\.
-T T -fO ^ Ç f I
« E K İ Z
CUMHURİYET 0 EKİM 1080
Olur şey degil
t
N ad ir N A D I'n in a n ıları____
IS Gezinin sonunda dönüş için uçağa
yerleştiğimizde Fatin Rüştü Bey
gecikti. Geldiğinde yanında sevgi
lisi Vesamet hanım da vardı. Ad
nan Bey başım çevirip kendisini
görmemiş olmayı yeğledi...
DALLAS’TA BÎR
BANKACININ
TÜRK
BAŞBAKANINA
REVA
GÖRDÜĞÜ
Nodir NacR, Menderes ve Washington Büyükelçimiz Suat Hayri Ürgüpiü bir sohbetanında
KARŞILAMA YÜREĞİMİ SIZLATTI
Büyükelçi McGee, Dallas’ta Menderes ve Zoriu'yu karşılıyor.
—
18
— •A
MERİKA Birleşik Devletleri’nde geçirdiğimiz iki haftaboyunca Washington’u, Dallas’ı, New York’u, Pitts-
burg’u gördük.
Dallas’a ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Mac Gee’nin çağrılışı olarak cümbür cemaat gitmiştik. Meğer bizi değil, yalnız Menderes’le Zoriu’yu davet etmişmiş. Bunu ertesi gün
Sheraton Otelinde hesapları öderken öğrendik. Bununla bir likte Menderes onuruna görkemli villasında verdiği suvareye bizleri de çağırmak lütfunda bulundu.
M
ENDERES’e Dallas’ın görülmeye değer yerlerini gösterdiler. Bir tarım panayırını gezdik, Nyman Marcus adında bir mültimilyonerin egemen olduğu bir süper marketi, bir de o bölgenin en büyüğü dedikleri bir bankayı gördük. Banka, doğrusu bankadan çok bir altm tapmağına
benziyordu. Ortalarda gişe falan yoktu. Bir konser salonu
kadar büyük olan giriş holünde zarif bir kaç masa, maroken
bir kaç koltuk, hepsi bu. Holün yüksek kubbesi başlan başa altın yaldızla kaplanmıştı ve bu oraya gerçekten bir meha bet veriyordu. Karşılayıcılar Menderes’i yukarı kata çıkardı lar, içlerinden biri bir kapıyı tıkladı, içeri girdi. Biraz son ra kapıdan ak saçlı, uzun boylu, zinde bir adam çıktı. Ban
kanın yönetim kurulu başkanı imiş. Elini sıktıktan sonra
Menderes’e hoşgeldiniz anlamına bir kaç söz söyledi ve he men geri dönüp odasına kapandı.
Bir Türk Başbakanına reva görülen bu karşılamanın yü reğimi sızlattığını neden saklamalı?
UFAK BÎR A L Y Ş-V E R İŞ
N
EW YORK’da ufak tefek bir şeyler alacaktım. İngİılizce bilmediğimden yanıma Ercüment’i aldım. Beni
ünlü Beşinci Caddede bir büyük mağazaya götürdü. Danışma bürosuna uğrayarak Fransızca bilen bir görevli is tedik. Camlı bir bölmenin arkasında oturan hanım danışman derhal telefonla haber verdi İki dakika içinde çok iyi Fran sızca konuşan bir başka görevli hanım çıka geldi. Elimdeki listeyi göstererek alacaklarımı söyledim. Türk olduğumu Öğ renmişti, asansörle yukarı çıkıyorduk. Durup dururken, «si zin paranız çok düşüyormuş» demesin mi? Ne yapayım, ma ğazayı satın alacak değildim ya! Bunu alaylı bir dille anla tarak eşimin istediği bir kaç parça kadın eşyasını onun yar dımı ile aldım. Paketi otele gönderebilirler miydi? «Merak et meyin, burası New York’tur, bir şey kaybolmaz. Saat beşti eşyalar odanızdadır» dedi.
New York’taki dirlik düzenliğe böylesine güvenen bu
bayan acaba güneş battıktan sonra Central Park’da huzur içinde dolaşabiliyor muydu?
PITTSBURGH A
GÖRKEMLİ BÎR S A R A Y
P
ÎTTSBURG’a da Amerikan hükümetinin Menderesemrine ayırdığı özel uçakla gittik. Oralı büyük sa
nayiciler Başbakanımızı bir günlüğüne ağırlamak is tiyorlardı.
Pittsburg’un bir kulübünde buluştuk. Kulüp dedimse yer yüzünde bir benzeri bulunacağını sanmadığım görkemli bir saraydı burası. Yapay ışıklarla, her zaman güneş altınday
mış gibi geniş yapraklı Afrika bitkilerinin boy gösterdiği
aydınlık salonlar, zengin kitaplıklar, sıra sıra oyun ve spor salonları, lokantalar, barlar vb.. Velhasıl bir insanı eğlen dirmek, dinlendirmek için akla ne gelirse herşey vardı bu rada.
Yemekten önce biz gazetecileri yukan katta bir bara
aldılar. Menderes’i ve yanındaki kodaman sanayicileri bek- liyecektik. Barmen ne içeceğimi sordu. Almanca biliyormuş, AvusturyalIymış. Yakında emekli olup ülkesine, köyüne çe kileceğini, 600 dolar emekli maaşı alacağı için rahatça geçi neceğini düşünüyordu.
BİR K ADEH A V U S T U R Y A ŞARABİ
M
ADEM kj AvusturyalIydı, acaba bana bir kadeh beyniAvusturya şarabı bulabilir miydi? Barın rafı çeşitli
ülkelerin çeşitli içkileriyle doluydu. Ama Avusturya şarabı? Özür dileyerek, istersem Fransız şarabı ikram etme ye kalkacağını sanıyordum. Zaten o şarabı da sırf kulübün
olanakları hakkında bir fikir edinmek niyetiyle ısmarla
m ışım .
Barmen bir dakika dedi ve telefonla birine bir şeyler söyledi. Tanrı sizi inandırsın, iki dakika geçmemişti ki bir şişe buz gibi beyaz Avusturya şarabı barın tezgâhında «afiyet olsun» gibilerden bana gülümsüyordu.
A M A Ç LA R I KÖPRÜ YA P M A K M IŞ...
Y
EMEKTEN sonra çağrının amacı anlaşıldı. Pittsburgsanayicileri, Türk hükümetinin Boğaziçinde Avrupa-
yı Asya’ya bağlayacak bir köprü yaptırmak istediğini öğrenmişler, buna adaylıklarını koyuyorlardı. Yemek salonu na bir portatif perde, bir de sinema makinesi getirildi. Bir çok ülkelerde yaptıkları görkemli asma köprülerden em ekler
gösterildi. Menderes’e aydınlatıcı bilgiler verildi. Böyleco
Pittsburg gezisi de sona erdi.
NEW YO R K ’T A BİR TÜRK PROFESÖR
N
NEW YORK’da Menderes onuruna verilen bir yemektenönce o sıralar Amerika’da bulunan Prof. Aydm Yal çın Menderes’in şiddetli muhaliflerinden biriydi ve DP
aleyhine atıp tutuyordu. Neler anlattığı aklımda kalmadı
ama Menderes’le o gezide görüşmediğini biliyorum. Sayın
Profesörün 1961 seçimlerinde AP’den milletvekili seçildiğini
ve DP iktidarını on yıllık «altın dönem» olarak değerlen
dirdiğini herhalde anımsayacaksınız. Menderes bilim adam
larımızın tümünü «kara cüppeliler» diye küçük görmüştü
ama bu sözü sadece bir bölümü için kullansaydı hiç de hak sız bir yargıda bulunmuş olmazdı sanırım.
