• Sonuç bulunamadı

ERGENLERİN DUYGUSAL ZEKALARI VE SALDIRGANLIK DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "ERGENLERİN DUYGUSAL ZEKALARI VE SALDIRGANLIK DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ"

Copied!
110
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

ÇOCUK GELİŞİMİ VE EĞİTİMİ ANABİLİM DALI

ÇOCUK GELİŞİMİ VE EĞİTİMİ BİLİM DALI

ERGENLERİN DUYGUSAL ZEKALARI VE SALDIRGANLIK DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan Nesrin ÜMİT

(2)

GAZİ ÜNİVERSİTESİ

EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

ÇOCUK GELİŞİMİ VE EĞİTİMİ ANABİLİM DALI

ÇOCUK GELİŞİMİ VE EĞİTİMİ BİLİM DALI

ERGENLERİN DUYGUSAL ZEKALARI VE SALDIRGANLIK DÜZEYLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Hazırlayan Nesrin ÜMİT

Danışman

Doç. Dr. Ayşe Belgin AKSOY

(3)

i

Sayfa

JÜRİ ÜYELERİNİN İMZA SAYFASI………...iii

ÖNSÖZ……….iv ÖZET……….v ABSTRACT………vıı TABLOLAR LİSTESİ……….ıx BÖLÜM 1. GİRİŞ 1.1. Problem ………1 1.2. Amaç………...4 1.3. Önem………...4 1.4. Sayıltılar ………....5 1.5. Sınırlılıklar………..5 1.6. Tanımlar ………6

2. KURAMSAL ÇERÇEVE ve İLGİLİ ARAŞTIRMALAR DUYGUSAL ZEKA 2.1.1. Duygu’nun Tanımı ve Önemi………...………7

2.1.2. Zekâ’nın Tanımı ve Önemi ………..………9

2.1.3. Duygusal Zekâ Kavramı ……….………...13

2.1.4.Duygusal Zekanın Unsurları………...15

2.1.4. Duygusal Zekâ Modelleri………...…19

2.1.5. Duygusal Zekâyı Etkileyen Etmenler………....….21

SALDIRGANLIK 2.2.1.Saldırganlığın Tanımı ve Saldırganlıkla İlgili Kavramlar…………...23

2.2.2. Saldırganlık Üzerine Yaklaşımlar ……….25

(4)

ii

2.3.1. Saldırganlıkla İlgili Yurt Dışında Yapılan Araştırmalar……….37

2.3.2. Saldırganlıkla İlgili Yurt İçinde Yapılan Çalışmalar………..…39

2.3.3. Duygusal Zeka İle İlgili Yurt Dışında Yapılan Araştırmalar……….42

2.3.4. Duygusal Zeka İle İlgili Yurt İçinde Yapılan Çalışmalar…………...43

3. YÖNTEM 3.1. Araştırma Modeli………..…45

3.2. Araştırma Grubu ………..……45

3.3.Veri Toplama Araçları………46

3.4.Verilerin Analizi………...……….50 4. BULGULAR ………...53 5. TARTIŞMA VE YORUM……….66 6. SONUÇ VE ÖNERİLER 6.1. Sonuç………..…..76 6.2. Öneriler………..…..80 KAYNAKÇA………..82 EKLER………94

Ek 1. Araştırmanın Onay Yazısı………..94

Ek 2. Saldırganlık Ölçeği……….96

Ek 3. Bar-On EQ-i Duygusal Zekâ Ölçeği………..……97

(5)

iii

JÜRİ VE ENSTİTÜ ONAY SAYFASI

Nesrin ÜMİT’in “ Ergenlerin Duygusal Zekaları ve Saldırganlık Düzeyleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi” başlık tezi 01/07/2010 tarihinde, jürimiz tarafından Gazi Üniversitesi, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Anabilim Dalında Yüksek Lisans Tezi olarak kabul edilmiştir.

Adı Soyadı İmza

Üye (Tez Danışmanı):Doç. Dr. Ayşe Belgin AKSOY __________

Üye: Prof. Dr. F. Abide GÜNGÖR-AYTAR ____________

(6)

iv

Özellikle son yıllarda okullarımızda gittikçe artan şiddet ve saldırganlık olayları bu konu üzerine yoğunlaşmamı sağladı. Okullarımızda şiddet ve saldırganlık artan bir ivmeyle insanlar arası ilişkilerde sıkça rastlanan bir davranış biçimi olmuştur. Kızgınlık ve öfke uygun şekilde dışa vurulduğunda normal ve sağlıklı bir duygu olarak tanımlanmaktadır. Ancak kızgınlık ve öfkenin sağlıksız dışa vurumu, saldırganlık ve şiddet biçiminde ortaya çıkmaktadır. Duygusal zekâ, kişinin, kendisinin ve başkalarının duygularını anlama, kendini ve başkalarını motive etme, stresle baş etme ve duygularını yönetmeyi bilme becerilerinin tümüdür. Duygusal zekânın geliştirilebilir yetkinlikleri içermesi eğitim sistemini çok yakından ilgilendirmektedir. İşte bu noktadan hareketle bu araştırmayı yaptım. Tezimde mesleki bilgi ve deneyimleri ile bana yol gösteren, anlayışıyla bana yardımcı olan Doç. Dr. Ayşe Belgin AKSOY’a teşekkürlerimi sunarım. Lisans ve yüksek lisans eğitimim süresince mesleki bilgileri ile bana katkısı olan Gazi Üniversitesi, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Anabilim Dalı hocalarıma şükranlarımı sunarım. Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi, Davutpaşa Lisesi, Oğuz Kaan Koleji, şuan görev yapmakta olduğum Selçuk Kız Teknik ve Meslek Lisesi ve Şehremini Anadolu Lisesi yöneticilerine, öğretmenlerine ve öğrencilerine teşekkür ederim.

Araştırma boyunca bana olan inançlarını hiç yitirmeyen, küçük yaşlardan itibaren bana bir birey olduğumu hissettiren, sevgiyi öğreten başta babam Hikmet ÜMİT, annem Yıldız ÜMİT ve kardeşim Nermin ÜMİT’e teşekkürü borç biliyorum. Son olarak her zaman yanımda olan desteğini biran olsun esirgemeyen Mehmet BOYACI’ya teşekkürlerimi sunuyorum.

Nesrin ÜMİT TEMMUZ-2010

(7)

v

Ergenlerin Duygusal Zekaları ve Saldırganlık Düzeyleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi

ÜMİT, Nesrin

Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Anabilim Dalı Tez Danışmanı: Doç. Dr. Ayşe Belgin AKSOY

Mayıs-2010, 98 sayfa

Bu çalışmada 14-17 yaş grubundaki ergenlerin duygusal zeka ve saldırganlık düzeyleri arasında ilişki olup olmadığını ve ayrıca bu değişkenlerde bağımsız değişkenler(yaş, cinsiyet, anne baba öğrenim düzeyi, okul türleri) açısından anlamlı farklılık yaratma durumunun incelenmesi amaçlanmıştır.

Araştırma ilişkisel tarama modelinde yapılan bir çalışma olup, 2008-2009 Eğitim-Öğretim yılında İstanbul ili Fatih ilçesinde MEB’e bağlı ortaöğretim kurumlarında öğrenim gören 14-17 yaş aralığında 249 kız ve 251 erkek öğrenciden oluşan çalışma gurubu ile yürütülmüştür.

Araştırmaya katılan öğrencilere, veri toplama aracı olarak Tuzgöl (1998) tarafından geliştirilen Saldırganlık Ölçeği ve Acar (2001) tarafından geliştirilen Bar-On EQ-i Duygusal Zekâ Ölçeği uygulanmıştır. Duygusal zekâ ölçeğinin alt boyutların ve ölçeğin tamamından ergenlerin aldıkları puanlar ayrı ayrı belirlenmiştir. . Saldırganlık ölçeği yapı olarak tek boyutluluk göstermektedir. Bu nedenle saldırganlık ölçeğinin tamamından ergenlerin aldıkları puanlar belirlenmiştir.Diğer bağımsız değişkenlere ilişkin verilerin toplanması amacıyla Kişisel Bilgi Formu kullanılmıştır.

Araştırma sonucunda; ergenlerin saldırganlık ölçeği puanları ile duygusal zekanın alt boyutlarından kişisel beceriler ve stresle başa çıkma alt boyutundan aldıkları puanlar arasında, düşük düzeyde, negatif yönde ve istatistiksel bakımdan anlamlı bir ilişki olduğu görülmektedir. Ergenlerin saldırganlık ölçeği puanları ile duygusal zekanın alt boyutlarından kişilerarası, uyumluluk ve genel ruh durumu alt boyutlarından

(8)

vi

ilişki olduğu görülmektedir. Ergenlerin yaşlarına göre; duygusal zeka ölçeğinden aldıkları puanlar ile saldırganlık ölçeğinden aldığı puanlar sonucunda anlamlı farklılık olmadığı belirlenmiştir. Erkek ergenlerin duygusal zekâ ölçeğinden elde ettikleri puan ortalamasının (X = 298,39) kız ergenlerin(X = 310,90) duygusal zeka ölçeğinden elde ettikleri puan ortalamasından daha düşük olduğu belirlenmiştir.

Araştırmada ergenlerin saldırganlık puanları ve duygusal zeka puanlarında bağımsız değişkenlere göre(anne -baba eğitim durumu, okul türü) anlamlı farklılaşma olup olmadığına dair bulgulara da yer verilmiştir.

Anahtar Kelimeler: Duygusal Zeka, Saldırganlık, Ergenlik Dönemi

(9)

vii

THE STUDY OF THE RELATIONSHIP BETWEEN ADOLESCENTS’ EMOTIONAL INTELLIGENCE AND AGGRESSIVENESS LEVEL

ÜMİT, Nesrin MASTER THESIS

THE DEPARTMENT OF CHILD DEVELOPMENT END EDUCATION

Thesis Counselor: Doç. Dr. Ayşe Belgin AKSOY MAY-2010, 98 pages

In this study it has been aimed to investigate whether there is a relationship between 14-17 age group adolescents’ emotional intelligence and aggressiveness level, and if there is a differentiation in terms of independent varables (age, sex,level of parents’ education, types of schools) in these variables.

The research is a study done in the relational survey model, and has been carried out with a study group consisting 249 girls and 251 boys at 14-17 age range who were educated in secondary schools of Minisery of Education in Fatih district of İstanbul in the 2008-2009 Academic Year.

As a means of data collecting, the “ Aggressiveness Scale” developed by Tuzgöl(1998) and the “Bar- On EQ-i Emotional Intelligence Scale” developed by Acar(2001) have been applied to the students who took part in this research. Emotional Intelligence Scale consists of 5 subdimensions (personal skills, interpersonal skills, adaptibility, skill of overcoming the stress, general mood dimension).The points the adolescents got from the subdimensions of Emotional Intelligence Scale and from the whole of the scale have been determined separately. Aggressiveness Scale indicates unidimensinality structurally. For this reason,the points the students got from the whole of the Aggressiveness Scale have been determined. In order to collect data relating to other independent variables, Personal Information Form has been used.

(10)

viii

points adolescents got from the Aggressiveness Scale and the personal skills and overcoming of stress subdimensions of the Emotional Intelligence Scale.It has been observed that there is a statistically meaningful relationship ,which is in a middle level,and negative direction, between the adolescents’ Aggressiveness Scale points and interpersonal skills ,adaptability,general mood subdimensions of the Emotional Intelligence Scale. It has been determined that there is no meaningful differentiation between the adolescents’ Aggressiveness Scale points and Emotional Intelligence Scale points according to their ages. . It has been determined that the average of points boy adolescents got from the Emotional Intelligence Scale(X = 298,39) is lower than the average of points girl adolescents got from the Aggressiveness Scale (X =310,90).

In this research,findings whether there is a meaningful differentiation between the adolescents’ Aggressiveness Scale points and Emotional Intelligence Scale points according to independent variables (level of parents’ education, types of schools) have also been stated.

(11)

ix

Tablo Adı Sayfa

Tablo 1: Araştırmaya Katılan Ergenlerin Öğrenim Gördüğü Okullara Göre Cinsiyet

Dağılımı………...46

Tablo 2: ErgenlerinYaşlara Göre Dağılımı……….53

Tablo 3: Ergenlerin Cinsiyete Göre Dağılımı………..53

Tablo 4: Anne Öğrenim Durumuna İlişkin Veriler………..54

Tablo 5: Baba Öğrenim Durumuna İlişkin Veriler………...54

Tablo 6: Ergenlerin Okul Türüne Göre Dağılımı………55

Tablo 7: Saldırganlık Ölçeği Puanları ile Duygusal Zekâ Ölçeğinin Alt Boyutlarına İlişkin Pearson Momentler Korelasyon Katsayısı Sonuçları………...55

Tablo 8: Farklı Yaş Grubunda Bulunan Ergenlerin Duygusal Zekâ Ölçeğinden Aldıkları Puanlara İlişkin Kruskall Wallis Test Sonuçları……….57

Tablo 9:Farklı Yaş Grubunda Bulunan Ergenlerin Saldırganlık Ölçeğinden Aldıkları Puanlara İlişkin Kruskall Wallis Test Sonuçları………57

Tablo 10:Araştırmaya Dahil Edilen Ergenlerin Duygusal Zekâ Ölçeğinden Aldıkları Puanlara Ait t–testi Sonuçları……….58

Tablo 11:Araştırmaya Dahil Edilen Ergenlerin Saldırganlık Ölçeğinden Aldıkları Puanlara Ait t–testi Sonuçları………59

Tablo 12: Araştırmaya Dahil Edilen Ergenlerin Anne Öğrenim Durumuna Göre Duygusal Zekâ Ölçeğine İlişkin Kruskall Wallis Test Sonuçları………..…59

Tablo 13:Araştırmaya Dahil Edilen Ergenlerin Baba Öğrenim Durumuna Göre Duygusal Zekâ Ölçeğine İlişkin Kruskall Wallis Test Sonuçları……….60 Tablo 14: Araştırmaya Dahil Edilen Ergenlerin Anne Öğrenim Durumuna Göre Saldırganlık Ölçeğinden Aldıkları Puanlara İlişkin Kruskall Wallis Test Sonuçları….61

(12)

x

Tablo 16: Araştırmaya Dahil Edilen Ergenlerin Okul Türüne Göre Duygusal Zeka Ölçeğinden Aldıkları Puanlara İlişkin Tek Faktörlü ANOVA Sonuçları………63 Tablo 17:Araştırmaya Dahil Edilen Ergenlerin Okul Türüne Göre Saldırganlık Ölçeğinden Aldıkları Puanlara İlişkin Tek Faktörlü ANOVA Sonuçları………64

(13)

BÖLÜM I 1.GİRİŞ

Bu bölümde araştırmanın problemi, amacı, önemi, varsayımları, sınırlılıkları ve tanımları açıklanmıştır.

1.1. Problem Durumu

Ergenlik dönemini içine alan ortaöğretim döneminde gençlerin çeşitli sorunlar yaşadıkları bilinmektedir. Eğitim kurumlarının en önemli işlevlerinden birisi; öğrencilerin bilişsel, duyuşsal, psikomotor, ve sosyal gelişimlerinin en uygun biçimde desteklendiği, en üst düzeyde yararlanabilecekleri bir öğrenme çevresinin yaratılmasıdır. Başka bir deyişle, hayattan zevk alan kendisine ve topluma yararlı bireyler yetiştirmek okulun en önemli amacıdır. Ancak ülkemizde eğitim veren bu kurumlar, bu işlevlerinin dışında son dönemlerde yaşanan şiddet olayları ile anılmaktadır. Okullarda yaşanan şiddet olayları ciddi bir sorun olarak dikkati çekmektedir. Yaşanan bu sorun göz ardı edilip gerekli önlemler alınmadığı takdir de önümüzdeki yıllarda bu sosyal sorun daha ciddi boyutlara ulaşacaktır.

Erken çocukluk döneminde, büyüme ve gelişmenin her aşamasında çocuğu korumak, yetiştirmek, çocuğun ihtiyaçlarını karşılamak, yasam koşullarını iyileştirmek, gelişmesi için olanaklar sağlamak sadece ailenin değil aynı zamanda yakın çevresinin, eğitim kurumlarının ve toplumun görevidir (Erdemir ve Yaşar, 2004: 2).

Birey, çocukluğundan yaşlılığına kadar geçen yaşam çizgisi üzerinde birbirinden farklı gelişim dönemlerinden geçer ve bu dönemler içerisinde birbiriyle aynı olmayan fizyolojik ve psikolojik bazı özellikler gösterir. Bu bağlamda bireyin hayatını genel hatlarıyla; çocukluk, ergenlik-gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık gibi gelişim dönemlerine ayırarak incelemek mümkündür (Koç, 2004:232).

Ergenlik, bireyin yetişkinlik ile çocukluk yılları arasında ki gelişimsel dönemidir ve 12 ile 18 yaşlarını kapsamaktadır (Corey ve Corey, 1989: 60). Çocukluktan ergenliğe geçiş yaşamdaki en karmaşık dönemlerden biridir. Yaşamın rotasında hiçbir zaman diliminde kişiler arasındaki gençlere ve çatışmalara kendini alıştırma ergenliğe geçişteki kadar göze çarpmamaktadır (Gleason, Compbell-Jensa ve Richardson, 2004: 43).

(14)

Ergenlik döneminin zorlanmalar yetmiyormuş gibi, toplumun ergenlik çağı için ön gördüğü bazı gelişimsel beklentiler, ergenin içinde bulunduğu zorlanmaları daha karmaşık ve içinden çıkılması güç bir duruma dönüştürmektedir (Kılıçcı, 1992: 69).

Ergenlik döneminin bu kadar sıkıntılı olması gencin stres ve zorluklarla basa çıkmasında gerçekçi olmayan yollara yönelmesine neden olmaktadır. Bu gerçekçi olmayan yollardan biri de saldırganlıktır. Özellikle medya ve iletişim araçlarının şiddet ve saldırganlık olgusunu içeren yayınlara yer vermesi saldırganlığın giderek artmasını sağlamaktadır. Şiddet içeren davranışlardaki bu artış ise; bireylerin, zamanla bu yaşantıya alışmalarına ve bu yaşantıyı normalmiş gibi karşılamalarına neden olmaktadır. Saldırganlık, uzun yıllardır çoğu araştırmacı tarafından üzerinde çalışılan, özellikle nedenleri üzerinde önemle durulan bir konudur.

Literatür incelendiğinde saldırganlığın özellikle de farklı kuramlar tarafından çok çeşitli tanımlarının yapıldığı görülmektedir.

Türk Dil Kurumu Sözlüğü‟nde (1998) „saldırgan olma durumu, saldırgan bir biçimde davranma ve bireyin düşünce ve davranışlarını dıştaki direnmelere karşı zorla karşısındakine benimsetme çabası‟ olarak tanımlanır.

Saldırganlık kavramı Budak (2005) “öfke, düşmanlık, rekabet engellenme korku gibi durumlardan kaynaklanan ve karşısındakine zarar vermeyi, onu durdurmayı ona engel olmayı ya da kendini korumayı hedefleyen fiziksel, sözel veya sembolik her türlü davranış” olarak tanımlanmaktadır(Budak,2005,s.648-649). Klasik psikanalizde gerçek davranışta veya fantezi de başkalarına zarar vermeyi onları yok etmeye(Cole&Cole,2001, s.97), küçük düşürmeye, kısıtlamaya v.s yönelik eğilimler toplamı olarak tanımlanmaktadır(Budak,2005, s.648-649).

Saldırganlığın ne olduğunu herkes tarafından bilindiği düşünülebilirse de “Hangi davranışlar saldırgan olarak değerlendirilmelidir?” sorusunun yanıtı üzerinde bir anlaşmaya varılmış değildir(Özmen,2004,s.28). Davranışçı ya da sosyal öğrenme yaklaşımlarının da tercih ettiği en yalın tanım Taylor ve ark. (2007)‟ının “Başkalarını inciten her türlü davranış”dır(Taylor, Peplau, Sears,2007,s.413).

(15)

Goleman duygusal zekâyı; kendini harekete geçirebilme, aksiliklere rağmen yoluna devam edebilme, dürtüleri kontrol ederek tatmini erteleyebilme, ruh hâlini düzenleyebilme, sıkıntıların düşünmeyi engellemesine izin vermeme, kendini başkasının yerine koyabilme ve umut besleme olarak tanımlamaktadır (Goleman, 2006, s.62).

Baltaş (2006) da duygusal zekâyı, kendimizle ve başkalarıyla basa çıkmayı kolaylaştıran, duyguları tanıma, anlama ve etkin biçimde kullanma yeteneği olarak tanımlamaktadır. Yazara göre, duyguları değerlendirerek başkalarının, neyi istediklerini, neye ihtiyaç duyduklarını, güçlü ve zayıf yanlarını anlayabilmek; stresle basa çıkabilmek ve insanların çevrelerinde görmek istedikleri biri olmak için gerekli bir yetkinliktir (2006, s.7).

O halde duygusal zekâ, insanın duygularına ne derecede hükmedebildiğini ve onları nasıl daha verimli kullanabileceğini açıklayan değişken bir faktördür. Duygusal yeterliklerini gerektiği gibi kullanmasını bilen, bir başka ifadeyle duygusal zekası yüksek insanlar, özel ve meslekî yaşamlarını kendileri için kolaylaştırmaktadırlar. Çünkü, kendisinin ve çevresindekilerin hislerinin farkında olmak, günlük yasamda karşılaşılan sorunların üstesinden daha rahat gelebilme potansiyelini artırmaktadır (Konrad ve Hendl, 2001, s.15).

Sonuç olarak; şiddet ve saldırganlık okullarımızda artan bir ivmeyle, insanlar arası ilişkilerde sıkça rastlanan bir davranış biçimi olmuştur. Yaşanan bu sorun göz ardı edilip gerekli önlemler alınmadığı takdirde önümüzdeki yıllarda bu sosyal sorun daha ciddi boyutlara ulaşacaktır. Duygusal zekânın geliştirilebilir olması, eğitim sistemimize bir de bu açıdan bakmayı gerektiriyor. Duygusal zekâ, bireyin kendini tanımasına, duygularını kontrol edebilmesine, kendi dışındaki insanlarla sağlıklı ilişkiler yürütmesine ve toplum içinde yararlı eylemler üretmesine yardımcı olur. Bu araştırmada ergenlerin saldırganlık düzeyleri ile duygusal zekâ düzeyleri arasında bir ilişkinin olup olmadığı incelenmek istenmiştir.

(16)

1.2. Amaç

14-17 yaş grubundaki ergenlerin duygusal zekaları ve saldırganlık düzeyleri arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır. Bu amaçla aşağıdaki sorulara cevap aranacaktır.

Alt Amaçlar

1.Ergenlerin saldırganlık düzeyleri ile duygusal zekâ puanının;

a) Kişisel beceriler boyutu arasında anlamlı bir ilişki var mıdır? b) Kişilerarası beceriler boyutu arasında anlamlı bir ilişki var mıdır? c)Uyumluluk boyutu arasında anlamlı bir ilişki var mıdır?

d) Stresle başa çıkma boyutu arasında anlamlı bir ilişki var mıdır? e) Genel ruh durumu arasında anlamlı bir ilişki var mıdır?

2.Ergenlerin yaşları artıkça duygusal zekâ puanlarında da artış görülmekte midir? 3. Ergenlerin yaşları artıkça saldırganlık düzeylerinde de artış görülmekte midir?

4. Ergenlerin cinsiyetleri ile duygusal zekâ puanları arasında bir anlamlı farklılık var mıdır?

5. Ergenlerin cinsiyetleri ile saldırganlık düzeyleri arasında anlamlı bir farklılık var mıdır?

6.Ergenlerin annelerinin öğrenim durumu ile duygusal zekâ puanları arasında anlamlı bir farklılık var mıdır?

7. Ergenlerin babalarının öğrenim durumu ile duygusal zekâ puanları arasında anlamlı bir farklılık var mıdır?

8. Ergenlerin annelerinin öğrenim durumu ile saldırganlık düzeyleri arasında anlamlı bir farklılık var mıdır?

9. Ergenlerin babalarının öğrenim durumu ile saldırganlık düzeyleri arasında anlamlı bir farklılık var mıdır?

10. Ergenlerin öğrenim gördükleri okul türleri ile duygusal zeka düzeyleri arasında anlamlı bir farklılık var mıdır?

11. Ergenlerin öğrenim gördükleri okul türleri ile saldırganlık düzeyleri arasında anlamlı bir farklılık var mıdır?

1.3. Önem

Son yıllarda, duyguları idare etme, onlardan etkin bir şekilde yararlanma, bu sayede kendini ve başkalarını anlayarak dengeli ve uyumlu bir yaşam sürme yetisi, duygusal zekâ kavramı ile gündeme taşınmıştır. Duygusal zekâ, bireyin kendini

(17)

tanımasına, duygularını kontrol edebilmesine, kendi dışındaki insanlarla sağlıklı ilişkiler yürütmesine ve toplum içinde yararlı eylemler üretmesine yardımcı olur. Topluma sağlıklı bireylerin kazandırılması açısından son derece önemlidir. Saldırganlık, ülkemizi ve dünyayı tehdit eden ciddi bir sorun haline gelmiştir. Özellikle son zamanlarda, en güvenilir yer olarak görülen okullarda bile saldırganlığın çeşitli boyutlarının görülmesi bu konunun önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Son yıllarda saldırganlık ile yapılmış birçok araştırma bulunmasına rağmen saldırganlığın duygusal zekâ ile ilişkisini ortaya koyan çalışmalara yer verilmemiştir. Bu açıdan araştırmanın bu boşluğu doldurması ve bu alandaki bilimsel çalışmalara katkı sağlaması beklenmektedir.

1.4. Sayıltılar

1.Örneklem grubunu temsil eden ergenlerin saldırganlık düzeyleri belirlenirken “Saldırganlık Ölçeği” nin geçerli ve güvenilir şekilde ölçtüğü sayıltısından hareket edilmiştir.

2. Örneklem grubunu temsil eden ergenlerin duygusal zeka puanları hesaplanırken “Bar-On EQ-i Duygusal Zekâ Ölçeği” nin geçerli ve güvenilir şekilde ölçtüğü sayıltısından hareket edilmiştir.

3.Araştırmanın örneklemini oluşturan ergenlerin, kendilerine uygulanan ölçme araçlarını cevaplandırırken içtenlikle davrandıkları temel sayıltısından hareket edilmiştir.

1.5. Sınırlılıklar

Bu araştırmanın kapsamına İstanbul ili Fatih ilçesinde bulunan Milli Eğitim Bakanlığı‟na bağlı ortaöğretim kurumlarından Fatih Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi, Davutpaşa Lisesi, Oğuz Kaan Koleji, Selçuk Anadolu Kız Meslek ve Meslek Lisesi ve Şehremini Anadolu Lisesi‟nde öğrenim gören lise öğrencileri girmektedir. Bu nedenle araştırma sonuçları, bu orta öğretim kurumlarında öğrenim gören normal gelişim gösteren öğrencilere ya da benzer nitelikteki diğer orta öğretim öğrencilerine genellenebilir.

(18)

Araştırmanın bağımlı değişkeni olan öğrencilerin Saldırganlık Ölçeği puanları, bu araştırmada kullanılan Saldırganlık Ölçeği‟nin ölçtüğü niteliklerle sınırlıdır. Araştırmanın bağımsız değişkenlerinden olan öğrencilerin kendini açma davranışı puanları, bu araştırmada kullanılan Bar-On EQ-i Duygusal Zekâ Ölçeği ölçtüğü niteliklerle sınırlıdır. Ayrıca araştırmanın bağımsız değişkenleri olan okul türü, cinsiyet, sınıf düzeyi, yaşı, anne-baba öğrenim düzeyi değişkenlerine yönelik bilgiler ise Kişisel Bilgi Formunun ölçtüğü niteliklerle sınırlıdır.

1.6. Tanımlar

Duygu; algısal, fiziksel, bilişsel, deneysel ve diğer değişimleri, anlaşılabilir şekilde his ve ruh hallerine dönüştüren, organize olmuş bir yanıt sistemidir(Simith ve Lazarus, 1990, s.610).

Zekâ; bireyin, amaca uygun bilinçli harekete etme, mantıklı düşünme ve fikirlerini çevresiyle etkili biçimde tartışabilme gibi global başarılarıdır(Konrad ve Hendl, 2001, s.42-43).

Duygusal Zekâ; kendini harekete geçirebilme, aksiliklere rağmen yoluna devam edebilme, dürtüleri kontrol ederek tatmini erteleyebilme, ruh hâlini düzenleyebilme, sıkıntıların düşünmeyi engellemesine izin vermeme, kendini başkasının yerine koyabilme ve umut beslemedir(Goleman, 2006, s.62).

Saldırganlık; öfke, düşmanlık, rekabet engellenme korku gibi durumlardan kaynaklanan ve karşısındakine zarar vermeyi, onu durdurmayı ona engel olmayı ya da kendini korumayı hedefleyen fiziksel, sözel veya sembolik her türlü davranışların toplamıdır(Budak,2005,s.648-649).

(19)

BÖLÜM II

2. KURAMSAL ÇERÇEVE VE İLGİLİ ARAŞTIRMALAR

Bu bölümde; öncelikle “Duygusal Zeka ve Saldırganlık ” konularını kapsayan kuramsal çerçeveye ve ardından aynı konularda hem yurt dışında hem de yurt içinde yapılmış olan araştırmalara yer verilmiştir.

2.1. DUYGUSAL ZEKÂ

2.1.1.Duygu’nun Tanımı ve Duyguların Önemi

Duygu kelimesi, Latince “movere” (hareket etme) kökünden gelmektedir. Bu kelimeye “e” ön ekini getirdiğimizde ise, “öteye hareket etmek” anlamına gelmektedir. Buradan çıkaracağımız en önemli sonuç; bir duygu, daima bir davranış eğilimi gösterir (Konrad ve Hendl, 2001, s.17).

Duygu, algısal, fiziksel, bilişsel, deneysel ve diğer değişimleri, anlaşılabilir şekilde his ve ruh hallerine dönüştüren, organize olmuş bir yanıt sistemidir (Sımıth ve Lazarus, 1990, s.610).

19. yüzyılda W. James ve C. Lange‟ın ortaya koydukları kuram, çevredeki uyarıcıların vücutta fiziksel değişikliklere neden olduğunu; duyguların da bu fizyolojik değişmelerden kaynaklandığını öne sürmekteydi. Cannon ve Bard‟a (1930) göre ise, duygular ve bedensel davranışlar ard arda değil, aynı zamanda ortaya çıkar ve duygusal yaşantımızı belirlemede temel rolü oynayan faktör, gördüğümüz ve algıladığımız şeydir. Bilişsel psikologlar ise, durumlara ilişkin algılarımızın ve olaylara verdiğimiz anlamların, o durumlara ilişkin duygularımızın temelini teşkil ettiğini öne sürmüşlerdir. Bir başka ifadeyle duygusal tepkilerimiz, duruma ilişkin kendi yorumlarımızdan veya bizim için yorumlanış biçiminden etkilenmektedir (Akt. Mumcuoğlu, 2002, s.4).

Bugün sahip olduğumuz hiçbir duygu tesadüfen veya kazara ortaya çıkmış değildir. Tüm duygular, aynı organlarımız gibi belirli işlevlere sahip oldukları için, evrim süreci boyunca varlığını korumuş ve günümüze ulaşmıştır. Duyguların genel işlevi, doğaya ve topluma uyum sağlamaktır. Böylece hayatta kalma ve bu dünyada tutunabilme ihtimalimizi artırırız. Ayrıca insanın, hem yaşamını sürdürebilmek için bir

(20)

motivasyon kaynağı olarak; hem de varoluş düzeyini yükseltip, kaliteli yasamak için duygulara ihtiyacı vardır (Dökmen, 2004, s.107-108).

Duygular, temel yaşam becerilerine uyum sağlama yeteneğimizi geliştirmektedir. Temel yaşam becerilerini, başarı kazanma, kaybetme, hayal kırıklığına uğrama gibi yaşam deneyimleri olarak açıklamak mümkündür. Yaşam becerilerinin bazı temel kuralları, duygular tarafından oluşturulmaktadır. Duygular, bireysel ve kültürel farklılıklar göstermesine karşın, sosyal öğrenmeye dayalı gözlenebilir olgulardır (Ekman ve Davıdson, 1994, s.16).

Duyguların insan psikolojisi üzerindeki etkileri incelendiğinde, kararlarımızı çoğu zaman duygusal bir anımızda verilmektedir. Böyle bir anda verilen karar ve yargı süreci, çok ciddi biçimde duygularımızın etkisinde kalır. Mesela öfkeli bir anımızda, kendimiz gibi davranmadığımız, davranışlarımızın duygularımız tarafından yönlendirildiği ve çoğunlukla hareketlerimizi kendimizin bile anlamsız bulduğu bir noktaya gelmekteyiz. Özellikle korku ve öfke gibi negatif duygusal hallerde, insan dikkati belirli bir şekilde yükselir ve ruh haline uygunluk arz eden bilgilere, başka zaman olduğundan daha fazla önem verilir. Bunun sebebi de, kötü ruh haline sahip insanların, rahat durumda olanlara göre, negatif olayların vuku bulmasını daha mümkün görmeleridir. Yani, duygusal hâl ile risk tahmini arasında doğrudan bir ilişki vardır. Buna karşın pozitif ruh hâlleri de, problemlerin kolaylıkla çözümlenmesine yardımcı olmakta, alışılmışın dışında ve yeni fikirlerin geliştirilmesi gibi olumlu sonuçlar doğurabilmektedir. Bunun yanında duygularımızın, hafızamızı etkileyerek kötü anılardan çok iyi anıları hatırlamamıza ve yardımseverliğimizi etkileyerek, iyi ruh hâlimizde ihtiyacı olan insanlara yardıma daha istekli olmamıza zemin hazırladığı da bilinmektedir (Konrad ve Hendl, 2001, s.26-27).

Duygular bireye, kendisi, diğer kişiler ve mevcut durum ile ilgili çok değerli bilgiler verebilir: Bir arkadaşına karşı gerekçesiz bir bağırma, kişiye, gerçekleştirmesi çok zor bir iş yükünün altında kaldığını anlatabilir; yapması istenen bir sunudan endişe duyması, kişiye, sunacağı bilgi ve veriler konusunda daha iyi hazırlanması gerektiğini hatırlatabilir. Duyguların verebileceği bilgileri algılayabilmek, davranışları değiştirebilmeyi ve çevremizdeki durumları olumlu yönde etkileyecek tarzda düşünebilmeyi mümkün kılabilir (Weisinger, 1998, s.21).

(21)

Duyguların ifade edilmesinde, toplumsal cinsiyet farklılıkları üzerine çalışan Eisenburg ve Lennon (1983)‟ın araştırmalarına göre, erkekler duygularını ifade etmeyi sadece bastırırlarken, kadınlar bu konuda daha açık davranmaktadırlar. Leary ve Simith‟e göre ise, şefkat, üzüntü, empati ve sıkıntı gibi duygular, genellikle erkeksi olmayan duygular olarak algılandığından, küçüklüklerinden itibaren erkekler bu duyguları bastırma eğilimi içine girmektedirler (Akt. Morris, 2002, s.432).

2.1.2. Zekâ’nın Tanımı ve Önemi

Zekâ kavramının tarihsel gelişiminin uzun bir hikayesi vardır ve bu ayrı bir inceleme konusu olabilir. Fakat bilinen odur ki, tarihin her döneminde bazı insanlar, karar verme konusunda diğerlerine göre daha iyi olmuşlar; diğer kişilerle aynı bilgiye sahip olduklarında bile, bu bilgileri tartarak değerlendirip isleme koyduklarında, diğerlerinden daha iyi sonuçlar almışlardır. Zekâ kavramı yaygın şekilde tanınmasına rağmen, bu özelliğin ölçülebilmesi için ciddi çabaların harcanması, on dokuzuncu yüzyılın sonlarında olmuştur. Bu çabalar, özellikle Francis Galton tarafından desteklenmiştir. İlk zekâ testi, Galton tarafından 1884 yılında Londra‟da yapılmıştır. Modern zekâ testinin ilk örneği ise, 1905 yılında Alfred Binet tarafından geliştirilmiştir. Bu testin asıl amacı ise, Fransız eğitim sistemine katkı sağlamak amacıyla, özel eğitim alabilecek üstün zekâlı çocukları belirlemekti. Zamanla, test İngilizceye çevrilip ABD‟de de kullanılmaya başlanınca, daha popüler hale gelip yaygınlaşmıştır (Akt. Davis, 2004, s.3).

Zekâ ile ilgili literatür incelendiğinde, araştırmacıların en çok, “zekânın genel bir yetenek ya da beceri mi olduğu; yoksa birbirinden farklı bir çok değişik yeteneklerden mi oluştuğu” sorusuna cevap aradıkları görülmektedir. Zekâ, psikoloji alanında çok büyük önem taşımasına rağmen, üzerinde fikir birliğine varılmış tek bir tanımı bile yoktur. Bu durum, zekânın sadece tek bir kabiliyette kendini göstermemesi, aksine, farklı becerilerden oluşan kapsamlı bir özellikte olmasından kaynaklanmaktadır. Bu kavram kargaşasına girmemek için de, genellikle operasyonel tanımlara sığınılmaktadır. Böylece, zekâ kavramını içerik olarak ortaya koymak yerine, “Zekâ testinin ölçtüğü olgu zekâdır.” gibi ifadelerle yetinilmektedir. Bu kavramı tanımlamaya çalışan iki psikologun görüşleri şöyledir: Willian Lois Stern‟e göre zekâ, ”Düşüncesini bilinçli

(22)

olarak yeni bir ise yönlendirebilme konusunda genel bir beceri; hayatın gerektirdiği yeni sorumluluk ve taleplere zihinsel olarak genel bir uyum yeteneği”dir. David Wechsler ise zekâyı, “Bireyin, amaca uygun bilinçli harekete etme, mantıklı düşünme ve fikirlerini çevresiyle etkili biçimde tartışabilme gibi global başarılarıdır.” şeklinde tanımlamaktadır (Konrad ve Hendl, 2001, s.42-43).

Zekâ, en basit şekliyle, kişinin çevresine uyumlu bir şekilde tepki verme yeteneği olarak görülebilir. Ancak bu uyumlu tepki vermenin; öğrenme ve bu öğrenilenleri yeni durumlara aktarabilmenin yanı sıra, mantıklı ve soyut bir şekilde düşünebilme gibi bir çok yönü olabilir (Baymur, 1994, s.6).

Bilişsel zekâ, geleneksel olarak, zekâ bölümü olarak da adlandırılan IQ testi ile ölçülür ve bireyin anlama, öğrenme, rasyonel düşünme, problem çözme kapasitesini ölçme iddiasındadır. Hans Eysenck ve onun gibi düşünen bir grup psikolog, IQ testlerini savunurken; Leon Kamil ve onun gibi düşünen diğer bir grup bilim adamı da, IQ testlerinin bilimselliğine kuşkuyla yaklaşarak, test sonucunda varılan yargının yalnızca belli yetenekleri kapsamasına karsı çıkmışlardır (Akt. Smıth, 1986, s.191).

Bar-On, bilişsel zekâ sonrasında geliştirilen zekâ modellerini kronolojik olarak; sosyal zekâ modeli (Thorndıke, 1920), sosyal olgunluk veya sosyal yetenek modeli (Doll, 1935), bilişsel olmayan zekâ modeli (Wechsler, 1940), çoklu zekâ modeli (Gardner, 1983) ve duygusal zekâ modeli (Salovey ve Mayer, 1990) seklinde sıralamaktadır(Akt.Bar-On,1997, s.6-7).

