• Sonuç bulunamadı

Namık Kemal için yapılan ihtifallerin macerası

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Namık Kemal için yapılan ihtifallerin macerası"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

î

CUMliyiUXET

S Í S H

1

«

|

HÂDİSELERİN VESİLESİLE

I

Mamule Kemal için yapılan

ih tifa lle r in macerası

»

Namık Kemalin bu cumartesi E- minönü Halkevinde yapılan 62 nci ölüm yıldönümü, evvelkilerine nis- betle galiba biraz sönük geçti. Ge­ çen sene gene 2 aralıkta yapılan ih­ tifal aynı zamanda Yahya Kemalin 65 inci doğum yıldönümüne rastla­ mıştı. Halkevinde Behçet Kemal «Bugün 61 yıl önce Namık Kemal ölmüştü, fakat gene bugün o ölüm­ den dört yıl önce Yahya Kemal doğdu. Burada ölümü kutladıktan bir kaç saat sonra da Lâlelideki konferans salonunda ikinci Kemalin 65 inci doğum gününü kutlayaca­ ğız» demişti. Ben doğum ihtifali için vazifeli olduğumdan ölüm ihtifalini ancak radyodan dinlemiştim.

İki Kemal

Aralık ayının 2 nci günü nasıl iki Kemali birleştiriyorsa bundan yirmi sekiz yıl dokuz ay önce 1922 martının 1 inci günü, Türkiye Bü­ yük Millet Meclisinde de Mustafa Kemalle Namık Kemalin birleşti­ ğini görmüştük. Malî yılın başla­ ması vesilesile Müşir ve Gazi Mus­ tafa Kemal Paşa Büyük Nutkunu söylerken... sözün bundan sonrası­ nı 1930 da yazıp 1931 de neşredilen «Edebî Yeniliğim» den aynen nak­ ledeyim (S. 153): «Nutkunun so­ nunda Namık Kemalden iki mısra- lık bir beyit okudu. Birinci mısra aynen birinci Kemalin söylediği gi­ bidir:

Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini Lâkin ikinci mısra.... ikinci mıs­ raı ikinci Kemal şöyle okumuştu: Bulunur kurtaracak bahtı kara

mâderini Sonu gelmiyen alkışlar Meclisin salonunu bir iman ve hamaset tu- fanile çalkalayıp dururken Namık Kemalin ruhu da Meclise gelmiş ve orada iki Kemali yekdiğerile kucaklaşıyor sanmıştık.»

Tekrar iki Kemal

1930 temmuzu, «Maarif Eminleri Kongresi» vesilesile iki haftadır Ankaradayım. Hamdullah Suphiyi ziyaret için Türkocağma gidiyorum. Mermer cepheli ocak binasının her şeyi bitmiş, yalnız dış kapı merdi­ venlerinde taşçılar çalışıyor. Türk ocakları Reisile dış sahanlıkta, iki sandalyeye oturup konuşurken bir­ denbire Mustafa Kemal geliverdi. Rap diye ayağa kalkıyoruz. «— O- cak binası bitmiş dediler, gezebilir miyim?» Paşa önde, Hamdullah Suphi solunda, ben biraz geride, içeri girdik, iki taraflı mermer mer­ diven önündeki holün iki yan du­ varlarına mihrab biçimli iki oyuk yapılmış, sağdaki mihrab içinde Mustafa Kemalin büstü var. Solda­ ki boş. Gazi önce kendi büstüne bakıp gözlerini soldaki boş mihra­ ba çevirince Hamdullah Suphi o tannan sesile: «— ikinci Kema­ lin büstünü de oraya koyacağız Paşam» dedi. Gazinin zaten acayib bakan gözleri şimşeklenerek sordu: «— Kim o ikinci Kemal?» Ham- dullahm cevabı: «— Namık Kemal Paşam». Gazi hiç bir şey demedi ve hiç bir şey demeden binayı gezdi, ve gene hiç bir şey demeden eli­ mizi sıkarak ayrılıp gitti. Belli Şef öfkelenmişti. Yedi sekiz ay sonra Türkocaklarının lağvında o öfke­ nin de payı var sanıyorum.

Namık Kemale hücum 1933 yazı. Dolmabahçe Sarayın­ daki Tarih Kurultayının halinde o gün bir fevkalâdelik var. Salonun deniz tarafına rastlayan riyaset kürsüsünü Büyük Millet Meclisi Reisi olan Kâzım Paşa işgal etmiş. Salonun saray kısmındaki mahfe- limsi yerde bizzat Gazi bulunuyor. O zamana kadar tanımadığım bir zat hitabet kürsüsünden Namık Ke­ male eni konu hücuma başladı: O Osmanlıcı imiş «Osmanlılar biz can veririz, şan getiririz biz» diyor­ muş. O koyu İslamcıymış: Vatanı temsil ederken onu Kâbede siyah­ lara bürünüp bir elini Medinedeki Peygamber merkadine, diğer elini Kerbelâdaki meşhede uzatınyor- muş...

Nutuk bitti, ne alkış, ne bir şey, salonda bir ölüm sükûneti var. Çok canım sıkılmış olacak, bir iç feve- ranile kalkıp reis Paşadan söz isti­ yorum, yanımda bulunan Yusuf Ziya Ortaç birdenbire ve yutacak­ mış gibi bir şiddetle ceketimi çekti, «ne yapıyorsun? Dur hele» derken ve ben de ona «sadece iki cümle söyleyeceğim» diye derd anlatmaya çalışırken salonun avluya bakan kısmından Muhiddin Bahanın: «Re­ is Paşa söz isterim» diyen haykırı­ şını işittik, sadece bir iki cümle söyledi: Namık Kemalin tek bed­ bahtlığı, kendi zamanlarında Gazi gibi bir öndere nailiyetsizliği imiş. Yoksa.... Salonda coşkun coşkun al­ kışlar. Deminki hatibe bir şey diye- miyen kütlenin vicdanı bu alkışlar­ la o hatibden hine alıyordu. Sonra işittik ki Muhiddin Baha Ziraat Bankası meclisi idare azalığındaki beş altı yüz liralık aylığından ol­ muş.

Gençliğin celâdeti

Ertesi yıl 1934 şubatının sonları. Galatasaray lisesinden bir iki yıl önce talebem olup o zaman Huku­ kun ikinci sınıfında bulunan Ba­ hadır (şimdi Erzurum milletvekili Bahadır Dülger) yanında bir iki arkadaşile beraber ziyaretime gel­ di. Üniversite Gençler Birliği Na­ mık Kemal için büyük bir ihtifal teıtib edecekmiş. Niyetleri sarayda yapılanın öcünü almak. O zaman Ankaraya gitmiş olan Darülfünun

D

Ism a il H abib Sevük

Yazan

3

Emininin (yani Üniversite Rektö­ rü) bulunmayışından bilistifade vekilinden izin koparmışlar. O yıl­ larda Istanbulda gençlik cereyan­ larının yüksek muıakıblığını rah­ metli Cevad Abbas yapıyordu. On­ dan da izin almışlar. Benim de nu­ tuk söylememi istiyorlar. Tabiî ka­ bul etmemeye imkân yoktu. Gaze­ telerde bu ihtifal ilân edildi. Fuad Köprülü ile benim nutuk söyliye- ceğim yazılıydı. Abdülhak Hâmid sevincinden Maçka tarafında kom­ şusu olan Mithat Cemalin evine gi­ dip duyduğu ruh saadetini anlatıp duruyor. Belli Namık Kemalin böyle anılması demek kendinin de unutulmaması demektir. İnsan ru­ hu bu.

Fakat gazetelerde tekrar bir lan İhtifalden vazgeçilmiş. Meğer söz söyliyecek gençlerin nutuklarını sansür etmek istemişler. Onlar d3 buna boyun eğmektense ihtifali fe­ da ederler. İyi amma bir kere ya­ pılacağı tantana ile ilân edilen böy­ le bir şeyi menetmiş olmanın za­ rarını, yapılmış olmanın .nevhum mahzurundan daha ağır görmüş o- lacaklar ki, Ankara bu ihtifalin ya­ pılmasına taraftar oluyor. Yapıla­ cak ihtifal 23 mart günü için kat’î olarak takarrür etti.

Cevad Abbasla bir münakaşa: İhtifalden bir gün önce mektebde müdüür beyin odasına girdiğim za­ man oğlunun taksitini yatırmak üzere gelmiş olan Cevad Abbasın müdiriyet masası yanındaki kol­

tukta oturduğunu gördüm. Rah­ metli ile Millî Mücadele günlerin- denberi dosttuK. Lâkin bu ihtifal işini iyi idare edemediğinden tek­ dir filân görmüş olacak ki daha ben kapıdan girer girmez, hal hatır bi­ le sormağa lüzum görmeden, «İs­ mail Habib, nedir bu Namık Kemal gürültüleri?» diye adeta çıkışır gi­ bi bir eda alınca ben gülerek: «Biz ne bilelim, bu işleri bizim size sor­ mamız lâzım» dedim. . «Bütün Namık Kemali İstiklâl çenginde şehid düşen Ahmedciğin bir damla kanma değişmem» demesin mi? Artık benim de onun tonile konuş­ mam lâzımdı. (Bu sırada müdür Behçet Bey mektebin kütük defte- rile uğraşıyor görünüyordu.)

Cevab veriyorum: — «Azizim bir defa cenk meydanındaki o şehide Ahmedcik değil, Mehmedcik denir. Sonra şehid Mehmedcik toprağa a- kıttığı yakut gibi kanla iş görür,

Namık Kemal ise beyaz kâğıda döktüğü siyah mürekkeble. İkisi­ nin arasında ne münasebet var?» Bunun üzerine: — «Bırak be sen de Namık Kemal meşrutiyetçinin, Ziya Gökalp da hâkancının biri.» deyince alaylı bir eda ile: — «İyi ya öyle olduklarına şükredin» de­ diğim zaman bu sözü boş buluna­ rak ağzımdan kaçırdığımı sandığı için keyifli bir kahkaha atıp: — «Vay, bir de meşrutiyetçi ve ha- kancı olmaya mı şükredeceğiz? Bak, şu inkılâbcıya...» Sözün ge­ risine bile lüzum kalmadan: «Tabiî şükredeceksiniz, dedim, Eğer on­ lar öyle olmasaydı siz bugün Cum­ huriyetçi olmakla övünebilir miy­ diniz?» Rahmetlinin, besatet bir tarafa, temizliği de vardı. Behçet Beye dönüp: — «Bu avukatlarla başa çıkılır mı?» diyerek odadan çıktı.

İhtifal günü

Ertesi gün 23 mart 1934, yanan Zeynebhanım konağı bahçesindeki konferans salonunun içi dışı mah­ şer gibi. Pencerelerin içleri bile ıklım tıklım gençlerle dolu. Baha­ dırın »çiş nutkundan, Birlik reisi olan Rükneddin Fethinin (yazık ki sonra doktor çıkan bu cevherli gene, pek gene yaşında öldü) he­ yecanlı hitabesinden sonra Fuad Köprülü üstadımız ve onun arka­ sından benim söz söyleyişim., ih ­ tifalin bu tarafını o zamanki Üni­ versite talebeleri tarafından çıka­ rılmakta olan «Birlik» mecmuasın­ dan alıyorum:

«Muhterem hocamız Köprülü zade Fuad E ryefendi sakin bir ilimci gözile memleketimizdeki hürriyet mücadelesi hareketlerini tahlil etti, vakayii ve kıymetleri kendi görüşlerine göre izah eyledi. Ondan sonra güne ayrı bir lezzet, taşkın bir heyecan veren İsmail Habib Beyin sık ve coşkun alkış­ larla kesilen sözleri hazır bulunan­ ları heyecan ve duygunun yüksek derecelerine ulaştırdı...» Ah, genç­ liğin saffeti, hiç böyle şeyler yazı­ lır mı? Ondan sonra bu «Birlik» mecmuasını kapatıverdiler.

DiiııkU münakaşanın hesabı Nutkun esas çizgilerini gösteren kısa notların hepsini bitirdiğim anda, nasılsa ön şattaki koltuklar­ dan birinde oturan Cevad Abbasla gözlerimiz karşı karşıya geliverin­ ce birden, bir gün önce müdür o- dasındaki münakaşa h atıl ma gel­

di: Gençler, diye hitab ederek, Na­ mık Kemal için meşrutiyetçi, Ziya Gökalp için hâkancı diyenler olur, diye başladım; biz bugün son kıy­ met olan Cumhuriyetteyiz, fakat kıymetlerin bütünü, yarımı, çey­ reği olmaz. Noksandan yukarı doğ ru basamak basamak çıkılır. Dünün yarım veya çeyrek kıymetini an- lamıyanlar bugünün tam kıymetini de anlayamazlar.