BİR SA Y G ISIZL IK ÖRNEĞİ
G
EZİNİN sonunda Newyork’tan yine Pan - Am uçağı ileParis’e dönecektik. Ön sırada. Adnan Menderes'e, onun yanında Kadızade’ye, aradaki boşluktan sonra da Fa tin Rüştü ile bana birer yer ayrılmıştı. Hareketimizden biraz önce Feridun Dirimtekin adında Başpiskopos Atenogoras’a da nışmanlık eden az tanıdığım biri uçağa girerek Menderes ve Kadızade dışında kim varsa hepsine başvurarak, İstanbul’da yeğeni Erdoğan Anpm ar’a verilmek üzere kocaman bir tor bayı sokuşturmak istedi. Herkes özür dileyerek kabul etmedi.
Nihayet bana uğradı, rica bile etmeden «Erdoğan’a, verirsi
niz» demesiyle torbayı önüme bırakıp birden toz olması bir oldu. Sinirlendim. Bu ne laubalilik, bu ne saygısızlıktı! İçinde
neler olduğunu da bilmediğim torbayla ilgilenmeyecektim.
Hostesi çağırıp ön tarafta paltoların asıldığı bölmeye gönder
dim. Menderes’le Kadızade yerlerini almışlar, Fatin Rüştü
henüz ortalarda yoktu. Ercüment Karacan Fatin Bey gelene kadar kalmak üzere yanıma oturdu. Hoş arkadaştır, altı sa at sürecek yolculuk boyunca birlikte olsak daha iyi vakit geçerdi. Fatin Rüştü ile ilişkilerimiz ne de olsa resmiyet sı nırlarım aşmıyordu.
FATİN RÜŞTÜ VE SEVGİLİSİ
N
İHAYET oda geldi. Yanında herkesin bildiği sevgilisiVesamet hanım vardı Adnan Bey başım pencereden
yana çevirerek Vesamet hanımı görmemiş olmayı
yeğledi. Fatin Bey de sevgilisini arkalarda bir yere yerleştir dikten sonra ayağa kalkan Ercüment’in yanına gelerek. «Siz rahatsız olmayın, ben arkada otururum» deyip Menderes’i de bizi de rahat ettirdi.
U Ç A K T A K İ RAKI ŞİŞESİ
P
A N - A M şirketi uçaklarda verdiği yemekleri Paris’inünlü Maxim’s lokantasından sağlıyordu. O akşam da havyarlı, ıstakozlu çok güzel bir mönü hazırlanmıştı. Ercüment’le ben elimizde birer kadeh viski, yemek servisim beklerken Kadızade’nin arkalara gidip bir çantadan bir şişe
rakı ile döndüğünü gördüm. Menderes bana da rakı ikram
edince teşekkür ederek istemedim. Bununla da yetinmedim,
mönüdeki yemeklere rakının pek yakışmayacağını, ertesi ak şam İstanbul’da nasıl olsa bol bol rakı içebileceğimizi söyle dim. Nedense bu sözüme alınmış olacak ki, «Pederiniz de vis ki mi içerdi?» diye sordu. «Hayır efendim, babam rakıyı ter cih ederdi* demekle yetindim. Doğrusu bu yersiz soruyu ki barlığına yakıştıramamıştım.
Paris’e sabah karanlığında, ortalık henüz ışımadan var dık. İki Büyükelçimizden yalnız OECD’deki temsilcimiz Se lim Sarper gelmişti. Feridun Cemal Erkin herhalde gecikmiş ti. Elçilikten gelen genç bir katip derhal Vesamet hanımın valizleri ile uğraşma görevini yüklendi. Benimkileri ise. an cak yerel sekreter Bodo’nun yardımı ile gümrükten çıkara bildim. Dirimtekin’in torbasını ise kasten uçakta bıraktım.
Ancak İstanbul a döndükten 10 gün sonra Yeşilköy güm
rüğünden telefon ederek bana ait bir paketin orada bulun
duğunu söylediler. Dirimtekin’in gönderdiği torba dünyayı
bir kez dönmüş, Arıpınar da içinde ne varsa onlara kavuş muştu.
Y A R IN : AV R U P A K ONSEYİ YILLAR I
« -4
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi