Mustafa Müftüoglu
Sehzâde Âbid Efendi’nin anlattiklari
Sultan İkinci Abdülhamid Hân'in (...) en küçük oglu/sehzâdesi Haci Mehmed Âbid Efendi'nin (17.05.1905 Yildiz Sarayi - 08.12.1973 Beyrut) hayatinin son yillarinda Sayin Taha Toros'a anlattiklarinin bir kismini naklederek mühim bir kaç gerçegi hatirlatmaya çalisacagiz. Âbid Efendi ile yaptigi görüşme (mülâkat-röportaj) söyle basliyor Sayin Taha Toros:
- Birinci Dünya Savasi'nda, Çanakkale'nin düşmanlar tarafindan zorlanmasi üzerine Ittihatçilarin telâslandigi biliniyordu. Bu bakimdan hükümet bâzi tedbirler almayi tasarliyordu. Meselâ, Pâdişâh (Sultan Resad) Dolmabahçe Sarayi'ndan, eski pâdisahi da (Sultan Hamid) Beylerbeyi Sarayi'ndan
kaldirip, bunlarin düşman eline geçmeyecek şekilde Anadolu şehirlerine götürülmesi Ittihatçilarin tasarilari arasindaydi. Sultan Resad hükümetin her dediğine boyun eğecek yumusaklikta bir insandi. Bu bakimdan onun rizasini almak problem olamazdi. Çetin mesele eski pâdişâh Sultan Hamid'in
İstanbul'dan Anadolu'ya götürülmesine rıza gösterip göstermeyeceği üzerinde toplaniyordu. Onunla bu temasin gizli yapilmasi gerekti. Hattâ o kadar gizli yapilmasi lüzumluydu ki, bu konuda araci kullanilmasi bile mahzurluydu.
Sultan Abdülhamid'le temaslar, Sadrâzam Talât Pasa ile Baskumandan- vekili Enver Pasa tarafindan yapilmisti. Oğlu Âbid Efendi bu konuyu söyle özetledi:
Paşalar babami, gece kimsenin göremeyeceği saatlerde ziyaret ettiler. Annemle Sultan Hamid'in diğer hanimlari ve hizmetkârlari, böylesine ânî ve gece karanliginda yapilan ziyaretten fazlasiyla endişelendiler!.. Hattâ
babama bir su'i-kast yapilacagi şüphesine düştüler, korku içerisinde titreşip durdular. Ben yanlarindaydim. Sahilden gelen pasalarin babamin odasina girmelerini, bütün şiddetiyle çarpan kalbimle izledim. Talât Pasa ile Enver Pasa babamin bulunduğu odaya girdiler. Her ikisi de, eski bir pâdişâh olan babama -sanki günün hükümdari imiş gibi- yerlere kadar temennalarla ilerledi. Tarifi ancak görülmekle mümkün olabilecek asiri bir saygiyla, hattâ riya dolu bir saygiyla elini öptüler. Kapi araligindan iyice gözetleyebildim. Babam Abdülhamid onlari ayakta, fakat hiçbir zaman bulunduğu yerden ilerlemeyerek karsiladi.
O gün devleti parmaklarinda ve dudaklarinda tutan bu iki ünlü pasanin beklenmedik ziyaretleri, hele önceden tahmini mümkün olmayan protokol kaidelerinin üstünde asiri hürmetleri karsisinda, babamin zerre kadar sasirmadigini ve ziyaretçilerine karsisindaki koltuklara oturmalari için eliyle yaptigi işareti bugün olmuş gibi hatirliyorum.
Ben o anda, bu ziyaretin sebebini bilmeden, merak içinde olan annemle; babamin diğer haniminin birlikte bulunduğu odaya kostüm. Onlara endişe etmemelerini söyleyerek gördüklerimi çarçabuk anlaftim Pasalarjn jestini ve asiri saygilarini öylesine heyecanla anlatmis olacagim ki, bundan kendine
göre bir mânâ çikartan annem Naciye Sultan (1887-1923): "Allah büyüktür. Insaallah Sultanimi tekrar tahta davet ediyorlar" dedi.
Ancak, pasalarin babamin yaninda uzunca müddet oturduklarini biliyorum. Bu misafirlere o gece, Beylerbeyi Sarayi'nda neler ikram edildiğini unutmuş olacagim.
Misafirler gittikten sonra Kadin-Efendiler, Muhafiz Beyler ve yakin
hizmetkârlar odalarda bu ziyaretin neticesini yorumlamaya çalistilar. Bir gün sonra öğrendik ki, Talât Pasa ile Enver Pasa, Çanakkale'deki savasin
muhtemel kötü neticelerinden bahşetmişler. Sultan Resad'la babamin ve Veliahdin Anadolu'ya götürülmeleri plânini açiklamislar. Eski hükümdardan, tecrübeleri nedeniyle mütalâsini sormuşlar. Sonradan babamin anlattigina göre, pasalari büyük bir sükûnetle dinlemiş. Onlara sahsî görüsünü ve tavsiyesini asagi yukari su sözlerle bildirmiş:
SULTAN HAM İD DİYOR Kİ:
Ben yerimden bir adim bile kimildamam ve bir yere gitmem. Biraderim Pâdişâh (Sultan Resad) için de tavsiyem, saraydan asla ayrilmamasidir. Allah göstermesin bir ayrilik hem ordunun, hem milletin mânevîyyatini bozar. Yenilmek mukadderse bu ayrilik onu çabuklastirir.
Ben pâdişâh iken, Balkan milletleriyle topragimizda gözü olan ve ülkemizi parçalamak isteyen büyük devletlerle daima baris yolunda yürümeye çalistim. Pâdisahliktan ayrilirken yeni idareye miras olarak büyük bir vatan topragi birakmisti. Bu değerli topraklar gün geçtikçe düsmanlarimizin eline geçti. Kala kala elde bugünkü topragimiz var. Şayet Çanakkale'de
tutunamazsaniz, bu durumunuz İstanbul'un düşman eline geçmesine hizmetten başka bir şeye yaramaz.
Ben, büyük ceddim Fâtih Sultan Mehmed Hazretleri'nin zaptedip milletimizin gözbebeği haline gelen ve devletimizin merkezi olan İstanbul'u düşman isgâli altinda görmektense, topragin altina girmeyi ve onlarin kursunlari ile bu sarayda ölmeyi tercih ederim. Biraderimin (Sultan Resad'in) İstanbul'u terk etmesi yolundaki tavsiyenize gelince, bu husus tarihimize büyük bir leke olarak geçer. Bundan kat'i olarak vazgeçilmesini tavsiye ederim." Âbid Efendi babasi Sultan Hamid'in son günlerini ve vefatini söyle anlatti: SON GÜNLERİ
Ölümü, normal bir ölümdü. Zaten yetmiş alti yasina gelmiş, saltanati günlerinde de çok tehlikeli olaylar geçirmiş, su’i-kastten kurtulmuş, hele sürgünde yasadigi yillarda memleketin ve milletin savaşlarla ugradigi toprak ve insan kaybindan büyük üzüntü duymuş, her gün yeni bir felâket işittikçe içi içine sigmaz olmuştu!..
Ittihatçilarin tedbirsizliği yüzünden, koca Rumeli’den İstanbul’a doğru atilmamizi, Arnavutluğun, Trakya’nin bir bölümünün kaybi, Afrika’daki Trablusgarb olayi, Mekke ve Medine gibi Müslümanligin ocagi olan
mukaddes yerlerin kaybi, münbit Mezopotamya’nin elden çikisi, Suriye’nin karisikligi babamı son derece üzmekteydi...
İleri yasinin normal sayilan hastaliklarina dişini sikarak katlanabiliyordu. Ancak, memleketin o günkü haline, ecdâd kanlariyla yoğrulmuş
imparatorluk topraklarinin erimesine, savaşlarda kaybedilen insanlara öylesine üzülüyordu ki, bu felâket haberlerinin çöküntüsü içersinde âdeta ölümü bekler olmuştu!..
Babam Abdülhamid’in cenaze merasimi de hiç unutamayacagim hazin hâtiralarim arasinda mühim bir yer alir. Kat’iyyetle iddia edebilirim ki, Osmanli Devleti’nin son döneminde ölen hiçbir pâdisaha bu kadar büyük merasim yapilmamistir. Oysa, babam öldüğünde hükümdar değildi. Bir fetvâya dayanilarak Parlâmento karariyla tahtindan uzaklastirilmis,
gözaltinda tutulan eski bir pâdisahti. Hükümet ve millet üzerinde hiçbir tesiri yoktu. Hattâ geniş bir topluluğun gözünde, pek de lehinde, olmayan
kötülüklerin töhmeti altinda bulunuyordu!.. Öyle olmasina rağmen
cenazesinde bütün İstanbul sanki ayakta onu uğurluyordu. Sultanahmed’ten Divanyolu’na eller üstünde götürülen tabutunu pencerelerden ve çatilardan izleyen kadinlarin gözyaslari, gelenin gideni çok çok arattiginin bir
işaretiydi."
Ölmeden bilinmedi kadri Babam Abdülhamid Hân’in Hiç kimseye bâkî değildir. İtibari bu fani cihanin Ayşe Osmanoglu (Sultan Hamid’in kizi)
Milli Gazete 18.02.2000
bv Muhammed Faruk
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi