• Sonuç bulunamadı

FAİZ EKONOMİNİN VAZGEÇİLMEZİ MİDİR?

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "FAİZ EKONOMİNİN VAZGEÇİLMEZİ MİDİR?"

Copied!
6
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

$

FAİZ EKONOMİNİN

VAZGEÇİLMEZİ MİDİR?

ÖZET: “Satış söz konusu olduğunda ise günümüzde birin-ci sırada akla gelen şey paradır. Para malların takas edilmesindeki güçlükler nedeniyle insanların bir değişim aracı olarak değer atfet-tikleri şeyin adıdır. Bu ‘şey’ günümüzde iktisadi hiçbir değeri olma-yan banknottur. Nihayetinde banknot taklit edilmemesi için belli şekil şartlarına tabi kılınmış bir kâğıttır. Hatta günümüzde bu ihti-yaç da azalmış, para gerek kredi kartları vasıtasıyla gerek internet üzerinden yapılan aktarmalar dolayısıyla ‘hesabi’ bir şekle dönüş-müştür. Faizli krediler üretim maliyetlerini de yükseltmektedir. Ni-tekim üretim risk üslenmeyi gerektirirken faiz veren taraf belli bir geliri önceden garanti etmektedir. İşlerin ters gitmesi durumunda ise ağır iflaslarla karşı karşıya kalma durumu söz konusudur. Zira faiz bir taraftan devlet garantisi altındadır, bir yandan da ödenme-mesi durumunda katlanmakta ve devlet gücü kullanılarak, yatı-rımcının elinde üretken ne varsa el konulmaktadır Faiz kapitalist ekonominin vazgeçilmesi olabilir. Ama ‘başka bir dünya’ da vardır. Örneğin sosyalist ekonomi faizi de ticareti de kabul etmez. Kapi-talist ekonomi ikisini de kabul eder, mutedil bir din olan İslam ise ticareti kabul ederken faizi yasaklar. Bir başka açıdan bakıldığında bugün dünya ekonomisinin % 90’dan fazlasını temsil ediyor olması nedeniyle kapitalist ekonomi için vazgeçilmez olan faiz, alternatif-siz değildir.”

ANAHTAR KELİMELER: Faiz, para, mal, ekonomi, kriz, iflas, kapitalist.

ABSTRACT: “When it comes to sales, what comes to mind today is paradise. Money is the name of what people value becau-se of the difficulties of exchanging goods as a means of exchange. This ‘thing’ is the banknot which has no economic value today. In the end, the banknote is a paper that has been subjected to certain form conditions so as not to be imitated. Even today, this need has diminished and the money has become ‘accounted’ by means of credit cards and transfers made via the internet. Interest-bearing loans also increase production costs. As a matter of fact, when the production risk requires to be raised, the interest party guarantees a certain income in advance. If things go wrong, it is the case of facing heavy bankruptcies. Because interest is on the one hand un-der the guarantee of the state, on the other hand it collapses if it is not paid and it is seized if the investor is productive by using state power. Interest may be the abandonment of the capitalist economy. But there is also another world. For example, socialist economy in-terest does not accept trade either. The capitalist economy accepts both, and Islam, a moderate religion, forbids interest while accep-ting trade. In another respect, the interest that is indispensable for the capitalist economy is not an alternative, since today the world economy represents more than 90%. “

KEYWORDS: Interest; money; goods; economy; Crisis, bankruptcy; capitalist.

(2)

Giriş

Faiz günümüzün hâkim eko-nomi anlayışı olan kapitalizmin önemli uygulama araçlarından birisidir. Kapita-list sistem içerisinde bankacılık vasıta-sıyla tasarrufları yatırıma kanalize ettiği varsayımı ile kabul gören faiz, devletler bakımından da artık olağan bir gelir kabul edilen borçlanmanın bir maliyeti olarak bütçelere yansımaktadır. Bu ma-liyet kimi zaman öyle yükselmektedir ki; devletler bu sorunun üstesinden gelmek için ya ağır koşullar altında daha faz-la dış ve iç borçfaz-lanma ile ya da yeni bir krizle karşı karşıya gelmektedir. Nitekim 2008 sonrası yaşanan ve şimdiye kadarki en büyük ikinci kriz olarak kabul edilen global finansal kriz de esasen faiz taban-lıdır.

Kapitalizm uluslararası ekono-mik ilişkilerde dominant olsa da; dünya ekonomisinin % 10’a yakını üzerinde etkisi olan, diğer bazı hususlarla birlikte kapitalist sistemin aksine riskleri birlikte üslenme esasına göre çalışan, reel sektö-rü fonlayan ve genellikle de İslam Eko-nomisi olarak isimlendirilen ekonomi anlayışı vardır. Kriz esnasında dikkatleri çekmeyi başaran İslam ekonomisinin, kapitalist ekonomiden ayrılan yönleriyle ekonomilerin istikrarına katkı sağlaya-cağı düşünülmektedir. Bu farklardan en

önemlisi, işlemlerin faize değil kar ya da zarara katılım merkezli yürütülmesidir. Konu aşağıda kar payı-faiz farklılığı da dikkate alınarak faizin yol açtığı ekono-mik, sosyal, hatta siyasi yansımaları ile birlikte analiz edilmiştir.

Terminoloji

Faiz iktisat teorilerinde çeşitli şekillerde meşrulaştırılmaktadır. Ama esasen borçlanma ya da alışverişte ve-rilen kısmın (para ya da mal - hizmet) daha fazlası ile geri alınmasını düzenle-yen sözleşme olarak tanımlanabilir. Para ekonomisinin son derece yaygınlaştığı günümüzde bu durum kendisini daha çok borçlanma şeklinde göstermektedir. Faiz ise bu sistem içerisinde birçok za-man ‘paranın satışı’ şeklinde tezahür et-mektedir. İslam ekonomisinde ise satışa konu olan şeyin para olması söz konusu değildir. Verilen finans desteği mutlaka piyasada karşılığı olan reel bir değer ol-mak zorundadır. Bir başka deyişle İslam ekonomisinde satışa konu olan şey faizli ekonomide olduğu gibi para değil, mal ya da hizmettir.

Satış söz konusu olduğunda ise günümüzde birinci sırada akla gelen şey paradır. Para malların takas edilmesin-deki güçlükler nedeniyle insanların bir değişim aracı olarak değer atfettikleri şeyin adıdır. Bu ‘şey’ günümüzde ikti-sadi hiçbir değeri olmayan banknottur. Nihayetinde banknot taklit edilmemesi için belli şekil şartlarına tabi kılınmış bir kâğıttır. Hatta günümüzde bu ihtiyaç da

azalmış, para gerek kredi kartları vası-tasıyla gerek internet üzerinden yapılan aktarmalar dolayısıyla ‘hesabi’ bir şekle dönüşmüştür.

Faiz bilinen bütün medeniyetler-de var olmuş bir olgudur. Mısır, Sümer, Babil, Asur, Eski Yunan, Roma gibi top-lumlarda kurumsal örnekleri görülmüş-tür. Ancak her dönemde de tartışmalı olmuştur. Nitekim M.Ö yaşamış olan Aristo ve Eflatun da faize karşı çıkmış-tır. Onlara göre çirkin bir kazanç yolu olarak gördükleri faiz zenginlerle fakir-leri karşı karşıya getirerek devletin sela-metini tehlikeye atabilir. Yine bütün bu dönemlerde faiz ya kerih görülmüş, ya da vereceği zararlar dikkate alınarak sı-nırlandırılmıştır. Örneğin Eski Mısır’da faizin anaparayı geçmesi yasaklanmış, Eski Yunan’da da üst limit olarak % 12 belirlenmiştir.

