İ s t i k
lâ i
Marşı
Şâiri
Mehmet Akif..
-
V III
-H. B a s ri Çan tay
Âkifin çatma'an müdafaa vaziyetinde idi Yoksa o, kendiliğinden kimseye çat madı Kanaatlere hürmet ederdi Kendi kanaatinde bulunınıyan birçok dostlarile ölünceye kadar dostane ya şadığına herkes şahiddir
Çünkü. Üstad bir ilm ada mı idi, fıkr adamı idi.
Şahslar aleyhinde konuş maz, gizli emeller, ihtiras lar takip etmezdi
O, bir teşkilât adamı d e ğildi. Onun içindir ki A k i f Hiçbir zaman feaâl bir idare ve bellibaşlı vazife başında bulunamadı.
Darülfünun müderrisliğin den, daha evvel İstanbul ti caret Ve ziraat nezaretin, deki memuriyetinden istifası başkaları için ehemmiyetsiz, fakat kendisi için çok ehe mmiyetli sebeplere müste nitti; arkadaşlarına haksız lık yapılmıştı! Buna taham mül edebilirmiydi?
Üstad — gariptir k i — sü rekli münakaşalara girmek ten de çekinirdi. Pek sıkış tınlmadıkça İlmî cephelere girmek istemezdi.
Çünkü: o, kendi kanaa tince, âlim değildi; “ kaba taslak bir şâir* di! Birazda lisancı idi! Akif bu kanaa tinde tamamen samimi idi.
O, tegcia hattâ şevkuidare ye muhtaçtı.
Birinci Büyük Millet M e clisinde (Burdur) mebusu olan Ustad zaman zaman dairei intıhabtyesi halkının müracaatları karşısında ka lir, bunlardan sıkılırdı. Çü nkü: Is’aflarını rica etmek için vekâletler nezdinde te şebbüsatta bulunmak lâzım dı! O, kendini daire müdür terine nediye prazante ede çekti! Ayıp değılmiydi? Bu, kendi kendine “ Zatüzaman vermek* değılmiydi?!
Onu sevenler yapacağı işleri yapıverirlerdi Birgün (Burdur) un kaza olması ha
kkındaki ezkaza kuvvetli bir teklif gelüp çattı Âki fi görmeliydiniz! O, dairei in- tihabiyesini henüz tanıma mıştı bile. Ne diyecekti? Kendisini gıyabında seçenle rin hukukunu nasıl müda faa edecekti? Bu vaziyet karşısında seyirci kalabilir
miydi? Ustad istifaye kıyam etti; güç belâ ben vaz geç irdim. Bereket versin ki ke udisini seven bütün arka daşları o hâdisede âdeta bi rer (Burdur mebusu) kesil diler, kazadan da kurtul duk!
(Âkifin i mî ve lısanî cep hesini ilerde yazmağa çaU şacağım '
Üstadın kıyafeti nasıldı? Bunu anlamak için şu kü çük fıkrayi arzedeyim:
Birgün onunla birlikte koyun pazarına doğru gidi yorduk. Arkamızdan da Me clis kavaninmüdürû[2]Niyazi ile Dursunbeyli Hoca oğlu Ah .met Hulusi geliyorlardı, A r
alarında kopan bir kahka ha ile başımızı çevirdik. Aki f bundan birgey sezmiş tı. Sebebini sordu; gülmeyi arttırdılar. Üstad:
— Allah aşkına, Allah aşkına söyleyiniz dedi.
O, bu kahkahanın kendi
ne matuf olduğunu anlam işti. Ahmet Hulûgi darılma zsanız söyliyeceğim dedikten Üstadd an “Bilâkis memnun
olurum* cevabını aldıktan
sonra şöyle dedi:
- Niyaziye dedim ki bu adam bizim taraflara gelse keçi celebi (tüccarı) diye yüzüne bakan olmaz!
Bu söz Âkifin o kadar boşuna gitti ki Ahmet Hu- lûsiye birkaç defa tekrar lattı.
Filhakika, Aki f sırtında yazlık bir ceket, ayağında ütü görmemiş bir pantalon, onun üstünde yemenici işi, topukları beyaz bir çamur, luk, kırarmış lâstik bir ay akkabı, kalıpsız bir külâh ile geyinmiş, kalender kıya fetinde bir adamdı
O, fesçi dükkânının ön ünden geçmezdi, çünkü o- nun bir defa fesi nasılsa ba şmdan çalınmış, kalıplattı- rılmıştı! Bununla beraber, elbisesi, üstü bsgı yağlı, kirli değildi, tertemizdi