girilir. Medrese yanından giri­ lince solda dört bölmeli bir kısım, sağda ise bir revaka açılmış hela kısmı ile altı odanın kapıları görü­

lür. Koridorun ufak kubbeleri birbirini ko- valıyan zarif ve ince mermer sütunlara da­ yanmıştır, kemerleri yuvarlaktır. Burası dış kısımdır. Evliya Çelebi­ nin tasvirlerine bakılır­ sa ortadaki bahçe her­ halde çok bakımlı idi. Buradan ikinci ve orta kısma girilmek için kaidesi dört köşeli bir kubbe altından geç­ mek ve ikinci kapıyı açmak icabeder. Kub­ benin altında ve iki ta­ rafında uzunluğu 10 metre kadar olan iki büyük salon vardır. Bunların ilk kısımları bahçe ile sokağa açılan birer penceresi ve o- cakları vardır.

İkinci kapının üzeri istalaktitlidir, ve kapı­ dan zemini mermer dö­

şeli ikinci bahçeye girilince iki ta­ rafta birer küçük oda görülmektedir. İlk bahçenin ve etrafının ziyaretçi­ ler üzerinde bıraktığı tesir burada değişir ve insan kendisini başka bir âlem karşısında bulur.

Buradan da Darüşşifanın en mühim tarafı olan üçüncü kısmına girildiği vakit âlem yine değişir. Bu­ rası hayale sığmıyacak derecede gü­ zel, ve çok ince hesaplarla vücud bulmuş bir muammadır. Geniş ve altı köşeli saha yarım daire şeklinde bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin üstünde Bursadaki Yeşil Camiinde olduğu gibi, fener vardır. Buradan giren ışıklar içerideki loşluğa gönül okşayıcı bir güzellikle akar? Mer­ mer döşeli zemin ortasında bir şa­ dırvan vardır.

Burada dikkat ve hayreti en çok uyandıran hususiyet, kubbenin etra­ fında altı oda ile beş sofanın tertip­ lenmiş olmasıdır. Kapalı odalar-Ev- liya çelebiye göre-kış,açık olanlar da yaz odalarıdır.

Her oda ve her sofa kubbenin örttüğü saha ile istirâktedir, ve kub­ be altında bulunan bir insan, her tarafa en kestirme yoldan kolayca erişebilir. Bu, tek merkezden idare bakımından enfes bir buluştur.

Bir vakitler Avrupanm muhtelif yerlerinde merkezî idare plânlı has­ taneler yükseltmek moda olmuştu. Hatta Sinan da İstanbulda Haseki Darüşşifasını yaptırırken burasının her iki tarafta bulunan bütün oda­ larını birer merkeze bağlamak gibi bir plâna riayet etmişti. Edirne Da- rüşşifası bu tarzda yapılan binaların en eskisi ve en (Mimarî) sidir. Ora­ da sanatın âbideleşmiş haşmeti var- dir.

L DİRNE Darüşşifası birçok ba-“ kımlardan bahtsız bir anıttır. Bi­ na olunduğu tarih hakkında bile doğ­ ru bir şey yazılmamıştır. Dr. Rifat Osman 890 H. (1485), ve Dr. Sü­ heyl Ünverin yayınladığı arapça bir tarih kıtasına dayanarak 891 H. (1486) tarihlerini kaydederler.

(13)

★ Tunca kıyılarına bina olunmuş olan Baycrit küllivesi Edimenin en cüzel eserlerindendir.

kıfnamenin tarihi ise 898 H. (1499) dur. (1)

Dartişşifanın planı ilk defa ola­ rak Kornelyus Gurlit adında bir Or­ ta AvrupalI tarafından neşrolunmuş­ tur. Fakat bu zat Darüşşifanın tertibindeki inceliği ve hesabı farketmeden müthiş bir gaflet ile kubbenin altında bulunan altı oda­ yı beşer köşeli olarak neşretmiş- tir. Bu plân, vaktiyle Dr. Rifat Osman tarafından bana da gön­ derilmiş ve yazık ki beni de aldat­ mış ve bir kitabıma sokulmuştur. Fakat Edirn'eye gidip beşer köşeli diye resmedilen odaların dörder kö­ şeli olduğunu görünce bana kadar sıçramış olan bu hatanın üzüntüsü­ nü bizzat bir plan taslağı yapmak suretile ödemeğe çalıştım. 1936 da İstanbul gazetelerini işgal eden beş ve dört köşe münakaşası işte bu yüz­