Modern dönemlerin en ünlü iktisatçılarından Keynes de ekonomide sıfır faizi savunmuştur. Keynes (1883-1946) düşünceleri ekonomilerde hala et-kili İngiliz kökenli bir iktisatçıdır. Ancak Keynes’in bu düşüncesi bireysel bir dü-şünce olarak kalmış gözükmektedir. Zira faiz günümüzde kapitalist ekonominin vazgeçilmezi olmuştur. Bu yüzden de faiz bugünkü ekonominin bir ‘gerçeği-dir.’ Zira ekonominin % 90’ından fazlası-nı temsil eden kapitalizmin bütün versi-yonları faizli ekonomiye dayanmaktadır. Geçmiş medeniyetlerde en azından ke-rih görülen faiz ilahi kökenli dinler ba-kımından da kabul görmemiştir. Ancak 1500’lü yıllarda başlayan reform

(3)

hareketleri ile Avrupa’da kilisenin ege-menliğinin süreç içerisinde sona er-mesiyle birlikte, din ile güncel yaşam ayrıştırılarak seküler bir toplum yapısı doğmuş, seküler olan bu yapı zaman içe-risinde hukuki statü kazanarak laikliği doğurmuştur. Bu süreç devlet işleyişi ba-kımından din kurallarının etkisinin sı-fırlanmasıyla neticelenmiştir. Ekonomi-nin ilkeleriEkonomi-nin oluşması, sanayileşmeEkonomi-nin başlaması ve üretim şekillerinin değiş-mesi gibi nedenlerle faiz kapitalist eko-nomilerin vazgeçilmezi haline gelmiştir. Yahudilerin kendi aralarında yasaklayıp Yahudi olmayanlar bakımından uygula-makta sakınca görmedikleri faizin İslam dini bakımından yasaklandığına dair her hangi bir tereddüt yoktur. Tartışma bir takım uygulamaların faiz olup olma-dığına dairdir.

Para-Faiz İlişkisi

Ekonomide asıl olan para değil mal ya da hizmettir. Mal ya da hizmet ile temsil edilmeyen paranın ekonomi-lerde istikrarsızlığa yol açma potansiye-li taşıdığı göz ardı edilmemepotansiye-lidir. Faiz iddia edilenin aksine paranın kullanım hakkından vazgeçmenin bir karşılığı değil, sahibince çalıştırılmayan - çalış-tırılamayan paranın karşılığıdır. Çünkü “iktisadi” değeri olan para değil, mal ya

da hizmettir. Paranın mal ya da hizmet-le temsil edilmemesi ve kendisinin baş-lı başına bir değer olmaması nedeniyle ekonomik istikrarsızlığa yol açma po-tansiyeli taşımaktadır.

Bankalar elbette sadece tüke-tim kredileri vermezler. Yatırıma dönük kredilendirmenin de portföy içerisinde önemli yeri vardır. Bankalar bu fonk-siyonu icra ettikçe nisbi bir başarı elde edilse de, kredilerin yüksek gelirlilere verilmesi gelir uçurumunu büyütürken, tüketime dönük kredilendirme ekono-miyi makroekonomik, kişi ve aileyi de mikroekonomik sorunlarla karşı karşıya bırakmaktadır. Oysa bu fonların faizsiz finansman aracı olarak kullanılması, ekonomide somut bir karşılığı gerektir-diği için, bahsedilen türden sonuçların çıkması ihtimali azalacaktır. Para-fa-iz ilişkisinin ikinci ayağı da devletlerin borçlanmasıdır ki, kimi ülkelerde bu borçlar için ödenen faiz GSYH’nin de üzerine çıkmıştır.

Bankacılık sistemi tasarrufla-rı yatıtasarrufla-rıma çevirdiği ölçüde başatasarrufla-rılıdır. Konvansiyonel bankalar öncelikli olarak geri dönüşü hesapladıklarından kredi-lerin yüksek gelirlilere tahsisini önem-serler. Faizsiz bankacılıkta ise geleneksel bankaların da kısmen yaptıkları gibi, somut bir karşılık olmaksızın finans desteği söz konusu olmaz. Dolayısıyla

tasarruflar piyasaya mal ya da hizmet şeklinde döner. Örneğin konvansiyonel bankaların fonladığı tüketici kredileri için böyle bir karşılık söz konusu değil-dir. Katılım bankalarının verdiği finans desteğinin diğer önemli ayırt edici tara-fı ise riskin eşit bir şekilde paylaşılmış olmasıdır. Faizin yaygınlaşması kişile-ri kişile-riskli üretimden ziyade kişile-risksiz ranta kaydırmakta ve bunun yaygınlaşması ekonomik ilişkinin sürdürülebilir olma-sını engellediğinden bireysel, aile, firma ya da devlet düzeyinde hatta uluslararası ekonomik kriz potansiyeli taşımaktadır.

Ekonomik Etkiler

Kapitalist ekonomilerde sıklık-la ekonomik krizlerin yaşanmaktadır. Bunun önemli bir nedeni sistemin bel kemiği olan faizin ekonominin tam ka-pasite ile kullanımını önlemesidir. Hali hazırda devletlerin çeşitli şekillerdeki müdahalesi bunu sınırlandırsa da genel-likle devletler birikmiş bir şekilde birkaç yılda yeni bir ekonomik krizle yüz yüze gelmektedir. Bu krizler ekonomilerin küreselleşmesi nedeniyle de tüm dün-yayı etkiler bir hal alabilmektedir. Ni-tekim 2007 sonrası meydana gelen kriz hem faiz (mortgage) tabanlıdır, hem de küreseldir. Aradan geçen 10 yıla rağmen etkileri de halen devam etmektedir.

(4)

Faiz üretim sürecindeki riskler nedeniyle atıl (doğrudan üretimle ilgili olmayan) alanlara kaymaktadır. Bunu ekstrem uçta düşünecek olursak, herke-sin bu alana yönelme eğiliminde olması üretim azalışına, dolayısıyla enflasyon, işsizlik ve cari açık gibi ekonomik istik-rarsızlıklara yol açma potansiyeli de taşı-maktadır.

Faiz tasarrufları bir araya ge-tiriyormuş gibi gözükmesine rağmen, sembolik faizle toplanan fonlar yüksek faizlerle dağıtılmak suretiyle ekonomide karşılıksız değer (balon) oluşturulmak-tadır. Karşılıksız değerin en önemli so-nucu da enflasyondur. Karşılıksız para basmak gibidir. Zira ekonomide mal ya da hizmet şeklinde bir değer olmaksızın basılan para ekonomiye enflasyon olarak yansır. Enflasyon ise devlete de bireye de haksız kazanç sağlar. Parayı artırıyormuş gibi gözüken faiz enflasyonun etkisiyle zaman içerisinde erimektedir. Faizde ka-zanan yine parayı pazarlayanlardır.

Yatırımları teşvik ediyor gibi gözüken faiz yatırımlar üzerinde de olumsuz etkiler meydana getirmektedir. Türkiye 1990’lı yıllarda bunun somut so-nuçlarıyla karşı karşıya kalmıştır. Bu dö-nemde devletin aşırı borçlanma ihtiyacı rant ekonomisi çok cazip bir hale ge-tirmişti. Zira devlet bu dönemde kamu hizmetlerinin finansmanı için yaygın bir şekilde yöneldiği iç borçlanmaya yüksek faiz veriyordu. Bu yıllarda Türkiye’nin

en büyük 500 şirketinin faaliyet dışı ge-liri % 132’ye kadar yükselmişti. Nitekim ülkemizdeki 500 büyük işletmenin bi-lançolarındaki faaliyet dışı gelir oranları yıllar itibariyle hızla artmıştır. Örneğin 1983 yılında ifade edilen işletmelerin bilânçolarındaki faaliyet dışı geliri %19.6 iken 1990’da %33.3, 1996 yılında bu oran %53’lere ve 1998’de bu oran %80’lere ulaşmıştır. Faaliyet dışı gelir ise üretim ve yatırım azalışı anlamına gelmektedir.

Bu dönem krizle neticelendi. Zira zaman içerisinde tüm vergiler bile faiz ödemelerini karşılayamaz hale geldi. Nitekim krizin zirve yaptığı 2001 yılında bu oran % 103 idi. Bu yüzden kamu hiz-metlerinin yürütülebilmesi için devlet sürekli daha yüksek bir maliyetle borç-lanıyordu. Bu öyle bir hal aldı ki; devlet ve % 450 ile borçlanmak zorunda kaldı. Ekonomik krizle birlikte bu yılların di-ğer ilginç bir sonucu ise vergi rekort-menlerinin de menkul sermaye iradı ge-liri olarak ifade edilen bu gelirden, yani faiz geliri elde edenlerden çıkmış olma-sıdır.

Gerek kişisel gerekse de devlet nezdinde borçlanmak gelecek nesillerin refahından çalmakla eş anlamlıdır. Dev-letlerin de bireylerin de öncelikli vazifesi gelecek nesillere daha güvenli bir ortam teslim etmektir. Bir başka deyişle şimdi-ki nesiller gelecek nesillerin varisi değil emanetçisidir. Devletler borçlandıkla-rında hem borç ve hem de bu borcun

fai-zini gelecek nesillerin üzerine aktarmak-ta, böylece onlara refah bırakmak yerine, onların refahından kullanmaktadır. Zira gerçekte mirasçımız olan gelecek nesiller sadece zenginliklerimizin değil, borçla-rımızın da mirasçısıdır.

Faizli krediler üretim maliyetle-rini de yükseltmektedir. Nitekim üretim risk üslenmeyi gerektirirken faiz veren taraf belli bir geliri önceden garanti et-mektedir. İşlerin ters gitmesi durumun-da ise ağır iflaslarla karşı karşıya kalma durumu söz konusudur. Zira faiz bir taraftan devlet garantisi altındadır, bir yandan da ödenmemesi durumunda katlanmakta ve devlet gücü kullanılarak, yatırımcının elinde üretken ne varsa el konulmaktadır. Dolayısıyla faizli sistem, böyle bir durumda ekonomide asıl olan üretim ve üreticiyi değil, karşılığında bir mal ya da hizmet olmayan faizi destekle-mektedir.

Faizli sistemdeki borçlanmalar-da kazanç gerçekleşsin ya borçlanmalar-da gerçekleş-mesin borç veren için faiz geliri peşin ve garantidir. Kazancın gerçekleşmesi, düşük gerçekleşmesi ya da yüksek ger-çekleşmesi durumunda da faiz garantisi sabit bir şekilde devam etmektedir. An-cak İslam ekonomisinde satılan şey para olmadığından kazancın-nemanın ger-çekleşmesi beklenir. Önceden belli de değildir garanti de değildir. Gerçekleş-tiğinde ise gerçekleşen miktarla orantılı bir paylaşım söz konusudur. Bir başka deyişle kara ya da zarara ‘katılım’ esastır. Bu katılım ise önceden belirlenen oran üzerinden değil, karlılık oranı üzerin-dendir. Bu durum doğal olana çok daha uygundur. Risk unsurunu barındırıyor olması tarafların hassasiyetini de artırır. Faizli işlemde banka için sıfır olan riskin tamamı yatırımcı tarafından üstlenil-miştir. Konvansiyonel bankaların kredi verirken risk analizi yaptığı doğrudur. Ancak bu analiz daha çok geri dönüşün sağlanmasıyla ilgilidir. Taraflardan birisi lehine dolayısıyla diğerinin aleyhine bir sonuç doğması kuvvetle muhtemeldir. Yatırım için bu sonuçlar öngörülse de tüketimde risk çok daha yüksek biçimde borç alan üzerindedir. Bu yüzden İslam ekonomisinde belli şartlarda yatırıma finans desteği mümkünken, tüketimin

(5)

fonlanmasına hiçbir şekilde izin ve-rilmemektedir. O halde adil paylaşım, ödünç muamelesinde doğabilecek risk-lerin ortak üstlenilmelidir. Buna kar-za-rar ortaklığı denmektedir.

