26 A Ğ U STO S 1989
KÜLTÜR-A fıf Yesari, Babıali anılarını tamamlamış, ama yayımlayamamıştı
50 yıllık"Çav ve Simit’
J
3
J
Anılarını üç yılda yazmıştı — Afif Yesari, “ Çay ve Simit” adı altında topladı ğı Babıali anılarına 16 Nisan 1986 günü başlamış, kitabını 16 Ocak 1989’da tamamlamıştı. “ Çay ve Simit” tam olarak 248 daktilo sayfası tutmuştu. 33 de resim bulunuyordu. Kitap basılamadan Afif Yesari bu dünyadan ayrıldı. Şimdi “ Çay ve Simit” yayımlanmayı bekliyor.
Geçen çarşamba günü
yitirdiğim iz yazar,
gazeteci, aktör ve
senarist A f if
Yesari’y le Fatma
Oran üç ay kadar
önce bir söyleşi
yapm ıştı. A f if Yesari,
söyleşide, 1938-39
yıllarından bu yana
bulunduğu BabIali’yle
ilgili anılarını anlattığı
son kitabıyla ilgili
düşüncelerini dile
getirmişti.
FATMA ORAN__________
23 ağustos çarşamba günü yi tirdiğimiz yazar, gazeteci, aktör ve senarist Afif Yesari, bugün hayat ta olan olmayan yazar ve çizer dostlarının kendisine imzaladıkla rı 150 kadar kitabı bir süre önce Mimar Sinan Üniversitesi Kütüp hane ve Dokümantasyon Merke- zi’ne bağışlamıştı. Bağışladıktan sonra da derin bir “Oh!” çekmiş ti. Orhan Kemal’in, Adnan Velit nin, Mim Uykusuz’un, Fikret Adil’in, Özdemir Asafın artık bir belge niteliği taşıyan kitapları gü vencedeydi.
Afif Yesari, yıllarca kaldırımla rını aşındırdığı BabIali’yle ilgili olarak da anılarını kaleme almış tı. Babıali’de bugüne kadar tanık olduğu, yaşadığı olayları, tanıdı ğı kişileri “Çay ve Simit” adı al tında bir kitapta toplamıştı, ama kitabının basıldığını göremedi.
Afif Yesari’yle üç ay kadar ön ce oturup sohbet etmiştik. Bu ko nuşmanın Yesari’yle yapılan bel ki de son söyleşi olacağı kimin ak lına gelirdi ki?
—Neden kitabınızın adım “Çay ve Simit” koydunuz?
YESARİ — Benim gazeteciliğe başladığım tarihlerde bizim baş lıca gıdamız çay ve simitti. Elimi ze geçen para o kadar azdı ki, biz
ancak harcırahtan arttırdığımız paralarla simit alabiliyor ve bunu gazete idarehanelerindeki çay re fakatinde karnımızı doyurmak üzere kullanabiliyorduk.
—Anılar üzerine, basın anılan üzerine olduğuna göre bu kitap, anı kitaplan ve anılar hakkında- ki görüşlerinizi öğrenmek isterdik.
YESARİ — Şimdi efendim, am kitapları ve anılar zaman zaman güncellik kazanan, aslında güncel liğini hiç yitirmeyen besbelli ede biyat türleridir. Kaldı ki, bugünün anılarını saptayan bir yazarın bu kitabı bir sene sonra okunduğun da görülecektir ki, onun anılan ta rihi birer değer kazanmıştır: Yani
bir yazar bulunduğu dönemi ya zıyorsa o günün birinde zaten ta rih olacaktır. Anıları geçmişe da yanıyorsa zaten bir tarih kitabı yazmıştır. Yani her iki şekilde de anılar geçmiş hakkında bize bilgi vereceği için yararlı türde kitaplar dır.
—Yalnız hurda bir şey var Afif Bey, anı yazıları ile hatıra defter leri karışıyor bazen?
YESARİ — Hakikaten öyle oluyor. Hatıra defteri; insanın ki şisel notlandır. Anılannı yazarken yazar, elbette kendinden söz ede cek, ama bir parça da çevreye dik katini çevirmeli kanısındayım ben. Sonra bir de şu var: Anılarda ba
zen ölenlere hiç insaf tanımıyor lar, yükleniyorlar da yükleniyor lar. Bu hoş bir şey değil. Çünkü adam hayata veda etmiştir. Orhan Veli diyor ki: “Ölünce kirlerimiz den temizlenir, ölünce biz de iyi adam oluruz. / Şöhretmiş, kadın mış, para hırsıymış, hepsini unu turuz.” Son iki dize, evet, fakat in san eğer pis bir insansa ölünce te mizlenmez bence. Pis insan pis doğmuştur, bu onun kaderidir, pis yaşar ve pis ölür. Yani ölüm pis likleri temizlemez. Ama yine o kimse artık sizin yergilerinize ve hatta sövgülerinize cevap vereme yeceğine göre bunu yapmamak la zım.