I /

dava dahi bir zandan ve yakıştırma­ dan ibarettir. Vakıfname incelenirse dava sahipleri de hatalarını anlıya- caklardır. Hakikatin bir gün (Kay­ seri tıb medresesi) için de böylece anlaşılacağını bekliyoruz.

' Y ÜKSEK Mimar Sedat Çetintaş bu bina için (... Mimar Hayreddine 1486 da yaptırdığı bu kıymetli Türk hastanesi, XIX. asır sonlarında Garp şehirlerinin birkaçı tarafından kopya edilmiş, Türk mimarî tarihinin ve Türk tababet tarihinin bir incisi ola­ rak Edirnede yaşamaktadır.) diyor. Edimenin eski Bayındırlık Müdürü Kemal Ölçer de (21/nisan/1936 -Cumhuriyet) te şöyle diyor: (...Koca üstad Mimar Hayreddinin ince bir zekâ ve büyük bir meharetle vücude gdtirdiği Darüşşifa... ne kadar

yük-fasılları icra eder ve akıl hastaları bir taraftan, nadir çiçeklerin bezediği bahçeleri ve gülistanları seyrederken bir taraftan da musiki dinlerlerdi.

Fakat 3 hekim, 2 göz hekimi, 2 cerrah çalışan bir şifa müessese- sinde her türlü hastalar kabul ve te­ davi olunurken, Osmanlı İmparator­ luğunun düşkünlük devri başlayınca orası da yalnız delileri kabul eden bir timarhane olmuş ve bu sıfatını birinci Büyük Harp mütarekesine kadar devam ettirmiştir.

D UGÜN Edirne Darüşşifası kurta- rılmağa muhtaçtır. Tuncanın et­ rafı taşkına uğradığı vakit sular bina­ nın içinde bir metreye kadar yükselir Depo olarak kullanılan binanın gü­ zel pencereleri çamur ve molozla

örülmüştür. Mermer sütunları dev­ rilmeğe, zarif kubbeleri çökmeğe başlamıştır. Bu bakımsız dilber, korkulur ki bir gün ansızın tamamile çökecek ve geçmiş günlerin medenî şaheseri ortadan yok olacaktır. Bu­ na göre yalnız Edimenin değil bü­ tün Türkiyenin en kıymetli bir a- nıtını kurtarmak için çok acele et­ melidir.

Dr. O. Ş. ULUDAĞ (I) — Balkan harbinde kaybol­ duğu söylenen vakıfname bu harpten 4 sene sonra kaybolduğu bildirilen yerde tarafımdan kopye edilmiş ve 1925 te bir kitabımda yayınlanmış­ tır. Aslı Vakıflar Umum Müdürlü­ ğünde eski kayıtlar dairesindedir ve benim neşrettiğim suret aslına ta­ mamile uvgundur.

TÜRK ORDUSUNA HASRET

den doğmuştur. Bereket versin ki Yüksek Mimar Sedat Çetintaş eş­ siz selâhiyeti ve derin vukufu ile burasının detaylı relövelerini yap­ makla büyük hatayı tamir etmiştir. Darüşşifayı dolayısile ilgilendi­ ren başka bir dava vardır ki, o da bunun yanında bulunan medresenin (Tıb medresesi) olduğudur. Kaybol­ duğu zannedilen, fakat hakikatte mevcud olan vakıfnameye göre bu

sek bir zekâ ve meharet sahibi oldu­ ğunu bütün dünyanın teknik âlemi­ ne ispat etmiştir.)

Evliya Çelebiye göre Edirne Darüşşifasmın pencerelerinden (Cen- net-i Şeddâd) ı andıran gülistanlar seyrediliyordu. Ona göre Darüşşi- fanm on kişilik bir saz takımı vardı. Ney, keman, musikar, santur, çeng-i santur ile üç hanendenin bulunduğu bu saz takımları Hiiseyn-i Baykarâ

E

dirne, uzun yıllar İkinci Or­ dunun merkezi idi. Kılıç ses­ lerine, süvarilerimizin atlarının nâl seslerine, askerî bandolara pek alı­ şıktı. İstiklâl savaşı sırasında Edir­ ne düşman eline düştü ve 20 temmuz 1920 den 25 kasım 1922 ye kadar Yunan işgali altında kaldı. Fakat kurtulduktan sonra da yine uzun seneler ordumuza hasret idi.

Çünkü, vaktiyle Nöyi Ahitname­

sine konmuş ve Lozan muahedena- mesinde de tekrarlanmış olan bir madde Trakya hudutlarımızdan 60 kilometre gerilerine kadar olan böl­ geleri askerlik dışı bırakmıştı.

1938 de Selânikte yapılan görüş­ melerde Türk - Yunan dostluğu sa­ yesinde bu madde kaldırıldı. Ve Türk ordusu 20 Ağustos 1938 de heyecanlı bir törenle Edirneye gir­ di.

Ü

(14)

L DİRNE üçüncü Osmanlı padişahı Muradı Hü-davendigâr tarafından 1361 yılında zaptedil- miş ve İstanbulun zaptına kadar hükümet merkezi olarak kalmıştır. Evvelce Meriç kenarında ve ka­ le içinde küçük bir şehir olan Edirne, Türklerin eline geçtikten sonra genişlemeye, güzelleşmeye, camiler, saraylar, köprüler ve âbidelerle süslen­ meğe başlamıştır. İstanbulun fethinden sonra da Osmanlı padişahları Edirneyi ihmal etmemişler, zaman zaman bu şehre gelerek uzun müddet bu­ rada ikamet etmişlerdir. Bu suretle Edirnede en kıymetli Türk sanatkârları, muhteşem eserler ve âbideler vücuda getirmişler ve İslâm âleminin en muazzam camii olan Selimiye burada inşa olun­ muştur.

Edirne, ayni zamanda Avrupa içlerine akınlar yapan, Türk ordusunun hareket merkezi vazifesi­ ni de görmüştür. Bir ucu Viyana kapılarına, Adir- yatik denizine ve Polonya hudutlarına dayanan Türk ordusunun geri kuvvetleri Edirnede toplanır­ dı. Sefere çıkan padişahın otağı hümayunu Edirne civarına kurulurdu. Bu sıralarda Edirnenin nüfusu

da artar, ordu ile gelenler şehri doldururdu. On yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda Edirne, Os­ manlI imparatorluğunun en kalabalık ve mamur şehirlerinden biri idi. O devirde Edirnedeki cami­ lerin sayısı üç yüzü aşmış bulunuyordu. Buna mes­ citler ve zaviyeler de ilâve olununca ibadethane­ lerin adedi bin beş yüze baliğ oluyrdu ki bunlar­ dan bugün ancak 70 - 80 tanesinin kalmış olduğu görülüyor.

On yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda Edirne mühim bir ticaret merkezi idi. Edirne çarşılarında en kıymetli eşya, en nadide sanat eserleri bulunur, İngiliz, Fransız, Hollanda ve İtalyan tacirleri bü­ yük mikyasta alış verişler yaparlardı. Edirne sa­ raylarını süsleyen nakişkâr, sanatkâr, hattat ve mi- miralar bu emsalsiz şehrin güzelliklerinden ilham alırlar ve orada yerleşerek geniş bir sanat muhiti vücuda getirirlerdi. Edirnenin zamanımıza kadar kalan âbidelerinde bu sanatkâr ruhun akislerini hayranlıkla seyretmemek kabil değildir. Zamanı­ mıza kadar kalan camilerden en mühimlerini bu­ rada zikrediyoruz:

YILDIRIM CAMİİ

Edirnedeki camilerin en eskisi Yıldırım ca- miidir. Şimdi bir kısmı harap bir halde bulunan Yıldırım camii bir Bizans kilisesinin enkazı üze­ rine kurulmuştur. Yıldırım Beyazit devrinde cami haline getirilen bu eser zaman zaman tamir edi­

lerek bugüne kadar kalmış en eski âbidelerdendir. Duvar işçiliği bariz bir hususiyet taşımaktadır. Ev­ velce Yıldırım camiinin güzel bir şadırvanı, mü­ kemmel bir imareti de varmış. Fakat bugün bun­ lardan hiç bir eser kalmamıştır.

ESKİ CAMİ

Yıldırım camiinden sonra Edirnenin en eski âbidelerinden olan Eski camiin inşasına, Süleyman Çelebi tarafından başlanmış araya giren uzun fa­ sılalarla on bir senede ve Çelebi Sultan Mehmet zamanında tamamlanabilmiştir. (1414) Osmanlı mimarisinin ilk örneklerinden olan Eski cami, do­ kuz kubbe üzerine kurulmuştur ve üç kapılıdır. Dört köşe kalın sütunlara istinat eden kubbeler Es­ ki camiin hususiyetini teşkil etmektedir. İki

mi-nareli olan Eski camiin minarelerinden biri tek, diğeri iki şerefeli ve iki yolludur. Camün içinde­ ki yazılar ve minberin üstündeki oymalar ve ya­ zılar cidden sanatkâranedir.

Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde, Eski cami­ in kıble tarafında güzel sesli kuşlar, güzel kokulu ve çeşitli çiçeklerle dolu bir bahçe bulunduğunu, gül, sünbül, nerkiz ve zanbak mevsiminde bu çi­ çeklerin cemaat safları arasındaki çiçekliklere di­ zilip cami havasının güzel kokularla tazelendiğini yazmaktadır. Kış mevsiminde abdest almağa mah­ sus musluklardan sıcak su aktığı da rivayet olun­ maktadır.

Eski cami, eskidenberi cemaati en çok cami olup bütün gün cemaatsiz kalmaz. Son 1953 zel­ zelesinde zarar gören Eski cami şimdi esaslı su­ rette bir tamir görmektedir.

ÜÇ ŞEREFELİ CAMİ

Edirnenin en meşhur ve büyük camilerinden biri olan Üç şerefeli camiin dört minaresi vardır. Bu minarelerden ikisi birer şerefeli, biri iki şere­ feli, biri de üç şerefelidir ki, cami ismini bu üç şerefel minareden almaktadır. Baklava biçimin­ deki motiflerle süslenen bu minarenin her iiç şere­ fesine ayrı ayrı yollardan çıkılmaktadır. Dünyanın en yüksek minaresi olan bu üç şerefeli minarenin yüksekliği 67 metre 62 santimetre olup inşası tar- ziyle Osmanlı mimarisinin en karakteristik âbide- lerindendir. Tek şerefeli minarelerden birine

bur-malı minare, diğerine de Çubuklu minare adı ve­ rilmiştir.

Üç şerefeli camiin inşası İkinci Sultan Murat zamanında tamamlanmıştır. Fakat mimarının kim olduğuna dair hiç bir kayde rastlanamamıştır. Ca­ miin beş kapısı vardır ki bunların doğrama kısım­ ları çok sanatkârane ve her kapının üstünde çok güzel bir hatla yazılmış âyetler mevcuttur. Cami duvarları çıplak taş olarak bırakıldığından çok es­ ki ve âbidevî bir tesir uyandırmaktadır, içerisi loş­ tur. Avlu pencerelerinden ikisinin üst kısımları çi- nî ile kaplanmış olup bunlardan birinde lâcivert üzerine beyaz, diğerinde beyaz üzerine lâcivert ola­ rak İkinci Sultan Muradın ismi yazılıdır. Avlu­ daki revak kubbelerinden bazılarının içindeki ori­ jinal kalem işleri oldukça iyi muhafaza edilmiştir. Bunlar, İkinci Murat devrinin tezyini motifleri hakkında esaslı bir fikir vermeleri itibariyle çok ehemmiyetlidir. Ayni zamanda bunlar, Fatihten evvelki eski kalem işlerine ait bilinen yegâne ör­ neklerdir.

Evliya Çelebi: «Bu kubbeler serapa pürnur olup üzerine mersum renk renk şükûfeler gûya sahip nüma ve gusundur..» diye bunları methet­ mekte ve «Cami etrafının çiçek bahçeleriyle çev- riimiş olup mevsimine göre saflar arasına vazo­ lar içinde çiçekler sıralandığım ve açık pencere- ieıden gelen çiçek kokulariyle cami içerisinin da- ,ma ferahlık veren taze bir hava ile dolduğunu» kaydetmektedir. Halk arasında Üç şerefelinin ka­

pısı, Selimiyenin yapısı, Eski camiin yazısı diye dillerde dolaşan bir söz vardır.

Burada da Eski camide olduğu gibi kış mev­ siminde abdest almak için musluklardan sıcak su akıtıldığı rivayet edilmektedir.

Edirne’nin en güzel camii olan Selimiye camii hakkında kıymetli tarihçi Tahsin Öz’ün bu sa­

yıda çok dikkate değer bir yazısı vardır.

•fa Selimiye’deki nefis çinilerden bir parça BAYEZİD II CAMİİ

Tunca nehri kıyılarında, II Bayezid’in emriy­ le mimar Hayrettin tarafından inşa olunan bu ca­ mi küçüklü büyüklü yüzü mütecaviz kubbelerle örtülmüş müteaddit yapılar topluluğundan ibaret­ tir. Bu binalar, iki minareli bir cami, bir Tıp med­ resesi, bir imaret, bir darüşşifa, çifte hamam, bir mutfak ve erzak depolariyle fırın ve ahır gibi kı­ sımlardan ibarettir ki heyeti umumiyesi geniş bir

(15)

/

X

cami, iki yanında küçük, ortada yanyana iki bü­ yük kubbeden mürekkeptir ve tek minarelidir.

Muradiye camimin asıl şöhreti zengin çinile­ rinin nefasetinden ileri gelmektedir. Altı köşeli lev­ halar halinde bulunan bu çiniler birbirine benze- miyen çiçek motiflerinden vücuda getirilmiştir. Bunlar beyaz zemin üzerine mavi renklerle işlen­ miştir. Camiin mihrabındaki çinilerin zarafet ve ihtişamı çok göz kamaştırıcıdır ve Türk çinicilik sanatının en güzel örneklerindendir. Evvelce cami­ in minaresi de yeşil çinilerle kaplı imiş. Fakat (H. 1165) büyük zelzelede minare yıkıldığından tamir edilmiş ve şimdiki halini almıştır.

İkinci Murat bu camiin sol tarafında büyük bir imaret, bir mevlevi tekkesi ve semahane de yaptırmıştır. İmarette mevlevî dervişleri, talebeler,, gelip giden misafirler yiyip içtikleri gibi, civarda- , ki evlerde oturanlara da ekmek ve yiyecek verilir­ miş. Eski şeyhislâmlardan Musa Kâzım efendi Edirnede sürgün bulunduğu esnada vefat ettiğin­ den bu camiin avlusuna gıömülmüştür.

BEYLERBEYİ CAMİİ

İkinci Murat devri valilerinden Yusuf paşa tarafından yaptırılan bu cami bugünkü haliyle çok haraptır. Edirnenin en eşiti eserlerinden olan bu cami bir kubbe ile yarım kubbeden mürekkep ga­ yet güzel ve şirin bir cami imiş. Arabesk kalem iş­ leri ile süslenen iç kısmı yüksek bir sanat değeri taşımaktadır. Vaktiyle burada bir de medrese var­ mış.

GAZİ MİHAL CAMİİ Üçşerefeli camiin üç şcrefeli minaresine ayrı ayrı iiç yoldan çıkılmaktadır.

saha işgal etmektedir ve sekiz senede meydana ge­ tirilmiştir.

Bu binalar topluluğu içerisinde dört köşe ya­ pısı ve geniş kubbesiyle derhal göze çarpan cami binası, tek şerefeli iki minaresiyle âdeta bir şa­ heserdir. Fakat Tunca kıyısındaki büyük rıhtımlar bakımsızlık yüzünden harap olduğundan camii her sene su basmaktadır. Bu sayımızda camiin darüş- şifa ve tıp medresesiyle tımarhane kısmına dair Osman Şevki Uludağın çok kıymetli bir yazısını da bulacaksınız. Evliya Çelebi darüşşifa hakkında:

«Hastalara deva, dertlilere şifa, divanelerin ruhuna gıda, ve defi sevda olmak üzere on adet hanende ve sazende gulâm ayrıldığı, bunların üçü hânende, biri neyzen, biri kanunî, biri musikârî, biri çengi, biri santurî, biri udî olup haftada üç gün gelerek hastalara ve delilere büyük kubbenin altında musiki faslı verdiklerini» yazmaktadır.

MURADİYE CAMİİ

Muradiye mahallesinde Saray içine bakan bir tepe üzerine İkinci Murat tarafından yaptırılan bu İç Eski camiden bir görünüş ve iki yollu, iki şerefeli minaresi

Edirnenin en eski camilerinden olan Gazi Mi- hal camii Tunca nehri kıyısında ve bu namdaki köprünün önündedir. Camiin solunda avlu içinde büyük bir de imareti vardır. Gazi Mihal beyin mezarı da camiin kıble tarafında olup yanında bu aileye mensup birkaç zatın daha mezarları vardır. Gazi Mihal camii de İkinci Murat devri eserlerin­ dendir.

DARÜLHADİS

Tunca nehri kenarına İkinci Murat tarafından yaptırılan küçiik, tek kubbeli, tek minareli bir ca­ midir. Evvelâ medrese olarak yaptırıldığı halde sonra camie tahvil edilmiştir. Mimarı bilinmiyorsa da bunun da Muradiyeyi ve Üç şerefeliyi yapan mimar tarafından yapıldığı tahmin olunmaktadır. Camiin etrafındaki mezarlıkta Osman oğulların­ dan birkaç şehzade ile bazı sultanlar gömülüdür.

ŞAHMELEK PAŞA CAMİİ

Şahmelek paşa camii, Gazi Mihal köprüsünün Edirne tarafındaki yol üzerindedir. Tek kubbeli ve duvarları çinî ile kaplıdır. Rutubetten ve ba­ kımsızlıktan çinilerin çoğu dökülmüştür. Camiin

(16)

minaresi Balkan harbinde yıkılmış, bina da çok zarar görmüştür. Şahmelek, Yıldırım Bayezid’in şehzadeleri arasında çıkan kavgalarda mühim rol­ ler oynamış, en sonunda Çelebi Sultan Mehmed ve İkinci Murat zamanında büyük hizmetler gör­ müş bir zattır. Camiin yanında gömülüdür. Önce­ leri buraca bir de medrese varmış.

KASIMPAŞA CAMİİ

Bu cami de Tunca nehri kenarında, Fatih devri vezirlerinden Kasımpaşa tarafından yaptırıl­ mıştır. Kiıişhane caddesinde ve gayet geniş bir bahçe içerisindedir. Cami tek kubbeli ve tek mi­ nareli clup çok cazip bir manzarası vardır. Ca­ miin tamamlandığı sene içerisinde ölen Kasımpaşa da buraya gömülmüştür. Tunca boyunda güzel bir de rıhtımı olup halkın nehirden su alabilmelerini kolaylaştırmak için taş merdivenleri vardır. Tun- canın yatağı dolduğundan şimdi meydanda birkaç basamağı kalmıştır.

SÜLEYMANİYE CAMİİ

Kirişhane caddesinde ve Tunca nehri boyun­ da yeşillikler içinde yapılan bu cami, Kanunî Sul­ tan Süleyman devri eserlerindendir. O devrin ve­ zirlerinden Süleyman paşa tarafından yaptırılmış­ tır. Zarif bir minaresi, dört sütun üzerne üç kub­ beli bir son cemaat yeri vardır. On sekizinci asırda yıkılmış olan cami, Birinci Mahmut zamanında esaslı bir tamir görmüştür.

AYŞEKADIN CAMİİ

İstanbul yolu üzerinde tek kubbeli, tek mi­ nareli bir cami olup Çelebi Sultan Mehmedin kızı Ayşe Hatun tarafından yaptırılmış güzel bir ca­ midir.

LÂRİ CAMİİ

Halk arasında Lâleli camii diye anılan bu ca­ mi Fatihin hekimliğini yapmış Abdülhamit Lâri tarafından yaptırılmıştır. (H. 1165) ve (M. 1752) zelzelesinde kubbesi yıkılan bu camiin üstü ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Bu cami de İstanbul yo­ lu üzerindedir.

SİTTİ SULTAN CAMİİ

Fatih Sultan Mehmedin zevcesi Sitti Sultan tarafından yaptırılmıştır. Bu cami son zamanlar­ da esaslı bir tamir görmüş olup halk arasında Sul­ tan camii diye anılır. 1485 yılında ölen Sitti Şah Sultanın mezarı kıble tarafında bulunmaktadır.

MEZİTBEY CAMİİ

Bu camiin minaresi evvelce yeşil çinilerle kap­ lı olduğu için Yeşilce cami diye de anılır. Eflâkta bir baskında ölen Mezit Bey adlı bir kumandan tarafından yaptırılmıştır. Bugünkü haliyle bu ca­ mi çok harap ve yıkılmağa mahkûm bir vaziyet­ tedir.

KADI BEDRETTİN CAMİİ

Tek kubbeli olarak inşa edilen bu cami İs­ tanbul yolundadır. Şeyhi Çelebi ve Şeyhislâm Ah­ met Şemsettin efendinin, babaları Kadı Bedret­ tin namına yaptırılmıştır. Bu camiin kubbesi bü­ yük zelzelede yıkılmış ve üstü ahşap bir çatı ile örtülmüştür.

YAHYA BEY CAMİİ

Tek minareli ve tek kubbeli olan bu kürjik camiin Mimar Sinan tarafından yapıldığı rivayet olunmaktadır. Çok harap ve bakımsız bir halde­ dir.

DEFTERDAR MUSTAFA PAŞA CAMİİ

Bu güzel cami de Mimar Sinanın eserlerin­ dendir. İnce, zarif minaresi, sade ve olgun cep­ hesiyle hususî bir mahiyet taşımaktadır. Kanunî Sultan Süleyman ve Selim II devri Defterdarla­ rından Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır.

Bu saydığımız camilerden başka Edirnenin

★ Üçşerefeli camiin giriş kapısı

devrimize kadar kalmış belli başlı camileri şun­ lardır:

Süle Çelebi camii, Selçuk Hatun camii, Kuş doğan camii, Şeyhi Çelebi camii, Hızır Ağa camii, Şeyh Şüca camii, Balaban Paşa camii,

Şahabet-iistündcki gözleri kamaştıran ihtişam

tin paşa camii, Söfu Bayezit camii, Hacı İvaz ca­ mii, Çavuş bey camii, Sarıca Paşa mescidi, Vize Çelebi mescidi, Taşlık camii, Atik Ali Paşa ca­ mii gibi eserler vardır. Fakat bunlar harap bir halde bulunmaktadırlar.

(17)

Edirneyi güzelleştiren meşhur köprülerden Yeni Köprü... Meriç nehri bu köprünün altından nazlı nazlı süzülerek akmaktadır.

E D İ R N E K Ö P R Ü L E R İ

E

DİRNE’nin en orijinal güzelliklerinden birini de Meriç ve Tunca nehirleri üzerine kuru­ lan köprüler teşkil etmektedir. Bu köprü­

lerin sayısı 9 adettir. Şehre gerek istasyon cihe­ tinden, gerek şimal tarafından girerken bu köprü­ lerden geçilir. Asfalt İstanbul yolunun açılışından

bu ağaçlıklar arasından geeçr.

İ( Edirneyi Karaağaç istasyonuna bağlı yan şose

n

1 *

ggHit ~

■:

ıs s k t *'*

?

m

■ > J

1

1

'

£ -Mi $

i

S İ L İ L j y v

% m fh .İt tfc

*: Pİr

U t

f l l I İ H

f

\*

1

fw

evvel Karaağaç istasyonu ile şehir arasındaki üç buçuk kilometre parke şose pek rağbette idi. Şeh­ ri istasyona bağlıyan bu şoseyi Edirnede pek iyi nam bırakan Vali Kadri paşa, 1882 yılında yap­ tırmıştır. Fakat sık sık taşan Meriç nehrinin su­ ları altında kalan bu şose, Edirne belediye reis­ lerinden Cezzarzade Dilâver bey tarafından, yo­ lun zemini yükseltilmek ve lâmbalarla aydınlatıl­ mak suretiyle yeniden yaptırılmıştır. Şoseye bu­ günkü parke taşlarını döşeten ve iki tarafına yont­ ma yaya kaldırımı yapan zat, Edirnede pek çok eserler bırakan Vali Hacı Adil beydir. Şosenin tam oltasında bir âbide vardır ki buna (Şehit Jan­ darmalar âbidesi) namı verilmektedir. Bu âbide 1913 senesinde Edirneye doğru ilerlemekte olan Bulgar askerlerine karşı koyan ve şehit oluncaya kadar kahramanca çarpışan dokuz jandarma ne­ feri namına dikilmiştir. Âbidenin mermer sütunu üzerinde dört siyah gülle vardır.

Şosenin nihayetinde ve sağ tarafta âbidevî Meriç çeşmesi, sol tarafta da yeni yapılan Şehir gazinosu vardır. Edirnenin en güzel köprülerin­ den biri olan Meriç köprüsü buradan bütün gü­ zelliğiyle görülür.

YENİ KÖPRÜ (MERİÇ KÖPRÜSÜ)

Yeni köprü veya Meriç köprüsü adı verilen bu güzel köprü evvelce ahşap imiş. 1832 senesin­ de Edirneyi ziyaret eden Sultan Mahmut II köp­ rünün kârgir olarak yapılmasını emretmiş, fakat malî sebeplerden dolayı inşaata ancak 1842 yılın­ da ve Abdülmecit zamanında başlanabilmiş ve beş senede tamamlanmıştır. Bu köprü 13 ayak üzerine 12 kemerlidir. Tam orta yerinde bir tarih kasrı ya­ pılmıştır. Bu tarih kasrının cephesine tâlik yazı ile bir kitabe hakkedildiği halde Yunan işgali esna­ sında bu güzel yazılar silinmiştir. Evvelce kasrın

Referanslar

Benzer Belgeler

It was shown that blood and urine lead levels were significantly elevated in the high risk subjects who worked in the environm ent w here the lead level in the

Bilateral vokal kord fiksasyonu olan 57 yaşındaki kadın hastada ise akut üst solunum yolu (ÜSY) obstrüksiyonu gelişmesi nedeniyle acil olarak trakeostomi açıldı..

[Concor] - [康肯錠] 返回 藥品介紹 藥師 藥劑部藥師 發佈日期 2010/02 /11

araştırmalar, harfleri elle yazarken yapılan hareket- lerin ve ortaya çıkan şekillerin beyinde kaydedilme- sinden ve bu mekanizmaların birbiriyle ilişkilendi- rilmesinden

Buna göre ölçekte yer alan her bir maddenin ve her bir faktörün, ölçeğin geneli ile ölçülmek istenen özelliği ölçebilme amacına anlamlı düzeyde hizmet ettiği ve her

Doğa aşığı, kuş ressamı Salih Acar mücadeleli hayatında kar­ şılaştığı her güçlük, geçirdiği her acılı olaydan sonra daha da güç­ lenmiş ve yenilenmiş

Bakım amaçlı merkezlerde, program çocukların fiziksel bakımı ve dengeli bir beslenmenin verildiği güvenli bir ortamı sağlamaya önem veriyordu, öte yandan

 Sonuç olarak, çalışmamızda mikst tipte hücre morfolojisine sahip GİST’ lerde epiteloid hücre morfolojisindeki alanlardaki mitoz sayısı, iğsi alanlardaki mitoz sayısına