İktisadî şartların nasıl tezahür edeceği önceden tam olarak tesbit edi-lemez. Kar etme ihtimalinin yanında, hiç kar edememe, hatta zarar etme ih-timalleri de vardır. Faizli kredi ile giri-şilen teşebbüs sonucu kar edilememesi, hatta zarar edilmesi halinde bile alacak-lıya anaparasıyla birlikte ayrıca faizin ödenmesi borçlu açısından apaçık bir haksızlık sebebi olmaktadır. Zira borçlu müteşebbis, üç türlü zararı birden gö-ğüslemektedir: Sarf ettiği emeğin boşa çıkması, borç aldığı anaparanın zararı ve faiz. Alacaklı, vadesi geldiği zaman hem anaparasını hem de faizini aldığı halde, borçlu, saydığımız bu külfetleri yüklene-rek büyük bir haksızlığa uğramaktadır.

Sosyal ve Siyasi Etkiler

Faizin sosyal sonuçları da vardır. Zira faizli sistemde güçlü bir sermaye-dar kesim doğmakta, bu şekilde fiili bir toplumsal tabakalaşma meydana gel-mektedir. Bu sermaye kesimleri kimi zaman hükümetleri tehdit edecek güce erişmekte, bu güce karşı zafiyet göste-ren hükümetler ise siyasi krizlere neden olmaktadır. Kimi zaman hükümetler bu yapılar tarafından açık açık tehdit bile edilebilmektedir. Türkiye’de geçmişte TÜSİAD’ın gazete ilanlarıyla hükümet-ler düşürülmesi, hükümethükümet-lerin basın patronlarınca tehdit edilmesi, karşılıklı işbirliği nedeniyle seçimlerin manipüle edilmesi, seçim sonrasında hükümetle-rin kurulmasında ya da yıkılmasındaki dış etkenler Türkiye’de yaşanmış örnek-lerdir.

Faiz, sürekli daha fazla ve kar-şılıksız para kazanma esasına dayandı-ğından toplumsal değerleri de dinamit-lemektedir. Yardımlaşma dayanışma, sevgi, şefkat gibi toplumu ayakta tutan değerleri faizli sistemde görmek müm-kün değildir. Bu yüzden devletler bu faaliyetleri vergi alarak oluşturduğu ku-rumlar vasıtasıyla ayakta tutmaya çalı-şır. Huzurevi ya da çocuk bakım evleri

gibi… Buralarda insanların fizyolojik ih-tiyaçları karşılansa da psikolojik ihtiyaç-larının karşılanması söz konusu olama-maktadır. Oysa, bir çocuk için en önemli ihtiyaç sevgidir.

Kapitalizm, sermayeyi belli ke-simlerin elinde toplayarak daha orga-nizeli şekilde üretim ve yatırıma akta-rılması, böylece geniş bir çalışan zümre oluşturulması hedeflenmektedir. Pozitif gibi gözüken bu şekildeki amaç, işçi sta-tüsüne indirgenen geniş halk kitlelerinin potansiyellerinden yararlanma imkanı ortadan kalkmaktadır. Birbirini besle-yen bu ikili den birisi diğerinin vazgeçil-mezi haline dönüşmüştür. Rekabet gücü olmadığından işçi statüsüne indirgenen geniş halk kitlelerinin potansiyellerini ortaya çıkaracak şartlar böylede ortadan kalkmaktadır. Ortaya çıkan geniş emekli kesimi ise sosyal güvenlik açıkları nede-niyle bir başka kriz riski taşımaktadır. Örneğin Avrupa Birliğinde sadece 80 yaşın üzerinde 20 milyon kişi yaşamak-tadır ve bunların işgücüne hiçbir katkısı yoktur. 2008 ekonomik krizin önemli ayaklarından birisi de sosyal güvenlik açıklarıdır.

Devletler özellikle dış borçlan-maya gitmek zorunda kaldıklarında borç verirken çeşitli şartlar ileri sürmektedir. Zira borç veren kurum genellikle ülke ekonomisi hakkında söz sahibi olmayı talep etmekte, borç alan ülke de buna rıza göstermek zorunda kalmaktadır. Bu

ise esasen egemenliğin istem dışı olarak sınırlandırılması anlamı taşımaktadır. Bu siyasi bir sonuç olarak görmezlikten gelinemez. Zira egemenlik devletin vaz-geçilmezidir, ama bu vazgeçilmezi borç ve faiz ödemeleri yüzünden örselenmek-tedir. Faizin devletlerin vazgeçilmezi olan bağımsızlıklarını örselediği gibi in-sanların özgürlüklerini de kısıtlamakta-dır. Zira bireysel olarak alınan kredilerin geri ödenmesi malvarlığınızla ilgili ta-sarruflarınızı sınırlandırmanın (ipotek) yanında, bütün planlarınızı borcun ve faizin geri ödenmesine göre yapmanızı, aksi halde bütün malvarlığınızı kaybet-me (haciz) riski olduğu kişinin hareket kabiliyetini sınırlandırmaktadır. Geri ödemedeki acziyet dolayısıyla müşterile-rin sıklıkla da hacizle karşılaştıkları gö-rülmektedir.

Faiz fiili köleleşmeye de neden olmaktadır. Nitekim faiz veren serma-ye sahibi olduğundan her zaman güçlü konumdadır. Faizli borç almak zorunda olan ise geciktirdiği her dönem için alı-cıya karşı daha zayıf kalmaktadır. Dev-letler ise faizli borç aldıktan sonra bir yandan borcu veren kurumun ekono-miye müdahalesi, bir yandan da ödemek zorunda olduğu faiz bakımından sürek-li bağımlılık oluşturmaktadır. Osmanlı Devletinin çöküşünde de böyle bir süre-cin etkili olduğunu unutmamak gerekir. İlk defa 1853-56 Kırım Savaşı esnasında borç alan Osmanlı, borçlarını

(6)

ödeyemediği için önce 1881’de Duyunu Umumiye İdaresinin kurulmasına rıza göstermek zorunda kalarak yarı sömür-ge bir hal almıştır. Arkasından bu alış-kanlığını devam ettirmiş ve borç sorunu Osmanlı devletinin yıkılmasından sonra da yakamızı bırakmamıştır. Bu borçlar yüz yıl sonra (1953) tam olarak tasfiye edilebilmiştir.

Faiz tam da kapitalizmin ruh ha-lini yansıtmaktadır. Zira çok parası olan paraya ihtiyacı olana, tam da onun bu ihtiyacını, hatta zaman zaman gerçekte olmayan ihtiyacını var etmek suretiyle,

daha çok kazanma ve kendisine bağım-lı kılma mantığına dayanmaktadır. Bir başka deyişle zor durumda kalmayan kişi ya da devletlerin böyle bir maliyeti üslenmeyeceği varsayımından hareketle, zor durumda olana yardım etmek yeri-ne, bunu fırsata çevirmek gibi bir düşün-ceyle hareket etmek bir taraftan bireysel, bir taraftan toplumsal ve bir taraftan da uluslararası ilişkileri bozma potansiyeli taşımaktadır.

Faiz bir açıdan da, saadet zinciri özelliği taşımaktadır. Zira somut bir kar-şılığı olmadan kazanmayı vaad

etmekte-dir. Üyelerin yeni katılımcı kazanmaları karşılığında komisyon aldığı sistem çok karlı gibi gözükmesine rağmen, belli bir aşamadan sonra dağıtılacak bir mebla-ğın kalmaması nedeniyle üyeleri ortada bırakmakta, olay zaman içerisinde top-lumsal negatif sonuçlar doğurabilmekte-dir. Bu sonuç faizli ekonomide irili-ufak-lı krizler şeklinde tezahür etmektedir

Sonuç

Faizli sistemin dominant yapısı insanları faizli sistemin alternatifi yok-muş gibi düşünmeye sevk ediyor. Oysa önce insanın ikna edilmesi gerekir. Hiç bir sistem insandan bağımsız çalışamaz. İkna etmenin bir yolu da insanın hassas tarafını temsil eden para konusunda on-lara güçlü bir güvence vermektir. Elbette bunu kurumlar tek başlarına yapamaz-lar. Konu siyasi desteği de gerektirmek-tedir. Bütün altyapısı ve kurumlarıyla faize dayalı kapitalist ekonomiye göre şekillenmiş, insanların bu yönde şart-landırıldığı bir toplum yapısında, faizsiz ekonomiye geçmenin zorlukları ortada-dır. Bu yüzden konuyu insan modeliyle birlikte ele almak gerekmektedir. Para insanın zayıf tarafını temsil etmektedir. Gerekirse belli bir süre devlet desteğin-de bu kurumların karlılıklarını azaltarak mudiler lehine işlem yapması gerekir. Tasarrufların yatırıma dönüştürülme-sinde tek ve alternatifsiz yöntemin faiz olmadığı noktasında güvence oluştur-mak gerekmektedir.

Faiz kapitalist ekonominin vaz-geçilmesi olabilir. Ama ‘başka bir dünya’ da vardır. Örneğin sosyalist ekonomi fa-izi de ticareti de kabul etmez. Kapitalist ekonomi ikisini de kabul eder, mutedil bir din olan İslam ise ticareti kabul eder-ken faizi yasaklar. Bir başka açıdan ba-kıldığında bugün dünya ekonomisinin % 90’dan fazlasını temsil ediyor olması nedeniyle kapitalist ekonomi için vaz-geçilmez olan faiz, alternatifsiz değildir. Tamamlayıcı da olsa katılım bankaları-nın işleyişi bunun bir göstergesidir.

Referanslar

Benzer Belgeler

Yaralanan doku, erken savunma ve iyileşme sürecine başlarken enflamasyon reaksiyonuna güvenir... Enflamasyon İşaret ve

İkinci olarak, 1 atm basınçta elde edilen değerlere oranla, doymuş sıvının özgül hacmi daha büyük, doymuş buharın özgül hacmi ise daha küçük olacaktır.. Başka

Yayın kapsamındaki faaliyetlerde ise çoğunlukta gazeteler olmak üzere dergilerde halk kültürüne dikkat çekilen ve halk kültürü araştırma faaliyetleri sonucu elde edilen

Sonuç olarak; ele alınan yüz yetmiş civarında türküde aşk, ayrılık, hasret, gurbet, doğal çevre ile alay konularının ağırlıkta olduğu gibi bir tür- küde

"Rapor" seçeneği Text Dosya, Excel Dosya, VTS Format, HTML kayıt türlerini desteklerken, "Gelişmiş Rapor" seçeneği Excel Workbook, Excel Template, Excel

a) Taşınmazların muhammen satış bedeli ve geçici teminat miktarı 1.maddede belirtilmiş olup, ihaleye katılacak istekliler ihale muhammen bedelinin en az %3’ü

uygulanır. b) YAS kimyasal durumunda olumsuz bir etkiye yol açan noktasal ve yayılı kaynaklardan.. gelen kirliliğin önlenmesi maksadıyla kirletici girdileri dikkate alınarak

 Mizaç, karakter gibi sözcükler kişiliğin farklı yönleridir..  Bu kavramlar kişiliğin değişebilir-değişemez olduğu tartışması ile