Howard Gardner tarafından ortaya atılmış olan Çoklu Zekâ Teorisi (1983) ise, zekâ kavramına yeni bir boyut getirilmiştir. Bir öğrenme psikologu olan Gardner'a göre, zekânın tek bir boyutu değil çok farklı boyutları vardır ve bireylerin bu farklı boyutlar çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir. Gardner, çalışmaları sonucu zekâyı yeniden tanımlamıştır. O‟na göre zekâ, değişen dünyada, yasamak ve değişimlere uyum sağlamak amacıyla, her insanda kendine özgü bulunan yetenekler ve beceriler bütünüdür. İnsan zekâsı yasamın her anında; bir makineyi icat ederken, bir hedefi gerçekleştirirken, insanları ikna ederken, bir söküğü dikerken, bir resim çizerken veya bir rolü canlandırırken çok farklı zaman ve durumlarda harekete geçer ve kullanılır. Gardner, problem çözmenin, üretmenin ve bir ürün oluşturmanın, yapılandırılmış zekâ

(23)

testlerine göre daha fazla özelliği olduğunu düşünmektedir. Gardner'ın zekâ kuramı, kişinin yeteneklerini incelemiş ve sekiz tür zekâ belirlemiştir. Bu zekâ alanları beraber çalışmaktadır, fakat zekânın alanları her insanda farklı seviyededir. Gardner'ın tanımladığı sekiz zekâ türü ; Sözel-dilsel zekâ, mantıksal-matematiksel zekâ, görsel-mekânsal zekâ, bedensel-kinestetik zekâ, müziksel-ritmik zekâ, kişisel- içsel zekâ, kişilerarası-sosyal zekâ, doga-varolusçu zekâ‟dır (Akt., Hazaryan, 1999, s.12).

İnsanların akılcı ve duygusal olmak üzere iki beyni, iki zihni ve iki farklı türden zekâsının söz konusu olduğu ifade edilebilir. Kişinin hayatında sadece IQ değil, EQ da önemlidir ve kişinin nasıl bir yasam sürdüğü her ikisi tarafından belirlenir. Akıl, duygusal zekâ olmadan tam verimli çalışamaz. Normal koşullarda, aşağıda fonksiyonları açıklanan limbik sistemle neokorteksin ve amigdalayla prefrontal lobların birbirini tamamlaması; zihinsel faaliyetlerde her birinin ötekine eslik etmesi anlamına gelir. Bu esler, iyi bir etkileşim içinde oldukları sürece, duygusal zekâ entelektüel yetenekle birlikte yükselir. Bu durum, eskiden beri akıl ile duygular arasında var olduğuna inanılan çelişki kavramını bas aşağı etmektedir. Bu araştırmaların sonucu, duygunun yerine akılı koymaya değil, ikisi arasında akıllı dengeyi bulmak için çabalamayı işaret etmiştir (Damasio, 1999, s.228). İnsan beyni, yaklaşık bir buçuk kilo sinir hücresi ve beyin sıvısından oluşmaktadır. Beynimiz, birbirleri ile bağlantısı olan yaklaşık yüz seksen milyon hücreden oluşur ve bir beyin hücresi diğer hücrelerle on beş bin bağ kurabilir. Araştırmalar sonucunda, korku ve depresyon gibi felaketlerle bağlantılı olan beynin yarısının, sol yarım küresi olduğu; beynin sağ yarım küresinin ise, duyguları sözlü olarak aktarma ve başkalarının duygularını ses tonu ve mimiklerden anlayabilme becerileri ile ilgili olduğu anlaşılmıştır (Konrad ve Hendl, 2001, s.24).

Korteks, beynin geniş yarımkürelerini saran üç milimetre kalınlığında kıvrımlı bir doku tabakasıdır. Beyin yarımküreleri, kas hareketleri ve algılama gibi vücudun temel işlevlerinin birçoğunu kontrol ederken; sorun çözme, dil, imgelem ve diğer bilişsel süreçler aracılığıyla duyguların denetlenmesine yardımcı olan ve yaptıklarımız ile algıladıklarımıza anlam veren şey kortekstir. Korteks, beynin düşünen bölümü olarak görülür ve duygusal zekâyı anlamada önemli bir rol oynar. Korteks, “hislerimiz hakkında hislere sahip olmamızı”, içgöçü edinmemizi, neden belirli bir şekilde hissediyor olduğumuzu çözümlememizi ve daha sonra bu konuda bir şeyler yapmamızı sağlar(Shapiro,2006, s.22-23).

(24)

Limbik sistem ise, beyin yarımkürelerinin içinde bulunur, duygularımızı ve dürtülerimizi düzenleme görevi bu sisteme aittir. Bu sistem, mesajları kortekse ileten talamusu, duygusal öğrenmenin yer aldığı ve duygusal anıların saklandığı yer olan hipokampusu, beynin duygusal kontrol merkezi olduğu düşünülen amigdalayı ve diğer birkaç yapıyı içerir (Shapıro, 2006, s. 22-25).

Bazı bilim adamları, beynin düşünme bölümü olan korteksten (neokorteks olarak da anılmaktadır), beynin limbik sistem denilen duygusal bölümünden ayrıymış gibi söz ederler, fakat aslında duygusal zekâyı belirleyen şey, bu iki bölge arasındaki ilişkidir. Le Doux tarafından gerçekleştirilen ve son on yılın duygularla ilgili en önemli kesiflerinden birine ulaşılmasını sağlayan çalışma, beyin mimarisinin, duygusal gözcü olan amigdalaya, beyine korsanlık yaptırabilecek ayrıcalıklı bir konumu nasıl verdiğini ortaya çıkarmıştır. Yapılan araştırma, göz ya da kulaktan gelen duyu sinyallerinin beyinde önce talamusa, oradan da tek bir sinapsla (sinir yolu) amigdalaya ulaştığını göstermiştir. Talamustan çıkan ikinci sinyal ise düşünen beyin neokortekse gitmektedir. Bu dallanmanın işlevi, amigdalanın, gelen bilgiyi ancak beyin devrelerinin çeşitli düzeylerinde değerlendirdikten sonra tamamen algılayan ve son olarak da ince ayarlı tepkisini başlatan neokorteksten daha önce tepki vermesini sağlamaktır. Bu araştırmanın sonuçları, duygusal yasamı anlamak açısından devrim niteliğinde bir değer taşır; çünkü bu arattırma, duyguların neokorteksi atlayan sinir yollarını irdeleyen ilk çalışmadır. Doğrudan amigdalaya ulasan bu duygular, bizim en ilkel ve en güçlü hislerimizi içermektedir. (Goleman, 2006, s.44-45).

Beynin duygusal ve mantıksal bölümleri genelde davranışlarımızı belirlemede farklı işlevler görmekle birlikte, tamamen karşılıklı bağımlılık ilişkisi içindedirler. Korteks, özellikle de prefrontal (önalın) lobları, duygusal bir duruma biz eyleme geçmeden önce anlam vererek bir tür tampon vazifesi görür. Öte yandan, beynin duygusal bölümü ise daha çabuk ve daha güçlü tepki verir (Shapıro, 2006, s.24).

Çünkü evrimsel bağlamda, duyulardan talamusa oradan da amigdalaya uzanan dolaysız acil durum hattının, hayatta kalmak açısından değeri çok büyüktür; anında tepki verilmesi gereken acil hallerde bize zaman kazandırır ve amigdala, daha korteks ne olduğunu anlamadan tepki verir. Ancak talamustan amigdalaya uzanan bu devre,

(25)

duyulardan gelen mesajların ancak küçük bir bölümünü taşır ve çoğunluk esas yoldan neokortekse ulaşır. Bu ekspres yol sayesinde amigdalaya kaydedilen, sadece uyarı niteliğinde bir sinyaldir(Goleman, 2006,s.45).

Görsel sinyal öncelikle retinadan talamusa ulaşır ve orada beyin diline çevrilir. Mesajın büyük bir kısmı buradan görsel kortekse ulaşır, anlama analiz edilir ve uygun tepki belirlenir; tepki duygusalsa, duygu merkezlerini harekete geçirmek için amigdalaya sinyal gönderilir. Ancak ilk sinyalin daha ufak bir bölümü, daha hızlı bir aktarımla talamustan, dost doğru amigdalaya gidip daha çabuk (ancak daha az kesin ) bir tepkiye yol açar. Böylece kortikal merkezler ne olup bittiğini daha tam anlayamadan amigdala duygusal bir tepkiyi başlatabilir(Goleman, 2006, s.47).

Beyin mimarisinde amigdalanın yeri,bir evdeki güvenlik sistemi alarm vermeye başladığı anda itfaiyeye, polise, komşuya haber vererek acil durum çağrılarına cevap veren operatörlerden oluşan güvenlik şekline benzetilebilir.Örneğin;bir korku sinyali alındığında beynin her yerine acil mesajlar iletilir: „Savaş ya da kaç‟ hormonları salgılanmaya başlar, hareket merkezleri uyarılır, kardiovasküler sistem, kaslar ve hazım sistemi çalışmaya başlar. Amigdalanın diğer devreleri ise acil durum hormonu olan norepinefrin salgılayarak, duyuları daha fazla uyarmak dâhil, beynin anahtar bölgelerindeki tepkiselliği artırır, yani beyni tamamen hassaslaştırır. Amigdaladan gelen ek sinyaller, beyin sapına yüze korkulu bir ifade vermesini, kasların gereksiz hareketleri dondurmasını, nabzı ve tansiyonu yükseltmesini, nefes almayı ise yavaşlatmasını emreder. Diğer sinyaller ise dikkati korkunun kaynağında toplar ve kasları uygun bir biçimde tepki vermeye hazırlar. Aynı anda korteksin bellek sistemleri bir düşünce oluşturmadan önce, böylesi bir acil durumla daha önce karşılaşıp karşılaşmadığını araştırır(Goleman, 2006, s.44).

2.1.3. Duygusal Zekâ Kavramı

Özellikle son yirmi yıldır, çevremizde ve toplum hayatımızda duygularla baş edememenin, umutsuzluğun ve tahammülsüzlüğün arttığını gösteren sayısız saptamalar mevcuttur. İçinde bulunduğumuz yıllarda gittikçe yayılan duygusal rahatsızlıklar; öfke ve umutsuzluk artışını belgelemektedir. Mevcut duruma bakıldığında iki karşıt gidişat görülmektedir; biri, paylaşılan duygusal yaşantıda giderek büyüyen bir felaket, diğeri de bunu telafi edebilecek bazı umut verici gelimseler. Bu olumsuz tablo devam ederken,

(26)

yine bu dönemde geliştirilen beyin görüntüleme tekniği sayesinde, esrarengiz yanını muhafaza eden beynin, biz düşünürken, hissederken, hayal kurarken, rüya görürken nasıl çalıştığını görüntülemek mümkün kılınmıştır. Çalışmalar sonucunda elde edilen bu nörobiyolojik veri birikimi, beyindeki duygu merkezlerinin nasıl çalıştığı ve bizi yönlendirdiği konusunda bilgi sunarak, bireyleri ve toplumu tehdit eden duygusal krizi nasıl atlatabileceğimiz konusunda yeni fikirlerin oluşmasına zemin hazırlamıştır (Goleman, 1998, s.21-22).