O gün bu sözleri kimbilir nasıl söyledim, bilmiyorum ama, dört beş bini bulan gençlik, yalnız al­ kışı ve tasvibi kâfi görmiyerek, a- yaklarile vura vura, sanki evvelce söz birliği etmişler gibi «vallahi anlamazlar, vallahi anlamazlar» di­ ye yemin ederek öyle umumî bir gülbank halinde haykırdılar ki o manzaranın heybetini hâlâ unuta­ mam.*

Ertesi yılın sürprizi Bir yıl sonra 1935 in 2 aralığı için üniversite gençliği gene büyük bir ihtifal hazırlıyor. Bu sefer hem Namık Kemale, Ziya Gökalpı ilâ­ ve etmek lüzumu da kalmamış hem doğrudan doğruya Kemalin ö- lüm günü seçilmişti. Evime gene talebelerden bir heyet geldi. Namık Kemal için yazılacakları kitabla- rımda yazmış, söylenecekleri geçer yılki ihtifalde söylemiştim. Artık nutuk veremezdim. , Bunu zater tahmin eden zeki gençler, nutuk istemek için değil, geçen yılki nut­ ka şükraniye olarak ihtifalde bu­ lunmak için davete geldiklerini söylediler. Gittim. Kalabalık gene geçen seneki gibi. Önde hazırlanan koltuğu bırakarak biraz gerilerde oturuyorum. ihtifalin ortalarına doğru talebelerden iki üç efendi yanıma geldi. Bütün gençlik hiç olmazsa bir kaç söz söylememi is­ tiyormuş. Belli .tuzağa tutulmuş­ tuk. Beş on dakikalık bir nutuk verdim.

Meğer bu zoraki ve sürprizli nu­ tuk hiç akla gelmiyecek bir hayu doğuracakmış, ihtifalden bir iki gün sonra, şahsan dostum olan, Vali Muhiddin Üstündağ benimle bu­ luştu. Dahiliye Vekâletinden çok uzun bir şifre âlmış. Şüpheli unsut laıın gençliği kışkırtmış olmasın­ dan endişe ediyorlarmış. Benim di söz söyliyenler arasında oluşun biraz emniyet vermiş ama mutadır üstünde bir kalabalık ve heyecan­ la yapılan bu ihtifalin sebebi ve içyüzü hakkında... Valiyi temin et­ tim. Nazım Hikmet bir şiirinde Na­ mık Kemali «Takma yeleli aslan» diye tezyif etmişti. Gençlik buna karşı galeyan ederek... Vali «haj Allah razı olsun» dedi ve o iş böyle atladı.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Yerden kendi motorlar› yard›m›yla havalan›p uzaya gidebilen ve görevi bitti¤inde ayn› flekilde dönüfl yapabilen uzay araçlar› ya- p›m› için X-33 projesi ortaya

“Ayasofya Hamamı, büyük şehri tezyin eden İstanbul’umuzun üzerinde milli imar damga­ larımızdan biri olan eşsiz kıymette bir yapı­ dır ki yalnız hamam olarak

BİR TEŞEBBÜS MUNASEBETILE: İsmail Namık merhumun müdür­ lüğü zamanında bilhassa müdürün müdürlük dairesinde güzel şeylerin ve sanatların hepsinden

Büyük mimar, yanında kendisi kadar hünerli ve = azimli, nice mimar ve ustalarla birlikte çalışmış: Sanıca Paşa.. Halil E Paşa, Zağanos Paşa hattâ bizzat

備急千金要方 脈法 -平脈大法第一 原文

K rajt kağıt tual üzerine yağlıboya... 20 ALİ ATMACA Kadınlı

309-320; Ahmet Karataş, Türk-İslâm Edebiyatında Manzum Menâsik-i Haclar ve Nâlî Mehmed Efendi'ye Atfedilen Menâsik-i Hac (Edisyon Kritik) yüksek lisans tezi, 2003,

Parçalanmış ailelerde aile bütünlüğünün olmaması, aile içi sorunlar ve ekonomik yetersizlik gibi nedenlerden dolayı bu ailelerden gelen çocukların