Bir de bazen deniyor ki ölen bir kişi hakkında: “Efendim, biz ken disiyle fevkalade dosttuk. Hatta bir gün bir konuşmamızda...” di ye ona atfen kendi düşüncelerini empoze ediyor, yani bu am türü yazılarda türlü neşeli, türlü şenlik-^ li işler dönüyor. Ben buna taraf-t tar değilim. Bir de yaşayanlara öv gü var. Buna da taraftar değilim. Ne ölenlere sövgü, ne menfaat umarak yaşayanlara övgü. Anı ta rafsız olmalı her şeyden evvel.
—Anılarda gerçek ve masal pa yı var mıdır Afif Bey?
YESARİ — Evet, vardır tabii. Çünkü zaten yaşanan anlar bile bir saniye sonra anı oluyor. Ger çek ve masal payım ya kesin çiz gilerle ayırmalı ya da onu çok tath bir şekilde meczetmeli; yani sade ce gerçek yazarsanız olmuyor, ma sal yazarsanız, o da olmuyor. Bir de şu, gerçek ya da masal, ya da her ikisi, aşağı yukarı tüm yapıt larda geçmişin izlenimleri açısın dan anıların bir ölçüde payı var dır...
—Çay ve Simit’i ne kadar za manda oluşturdunuz?
YESARİ — Neler yazıldı, yazıl madık ne kaldı, neler unutuldu derken başladığımdan bu yana iki yıl geçmiş. 16 Nisan 1986 olarak belirlemişim başlangıç tarihini. Bitişi ise 16 Ocak 1989. İki yüz kırk sekiz daktilo sayfası tuttu, otuz üç de resim var içinde.
—Çay ve Simit’e kimler girdi? YESARİ — Daha ziyade çok tanınmış kimselerin değil de çok emek vermiş fakat az tanınmış kimselerin bulunmasını istedim. Mesela bir Zafer Sülek vardır ge çip gitmiştir, bir Vedat Pekgirgin vardır, attığı manşetlerle ünlü. Bir Bülent Şeren, Hikmet Nisan, Ni- zamettin Danton... Ben burada şununla ahbaplık ettim, bununla ahbaplık ettim filan diye birtakım çok önemli ve tanınmış kişileri sı ralayarak kendime de onlardan bir iftihar payı çıkarmayı düşünme dim. Unutulmuş, fakat gerçekten basma emek vermiş kişileri al dım...
—Çay ve Simit, anılarınızın kaç
yıllık birikimi? i
YESARİ — 1938-39 senelerin de Mahmut Yesari’nin yazılarını götürürdüm Son Posta Gazetesi^ ne, Tan Gazetesi'ne, oradan yazı nın parasım alır babama getirir dim. O yıllardan başlıyor. Benim ilk şürim de 15 Birinci Kânun 1940 tarihli Yeni Edebiyat Dergisi’nde çıktı. Demek ki kaç sene olmuş ben bu işlere bulaşalı?
—Ben hesaplayamam. Otuz kü sur yıl herhalde?
YESARİ — Kırk dokuz sene fc olmuş. Ellinci seneye ayak basıyo ruz.
PORTRE
AFİF YESARİ
Babıali'de yarım yüzyıl
Romancı Mahmut Yesari’ninoğlu olan Afif Yesari 1922’de İstanbul’da doğdu. İlkokuldan sonra özel öğrenim görerek kendini yetiştiren Afif Yesari, sanat yaşamına öykü yazarlığıyla başladı. Bir süre gezgin tiyatro topluluklarında oyunculuk yapan Afif Yesari, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde televizyonda yayımlanan ilk yerli TV oyununu yazdı. Hayatını kazanmak için Muzaffer Ulukaya takma adıyla çoğu Mayk Hammer romanı olan 200 kadar dedektif romanı kaleme alarak bir çeşit dünya rekoru da kıran Afif Yesari, daha sonraları senaryo yazarlığı, aktörlük ve film eleştirmenliği de yaptı. Tiyatroya yeni ufuklar açan, konuşulanı değil de düşünüleni ön plana alan, sahnede gelişen olaylar süresince oyun kişilerini hiç konuşturmayarak onların düşüncelerini seyirciye
ulaştırma işini spikerlere gördüren “Düşünce Tiyatrosu”, Afif Yesari’nin buluşudur. Yesari’nin öyküleri 1949’da “Tren Yolu” ve 1954’te “Hafta Thtili” adlı kitaplarda bir araya geldi. Röportajları I950’de “ İşte Beyoğlu” adı altında yayımlanan Yesari’nin sinema üstüne yazıları da 1965’te “Artist Olmak Sanatı” adlı kitapta toplandı. 1966’da basılan “Düşünce Tiyatrosu” adlı kitabında bu konudaki manifesti ve “Olduğu Gibi” adlı tek bölümlük oyunu yer aldı. Aynı türden “Uzak” adlı oyunu 1966’da, “Soytarının Biri” adlı oyunu ise 1967’de yayımlandı. Şiirlerini 1970’te “ Boşluk”ta bir araya getiren Yesari’nin son olarak 1980’de “Hengâme” adıyla yazıları ve 1984’te ‘Şalter” adlı mizah romanı yayımlanmıştı.