• Sonuç bulunamadı

A. Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan hala yaşarken

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "A. Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan hala yaşarken"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

TÜRK EDEBİYATI O CAK/91 ...—

A.Hamdi Tanpmar

ve

Mehmet Kaplan

Hâlâ Yaşarken

BİROL EMİL

İnsan hayatında talihin ne demek olduğu sorusuna, her- kes kendine göre cevap verir: Talih, ferdî saadettir, mesut bir ailedir, sevgilinin aşkıdır, durmadan yükselmektir, şan, şeref, itibar, mevki sahibi olmaktır, servettir, iktidar gücü­ dür, dindar ve mistikler için Tanrı'nın hidayetinden ve İlâhî aşktan nasib almaktır. Hülâsa, ne kadar insan varsa günlük hayat işlerinden en yüksek değerlere kadar talihin o derece tecellileri mevcuttur. Bununla beraber, talihin bir başka yü­ zü vardır. Pek az insan bu yüzde ebedî çizgiler görür: Ömür bağlanılan bir kaç dosta, hiç zedelenmeyen dostluklara, bir kaç büyük ve zenginleştirici tecrübeye sahip olmak; en gü

zel, en asil, en zengin şekliyle bir veya birkaç büyük ilim, kültür ve sanat adamını sevebilmek, iç ve dış meselelerinin cevabını hep onlarda bulmak, daima onlara dönmek, onla­ rın tesirlerini şahsiyetine mal etmek ve böyle yaparken git­ gide geliştiğini, zenginleştiğini, yolunun kısaldığını hisset­ mek... Ne maddî serveti, ne dünya ikbali olmayan insanlar için, bu ne büyük mazhariyettir! Hakikî talih budur.

Kendimden bahsedeceğim için mahcubum. Fakat ha­ yatta başka saadetlerimin ve talih sandığım kazançlarımın dışında, benim asıl böyle bir talihim oldu. Şüphesiz başın­ dan beri, bütün hocalarımdan çok şeyler öğrendim. Ancak iki hocam vardır ki, Üniversite öğrenciliğimde ve otuz bir yıl­ lık hocalığımda ilim, fikir, kültür ihtiyacımı ve susuzluğumu gidermek için, ya "zengin bir madene döner gibi", yahut da çok feyizli bir pınara koşar gibi, daima onların hatıralarına ve eserlerine başvurdum. Bu hocalarım, Prof. Ahmet Hamdi Tanpmar ve Prof. Dr. Mehmet Kaplan'dır.

Bu kadar yıldır ilimden kazanmaya çalıştığım objektif davranışa rağmen; ben bu iki hocamdan her bahsedişimde hissî olurum ve acze düştüğümü hissederim. Bu şüphesiz bir zaaftır, fakat zaafların en güzelidir. Sevginin, saygının, bağlılığın, vefa duygusunun, minnet hislerinin yarattığı me­ sut bir zaaftır bu. . . Ne yapayım? Benim, sevdiklerime kar­ şı zayıf olmak gibi bir aczim vardır. Fakat A. H. Tanpmar ve Mehmet Kaplan karşısındaki zaafımın mânâsı başkadır. Onların o büyük sanat, ilim, kültür, fikir ve edebiyat ağırlığı beni daima sarsar ve ben her silkinişimde kendimi daha zin­ de, daha olgun ve daha zenginleşmiş hissederim. Sonra­ dan kendisi de aynı sahada, aynı kürsüde ve aynı sınıflarda öğretim üyesi olan benim için, bundan büyük talih olur muy­ du?

Tanpınar'ı nasıl tanıdım? Büyük insanlara kendini nis- bet etmek küçüklüktür. "Şu gün, şöyleydi, beraberken ba­ na demişti ki. . . " cinsinden kabarmaları, insanı daha da kü­ çülten bir "tekebbür" sayarım. Artık hatıralarını sadece

ta'ziz ettiğim, ama eserlerini başucu kitapları gibi durmadan okuduğum, her okuyuşta, yeni keşifler yaptığım bu iki ho- camdandan Tanpınar'ı, ben, şahsiyetinin araya koyduğu mesafe, yaş bakı, mından çok büyük nesil farkı, kariyer imkânsızlığı- Tanpmar yıllardır kürsü başkanı, ben henüz asistandım. - ve asıl ömrünün kısalığı yüzünden şahsî mü­ nasebetlerim itibariyle uzaktan tanıdım. Fakat eserleriyle daima düşüp kalktım. Hatta, yine mahcub olarak diyece­ ğim ki, vaktiyle neredeyse bütün şiirleri, şimdi beni çok şa­ şırtan bir hafıza gücüyle, ezberimdeydi. "Huzur"dan, "Beş Şehir"den, makalelerinden pek çok cümleyi arkadaşlarımı bıktırıncaya kadar hafızamdan tekrarlardım. Fakat benim her an yanında olduğum, her şeyimi kendisine borçlu oldu­ ğum asıl hocam, manevî babam, Efendim Prof. Dr. Meh­ met Kaplan'dır.

A. H. Tanpınar'ı nasıl tanıdığımı ve üslûba kadar üze­ rimdeki tesirini yirmi sekiz yıl önce, ölümü dolayısıyla şaşırtı­ cı bir gençlik cesaretine kapılarak bir makalede şöyle anlat­ mışım: " Ahmet Hamdi Tanpmar benim ve benim g ib i, daha nicelerinin hayatına sadece mısralar, sadece o harikulâde nesirler, birkaç roman ve hikâye kitabı, " bazı dikkatler" ve hükümler şeklinde değil, belki bunların hepsini kavrayan, yahut da büsbütün başka bir talih olarak girmişti. . .

Ben bu talihi boş ve hülyalı saatlerimi "Huzur''un sayfala­ rında dinlendirirken, sevdiğim insanlara "Hatırlama"nın ve­ ya "Bursa'da Zaman" ın mısralarını tekrarlarken, yahut çok başka bir şekilde, o, kendine has jestleri, daima yumuşak ve hiddet anlarında bile güzel bakışları, bazan heyecanlı, bazan bitkin sesiyle karşımızda konuşurken hissittim ve ya­ şadım. "

Kaç kere, cebimde, onun şiirlerini itina ile yazdığım kü­ çük mavi defter, içim az evvel okuduğum mısraların tahas­ süsleriyle zengin, başım hülyalı Yüksek Öğretmen Okulu'na döndüm. Kaç defa yalnız bana ait zannettiğim duyguları, hatta kelime ve cümleleri bile, bir başka sefer onun eserle­ rinde bularak üzerimdeki tesirine hayret ettim. "Huzur” u okuduğum günler zaman itibariyle en zengin hatıralarımla yüklüdür. "Edebiyat Tarihi”ne uyanık bir dikkat ve her cüm­ lenin tadını çıkara çıkara, üslûbuna kapılıp sonra tekrar baştan ala ala sarıldığım saatler. . . Hikâyeleri, gazete ve dergilerden ezberlemesine okuduğum makaleleri.. . Ve hepsinin üstünde "Beş Şehir"...

Yazıyı şöyle bitirmişim:

"Fakat neden onu mutlaka eserlerinde aramalı? Bunla­ rın hepsi sanatın ebedî semasında nasıl olsa birer yıldız tali­ hiyle burçlarına çekilecekler. Nasıl olsa saf şiire susadığı­ mız her an onun mısralarının billûrlarından boşanan pınara gene koşacağız. Gene Yeşil Cami’ini ve Yeşil Türbesi'ni do­ laşırken kendimizi bir ledünnî bahar ortasında zannedee- cek sevdiğimiz genç kızı bulacağız. Ve bir aşktan arta ka­ lanlar hazanlaşmış sevgilerini "Her Şey Yerli Yerinde" ile be­ raber hatırlayarak işleneceklerdir:

Herşey yerli yerinde... Bir dolap uzaklarda Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgârda.

Lâkin kalble dimağın o kadar zengin şekilde ahenkleşti­ ği, o sevginin, sanatın ve kültürün terkibi olan, o herkesi sevmeyi ve affetmeyi bilen insan? Bundan sonra İstanbul manzaralarından, Boğaz sisinden ve lüfer avlarından, bi­ zim görmemek için başımızı çevirip geçtiğimiz Haliç akşam­ larından, Yeniköy mehtaplarından, Bursa saatlerinden kim bahsedecek? "Neva" nın ve "Ferahfeza"nın "hayret

(2)

TÜRK EDEBİYATI O CAK/91

rfn ı artık kimin kaleminden bir musiki dinler gibi okuyaca­ ğız? Ve kim, bundan sonra şehirlerin sadece bir tarih değil, aynı zamanda bir sanat hadisesi olarak fethedilebileceğini "Bursa'da Zaman" gibi, bir zaferle gösterecek?. . . "

Hiraf edeyim ki bu gün bu satırlar bana lüzumundan fazla duygulu geliyor. Fakat böyle de olsa Tanpınar’ın bu tesiri bende yıllarca devam etti. Eserlerini her okuyuşumda hâlâ ayni hissi duyar, ayni tahassüslerle dolarım. Aradan geçen yıllar Aziz Hocam Prof. Dr. Mehmet Kaplan'ın tesiriyle ba­ na edebiyatı sadece sevmeyi ve araştırmayı değil, edebiyat üzerinde düşünmeyi öğretti ve Tanpınar'ın şahsiyetini ken­ dime göre izah etmeye çalıştım. Sonunda şu kanaate var­ dım ki, Tanpınar'da bir sanatkârın en yüksek seviyede este­ tik zevk ve elerin sezgisi, bir ilim adamının "érudition” u -Es­ kiler "tebahhur" derlerdi. Çok geniş bir bilgi birikimine sahip olmak - ve dikkati ile bir küttür adamının çok yönlü ve çok de­ rin muhtevası birbirine kaynaşmıştı. Bu üç vasfına sa­ natkârlığının ve ilim adamlığının hafif bir tülle örttüğü fikir adamlığını da ilâve etmek lâzımdır. Fakat Tanpınar kendini herşeyden önce sanatkâr, bilhassa şâir sayıyordu. Onun bu sannına hak verdiren emsalsiz bir özelliği vardı: "Style imagé" denilen imajlı, içiçe hayaller ve çağrışımlarla örül­ müş üslup, Türkçenin iyi yontulmuş nâdide mücevherler gi­ bi kendi güzelliği ve parıltısı içinde kamaşan üslûbu. . . Ve bu üslûbu dokuyan çok çeşitli unsurlar. . . Tanpınar'ın nes­ rinde hiç bir paragraf hatta cümle yoktur ki, konu ne olursa olsun, pek çok ilim, sanat, fikir ve kültür unsurları bir arada bulunmasın. Tanpınar'ın eserlerini anlamakta, hatta oku­ maktaki güçlük buradadır. Önce üslubunun parıltısıyla zi­ hin kamaşır, adeta büyülenir. Bu kamaşma ve büyünlen- me ilk anda konuyu ve fikri kaybettirir. Tekrar başa dönmek, bu sefer her kelime ve cümlenin mânâsı üzerinde düşün­ mek lâzımdır. Bitti mi? Ne gezer! Bu defa fikri yakalamak için geniş bir "érudition" a sahip olmak gerekir. Vaktiyle tes- bit etmiştim. Tanpınar'ın eserterinde geçen Batılı ilim, fikir, sanat ve edebiyat adamlarının çokluğu karşısında adeta beyinler uğuldar ve bu uğultu içinde, kimsenin öyle bir kültür hazırlığı olmadığı ve olamayacağı için, fikre ancak köşesin­ den bucağından yaklaşılabilir. Türk, Doğu ve Batı kültür ve edebiyatlarından eser, fikir ve şahsiyet olarak durmadan yaptığı zikirler bütün türleriyle Şark ve Garp edebiyatları, musikî, bütkün plastik sanatlar; resim, mimarî, heykeltraş- lık, sonra estetik, mitoloji, psikoloji, felsefe ve bilhassa tarih onun nesir eserlerini bir petek gibi mütemadiyen ören arılar halinde zihnimizde uğuldar ve bazan hep birden hücum ederler. Bu kadar geniş ve derin bir kültür muhtevasını zihin yorgunluğunu hissetmeden kim kavrayabilir? Elbette ki kimse...Yahut bizler. Okuyucusunda bu derecede idrak zor­ luğu yaratan başka bir sanat, ilim ve kültür damımız yotur. Bu itibarla Yeni Türk edebiyatının en kültürlü Şahsiyeti A.H. Tanpınar’dır. Devrine kadar, devri içinde, hatta II. Meşruti­ yet yazarlarımıza kadar bu üstünlük Halit Ziya Uşaklıgil'e aitti. Fakat Tanpınar'dan sonra Halit Ziya mevki'ini kaybet­ miştir. Yıllardır Tanpınar'ı kendim tekrar tekrar okurum, okuturum, doktor öğrencilerimle seminerler yaparım. Ben ve onlar tam olarak anlayabildik mi?

Zihi tasavvur-ı bâtıl zehî hayâl-i muhal...

Sanatkâr Tanpınar her şeyden önce şâirdir. Kendini böyle kabul ediyordu. Sadece bir cümlesini zikredeceğim: "Bende esas olan şiirdir. Oradan etrafa genişlerim." Tanpj- nar'ın ilmi bile bir şâir ilmidir. Objektif bir bakış ve davranış tarzının, kesin've vâzıh bir üslubun hakim olması gereken İlmî eserlerinde konuşan yine şair ve estet Tanpınar'dır.

Çünkü Tanpınar'ın bakış tarzı herşeyde bir güzdlljk ve şiiri- yet arayan estetin bakışıdır. Estet her şeye güzellik zaviye­ sinden bakan, her şeyde güzellik ve şiiriye! bulan bir dikka­ tin adamıdır. Alman şâiri Heine 'nin "Bir objeye dikkatle ba­ kın; onun bütün şliriyetini bulursunuz. " sözü tam Tanpınar'a uyan bir dikkattir. Zaten mektuplarından birinde kendisi de söylemez mi: "Ben ki dikkati ilâhlaştırmışımdır." Bu itibarla ilim adamı Tanpınar'da bile ilim ile sanat, sanatkâr ile ilim adamı durma dan yarışırlar. Birincilik ise daima münhaldiı

Şâir Tanpınar basit ve adi hissîliklerin, ferdî içlenmele­ rin, kısır duygu ve düşüncelerin şiirini yapmamıştır. Başka yollardan gelmekle beraber bu bakımdan onu Necip Fazıl ile beraber düşünürüm. Çok başka bir mahiyette olmakla be­ raber Necip Fazıl'ın "çileli idrak"i onda da vardır. Musikinin refakatinde bir rüya estetiğinin şuurlu çalışma fikriyle birlikte hakim olduğu temler insanlığın ebedî ve evrensel temleridir: Hayatın, tabiatın, aşkın güzelliği, mistik yükselişe çok ben­ zeyen varlığı aşma iştiyakı, ölümün trajedisi, hayatın trajik duygusu, güzellik, aşk ve sanat vasıtasıyla alelâde hayatın ve zamanın dışına çıkma, ölüm ve fanilik korkusunu yenme, ebedîliğe ulaşma... Tanpınar bu temleri halis Türkçenin en güzel, en parıltılı mısralarıyla ifade etti. Yukarda "mistik, yükselişe çok benzeyen" dedim. Tanpınar kendi varlığını daima ebedî bir anın, yahut güzel bir mısra'ım hatırlayarak söyleyeyim, "Ebediyet kadar derin bir anın" içinde hissetti. Şiiılerine, hatta yer yer nesirlerine hakim olan "vahdet" fikri bu ebediyet iştiyakıyla birleşince anlaşılır ki, Tanpınar'da, ruhunun çok derin bir köşesinde gizli kalmış bir mistik vardır. Bunun içindir ki onun şiirleri derûniliğin, sükûtun şiiridir. Du­ aya benzer.Yüksek sesle okunmaya gelmez. Onları okur­ ken sükûtu andıran bir fısıltı lâzımdır:

Tenha bir ucunda gecenin bir sır gibi

Fısıldanan adın kardeş, dost ve sevgili, . .

(Karışan Saatler İçinde)

Uzakta, aya çok yakın bir yerde

Çılgın ve muhteşem harabelerde

Büyük sükûtların fırtınası var

Bütün ayrılıklar hepsi orada

Eh çıplak, ümtsizvesa/duada

(Eşik)

Bu ve benzeri mısraların derin manâ, sır, insana ve kâi­ nata dair bir mesaj, dil zevki, güzellik ve asalet olan büyü­ sünden kendimizi kurtarabilirisek fikir adamı Tanpınar’dan da bahsedebiliriz.

Tanpınar'ın "Yaşadığım Gibi" de toplanmış fikir yazıları­ na, Prof. Dr. Zeynep Kerman'ın neşrettiği "Edebiyat Üzeri­ ne Makalelerine, hatta bütün eserlerine bir bütün olarak ba­ kılınca pek çok duygu, düşünce ve hayal motifinin iki ana fi­ kir etrafında toplandığı görülür: "Devam fikri" ve "Aşma duy- ğusu- Transandans". Bu son duygu ve fert ve cemiyet pla­ nında olmak üzere iki yönlüdür. Ancak birbirine bağlıdır ve "Devam fikri" ile birlikte düşünülmelidir.

Burada geliştirilmesine imkân olmayan bu fikir ve duygu­ nun kısaca izahı şudur:

Tanzimat'tan sonra cemiyetimizde, insanımızda, kültür ve edebiyatımızda bir "iç insan buhranı" doğmuştur. Bir ikili- ğin-düalite- psikozuna yakalanan Türk aydını iki âlem, Şark ve Garp arasında sürekli bocalayışlar, arayışlar, her şeye yeniden başlama, her şeyîyeni baştan kurma kompleksine yakalanmıştır. Bur,un sebebi, milliyet şuurunun mucizesi ve yapıcı sırrı olan devam fikrini kaybetmemizdir. Medeni­ yet bütünlük ve sürekliliktir. Eskilerde, eski medeniyetimiz­ de bu vardı. Halbuki bir milletin varolma, yaşama ve sürek­

(3)

TÜRK EDEBİYATI O CAK/91

lilik şuuru demek olan milliyet fikrine en büyük tehdit, Tanpı- nar’ın tabiriyle "historicité" yani tarihilik duygusunun kaybe­ dilmesidir. Tarihilik denen kavramın "Devam ederek değiş­ mek, değişerek devam etmek” demek olduğu bizde bir türlü anlaşılamamamıştır. Türkiye'nin hâlâ en mühim meselesi "Mazi ile nerede ve nasıl bağlanacağız?" sorusuna yüz elli yıldır cevap bulamamış olmamız, bugün de kopmuş bir de­ vam zincirinin halkalarını birleştiremeyişimizdir. Dil, sanat ve edebiyata gelince, Tanpınar ayni fikre bağlı olarak kesin hükmünü verir: "Yenilik getiren her büyük sanatkârda eski­ ye bakan bir taraf vardır. Maziyi inkâr ettiğiniz an sanat ken­ diliğinden durur. "

Tanpınar’ın fikir ve edebiyat eserlerinde, en mücerret sanat ve edebiyat meselelerinden en müşahhas kültür ve cemiyet meselelerine kadar bütün düşüncelerini bir mıkna­ tıs gibi etrafında toplayan ana fikir budur. "Beş Şehir işte bu düşüncenin mahsulüdür. Hatta ben şunu da ilâve edece­ ğim: Tanpınar'ın şiir dünyası bile çok derinlerde bu fikre da­ yanır. Ondaki ebedîlik duygusu "an" ile "ebediyet" arasında kurduğu derin münasebetten doğar. Parçalanmış bir za­ man değil, yekpâre bir akış, yani ebedîlik boyunca uzanan bir "devam” zinciri sözkonusudur:

Ne içindeyim zamanın Ne de büsbütün dışında Yekpare, geniş bir anın Parçalanmaz akışında...

Sanatın ebedîlik sembolü olarak kullandığı "Gül" moti­ fiyle de kasdettiği budur: Gül, ey bir ana sığmış ebediyet rü­ yası

Ve son şu iki mısta:

Ebediyet kadar derin Bir anın va'dini bekler.

Millet hayatında "tarihîlik", "milliyet şuuru”, "devam fikri ve zinciri" budur. Bu zincir koparsa sonunda fert ve cemi­ yet"... "Savrulan zaman kırıntıları" haline gelir. Dünya- ister­ seniz millet ve cemiyet, hatta insan deyin- aslî mânâsını, mahiyetini, hakikatini, var olma iradesini ve manzaralarını kaybeder, ayın çıplak, dümdüz arsası şekline girer:

Biz ayın çıplak arsasında ^

Savrulan zaman kırıntıları. . . Böyle bir yorum ba­ na yanlış görünmüyor. Devam fikrini kaybeden Türk insanı­ nın ve Türk cemiyetinin bu günkü manzarası da budur. Tan- pınar'da "Aşma-Transandans" fikri ve duygusu cemiyet ve fert planında derin bir şekilde işlenmiştir. Hatta bu duygu yer yer yarı mistik ve metafizik bir mahiyet arz eder. Cemi­ yet planında bu fikrin mânâsı ferdin kendini kendi dışına çı­ karak aşması, bu suretle cemiyete, oradan milliyete ve onun "sırrı ve yapıcı mucizesi" olan "devam fikri" ne yükselmesi­ dir. Tek başına fert sadece bir zaaflar ve eksiklikler bütünü­ dür. Onun tamlığını, kudret ve imkânlarını yapan cemiyet­ tir. İnsan bu bütünün bir parçasıdır. (Küll ve cüz' meselesi) Ancak kendini cemiyetle tamamlayınca bu zaaflarından kurtulur, kudret ve imkânlarının şuuruna varır. Dahası da şu ki "Cemiyet fikri işe karışınca kader trajedisi azalır. " in­ san cemiyet içinde ve cemiyetle birlikte ölüm ve fanilik kor­ kusunu yener. Tanpınar devam ediyor. :

"Fert, ferdî hayatından ayrıldıkça cemiyet onu devam et­ tirir. Tarihin manalandığı yer, cemiyetin hatıralarıyla toplu­ luk şuurunu devam ettirmesidir. Tarih, sanat eserleri, gele­ nekler, hepsi cemiyetin süreklilik şuurudur... Ebediyet bo­ yunca yaşayacak olan fertler, hatta nesiller değil, cemiyettir. Kaderin ve zamanın karşısında ancak cemiyet ve onun ta­ rihî varlığı olan milliyet durur. Fırtınaya karşı yaprak değil,

kökünü toprağın derinliklerine salmış olan çınar dayanır. " (İnsan ve Cemiyet, Yaşadığım Gibi, İstanbul 1970, s. 15.

)

Ferdin kendi içinde kendini aşması ayrı bir duygudur. Bu, mistiklerin murakabe anlarına benzeyen bir "Hal” dir, Tanpınar'ın ifadesiyle bir "ruh miracfdır, ki ebediyet iştiyakı içinde "vahdef'e erişmek demektir. Fakat yanılmayalım, Tanpınar'da bu yükselişin dinî olmaktan ziyade psikolojik ve estetik bir mânâsı vardır. Ancak şaşırtıcı olan şudur ki.Tan- pınar bazı yazılarında "ebediyet" ve "vahdet" kelimelerini kesif bir duygu ve ruh halinin ifadesi olarak birlikte kullan­ mıştır. Onun bilhassa klasik Türk musikisinin, hele dinî ve tasavvufî musikimizin, hatta batı musikisinden bazı eserle­ rin kendisinde uyandırdığı duygu ve hayalleri tahlil ederken bir "çıkış", "yükseliş" hissinden bahsetmesi, böyle anlarda "ruh miracr'ndan, ebediyet ve vahdet iştiyakından tam bir "ruhî transandans" hali gösterir. Kaldı ki ona göre, sanat, ölümden sonraki hayattır ve ebediyet sanat eserlerinde ya­ şar. Dahası var: Tanpınar'ın şiir estetiğine esas yaptığı rüya ve musiki alelâde hayatı, ölüm düşüncesini ve fanilik duygu­ sunu ortadan kaldırdığı, ebediliğin kendisini değilse bile vehmini verdiği için sanatın kaynağıdır. Sanat bunun için ölümden ötelere uzanan hayattır. Ölümün trajedisi rüyaları­ mızda ve büyük musiki eserlerinin miçimizde uyandırdığı hayal ve duyğularda son bulur. Tanpınar bu duyğu ve ha­ yalleri musikiye dair yazılarında "Beş Şehir"de, "Huzur"da, "Abdullah Efendi'nin Rüyalarındaki bazı hikâyelerinde ina­ nılmaz bir üslup inceliğiyle anlatmıştır. Türkçe hiç bir zaman Tanpınar'ın musiki tahlillerinde olduğu kadar derinlik, geniş­ lik, incelik, nüans ve kesafet kazanmamıştır. ”Huzur"da, De­ de Efendi'nin Mahur Bestesi üzerinde yapılan tahlili hatırla­ yınız. Yalnız duygu ve hayalleri değil, dilde de imkânsızın ne olduğunu, Türkçenin bu güne kadar erişebildiği en son güzellik ve mükemmellik haddini, hatta bu son sınırın bile zorlandığını göreceksiniz. Tanpınar Türkçede hiç kimsenin kendisiyle baş edemeyeceği bir üslûp virtüözüdür. Fakat bu "virtúosité” de dil tek başına değildir. Derin fikir, duygu, ha­ yal, imaj hep birlikte muhteşem bir "orkestrasyon" meydana getirir. "Beş Şehir" den bir örnek veriyorum:

"Çok defa Osmanlı inkırazını düşünürken hatırıma 1914 yazında son mehtap alemlerinin başkalarından dinlediğim hikâyesi gelir. Ve yıkılan imparatorluğu, ay ışığının altın bir uçurum yaptığı sularda saz sesleri arasında batan bir masal gemisine benzetirim. "

Dindar mistiğin ebedîlik iştiyakı, bu mistik transandans uluhiyete erişmek, Allah'ın birliğine kavuşmaktır. Tanpı- nar'daki aşma ise dinî olmaktan ziyade ona çok yakın beşerî bir mahiyeti hâizdir. Aşk, güzellik, sanat, bilhassa şiir ve mu­ siki vasıtasıyla ötelerde, bir sonsuzlukta kendini ve kendi hakikatini yeniden bulmak, kendi tamlığını, bütünlüğünü an­ cak o zaman idrak etmek... Tek bir örnek vereceğim. Tan- pınar 'Aşka Dair" adlı yazısının bir yerinde şöyle der:

"İşte bunlardır ki bana seninle tam, yekpare ve imkânsız bir ölümde birleşmeyi istetiyorlar. Sen unsurlarını veren şeylere dağılmak ben nizamını ve gayesini sende bulduğum vahdette ebediyet boyunca toplu kalmak istiyorum, ister sanat, ister aşk vasıtasıyla olsun, Tanpınar'ın içindeki gizli mistiğin aksiyonu, yahut beşerî mistisizm budur.

(Devamı var. )

21

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Örneğin fen bilimleri derslerinde temel konuları öğretmek belki de birçok öğrencinin kafasında, bilimin bir bilgiler topluluğu olduğu ve bunun kesin doğru olduğu

Spearman rho de ğ erinin 0.45'in (t de ğ eri 2.76'den büyük ve p de ğ eri 0.01'den küçüktür, serbestlik derecesi tüm de ğ erlerde 29 dur) Spearman rho de ğ erinin

Spearman rho de ğ erinin 0.45'in (t de ğ eri 2.76'den büyük ve p de ğ eri 0.01'den küçüktür, serbestlik derecesi tüm de ğ erlerde 29 dur) Spearman rho de ğ erinin

Mala yönelik suçlardaki artış şehirlerde daha bozuk olan gelir dağılımı, daha yüksek oranlardaki işsizlik, şehirde sosyal bağların zayıflaması sonucu olarak azalan

“a) Bir icra, fonogram veya yapımın izinsiz çoğaltılmış nüshalarının bu Kanun’un.. maddesinin yedinci fıkrasında sayılar yerlerde satışı ile ilgili ihlallerde üç ay-

As a result, while total CSF tau level could be used as a marker for neuronal damage, phosphorilated tau levels are useful in monitoring formation of neurofibrillary tangles..

藥科心得-吳建德老師部分 21 世紀醫學新希望-大腦研究的新趨 勢 藥三 B 林承緒 B303097162

Ancak Prawat’ın (1992) belirttiği gibi, öğretmenler aynı zamanda sahip oldukları ve genellikle geleneksel eğitim anlayışıyla tutarlı olan eğitimle ilgili