• Sonuç bulunamadı

Başlık: GAZİANTEP ÇEVRESİNDE PALEOLİTİK BULUNTULARYazar(lar):ÇİNER, RefakatCilt: 16 Sayı: 3.4 Sayfa: 125-163 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000790 Yayın Tarihi: 1958 PDF

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Başlık: GAZİANTEP ÇEVRESİNDE PALEOLİTİK BULUNTULARYazar(lar):ÇİNER, RefakatCilt: 16 Sayı: 3.4 Sayfa: 125-163 DOI: 10.1501/Dtcfder_0000000790 Yayın Tarihi: 1958 PDF"

Copied!
38
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

G A Z İ A N T E P Ç E V R E S İ N D E P A L E O L İ T İ K B U L U N T U L A R REFAKAT Ç İ N E R

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Paleoantropoloji Asistanı

Güney-Doğu Anadolu'da ilk buluntular :

1894 Tarihinde Urfa yakınında Birecik'te İ. E. Gautier'in bulduğu Aşöleen (Acheulean) tip elbaltasının benzerlerine Arne, 1907 de Nizip ile Carabulus arasında tesadüf etmiştir. 1925 Yılında Fırat'ın 30 metrelik bir sekisinde Paleolitik elbaltaları bulan E. Passemard'dan sonra , 1927 de Prof. E. Pittard, Adıyaman yakınlarında Lövalvazo-Musterien (Leval-loiso-Mousterian) diye guruplandırılan bazı çakmaktaşı aletleri topla­ mıştır 1.

Son zamanlarda hepsi de tebeşirli kalker-marn fasiesi halinde geliş­ miş olan Eosen, Oligosen ve Deniz Mioseni tabakalarını ihtiva eden Gazi­ antep çevresinde de ilk araştırmayı 1938 yılında Dr. Muine Atasayan 2 yapmış ve Clactonian tipinde aletler bulmuştur.

1945' te İstanbul Teknik Üniversitesi Jeoloji Asistanı Kemal Ergu-vanlı3, Gaziantep'in Metmenge köyünde iki adet Chellean-Acheulean'c ve kendisine göre daha büyük bir ihtimalle Chellean'e ait elbaltası ve Sam köyünde de silex yonga aletler toplamıştır,

1946' da Dr. 1. Kılıç Kökten ve Dr. Enver Bostancı, Dülük'te yaptık­ ları araştırmada, o zamana kadar ele geçmiş taş baltalardan daha büyük ve tipik elbaltaları ve büyük çapta yongalarla keza Metmenge köyünde baltalar toplamışlardır 4.

1954'te Dr. Enver Bostancı bu çevrede tekrar araştırmalar yapmıştır. Bu buluntuları kendisi ileride neşredeceği için bu kadarcık bahsetmekle iktifa ediyorum.

Ben de 1950 senesi yaz mevsiminde Gaziantep'in içinde ve çevresin­ deki birkaç köyde yaptığım araştırmalar neticesinde Paleolitiğin muhte­ lif (epoque) devirlerine ait, çeşili teknik gösteren 286 alet buldum.

« •

1 Bak: Ş. A. Kansu: Türk Tarih Kurumu tarafından yapılan Etiyokuşu Hafriyatı Raporu (1937), Türk Tarih Kurumu Yayınlarından, V. Seri No: 3.

2 Bak: Dr. Muine Atasayan: 1938 yılında Gaziantep köylerinde Dülük civarında bulunan Paleolitik tip çakmaktaşı aletleri üzerine bir not; Türk Antropoloji Mecmuası, S. 314-315.

3 Bak: Kemal Erguvanlı: Belleten, Sayı: 39, S. 375-378 resim 1, 2, 3, 4, 5, 6. 4 Bak: Dr. Kılıç Kökten: Bazı Prehistorik istasyonlar hakkında yeni gözlemler; Ankara Üniversitasi Dil ve Tarih-Goğrafya Fakültesi Dergisi cilt, V, sayı. 2 de ayrı basım S. 234-235.

(2)

126 REFAKAT ÇİNER

Bu araştırma esnasında; Topraklık, Kayaönü, Değirmiçem mevkileri­ ni Oğuzeli ilçesi, Beylerbeyi, Dülük, Zıramba, Akçahüyük, Yenice, Haral, Harnıba, Karaburun ve Tilbaşar köylerini taradım. (Buluntu yerleri için bak: Harita)

Şimdi buralarda bulduğum aletleri, kültürlerine ve tiplerine göre eskiden yeniye doğru inceleyelim :

CHELLEAN :

Bir tanesi Gaziantep'in kuzey-batısında Kayaönü mevkiinde bağlar arasında, üç tanesi Dülük, bir tanesi Oğuzeli'nde olmak üzere bulduğum 5 elbaltasının uzunlukları (105-176) mm., genişlikleri (54-71) mm., yük­ seklikleri (48-51) mm. arasında değişmektedir. Bunlardan ikisi süt rengi, diğerleri açık veya koyu bej renkli silexten yapılmış olup, iki yüzleri işlen­ miş (biface) birer el-baltası (coup de poing) dır. Alt tarafları geniş uca doğru sivrilmiştir. Üst yüzlerinde yüksek orta çizginin iki tarafından oldukça büyük yongalar koparılmıştır. Koparılan yongaların yerleri eski keskinliğini kaybetmiş, aşınmış vaziyettedir. Baltalardan birinde üst yü­ zün, sağ alt tarafında işlenmemiş bir kısım olup, bu ham yüz, arka yüzün sol alt tarafında da biraz devam etmektedir.

A C H E U L E A N :

Sekiz tanesi Değirmiçem mevkiinde bağlar arasında, bir tanesi Gazi­ antep'in 7,5 Km. kuzeyinde bulunan Beylerbeyi köyü ile Dülük arasındaki 5 Km. lik ham yol etrafında sürülmüş tarlalarda, bir tanesi Gaziantep'in 15 Km. güney-doğusundaki Oğuzeli ilçesinde, iki tanesi de şehrin 22 Km. güney-doğusunda bulunan Zıramba köyünde olmak üzere bulduğum 12 alette uzunluk (95-124) mm., genişlik (52-67)mm., yükseklik (38-94) mm. arasında değişmektedir. Umumiyetle bejle kahverengi arası bir renk ar-zeden çakmaktaşından yapılmışlardır; bademle oval arası veya oval şekiller gösteren bu aletler, iki yüzü işlenmiş (biface) birer elbaltası (coup de poing) dır. Aletlerin her iki yüzünden de kenarlara doğru koparılan büyük yon­ gaların koptukları yerlerdeki hatlar eski keskinliklerini kaybetmişlerdir. Fakat yandan bakınca, aletletin kenarlarında Aşölleen'in bir karakteris­ tiği olan (S) harfini andıran keskin zikzaklar kolayca görülmektedir. Değirmiçemde bulduklarımdan birinin her iki yüzünde işlenmemiş birer kısım bulunmakta olup, düz bir satıh üzerine oturtulmak istendiği zaman, üst tarafa nazaran daha genişçe olan alt tarafı kalkık vaziyette durmak­ tadır

M I C O Q U I E N N E :

Gaziantep'in Topraklık mevkiinde ve Dülük'te bulduğum iki elbalta-sının uzunlukları (54-128) mm., genişlikleri (58-83) mm., yükseklikleri (27-37)mm. arasında değişmektedir. Turuncu ile sarı renk arasında çakmakta­ şından yapılmış, alt tarfları geniş olup uca doğru hayli incelmiş olan Mikok

(3)

GAZİANTEP ÇEVRESİNDE PALEOLİTİK BULUNTULAR 127

tipindeki bu baltalar iki yüzü işlenmiş (biface) tirler. Birinin üzerinde yer yer kalker konkressionlan başlangıcı görülmektedir. Diğerinin bir yü­ zünün alt kısmında bir parçacık ham yüz vardır.

C L A C T O N I E N N E :

Klaktoniyen olarak ayırdığım 19 (eclat) yonganın iki tanesini Gazi-antep'in Topraklık mevkiinde, 17 tanesini de Dülük'te buldum. Bu yon­ galarda uzunluk (84-ı6o)mm., genişlik (50-8o)mm. , yükseklik (ı6-4ı)mm. arasında değişmektedir. Bunların ekserisinde renk, kahverengine yakın bej, bir tanesinde ise koyu kırmızıdır. Bunların üzerinde vurma yüzü (plan de frappe), vurma yumrsu (bulbe de percussion) ve kopma yüzü mükem­ mel görülmektedir. Rötuşlar kabadır. Aletlerin üst yüzleri ortaya yakın yerde âzami yükseklik göstermektedir.

L E V A L L O I S I E N N E :

Lövalvaziyen teknik gösteren 15 aletin on tanesini Topraklıkta, üçü­ nü Dülük, iki tanesini de Zıramba'da buldum. Uzunlukları (50-103)mm., genişlikleri (57-8ı)mm. ve yükseklikleri (13-21)mm. arasında değişen bu

(eclat) yonga veya büyük lamlarda vurma yüzü (plan de frappe), vurma yumrusu (bulbe de percussion) mevcut olup; hepsi de çakmaktaşından yapılmıştır. Bunlardan bir tanesinin yüzü biraz patinalıdır. İki tanesinin de alt kısmında (pedocul) e benzeyen bir tutma yeri başlangıcı vardır.

L E V A L L O I S O - M O U S T E R I A N :

Lövalvazo-Musteriyen diye ayırdığım 109 aletin 72' sini Topraklık mevkiinde satıhtan 30 Cm. derinde, iki tanesini Dülük, 25 tanesini Zıram-ba, dördünü Oğuzeli, iki tanesini Akçahüyük, üçünü Tilbaşar ve bir tane­ sini de Yenice'de buldum. Bunlarda uzunluk (33-65)mm., genişlik (13-31) mm. yükseklik (9-12)mm. arasında değişmektedir. Hepsi de çakmakta­ şından yapılmış olup, renk bej-kahverengi veya gri-bej dir. Bir taraftarı Lövalvaziyen tekniğini gösteren bu aletler, diğer taraftan da Musteriyen endüstri karakterlerini göstermektedirler. Ekseriyetle bir yüzleri, iki tane­ sinin de iki yüzü işlenmiş olan bu aletlerde, vurma yumrusu (bulbe de percussion) açıkça görülmektedir. Çoğunun üzerinde çift veya saban iz­ leri bulunan aletlerin ;

I I 32 28 28 9 tanesi " " " " Uç (Point) Kazıyıcı (Racloir) Delici (Perçoir) Kazıyıcı (Gratoir-racloir) Kurs (Disque) tur. A U R I G N A C I A N :

Bu guruba ayırdığım 101 adet lâm'dan 49 tanesini Topraklık'ta, 42' sini Zıramba, üçünü Akçahüyük, dördünü Tilbaşar, bir tanesini Haral,

(4)

128 REFAKAT ÇÎNER

bir tanesini Harnıba bir tanesini de Karaburun köylerinde buldum. Hep­ si de çakmaktaşından yapılmış olan aletlerde renkler, bej, kahverengi veya gridir. Bunlarda uzunluk (22-79)mm.,genişlik (16-28)mm., yükseklik (6-12)mm arasında değişmektedir. Bunlarda bazılarının bir, bazılarının iki kenarında çok ince rötuşlar vardır; böylece kenarlar keskinleşmiş ve bıçak halini almıştır. Bu aletlerden ;

59 tanesi Lâm kazıyıcı (Racloir) 3 " Lâm bıçak

32 " Scraper

7 Keel-sheped scraper'dir. M E S O L I T I Q U E :

Üç tanesini Topraklık, 20 tanesini de Zıramba'da bulduğum 23 mik-rblit'de çakmaktaşından yapılmış ve çok ince işlenmiş küçük aletciklerdir. Bunların Mesolitik'e ait olduklarını az bir ihtimalle söyleyebilirim.

Hulâsa, diyebilirim ki; satıhta toplanmış olmakla beraber ALt, Orta ve Üst Paleolitik'in (Solutreen ve Magdalenien hariç), bütün (epoque) devirlerini karakterize eden bu aletler, tipoloji bakımından şimdiye kadar Anadolu'da bulunmuş olan mezkûr devirlere air aletlerle ayni oldukları gibi, Kuzey-Afrika, Suriye ve Filistin'de tesadüf edilen tiplerle de uygun­ luk göstermektedir.

Beraberlerinde ne fosil insan, ne omurgalı hayvan kemikleri veya gla-siyetlerin bırakmış olduğu morenlere rastlıyamadığım için jeolojik yaş­ larını tayin edemediğim bu aletler, buralarda, oturdukları yerdeki yerli malzemeden istifade etmesini bilmiş ve Paleolitik kültüre sahip olan in­ sanların yaşamış olduklarını açık bir şekilde ortaya koymuştur.

Nihayet, 1956 yılında Prof. Dr. Muzaffer Şenyürek'in 5 Dr. Enver Bostancı ile birlikte Gaziantep'in güney-batısında Hatay'da Samanda-ğı'nda yaptıkları kazıda buldukları; Orta-Paleolitik (Levalloiso-Mousterian) ve Üst Paleolitik (Aurignacian) aletler bize, Gaziantep'te yapılacak araştır­ malarda, saydığımız kültürlerin tabakalar arasında da bulunacağına ümit vermektedir.

5 Bak: Şenyürek (M.) Prof. Dr. ve Dr. Enver Bostancı, ANATOLİA, The Escavation

(5)
(6)

X. YÜZYILDA OĞUZLAR

F A R U K S Ü M E R

X. Yüzyılda yazılmış İslâm coğrafya eserlerine göre, bu yüzyılda

Türk dünyası başlıca şu el * (kavim)ler tarafından temsil ediliyordu: ı— Oğuzlar (bu eserlerde el- Guzz). 2— Karluklar (bunlarda ekseriyetle Harluh

3— Uygurlar (bu eserlerin hepsinde Tokuz-Guzz). 4— Kırgızlar. 5—

Ki-mekler. Bunlardan Karluklar, İsficab (İsbicab— Sayram) dan Fergana'nın

doğu uç bölgesine ve Fergana'dan 20 günlük arazi dahilinde, yani başlıca

Taraz (Talas) bölgesi ile, Fergana'nın doğusundaki yörelerde ve Işık Gö'/'ün

güney, batı ve kuzeyine düşen topraklarda, kısaca Işık Göl, Fergana

ve Îsficab arasındaki geniş ülkede yaşıyorlardı1. Eskiden beri üç boya

ayrılmışlardı2. Bunlardan birisi Çigil boyu idi. Hudud ul-âlem'e göre

(yazılışı 982), Çiğliler Işık Göl'ün kuzey batısında yaşamakta idiler3. X I .

yüzyılda ise onlar elin yayılmış olduğu geniş bölgenin birçok yerlerinde

kümeler halinde bulunuyorlardı. K â ş g a r l ı M a h m u d 4 , onların üç

bölük halinde olub, bir bölüğünün Taraz (Talaş) şehri yakınlarında bulunan bir kasabada, bir bölüğünün Kuyas'da, (Barsgan ötesinde), üçüncüsünün de Kâşgar yöresindeki bir takım köylerde yaşadığını bildiriyor. Çigiller'in aynı yüzyılın ikinci yarısında Mavera ün nehr'de de yaşadıklarını görüyo­

ruz 5. Çigiller X I . yüzyılda o kadar önemli bir teşekkül haline gelmişlerdi

ki, bu yüzden onlara bir Türk eli gözüyle bakılmıştır. K â ş g a r l ı onların

* İl, umumiyetle memleket, vilâyet anlamında kullanıldığı için, kavim anlamında olarak bu imlâ ve telâffuz şekli tercih edilmiştir.

1 İ s t a h r î , Kitab ul-memâlik, neşreden M. J. De G o e j e , (BGA), Leyden, 1927, sahife

290; Bu eserden naklen î b n H a v k a l , Kitabu suret il-arz, nşr. J. H. K r a m e r s , Leyden 1938, I I , s. 467; Hudud ul-âlem., T a h r a n , 1352, tercüme, M i n o r s k y , The Regions oj the

world, ( G M N S ) , London, 1937, s. 97-98, izahlar kısmı, s. 286-297.

2 E. C h a v a n n e s , Documents sur les Tou -kiue Occidentaux, Paris, 1941, s. 77, 78 ve

n o t ; H. N. O r k u n , Eski Türk yazıtları, (T. D. K.), İstanbul, 1936, I, s. 166-174 (Sine Usu yazıtında). V I I I . yüzyılın ortaları veya ikinci yarısına ait olduğu sanılan ve çokça

Türk el ve boylarından bahseden tibetçe tarihî bir- vesikada da böyledir: "A l'Ouest il y a les trois tribu Gar-log avec huit mille soldats''' ( J a c q u e s B a c o t , Reconnaissance en haute.

Asie septentrionale par cinq envoye's Ouigours au VIII" siecle, J o u r n a l Asiatique, 1956,

C C X L I V , cüz 2, s. 147). Bu önemli vesikanın mahiyeti hakkında aynı makale ve oradaki P e l l i o t ' n u n eksik ve yarım kalmış notlarına (s. 138-153) ve G. G l a u s o n ' u n bu husustaki çalışmasına ait yazısına bk: A propos du manuscrit Pelliot tibetain 1283, J o u r n a l Asiatique 1957, C C X L V , cüz 1, s. 12-24. Fakat, G l a u s o n ' u n bu yazısına rağmen bu vesika üzerinde d a h a birçok çalışmaların yapılması gerektiği açık olarak kendisini gösteriyor.

3 Hudud ul-âlem, s. 52, Minorsky, tercüme s. 98-99, izahlar s. 297-300.

4 Divan u lügat it-Türk, nşr. K i l i s l i R i f a t , İstanbul, 1333, I, s. 329-330, tercüme B e s i m A t a l a y , (T. D. K.), istanbul 1939, I, s. 393-394.

5 İbn u l - E s î r , Mısır, 1301, X, s. 70; N i z a m ü l - M ü l k , Siyâsetnâme, nşr. H a l h a l i ,

(7)

132 F A R U K S Ü M E R

Kartukların bir boyu olduklarını bilmiyor. Yine aynı yüzyılda başlı başına

bir Türk eli olarak görünen Tuhsiler'in G e r d i z i6 ve K â ş g a r l ı ' n ı n 7 kayıt­

larında Çigiller'in bir oymağı oldukları veya bir zamanlar onlara bağlı kaldıkları anlaşılıyor. K a r a h a n l ı l a r devletinin Kartuklar tarafından

kurulmuş olduğu muhakkaktır 8. Kâşgar bölgesinde Yağmalar yaşıyordu ki,

verilen bilgiye göre 9, bunlar Tokuz Guzzlar'dan yani Uygurlar'dan idiler.

İslâm müelliflerinin Tokuz Guzz dedikleri Uğurlar, Isık Göl'ün doğu­

sundan başlayarak kendi adları ile (Uyguristan—Uygur ili) anılan

Beş-balık, Turfan ve Karaşar bölgesinde yaşıyorlardı. Bunlar, diğer Türk elle­

rinin millî dinlerinde olmalarına karşılık, Buda dininde idiler 1 0.

Kırgızlar ise umumiyetle yukarı Tenisey ile eski Köğmen bugünkü Sayan

dağları bölgesinde oturmakta idiler1 1.

Kimekler'e gelince, bu el de başlıca İrtiş ırmağının orta yatağında ve bu

ırmağın güney ve batısındaki topraklarda yurt tutmuşdu. Orhun kitabele­ rinde onların adı geçmemektedir. Bu husus, bu elin kitabelerin yazıldığı V I I I . yüzyılın birinci yarısında başka bir ad taşımış bulunması ile ilgili olabilir. Kimekler'in İslâm sınır şehirlerinden birisi olan Savran (Sabran) öte­ sinde (bu şehrin kuzey yönündeki topraklarda) Oğuzlar ile yan yana yaşa­ dıkları, yani onların X. yüzyılın ikinci yarısının ortaları veya sonlarına doğru

güney'e doğru epeyce sarkmış oldukları anlaşılıyor ki 1 2, bunlar B a r t

-h o l d ' u n de işaret ettiği gibi1 3, Kimekler'in ünlü boyları Kıpçaklar olsa

gerektir. Kimekler birçok boylara ayrılmış olub, en tanınmışları Kıpçaklar ve Temek (İmek) 1er idi. Kıpçaklar X. yüzyılda bilhassa batı yönünde Yayık'a

(Ural) kadar uzanan topraklarda yaşıyorlardı. Bunlar (yani Kıpçaklar)

6 Zeynul - ahbar, nşr. B a r t h o l d , Petersburg, 1897, s. 81.

7 K i l i s l i , I, s. 354; B. A t a l a y , I, s. 423. Mervezî de (Tabâyi'ul - hayavân, nşr. Mi-norsky. London, 1941, s. 19), Tuhsüer'in Korluklar'dan olduğu yazılıyor ki, aynı şey

demektir. Minorsky (The Regions of the world, s. 300), Tuhsîler'in eski Türkiş birliği kalıntısı olduklarını söylemektedir.

8 O. P r i t s a k , Kara Hanlılar, islâm Ansiklopedisi (İA), Cüz 58.

9 G e r d i z î . S. 84. Hudud ul-âlem'de (s. 49-50, Minorsky, 96) onların meliklerinin Toğuz Oğuz melikinin oğlu olduğu, Bulak adlı oymaklarının da Toğuz Oğuzlar ile karış­

tığı söyleniyor. P r i t s a k (Kara Hanlılar, İ A, 58, s. 252), Yağmalar'ın Karluklar'dun olduğunu söylüyor. Fakat bu hususda ne gibi delillere sahiptir bilmiyoruz. Yağmalar, doğrudan doğ­ ruya Tokuz-Oğuzlar yani Uygurlar'dan olabileceği gibi, bir zamanlar onların tâbiiyetinde kalmış müstakil bir Türk eli de olabilir. Adı- Orhun yazıtlarında geçmiyor. R e ş i d ü d d i n

Oğuznâmesi'ne göre (Topkapı sarayı, Hazine kütüphanesi, nr. 1653, Yaprak, 277a), O ğ u z

H a n , Hindistan'ı fethettikten sonra o n u n doğusundaki bir ülkenin hükümdarı olan Senci öldürerek ülkesini alıyor.

1 0 B a r t h o l d , Toghuz Ghuz, Encyclopedie de I'Islam, IV, s. 848-849; M i n o r s k y , The Regions of the ıvorld, s. 263-277.

11 B a r t h o l d , Kırgız, EI, I I , s. 1084-1086; M i n o r s k y , aynı eser, s. 282-286; R. R a h m e t i A r a t , Kırgızistan, İA, cüz 64, s. 735 ve devamı.

1 2 M u k a d d e s i (Ahsen ul-tekasim, nşr. De G e o j e , B A G, Leyden, 1906, s. 274), Sirderya kıyısındaki Savran'ın Oğuz ve Kimek sınırında bulunduğunu, Şoğulcan?

şehrinin de - yeri bilinemiyor - Kimekler yönünde bir sınır şehri olduğunu yazıyor.

13 Kıpçak maddesi, E I, I I , s. 1081 - 1082.

(8)

X . Y Ü Z Y I L D A O Ğ U Z L A R 133

XI. yüzyılda Yayık ve İtil'i (Volga) geçerek güney Rusya'ya, girmiş oldukları gibi, güney'e doğru da inerek Oğuz yurdunu işgale başlamışlar ve X I . yüzyılın ikinci yarısında Aral ve Sirderya kuzeyindeki toprakların çoğuna

hâkim olmuşlardı1 4. Kıpçaklar'ın X I . yüzyılda yaşamış Kanlı adlı büyük

bir beyleri vardı k i1 5, bunun buyruğunda bulunan Kıpçaklar ertesi yüzyılda

bu adla (Kanlı) anılmışlardır. Kıpçaklar nasıl Kimekler'den ayrılıp başlı başına bir el olmuşlar ve hattâ kardeş boy Temekler ile akrabalıklarını red

etmişler ise 1 6, Kanlılar da X I I . yüzyılın ikinci yarısı ve X I I I yüzyılın baş­

larında adetâ müstakil bir el sayılmış, Oğuz destanında da böyle ve hattâ asıl boyları Kıpçaklar gibi O ğ u z H a n zamanında teşekkül ettiği sanılan eller arasında yer almışlardır. Fakat, onların bağlı bulundukları Kimek elinden, Kitabelerde olduğu destanlarda da bahsolunmaz, Çünkü X I . yüzyılda adı ortadan kalkmış ve kendisini iki önemli boyu yani Kıpçaklar

ve Yemekler temsil etmişlerdir1 7.

X. yüzyılın birinci yarısının ortalarına doğru Cim (bugünkü Emba) ile onun yanındaki diğer akar suların ötesinde ve Yayık ırmağının batısında

Peçenekler yaşıyorlardı 1 8. Peçenekler önemli Türk ellerinden birisi olmakla beraber Orhun kitabelerinde adları geçmez. Buna karşılık V I I I . yüzyılın ikinci yarısına ait olduğu sanılan tibetçe tarihî vesikada kendilerinden

bah-solunur 1 9.

24 Oğuz boyundan birisi de, bilindiği üzere aynı adı yani Peçenek adını taşıyor.

Peçenekler, yukarıda işaret edilen tibetçe vesika başta olmak üzere, bütün

kaynaklardan açıkça anlaşılıyor ki, Oğuzlar ile kavmî bakımdan hiçbir ilgisi olmayan müstakil bir Türk elidir. Bu sebeble XVI. yüzyılda, Türkiye'

de, adına aşiret ve yer adı olarak rastlanması2 0 ile tarihî varlığı sabit olan

Oğuz-Peçenek boyu bu eli ifade etmemektedir. Yani bu ünlü Peçenek eli Oğuz­ larım. 24 boyundan birisi değildir. Oğuz-Peçenek boyu'nun bu elden olmasına

gelince, bu hususda elimizde hiçbir delil yoktur. Kâşgarlı Mahmud, biri Rum sınırında oturan bir Türk eli (cîl), ötekisi Oğuzlar'dan bir boy

1 4 Bu önemli- olaya aşağıda yeniden temas edilecektir.

1 5 K â ş g a r l ı , K i l i s l i R i f a t , I I I , s . 289, B e s i m A t a l a y , I I I , s . 379. 1 6 K i l i s l i R i f a t , I I I , s . 22, B e s i m A t a l a y , I I I , s . 29.

1 7 Kimekler hakkında, M i n o r s k y , aynı eser, s. 304-310; aynı müellif. M e r v e z î , Tabâyi'ul-hayavân, haşiyeleri, s. 107-108; F a r u k S ü m e r , Kimek maddesi, lA,cüz 63, s. 809.

1 8 A. Z e k i V e l i d i T o g a n , îbn Fadlan's reisebericht,'Leipzig, 1939. metin. s. 17-18. 19 Au Nord superieur de ceux-ci (Uğraklar) est la tribu des'Be- ca- nag. Us ont cinq mille sol-dats. Ils sont en lutte avec les Hor "Uygur" (J. Bacot, Reconnaissance en haute Asie . . . ., s. 147).

Buradaki," kuzeyde ve Uğraklar'in yukarısında" ifadesi Peçenekler''in yurdu hakkında bize bir fikir vermiyor. Fakat Uygurlar ile mücadele halinde olduklarına göre onların, G. Clauson' un dediği gibi (a propos du manuscrit Peilliot tibetain, s. 16), Balkas gölü yıkınmda veya A. N. K u r a t ' m b u n d a n yirmi yıl önce kestirdiği gibi (Peçenek tarihi, İstanbul, 1937, s. 26), Işık

göl yakınında (haritada lsık göl-Balkaş arası) yaşamaları kuvvetle muhtemeldir.

20 F a r u k S ü m e r , Bayındır, Peçenek ve Türeğirler, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, X I I , sayı 2-4, s. 322-329.

(9)

134 F A R U K S Ü M E R

(kabile) olmak üzere, Türk-Peçenek eli ile Oğuz -Peçenek boyunu ayrı ayri

zikreder2 1. K â ş g a r l ı , bilindiği üzere, bazı hususlarda öteki Oğuz boy­

larından ayrıldıkları ve Kalaç şeklinde de ayrı bir ad taşıdıklarından dolayı iki boyu listesine almamıştır. Buna karşılık Peçenek adını 22 halis Oğuz boyları arasında zikretmiş ve damgasını da göstermiştir. Diğer taraftan 24 boyun çok eski zamanlarda var olması ihtimalinin kuvvetli bulunmasına dayanılarak da Türk-Peçenek eli ile, Oğuz-Peçenek boyu arasında sadece bir ad benzerliğinin bulunduğuna hükmedilebilir. Bununla beraber, Oğuzlar arasındaki Peçenek boyu'nun, aslında Türk-Peçenek elinin bir parçası olub

Oğuzlar'm hâkimiyeti altına düşerek zamanla Oğuz elinin bir boyu hüvi­

yetini almış olması ihtimali de imkânsız değildir.

X. ve XI. yüzyılda Oğuzlar ile çağdaş ve çoğu onun komşuları olan

Türk ellerinden - konumuz ile ilgileri nisbetinde-kısaca bahsettiklten sonra Oğuzlar'a geçebiliriz.

I. O Ğ U Z L A R ' I N Y U R D L A R I .

X. yüzyılda Oğuzlar, Hazar denizi'nden Sir (Seyhun, İnci) ırmağının orta yatağındaki Farab (XI. yüzyılda türkçe adı ile Karaçuk) ve Isficab'a

(İsbicab — Sayram)' kadar olan yer ile bu ırmağın kuzeyindeki bozkır­ larda yaşıyorlardı. İ s t a h r î (yazılışı 951 den önce) onları Karluk, Kimek,

Bulgar ve Hazar ülkeleri ile Hazar denizi'nden Isficab'a kadar uzanan Is-lâm sınırı arasında gösterir 2 2. Bu ve diğer müelliflerin eserlerinden, Oğuz ülkesinin doğu, güney ve hattâ batı sınırı kat'i bir şekilde bellidir. Oğuzlar doğu'da Isficab bölgesinde ve Onun az kuzeyindeki yerde Karluklar ile komşu idiler. Güney'de İslâm ülkeleri ile olan sınıra gelince, batı'da yani

Harizm ülkesinde sınır, Cürcaniye (Gürgenç) ve bilhassa bu şehrin kuzey

batısındaki Cit ( J i t ) kasabasından başlıyordu. Aral Gölü'nün güneyindeki

Baratekin de sınır kasabalarından idi 2 3. Mavera ün-nehr'de sınır, Buhara ku­

zeyindeki çölden başlayarak 2 4 Isficab bölgesine kadar uzanıyordu. Fakat

Oğuz ülkesinin kuzey sınırı hakkında açık bir bilgiye sahib değiliz. Oğuz­ lar bu yönde Peçenekler ve Kimekler ( bilhassa bunların Kıpçak boyu ) ile

komşu idiler. Bazı İslâm coğrafyacılarının sözlerine bakılacak olursa 2 5 Oğuz

2 1 Aynı yazı.

22 S. 9, ayrıca s. 290.

2 3 İ s t a h r î s. 303; Mukaddesi, s. 289.

2 4 M u k a d d e s i (s. 282) de b u r a d a Avşar adlı bir köyden bahsediliyor:

Bu yer adının Oğuz-Avşar boyundan geldiği kabul edilmiş (Köprülü, Avşar maddesi, I.A, I I . cild, s. 29) biz de Avşarlar'a ait yazımızda (Köprülü Armağanı, Ankara, 1953, s. 469) b u n a katılmıştık. Fakat bu büyük köy Buhara yöresinde olup, komşu köylerden hiçbirinin adı, görünüşe göre, türkçe'ye benzememek­

tedir. Diğer taraftan Oğuzlar henüz bu bölgeye inmemiş oldukları için, bu adın yerli dile ait bir kelime mi olduğu hatıra geliyor.

2 5 Hudud ul-âlem, s. 54, M i n o r s k y s . 100; î s t a h r î (s. 10), İtil şehrinden bahsederken

(10)

X. YÜZYILDA OĞUZLAR 135 sınırı bu yönde Itil'e kadar gidiyordu. Bize göre bu söz Oğuzlar'ın. Hazar ülkesine akınlar yapmaları ve belki de Oğuzlar'dan bir kolun kardeşlerin­ den ayrılarak Yayık ve İtil arasında oturmuş olmalarından çıkmış olacaktır. Çünkü, Oğuzlar'm Sirderya'dan Itil'e kadar uzanan pek geniş ülkeyi tamamiy-le işgaltamamiy-leri altında tutmuş olduklarını kabul etmek pek kolay olmasa gerek. Bizim düşündüğümüze göre, asıl Oğuz yurdunun kuzey sınırı, Emba'dan başlayarak, bugünkü Mugayar dağları, Irgız ırmağı, Çalkar gölü, bunun altındaki Kara-kum çölünü geçip kuzeye doğru uzanan büyük sıra dağlarda

{Ulu dağ, Kiçi dağ) sona ermiş olsa gerektir.

Oğuz yurdu batıda Hazar denizi'ne dayanıyordu. X. yüzyılda o zamana

kadar gayri meskûn olan Hazar-Aral arasmdaki-îslâm coğrafyacıları tara­ fından Siyah Kûh adı verilen-yarım ada da onlar tarafından işgal ve iskân edilmiş ve bundan dolayı bu yarımada türkçe Mangışlağ (Bin Kışla) adını

almıştı 2 6.

X. yüzyıl islâm coğrafyacıları2 7 İnci'nin kuzeyinde ve Hazar

denizi'-nin doğusundaki geniş çöl bölgesine Oğuz çölü (mefâzat ul-Guzziyye) adını vermişlerdir.

Oğuz elinin çoğunluğunun yaşadığı, başka bir deyişle, Oğuzların toplu

ve kalabalık bir halde oturdukları yer, Sir ırmağının ağzından, orta yatağma-kadar olan kısmı ile, ırmağın her iki yanındaki ve bilhassa sağ yanında kuzeye doğru uzanan topraklardı. Oğuz yabgusu yani kiralının kışlağı olan şehir ırmağın ağzına yakın bir yerde bulunuyor ve Yenikent adını

taşıyordu 2 8. Yine aynı ırmağın kıyısındaki Cend ve Huvâre şehirleri de

yabgunun hükmünde olup bu şehirlerde Müslümanlar da oturuyorlar di 2 9.

Isficab (Sayram)ın hemen kuzeyinden başlayarak Sir derya'ya muvazi

olarak uzanan Karaçuk sıra dağları bölgesi Oğuzlar'dan pek önemli bir kıs­

mın yaşadığı bir yer idi. Kâşgarlı M a h m u d 3 0, Karaçuk'un Oğuz yurdunun

müellif (s. 222), İtil ırmağının Oğuzlar ile Kimekler arasında sınır olduğunu da yazmak­ tadır ki, B a r t h o l d (Ghuzz maddesi, E I, II, s. 178), bunu Kama olarak kabul ediyor. Bizce, Coğrafyacıların İslâm âleminin dışında kalan - ve bilhassa ona uzak-ülkelerin-sınırları hakkında verdikleri bilgilere, umumî olarak takribi bir değer izafe edilmelidir. Meselâ aynı müellif aynı yerde (s. 222) İtil'in Kırgız ülkesine yakın bir yerden çık­ tığını işittiğini söylüyor.

26 î s t a h r î , s. 219; ondan naklen İ b n H a v k a l , s . 389; Hudud ul-âlem'de (s. 16,

Mi-norsky, s. 60), Oğuzlar'm burada denizde ve karada yol kesicilik yaptıkları söyleniyor; K â ş g a r h , Kilisli Rifat, I, s. 387, III, s. 118, Besim Atalay, I, s. 465, III, 157.

27 İ s t a h r î , s. 217-218; Hudud ul-âlem. s. 35, 54.

28 İ b n Havkal, s. 512; Hudud ul-âlem, s. 73-74; Minorsky, s. 122 (bazı yerlerde

olduğu gibi burada da bu iki eser müşterek bir kaynağa dayanıyor). Şehrin adı arabça eserlerde Medînet ul cedide (Mes'udî, Muruc uz-zeheb, nşr. ve fransızca tercümesi,

Bar-bier de Meynard ve Pavet de Courteille, Paris, 1891, s. 212), yahut Karyet ul-hadîse (İbn Havkal,

gösterilen yer; bu eserden naklen î drisî, Nuzhet ul-muştak, Köprülü ktp., nr. 955, yaprak 419 b); farsça Hudud ul-âlem'de (gösterilen yerler) Dih-i nev olarak tercüme edilmiştir.

29 Gösterilen yerler.

(Kilisli, I, s. 404). Mütercim Besim Atalay,

"ve bu, Oğuz ülkesinin adıdır" ibaresinin yanlış olduğunu sanmış (I, s. 487) ve cümleyi

(11)

136 F A R U K S Ü M E R

adı olduğunu söylediği gibi haritasında da bu dağı göstererek onun hak­

kında aynı ifadeyi (bilâd ul-Guzziyye) yazıyor 3 1. Oğuzlar'm, aşağıda bah­

sedilecek olan şehirlerinden belli başlıları bu dağların eteğinde veya Sır ırmağının dağların karşısında bulunan kıyısında idi. Ebul Gazi'nin Şecere-i

Terâkime'sindeki Türkmen rivayetleri arasında Oğuzlar'm yurdu olarak Kaz-gurd ile birlikte Karaçuk'tan bahsedilir 3 2. Timur'a dair zafernâmelerde de

bu dağın adı geçiyor3 3.

Şüphesiz, Oğuzlar bu yurtlarında çok eskidenberi oturmamakta idi­

ler; IX. yüzyılın ikinci yarısında da burada oldukları anlaşılıyor3 4. Onlar

buraya batıdan gelmişlerdi. Orhun kitâbelerindeki Oğuzlar'ın (bazan To-kuz-Oğuz) onlardan başkası olmadıkları muhakkaktır. Tibetçe tarihi vesi­

kada Oğuzlar'ın Alayundlu boyunun Türkler'den olduğu söyleniyor ki 3 5,

aynı vesikada adları geçen birçok Türk elleri hakkında böyle bir ifade yok­ tur. Bunun gibi, Rus vekayinâmelerinde, yalnız Uz (Oğuz)'lar'a Torki

"bu, Oğuz şehirlerinden birinin adıdır" şeklinde değiştirmiştir. B e s i m A t a l a y , sadece

K â ş g a r l ı ' n ı n haritasına dikkat etmiş olsaydı doğru cümleyi yanlış diyerek değiştir-miyecek idi. Karaçuk hem Farab şehrinin hem de Oğuz ülkesinin adıdır. K â ş g a r l ı b u n u söylemektedir.

3 1 Bu harita K i l i s l i R i f a t neşrinde I. ciltte, tercümesinde I I . cilttedir.

32 " O ğ u z ilinin yurtlarının kün doğuşı Isığ Kol ve Almalık ve kıblesi Sayram ve Kazgurt tağı ve Karaçık tağ ve temür kazuğı Uluğ Tağ ve Kiçik tağ ki bolur ve kün batışı Sir

sıvının ayağı Yeni Kent ve Kara Kum. (T.D.K., İstanbul, 1937, yp. 28b). E b u l g a z i ' n i n

Oğuz yurdu ve sınırları hakkında verdiği bilgi gerçeğe çok yakındır. Tabiî Oğuz y u r d u n u n

gün doğusunun hık Göl ve Almalık olduğu hakkındaki ifade X. yüzyıl için mübalâğalı­ dır. Burada sınır Karaçuk sıra dağlarından öteye gitmiyordu.

( Ş e r e f u d d i n A l i - i Y e z d î , Zafernâme. Kalkutta, 1887, I, s. 272-273. Nizam-i Şâmî'de bu bilgi yoktur).

T i m u r , T o k t a m ı ş üzerine yürüdüğü z a m a n K a r a ç u k dağından geçmişti : (aynı eser, I, s. 503).

N. Ş a m î ' d e (Zafernâme, neşr F e l i x T a u e r , Praha, 1937, I, s. 118), bu hususta daha kısa olan bilgi arasında K a r a ç u k adı geçiyor. Bu kayıtlardan, Kâşgarlı,da. ve Şecere-i Te-râkime'de Oğuz yurdu olarak gösterilen dağın yeri iyice anlaşılmış olup b u g ü n bu sıradağa Karatav (tağ) denilmektedir ( Z . V. T o g a n , Türk ili haritası ve ona ait izahlar, İstanbul

1945). Kazgurt dağına gelince, bu da tarihî bir dağdır. Salur K a z a n hakkında Şecere-i

Terakime'de bulunan dikkate değer bir m a n z u m e d e de geçen bu dağ, XV. yüzyılda Türk­ menlerin eski zamanlarda oturdukları bir yer olarak biliniyordu. ( D e v l e t Ş a h , Tezkire,

London, 1901, s. 390. Karakoyunlular'ın coğrafî menşei münasebeti ile) Kazgurt dağının yeri­ ne gelince bu hususta kat'i bir bilgi elde edemedik. Bu, Karaçuk dağlarının bir kısmının adı olsa gerektir.

3 4 B e l a z u r î (Futuh ul-buldan, Kahire, 1350, s. 420). Horasan valisi A b d u l l a h b.

T â h i r ' i n (ölümü 844) oğlu T â h i r ' i Oğuzlar'a. karşı gazaya gönderdiğinden bahsediyor (Barthold, Turkestan doıvn to the Mongol invasion, G M N S , 1928, ş. 212).

35 "A l'Ouest de la est la tribu drugu (Türk) des Ha-la-yun-log (yani Ala yunt lu), De chez elle proviennent les meilleure chevaux drugu" (M. B a c o t , aynı yazı, s. 147). P e l l i o t ' n u n

(12)

X . Y Ü Z Y I L D A O Ğ U Z L A R 137

(Türk) denilip de 3 6, Peçenek ve Kumanlar'a, aynı adın verilmemesi dikkate

şayandır. Oğuzlar, G ö k T ü r k imparatorluğunun yıkılmasından sonra eski

Türk yurdu olan bugünkü Moğolistan'dan batıya doğru göç etmişler ve

belki bir müddet Işık Göl batısında oturduktan sonra ihtimal diğer bir

Türk elinin baskısı ve sıkıştırması ile batıya doğru ilerleyerek şimdiki yurt­

larına gelmişlerdir. Buraların kendilerinden önceki sahipleri ise

Peçenekler-di 3 7. Oğuzlar çetin savaşlar neticesinde Peçenekleri kuzey batıya doğru sü­

rerek 38 Emba ırmağının ötesine atmışlardır. İki Türk eli arasındaki müca­

dele bununla sona ermemiş, bu sefer Hazarlar ile anlaşan Oğuzlar 896-904 tarihinde Peçenekler't yeniden saldırarak onları yurtlarından çıkarmışlardır. Bu yenilme üzerine İtil'i geçen Peçenekler Karadeniz'in kuzeyinde yurt tut­

muşlar ve tarihçe bilinen en önemli rollerini burada oynamışlardır 3 9.

Bu olaydan sonra da Peçenekler'den bir kısmı Emba-Yayık arasındaki yurt­

larında kalmışlardır 4 0.

Pek dikkate değer bir keyfiyettir ki, Oğuzlar ile Peçenekler arasındaki savaşların hatıraları yüzyıllar boyunca unutulmayarak muhafaza edilmiş ve bunlar, XVII. yüzyılın ikinci yarısında E b u l g a z i tarafından meydana

getirilen Şecere-i Terâkime'de yer almışlardır 4 1.

bu vesikadaki adlara dair yaptığı izahlarda (aynı yazı, s. 152), pek isabetli olarak, bu kelimenin Alayundluy olduğunu tesbit etmesine rağmen, G. C l a u s o n ' u n (A propos du

manuscrit Pelliot tibetain, J. A., 1957, fas nr. 1, s. 16) bu boyun hüviyetinin karanlık yani

meçhul bir teşekkül (mysterieuse) olduğunu söylemesine şaşmamak m ü m k ü n değildir. Çünkü, kendisi F a h r u d d i n M ü b a r e k Ş a h ' ı n listesindeki Türk e l v e boylarını K â ş -g a r l ı ' d a k i l e r ile karşılaştırmış olmasından (Tarikh-i Fakkrud'd-din Mubarakshah, neşr.

E. Denison Ross, London, 1927, s. X I - X I X ) Oğuz boylarını tanıyor ve bu arada her

iki eser vasıtasıyla da Alayuntlular'ı biliyordu (aynı eser, s. X I V ) . Yine bu sebebden bu adın ne Karakoyunlug kelimesinin bozuk bir transkripsiyonu olabileceğini düşünmeye ne de iyi atlar yetiştirdiklerinden dolayı onları Fergana taraflarında a r a m a k zahmetine girişmeye (s. 16-17) lüzum vardı.

3 6 A. N. K u r a t , Peçenek tarihi, s. 10, 17, 37, 103, 180, 183; B a r t h o l d , Ghuzz mad­

desi, E I, I I , s. 178.

3 7 Bilindiği üzere, B i r u n î ' n i n muhtelif eserlerinde, Peçenekler'in Aral gölü çevresinde Harizm'e komşu olarak yaşadıklarını gösteren bazı kayıtlar vardır (meselâ, Tahdid ul-emâkin, Fatih ktp., nr. 3386, s. 205-206, bu metin için ayrıca Al-Birunî, Commemoration

volume, I r a n society, Calcutta, 1951, s. 250 ve devamı; K i t a b ul-Cemâhir, H a y d a r a b a d , 1955, s. 218-219).

3 8 M e s ' u d î ' n i n Oğuz-Peçenek mücadelesi ile ilgili bir kaydı için bk. Kitab ut-tenbih ve H-işraf, nşr. De G o e j e , (BGA), London, 1894, s. 180-181; Mısır, 1357, s. 153. M e s ' ­

u d î ' n i n bu kaydına bakılır ise Oğuzlar, Peçenekler ile yaptıkları savaşlarda Karluk ve

Ki-mekler'i de ittifaklarına almışlardır. Fakat, bu hususda başka bir delil yoktur. Peçenekler'in Oğuzlar'dan d a h a önce Karluk ve Kimekler ile savaşmış olmaları pek m ü m k ü n d ü r . Öyle

anlaşılıyor ki, bu Türk eli diğer Türk ellerinden hiç birisi ile iyi geçinemiyerek bunlar ile çetin ve kanlı savaşlar yapmış ve neticede de çok uzaklara gitmek zorunda kalmıştır.

3 9 A. N. K u r a t , Peçenek tarihi, s. 33, 39-43, 257-258.

4 0 İbn Fadlan, s. 1 7 - 1 8 ; K o n s t a n t i n P o r p h y r o g e n n e t o s , De administrando imperio (A. N. Kurat, Peçenek tarihi, s. 42, 258).

(13)

138 FARUK SÜMER

I I . O Ğ U Z L A R ' I N YAŞAYIŞ T A R Z I .

X. yüzyılda Oğuzlar, umumiyetle göçebe hayatı yaşıyorlardı. Oğuz elinin 24 boydan meydana gelmesi ve bu boyların da Bozok ve Üçok olmak üzere iki kola ayrılmaları tarihî bir vakıadır. K â ş g a r l ı M a h

-m u d ' u n onlardan 22 sinin adını yaz-ması ve da-mgalarını göster-mesi, bu husus için kâfi bir delil idi 4 2.

Bununla beraber bu 24 boydan 22 sinin adları aşiret ve yer adı olarak

Türkiye'de b u l u n m u ş t u r4 3. K a ş g a r l ı ' n ı n eserine Oğuz boylarının adları

ve damgalarını gösteren bir liste koyması, F a h r u d d i n M ü b a r e k Ş a h ' ı n

Türk elleri listesinde onlardan çoğunun ve en tanınmışlarının (15 veya 16 sı)

adlarının geçmesi 4 4, R e ş i d ü d d i n ' i n eserinin başında tam bir liste halinde

yer almaları, bu boyların, gerek nüfus, gerek meydana getirdikleri elin tarihinde oynadıkları siyasi rol bakımlarından nekadar büyük bir ehem miyet taşıdıklarını gösterir 4 5. Bilindiği üzere, başka Türk elleri'nin boylan

hakkında bu elinki gibi muntazam listelere sahip değiliz.

M e s ' u d i ' y e göre (eserin yazılışı 956) Oğuzlar yüksek, orta ve aşağı olmak üzere üç sınıf idiler 4 6. Biz, eserin naşir ve mütercimlerinin aksine

olarak 4 7, bu cümlenin Oğuzların içtimaî tabakalarını ifade ettiğini sanıyo­

ruz. Oğuz elinde böyle bir halin varlığı ise, bu hususta diğer Türk elleri ve bizzat Oğuzlar'a ait bildiklerimiz ile, pek tabiî görülebilir.

42 Ermeni müverrihleri de S e l ç u k l u l a r ' ı n başlığı altında fetihlerde bulunan kavmin

(yani Oğuzlar'ın) 24 boya ayrılmış olduğunu biliyorlardı: "Birçok yıllardan sonra kuzey

ülkelerinden yirmi dört boya ayrılmış olan ve Türk denilen millet harekete geçmiştir. Bunlar hâkimiyeti Arablar'ın elinden aldılar, fakat onların dinine girdiler. Onlar, kıratları ortadan kaldırdılar ve impa­ ratorlar'a karşı zaferler kazandılar" ( U r f a l ı V a h r a m , Kilikya kıratları tarihi, türkçe tercüme,

T.T.K., henüz basılmamıştır).

43 O ğ u z boylarına dair incelemelerimiz maalesef elimizde olmayan sebepler yüzünden

muhtelif dergilerde yayınlanmıştır. Bunları, yeni bilgiler ekliyerek bir kitabda top­ lamayı tasarlamaktayız.

44 Tarih-i Fahruddin Mubarekşah, s. 47. Bu eserdeki listede adları geçmeyen boylar

şunlardır (Reşidüddin listesine göre): Alka Evli, Kara Evli, Kızık, Taparlu,-Karkın, Çepni,

Çavundur ve İğdir. Oradaki adının olduğunu sanıyoruz. F a h r u d d i n M u b e r e k

Şah'ın Türk ellerinden bir çoklarının adlarını eski eserlerden aldığı açıkça anlaşılıyorsa da, Oğuz boyları için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Müellif onları işiterek yazmış olsa gerektir.

4 5 K â ş g a r l ı bu boyların oymakları olduğunu bildirmiş ise de (Kilisli R i f a t ,

I, s- 57-58, Besim A t a l a y , I, s. 59), adlarını vermemiştir.

46

metin : (Muruc uz-zeheb, I, s. 212; Mısır, 1367, I, s. 102). Mısır basımı, endeksi olmamakla beraber, iyi bir metindir.

47 Bu cümle fransızcaya şöyle çevrilmiştir: "La plupart des turcs qui habitent cette

cont-ree, tant nomades que citadins, appartiennent d la tribu des Gozz, qui se divisent en trois hordes nom-mees la grande, la petite et le moyenne'\ Yani "bu bölgede gerek göçebe gerek yerleşik olarak

oturan Türkler'in çoğu, büyük, küçük ve orta olmak üzere üç kümeye ayrılmış olan Oğuzlar­

dandır" (Gösterilen yer). Oğuzlar'm siyasî bakımdan üç kümeye ayrılmış olmları mümkün

ve hattâ muhtemel olmakla beraber,

(14)

X. YÜZYILDA OĞUZLAR 139 Oğuz boyları'nın başında beg ( b e ğ - b e y ) ünvanlı asilzadeler

v a r d ı4 8. Beyler çok zengin idiler. î b n F a d l a n 4 9 Oğuzlar arasında

yüz bin koyuna, on bin bineğe

söylüyor. Esasen Oğuz beyleri, daha umumî bir ifade iler diğer

Türk ellerinin başında bulunan beyler, C e n g i z H a n devri Moğol

noyan-ları gibi, her zaman çok varlıklı olmuşlardır 5 0. Onlara ait destanlarda

da bu husus, sık sık verilen toylar (umumî ziyafetler) ve diğer vesilelerle

belirtilir. Beylerin kalabalık maiyyetleri ve uşakları vardı. İ b n F a d l a n5 1,

Oğuz subaşısı A l k a T o ğ a n5 2 oğlu Etrek'in karargâhında (ordu), subaşı-nın kalabalık ailesini, maiyyetini ve uşaklariyle birçok otağlar görmüştü. Beylerden sonra kalabalık halk tabakası geliyordu. Bunlar, beyleri ve manevî şahsiyetlerine karşı pek büyük bir saygı göstermekle beraber, hür kimselerdi. Gerek beylerin, gerek halktan zengin olanların erkek(kul) ve kadın (karabaş, kırnak) köleleri vardı. Şüphesiz ki bunlar, bilhassa komşu

Türk elleriyle yapılan savaşlarda ele geçirilen tutsaklardı. Oğuz boylarının, Moğollardaki gibi unagan bogollara yani tâbi teşekkülere sahib olup olama­

dıkları bilinemiyor.

I I I . D Î N Î İNANIŞ ve G E L E N E K L E R İ .

X. yüzyılın birinci yarısında Oğuzlar, Uygurlar dışta kalmak üzere, diğer Türk elleri gibi kendi kavmi-dinî inanışlarını muhafaza ediyorlardı. Bu yüzyılda, İslam âleminde Oğuzlar da dahil olmak üzere, Türkler'in Al­ l a h fikrine sahip oldukları ve bunu Tanrı yahut Bir T a n r ı adiyle ifade

ettikleri biliniyordu5 3. Türkler'in yaratıcıya U l u ğ B a y a t adını verdikleri

48 (Hudud ul-âlem, s. 54, Minorsky, s. 101)

49 S. 17 (Peçenekler'in yoksulluğu münasebeti ile).

50 Meselâ VIII. yüzyıl Uygur hanlarından birinin beylerinden olan Kırgız oğlu

Boyla K u t l u ğ Y a r k a n , kitabesinde: "bay bar ertim ağılım on, yılkım sansız (sayısız)

erti" demektir (H. N. O r k u n , Eski Türk yazıtları, Suci yazıtı, s. 156). Keza Uyug-Turan

yazıtında (aynı eser, III, s. 40) Kitabe sahibi Ü ç i n K ü l ü ğ tirig altı bin yuntdundan bahsediyor. (134 ve 810. sahifelere de bk.).

5 1 s. 15.

52 Metin: (s. 15) Biz bunu gösterdiğimiz gibi,' Alka T o ğ a n (Ala Doğan)

şeklinde okuduk. Bu adın sahibi, metnin pek açık ifadesi ile (gösterilen yer) subaşı

Etrek'in babası olduğundan bu kelimedeki Jı = el hecesini harfi tarif olarak kabul

etmeye imkân yoktur. Buna rağmen Zeki Velidi T o g a n (Tercüme, s. 28; izahlar kısmı s. 142) bu kelimeyi e l - K a t g a n şeklinde okumuştur. Bu kelimenin e l - K a t g a n şeklinde okunması mümkün olmadığına göre onu Alka T o ğ a n (Ala Doğan) şeklinde okuyabiliriz (ve yahut belki de Uluğ- T o ğ a n ) . Z. V. T o g a n , aradan yıllar geçmesine rağmen bu kelimeyi aynı şekilde okumakta devam etmiş yalnız bunun- Alf ( = A l p ) T o ğ a n olarak da okunabileceğini söylemiştir {Umumî Türk tarihine giriş, İstanbul, 1946, s. 175-176).

53 İbn Fadlan, s. 10; Makdisî, Kitab ul-bed" ve 't-tarih, nşr. ve tercüme Cl. H u a r t ,

Paris, 1907, IV, metin s. 63, tercüme s. 57.

(15)

140 FARUK SÜMER

de İslâm bilginlerine ulaşmıştı3 4. Fakat, Oğuz din adamlarının T a n r ı ­

nın sıfatları ile ilgili tasavvurları hakkında kesin bir bilgimiz yoktur. Her halde Oğuzlar'dan alelade kimselerin bu husustaki kesinleşmiş tasavvurları pek zengin değildi ve onlar T a n r ı ' y a insanî vasıflar izafe ediyorlardı.

Oğuzlar'dan biri İ b n F a d l a n ' a T a n r ı ' n ı n karısı olup olmadığnı sormuş,

müellif bu soru üzerine bir hayli tövbe ve istiğfar etmiş ve Oğuz da aynı

şeyi yapmıştır5 5. E b u D u l e f (X. yüzyılın birinci yarısı) seyahatnamesinde5 6

Oğuzların bir tapınakları olduğu söyleniyor ve içinde put bulunmadığı

ilâve ediliyor. İ b n F a d l a n , ne bir tapınak gördüğünden, ne de bir din adamı ile görüştüğünden açıkça bahseder. Fakat Oğuzlar'ın hakimleri ol­ duğunu biliyoruz. Oğuzlar bu manevî şahsiyetlerine büyük bir saygı göste­

riyorlardı 5 7. H a t t â bu hakimlerin Oğuzlar'm kanları ve davarları üzerin­

de hüküm sahibi oldukları söyleniyor ki, bu ifadeden, manevî şahsiyet­ lerin el üzerinde nekadar önemli bir tesir ve nüfuzları olduğu iyice anla­

şılıyor 5 8. İşte bizim K o r k u t A t a (Dede Korkut) bu hakimlerden birisi

idi. Tabiblik yapan, geleceğe ait keşiflerde bulunan , yapılacak bir teşeb­ büsün uğurlu olup olmıyacağına hükmeden, dinî törenlere başkanlık eden bu manevî şahsiyetlere Oğuzlar'm kam mı dedikleri yoksa başka bir ad mı verdikleri bilinemiyor. Ata kelimesi bunlar hakkında saygı ifade eden bir söz mü idi, yoksa onlar için özel bir ad mı idi buhusus da malûm değildir. Ölü gömme gelenekleri dikkate değer olup dinî inanışları ile sıkı sıkıya bağlı idi.

Onlar G ö k T ü r k l e r gibi, ölülerini, sırtlarında elbiseleri, üzerlerin­ de silâhları ve yanlarında diğer şahsî eşyalariyle birlikte gömüyorlardı. Ölü ev şeklinde açılan bir mezara oturtulup, eline içki dolu (her halde

kımız) 5 9 bir çamçak veriliyor ve önüne de yine içki dolu bir kap

konulu-(Makdisî, gösterilen yer).

= b harfi, arabca tercümesinden de anlaşılacağı üzere, şüphesiz lüzumsuzdur. Hayat t a n r ı ' m n adı olarak F a h r u d d i n Mubarekşah'da (s. 43) da geçiyor.

5 5 s. 11.

5 6 Y a k u t , Mu'cem ul- buldan, nşr. W u s t e n f e l d , Leipzig, 1942, I I I , s. 44 Şin mad­

desi, türkçe tercümesi, Ş e r e f u d d i n , Eski Türk memleketlerinde, Teni mecmua, sayı, 59, s. 135. Ötedenberi bu seyahatnamedeki bilgilerden çoğunun inanılmaya değer görülmediği m a l û m d u r ; düzme bir seyahatname olduğu muhakkaktır.

(Hudud ul-âlem, s. 54, M i n o r s k y ,

100). T a b i î buradaki ibaresi ile onların başlarını ve gövdelerini eğerek yaptıkları

yükünme yani ululama (tazim) hareketi kastediliyor.

5 8 Gösterilen yerler. B e y h a k î ' n i n (Tarih-i Beyhakî, neşr. Ganî ve Feyyaz, T a h r a n ,

1324 h. ş, s. 627-628) anlattığına göre, S e l ç u k l u l a r ' ı n katında yıldızlar ilmini (ilm-i n u c û m ) bilen bir M e v l â n a z a d e vardı. B u n u n söylediği bazı sözler doğru çıkmıştı. Bu M e v l â n a z a d e Dendanakan savaşı esnasında S e l ç u k l u l a r ' a h e r saat: "bir saat dayanınız" demiş v e öğle vaktinde G a z n e l i ordusu bozulunca T u ğ r u l , Ç a ğ r ı beyler ile Y a b g u

(Musa) atlarından inerek ona secde etmişler, yani yükünmüşlerdir.

5 9 K a y n a k İ b n F a d l a n ' d a (s. 14) (bilhassa h u r m a veya k u r u ü z ü m rakısı)

deniliyor, i b n F a d l a n her halde, kımızı bu mahiyette bir içki sandı.

ibaresindeki 54

(16)

X. YÜZYILDA OĞUZLAR 141 yordu. Mezar toprakla örtüldükten sonra üzerine yine topraktan kubbemsi

bir şekil yapılıyordu Bu geleneğin de gösterdiği gibi, onlar, ölünün gömüldükten sonra dirilip cennete (uçmak) gideceğine inanıyorlardı.

Oğuzlar'ın mezarlarının üzerlerine kubbemsi şekiller yapmaları pek dikkate

değer. Hazar ötesi Türkmenleri'nde son zamanlara kadar buna benzer bir gelenek mevcut olup, mezarın üstündeki tümsek gibi yaptıkları şekillere

onlar yozka diyorlardı6 0. Türkiye'de bilhassa S e l ç u k l u devrinde yaygın

bir şekilde görülen ve mütehassıslar tarafından Türk çadırına benzetilen

kümbetler ile 61 Oğuzlar'ın bu kubbemsi sinleri yani mezarları arasında yakın bir münasebetin varlığına inamlabilir. Bu kümbetlerde yatanların mumya­

lanmış olması ve Türkmenler'in XI. yüzyılda mumyacılığı bilmeleri6 2 bu husus için ayrıca bir delil olabilir.

Gömülme işi bittikten sonra, ölünün hayvanları öldürülerek yeni­

lirdi k i6 3, bu da bütün Türkler'de yaygın olan yuğ aşı veya ölü aşı

geleneği idi 64. Türkiye'de bu gelenek yüzyıllar boyunca sürüp gelmiş

ve şimdi de mahiyeti aynı kalmak suretiyle, köy, kasaba ve hattâ birçok şehirlerde yaşamaktadır. Ölen sağlığında bazı kimseleri öldürmüş ise, bunların -resimleri tahtalar üzerine oyulup mezara ko­ nulurdu. İnanışa göre bir kimsenin öldürdüğü insanlar, uçmakta, öldü­

renin hizmetçileri olacaklardır 6 5. Bu da, anlaşılacağı üzere, Gök Türkler

deki balbal geleneğinden başka bir şey değildir 6 6. Oğuzlar, aynı zamanda,

başlıca Türk ellerinde olduğu gibi yuğ aşında yenilen hayvanların her halde

sadece atların baş, ayak ve derilerini sırıklara asıyorlardı6 7. Çünkü

ölen, cennete bu atlarına binerek gidecekti. Bu yapılmadığı takdirde, yine inanışa göre ölen, yorucu bir yolculuğu yayan yapmak mecburiyetinde

kalacaktı 6 8. Oğuzlar, yine dinî inanışlarının zoru ile suya girmiyorlar,

yabancıların da yıkanmalarına engel oluyorlardı6 9. Zira, eskidenberi

bütün Türk ellerinde sürüp gelen köklü bir inanışa göre, su kutludur ve arıdır. Yıkanmak, arı ve kutlu olan suyu kirletmek ve böylece büyük bir günah işlemek demektir. Bu ise, uğursuzluğa ve felâkete sebep olur.

Oğuz-60 V a m b e r y , Travels in central Asia, London, 1864, s. 56, 71, 342.

61 E. Diez, Türk san'atı, türkçe tercümesi, O. A r s l a n a p a , İstanbul, 1946,. s. 84.

62 Birunî'nin kayıtları, Kitab ut cemâhir, s. 205; A. Zeki Velidî Togan, Birunî,

İA, II., s. 636. Selçuklu devrinde bilhassa büyüklerin ve zenginlerin cesedlerinin mum­ yalanması ve bunun menşeî üzerinde elimizde müstakil bir inceleme yoktur. Bu hususda

O. T u r a n ' ı n Altun Aba vakfiyesi dolayisiyle yaptığı araştırmanın neticeleri için bk:

Şemseddin Altun-Aba vakfiyesi ve hayalı, Belleten, sayı 42, s. 208-211.

63 İ b n F a d l a n , s. 14.

64 A b d ü l k a d i r İ n a n , Tarihte ve bugün Şamanizm, (T.T.K.), Ankara, 1954, s:

189 ve devamı.

65 İ b n F a d l a n , s. 14.

66 A b d ü l k a d i r İ n a n , aynı eser, s. 178-180.

67 İbn F a d l a n , s. 14; A. İ n a n , aynı eser, s. 97 ve devamı.

68 İ b n F a d l a n , s. 14.

(17)

142 F A R U K S Ü M E R

lar'da, suya dalmak, felâket getirecek bir büyücülüktür. Bu sebeple onlar,

suya giren yabancılara kızarlar ve onları para cezası vermeğe mecbur

ederlerdi7 0.

Onlar, yine dinî inanışları ile ilgili olarak, giyimlerini eskiyinceyedek

üzerlerinden çıkarmıyorlardı7 1. Bilindiği üzere, bütün bu gelenekler, C e n g i z

H a n devri Moğolları'nda belirli bir şekilde mevcuttu ve bazıları da

Cengiz Han'ın yasakları arasına girmişti. Yine onlar Moğollar gibi, Miis-lümanlar'ın aksine olarak, koyunu, başına vurarak öldürüyorlardı. 7 2

IV. BAŞKA G E L E N E K ve G Ö R E N E K L E R İ .

X. yüzyılda Oğuz elinde kadınlar, diğer Türk ellerinde ve Moğollar'-da ve câhiliye devri Arabları'nMoğollar'-da olduğu gibi, erkeklerden kaçmazlar ve yüzlerini örtmezlerdi. Bununla beraber Oğuzlar'ın ne zina ne de oğlancılık

gibi kötü gelenekleri v a r d ı7 3. Esasen Türk kadınları İslâm dünyasında

iffetli kadınlar olarak tanınmışlardı7 4.

Oğuzlar'da da, câhiliye devri Arabları'nda olduğu gibi7 5. bir baba ölün­ ce, oğlu, onun annesi olmayan kadınları ile evlenebiliyordu. İ b n F a d l a n ' ı n görüştüğü Oğuz subaşısı E t r e k ' i n karısı, ölü babası A l k a T o ğ a n ' m karısı i d i7 6.

Evlenme geleneğinde başlık vermek usulü yaygındı 7 7. Düğünleri

ve oyunlarına dair bilgimiz yoktur. Yalnız, T u ğ r u l Bey'in, 1063 yılında H a l î f e E l - K â i m b i e m r i l l a h ' ı n kızı ile evlendiği zaman, bir odada kürsü üzerinde oturan gelini ziyaret edip, yüzünü açmadan, etrafında dolandıktan sonra avluya çıktığını ve orada beyleri ile birlikte sevinç içinde

raksettiğini ve bu esnada türkçe şarkılar söylendiğini biliyoruz k i7 8, B a r t

-h o l d buna dayanarak, Ruslar'da "pliaska prisiadki" denilen raksın

türk-ler'den alınmış olacağı ihtimalini ileri sürmüştür 7 9.

70 Aynı eser, s. 12. 71 Aynı eser, s. 16. 73 Aynı eser, s. 12. 7 3 Aynı eser, s. 11.

7 4 G e r d i z î, s. 8 1 ; Z e k i V e l i d î , İbn Fodlan, izahlar kısmı, s. 127-128. 7 5 Bilindiği üzere Kurban bu geleneği menetmiştir.

7 6 İ b n F a d l a n , s . 15. 7 7 Aynı eser, 11.

( İ b n u l - C e v z î , el-Muntazam, H a y d a r a b â d ,

1359, V I I I , s. 229). S ı b t İ b n u l - C e v z î ' d e de (Mir'at uz-zaman, Türk-İslâm eserleri müzesi ktp., nr. 2134 yp. 226 a-b) bu ifade aynen olmakla beraber şu fark ve ilâve

yani T u ğ r u l B e y ' i n maiyyeti oynamışlar ve türkçe şarkılar söylemişlerdir. E b û l F e r e c (türkçe tercüme, O. R ı z a D o ğ r u l , T . T . K . , Ankara, 1945, I, s. 315)'in bu husustaki kaynağı da İ b n u l - C e v z î ' d i r .

79 Orta Asya Türk tarihi hakkında dersler, İstanbul, 1928, s. 97. vardır:

(18)

X . Y Ü Z Y I L D A O Ğ U Z L A R 143 Oğuzlar'ın mutfağında da, öteki Türk ellerinde olduğu gibi, tutmaç

aşı şüphesiz önemli bir mevkiye sahipti. Bu aş ortaçağ Türkleri'nin millî yemekleri veya yemeklerinden idi. Islâmî edebiyatta bu yemeğin adı çok geçer. T u ğ r u l Bey'in daha Horasan'da, iken bir davette yediği badem

helvası için, "iyi tutmaç imiş, lâkin sarımsağı eksik" dediği söylenir k i8 0, bu

kayıt bu yemeğin Oğuzlarca da tanınmış bir yemek olduğunu göstermesi bakımından önemlidir Fatih'in yemek listesinde de yer almış bulunan

bu yemek 8 1 şimdi de Türkiye'de bir çok yerlerde pişirilmektedir. 8 2.

Oğuzların X. yüzyılda yüz şekillerinin öteki Türkler'inkinden ne derece­ de farklı olduğu bilinemiyor Oğuzlar'ın torunları olan Türkmenler'''in, yüz şekli bakımından öteki Türkler' den farklı olduğuna dair en eski bilgi, benim bildiğime göre, X I I I . yüzyıla aittir. Reşidüddin'de Oğuzlar'ın yüz şeklinin evvelce, öteki Türkler gibi olduğu, onlar Mâveraünnehr' e geldikten sonra buradaki hava ve suyunun tesiri ile yüzlerinin tedricen Tâcikler'inkine

yani İranlılar'ınkine benzediği söyleniyor 8 3. Türkiye Türkmenleri yabancı

gezginler tarafından güzel insanlar olarak tavsif edilmişlerdir 8 4. Bugün

de artık pek az kalmış olan Yörük ve Türkmenler gösterişli yapılariyle köylü

Türkler'den ayrılmaktadır. Oğuzlar sakal ve bıyıklarını traş etmekte idiler 8 5.

Türkiye'de de bu usul halk arasında ve hattâ bazı dinî tarikatlarda uzun

bir müddet devam etmiştir. Yeıiçeriler'in yüzlerinin tıraş edilmiş olduğunu biliyoruz. Buna karşılık Oğuzlar, bütün Türkler gibi, saçlarını kesmiyorlardı. X I . yüzyılda Ermeniler, Oğuzlar'ı gördükleri zaman, dikkatlerini onların

uzun saçları ve yayları çekmişti 8 6. Oğuzlar'm kıyafetlerine gelince, bu konu da hemen hiçbir şey bilmiyoruz. 1038 yılında Nişabur'a giren T u ğ r u l Bey'in kıyafetine dâir yapılan tasvir bu hususta belki bize faydalı ola­ bilir: Onun başında bir nevi ketenden bir sarık ('asâbe-i tûzî), üzerinde bir cins kumaşdan yapılmış uzun kollu, uzun etekli ve önden ilikli bir elbise (kabâ-yi mulham) ve ayağında keçe çizmeler, kolunda gerilmiş bir

80

(İbnul-Esir, Mısır, 1301, IX, s. 201).

81 S ü h e y l Ü n v e r , Fatih deuri yemekleri, İstanbul, 1952, s. 27

82 Tutmaç ve Türkler'in diğer bazı yemekleri üzerinde ayrı bir yazı hazırlamak arzu­ sundayız.

83 Câmi'ut-tevârih, nşr. Berezin, Petrsburg, 1861, s. 26.

84 Meselâ, 1432-33 yıllarında Türkiye'den geçen B e r t r a n d o n de la Broquier

(Le Voyage d'Outremer, neşr. Schefer, Paris, 1892, s. 92), Güney Anadolu'da gördüğü Türk­ menler için: "güzel insanlar" diyor. B a b ü r [Hâtırat, Türkiye türkçesi R. R. Arat, T D K ,

Ankara, 1943, s. 72), S u l t a n M a h m u d oğlu Baysungur M i r z a hakkında: "büyük

gözlü, yuvarlak yüzlü, orta boylu ve Türkmen çehreli, güzel bir yiğit idi" sözlerini söyliyor. Bab ür'ün

bu sözleri, Türkmenler'in, müellifin bahsettiği vasıflar ile, Çağatay Türkleri''nden farklı, bir yüz şekline sahip olduklarını gösteriyor. Baysungur M i r z a ' n ı n Türkmen çehreli olması ise gayet tabiî idi. Çünkü, aynı müellif, bize Baysungur Mirza'mn anasının ünlü

Kara-koyunlu Türkmen boyu Baharlularha başı Ali Şeker Beg'in kızı olduğunu açıklıyor (s. 29).

85 İbn Fadlan, s. 15.

(19)

144 F A R U K S Ü M E R

yay ve kemerinde de üç ok vardı87. Ermeni müverrihi Aristagues de Ermeni ülkesine giren Oğuzlar'dan şairane bir şekilde bahsederken, bellerinde sağlam kemerleri ve ayaklarında bağları kopmaz ayakkabıları olduğunu

söylüyor.8 8

E b û D u l e f seyahatnamesinde 8 9 Oğuzlar'ın kürk ve keten elbiseler

giydikleri yazılıyorsa da ikincisini kabul etmek imkânsızdır. İslâm ülkelerin­ de imal edilen giyim eşyasının onlarca, makbul armağanlardan sayıldığı

görülüyor 9 0. Oğuzlar umumiyetle keçe elbiseler giymiş olsalar gerektir 9 1.

Bunların rengi de yine umumiyetle ak olacaktır. Çünkü, kara renkli elbise­

ler, bütün Türkler'de olduğu gibi onlarda da yas alâmeti i d i9 2. Tuğrul Bey in İran'a, hâkim olduktan sonra pamuktan ak renkli elbiseler giydiği bildiri­

liyor 9 3.

Oğuzlar, büyük fetih hareketlerine girişmeden, yurtlarında iken savası, yiğit bir el olarak tanımışlardı. M e s ' u d i ' y e inanmak gerekir ise Türkler'in

en yiğit eli onlardı 94. Silâh ve avadanlıkları mükemmeldi 9 5. Bu silâh­

lar arasında tabiî millî silah olan ok başta gelmektedir. Yukarıda da söy­ lendiği gibi, Ermeniler 'in dikkatini de bu silahları çekmişti. Kargı (süngü-cida) ve kılıç da başlıca silâhlardandı. Bütün Türkler gibi binici olup at üzerin­ de savaşırlardı. Esasen çok sayıda da atları vardı A t r i s t a g u e s , romantik

bir ifade ile atlarının kartallar gibi sür'atli olduğunu söylüyor 9 6.

Oğuzlar'ın mizaç ve karakterlerine gelince, kaynak yetersizliğinden bu

hususlarda isabetli hükümler vermek pek kolay olmuyor. Ancak şunları söylemek belki mümkün olabilir ki, Oğuzlar, yaşadıkları hayat tarzı' ve muhitin çetin şartlarının tesiri ile oldukça sert mizaçlı kimseler idiler. Yi­

ğitlik ve savaşçılık onlar arasında başlıca faziletlerden idi. İ b n F a d l a n ' m Oğuzlar'ın Müslüman tüccarları ile münasebetlerine dair sözleri 97 onların umumiyetle konuk sever, doğru ve namuslu insanlar olduklarını gösteriyor. Büyüklerine son derecede bağlı ve saygılı idiler. Boş inançlara inandıkları

ve hislerinin de oldukça tesiri altında kaldıkları, görülüyor 9 8.

8 7 Tarih-i Beyhakî, nşr. G a n î ve Feyyaz, T a h r a n , 1324, s. 553. S8 J. Laurent,-Byzances et les Turcs Seldjoucides, Nancy, 1913, s. 17. 8 9 Gösterilen yer.

9 0 İ b n F a d l a n , s. 13, 15, 16, 17.

9 1 X. yüzyılda, Türkler''in elbiselerinin keçeden olduğu söyleniyor ( Y a k u b î , Kitab ul-buldan, Bağdad, 1338, s. 60).

92 Dede Korkut destanlarına dair yazımızda buna genişçe temas edilmiştir. 9 3 E b û l F e r e c , türkçe tercüme, s. 299.

94 Muruc uz-zeheb, I, s. 212; Hudud ul-âlem, s. 54, M i n o r s k y , s. 100; "Ces peuples sont des Turcs Chozzes qui marchent toujours armes tres braves et toujours prets d combattre les autres peuplades Turgues" ( İ d r i s î , tercüme, J a u b e r t , 1840, I I , s. 209).

95 Hudud ul-âlem, gösterilen yerler. 9 6 Gösterilen yer.

9 7 S. 12.

9 8 Hudud ul-âlem'de (s. 54, M i n o r s k y , s. 100), onlar hakkında küstah (şuh ruy), kavgacı, kötüyürekli ve hasûd denilmektedir,

(20)

X . Y Ü Z Y I L D A O Ğ U Z L A R 1 45

V. İSLAMLIĞA G İ R M E L E R İ .

Oğuzlar'ın X. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kümeler halinde İs­ lâm dinine girmeye başladıkları anlaşılıyor. İ b n H a v k a l

Mâveraün-nehr'deki Sabran, Farab ve Sütkend'in tasviri esnasında, Oğuzlar'dan ve Kar-luklar'dan bir kümenin islâm olmuş olduklarından bahsediyor

Böylece, Oğuzlar arasında X. yüzyılın ikinci yarısında geniş ölçüde vukubulan İslâmlaşma hareketi X I . yüzyılın başından itibaren daha hızlı bir şekilde yayılmağa başlamış ve aynı yüzyılın ortalarında Oğuzlar'ın önemli bir kısmı veya çoğu Müslüman olmuştur. Bunda, şüphesiz Selçuklu

Türk imparatorluğunun kuruluşu pek mühim bir âmil olmuştur. İşte,

bu önemli olay (yani onların Müslüman olmaları) neticesinde Oğuzlar'a

Türkmen adı verilmiştir ki, bundan aşağıda ayrı bir bölümde bahsedil­

miştir .

VI. İ K T İ S A D Î FAALİYETLERİ.

Oğuzlar'ın X. yüzyılda -umumiyetle göçebe bir hayat yaşamaları itiba­

riyle- iktisadî faaliyetleri başlıca hayvan yetiştiriciliğine inhisar ediyordu. Bu sebeble servetlerini koyun sürüleri, yılkılar (at sürüleri) ve katar, katar

develer ve hattâ Hudud ul-âlem'e göre 1 0 0, sığır teşkil ediyordu. At binek ve deve de taşıma vasıtası (yüklet) olarak kullanılıyordu. İ b n

F a d l a n ' ı n 1 0 1, Türk develeri demesinden, bu develerin islâm

ülkelerinde bulunanlardan soyca ve şekilce farklı olduğuna hükmedi­ lebilir. Yine bu müellif, Bulgarlar'ın at eti yediklerini kaydetmekte fakat Oğuzlar hakkında aynı mahiyette bir söz söylememektedir. Oğuz su-başısı E t r e k , İ b n F a d l a n ve arkadaşlarına olduğu gibi, kendi akraba­ ları için de koyun kestirmişti. Fakat Oğuz destanları Oğuzlar'ın diğer Türk elleri gibi, at eti ve hattâ deve eti yediklerini göstermektedir. Oğuzlar'ın

Müslüman olduktan sonra at eti yemekten vazgeçtikleri anlaşılıyor. Çünkü,

umumiyetle dahil bulundukları H a n e f î mezhebi, at eti yenmesini mu­

bah kırmamıştı1 0 2.

9 9 S. 511.

(Hudud ul-âlem, s. 54. Minorsky, s. 110).

Oğuzlar'ın komşu Türk ellerinden daha fazla ata sahip oldukları anlaşılıyor. Yukarıda

görüldüğü gibi davarlarının başında atın zikredilmesi bununla ilgili olacaktır, Kartuklar'ın. ve Kimekler'in davarları arasında başta koyun sayılıyor (aynı eser, s. 51, 53, Minorsky, s- 97,

99)-1 0 99)-1 S. 8, 17.

1 0 2 Selçuklular ve beylikler devrinde Türkiye'de at eti yenildiği üzerinde hiç

bir bilgi yoktur. Başta Kitab-i Diyâr-i bekriyye olmak üzere Ak-koyunlular'a dair bilgi veren eserlerde onların at eti yedikleri hakkında ufak bir işaret yoktur. Buna karşılık, Moğollar ve onlar ile beraber islâm ülkelerine gelen Türkler'in Müslüman olduktan sonra da et eti yediklerini (İlhanlılar, Timurlular) biliyoruz. T i m u r l u müverihlerinden

Hafız-ı E b r u Zubdet ut tevârih, Fatih ktp., nr. 4371,yaprak, 492 ab; ondan naklen A b d u r r e z z a k S e m e r k a n d î , Matla-i sa'deyn, nşr. M u h a m m e d Şefî,. Lahor,

(21)

146 FARUK SÜMER

Oğuzlar ile komşu İslam kavimleri arasında canlı bir ticari faaliyetin

mevcut olduğu görülüyor. Hudud ul-âlem de 1 0 3 Oğuzlar'ın. tam göçebe bir

el oldukları söylenmekle beraber, tüccarlarının çok olduğu yazılmakta ve

bu husus aynı yüzyıla ait diğer kaynaklarda doğrulanmaktadır1 0 4. İbn

F a d l a n 1 0 5 5000 kişilik muazzam bir kervan arasında Oğuz yurdundan

geçmişti. Oğuzlar, barış zamanlarında ticaret maksadiyle Harizm'de

Cur-caniye ve Baratekin şehirlerine, Maveraünnehr'de de Sahran şehrine geliyor­

lardı 1 0 6. Oğuzlar'ın başlıca ihraç malı koyun idi. Horasan ve Mâveraünnehr

halkı et ihtiyacını Oğuzlar ve Kartuklar'dan temin ediyordu 1 0 7. Türk

koyunu-'nun Mâveraünnehr ve Horasan koyunlarından ayrı bir soy olup makbul

tutulduğu anlaşılıyorsa da 1 0 8 başlıca vasıfları iyice bilinemiyor.

Oğuzlar'ın ayrıca İslâm âleminde meşhur olan, Türk keçesi109 sattıkla­

rına da ihtimal verilebilir 1 1 0.

Elde pek bilgi olmamakla beraber Oğuzlar ile komşu Müslüman­

lar arasındaki ticaretde köle satışlarının da önemli bir yeri olsa gerektir. Oğuzlar her halde komşu Türk elleri ile yaptıkları savaşlarda ellerine geçen

tutsaklardan, değiş tokuşu ayrılmıyan, yoksul ve kimsesiz olanları Müs­

lümanlar'a, satmakta idiler. X I I . yüzyılın ikinci yarısının başlarında Oğuz­ lar'm, suçlarını affetmesi karışhğmda S u l t a n S a n c a r ' a vermeyi teklif

ettikleri diyet arasında 1 0 0 0 Türk kölesi'nin bulunması1 1 1 bu vesile

ile de zikre değer.

V I I . O Ğ U Z L A R ' D A N BÎR B Ö L Ü Ğ Ü N Y E R L E Ş İ K HAYATA G E Ç M E S İ .

Yukarıda birkaç defa söylendiği gibi X. yüzyılda, Oğuzlar umumiyetle göçebe hayatı yaşıyorlardı. Yalnız yabgular'ının İ n c i ' n i n ağzına yakın

yer-1946, I, s. 241), K a r a k o y u n l u hükümdarı K a r a Yusuf'un 1412 yılında Muş yazısın­ da verdiği büyük bir toy'da 1000 koyun ve 100 baş kısrak kesildiğini yazmaktadır. Bize göre, bu husus, istisnaî bir şey olup, K a r a koyunlular üzerinde varlığını muhtelif deliller ile pek iyi bildiğimiz Moğol tesiri ile izah edilebilir. Karakoyunlular'ın dahi at eti yediklerine dair kat'i bilgimiz yoktur.

1 0 3 S. 54, Minorsky, s. 100.

1 0 4 Istahrî, s. 299; Hudud ul-âlem, s. 71, Minorsky, s. 119; î b n Havkal, s. 511.

(bir iki eser burada müşterek bir kaynağa dayanıyor); Ebû Dulef'de Oğuzlar'm Hind ve Çin ile ticaret yaptıkları söyleniyor ki, mübalâğalı olsa gerektir (gösterilen yer).

1 0 5 S. 14.

1 0 6 İ s t a h r î s. 299, 303; İbn Havkal, s. 511; Hudud ul-âlem, s. 71, Minorsky,

s. 119

107 İstahrî, s. 281, 288.

1 0 8 Bundarî, nşr. H o u t s m a , Leyden, 1889, s. 5, 282, türkçe tercümesi, K.

Burs-lan, (T.T.K.), İstanbul, 1943, s. 3, 253.

109 Yakubî (Kitab ul-buldan, s. 60), Türklerin en iyi keçe imal eden kavim olduğu­ nu söylüyor.

1 1 0 İbn F a d l a n (s. 8) Harizm'de, soğuk günlerde, bir evin içinde kurulmuş olan Türk keçesinden bir çadırda oturmuştu.

(22)

X. YÜZYILDA OĞUZLAR 147 de kışın oturduğu bir şehri vardı ki, adı Teni Kent idi. Mes'udî'ye bakılır ise Oğuzlar gerek bu şehir ve gerek ona yakın yörelerde oturak hayatı

da yaşıyorlardı1 1 2. Aynı yüz yılda, Müslüman olmuş bir takım Oğuz

ve Kartuklar, Farab-Sütkent yöresinde oturuyorlardı 113. XI. yüzyılda

Ka-raçuk dağlan'nın eteği ve Sirderya'nın bu dağların karşısına düşen kıyıların­

daki şehirlerin Oğuzlar'a ait olduğu ve bir kısım Oğuzlar'ın bu şehirlerde oturmakta oldukları görülmektedir. Bu husustaki bilgimizi, bilindiği üzere, yalnız K â ş g a r l ı ' y a borçluyuz. Oğuzlar'dan bir kısımının XI. yüzyılda oturak yaşayışa geçmeleri, şüphesiz şu üç âmile bağlıdır:

1— Oğuzlar'ın İslâmlığı kabulleri 2— Ticarî faaliyetin devamı ve gelişmesi

3— Siyasî sebebler; yani belki de iç savaşlar yüzünden Oğuzlar'dan bazılarının bu şehirlerin bulunduğu yerlere gelmeleri ve daha önemli olarak

da bu şehirlerin Oğuzlar'ın eline geçmesi.

K â ş g a r l ı ' y a göre 1 1 4 bu şehirler başlıca şunlardır: Şepren, Karaçuk,

Karnak, Suğnak. Bunlardan Sepren X. yüzyıl İslâm coğrafya eserlerindeki Sabran (Savran) olup 1 1 5, Sir İrmağının sağında ona dökülen çaylardan birinin kıyısında idi; bugün bir yıkıntı halindedir. Karaçuk ise X. yüzyıl­

daki Farab (Parab) 1 1 6 şehrinin türkçe adıdır. Görüldüğü üzere, şehre onun

karşısındaki Oğuzlar'ın. ülkelerinden Karaçuk'un adı verilmiştir. Galiba K â ş -garlı'nınkinden başka bir eserde şehir adı olarak Karaçuk geçmemek­ tedir. Karaçuk'un sonra yerini Otrar'a terkettiği anlaşılıyor ki, bunun da yıkıntıları Savran'ın altında ve onun gibi, ırmağın sağında bir çay kıyısında

bulunmaktadır 1 1 7. Karnak'm nerede bulunduğuna dair bir kayıt elde ede­

medik. Z. V. T o ğ a n ' ı n Türk ili haritasında bu şehir, Karaçuk dağlarının eteğinde bugünkü Türkistan (Yesi) şehrinin üstünde gösterilmiştir.

Sitgün'e gelince, bunun da yerini bilemiyoruz. Bu adın X. yüz yılda

başka eserler ile bildiğimiz 1 1 9 Sütkend şehrini ifade etmesi belki muhte­

meldir .

Oğuzlar bu eldaşlarına, kendi telâkkilerine göre, savaş yapmayarak

tenbel, tenbel şehirlerinde oturdukları için, istihfafla Tatuk adını vermiş-1 vermiş-1 2 Muruc uz-zeheb, I, s. 212.

1 1 3 İ b n H a v k a l , s. 511.

1 1 4 Kilisli Rifat, I, s. 364, 369, 39a, 393, 404, Besim Atalay, I, s. 436, 443,

471, 473, 487.

1 1 5 İbn Havkal, s. 511; M u k a d d e s i , s. 274; B a r t h o l d , Türkestan, s. 176-178,

116 Farab hakkında, Barthold, t. A, IV, s. 450-451; K â ş g a r l ı , Kilisli Rifat, s. 404, Besim Atalay, s. 487.

117 B a r t h o l d , Türkestan, indeks.

1 1 8 Hudud ul-âlem, s. 70, Minorsky, s. 118; îbn Havkal, s. 511 (ikisi aynı kaynağa

dayanıyor).

1 1 9 B i r u n î (el-Kanım ul-Mes'udî, Haydarabad, 1374, II, s. 575), SütkencPi Türkmen

ülkesi olarak gösteriyor.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu suretle ancak tapu siciline malik olarak kaydedilmiş kimse iktisapta bulunabilir (29). Adi zaman aşımının şartlarını MK 638 den de anlaşılacağı üzere üçe irca

Our findings demonstrated that although some of these patients had various symptoms of sinus or mastoid diseases, these symptoms had no statistically significant correlation with

Yılmaz, Ejder : “Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısı” Üzerine Bazı Notlar (Medenî Usûl ve İcra-İflâs Hukukçu- ları Toplantısı V, Hukuk Muhakemeleri Kanunu

gılamanın devamı için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartla- rı, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan

We believe that the hybrid approach (bilateral pulmonary artery banding and DA stent), aside from treatment of hypoplastic left heart syndrome and other high

Sonuç olarak, KBY li hasta grubunda serum leptin düzeyleri ile PAİ-1 düzeyleri arasında VKİ ve cinsiyetten bağımsız olarak anlamlı bir ilişki olduğu görülmüş ve sol

Bu bulgulardan yola çıkarak, çalışmamızın amacı, kronik otoimmun tiroidit tanısı altındaki, ötiroid ve subklinik hipotiroid hastalar ile, yaş ve cinsiyet uyumlu

Stepanov Institute of Physics, National Academy of Sciences of Belarus, Minsk, Republic of Belarus 91 National Scientific and Educational Centre for Particle and High Energy