Özellikle, LeDoux tarafından 1980‟li yılların sonları ve 1990‟ların basında New York Üniversitesi‟nde yapılan bir dizi çalışma, insan duygusal sisteminin, anatomik olarak neokorteksten (düşünme merkezi) bağımsız olarak hareket edebileceğini göstermiştir. “Duygusal zekâ” kavramının ortaya çıkmasında, Le Doux‟nun beyin fizyolojisi konusunda yapmış olduğu bu çalışmaların önemli payı olmuştur (Akt. Akkoyun, 1998, s.19).

Bunun yanında, bilim adamları, bilgisayarların donanımını ve isleyişini, insan beyni ve sinir sistemine uyumlaştırma çalışmaları üzerine yoğunlaştıkça; duyguların, zekânın önemli bir parçası olduğunu ve bu iki unsurun birbirinden ayrılamayacağı sonucuna varmışlardır. Bu yaklaşım çerçevesinde, duyguların, mantığın isleyişi ve genel zekâ üzerindeki etkisi anlaşılmaktadır. Bu düşünce, bireyin, kendine ve başkalarına ait duyguların farkında olma, uygun duyguyu ifade etme, duyguları kontrol etme ve böylece yasamı zenginleştirebilme ile açıklanan duygusal bilgi sürecinin bir sekli olan duygusal zekâyı tanımlamaktadır (Mayer, DiPaolo ve Salovey, 1990, s.773).

Goleman ise duygusal zekâyı; kendini harekete geçirebilme, aksiliklere rağmen yoluna devam edebilme, dürtüleri kontrol ederek tatmini erteleyebilme, ruh hâlini düzenleyebilme, sıkıntıların düşünmeyi engellemesine izin vermeme, kendini başkasının yerine koyabilme ve umut besleme olarak tanımlamaktadır (Goleman, 2006, s.62).

Baltaş (2006) da duygusal zekâyı, kendimizle ve başkalarıyla basa çıkmayı kolaylaştıran, duyguları tanıma, anlama ve etkin biçimde kullanma yeteneği olarak tanımlamaktadır. Yazara göre, duyguları değerlendirerek başkalarının, neyi istediklerini, neye ihtiyaç duyduklarını, güçlü ve zayıf yanlarını anlayabilmek; stresle basa

(27)

çıkabilmek ve insanların çevrelerinde görmek istedikleri biri olmak için gerekli bir yetkinliktir (2006, s.7).

O halde duygusal zekâ, insanın duygularına ne derecede hükmedebildiğini ve onları nasıl daha verimli kullanabileceğini açıklayan değişken bir faktördür. Duygusal yeterliklerini gerektiği gibi kullanmasını bilen, bir başka ifadeyle EQ‟su yüksek insanlar, özel ve meslekî yaşamlarını kendileri için kolaylaştırmaktadırlar. Çünkü, kendisinin ve çevresindekilerin hislerinin farkında olmak, günlük yasamda karşılaşılan sorunların üstesinden daha rahat gelebilme potansiyelini artırmaktadır (Konrad ve Hendl, 2001, s.15).

Tepkilerimiz bizim seçimimize bağlı olmasına rağmen, çevremizde olan bitenlere karsı gösterdiğimiz tepkiler, duygusal alışkanlıklardır ve genellikle gerçekler hakkındaki eksik bilgimize dayanmaktadır. Gösterilecek tepkiyi seçebilecek kişisel duygusal zekâyı geliştirememiş olan birey, içinde bulunduğu durumun kurbanı ve olumsuz düşünme alışkanlığının çaresiz piyonu olarak, daha çok zaman ve enerji harcamak durumunda kalmaktadır (Buzan, 2003, s.64).

2.1.4. Duygusal Zeka Unsurları

A) Özbilinç: İçinde bulunduğumuz anda neler hissettiğimizi bilmek ve alternatif tercihleri, karar vermemize yol gösterecek biçimde kullanmak; kendi yetilerimize yönelik gerçekçi bir değerlendirmeye ve sağlam temellere dayanan bir özgüven hissine sahip olmaktır (Goleman, 2005, s.394).

Duygusal zekâ‟ya katkıda bulunan en temel beceri, duygusal ifadeleri doğru tanıma yeteneğidir. Zira duyguları anlayabilme ve birbirinden doğru şekilde ayırt edebilme yeteneğinden yoksun olmak, diğer yetenekleri faydasız kılar (Davıs, 2004, s.14).

Duygusal farkındalık, duygusal zekâyla ilgili diğer bütün yetilerin, üzerine inşa edildiği temel yeterliliktir. Bu nedenle, kişinin duyguları konusunda içgörü sahibi olması, duygusal zekâsını geliştirmesi konusunda atması gereken ilk ve en önemli adımdır (Baltaş, 2006, s.20).

(28)

Kendini tanıma, duygu ve düşünceleri konusunda insanın kendisiyle sürekli diyalog halinde olmasıdır. İnsanların, kendi iç dünyalarında olu bitenleri algılayabilmesi, davranışlarını da daha bilinçli kılar. Kendisini anlamayı başarabilen birey, aynı zamanda karsısındakini de anlamaya doğru başarılı bir adım atmış olur; bu ise başarılı bir iletişimin anahtarıdır (Kasatura,2003, s.126).

“Kendini tanıma” ifadesiyle bireyin, kendisiyle, düşünce ve duygularıyla ilişki kurması, kendinde olup biten duygusal ve düşünsel süreçlerle ilgili bir anlayışa kavuşması dile getirilmektedir; bu kavram, genel kanının aksine, zorlu ve devamlılık arz eden bir süreci ifade etmektedir. Kendini tanıyan kimse, dış dünyadaki olayların ve iç dünyasındaki yaşantıların çoğu kez farkındadır. Bu tür bir kişi, çevresindeki kişilerin kendisini nasıl etkilediğinin farkında olduğu kadar, kendisinin de çevresindekileri nasıl etkilediğini bilir; böylece de, kendi yaşamını yönetebilme olanağına kavuşabilir. Kendini tanımayan kimse ise, gerçek duygularının farkında olamaz; bununla birlikte, içinde bir sıkıntı olduğunun farkına varabilir. Ancak, içinde hissettiği bu duygunun, gerçek içeriğini ve nereden kaynaklandığını bilemez. Böyle durumlarda bu kişilerin kafaları karmakarışıktır ve genel bir huzursuzluk içindedirler; her şeye ve herkese kızmaya, kavga çıkarmaya hazırdırlar ve muhatapları da genellikle en yakın çevresindeki kişiler olmaktadır (Cüceloğlu, 2005, s.94-95).

B) Kendine yön verme: Duygularımızı, elimizdeki isi engellemek yerine,

kolaylaştıracak şekilde idare etmek; vicdanlı olmak ve hedeflere ulaşmak için bir zevkin tatminini erteleyebilmek ve duygusal sıkıntıdan kendini kurtarıp toparlanabilmektir (Goleman, 2005, s.394).

Duyguları düzenleme yeteneği, duygusal ve sosyal yaşantıda kişiye çok büyük bir esneklik sağlar. Kişi, kendisine açılan duygusal kartları kabul etmek yerine, bu kartları aktif şekilde değiştirebilir. Kendi duygularımızı ve karsımızdakilerin duygularını düzenleyebilme yeteneği, bizi doğrudan birçok önemli ve yararlı etkiye yönlendirir (Davıs, 2004, s.61-62).

Görünürdeki duygu, düşünce ve isteklerimizin bir basamak altında, fark ettiğimiz zaman bizi şaşırtacak birtakım duygular, düşünce ve istekler bulunabilir.

(29)

Bunlarla tanışıp yüzleşmek gerekir. Çünkü, tanışmadığımız duygu, düşünce ve istekler bizi yönetirken; tanıştığımız zaman bunları yönetme imkanına kavuşabiliriz (Dökmen, 2004: 127). William James‟e göre, davranış, duyguyu izler gibi görünse de, gerçekte davranışla duygu birlikte hareket etmektedir. Bilincin daha çok etkisi ve kontrolü altındaki davranışlar düzenlenirse, gerçekte öyle olmayan duygular da dolaylı yoldan düzenlenebilir. Bir diğer ifadeyle, zihnimizle karar vererek heyecan ve duygularımızı değiştiremesek de, davranışlarımızı değiştirebiliriz; davranışlar değiştirilince, duygularımız da otomatik olarak değişmiş olur (Carnegie, 1992, s.126).

C) Motivasyon: Bizi hedeflerimize yöneltecek ve yol gösterecek, insiyatif

kullanmamıza ve gelişmek için çaba harcamamıza, yenilgiler ve engellenmişlik hissi karsısında sebat etmemize yardımcı olacak en derindeki tercihlerimizi kullanmaktır (Goleman, 2005, s.394).

Teknik olarak motivasyon, enerjiyi belli bir amaç uğruna belli bir yönde harcamaktır. Duygusal zekâ bağlamında ise, duygusal sisteminizi aracı olarak kullanarak bir isi başlatmak ve bitirmektir. Kendi kendini motive edebilen isgörenlerin çok fazla yönetilmeye ihtiyaçları yoktur, boşa zaman kaybetmezler, daha verimli ve yaratıcı olurlar. Motivasyonun, kişinin kendisi, destekleyici arkadaşlar, aile ve meslektaşlar gibi besleyici kaynakları vardır. Motivasyon kaynaklarının seçimi ve kullanım tarzı kişiden kişiye değişiklik gösterebilir, fakat motivasyon unsurları dediğimiz; kendine güven, iyimserlik, kararlılık, coşku ve zorlukları yenme gücü, herkes için geçerli unsurlardır. Kendine güven, verilen görevi yapabileceğiniz konusunda kendinize inanmanızı sağlar; iyimserlik, sonucun iyi olacağı ümidini verir; kararlılık, bütün gücümüzü o konuya yoğunlaştırmamızı sağlar; coşku, yaptığımız isi zevkli hale getirir; zorlukları yenme gücü de, gerekirse her şeye bastan başlayabilmemize destek verir (Weisinger, 1998, s.81-82).

Motivasyonun, insanların çalışma arzusunu ve üretkenliğini artırdığı bilinmektedir. Motive edebilme özelliği, kişinin kendisini ve birlikte çalıştığı insanları, başarıya odaklayarak harekete geçirebilmesidir. Basarı odaklı motivasyonun varlığı, çıtayı sürekli daha yükseğe koymayı, kuruma bağlı kalmayı ve başarısızlıklarda yılgınlığa kapılmamayı da beraberinde getirmektedir (Baltaş, 2006, s.55).

(30)

D) Empati: İnsanların neler hissettiğini sezmek, onların bakış açılarından bakabilmek

ve çok farklı insanlarla dostluk geliştirip uyum sağlayabilmektir (Goleman, 2005: 394).Diğer insanların iç dünyalarının farkına varmaya “empati kurma” diyebiliriz. Empati kurduğumuz zaman, karşımızdaki insanın kendine ve dünyaya bakış tarzını fark etmiş oluruz (Dökmen, 2004, s.129).

Empatinin temel şartı, kendini algılama becerisidir. Kendi duygularımızı ne kadar iyi tanırsak, başkalarının hislerini de o derecede doğru algılayabiliriz. Bu durumda, empatinin ahlakî fonksiyonu da söz konusu olmaktadır; bu beceri, insana belirli ahlakî prensipleri yerine getirme gayreti verir. Sonuç olarak empati, insanlarla ikili ilişkilerimizde başarıyı belirleyen, sosyal ilişkilerimizi yönlendiren ve toplumun dokusunu koruyan oldukça önemli bir beceridir (Konrad ve Hendl, 2001, s.153-154).

Zaten, çatışmaların çoğu yanlış anlaşılmadan doğmaktadır. Karşı tarafın, duyduğu kızgınlığın, acının, üzüntünün derecesini tam olarak ifade etmesine fırsat tanıyarak onu anlamaya çalışırsanız, aradaki gerginlikler de büyük ölçüde giderilecektedir (Buzan, 2003, s.105).

Karşımızdaki insanların nasıl hissedebileceğini, davranabileceğini tahmin etmek ve farklı tepkilerle karşılamaya hazırlıklı olmak, duygusal açıdan zeki kişinin önemli özelliklerinden biridir (Davis, 2004, s.122).

E) Sosyal beceriler: İlişkilerde duyguları iyi idare etmek, sosyal durumları ve ilişki

ağlarını doğru algılamak, pürüzsüz etkileşim içinde olmaktır. Ayrıca bu becerileri, ikna ve liderlik etmek, anlaşmazlıklarda uzlaşma ve çözüm sağlamak, işbirliği ve ekip çalışması için kullanmaktır (Goleman, 2005, s.394).

Duyguların kontrolünü elinde bulundurmak, duygusal açıdan rahat yasamanın bir reçetesi sayılabilir. Çok güçlü hisler insanın dengesini bozabilmektedir. İster mutluluk ister acı olsun, sadece tek bir hissin algılanması da zararlı bir durumdur; bunların her biri duygu dünyamızı zenginleştirir. İnsan hayatındaki bütün unsurlar gibi, iyi ve kötü ruh halleri de, dengeli yaşandıkları sürece insan hayatının en önemli unsurlarıdır (Konrad ve Hendl, 2001, s.126).

(31)

Yasam, dinamik bir süreçtir. Birey, yasamı boyunca geçirdiği biyolojik, zihinsel, duygusal ve sosyal değişimlere uyabilecek bir esneklikte davranabiliyorsa, kendisi ve çevresiyle barışık olarak dengeli bir ilişki kurabiliyorsa, sosyal beceri ve uyumunun sağlıklı olduğu düşünülür (Kasatura, 2003, s.117).

Duyguları yönetmek, onları bastırmaktan çok farklıdır; onları anlamak ve bu anlayıştan yararlanarak, durumları kendi lehinize çevirmek demektir. Duyguları bastırmak ise, bizi bu bilgilerden yoksun bırakır, üstelik de duygular böylelikle yok olmazlar; tam tersine daha fazla şiddetlenebilirler (Weisinger, 1998, s.47).

2.2.5. Duygusal Zekâ Modelleri

Duygusal zekâ ilk kez 1990 yılında literatüre kazandırıldıktan sonra, duygusal zeka ile ilgili birçok model geliştirilmiştir. Bunların başında Peter Salovey ve John Mayer, Daniel Goleman, Reuven Bar-On gelmektedir.

2.2.5.1. Peter Salovey ve John Mayer’e Göre Duygusal Zeka

Duygusal zeka terimi ilk olarak 1990‟da Peter Salovey ve John Mayer tarafından başarı için önemli gibi görünen empati, duyguları ifade etme ve anlama, mizacını kontrol etme, bağımsızlık, uyum sağlayabilme, beğenilme, kişiler arası sorunları çözme, sebat, sevecenlik nezaket ve saygı gibi duygusal nitelikleri ifade etmek için kullanılmıştır. (Akt.Shapiro,2006, s.16).

Salovey ve Mayer duygusal zekayı resmi olarak şöyle tanımlamışlardır; “İnsanın kendisinin ve başkalarının duygularını gözlemleme yeteneği ve bu duyguları ayırması ve bu bilgiyi düşüncelerinde ve hareketlerinde rehber olarak görmesi” Daha sonra bu tanım ayrıştırılmış ve birbiriyle ilişkili 4 bölüme ayrılmıştır:Sezgisel duygular, anlama, duyguları yönetme ve kullanma.Duygusal zekanın ilk dalı sezgisel duygulardır;yüzdeki, resimdeki, sesteki, kültürel konulardaki, duyguları izleme ve bu şifreleri okuma kabiliyetidir ve bu kendi duygularını tanıma yetisini de içerir. Duyguları fark etmek duygusal zekanın en temel görüşlerini temsil eder çünkü; diğer tüm duygusal bilgilerin sürecine hizmet eder. Duygusal zekanın ikinci dalı; duyguları kullanmadır, duyguları çeşitli bilişsel aktivitelerde kolaylaştırmaktadır. Örneğin;düşünme ve problem çözme gibi.Duygusal zekaya sahip olan insan duygu durumunu elindeki görevin/hedefin en

(32)

iyisini yapmak için değiştirebilir.Duygusal zekanın üçüncü dalı;duyguları anlamadır, duygu dilini kavrama ve duygular arasındaki karmaşık ilişkiyi fark etmedir.Duygusal zekanın son dalı ise;duyguları yönetmedir, hem kendimizdeki hem de başkalarındaki duyguları tutarlı bir şekilde düzenleme yeteneğidir.Herkesin hayatında geçici olarak sıkıldığı, duygularının kontrolünü kaybettiği zamanlar olur. Bu son bölüm kendi duygularını yönetme yeteneğini içerir(Salovey ve Grawal,2005, s.281-282).

2.2.5.2.Daniel Goleman’a Göre Duygusal Zeka

Goleman‟ın duygusal zeka modeli en yaygın bilinen modeldir. Hayatta başarı için duygusal zekanın çok önemli bir faktör olduğunu savunan Goleman, duygusal zekayı beş temel boyutta ele almıştır. Bunlar;

1. Özbilinç (Self-Awareness): “Benlik bilinci” olarak da ifade edilebilir. Kendini tanıma, kendi duygularının farkında olma ve doğru değerlendirme yeteneği. Bir duyguyu oluşurken fark edebilme, duygusal zekanın temelini oluşturur. Bir bakıma psikolojik içgörüdür.

2. Duyguları yönetebilme (Emotional Self-Regulation): Duyguları uygun biçimde yönetebilme, denetleyebilme yeteneği. Bununla kastedilen ne tutkuların kölesi olmak ne de duyguları bastırmaktır. Kastedilen duyguları dengeli, uyumlu biçimde ortaya koyabilme, gerektiğinde “doyumun, hedefe yönelik olarak kişinin kendisince ertelenmesi” olarak ifade edebileceğimiz duygusal özdenetimdir.

3. Kendini harekete geçirebilme (Motivation): Duyguları bir amaç doğrultusunda harekete geçirebilme, içsel güdülenme. Motivasyon bir işe başlamanın ve sonuna kadar götürebilmenin anahtarıdır. Teknik olarak enerjiyi bir amaç uğruna, belli bir yönde harcamaktır. Duygusal zekâ bağlamında ise, duygusal sistemimizi aracı olarak kullanarak bir işi başlatmak ve bitirmektir.

4. Başkalarının duygularını anlayabilme (Emphaty): Kendini başkalarının yerine koyabilme yeteneği. Empati, başkaları ile ilişki kurmada temel yapı taştır. Kökeni, “özbilinç”tir. Kendi duygularımıza ne kadar açıksak, başkalarının duygularını okumayı da o kadar iyi beceririz.

(33)

5. İlişkileri yürütebilme (Social Skills): Etkili kişiler arası ilişkiler kurabilme ve sürdürebilme yeteneği. Sosyal becerilere sahip olma. Bu yetiye Goleman “sosyal sanatlar” ve “ilişki sanatı” denebileceğini belirtiyor ve bunun diğer iki duygusal becerinin, özdenetim ve empatinin olgunlaşması gerektiğini vurguluyor. (Yeşilyaprak, 2001, s.141).

2.2.5.3. Reuven Bar-On’a Göre Duygusal Zekâ:

On‟un duygusal zekâ konusundaki çalışmaları 1980‟li yıllarda başlar. Bar-On, duygusal zekâ ile ilgili beş kategoriden oluşan karışık bir model sunmuştur. Bu model şu becerileri kapsamaktadır; 1-Kişisel beceriler (kendini ve başkalarının duygularının farkına varma ve duyguları ifade etme) 2- Kişiler arası beceriler (ilişkiler kurmak ve sürdürmek amacıyla başkalarının duygularını anlama) 3-Uyum sağlayabilirlik (kişisel ve kişiler arası problemleri uygun şekilde çözme, dışsal ipuçlarına tepkide bulunurken duygularını doğru şekilde değerlendirme) 4- Stres yönetimi (duygularını kontrol ederek stresli durumlarla baş etme) 5- Genel ruh sağlığı (kendisine ve başkasına karşı olumlu, iyimser ve memnuniyet verici duygular hissetme). Her bir kategori kendi içinde çeşitli alt becerilere ayrılmaktadır. (Bar-On, 2000, s.365).

Bar-On‟un duygusal zekâ modeli, duygusal zekâ ve sosyal zeka modellerini kapsamaktadır. Çünkü Bar-On‟un temel olarak yoğunlaştığı konu, bilişsel olmayan zekâ faktörleridir. Bu faktörler, zekânın kişisel, duygusal, sosyal ve hayatta kalma boyutlarını içermekte, kişinin gündelik hayatla başa çıkabilmesi yönünden bilişsel zekâdan daha etkin olmaktadır. (Çakar,2002, s.21).

2.2.6. Duygusal Zekâyı Etkileyen Etmenler

Duygusal zekânın doğuştan mı geldiği yoksa sonradan mı öğrenildiği sorusu tartışılmaktadır. İnsanlar belli düzeyde bir empatiyle mi doğmaktadırlar, yoksa empatiyi zaman içerisinde tecrübeler yoluyla mı öğrenmektedirler. Bu alandaki araştırmalar duygusal zekânın kalıtsal bir yönü olduğunu ortaya koymakla birlikte, tecrübe ve çevre yoluyla da öğrenebildiğini ortaya koymaktadır. Duygusal zekâ öğrenebilecek ve geliştirilebilecek bir zekâ tipidir. İnsanlar yaşlanıp olgunlaştıkça da duygusal zekâları

(34)

artmaktadır. Duygusal zekânın geliştirilmesi mümkün olmakla birlikte, oldukça uzun, zorlu ve emek isteyen bir süreçtir(Nemli,2001, s.138).

Duygusal zekâ becerilerinin yüzde 50'si, doğuştan gelse de, öğrenilebilir becerilerdir. Doğuştan gelen yetenekler ne olursa olsun herkes duygusal becerileri öğrenebilir(Roitman,1999).

Goleman, duygusal zekâ uygulamalarının birçoğunun, aile hayatı ve iş için uygun olduğunu vurgulamaktadır. Duygusal zekâ öğrenilebiliyorsa, aileler bunu çocuklarına öğretmeyi kendilerine görev bilmelidir. Çocuklarını geliştirme bakımından iki tür aile vardır: Duyguyu ikinci plana atan ve duyguyu yönlendiren. Birinci tür aile, çocuklarının duygularıyla, duygular yoğunlaşıncaya kadar ilgilenir ve sonra da çocuklara duygularının üstesinden gelmesini söyler. Bu senaryoda, çocuklar, duyguları yararsız ve anlamsız bulurlar. Bu durumun sonucu olarak, hem kendilerinin, hem de diğerlerinin duygularını anlayamazlar. İkinci tür aile, çocuklarının kendi duyguları hakkında daha fazla şey öğrenmesini ve kendi duygularıyla büyümesini sağlar. Bu tür aileden gelen çocuklar ise, eğer duygularını kontrol altında tutabilir ve diğerleriyle sınırlarını kurabilirlerse duyguları tam olarak öğrenirler (Roitman,1999).

Dr. Elias, çocukların duygusal zekâ becerilerinin geliştirilmesi ve günlük yaşamda duyguların farkında olunması için bir yol önermektedir. Elias'ın aileler için önerdiği yol şöyledir: "Çocuğunuzla birlikte resimli bir kitap okurken, resimdeki kahramana dikkat çekin. Ve çocuğunuza, resimdeki kahramanın ne hissediyor olabileceğini sorun"(Roitman,1999). Dr. Elias, bunun çocukluk çağında, olayla duygular arasındaki bağlantıyı kurmada iyi bir yol olduğunu belirtmektedir. Elias ayrıca ailelere "çocuklarınız sözleriniz kadar davranışlarınızı da öğrenecektir. Bunun için iyi bir model olun" diye önermektedir(Roitman,1999).

Dr. Fassler ise, çocukların duygusal zekâlarını geliştirmek için ailelere öneriler sunmaktadır. "Adım adım çocuklarınıza nasıl kararlar aldığınızı, öncelikleri nasıl belirlediğinizi, problem alanlarına yoğunlaşmanızı, kendi tepkilerini nasıl kontrol edebileceğini, olası durumlardaki olası tepkileri tahmin etmeyi gösterin". Fassler ailelere, çocuğunuzla konuşun ve koyduğunuz kurallarda istikrarlı olun önerisinde bulunmaktadır (Roitman,1999).

(35)

2.2.SALDIRGANLIK

2.2.1.Saldırganlık Tanımı ve Saldırganlıkla İlgili Kavramlar

Saldırganlık kavramı Budak (2005) “öfke, düşmanlık, rekabet engellenme korku gibi durumlardan kaynaklanan ve karşısındakine zarar vermeyi, onu durdurmayı ona engel olmayı ya da kendini korumayı hedefleyen fiziksel, sözel veya sembolik her türlü davranış” olarak tanımlanmaktadır(Budak,2005,s.648-649). Klasik psikanalizde gerçek davranışta veya fantezi de başkalarına zarar vermeyi onları yok etmeye(Cole&Cole,2001, s.97), küçük düşürmeye, kısıtlamaya v.s yönelik eğilimler toplamı olarak tanımlanmaktadır(Budak,2005, s.648-649). Saldırganlığın ne olduğunu herkes tarafından bilindiği düşünülebilirse de “Hangi davranışlar saldırgan olarak değerlendirilmelidir?” sorusunun yanıtı üzerinde bir anlaşmaya varılmış değildir(Özmen,2004,s.28). Davranışçı ya da sosyal öğrenme yaklaşımlarının da tercih ettiği en yalın tanım Taylor ve ark. (2007)‟ının “Başkalarını inciten her türlü davranış” olarak tanımlamaktadır(Taylor, Peplau, Sears,2007,s.413).

Öfke kavramı ise Budak (2005)“engellenme, saldırıya uğrama, tehtid edilme, yoksun bırakılma, kısıtlanma v.b gibi durumlarda hissedilen ve genellikle neden olan şeye, kişiye yönelik şu veya bu şekilde saldırgan davranışlarla sonuçlanabilen, oldukça yoğun negatif bir duygu”(Budak,2005,s.560). Hankins& Hankis‟in (1988) belirttiğine göre öfke kişinin belirli bir saldırı, eleştiri ya da engel karşısında yaşadığı içsel ve evrensel bir duygudur(Akt. Batıgün, 2004,s.50).

Öfke ve saldırganlık kavramlarının genellikle bir arada kullanıldığı görülmektedir. Özmen‟e (2004) göre, öfke ve saldırganlık kavramlarının sürekli bir arada kullanılması bu iki kavramın uzun bir süre birbiriyle karıştırılmasına ve eş anlamlı kavramlar gibi algılanmasına neden olmuştur. Fakat psikolojide ve diğer sosyal bilimlerdeki gelişmeler bu iki kavramın artık ayrı ayrı ele alınıp incelenmesini gerekli kılmıştır(Özmen,2004,s.28).

“Latince violentia „şiddet, sert, acımasız kişilik, güç‟ demektir. Violera fiili ise „şiddet‟ kullanarak davranmak, değer bilmemek, kurallara karşı gelmek anlamlarını taşır(Kıran&Büker,1999,s.12).

Şekil

Tablo 2 incelendiğinde araştırmaya katılan  ergenlerin %1‟i 14 yaşında, %23‟ü  15, %43,4‟ü 16, %32,6‟sı 17 yaşında olduğu görülmektedir
Tablo  4‟te  araştırmaya  katılan  ergenlerin  annelerinin  öğrenim  durumlarına  ilişkin bulgulara yer verilmiştir
Tablo  6‟da  araştırmaya  katılan  ergenlerin  okul  türlerine  ilişkin  bulgulara  yer  verilmiştir
Tablo  8  incelendiğinde  farklı  yaş  grubunda  bulunan  ergenlerin  duygusal  zeka  ölçeğinden aldıkları puanlar üzerinden yapılan karşılaştırma sonucunda anlamlı farklılık  olmadığı (  2
+5

Referanslar

Benzer Belgeler

Özel okulda okumak literatürde obezite gelişimi açısından risk faktörleri olduğu bildirilen bu durumların daha çok var olmasına sebep olarak çocukları şişmanlatıyor

Bu talebin uygun olup olmadığının tespiti iş müfettişi tarafından yapılmaktadır (Yön md 3/ı). Yönetmeliğin 5.maddesi uyarınca genel ekonomik kriz, sektörel kriz,

GARDNER’İN YEDİ ZEKA BOYUTU DİL İLE İLGİLİ ZEKÂ BOYUTU SOYUT KAVRAMLARLA İLGİLİ ZEKÂ BOYUTU MEKANLA İLGİLİ ZEKÂ BOYUTU MÜZİKLE İLGİLİ ZEKÂ BOYUTU VÜCUDU

Çeşitli tür liselerde öğrenim gören öğrencilerin baba eğitim düzeyleri öfke ve düşmanlık ile kişiler arası duyarlık düzeylerinde nasıl bir etkiye

Kayseri İl merkezinde 14-17 yaş grubu, lise öğrenimi gören adolesanlarda obezite düzeyinin ve obeziteyi etkileyen risk faktörlerinin belirlenmesi amacıyla yürütülen bu

o Düşünen yaklaşım alt ölçeği ile değerlendirici, kendine güvenli, planlı yaklaşım ve mantıklı/sistematik karar verme alt ölçekleri arasında manidar bir ilişki

Beden eğitimi öğretmenlerinin hizmet süresi incelendiğinde dine sığınma alt boyutu ortalamalarının hizmet süresi 5 yıl ve daha az olanlar ile 11 yıl ve üzeri olanlar

testis dokusu MDA düzeylerinin MetS grubunda, kontrol grubuna göre anlamlı artış gösterdiği, katalaz aktivitesinin ise metabolik sendrom grubunda azaldığı tespit